page_content
stringlengths 1
4.1k
| metadata
dict |
---|---|
TÜRK EDEBiYAT! KLASiKLERİ -3 | {
"page": 0,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
TüRK EDEBİYATI
HÜSEYiN RAHMi GÜRPlNAR
EFSUNCU BABA
UYARLAMAYA KAYNAK ALINAN ÖZGÜN ESER
HiLMi KiTAPHANESi
ORHANiYE MATBAASI, İSTANBUL
1340 [192.4]
©TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYlNLARI, 2018
Senifika No: 40077
EDİTÖR
RÜKEN KIZlLER
GÖRSEL YÖNETMEN
BİR OL BAYRAM
ESKİ YAZlDAN ÇEVİREN
HACER ER
D ÜZELTİ
DERYAÖNDER
GRAFİK TASARlM UYGULAMA
TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYlNLARI
1. BASlM: NİSAN 2.018, İSTANBUL
V. BASlM: EKİM 2019, İSTANBUL
ISBN 978-605-295-416·4
BASKI
UMUT KAGITÇILIK SANAYİ VE ncARET LID. şn.
KERESTECİLER SİTESİ FATİH CADDESi YÜKSEK SOKAK NO: I ı/ı MERTER
GÜNGÖREN İSTANBUL
Tel: (0212) 637 04 11 Faks: (0212) 637 37 03
Senifika No: 45162
Bu kitabın tüm yayın hakları saklıdır.
Tanıtım amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında
gerek metin, gerek görsel malzeme hiçbir yolla yayınevinden izin alınmadan
çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtı lamaz .
TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYlNLARI
İSTİKLAL CADDESi, MEŞELİK SOKAK NO: 2./4 BEYOGLU 34433 İSTANIIlli
Tel. (0212) 252 39 91
Faks (0212) 252 39 95
www .iskultur.com .tr
GÜNÜMÜZ TÜR KÇESINE UYARLAY AN: EN<;ıN Kil 1<,:
Pertevniyal Lisesi'ni ve Boğaziçi Üniversitesi Türk l>ılı vı· hlı·lııy.ııı llıılııııııı'ııu
bitirdi . İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültiirel lııcdı·ıııı-lcı l'ıcıı•,ı.ııııı'ııd.ı vıık"·k
lisans yaptı . Leiden Üniversitesi Tiirkiyc <, .• ılı�nı.ıl.ııı l'ıııgı.ııııı'ııd.ııı dııkıcır.ı
derecesini aldı. Sabancı Üniversitesi'nde Moılcııı 1 ııı k 1 ddııv.ıı ı vı· llcıı,ıın
Becerileri dersleri veriyor. Genel olarak 1-\<\ 1'1. vı· ı· ı kı·ıı 'll \lll Yıl ııııııkrıı
Tiirk edebiyatı ve kültür tarihi, on·l oLır.ık ·ı ııık ıııııpv.ı n lı hıv.ııı ııtt·ııııı·
çalışmalarını sürdürüyor. | {
"page": 1,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
TÜRK EDEBiYATI KLASiKLERİ- 3
Roman
efsuncu baba
HÜSEYiN RAHMi GÜRPlNAR
Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Engin Kılıç
TÜRKIYE$ BANKASI
Kültür Yayınları | {
"page": 2,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
Sadeleştirmeye İlişkin Not
Elinizdeki kitap Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın 1924 tarih
li Efsuncu Baba adlı romanının günümüz Türkçesine
uyarlanmış, sadeleştiriimiş metnini içermektedir . Sadeleş
tirmeyi yaparken yararlandığım temel kaynaklar Mehmet
Kanar'ın Osmanlı Türkçesi Sözlüğü (İstanbul: Say, 2010)
ile Türk Dil Kurumunun Güncel Türkçe Sözlük ve Yazım
Kılavuzu'dur. Bunların dışında ihtiyaç oldukça Şemseddin
Sami'nin Kamus-ı Türk i'sine , çeşitli argo sözlüklerine ve
diğer kaynaklara da başvurdum. Ayrıca Efsuncu Baba'nın
1954 ve 1995 tarihli eski baskılarını da gözden geçirdim.
Eserde dönemin tarihsel bağlaını içinde gönderme yapı
lan tarihsel kişileri, eserleri, nesneleri, mekanları, deyim,
kavram ve olguları mümkün olduğunca açıklamak ya da
tanımlamak üzere dipnotlara başvurdum.
Kimi ifadeterin kahramanlarca yanlış anlaşıldığı ve diya
loğun bu yanlış anlama üzerinden devam ettiği durumlarda
Osmanlıca orijinal ifadeyi korudum, doğrusunu ve gerekir
se çeviri ve açıklamaları dipnotlada verdim.
Noktalama işaretlerinden bazılarının kullanımı zaman
içinde farklılık gösterebil iyor. Örneğin üç nokta işareti vir
gül yerine, parantez de çift tırnak yerine kullanılabili yor. Bu
durum okuma ve anlama zorluğu yarattığından noktalama
işaretlerini günümüzde geçerli kurallara uygun biçimde
değiştirdim. Ayrıca kelime sonlarındaki yumuşak sessizleri
bugünkü Türkçe yazıma uygun olarak sertleştirdim.
Engin Kılıç
V | {
"page": 4,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
ı
Adına "Devr-i Dilara"1 deyip de bugüne kadar hiçbir
güler yüzünü görmediğimiz zamandan evvel Fazlıpaşa'daki
Binbirdirek'te İpekçiler ipek iplik eğirirlerdi.
Bin bir direk! Sayan yok ya ... Bu adette pek mübalağa
olsa gerek... Hakikati anlamak için bu sütunları saymak,
saydırmak niyetinde değiliz. Merak edenlerin keyiflerine de
karışmayız ...
Bu rutubetli, tarihi mahzenin loş serinliği içine, iki Erme
ni delikaniısı elemgelerini 2 kurmuşlar iplik eğiriyorlar . Dün
yadan ziyade ahiret alemine dahil, yarı karanlık bu geniş
çukurun içindeki tekdüze işlerinin usancından kurtulmak
için boğazlarını yırta yırta şarkı söylüyorlar . Fakat ne beste
de usul var, ne güftede mana ...
Agop, Kirkor'a karşı musikide üstünlük iddiasındadır.
Kirkor daima:
Zo bana ne oldu ben bilemem
Eski halime hiç göremem
gibi meyhane bayatı adi şeyler okur. Agop, Dede Efendi,
Nikoğos Ağa gibi üstatların ağır şarkılarını söyleme mera
kındadır. Agop'un Artin Ağa isminde bir şarkıcı komşusu
vardır. Bu merak kendisine oradan geliyor. Her akşam
"En güzel devir", "en hoş zaman" anlamında, II. Meşrutiyet devri için
kullanılan niteleme.
ı Çile durumundaki ipliği yurnak yapmak veya masuraya sarmak için kul
lanılan ve bir eksen üzerinde dönen araç. | {
"page": 6,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
pencereden komşusunu dinler. işsiz gecelerini Artin'in musi
ki meclisinde geçirir. Usulünden, dümtekinden, bazen de
mezesinden, birkaç tekinden istifade ederdi. Şarkıcı Artin'in
musiki dersinden dönüşünde arkadaşı Kirkor'a taze taze
parçalar geçtiği de olurdu.
O sabah iki arkadaş asırlık tonozların altında elemge
lerini çeviriderken her günkü ahenklerine giriştiler. Hayli
bağrışıp çağrıştıktan sonra Kirkor:
-Ahbar,ı ağır, usta işi, kıyak bir şarkın yoktur?
-He vardır.
-Senin içinde olan bir şeyden ben ne zevk duyarım ki.
Bırak dışarı çıksın ... Keyiflenelim ... Haydi oku ...
Bu teklif karşısında Agop'un gururla göğsü kabardı.
Elinde artık parmaklarını yakacak kadar küçülmüş cigara
ucunu, yutacak gibi son bir iştahla sıkı sıkıya birkaç defa
daha çektikten sonra:
-Okuyacağım, lakin bedava olmaz ...
-Bu akşam Sandıkbur nu'nda altık2 bir tek düz3 ikram
ederim ...
-Kulakların da ikeamın kadar büyük olsun.
-Zo, haydi biçimsizlenme ... Zırlayacaksan zırla ...
- Sen babanı zırlat ahbar .. .
-İrahmet olsun canına ... Babam senin kadar muziki
bilmez idi ki ...
-Hangi baban? Uzun kulaklı, semerli ...
-Be haydi oku. Bütün geçmişine okurum şimdi ...
-Dün akşam bulamaç yedin? Ne yedin? Ağzın çok
tatlılaşmış ...
-Ağzının tadını veririm şimdi .. .
-He ağzından bal şeker akoor .. .
-Dün akşam benim nerede olduğumu bileydin neden
bu kadar ballandığımı hıp deyi ağnar idin ...
Ermenice "erkek kardeş" anlamındaki "yeğpayır"dan. Bir erkeğe hitap
ederken "kardeşim, birader" anlamında kullanılan söz.
2 Artık.
3 İçinde anason, sakız vb. kokulu maddeler olmayan üzüm rakısı, düziko.
2 | {
"page": 7,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
-Neredeyd in? Dün gece yine dostuna gittin?
- He ... Lafı işte tastamam üstüne vurdun.
-Bir Ermeni'nin bir Rum karısına bu kadar kıyak
alaka koyması eyi mana değildir. Çakarsın Agop? ..
-He bulursam çakarım .. .l
-Boş laf etme. Bu iş için sana bin nasihat vermişim. Bu
koca kellen keme sıçanının kafasına benziyor. Oraya hiçbir
laf girmeyor ...
-Yine nazik bir söz ettin. Keme sıçanınınki dünyadaki
kafaların en sertidir sanırsın?
-Şimdi serti yumuşağı bırak. Okuyacaksın?
-Altık gönlüm oldu. Okuyacağım ...
-Haydi be oku köpek boku ...
Agop dilinin ucuyla dişlerinin arasından tükürüğünü
fıskiye gibi karşıya fırlatır. Sesini açmak için birkaç defa
öksürür. Nihayet ağır bir makamla başlar:
Meyhane mi bu? Bezm -i kerhane-i Acem mi?2
Tulum peyniri mi? Yoksa eski kaşer mi?
Satılmış Libade'de hastanı Cemal'in
Eşek çemenistanda3 hiç hıyar yer mi?
Kirkor bütün alaycılığıyla:
-Çüş oğlum Agop, karşımda durmuşsun ne biçim laf
lar ediyorsun? Hiç böyle ağır şarkının içinde eşeğin, hıyarın
yeri olur? Bunlar edepten dışarı laflardır. Ustan Artin Ağa
sana bu şarkıyı böyle merkep ile, hıyar ile geçti?
Agop birden hiddetlenerek:
-He ne söylesen hakkın var. Ben de durmuşum da
senin gibi yavan, hışır bir herife ince makamlardan beyit
okurdum.
-Patlıcan tavası gibi birden parlama öyle ... Ayıp değil
a ağnamadım. T ulum peyniri, kaşar peyniri, hıyar ... Karnın
acıktı? Ne oldu? Kerhane, meyhane ... İşin içinde yalnız tara
tar eksik ... Onu da ben koyayım tam olsun ...
ı Çakmak (argo): İçki içmek.
2 Acem kerhanesinde içki meclisi mi?
Çemenistan: Bahçe, çimenlik.
3 | {
"page": 8,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
-Senin taratorun girmedikten sonram zaten lafın tadı
gelmez ... Bilirim baban eski piyazcıdır ...
-Beni meraka koydun ... Artin Ağa sana bu şarkıyı bu
okuduğun biçimde ... Tıpkı bu tonda geçti?
-Yok tıpkı böyle değil...
-Meyhaneyi, kerhaneyi, hıyarı, eşeği sen uydurdun?
-He canım dur ... Biraz dinle ki ağnadayım ...
-İşte durdum. Lafına bekleyorum ...
- Artin bu şarkıyı bir Türk şarkıcısından almış, kendi
şarkı defterine Ermenice harflerle yazmış... O ki defterini
açıp da bana bu şarkıyı okuduysa bunun güftesinden ne
ben bir şey ağnadım ne de Artin kendisi ağnadı ... Kendimizi
çok zorladık. Mana çıkmayor. Düpedüz manasız bir şeydir ...
Sonra bu güfteyi ben de defterime geçtim. Eve geldim. Saba
hacak uğraştım . Beyideri ancak be ancak bu kadar gustosu
na koyabildim . İşte nihayet şimdi bir şey ağnaşılıyor. Şairlik
ipekçiliğe benzemez. Pek zorluklu ince bir iştir. Şöyle edersin
lafın kafiyesi bozulur. Böyle edersin söz teraziden düşer.
Sağa kaçarsın olmaz. Sola gidersin uymaz. Elmas işleyen bir
kuyumcu dikkatiyle her bir lafı tartarak, kantarlayarak tas
tamam yerine çivi gibi mıhlamalı. Şimdi bu şarkının aslında
meyhane vardır. Kerhane vardır. Eşek, bostan, hıyar, peynir,
çemenistan hepsi mevcut ... Fakat bu işi ilk eden hırnbıl şair
hiçbir lafı yerine koymayı bilememiş. Bütün manasız sözler,
çardağından sarkan tohumluk asma kabağı gibi biçimsiz
biçimsiz tepe aşağı sallanor. Yaraşığıyla hepsinin makamları
nı bularak birer birer yerlerine oturttum. Şarkıda eşek vardır.
Ahır yoktuı: Gel babana selam söyle. Zo bu hayvanı ben
nereye sokayım? Bostana koydum. Beyit gustosundan düştü.
Araya bir de koca bir hıyar yerleştirrniş. Bunu kim yiyecek?
Nihayet çaresiz kaldım. Uydu uymadı hıyarı merkebe yedir
dim. Laf teraziden düştü, düşmedi, işte bu işi böyle ettim?
-Pek güzel etmişsin ...
-Hıyara yer bulduk. Şimdi meydanda koca bir eşek
kaldı. Bu meret hayvanı zırlatmadan nereye koysak acep?
Meyhaneye götürsem olur?
4 | {
"page": 9,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
-Çüş ol Agop!.. Eşek meyhanede ne yapacak? Gazel
bağıracak? Bırak ki orada eşekten beter zırtayanlar vardır.
Fakat sözüm ona sanki onlar işte insandır. Eşekle bir ağaz
olmak istemezler . Kişizadelikleri bozulur. .. Sen bu hayvana
şimdi münasip bir yer bul.
-Zo buldum. Bu eşek beni zorla şair yaptı. İşte onu
çemenistana koydum ...
-Gustosunda bir iş ettim sanorsun? Bu hayvan bül
büldür? Yahut o çeşit şarkı bağıran bir kuş cinsindendir ki
çimene koydun?
-Koynuma alacak değilim ya ahbar? Elbette bir tarafa
sığdıracağım ... Ben onu çayıra saldım. Nazik nazik öterek
otlasın ... Şimdi bakalım şarkıda vezneyel tartıya sığmayan
başka aygın laflar vardır?
- T ulum peyniri, kaşar peyniri, bunları kilere yoksa
dolaba koyacağız?
-Onlar kolay, hiçbir yer bulamasam karruma korum.
Biraz da ekmek olursa hıyar ile iyi kaçar ...
-Agop zevzekliği bırak. Bu şarkıdaki koca eşek mide
bozoor. Bu hayvanı ondan bütün bütün çıkarsak olmaz?
-Şarkının kadrosundan dışarı edeceğiz?
-He ...
-Bu olamaz ahbar. Biz bu işi Artin Ağa ile çok düşün-
dük. Artin'e merkebi laftan dışarı edelim dediysem bilirsin
bana ne cevap etti?
-Söyle ki bileyim ...
-Eski Osmanlı şairlerinin merakıdır . Her şarkıya
birkaç eşek bağlarlar. Bunun da birçok meselasını getirdi.
Okuyayım da dinle:
"Eşek" çeşmim hazretin/e bıngır bıngır ağlayor.
Langa'nın bostan dolabı matem ile çağlayor. ..
Sonra efendim:
"Eşek,, e/emi çekme gönül nafile şeydir.
ı Vezine, ölçüye.
5 | {
"page": 10,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
Ve
Hep ah edip zırlarsın gönül "eşeğim, durmaz.
Ve daha böyle eşekli beyider bin tane vardır. Hepsini
bir araya toplasan koca bir kervan olur. Ahırlar almaz. Zo
bu ne meraktır? Ne gustodur? Artin Ağa ile çok düşündük .
Şairterin lafına hiç akıl erer ah bar? He rif anzarotu ı yutmuş.
Kafayı tutmuş, fikrine her ne ki geldiyse laftır deyi meydana
koymuş. Sen ben söylesek kimse kulak asmaz. Lafımıza on
para veren olmaz. Agop'u Kirkor'u kim alır? Kim satar?
Dinle beni ki biraz edep olasın.
-İşte dinleyorum. Sen de lafa bir başladın mı kafa pat
latırsın. Neyse devam ol... Dinleyorum ...
-Artin Ağa'nın defterini başından dibinecek okuduk .
Eski derin Osmanlı şairlerinin gustolarını aradık. Evvelki
zamanın beyideri hep "divane aşık" "aşüfte karı" "kambur
felek" ve içkilerden arak,2 bade,3 şarap; hayvanlardan eşek,
bülbül, ahu, ceylan, yılan; çiçeklerden gül, sümbül, yasemin,
lale ile doludur. Öyle şimdikiler gibi şampanya, gazoz, küra
so,4 şartröz,5 viski, konyak, bira ve kokulardan kamelya,
leylak, çayır kokusu, atkinson, 6 lüben7 filan bilmiyorlar.
-Her zamanın şairi lafını vaktinin gidişine uydurur. İşte
asıl kurnazlık da bundadır.
-Şimdiki zamanede öyle dipsiz, kıyak derin şairler var
imiş ki seksen kulaç aşağı insen lafın dibi bulunmaz imiş ...
-Bu yenilerden fikrine hiçbir şey sındıramadın?
-Bunların dediklerini kendilerinden başka kimse ağna-
yamaz imiş ...
Rakıyı.
ı Pirinç ve şekerkamışından elde edilen bir tür rakı.
3 Şarap, içki.
4 (Fr. Curacao): Curacao adasında yetişen Laraha cinsi acı portakalın kabu
ğundan yapılan likör.
s (Fr. Chartereuse): Şartrö tarikatına bağlı keşişler tarafından üretilen bir
Fransız likörü.
6 Atkinsons marka parfüm.
7 Eau de Lu bin marka parfüm.
6 | {
"page": 11,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
-Artin Ağa ile siz bunları deftere çekip gustoya koysa
nız olmaz?
-He biraz uğraştık . Lakin bizim hesaba, bizim kantara
gelmeyor. Bunların güfteleri bizim havalardan makam tut
mayor. Akordaya 1 uymayor. Yalnız alafranga tona geleyor.
Bu yeni şairlerin içinde öyle cakalı söz doğuranlar var imiş
ki, Frenklerio meşhur şairleri Küsedir Müsedir, 2 Gogodur
Hugodur,3 nedir? İşte bu kıyak herifler kabirierinden kalkıp
da bu beyideri okuyacak olsalar haryan kalıp şaşarlar imiş ki
acep bu lafları eden biziz yoksa Türklerdir? Ayırt edemezler
imiş ... O kadar engine, derine varmışlar, diye oturmuşlar ...
-Boş laf etme Agop. Bilirsin maymundan büyük ayı
vardır. Dünyadır bu, her aygırdan daha aygın, her dipsizden
daha dipsizi bulunur ... Engine çıkıp derine varıp da ne yapa
caklar ki? Torik avlayacaklar?
-Alıbar bu nazik işin içine bir de torik sokarsan eh
altık laflar tuzlu lakerdaya döner.
-Toriğe beğenmedin? Ne çeşit balık istersin?
-Biçimsizleome zo. Böyle yüskek laf ederken toriğin,
palamudun ne sırası vardır? Söyle bakayım Artin Ağa'dan
geçtiğİn bu meyhane şarkısı hangi makamdandır?
-Uşşak. ..
-Uşşağa beğenmem . Aşağı havadır.
-He ben de bilirim. Makamların aşağı takırnındandır.
Bayağı şeydir. Fakat eşekli şarkıya da uşşak makarnı uyar.
Öyle değil?
-Ağır aksar4 daha yaraşıklı düşmez?
-Sen her eşeği ağıraksar sanırsın? Mısır merkebi vardır
ki beygiri ardında bırakır.
-Zo divane olma. Mısır'ın eşeği Mısır'da gider. Sıcak
hava ister. Çünküm elbisesi beyazdır. Buraya gelirse kulak
ları önüne düşer. Türkçe bilmez; Arapça, İngilizce ağnar.
ı Akorda.
2 Alfred de Musset (1810-1857), Fransız yazar ve şair.
3 Victor Hugo (1802-1885), Fransız yazar ve şair.
4 Ağır aksak: Türk müziğinde bir usul.
7 | {
"page": 12,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
2
-Divane dedin de fikrime geldi. Hani buraya gelen o
kaçık herif üç gündür gözükmeyor. Ne oldu acep?
-Meraka kalma. "Kuryuğunu fikrine getiren tilkiyi
görür" derler. Nerede ise bugün yarın zıp diye karş ımıza çıkar.
-Be alıbar o herif ne biçim budaladır? Ağnayamad ım.
Pek akıllı bir adam çalımı satmak ister ...
-Zaten her divane böyledir. En en budalalar akıllı
kurumu satarlar. Görünor ki bu herifin beyni üç yüz dir
lıemi eksiktir ...
-Herifin kafasını kantara vurdun ki dirhemiyle laf
ediyorsun?
- Zo o, sözün pelesengidir. Bir adama beş paralık aklı yok
derlerse bu fiyatı daryenin2 estimatoru 3 koydu samrsın?
-Eh uzatma be kardeş, biz yine divanemize gelelim.
-He he laf yine oraya gelecek a. Bu divane şu oturdu-
ğumuz mağara merdiveninin üst başından görünür. Ayağı
nı birinci hasarnağa indirmezden evvel uzun uzun düşünür.
Sağını atsın? Yoksa solunu? Buna bir türlüme karar vere
mez. Düşünür, düşünür. Nihayet cebinden bir kitap çıkarır.
Sanki o günümerdivenden hangi ayağını evvel atmak daha
uğurlu olduğunu o kitapta yazıyor zannedersin. Efendim
en nihayet büyük bir cesaretle adımını atar. Beş altı basa
mak iner. Yine durur. Etrafına bakınır. Dinler... Dinler ...
Sanki sanırsın ki boşluk içinden ona laf söyleyen haya
letler vardır. Arpa içine dalmış kumru gibi düşünür. Mır
ınır eder. Haydi babam bakarsın ki indiği basamaklardan
telaşe ile tekrar yukarı çıkar. Yanlış bir iş etmiş olduğunu
o zaman ağnarım . İşte böyle iner çıkar. Sabahleyin gelmiş
ise müezzin hoca minarede öğleni bağırır. Seninki nihayet
aşağı inebilir. Yine çakırkeyif sarhoş gibi yalpalanarak
ı Okkanın dört yüzde birine eşit olan 3,207 gramlık eski bir ağırlık ölçüsü.
2 Dairenin.
3 (Fr. Estimateur'den ): Gümrüklere dışarıdan gelen malların değerini sapta
makla görevli memur.
8 | {
"page": 13,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
etrafına tuhaf tuhaf dikiz gelir. Yine görünmez adamlarla
konuşur. Ne dediğini işitmem. Yalnız dudakları oynadığını
görürüm . Sonram bu mahzenin duvarlarında bir şeyler
okur. Direkleri birer birer sayar. Ağnamak ister ki cümle
alemin dediği gibi bin bir tanedir? Yoksa eksiği vardır.
Kıyafetlerine bakılırsa akıllı sanılır bazı efendiler de bu
hesabı benden sordular. Dediler ki:
-İpekçi usta bu direkierin hiç hesabına oturdun? Bin
birdir?
-Dorgusunu söyleyim. Hiç saymadım. Anam bana
dedi ki: "Agop sen Binbirdirek'te yeraltında çalışırsın. Sakın
aklına uyup da direkleri saymayasın. Uğur değildir." Kırk
yılda bir kocakarı sözü dinlemek lazımdır derlerse işte ben
de dinledim. Saymadım. Zo ben bu direkierin çetelecisiyim?
Gelen geçen sayısını benden sorar. İşte görünor ki üç yüz
tane bilem yoktur. Yedi yüz biri nerede? Tevarihtel öyle
yazoor imiş. Ağnadım ki tevarih denilen düzme kitapta çok
boş laflar vardır. Gözlerimizin önüneki bu direkiere "bin
bir" diye bir iddia kor ise gözlerimizin önünde olmayanlar
için ne kantinler atmaz.2 Bazen buraya Yahudi tercümanlar
la beraber seyyah Frenkler gelirler. Hepsi de önlerine birer
kitap açarlar. Bu direkierin diplerini karıştırırlar. Ortalarını
okşarlar. Tepelerine bakarlar ... Sonra kitabı okurlar ... Tercü
ınana sorarlar. Yahudi onlara öyle martavaHar atar ki hoş
larına gelirse avuçla bahşiş toka ederler) Bu bizim İpekçilik
de bir zenaattır sankim? Vaktiyle neye Frenkçe öğrenip de
tercüman olmadık? ..
-O Yahudilerden hiç sordun? Evvelden burası ne imiş
acep?
-He sordum. Burası Ceneviz padişahlarının şarap
mahzeni imiş ...
-Vay köpoğlu herifler! Vaktiyle amma da şarap içmiş
ler ahbar ...
Tarihlerde, tarih kitaplarında.
ı (Fr. cantine'den) Kantin annak (argo): Yalan söylemek, uydurmak.
Toka etmek (argo): Vermek.
9 | {
"page": 14,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
-Bunda içieri şarap dolu birkaç fıçı bırakmış olaydılar ...
-Alıbar kaç bin senelik şarap. Yudumunu alan ah
aman aman bağırıp devrilir idi.
-Kirkor işin şurasını iyice fikrinde sakla ki buraya bir
Frenk gelip de direkleri sayar ise bu hesabı boşuna yapmaz.
Mutlak bundan bir avanta çıkarır.
-Alıbar lafıma kanarsın? Bizim o divane dediğimiz
herif de bu direkleri boşuna saymayor. Günün birinde bun
dan koskocaman bir iş çıkaracaktır. Divane o değil. Biziz ...
-Öyle ağnayorsun?
-He ...
Kirkor sesini indirerek etrafa meraklı bakışlarla:
-Antika para? Yani eski "meskfırat "?l Mücevherat
elmas? Ne çıkaracak acep?
-Zo ben bilirim?
-Bilmiyor isen bilmeye urğaşalım. Bu herif divane
değildir de kendini aleme güya o tarzda yutturmak ister
olmasın?
-Düpedüz divanedir? Yoksam böyle gösteriş edoor.
Kefş edemedim.
-Bakalım yeri kazacak? Duvarı oyacak? Nereden mal
çıkaracak? Biz de kurnaz olalım. İşin dikkatinde olmayor
gibi duralım ...
-Şimdilik bir yeri kazdığı yok. Yalnız direkleri okuyup,
okuyup püf edoor ...
-Eh bundan ne çıkar?
-Ne çıkacağını göreceğiz ahbar. Aman aman Yahudi-
ler duymasın. Onlar kurnaz millettir. Efsunu bu herif okur,
defineyi Çıfıtlar çıkarırlar. Sonram bize karşıdan parmak
yalamak kalır ...
-He Yahudilerin kurnazlıklarını bilirim. Ben cahil kal
dım. Fakat büyükbabam Bedros Ağa ulema2 bir adamdı.
O, pek çok tevarih okumuş. Bize ağnadırdı ki Çemberlitaş
ı Meskfıkat: Sikke haline getirilmiş madeni paralar, akçeler.
2 Alim, bilgin.
10 | {
"page": 15,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
evvelden birinci boğumundan ta tepesine kıdar yekpare
altın imiş.
-Sahi diyorsun Agop?
- Zo büyükbabam yalan söyler hiç?
-Ben şimdiyecek işte bunu hiç duymamıştım.
-Senin ne duyduğun var ki hımbıl...
-Benim bildiğim Çemberlitaş dibinden tepesine kadar
mor kırmızı bir kayadır . Bunun altını nereye gitmiş? Yahu
diler aşırmış?
-Patlama ! Sabrol. Ağnatacağım.
-Aman çabuk et ...
-Ta Yeniçeri zamanında Yahudiler bir gece herkes
uyuduktan sonra Balat'tan kalkmışlar, Çemberlitaş'a gel
mişler. Altınları erisin deyi Çemberli'nin altına kıyak ateş
yakmışlar ...
-Vay babasının canına be!.. Sonram?
-Sonram efendim bir tılsım varmış. Onu bozamamış-
lar. Ateşin hararetinden altın taşa dönmüş. Çemberli'ye
dikkat edersin şimdi ... Yukarıdan aşağı kadar kahve tavası
gibi is içindedir .
-Bu işi eski Yahudiler etmişler?
-He... Şimdikil erin büyükba balarının dedelerinin
dedeleri ...
-Yeni Yahudiler Çemberlit aş'ın altına bir ateş daha
yaksalar taşı yine altına döndürebilirler acep? ..
-Yeni Yahudiler tılsım işiyle uğraşmoorlar. Onlar mali-
yeye, piyaçaya 1 sokuldular , altının asıl madenini buldular ...
-Agop bu direkierin diplerinde çok altın vardır dersin?
-Kim bilir?
-Frenklerio kitaplarında buna dair ne yazılmış ki?
-Ben ne çakarım ki ...
-Buna dair olan asıl malumat divanenin kitabında
olmalı ...
-Benim fikrime de böyle geloor ...
Piyasaya.
11 | {
"page": 16,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
-Ah ah!.. Dur ... Geçen günü burada ben yalnız idim.
Divane herif yine geldiyse ta şuraya, dibe, karanlığa gitti.
Duvara bir şeyler yazdı.
-Hangi dilden yazdı?
-Hangi dil niyetine okur isen o çıkoor!
-Öyle şey olur hiç?
-He lafıma inan. Biraz Osmanlıcaya benziyor. Bir
parça Ermeniceye andıroor. Rumcaya kaçıyor. Çünküm ben
her dilden birkaç harf tanırım .
-Bu lafların pek acayibime geloor. Şimdik sen bu yazı-
lara okuyabilirsin?
---,-Ne kalın kafasın be ... He dedik a ...
-Ağnat bana. Ne yazoor?
-Kaf asaki pösteki gibi şeyler ...
-Pöstekiden ne çıkacak sankim?
-Türkler için pösteki büyük bir şeydir. Ne çıkarsa
ondan çıkar. Pöstekiye çok ihtibarl ederler. Sokaklarda
"ya dost" bağıran saçaklı derviş babalar yoktur? İşte onlar
pöstekiyi sırtlarında taşırlar. Padişahlar, şeyhler hep ona
otururlar.
-Alıbar o saçaklı, pöstekili babalar "ya dost" deyi kimi
çağırırlar?
-Ellerine kim bir mangır verir ise onların dostu işte
odur.
Agop telaşla başını kaldırıp tekrar önüne bakarak yavaşça
-Aman Kirkor! ..
-Zo ne var?
-Geloor ...
-Kim?
-İşte o divane ...
Kirkor gözünün ucuyla merdivene bakarak:
-He gördüm .
-Kendisine baktığımızı hiç çaktırmayalım . Bakalım
yine ne iş edecek.
ı İtibaı; saygı.
12 | {
"page": 17,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
- Gözümün bir ucunu ona diktim. Öbür ucunu yere
verdim ...
-Kurnaz ol. Tınmaz gibi dur.
-Tınmaz kurnaz olayım?
-Her işten evvel şimdi suspus ol.
-Laf eder gibi yapalım ki bizim kendisinin dikkatinde
olduğumuzu çakmasın ...
3
Gerçekten de merdivenin üst başında, koca fesi kubbeli
bir sahan kapağı gibi kulaklanna kadar suratının yansını
örtmüş, kır sakalı göğsüne inmiş, cübbeye benzeyen uzun,
geniş paltosu topuklarını döven ve iri, yuvarlak puhukuşu
gözlü bir insan karaltısı peyda olur.
Ortaoyununda büyücü rolüne çıkar gibi esrarengiz
tavırlar, sinsi sinsi bakışlada Binbirdirek'in koyu loşluklannı
süzerek Ermenileri kurnazca incelemeye başlar.
Kirkor pek yavaş:
-Agop!..
-He ...
-Dikkatli dikkatli bizedikiz edoor.
-He görürüm ...
-Ne edelim ki bizim onu gözetir olduğumuzun farkın-
da varmasın ...
-Şarkı bağıralım ...
Bu iki delikanlı yüzlerini öbür tarafa çevirir gibi yaparlar .
Hızlı hızlı elemgelerini çevirerek ikisi birden baso, primo bir
ahenkle türküye girişirler:
Aman aman hızdık
Aman aman hızdık
Topumuz da sızdık
Topumuz da sızdık
Ceviz içi badem de
Şam fıstık ...
13 | {
"page": 18,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
Ermenilerin kendi tabirlerince tınmaz görünmelerin
den emniyete gelmiş gibi bu esrarlı adam ağır ağır beş altı
basamak iner. Durur. Göze görünmezleri görüyor, onlarla
selamiaşıyor gibi tavırlar alır. Kah ince tebessümlerle gözleri
süzülür, kah küçük bir dargınlıkla kaşları çatılır. Bir şeyler
sorar ya da açıklar gibi hareketlerde bulunur. Bakanları
meraka düşürmekten başka bir anlam çıkarılamayacak bir
pantomim oynar.
Agop daha pesten:
-Bu herif zır divanedir? Yoksam bize kandırmak için
böyle ed oor?
-Ben bilirim alıbar ki ne halt edoor?
-O kurnaz ise biz ondan daha atik olalım. Çaktırma-
yalım.
Ermeniler yine ezgili makamdan şarkıya girişirler:
Zo ben do/ma yemem
Afiye hiç gelemem
Ben o lafı diyemem
Edeptir söyleyemem
Kız kozu kırdık
İncir ile fındık
Ceviz içi badem de
Şam fıstık
Sakallı yine etrafı efsunlamaya benzer süzgünlüklerden,
püflerden sonra birdenbire bir şeyden ürkmüş gibi merdive
nin indiği kısmını ters yüzü çıkmaya başlar ...
Kirkor - Vay geçmişine be herif ürktü. Senden mi?
Benden mi?
Agop - Zo sus ol...
Sakallı ufak bir duraklamadan sonra ağır ağır raks
etmekle yürümek arasında deli gibi salmarak yine İnıneye
başlar.
Kirkor -Yine inoor ...
Agop -Dur bakalım inecek yoksam yine birdenbire
pişman olacak?
14 | {
"page": 19,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
Ermeniler yine başlarını öteki tarafa döndürür ler. Şarkı
tuttururlar:
Ben şakaya gelemem
Edeptir söyleyemem
Lambayı kıstık
Ateş gibi kızdık
Kız kozu kırdık
Boğaziçi gerdan da
Top fıstık
Ziyaretçi, ipekçilerio kendiyle meşgul olmadıkianna
kanaat getirmiş gibi merdiveni iner. Direkler arasından bu
yeraltının doğu tarafına doğru yürür. Yere, havaya, önüne,
arkasına, sağına, soluna aheste aheste göz gezdirerek dolaşır.
Kirkor -Zo bu ne aroor böyle?
-Hava ...
-Bu koca dünyanın üstünde hava bularnadı da dibinde
aroor?
- Divane balkabağından olur sanırsın?
Ziyaretçi birdenbire durur. Ermenilere doğru meraklı
bir bakış fırlattıktan sonra şapşal paltasunun yan cebinden
bir kitap çıkarır. Bir süre içinden okur. Direkierin aralarını
adımlamaya başlar. Sağa sola zikzakladıktan sonra duvar ile
zemini ayıran çizgiyi karışlar.
Agop -Görürsün yere parmak parmak karış edoor.
- Polise haber etsek acep?
-Ne deyi?
-Acayip tertip herifin biri Binbirdirek'in dibini par-
ınakloor deyi ...
-Availanma ah bar. Şu divane herif edepten dışarı böyle
bir iş edoorsa bundan Binbirdirek'in larnusunal bir keder
gelir sanırsın?
- Bırak ki Binbirdirek de ardından kötü laf söyleome
miş hayırlı bir şey değildir.
Namuswıa.
15 | {
"page": 20,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
-Zoneden?
- Burası parasız hovardaların sevda yeridir. Ellerine
geçerse buraya aşırırlar. Üstünden yağmur sızmaz. Altından
çamur tutmaz ...
- Hiç yerin dibinde hındıml olur ?
-İki gönül birlik olduktan sonram samanlığın seyran-
lık olduğunu bilmezsin? ..
Bu aralık ziyaretçi duvara yaklaşır. Kurşunkalemiyle bir
şeyler yazmaya başlar.
Agop -Alıbar zevzekliğin lüzumu yok. Herif adım
hesabını etti. Kitaba baktı. Yerleri karışa vurdu. Şimdi fikri
ni duvara yazoor. Hep bunları boş iştir sanırsın?
-Ey bundan ne çıkacak?
-Cenevizlerin bunda gizledikleri bir define olmalı.
-Zo böyle bir define var ise havaya bakıp da yere karış
etmekle bulunur?
- O kitapta ne yazoor bilirsin? Herif bu işleri kendi
fikrinden etmoor. Kitabın tarifine, raconuna gidoor.
-Bu herif paraları aşırmadan gidelim. Hükümete haber
edelim ...
-Sus ol hımbıl. Senin ceza daryesinde "sorgu hakimi"
dedikleri o gözlüklü adamın karşısına hiç çıktığın vardır?
-Çocukluğumda Viianka Bostanı'ndan 2 hıyar aşırdı
ğım zaman beni karakala götürdüler . Hıyar yerine onda bir
iki zorlu tokat yedim. Gözlerimden Çingene körüğü gibi
alev çıktı. Hırsızlığa tövbe ettim. Bundan gayrı hükümetle
bir alışverişim olmadı.
-Bu iş çocuk iken hıyar yemeye benzemez. Sorgu
hakimi insana lafıokıdar ince pamuk ipliğini ayırt ederek
sorar ki karşısında cevaba duramazsın. Şeytani tarafından
apukat3 tutsan işin içinden çıkamazsın. Bu işi hükümete
ihbarlar isen sonram ne olur bilirsin? "Üçünüz ortak oldu-
Çalgılı eğlence.
2 İstanbul Ycnikapı'da, Langa semtindeki Langa (Bizans dönemindeki adıy
la Vlanga) Bostaru.
3 Avukat.
16 | {
"page": 21,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
nuz. Binbirdirek 'in dibini açıp paraları çıkardınız. Üç paya
ayırarak yuttunuz" derler. Altık senin işin yoğ ise: "Zo
efendim bu herif yerden para çıkarma dı. Havaya baktı.
Ortalık yere karış etti," deyi aman Allah çağır dur.
İpekçiler böyle çekişirken o acayip ziyaretçi besbelli
o günkü araştırmasını tamamlayıp kitabı cebine kor. Bir
gözü yerde, öteki havada, adımını atmak için ayağını her
kaldırışında basacağı noktayı güçlükle bulur gibi tereddüt�
ler içinde, dandini tereleili garip bir yürüyüşle çıkar gider.
İki İpekçi bu ecinJil bozması sakallının Binbirdirek'i
böyle merak verici ziyaretinin sebebi hakkında derin derin
sorgulayıcı bakışlada bakıştıktan sonra Kirkor der ki:
-Ben bu herife bir lağap koyayım?
-He di bakalım.
-Binbirdirek teatorosunun 2 kavuklusu.
-Biz de orkestrası. Öyle değil ? ..
-Bu salak ihtiyar kıyak bir oyun edecek ama bakalım
ne vakit?
İki delikanlı merdivene gözlerini dikerler. Herifin çekil�
diğine kanaat getirdikten sonra onun dolaştığı yerleri adım
adım araştırma ya, incelemeye başlarlar . Yeri adımlarlar .
Duvar diplerini karışlarlar . Fakat merak ve şüphelerini
gidermeye yarayacak bir emarecik bulamazlar. Nihayet
duvarları dikkatle gözden geçire geçire ziyaretçinin yazıla�
rını bulurlar. Fakat bu yazılardan bir anlam çıkarmak bu
iki cahil İpekçinin harcı değildi. Bundan hiyeroglif ve çivi�
yazısı gibi eski yazıları çözüp okumak için bıkıp usanma�
dan çalışan uzman alimierin bile bir mana çıkarabilmeleri
mümkün görünmüyordu.
Bu yazılar, tılsım yahut tılsımlı dua veya garip bir cebir
hesabının bilin meyen işaretlerine benzer beş pençe, kaz
ayağı, anahtar dili, tarak, tabanı havaya kurulmuş çadır,
Ecinni, cin.
2 Tiyatrosunun.
17 | {
"page": 22,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
birçok eğri, kırık, enine boyuna çizgiler arasında boru
kef'leri, he'ler, vav'lar, kargacıklar, burgacıklar, İbrani
harflerine, Süleyman'ın mührüne, akrebe, yılana, yengece,
alıtapota benzeyen tuhaflıklardan oluşuyordu.
En okunaklı yazıları okumakt an aciz bu iki İpekçi
çırağı, gözleri önündeki bu zor harflerin çözümünün sırrı
kendilerine doğaüstü manevi bir kuvvet yardımıyla ilham
edilerek meydana çıkarılacakmış gibi boş bir ümit ile hayli
müddet hecelemeye uğraştıkt an sonra Agop:
-Zo bir şey çakabildin?
-Bu pek derin bir işe benzor ahbar, bundan ne cinci
hoca bir şey ağnar, ne papaz, ne de babam ...
-Vay? ..
-Vay ya ... Ne sandın ki? .. Sen bir şey çaktınsa söyle ...
-Avalım sustu. Buna işmarname l derler.
-Ne ki işmar edoorsa ağnat bakayım.
-O kaz ayaklarını görürsün?
-He ...
-İşte onlar yavaş yavaş gelooruz demektir ...
-Zo Agop fikrine haryan oldum. Daha ne diyor?
-Şu yengeci gördün? Yılanın kuryuğunu ısırmaya
gidoorsa, yılan da hırsianarak dönmüş ona dikiz edoor.
-He fakat bundan ne çıkar?
-Zo bu işaret: "Ensemden gelirseniz size sokarım ... "
demektir ...
-Alıbar kıyak zarafetsin... Şu kaplumbağadan ne
marifetli laf çıkaracak sın?
-Bundaki definenin tılsımı kaplumb ağadır. "Buraya
bu hayvanın kanını akıtır iseniz tılsımın uçkuru çözülür"
manasınadır ...
-Bu define bir don içinde duroor ki uçkuru çözülsün ?
-En kıyak defineler don içinde saklıdır.
-Boş laf etme ahbar, şimdi don modası geçti. Bütün
mallar meydandad ır.
İşmar: işaret.
18 | {
"page": 23,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
İki ipekçi bu meçhul işaretierin önünde böyle garıp
iddialarla akşamı ederler ...
4
Ebulfazl Enveri simya meraklılarından müteveffa Nas
rullah Efendi'nin oğludur. Hobyar semtinde, geniş bahçe
ortasında, mahzenli, bostan kuyulu, dehlizli, musandıralı ı
bir konakta büyüdü. Tarif ederler, eski zaman alimlerinin
çocukları varmış. Lazımlıkta otururlarken kendi vücutların
dan fışkıran bir gürültüden korkarak:
-Anneciğim ... Dadıcığım!.. Oturak bana bom dedi ...
feryadıyla kaçarlarmış. Enveri işte bu neslin parlak numu
nelerindendir . Koskoca oğlan iken uçkuru göğsünün üze
rinde düğümlenmiş bir don, başında kulaklarının yansını
örten bir pamuklu takke, elinde değnek, daima harem safa
larında topaç çevirir, selamlığa bir misafir geldiğini görse
mabeyin 2 kapısından dilini çıkarıp "öö" der kaçar ... On altı
yaşında ancak "Vezzariya ti"ye3 çıkar. Yirmi beş otuzunda
hala adına çocuk denir. Dadısız ayakyoluna, lalasız sokağa
gidemez, gitse de iki mahalle aşırı bir yerde kaybolur . Ken
dinin nerede olduğunu kestiremez. İsmini sorsanız cevap
vermeye utanır. Vücudundaki bazı organların adını bilmez.
Gerdeğe girdiği gece yenge kadının verdiği talimatı ders
gibi harfi harfine ezberler. İki kelimesini unutsa nasıl hare
ket edeceğini şaşırır. Ellerinde kılavuz kitaplarıyla seyahate
çıkan turistler gibi gerdek aleminin en heyecanlı sırlarına,
yabancı bir elin yol göstericiliği sayesinde erer. Kadına ilk
sarıldığı zaman babasından öğrendiği duayı okur.
Cumartesiler uğursuzdur . Salı günü işe başlamaz. Ayın
son çarşambasını sayar. Muharremin onuna kadar az su
ı Eski konaklarda odaların kapı tarafındaki duvariarım boydan boya kap
layan gömme dolap, yüklük.
2 Eski konaklarda harem ile selamlık arasındaki daire.
Vezzariyat Cüzü: 30 cüzden (bölümden} oluşan Kuran'ın 27. cüzü.
ı9 | {
"page": 24,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
içer. Kurban bayramlarında kesilen hayvanların kaniarına
parmağını batırır, damga gibi alnının ortasına basar. Cinler
den, perilerden, şeytanlardan ödü kopar. Çarşamba karıla
rından, ı karakoncoloslardan 2 titrer.
Pederi Nasrullah Efendi'nin konağında kimyahanesi ve
gece gündüz işler kimyagerleri vardı. Hazırlanış şekilleri ve
bileşimleri büyük sır sayılan değerli taşlar eritilir, alaşımlar
yapılır, potalara dökülürdü.
Nasrullah Efendi altın bileşimiyle, her derde deva
olan ve insan ömrünü sonsuza kadar uzatan şimşirik
taşını3 yahut "Büyük İksir"i bulmaya uğraşıyordu. Sırrın
korunması için yeraltı mahzenlerinde çalışan kimyager ierin
sakalları ağarıyor, senelerden beri ocaklar yanıyor, potalar
kaynıyor , Efendi'nin bu sırdaşları dunnayıp çalışıyorlar ,
fakat ne altın imal edilebiliyor, ne de her derde deva Büyük
İksir bulunuyordu. Kimyacılar pek uzun senelerle süren
bu başarısızlıklarından yılmayarak ve araştırma usullerini
değiştirmeyerek aynı tarzdaki uğraşiarına devam ediyor
lar. Daima Hintli bir dervişin kerametli ağzından işitilen
düzenekler , eski kitaplarda görülmüş bilmece tarzı bileşim
esasları üzerine gidiyorlar .
Doğudan, batıdan, güneyden sırtları pöstekili, elleri
teberli,4 lüle lüle uzun kirli saçlı gezginler gelerek Nasrul
lah Efendi'nin evinde konaklıyorlar. Dağarcıklarından,
keşküllerind en5 çıkardıkları kuru bitkileri, iksirleri, değerli
taşları, tozları, hediyeleri, altından pahalı değiştokuşlada ev
sahibine güya bağışlıyor lar. Potalar altından değerli kimya
sallada doluyor. Fakat mümkün değil altının bileşim sırrına
erilemiyordu.
Saçı başı karmakarışık, üstü başı özensiz kadın.
ı Çocukları korkutmak için kendisinden söz edilen, gerçek dışı bir yaratık,
umacı, hayalet.
"Çamçırak" adıyla da bilinen efsanevi taş.
4 Bazı dervişterin taşıdıkları sapı uzun, keskisi ayça biçiminde, küçük ve
hafif balta.
Gezici bazı dervişterin ve dilencilerin ellerinde tuttuktan, hindistancevizi
kabuğundan, metalden veya abanozdan yapılmış dilenci çanağı.
20 | {
"page": 25,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
Nasrullah Efendi'nin hemen hemen ümitsizliğe düşeceği
sıralar oluyor, lakin yine dünyanın bir ucundan omuzları
ceylan derili, cezbeli, salkım saçak, keramet ve sır dolu bir
derviş meydana çıkıyor, yeni bir şevk ve gayretle işe başla
yacak açıklamalarda bulunuyor.
Bu çeşit kimyayla uğraşanlara göre madenler, cevher
maden ve ham maden olarak ikiye ayrılır. Cevher maden
ısıyla temel özelliklerini kaybetmeyenler, ham maden yahut
madene benzer ise ısıyla özellikleri değişenlerd ir. Ham
maden cevher madenle temas ederek gelişebilir. Bu iki türe
ait madenierin hepsi de aynı esaslara göre oluşmuş bileşik
cisirnlerdir. Her maden, madenierin en asili olan altından
-onların fikirlerince- içerdiği kükürt ile cıvanın az çok
kabalıkianna göre uzaklaşır . Bunların değişmesi, kükürt ve
cıva üzerine üzerine yapılan işlemle mümkün olabilir.
İkinci usul de madenieri tamamen altına boyamaktır .
İşte bu yolla altın tozu bulunduktan sonra "iksir-i azam"
keşfolunacak tır. Derviş Cebeli'ye göre yetmiş bin türlü bit
kinin içinde yalnız bir çeşit ot vardır. Zaten bitkiler, madenin
büyüyebilir hale gelmiş cinsidir. Aslında hepsi birdir. Bu ot
topraktan altın özünü süzüp emerek yetişir. Sıcak ve ılıman
bölgelerde bulunur. Fakat asıl büyüyüp geliştiği yer "Bezm-i
Elest"l Dağı'nda Hüthüt2 Yaylası'dır. Türlü renk ve şekilde
yetiştiğinden kerametle bulunabilir. Fakat bu "Bezm-i Elest"
Dağı Asya kıtasının neresindedir? Dervişin bu coğrafi açık
laması pek karışıktır . İçinden çıkılmaz. Bu altın bitkisinin
Hıdırellez gecesi gün doğmadan sabaha karşı koparılan
ları makbuld ür. Bu ottan yiyen hayvanların etleri, yağları,
kemikleri altın gibi sararır. Bazı kasap dükkaniarında böyle
altuni renk almış koyunlar , sığırlar görülür. Bu etler yedi
türlü hastalığa devadır. Demir, kalay, cıva, kükürt hep bir
arada eritilip bu ottan yeterli miktarda eklenirse altın külçe
leri meydana gelir ...
Elest meclisi. Allah ile yaratılışları sırasında insanlar arasında yapıldığı
kabul edilen sözleşme için kullanılan bir tabir.
2 Çavuşkuşu, ibibik.
21 | {
"page": 26,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
Bu nebatın dirhemi altından pahalıdır . Fakat her eri
tişte ya bir abdestsiz elin temasından veyahut eritenierin
kalplerine fenalık ve sapkınlık gelmesind en işe şeytan
karışır, bileşim bozulur. Potadaki alaşımda altından eser
görülmez.
Ebulfazl Enveri böyle bir evde ve bu zihniyette bir baba
nın terbiyesi altında yetişmişti. Nasrullah Efendi merhum,
altının terkibini bulmak için bütün altınlarını harcamakla
beraber yine oğluna geçinecek kadar bir miras bıraktı.
Lakin zavallı Enveri bu küçük servetle beraber babasının
deliliğinin büyük bir kısmını da miras olarak aldı. Merhum
dan kalan kütüphanede akılları zıvanalarından çıkararak
okuyanları gülünç delilikiere sevk edecek ne cilder vardı.
"İlmü'l-Kehane" ,ı "İlmü'l-Havass " ,ı "İlmü'r-Rak
y" ,3 "İlmü'l-Azaim" ,4 "İlmü'l-İstihzar" ,s "İlmü'd-Da
vetü'l-Kevaki b", 6 "İlmü'l-Gal aktıyrat", "İlmü'l-İhfa ",
"İlmü'l-İhtiyarat ", "İlmü'l-Kur' a", 7 "Kitab-ül Tecarü
bü'l-Arab", 8 "Müsellesat-ı Ibn-i Mahfuf'? "Kitabü'z-Ze
nani", ı o "İlm-üt-Tayretü ve'z-Zecr ", ll vb. En veri'nin
ilim ve irfan dolabı asırların tozları altında uyuyan bu
kitaplada doluydu.
Ebulfazl Enveri için bu dünya yüzünde gerçekleşen her
hareketin uğurlu uğursuz olmak üzere iki manası vardır.
Rüzgarın uğul tusu, ağaçların hareketi, bir kuşun ötüşü, kapı
gıcırtısı, köpek havlaması ve bütün bu türlü sesler, hareketler
hayır veya şerden haber veren birer faldır. İnsan uğursuz
luklardan kaçıp rahat yaşayabilmek için tabiatın bu uyarı-
ı Kehanet, gaipten haber verme ilmi.
2 Manevi tesiı; efsunlama, büyücülük ilmi.
3 Yükselme ilmi.
4 Kötü şeyleri def etmek için yazılan dualar ilmi.
5 Ruh çağırma ilmi.
6 Yıldızları davet ilmi.
7 Fal açma ilmi.
8 Arap Tecrübeleri kitabı.
İbn Mahfuf'un üçgenleri.
ıo Kadın kitabı.
ı ı Uğur getirme ve uğursuzluğu kovma ilmi.
22 | {
"page": 27,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
larını aniayarak her eylem ve hareketini "uğur" çerçevesine
uydurmaya çalışmalıd ır, aksi halde mahvolur , perişan olur ...
Enveri yatakta gözlerini açınca sabaha mahsus duayı
okur. Sağ tarafından kalkar. Evvela sağ adımını atar. Her
eşyanın herhangi bir yere konması sırasında gözetilecek
uğurlar, uğursuzluklar vardır. Kulplu, köşeli şeyler hep
kıbleye çevrilecek, maşa hiçbir vakit dikliğine konmayacak,
tencereler, leğenler yüzüstü kapatılma yacak, odalarda, mut
fakta eşyanın yerleştirilmesi öyle özel bir düzen ve kanuna
tabidir ki her ne zaman bunun aksine hareket edilse evin
efendisi buna göz yumanın başına kıyametleri koparır. Her
işin dakika ve sanİyesiyle günü, saati gözetilir. Bazen en acil
işler uğurlu saatine denk gelememesinden dolayı haftalarca,
aylarca ertelenir .
Enveri sabahleyin merdivenin sağ tarafından ve her
adımını uğur getirme ve uğursuzluğu kovma kurallarına
uydurarak iner. Sokak kapısından çıkarken bereket duasını
okur. Sağına soluna üfler. İlk bakışta köre, topala, çolağa,
kısacası sakat bir malıluka rast gelirse uğursuzluk sayarak
titrer. O günü en acil işlerini terk eder ...
Enveri ölmüş pederinden birkaç derece daha fazla aptal
olduğu için uzun bir sehat ve kimya unsurlarıyla mücade
leye ihtiyaç gösteren altın üretme işine merak salmadı. O,
tılsımiara kapıldı. Bazı şeylerin uğursuzluklarının birtakım
efsunlar ve tılsımiada giderilebileceğini kitaplarda okudu.
Muskaların, taşların, toprakların, otların, kısacası bütün
her şeyin tılsım özelliklerini inceledi. Bütün dertleri, fela
ketleri, belaları kovan ve hayırlar, uğurlar, mutluluklar
getiren tılsımlar buldu. Kolera, veba, kuduz gibi korkunç
bulaşıcılıklarıyla ilim ve fen alemini sarsan en büyük bela
lardan, bir kağıt parçasının üzerine "aşık yolunu şaşırdı",
"endişe", "ahtapot", "su yolu", "beş pençe" gibi gülünç
şekillerle birkaç kargacık burgacık çizmek ve bu tılsımı
üzerinde taşımakla bağışıklık kazanılacağı inancına kapıldı.
Ve bu inancını pek ileri götürdü. Mesela her işte başacıya
ulaşmak ve düşmanlarını yenmek, hırsızlardan korunmak,
23 | {
"page": 28,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
sokakta kazaya uğramamak, denizde boğulmamak, yan
gında yanmamak, zehirlerden etkilenmemek için üzerinde
taşınacak birer tılsım vardı. Bu tılsımiara sahip olduktan
sonra hekime, ilaca, sigortaya ve akla gelebilecek tehlikele
rin hiçbirine karşı önlem almaya lüzum kalrnıyordu. Çünkü
resim sanatında pek acemi, sersem bir kafanın garip resim
lerine benzeyen o şekillerdeki düz, kesik, eğri çizgilerin,
noktaların, dairelerin, açıların her biri, burçlarla, yıldızlarla,
astronominin akıl almaz sonsuz sırlarıyla ilişkiliydi.
Tılsım ve efsun ilminde bu araştırmaları esnasında niha
yet Enveri'nin eline Kostantiniyye'dekil bütün tılsımlı defi
neleri haber veren bir kitap geçti. Bu pek mühim eser eski
Rumcadan Arapçaya ve sonra Türkçeye çevrilmişti.
Enveri bu kitabın her sayfasını hafızasına nakşederek
okuya okuya o zavallıcık yarım aklını da bütün bütün kay
betti. Keşfetmesi zor yerlerde gömülü bu hazinelerin melek
lerden, cinlerden, şeytanlardan bekçileri vardı.
Tılsımnamenin ibareleri gizli işaretler, istiareler ve sim
geleele çözümü pek zor bir şifre biçiminde yazılmış oldu
ğundan anlamak için ilham ve keramet gereken satırlarda
biçare Enveri çok zorluk çekiyor, bir anlam yaraştırıp
uygulayıncaya kadar beyni ve kanı vücudundan sızarcasına
terliyordu.
Bu kitap, on iki burca karşılık gelecek şekilde on iki
bölüm olarak düzenlenmişti. Kutsal meşalelerinden yarar
lanmak için derin şeyhlere başvurdu. Bazıları yine simgeleele
cevap verdiler. Ve bazıları kitapta yazılanları uygulamaktan
çekindiklerini söylediler. Çünkü bazı defineleri tılsımdan
kurtarmak için insan kurban etmek lazım geliyordu. Niha
yet Enveri kendi kendine meseleyi çözmek için uğraşmaya
karar verdi. Birçok istihareye 2 yattı. Yarı hayal dünyasında
yarı gerçek dünyada, yedinci bölümün bir kısmını, kendi
aklınca aydınlatmayı başardı.
ı İstanbul' daki.
2 Bir işin hayırlı olup olmayacağını görülecek rüyadan çıkarmak amacıyla
abdesr alıp dua okuyacak uykuya yatma.
24 | {
"page": 29,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
Hazine Edirnekapısı'yla Topkapı arasında gömülü, fakat
anahtarı Binbirdirek'te bulunuyordu.
5
Ebulfazl Enveri inceleme ve araştırmalarını tamamla
mak için Binbirdirek 'e devama başlar. "Sağdan üçüncü sıra
sütunun doğu yönündeki bitiminde, kemerin duvarla bir
leştiği bizada güneyden kuzeye doğru yedi karış saydıktan
sonra dikey yönde üç adam boyu yükselince duvara gömü
lü bir haça rastlanır . İlk bakışta bu haç fark edilemese de
duvarın o noktadaki yüzeyi keser gibi bir aletle kazınınca
şekil mutlaka meydana çıkar. Haçın kesişme noktası mer
kez alınarak, yine yedi karış çapında bir daire çizilmelidir .
Bu daire içinde Yunan harfleri ve özel işaretlerle definenin
anahtarı görülür. Gereği yerine getirile ... Definenin hicri on
dördüncü asır başlarında bir Müslüman'ın eline geçeceği
müjdelenmiştir" deniliyordu. Ve daha şu garip açıklamalar
vardı:
Bu tılsımın etra�nda daima iki melekle iki şeytan dolasır .
iblisler melek lerin uyanık olmadı kları bir zamanı gözetleyerek
hisıma ulaş ma �rsah kollarlar. Lakin melekler her an uyanık tırlar.
Definenin gerçek sahib i olacak Müslüman ortaya çıkınc aya
kadar seytanlarla müc adele ederek hazinenin ait olduQu kişiye
teslimine yardım edeceklerdir.
Lahur ve Mahur ismindeki bu iki melek insano glu şeklinde
ve insani bir işle meş gul görünürler. Şeyt anlar Kekre ile Mekre
adında olup insan, hayvan, türlü şekil ve kılıga girerler ...
Binbir direk'teki şifre halledilip Edirne ve Topka pılar ı arasın
daki yere gidil ince isaret olunan mevk ide uzunlugu bir ersından 1
aşag ı olmayan bir yılan, yesil, sarı, siyah renkte üç akrep, bir
kaplumb aga, bir kurbogo öldürü lerek def ineyi tutan tılsım bozu
lacak ...
***
Eskiden kullanılan ve yaklaşık 68 samimerreye eşit uzunluk ölçüsü.
25 | {
"page": 30,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
Yine bir gün Agop ile Kirkor o büyük Bizans su sar
mcının direkleri arasında kalın kemerlerde yankı yaparak
pümeşe türkü söyleye söyleye elemgelerini çevirmekte iken
yarenliğe giriştiler.
Agop- Anamız babamız bizi vaktiyle mektebe verdiler.
Okumadık. Böyle cahil cühela kaldık. Kocakarı sepetime
yemek, ekmek kor idi. Moruk da elime gündeliğiınİ verirdi.
Ben sokak kapısından çıkıp köşeyi dönünceye kadar da
ensemden bakarlar idi... Ben mektepten evvel viraneliğe
giderdim. Orada birkaç haylaz ile daha birleşir, çukura fın
dık atar idik. Ne tatlı oyun idi.
-He viranedeki çukur oyunları çok tatlı olur idi ...
-Alıbar geçmiş zaman. Lafı pek derine götürme.
Viraneliği, çukuru geç. Çocukluğumuzu, gizli oyunlarımızı
aklına getirme ...
-Korkma. Korkma, seni utandıracak laf etmem. Ben
sözün söylenir söylenmez taraflarını bilirim ...
-Bu kalın kafam mektepte okunan şeylerin hiçbirini
içine almazdı. Bize ders deyi birtakım martavaUar ağnatır
lardı ...
-He he bilirsin bir gün coğrafi dersinde hoca ne dedi?
-Ben dinlemez idim ki ne dediğini bileyim. O dırlanır-
ken ben sıranın altından sinek av lar id im ...
-Bu dünyaya fen kelamıncas "kerata-i arz"l derler ...
Koskocaman, yusyuvarlak, dev bir yumurtad ır. Topumuz
da işte yumurtadan doğmuşuzdur .
-Alıbar ağzını topla ... Biz çapkın, bıçkın, cenabet
şeyler isek de içimizde aziz insanlar da vardır. Hepimizin
bir keratadan doğmuş olmamız lamusa dokunur bir laftır .. .
-Eh haydi canım her lafta lamusla ırza parmak atma .. .
Hoca demezden evvel topumuzun da yumurtadan çıkmış
olduğumuzu bilmiyordum sanırsın?
Kirkor Ebulfazl Enveri'nin duvara çizmiş olduğu karga
cık burgacıklara, kaplumbağalara bakarak:
Küre·İ arz: Alem, dünya.
26 | {
"page": 31,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
-Agop!..
-Hamme ... ı
-Kaplumbağa da yumurtadan çıkar? ..
-Her şey ondan çıkar dedik a ...
-Sen kaplumbağanın "istuvar"ını2 bilirsin?
-İşitmemişim ...
· -Ben büyükanamdan dinledim ...
-De ki ben de işiteyim ...
-Kaplumbağa evvelden insan imiş ...
-Laf deyi durmuş karşımda, ne martavaHar zırlıyorsun?
- Zo dinle ... Hem insan hem de zenaat sahibi imiş.
-He söyle köpoğlu ne iş tutmuş?
- Hamurcu imiş. Büyük bir günah etmiş, Asfas3 hamur
teknesini sırtına yükJeterek onu kaplumbağaya çevirmiş.
Çayıra salıvermiş ...
-Yaralıbirn günahı ne imiş acep? Okkalığa eksik
hamur koymuş ?
- İşte öyle bir iş etmiş ...
-Haksızlık edenleri Asfas böyle birer birer çarpmadık-
tan sonra bu dünya düzelmez.
-Fakat çok defa olan kıyak haksızlıklara hiç tınmoor ...
-He ama onun sebebi var ...
-Nedir ki?
-Cenab-ı mevlam bizi Hamid zamanının istibradın-
dan4 kurtarıp da cümlemize Mecnuniyet5 ihsan buyurduysa
altık aranızda kanun koyarak idare olunuz, dedi. Kendi
karışma dı.
- O ki karışmadıysa işte böyle olduk ...
-Ne olduk ahbar? Belkim bir işiten olur. Hamid gittiy-
se onun yerine idare-i öfliye6 geldi.
(Erm.) Efendim! Buyur!
ı (Fr. Histoire) Hikayesini.
(Erm. Astvaz) Allah.
4 İstibdadından. Despotluğundan.
Meşrutiyet. Anayasal monarşi.
6 İdare-i örfiyye. Örfi idare. Sıkıyönetim.
27 | {
"page": 32,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
-He ağnaşılıyor ki bu da pek zorlu bir merettir. Lakin
nerede oturur? Daha suratını görmemişim ...
-Bahtlısın ki görmemişsin ... Görenlerin akılları artla
rına kaçoor.
-Çüş senin aklın dediğin yerdedir? Söyle kendi kendine
oraya kaçtı yoksam sen kendi elinle koydun ...
-Şimdicek bu lafları bırak ... Kaplumbağamıza gelelim.
-He fakat sen lafı uzattın. Kaplumbağa evvelden
hamurcu imiş. Zo neme gerek? Sana zenaatını soran vardır?
Çocuk iken bu masalı koca ninen fikrine koymuş ise sen de
halarn onu oradan çıkartmamışsın ...
O esnada merdivenin üst başından mahzcnin loşluğu
içine dökülen aydınlığın ortasında bir gölge sallanır. Birkaç
saniye sonra Ebulfazl Enveri uzun sakalı, narin endamıyla
boylu boyunca görünür ... Adımlarını biraz hoplar gibi ata
ata, her basamakta sağına soluna eğilip dinlenerek deve
yürüyüşüyle inerken Agop:
-Kirkor!.. Gelor ...
-He görmüşüm tınma ...
Güya gelenin hiç farkında değillermiş gibi elemgelerini
çevirerek türküye başlarlar:
Biz panayıra gittik
Ah ne iştir ki ettik
Mumu şamdana diktik
Zo bayı/dık da bittik
Kefleneliml gülelim
Bu yaza evlene/im
Gel çıkalım yokuşu
Hıyardan olur turşu
Kuryuk sallayan kuşu
Deniz deryaya karşu
Öt ki keflenelim
Bu yaza evlene/im
ı Keyiflenelirn.
28 | {
"page": 33,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
Enveri o acayip, garip salıntılı yürüyüşüyle dalgın dalgın
Ermeniterin yanından geçerken:
Ayın ve mim ve dal kim çeşm ü dehan ü zülfüdür
Dil havass-i aşka bu üç harf/e eyler amel 1
Tılsımlı kemere doğru yürür ...
Agop-Ustamıza küfretti? Babamıza sövdü? Anamıza
hıyızlandı? Ne etti? Ağnadın?
-Ayın, mim, dal okudu ...
-Sonram?
-Çeşmeye gitti ...
-Daha sonram?
-Harflerle bir şey yaptı ...
-Kıyafeti efendiye benzer ama ağzı bozuk terbiyesizin
biridir ...
Enveri işaretparmağıyla birer birer direkleri saymaya
başlayarak:
-Araştırmacılara göre tarihlerde yazılı olan sayı iki yüz
yirmi dörttür. Fakat gelgelelim ben sayıyorum sayıyorum iki
yüz yirmi yedi çıkıyor. Üç fazla ... Ben miyim yanılan tarih
mi? Çift sayının teke dönmesinde daima uğursuzluk vardır ...
Kirkor-Vay babasının canına be! Bu herifin önüne bir
pösteki koysan kıllarını sayacak.
-Alimler hep böyledir. Bir incir yerlerse çekirdeklerini
hesap ederler ...
- Zo şu kadar vakittir ki bunun burasında iplik büke
riz ... Hiç bu direkleri saymak, bunlar ile "tek mi çift mi"
oynamak fikrimize geldi?
-Ben bu herif ile laf edeceğim ...
-Zo divanelik bulaşır deyi korkmaz sın?
-Bulaşırsa bulaşsın be... Bu karanlıkta oturup iplik
kıvırmadansa Toptaşı'na2 gider, divane kardeşlerimizle hep
Ayın, mim ve dal [harAeri), [sevgilinin) gözü ve ağzı ve zülfüdür 1 Gönül
bu üç harAe aşk büyüsü yapar.
2 Üsküdar, Toptaşı'nda 1873-1927 yılları arasında faaliyet gösteren Toptaşı
Birnarlıanesi (Akıl Hastanesi).
29 | {
"page": 34,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
beraber opera bağırırız. Şimdicek bu kederli dünyanın sefası
yalnız tımarhanelerde kaldı ...
Agop, Enveri'ye yaklaşarak:
-Efendi Baba!..
Enveri derin bir dikkat, süzgün bir tebessüm, ağır bir
telaffuzla:
-Vay evlat!..
-Siz bu direkiere sayıyorsunuz?
- Evet ... Evet ... Lakin tarihte yazılmış olan adet 224
iken ben her sayışta 227 buluyorum. Hesabı düzeltmek için
şimdi bu üç fazla direği nereye koyacağız ?
Agop'un hayretten gözleri büyüyerek:
-Efendim bırakınız yine yerlerinde dursunlar. Bu koca
direkler nereye konur ki?
Ebulfazl Enveri kabararak:
-Olmaz!.. Ya tarihi düzeltmeli veya direkierin adetle
rini azaltmalı ...
-Efendim vaktinde hocam bana tevarih denilen kitap
larda çok yanlışlıklar olduğunu söylemişt i. Bu yanlışlıklar
kitaptan kitaba geçiyor imiş. Bundaki direkierin 224 oldu
ğunu yazan tarihçi buraya gelip de direkleri sayarak yazma
mış, başka bir tarihte gördüğünü kendi kitabına geçirmişt ir.
Kirkor -Durunuz ki ben de diyeyim... Bu işe dair
kıyak malumatım vardır ... Benim iralımedi büyükbabam
Pisamatyal Mektebi'nde "istorya"2 hocasıydı. Mahrum 3 bu
direkierin sayısını tevarihte iki yüz otuz görmüş olduğunu
söylerdi. ..
Enveri -Hah evlat doğru haber sende ... İşte bu doğru.
Çünkü sütun dikimi ve mimari simetride tek adet olmaz ...
- Ben mimari tenavüJ4 etmedim. Bilmem ... Büyükba
bam yetmiş beşinde geberdi. O yaşacak kimse onun ağzın
dan bir yalan işitmedi.
(Yun. Psamatia) Samatya.
ı (Yun. Historia) Tarih.
3 Merhum, rahmetli.
4 Tedarüs: Okumak, eğitimini almak.
30 | {
"page": 35,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
- Şimdi bu altı direk buradan nereye kayboldu?
Kirkor -Efendi hırsızlar çoğaldı. Çalmışla rdır. Cami
lerden birer birer halıları, seccadeleri, çinileri aşırıyorlar .
Böyle giderse bir gün bakacaksınız ki, Ayasofya'nın yerinde
temelden başka bir şey görülmeyecek, Rumlar da dertten
kurtulacaklar siz de ...
Enveri birdenbire sözü keser. Gözlerini baygın baygın
uzak loşluklara diker. Silik bir hatırayı davet eder gibi alnını
okşayarak tılsımlı duvara doğru yürür.
Agop şaşkın şaşkın arkadaşına bakarak:
-Bu herif zırdeli!.. Yine aklına ne geldi?
- O bizimle laf ederken derinlere bakoor. Gözlerine
başka şeyler gözükoor ...
-Zo bu Binbirdirek'in dibinde şimdicek bizden başka
kim var?
-Ah bar ötekiler sana bana görünmezler . Yalnız divane
lere işaret verirler ...
-Ne ise biz bu herifin kafasına göre gidelim. Bize her
ne ki söyler ise "He" diyelim. Belkim beş-on kuruş öne
bakar ...
Enveri üçüncü sıra sütunun doğu ucundan ve kemerin
duvarla birleştiği hizadan, güneyden kuzeye doğru karışla
maya başlar. Sonra ayaklarının ucuyla yükselerek yukarıda
bir şeyler görmeye uğraşır ... Duvara tırmanmak ister gibi bu
hareketleri tekrar edip dururken:
Agop- Bu herif onda ne edoor ki?
Kirkor -Kedi ciğere bakar gibi tavanda bir şeye atıl-
mak istoor ...
-Tavanda ne var ki?
-Hiç canım. Belkim birkaç örümcek, börtü böcek ...
-Yardıma gitsek hoştanır acep?
-He bir deneyelim bakalım. Bizi kovacak? Yoksam
gittiğimize hoşlanacak ? ..
İki Ermeni delikaniısı tuhaf birer yüz buruşukluğu ve
yampiri bir mahcubiyetle Enveri'ye yaklaşarak sahibine
karşı küçük ve kısık sesini çıkaran köpek yaltaklanmasıyla:
31 | {
"page": 36,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
-Efendi Baba hizmetimize kabul ederseniz yardıma
geldik ...
Enveri birkaç adım geriler. Loşluk içinde baykuş gözleri
gibi parlayan iri, yuvarlak gözlüklerinin altından bakarak
Arapça birkaç cümlelik bir dua okuduktan sonra:
-Yardıma mı geldiniz ? Ruhunuzu bana teslim ediniz ...
Ermeniler şaşırarak:
-Ruhumuzu sana teslim edelim. Sonram biz gebere-
lim?
-Şeytan mısınız? Melek misiniz? Söyleyiniz.
-Ne şeytanız, ne melaikeyiz ...
-Ya nesiniz?
-İki bacaklı, iki kollu bir kafalı insanoğlu insanız.
Görmoor sun?
- Çakha kez dest-i ışkeş der-giriban-ı men-est. Her
taraf rah-est kez canan sfı-yi can-ı menest.l
-Efendi Baba biz böyle Elenikal dilden bir şey çakma
yız. Bize ya Türkçe ya Ermenice söyle.
Enveri cebinden bir takvim çıkarır, saatine bakarak:
-Teslis-i Şems be-Zuhal, tahvil-i Zühre be-Kavs, İsti-
karnet Utarit .. .3
Agop - Dua dedi ... Amin ...
Kirkor -Amin Allahım amin ...
Enveri - Susunuz. Eşref saate4 üç dakika var. Sonra
konuşalım.
Kirkor -Ne dedi? Ne dedi?
Agop -Üç dakikadan Eşref Bey gelecektir. Sonram
konuşalım, dedi ...
Ermeniler şaşkın, Enveri boyun bükük dalgın. Üç daki
ka sessizlikten sonra, tılsımnameyi okuyarak:
(Farsça) Sinemdeki yaralar hep onun aşkının elindendir 1 Var olan her yol,
canandan canıma gelir. [İranlı Şair Tarimi'nin bir beyti (bkz. Kamusü'I
'A/am "Tarimi" maddesi.)
2 Yunanca, Rumca.
Güneşin Zuhal (Satürn) ile üçlemesi, Zühre'nin (Venüs) Kavs'a (Yay) dön
mesi, Utarit (Merkür) doğrultusu ...
4 Eşref saat. Bir şeyin yapılması için en uygun olan zaman.
32 | {
"page": 37,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
-Kekre ile Mekre, bu iki şeytan, lanet üzerilerine
olsun, hile yaparlar . Biz meleğiz derler ... Söyleyiniz nesiniz?
Agop-Efendi Baba insan olduğumuza daha inanrna-
dın? Şeytan uzun kuryuklu olur. Bak biz tıpkı sana benzeriz ...
-Adınız? Sanınız?
- Agop ile Kirkor ...
-Elif harflerin en ulusudur. Onu ben sana veremem ...
Elif'i lam'a çevir. Meddi yerine getir.l Lagop olur ...
Agop -Al lafı otur aşağı!.. Bu adam yavaş yavaş beni
lahana kereviz yapacak ...
Enveri -Şeytan değilsiniz de niçin yerin altında oturu
yorsunuz?
Agop - Efendim burası geniş ve serindir. Kirası yoktur.
Biz bunda iplik bükeriz ... Zenaatimiz budur ...
En veri -İplik bükmek bahane. Siz burada başka iş için
oturuyorsunuz ...
Kirkor -Yok efendim biz lamuslu çocuklarız. Fikrinize
kötü şeyler getirmeyiniz. Bunda gizli bir işimiz yoktur.
Enveri -Siz burada bir şey bekliyorsunuz ...
Agop - Burası tonoz ile taş dikrek ve kupkuru torpak-
tır. Bunda beklenecek ne var ki?
Enveri - Tılsım ...
Agop güler ve parmağıyla duvarı göstererek:
-Tılsımı işte ondaki yılan ile kaplumbağa bekloor ...
Enveri birdenbire Agop'un bileklerinden yakalar. Derin-
den derine sorgulayıcı bakışlada gözlerinin içine bakarak:
-Hah işte yakaladım ... Siz mutlak ve mutlak ya melek
siniz ya şeytan ... Ya doğru yoldan saptırmaya geldiniz ya
yardıma ...
Kirkor-Biz sapıtınaya gelmedik, yardıma geldik ...
Enveri-Söyleyiniz melek misiniz?
Agop -İnsan olduğumuza inanmoorsunuz. Bizi şeytan
bellernedense melek çağırmanız daha hoş olur.
Enveri -Meleklerin kuyruksokumları olmaz imiş ...
"Eiif" harfi üzerine "med" işareti geldiği zaman "a" okunur.
33 | {
"page": 38,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
Kirkor -Bu işten hiç malumatırnız yoktur. Şimdiyecek
yoklamamış tım. Denememişim.
Enveri, Agop'un gerisine elini saldırarak:
-Müsaade edersen bakayım ...
Ermeni genci iki adım geriye sekerek:
-Çek elini ondan be adam, fikri bozuk bir insansın
nesin? Dibime bakıp da melek olduğumu ağnayacaksın? Hiç
insanın larnusu deliğine d okanılır? Kuryuğum n ererndedir?
Şimdiyecek hiç merak edip de aramamışım ...
6
Ebulfazl Enveri zihninden i'la.ll ve idgam2 yaparak:
-Agop, Lagop, Lahop, Lahur.
Agop-He görürsün? Bir Agop'tan ne kıdar laf çıkardı?
Enveri devamla:
-Hüseyni, Lahuri:
Tu der sühan şodi ve /ezzet ez şeker gom şod
Tu /eb geşudi ve sirabi ez güher gom şod3
Agop-Amin ...
Kirkor-Amin amin ...
Enveri -Arife tarif istemez. Anladım. Siz Lahur ile
Mahur'sunuz ...
Agop -Bunlar da kim?
Enveri- Tılsımnamede açıklanan iki melek ...
Kirkor -Evet, evet melaikiz ... Fakat size böyle demeye
utanooruz. Siz arifli ve zarafetlisiniz,4 ne olduğumuza ağna
yorsunuz.
Enveri -Lahur ile Mahur bana yardıma geldiniz ...
Arapçada kökünde elif, vav, ya harfleri (harf-i illet) bulunan kelimelerin
ses değişikliğine uğraması.
Arapçada aynı cinsten iki harften birinciyi ikinciye katarak okuma.
(Farsça) Sen konuştuğun zaman şekerin lezzeti azaldı 1 Sen ağzını açnğında
cevherin özü kayboldu. [Hüseyni Lahuri'nin bir beyti (bkz. Kamusü'l
'Alilm "Hüseyni Lahuri" maddesi.)
4 Arif (bilgili) ve zarif.
34 | {
"page": 39,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
Agop -He evet ...
Enveri -Hoş geldiniz, sefa geldiniz ...
Kirkor - Hoş bulduk. Sefa bulduk
Enveri-Ne iş için yardıma geldiğinizi elbette bilirsiniz ...
Kirkor Agop'un kulağına:
-İşi boklatmayalım. Acaba şimdi ne desek?
Agop - Tılsım işi için geldik ...
Enveri-Tılsımnamede her ne yazıyorsa doğruluğuna
şahitlik eder misiniz?
Kirkor -Şahitlik ederiz hepsi doğrudur.
Enveri -Melekler siz göğün kaçıncı katından indiniz?
Kirkor-Biz göğün en üstünde "paradi"del otururuz.
Gayet havadar. Bütün dünya ayak altında tabak gibi görü
noor ...
Enveri -Şimdi kafider göklere ve Allah'a dair sırları
keşf için uçaklarla ta oralara çıkıyorlar .
Agop-He evet geçenlerde bir İngiliz uçağı ta yanıma
cak geldi. İçinde iki subay oturuyordu. Benden cennetin
yolunu sordular . Bilirsin söylemek için bize izin yoktur.
Anlaşıloor ki orası da hep İngiliz memleketidir deyi ortasına
baryak dikecekler . Bir tekme vurduysam denizin dibinecek
gittiler.
Enveri-Nefızübillah 2 ... Nefızübillah ... Şimdi biz defi
nemize bakalım.
Agop-Bu aradığınız define çok paradır? Tılsım kita
bında ne yazıyor?
Enveri-Hesapsız ! .. Bir altın buzağı, içi tımtıkız fıstık
gibi antika sikke, yakut, zümrüt, elmas, firuze dolu ...
Agop - Bundan bize de pay var?
Enveri-Ben o kadar dünyalığı ne yapacağım. Bana
yardım edin. Yarısı sizin .. .
Kirkor-Altın buzak ... Bunu kime satacağız? Hükümet
bize yakalamaz sonram?
(Fr. Paradis) Cennet.
2 Tehlikeli, nahoş bir durum karşısında, "Allah'a sığındık, Allah korusun"
anlamında kullanılan sözcük.
35 | {
"page": 40,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
Enveri-Ben kimyagerim. Buzağıyı parçalar sonra tava
ya kor eritirim ...
Kirkor -Vay babasının canına be!.. Bu çocukluğumda
diniediğim masallar gibi bir şeydir. Ya batarız ya çıkarız.
Söyle bakalım. Biz sana ne biçim yardım edeceğiz?
Enveri duvarı göstererek:
- İşte şurada, üç adam boyu yüksekte duvara gömülü,
mozaik bir haç var. Onun etrafını kazıyacağız. Meydana
birtakım yazılar çıkacak. Tılsımın tarifesi orada ...
Ermeniler başlarını gösterilen yere dikerek:
-Peki ama oraya nasıl yetişeceği z? Bunda merdiven
yoktur ... Getirirsek şüpheye varırlar. Bunun burası babamı
zın evi değildir.
Enveri -Siz meleksiniz. Elbette buna bir akıl düşünür
sünüz. Göklere inip çıkan malıluklar bu kadarcık bir yere
yükselemezler mi?
Agop -Melaik pasaportumuz üzerimizde yoktur. Şim
dicek bunda birer insan gibi yaşooruz. Hem kimsenin gözü
önünde uçamayız. Buna izin yoktur. Siz hiç melaik uçarken
gördünüz?
Enveri-Hayır ...
Kirkor -Biz size insan gibi yardım etmeye geldik. Siz
bizden insanlık kuvvetinin üstüne çıkan hizmetler isteme
yınız ...
Enveri -Öyle ise zeki bir insan gibi düşünüp bana söy
leyiniz. O noktaya kadar nasıl yükselelim?
Agop -Haçın bulunduğu yer üç adam boyu yüksekli-
ğinde diyorsunuz .. .
Enveri- Evet .. .
Agop -Birbirimizin üzerine çıksak orayacak yüksele-
biliriz acep?
Enveri -Aferin Lahur iyi dedin ...
Kirkor - Kim kimin üstüne çıkacak?
Enveri-Ben en altta ezilirim. Çok ağırlık kaldıramam ...
Agop -Öyle ise sen en üste çık ...
Enveri -Çok yüksekte duramam başım döner.
36 | {
"page": 41,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
Kirkor -Öyle ise ne biçim iş göreceğiz? Baba ya bize
bineceksin ya biz sana bineceğiz, bunun başka türlüsü olur?
Agop- Baba orta kata çıksın olmaz?
Enveri -Halı bak işte bu olabilir ...
Agop duvarın gerekli hizası önünde durarak Enveri'ye:
- Baba haydi gel oınzuma çık!..
Enveri-Ben maymun değilim. Omzuna nasıl çıkayım ?
Sen yere otur. Ben omzuna çıkayım. Sonra kalk. ..
Agop-Ben deve değilim ki yüklendikten sonra kal
kayım ...
Kirkor tuhaf bir tebessüm ve itaat ernreder bir işaretle
Agop'a:
-Lahur sen biraz eğil. Ben babayı senin üzerine yükle
yeyim. Sonram sen belini düzelt. Yavaş yavaş ben ikinizin
üstüne çıkayım. Bakalım babanın dediği yerde istavrozl
vardır, yoktur ağnayalım? ..
Agop eğilir. Kirkor epeyce bir uğraşmayla Enveri'yi
arkadaşının iki omzu üzerine bastırarak ayakta durdurur ...
Ve sonra sorar:
-Baba nasılsın? Kendini iyi kantarla ki ben de senin
üstüne çıkacağım.
Enveri küçük bir dua okuyup bitirdikten sonra hafif
yalpa vurarak:
-İnsan insanın üzerine çıkınca ne kadar yükseliyorm uş.
Yükseklik biraz saframa dokunuyor ama zararı yok. Den
gemi kaybetmemeye uğraşırım. Mahur haydi sen de çık ...
Mahur adına cevap veren Kirkor bir cambaz çevikliğiyle
Enveri'nin omuzları üstüne kadar tırmanır . Ayağa kalkar.
Enveri - Mahur, melek olmana rağmen amma da ağır
imişsin ha!.. Omuzlarımı çökerttin ...
Kirkor -Baba, biri gelip bunda bizi böyle görürse üst
üste neden bindiğimiz için elbet sebep sorar . İşimizi çabuk
görelim. Söyle şimdi ne yapacağ ız?
Enveri -Sağ taraftan kemerin duvarla bitiştiği nokta
dan sola doğru karışla ... Tam yedinci karıştahaçı ara ...
H aç.
37 | {
"page": 42,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
Ermeni:
-Mek, argu ... ı
diye birkaç defa yediye kadar karışladıktan sonra:
-Baba bunda dediğin istavroz yoktur ...
Enveri cübbeye benzeyen geniş paltasunun yan cebinden
bir çekiç çıkarıp Mahur'a uza tarak:
-Al bununla duvarın o noktasını kazı. Haç mutlaka
meydana çıkacaktır . Ben buradan duasını okuyorum ...
Mahur duvarı birkaç dakika çekiçledikten sonra:
-Baba sen aşağıdan ne kadar efsunlasan para etmez.
Bu duvar taş kesilmiş, buna kurşun gülle bilem işlemez. Bu
fındık çekiciyle burası kazınır hiç? ..
Bu esnada Binbirdirek'in merdiveninden pat pat inen
adım sesleri duyulur ...
Sekiz-dokuz yaşında çocuğunun elinden tutmuş bir efen-
di direkierin arasından içeri yürür ...
Çocuk-Efendi Baba, burası neresi?
Efendi - Eski zamanda su samıcı imiş.
Çocuk- Haniya su nerede?
Efendi - Suyu kalmamış oğlum ...
Çocuk direkierin arasından birdenbire duvar kenarında-
ki insan sütununu görerek:
- A Efendi Baba bak! .. Bak burada cambaz oynuyor .
Enveri - Bunlar kim?
Mahur ya vaşça:
-Bunlar parasız seyirci ... Buraya girmek için "antre"2
yoktur. Cahil, ulema herkes gelirler, bir türlü biçim laf
ederler giderler. Kimi sarnıç der, kimi hapishane der ... Kimi
yeraltı kerhanesi der... Eh burası da hep bu kesim lafları
kaldırır sankim... Birbirini okşamak için karanlık köşelere
sinenter de olur. Biz görürüz, lakin güya görmemiş gibi
yaparız. Çünküm her gördüğümüzle derde girsek akşama
cak kavga etmeli ... Zo bu dünyanın zamparaları, orospula
rıyla başa çıkılır hiç?
ı (Erm.) Bir, iki ...
2 (Fr. Entree) Giriş, giriş ücreti.
38 | {
"page": 43,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
Birdenbire Enveri'nin dizleri şiddetli bir şekilde titremeye
başlar.
Mahur-Baba sallanma ... Ne oluyorsun? Şimdi yangın
yerinde kalmış sakat baca gibi hep yere devrileceğiz.
Enveri eliyle, gelen çocuklu efendiyi göstererek:
- Ah efsun kesildi ... Tılsım cılk oldu. Mavi göz ... Mavi
göz ... Uğursuzdur . İşimizi bozdu.
Enveri yıkılır. Kirkor onun üstüne, Agop en altta debele
nir ... Üçü birer kül çe halinde toprağa serilirler.
Kirkor -Gel de şimdi babasının şarap çanağına etme ...
Bilmez idim. Mavi göz sahiden uğursuz imiş ... Kemiklerim
açılır kapanır sandalye gibi birbirinin içine girdi, çıktı.
Neremden sakatlandım daha farkında değilim ...
Agop -Ben üste geldim. Biraz aşığım oynadı. Fakat
yine yerini buldu ...
Kirkor -Sen pamuk şilte gibi üzerimize yattın. Altta
kalanın canı çıksın derler. Canım çıkmadı. Babam onu
sıkıca perçinlemiş. Fakat turşuluk toriğe döndüm. Baba sen
nasılsın? Aşığın, küreğin, diş kapağın I yerindedir?
Enveri bir dua mınidanarak el, baş işaretleriyle cevap
verır.
Agop-Okuyor ? Yoksam can çekişiyor?
Kirkor -Baba kendine gel... İstavroz üzerine şaka
olmaz. İnsan böyle çarpılır. Belin kıvrık, halarn yan yatıyor
sun? Kuryuksokumun dibe girdi? Ne oldu?
Çocuk, babasının kolundan çekerek:
-Efendi Baba, bak cambazlar düştü ...
Kirkor-Haydi işinize ... İşte göroorsunuz sizin uğursuz
mavi gözlerinizin derdine uğradık.
Çocuğun babası bir güceome çatkınlığıyla:
-Mavi göz uğursuz mu olurmuş ?
Kirkor-Bilirim ben? Baba Efendi böyle dedi. Dediği
de doğru çıktı. Sanoorsunuz ki sabahleyin sizi keflendirmek
için biz burada cambazlık edooruz?
Diz kapağın.
39 | {
"page": 44,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
Efendi-Ya ne arıyorsunuz üç adam boyu yükseklik te?
Birbirinizin üstüne niçin çıktınız?
Kirkor, Agop'a dönerek:
-Söylesene niçin çıktık birbirimizin üstüne?
Agop - Efendi Baba söyledi. Biz çıktık ...
Çocuğun babası:
-Ulan o meşhur budalalardandır ...
Kirkor, Enveri'ye dönerek:
-Bak ne diyor? Senin budala olduğunun aslı vardır?
Yoktur? Ağnat ...
Enveri -Daima humeka urefaya dahleder .. .l
Kirkor çocuk babasına :
-İşte bak ipince bir laf etti ... Hiç budala böyle Elenika
laf diyebilir? Sen daha akıllı isen ağna bakalım ki ne dedi?
Enveri - Mahur, sokak adamlarıyla çene yarıştırma.
Biri sana budala derse "Eyvallah" de geç. Bırak ki o adam
kendini senden daha akıllı sanarak övünsün. Mavi gözlüler
le konuşmak insanı tehlikeye atar ...
Çocuğun babası:
-Üç adam boyu yüksekliğindeki tonozu çekiçte neye
kazıyordunuz? Ne var orada? Ben şimdi gidip belediyeye
haber vereyim de siz kara gözü, mavi gözü görürsünüz.
Kirkor - O kazıdığımız yerde istavroz vardır. Şimdi
burası Türklerin olmuştur. Haçın orada durması günahtır .
Baba Efendi söyledi. Onu sökmeye çıktık. (Enveri'nin kula
ğına eğitere k) Nasıl? Uydurduğum yalanı beğendin? Sakın
bu işin dibinde define vardır demeyesin, sonram hepimizi
deliğe karlar ...
Çocuğun babası:
-Sen öyle haçlan putlan babanı kandır. Siz oradan anti
ka, pek değerli bir şey söküyordunuz. Mozaik mi? Çini mi?
Altın mı? Kim bilir? Hükümete haber vereceğim ...
Efendi çocuğun kolundan çekerek yürür. Onlar merdive
ni çıkarlarken Agop:
ı Ahmaklar (hwneka) her zaman ariflere (urefa) sataşır.
40 | {
"page": 45,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
- On paralık bir avanta yüzü görmeden derde girdik ...
Sahi mavi gözlüler belalı oluyorlarmış ...
Enveri -Yalnız mavi gözlü değil... Görmediniz mi?
Bebeklerinin ortasında kedigözü gibi bir sarı "elif" vardı.
İşte uğursuzluk onlardadır . Yoksa her mavi gözlü insan
uğursuz olmaz ...
Kirkor -Elifini okumadım ama görünür ki o herifin
suratında bir cenabetlik, bir sakadık vardır. Efsuncu Baba
altık ben senin her sözüne inanacağ ım... Dediğin çıkoor ...
Bize bir göz attıysa yıldırıma uğramış minare gibi yere
düştük.
Agop -Şimdicek boş lafları bırak. Herif arkasında iki
belediye çavuşuyla gelirse bizi Reis Bey'in 1 karşısına istin
kada2 çıkarırlar . Bilirsin? Babanın adından, ananınkinden
başlar. Öyle ince tertip şeyler sorar ki aklın başka tarafına
kaçar. Ham hum edersin, cevap bulamazsın diyecek. Seni
hırsız oğlu hırsız sanırlar ... Şurada ipliğimizi bükerken bak
ne derdere uğradık. Haydi elemgeleri, iplikleri toplayıp
buradan sıvışalım. Birkaç ay da bu semtin civarından geç
meyelim.
Enveri -Beni burada bırakıp bir yere gidemezsiniz. Ben
adım atacak halde değilim ...
Kirkor -Ah ah bu da kıyak laf. Ne İstoorsun baba?
Seni sırtımıza bindirip gidelim? Bak bize ne büyük zarar
ettik. İşimizden olduk. Bir daha da bu tarafiara gelemeyece
ğiz? İşte bu işten beş-on para alıyorduk.
Enveri, Kirkor'un arkasını okşayarak:
-Mahur sen kederlenme. Cenabıhak sizi bana gönder
di. Rızkınızı da üzerime farz etti. Ben sizin kazancınızı iki
katlı olarak öderim.
Agop - Baba paran vardır? Yoksam defineyi çıkardık
tan sonram uçlanacaksın?
Enveri cebinden şişkin bir cüzdan çıkarıp göstererek:
ı Mahkeme reisi, hakim.
2 İstintak. Sorguya çekme, soru sorarak söylenne.
41 | {
"page": 46,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
- Saye-i resul-i kibriyada ı ceplerim, çekmecelerim
doludur.
İki Ermeni birbirini dürterler. Her ikisi de büyük bir
hırsla gözlerini cüzdana dikerek:
-Şaka değil be ... Onda birkaç yüz lira var ... (Sonra
Enveri'ye hitaben ) Baba Efendi kabul edersen biz senin
hizmetinde kalırız ...
Enveri -Mesele benim kabulümde, sizin rızanızda
değildir ... Kaderde olan şey kendi kendine olur ...
Kirkor-Sırtımıza bineceksin? Ne yapacaksın? O herif
ler gelmeden haydi bundan gidelim.
Enveri -Merak etmeyiniz. Gelseler de önemi yok.
Ben bir efsun okurum. O herif merdivenden inerken düşer
hacağı kırılır ...
Agop -Efsunu şimdiden oku da hacağı kırılmadansa
buraya gelmesinler daha iyi olur.
Enveri sinirlenerek:
-Lahur, kaderde olanı değiştirmek kimsenin haddi
değildir. Dolayısı yla gelsinler , gitsinler, olsun, olmasın,
deme. Kime emrediyorsun ? Amir-i hadisat2 nasıl isterse
öyle olur ...
Agop -Bu dediğin lafların çoğunu anlamamışım.
Lakin gelsin, gitsin, olsun, olmasın demeyeyim de ya ne
diyeyim?
Enveri-Belki gelir belki gider, belki olur belki olmaz
de ...
Kirkor -Efsuncu Baba peki söyledi ğiniz gibi diyelim.
Lakin burada çok durmayalım. Belkim o mavi gözlü herif
yanında iki komisyon çavuşuyla3 beraber şimdi gelir.
Belkim senin okuduğun efsun tutmaz. Herifin hacağı kırıl
maz ... Belkim bizi Reis'in karşısına götürürler ... Belkim ...
Yüce peygamber sayesinde.
ı Olayları yöneten. Tanrı.
Belediye zabıtası. Osmanlı döneminde belediye teşkilatının gelişim süre
cinde belediye kavaslarının isimleri sonradan "komisyon çavuşu", en son
olarak da "zabıta-i belediyye memuru"na dönüşmüş tür.
42 | {
"page": 47,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
Enveri-Yetişir. .. Haydi biriniz beni sırtına alsın, öteki
gitsin bir kira arabası çağırsın. Semte doğru çekelim ...
Agop -Haydi Kirkor al babayı sırtına. Ben gideyim
araba çağırayım ...
Kirkor -Babayı sen alsan da arabaya ben gitsem
olmaz?
Agop-Sen alsandaha layıklı bir iş olur.
Kirkor -Ben bilmem, şimdiyecek sırtıma insan bindir
memışım ...
Agop -Ben bindirmişim dersin? Beni kira beygiri
sanırsın?
Kirkor -Bu iş senin benim dememizle olmaz. Babaya
soralım... Hangimize isterse ona binsin... Baba hangimize
binrnek istersin?
Enveri - O benim isteğirole olmaz. Kısmet hanginize ise
ona binerim ...
Agop-Kirkor haydi ver sırtını. İster isen üzerine bir de
semer koyayım ...
Kirkor -Serneri babana koy ahbar ... Mavi gözlü herifin
belasından korkmaya idim, ben Baba Efendi'yi sana bindi
rirdim ama çabucak bundan kaçmak lazımdır.
Kirkor, Enveri'nin önünde eğilerek:
-Baba kısmet bana imiş. Haydi bin bakalım ...
Enveri cebinden takvimle saati çıkarıp bakarak:
-Sekiz dakika bekle ... Hayvana binrnek uğursuz ...
-Ben hayvanım ki bu lafı edersin?
-Güneş cedil burcuna, yani keçi oğlağına biniyor!..
Kirkor hayretle:
-Güneş keçi yavrusuna biniyor?
-Evet ... O binsin ... Ben sana sonra bineceğim ...
Agop-Ben gidoorum. Bir araba çağırayım. ( Kirk or'un
kulağına ) Güneş keçi yavrusuna biniyor, baba da sana
binecek. Fakat dikkatinde ol boğazını sıkmasın. Bu herif
sandığımızdan daha divanedir.
Oğlak.
43 | {
"page": 48,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
7
Hayvanların alınlarının üçgenleri, kuyrukları, yelderi
muayene edilip uğursuzluktan uzak oldukları belli olduk
tan ve araba önünde yine beş-on dakika eşref saat bekle
dikten sonra binerler ...
Hobyar'daki evin önünde dururlar . Çat çat kapı ... Yine
Ermeni'nin biri babayı yüklenir. İçeri girerler. Taşlıktan
birkaç kadın sesi birden kopar:
-Aaa efendiyi arkada getiriyorlar. A zavallı adam
ne oldun? Her adımda eşref saat beklerken yine bir
uğursuzluğa mı uğradın? Lahur, Mahur, efendiyi odasına
çıkarınız ?
Agop büyük bir hayretle Kirkor'un kulağına:
-Zo şaşırdım. Bu karı adımızı nereden biloor?
Kadın - Ben sizin adınızı bilirim. Siz buraya gelmez
den evvel efendi sizi fal kitabında buldu. Akşama beraber
alıp eve getireceğini söyledi. Biriniz Lahur'sunuz, biriniz
Mahur... İnsan şekline girmiş melekler ... Evimize uğurlar,
kademler getirdiniz ...
Kirkor yavaşça Agop'a:
-Ya bunların evcek topu da divanedir veyahut kim
biz delirdik Bu baba tekin bir adam değildir. Bize melaik
diyorlar. İçime şüphe geloor ki acaba öyleyiz deyi? .. Hiç
haberimiz yok iken biz fal kitabına nereden girmişiz? Ne
köpoğlu iştir? Dur bakalım sonu ne çıkacak ?
Babayı odasında bir sedirin üzerine uzatırlar . Kısa
boylu, üzüm gözlü, beyaz, yuvarlak, kanı sıcak, otuz beşlik
bir hanım başörtüsüyle ortada dolaş ır ...
Hanım -Lahur, Mahur karnınız aç mı? Söyleyiniz.
Sıkılmayınız. Burası yabancı yer değildir.
Mahur - Hanımefendi açlıktan bağırsaklarımız mani
bağırıyor . Efendi Baba'yı Binbirdir ek'in ta dibinden dünya
yüzüne kadar sırtımda çıkardım. Hayvana binerken bir
dua okunurmuş ... İşte onu okudu. Sırtıma çıktı ...
Hanım -Altın buzağı definesi ne oldu?
44 | {
"page": 49,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
Lahur-İstavrozu bulmak için birbirimizin üzerine çık
tık. Çocuğuyla beraber mavi gözlü bir herif geldi.
Hanım -Gözbebeğinin ortasında kedigözü gibi sarı elif
vardı ...
Mahur -Hanımef endi sen de bizle beraber idin ? Ne
biloorsun?
Hanım - Ben bilirim ... Artık o altın buzağı definesi cılk
oldu ... Şimdi başkasına bakalım. Siz artık efendinin yanına
kapılandınız. Burada karnınız doyar. Cepterinize para dolar.
Daima efendiyle beraber bulunur, ne derse onu yaparsınız.
Bu adam büyük efsuncudur. Nihayet yerden büyük bir defi
ne çıkaracağından emin olunuz. Onun yanında siz de ihya
olursunuz.
Mahur -Büyükanarn ürüyasında görmüştü. Benim
pek zengin bir adam olacağıını söyledi ... İplik bükmekten
ekmeğimizi pek çıkaramooruz. İşte bize de böyle bir yağlı
kapı lazımdır ...
Ermeni delikanl ıları Efsuncu'ya kapılandılar ... Mükem
mel karınları doyuyordu. Cepleri, vaat edildiği gibi pek
parayla dolmuyordu ama büsbütün harçlıksız da kalmı
yorlardı. Lakin evin içinde bazı sırlar döndüğünü Ermeniler
hissettil er.
Zeynep Hanım, Enveri'nin ikinci karısıydı. Birincinin
vefatında bir kız kalmış, Mevlüde. Şimdi on dokuz-yirmi
sine basmış, üvey ana, üvey kız aralarından su sızmaz bir
muhabbetle bağlaşmış lar. Şeytan kulağına kurşun, pek iyi
geçiniyorlar ...
Efsuncu Baba bir budala, bir deli, pek derbeder kafalı
bir mahlfık olabilir. Fakat Zeynep'le Mevlüde şeytana ben
ziyorlardı. Bu mecnunun inandığı tuhaflıklara onların da
gerçekten inanmalarına ihtimal verilemezdi. Lakin neden
inanır görünerek adamcağızı bütün o deliliklerinde teşvike,
cesaretlendirmeye uğraşıyorlar dı?
Ermeni delikanlılarının zihinleri bu noktadan gıcıklan
maya başladı.
Bir gün Mahur, arkadaşına:
45 | {
"page": 50,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
-Bizi buraya gökten inme bir melaik deyi kabul ettiler ...
-He ...
- O karılar bilmezler mi ki biz melaik olmaktan çok
uzak çapkın, cenabet, günahkar haytalarız ...
-Neme gerek? Melaik deyi bizi bunda ikrama koy
dularsa hayır biz şeytanız diyecek değiliz a!.. Hiç ağır bir
iş yoktur. Yer içer bunda otururuz. Fakat bu evde bir sır
dönoor. Define mefine der iken bu işin dibinden bir gün bir
kıyamet patlayacak ... İnanırsın ki bu herif sonunda yerden
bir define çıkarsın .. .
-Kim bilir? Ne yok diyebilirim ne he diyebilirim. Baka
lım kısmetimize ne çıkacak?
Lahur ile Mahur'a hanenin selamlık tarafından bir oda
vermişlerdi. Orada yatıp kalkıyorlardı.
Enveri kütüphanesinde geceliyor, hangi saatlerde uyudu
ğunu kimse bilmiyor, bazı akşamlar zangoç gibi sabahlara
kadar sofalarda dolaşıyor, vakitli vakitsiz karısının, kızının
oda kapılarını vurarak onlardan münasebetli münasebetsiz
şeyler soruyordu.
Bir gece Efsuncu fare kaçırmış kedi gibi evin safaların
dan koşup merdivenlerinden inip çıktıktan sonra bitkin
bir halde Lahur ile Mahur'un kapısını vurdu. Delikanlılar
gözlerini ovuşturarak derin uykudan kalktılar .
Ermenileri kollarından dışarı çekerek:
-Lahur, Mahur bana yardıma geliniz ...
-Ne var ki?
-Hayalet kaçırdım ...
-Nereye kaçırdın? Donuna kaçırdın ?
-Ben bazı mesele sormak için hayalet davet ederim.
Bilirsiniz ya hayaletler cism-i latifl olur. Onlar rüzgar gibi
yürürler. Bu adeta pat pat koştu. Kaçarken merdivende
ayağı sendeledi ... Küt düştü. Yine kendini topladı. Arkasın
dan koştum. Bir gölge alt kat penceresinden bahçeye atladı.
-Hırsız olmasın?
Beş rluyuyla kavranamayan cin, peri, melek vb bedensiz varlıklar.
46 | {
"page": 51,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
-Hayır evin her tarafı efsunlu, tılsımlıdır . Buraya hırsız
giremez ... Bazı insanlar "gizlenme ilmi" ile madde halinden
ruh haline geçerler ... Gözlere görünmez olurlar. Onlar seni
görürler, sen onları göremezsin... Bu ilmin sırrına ben de
vakıfırn. İstesem şimdi gözlerinizin önünden kaybolurum.
Beni göremezsiniz. Fakat ben sizi görür, işitirim. Bazı geceler
haberiniz yokken odanıza girerim. Bütün söyledikterinizi
dinlerim. Siz kendinizi yalnız zannedersiniz. Hiçbir şeyden
haberiniz olmaz ...
Kirkor büyük bir telaş ve ürkmüş gözlerle:
-İhtiyar hep bu lafları sahi söylüyorsun? Bizim oda
mıza gece geldin? Ne edip ne konuşur isek görüp dinledin?
-Dinlemedim. Çünkü siz melek iken bedene girmiş
ruhlarsınız. Sizde kötülük, sapkınlık olmaz. Şimdi siz beni
dinleyiniz. "Gizlenme ilmi"nde bir dua vardır. Onun bir
noktasını yanlış okuyan ruh halinde iken vakitsiz olarak
bedene bürünür ... Zannederim ki bu kaçırdığım hayal o
türdendir . Bana ruben konuştu. Konuşurken istemeden
bedenlendi ... Sonra kendini bildirmernek için önümden
kaçtı. Aman arayalım. Şimdi bahçede olsa gerek. Bahçe
efsunlud ur. Bir yere kaçamaz.
Mahur -Efendi Baba cisimden ruha girmek, ruhtan
tekrar kalıba oturmak, göze görünmek, görünmemek,
şeytan olmak, insan olmak böyle laflardan biz hiçbir
şey ağnamayız ... İnsan dayima göze görünür ... Geberirse
gömülür. Bir de ruh vardır diyorlarsa insan mefat olunca
bu da mezarda oturur? Nereye gider? Bilmiyoruz. Fakat
lafı uzatmayalım. Bahçede tutulacak bir adam varsa haydi
yakalayalım ...
Bir el feneriyle üçü bahçeye çıkarlar. Köşeyi, bucağı,
ahırı, kümesi, ağaçların altını üstünü hep ararlar. Bir şey
bulamazlar ...
Nihayet bahçeden sokağa açılan üç kapının muayenesi
esnasında bunlardan birinin sürgüsü ve kol demiri açılmış
olduğunu görürler ... O aralık evin pencerelerinden bir ınınltı
duyarlar .
47 | {
"page": 52,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
Ermeniler kapıyı göstererek:
- Baba işte ispatı üzerinde senin ruh dediğin meret bu
kapıdan çıkmış gitmiş ... Besbelli burayı efsunlamaya unut
muş olmalısın ...
Enveri cebinden bir tebeşir çıkarır. Kapının üzerinde bir
remil atarl ... Düşünür. Söylenir.
Lahur-He baba, o yaptığın saka tebeşiri hesabındal
ne diyor?
Baba -Bedenlenmiş hayaletin buradan çıktığında şek3
vardır ...
Mahur -Eşek vardır, katır vardır, bize inan ol ki o
köpoğlu hayalet bundan çıkmıştır ...
Eve girerler. Enveri harerne çekilir. İki Ermeni odalarında:
-Ey Mahur bu işe ne dersin?
-Ben çoktan çocuğun adını koydum.
-Nekoydun?
-Bu eve giren ne hayalattır, ne ruhtur, ne de hırsız ...
Bir idare lambasının isli, kasvetli kör aydınlığına gömülü
odanın bir köşesinden Efsuncu Baba'nın sesi:
- Ruh değil, hayal değil de ya nedir?
Lahur nefesini yutamaz bir helecanla:
-Oh Meğa,4 baba sen bundasın ?
Köşeden bir perde kımıldadı. Efsuncu koca sakalıyla
meydana çıkarak:
-Buradayım ... Ben gelip sizi dinlerim dememiş miy
dim? "Gizlenme ilmi" ile gözlerden sır oldum. İşte şimdi
görünüyorum ...
Mahur hayretler içinde titreyerek:
-Ah baba sen erenlerin ereniymişsin. Biz ağnayamadık.
Affet ...
-Bu eve gelen hayalet değil de ya nedir?
Lahur köpek gibi yaltaklanarak:
Remil atmak: Nokta ve çizgilere dayanarak fala bakmak.
ı Osmanlı'da su hizmeti veren sakalar, getirdikleri suyun hesabını evin
kapısına tebeşirle işaretieyecek tutarlardı.
3 Şüphe.
4 (Enn.) Hay Allah, aman Allahım.
48 | {
"page": 53,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
-İşte ben de ona düşünüyordum ...
-Ne olabilir?
- Baba efendimiz elbette siz bizden eyi bilirsiniz? Ne
haddimize ki biz bu işi kefşe oturalım ...
-Her sınıf mahlukat birbirine düşmand ır. Ben beden
sizleştiğim vakit benim onların içinde düşmaniarım vardır ...
Fesat karıştırmaya evime geliyorlar ...
Ermenilerin ikisi birden:
-He evet ... Evet hiç şüphesiz ki dediğiniz gibi olacak ...
-Kalbinizi "amentü" den1 ayırmayınız ...
-Başüstüne. Hiç meraka kalmayınız ...
-Geceniz hayırlar olsun ...
Efsuncu Baba ağır ağır yürüdü. Oda kapısından çıktı ...
Ermeniler bilinmez bir kuvvet karşısında sinmiş kaba-
hadi iki çocuk gibi garip ürpertiler içinde aval aval birbirine
bakakaldılar .
Agop en pes sesiyle:
-Zo bu ne iştir?
-Küçük dilimi yuttum ...
-Ben büyüğünü dolma gibi ısırdım ...
-Bu herif istediği vakit insan oloor. İstediğinde irüzgar
ol oor.
-Sus ol. Belkim yine bunda yanımızda dır. Bize dinloor ...
-Keramet keramet derler idi de boş laf deyi ben inan-
maz idim.
-Ey şimdi inandın?
- Zo sen inanmadın ?
- Fikrim dibime kaçtı ...
-Görmors un? İşte bu herif evliyadır ...
-Evliya ola idi bizi melaik sanır idi hiç?
Bir müddet derin derin düşünürler . Yükün içini, perde
aralarını, kapı arkasını, odanın her tarafını gözden geçirir
ler ... Bir şey anlayamazlar .
İslam dininin al n temel inancını ifade eden "Allah' a, meleklerine, kitapla
rına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere ve hayıra ve şercin Allah'tan
olduğuna inandırn" anlarnındaki cümlenin ilk kelimesi.
49 | {
"page": 54,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
Agop - Kirkor bu işin içinde bir orostopoğluluk vardır.
Kirkor şaşkın şaşkın etrafına bakınarak:
-Zo babanın evliya olduğuna inanmoorsun?
-Kaç defa söyleyeyim? Zo eğer kim evliya ola idi inanır
idi ki biz melaikeyiz?
-Bizi bu evin karıları da öyle sanırlar. Onlar da buda-
ladırlar dersin?
-Sanmoorlar . Öyle sanoor görünoorlar ...
-Ne için?
-Ne için? Bilirim ben?
-Bu işin kokusu sonram dert yapacak. Melaik deyi
bize bir kazık atacaklar ucu burnumuzdan çıkacak ...
Yine düşünürler . Agop ilk şaşkınlıktan ayılmaya uğra
şarak:
-Çocuk olma Kirkor, etten kemikten çatılmış bir insan
püfff deyi göz önünden kaybolur hiç?
-Nasıl kaybolduğunu deminden görmedin?
-Gördüm fakat budala sandığımız adam bize menşurl
bir hakkabazlık oynadı ...
-Nasıl?
-Sanorum ki biz odaya girmezden evvel o, girip perde
arkasına saklanmıştı. Çünküm Hacivat gibi perdeden çıktı.
-Böyledir demeye cesaret edoorsun?
Agop gidip oda kapısını sürmeleyerek:
-Edoorum. Evliya ise bir daha çıksın göreyim.
Yük kapısı tarafından ufak bir gıcırtı olur. İkisi de
heyecanla susarlar. Gözleri büyüyerek, göğüsleri ine çıka
beklerler . Gıcırtı kesilir. Hiçbir ses duyulmaz. Hiçbir hareket
görülmez. Lakin gecenin belirsiz bir korku veren karanlık
sessizliği yine şüphelerini gıcıklar ...
Agop titrek bir telaffuzla:
-Kirkor, o, yine bundadı r. Bize dinloor. Bakalım ken
disinin üzerine fena bir laf edeceğiz? Etmeyeceğiz ? Ona
bekloor ...
ı Meşhuı; bildi!<.
so | {
"page": 55,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
Uzun müddet gecenin sessizliğini dinlerler . Babanın ruhu
bedenlenmez. Efsuncu ortaya çıkmaz. Lakin onun bu kera
metini kabul etme veya reddetme konusunda kararsız kalır
lar. Belki işitir korkusuyla acı, alaycı bir söz söylemekten
çekinerek şüpheler içinde döşeklerine uzanırlar.
8
Ertesi sabah bu iki Ermeni delikaniısı arasında, Efsuncu
Baba -evliyadıı; değildir- şeklinde bir iddiadır başlar. Ger
çeğin kesin olarak belirlenmesi için yeni bir keramet olayını
beklemeyi uygun görürler ...
O geceden sonra Efsuncu Baba birkaç gün hiç meyda
na çıkmaz. Ermenilere yemek, tütün parası beş-on kuruş
harçlık verirler. Ve karşılığında onlardan hiçbir hizmet
istemezler .
Oturmaktan canları sıkılan Lahur ile Mahur bir gün
harem den:
-Efendi Baba n eredir?
diye sormaya cesaret ederler ve:
-İtikafa ı girdi ...
cevabını alırlar. Bu kelime onlara bilmece gibi bir sözden
başka bir mana ifade etmez ...
Büyük bir merakla birbirinden sorarlar:
-Zo "itikaf" neresidir acep?
-Hamamdır? Kilerdir? Yoksam bir ayıplık yerdir? Ne
bilirim ben. Şimdiyecek hiç duymadığım bir laftır ...
Sokağa çıkmak için hanımdan izin isterler. Bu müsaade
akşama mutlak yine oraya dönmeleri şartıyla esirgenmez ...
Çıkıp gezerler. Akşamları yine gelirler. O aralık Ebulfazl
Enveri ailesi mühim bir meseleden dolayı büyük bir üzüntü
geçiriyordu.
Mevlüde'yi Nurullah Hasip isminde bir genç taşkın bir
ateşle seviyoı; kız da aynı şiddetli muhabbetle karşılık veri-
Bir yere kapanıp dışarıya çıkmadan yalnızca ibadetle meşgul olma.
51 | {
"page": 56,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
yor, fakat Efsuncu Baba bu evliliğe razı olmuyordu. Çünkü
öncelikle İstibaresi uygun gelmemiş, ikinci olarak babanın
"Şahısname" diye adlandırdığı kitabın tariflerine göre
Nurullah Hasip'in yüz ve beden yapısı hiçbir uğur ifade
etmiyormuş, üçüncü olarak da evlilik talebi astronominin
aşırı uğursuz bir zamanında gerçekleşmişmiş.
Nurullah Hasip serbest kafalı, açık fikirli bir zamane
genci olduğundan bu boş, bu gülünç bahaneler karşısında
yılmıyordu. Efsuncu'nun taassubunu kırmak yahut onu
kandırarak amacına ulaşmak için her türlü mücadeleye
karar vermişti ...
Dört beş gün sonra Efsuncu Baba elinde yeni bir tıl
sımnameyle itikaftan çıkar. Bu mübarek kitap ne Bizans
Devri'nden bahis açıyor, ne de okuru Hint'e, Çin'e gönde
riyor. Define, tılsım, hep İstanbul 'da. Enveri'nin derlesinden
kalma sayfalarını güveler yemiş kitaplara nazaran bundaki
bilgiler hemen dumanı üstünde denecek kadar taze. Adeta
yirmi beş-otuz senelik bir şey ... Çıkacak define ne altın buza
ğı, ne de Ortaçağ'dan kalma sikkeler. Sultan Hamid'in sal
tanatının ilk zamanlarına ait tuğralı, bizim sarı liralarımız ...
Fakat hayret! Nasıl olmuş da Enveri öyle değerli bir
eserin kütüphanesindeki varlığından o zamana kadar haber
siz kalmış. Zannolunur ki mucizeli bir el, o günlerde bu
mübarek tılsımnameyi getirmiş, babanın el uzatacağı bir
rafa koymuş... Şüphe yok bunda doğaüstü bir işaret, bir
keramet var ...
Kitap nesih kırmasıl bir yazı ve lal2 ile yazılmış. Sayfa
ları çok değil, ifade sade ... Yalnız şaşılacak tarafı, bunda da
Lahur ile Mahur isimli iki melekten bahsolunması dır. Oku
nacak tarifiere harfiyen uyulduğu takdirde bilimin ve insan
aklının kabul etmeyeceği birtakım harikalar gösterileceği
vaat olunuyor ...
Bu tılsımname adeta küçük bir roman ...
İşte özetle içeriği şöyle:
Hac sanannda, özellikle yazma ve basma eserlerde yaygın kullanılan bir
yazı türü.
ı Kırmızı mürekkep.
52 | {
"page": 57,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
Abdullah Karuni namında Şamlı bir tüccar İstanbul'a
geliyor. Birkaç mühim büyük ticaret evi açıyor. İşleri o kadar
yolunda gidiyor ki büyük bir servet yapıyor. Hakikaten
Karun'a dönüyor . İstanbul'da kendi yaşına uygun olmayan
bir kadın seviyor. Dostlarının şiddetli eleştirilerine rağmen
onunla evleniyor.
Abdullah Karuni'nin ölmüş ilk karısından bir de yetişkin
oğlu var. Mehmet Karuni pek yakışıklı dört kaşlı bir civan ...
Alışıldık olan, üvey ana ile evlat arasında geçimsizlik olma
sı ise de bu ikisi pek iyi geçiniyorlar . Birbirinin sözünden
çıkmıyorlar, sevişiyorlar . Bu fazla muhabbet pederin biraz
yüreğini bulandır ıyor. Fırsat düşürüp düşürüp gözetlerneye
başlıyor. Nihayet bir gün ikisini uygunsuz bir şekilde sarmaş
dolaş halde yakalıyor . Fakat bu baskının dosta düşmana
karşı duyulmasından çekindiği için rezaleti hazma mecbur
oluyor ... Lakin ıstıraba uzun müddet dayanamıyor . Hastala
nıyor. Ali Hacip isminde sadık bir uşağım döşeğinin yanına
çağırıyor. Onu İbnülmahşur adında huddamlı ı bir Mağri
bi'yi2 bulmaya gönderiyor . Hacip hastadan aldığı talimat
mucibince hareket ederek birkaç hafta sonra huddamlıyı
döşeğin önüne getiriyor .
Abdullah Karuni, İbnülmahşur'a diyor ki:
-Bütün mallarımı nakde çevirecek ve tılsımiayıp göme-
ceksin. Kanınla oğluma bir kuruş bırakmayacaksın.
Derviş soruyor:
-Bu para sonsuza kadar gömülü mü kalacak?
-Hayır, yirmi beş-otuz sene sonra hayırlı birinin eline
geçmek üzere tılsımlayacaksın.
Mağribi, hastanın arzusunu yerine getirir. Tılsımname
yedi kat muşambaya sarılmış bir kitap şeklinde Hacip'e
teslim olunur ... İbnülmahşur sadık hizmetkara şu talimatı
verır:
Huddamı olan. Huddam, cin çağıran hocaların belli dualar okuyacak
kendilerine bağladıkları ve istedikleri hizmeti gördürdükleri cin veya cinler.
ı Afrika'nın, Mısır dışındaki kuzey ülkelerinin halklarından olan kimse,
Mağripli.
53 | {
"page": 58,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
-Vefatının yaklaştığını hissettiğİn vakit sen de bu kitabı
bir ehline vererek ona aynı talimatı vereceksin. Yani o da
bunu ölümünden evvel, güvendiği başka bir kimseye teslim
edecek. Ve hiçbiriniz tılsımı bozarak defineyi çıkarmaya
kalkışmayac aksınız. Kitabı yalnız emaneten muhafaza ede
ceksiniz. Bir gün kitap onu taşıyan adamın üzerinden kendi
kendine kaybolacak ... Ve gidip defineyi çıkarmayı hak eden
zatın kütüphanesine girecek ...
Hasta vefat eder. Derviş seyahate çıkar. Hacip muşamba
lara sarılı tılsımnameyi muska gibi boynuna asar.
Müteveffa Abdullah Karuni'nin ka rısıyla oğlu bu
işte büyük bir hile sezerek Hacip'i yakalarl ar. Davalara
kalkarlar . Mahkeme mahkeme süründü rürler. Lakin işin
aslını öğrenmeyi başaramayınca, sonunda çirkin bir cina
yet iftirasıyla sadık hizmetkarı yedi sene hapse mahkum
ettirirler.
Dindar Hacip bu felakete tevekkülle boyun eğer. Kim
seyle görüşmez, muskayı boynundan ayırmaz. Beş vakit
narnazına beş daha katar. Kendisinin mühim bir işi yerine
getirmekle yükümlü olduğunu hisseder. Gece rüyalarında
kendisine bazı sırlar açıklanır .
Mahpusluğunun üçüncü senesinde hastalanır . Boynun
daki muskayı mahpus arkadaşlarından hangisine teslim
edeceği konusunda şaşkınlık yaşar. Etrafında hiç güvenilir
bir yüz göremez. Nihayet istihareye yatar. Alem-i manada ı
ak sakallı bir ihtiyar görünür. Kendisine şu tavsiyede bulu
nur:
-Üç güne kadar hapishaneye hafif bir mahkumiyetle
Beşir Anberi isminde bir mahkum gelecektir. Muskayı ona
teslim et.
Hakikaten de rüyada söylenen şey üç gün sonra aynen
gerçekleşir. Hacip tılsımnameyi Beşir Anberi'ye teslim eder.
Kendi de Cenabıhakk'a yürür ...
***
Rüya alemi.
54 | {
"page": 59,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
Bu açıklama tılsımnameye eklenmiş. Kimin eliyle? Belli
değil... Ve bu kitap nasıl Ebulfazl Enveri'nin kütüphanesin
de ortaya çıkıyor? Burası da karanlık ... Fakat Efsuncu Baba,
Mağribi derviş İbnülmahşur'un defineye sahip olmaya layık
bulduğu zatın işte kendisi olduğunu ve dolayısıyla kitabın
bir manevi elle getirilip kütüphanesine bırakıldığını iddia
ediyor.
Asıl tılsımname metni de şudur:
Ve dahi biline ki Arabi aylar dan bir inin cumart esiye rast
gelmeyen yedinci gece sinde insan suretinde meydana çıkan
Lahur ile Mahur adlı melekler eşliginde takva sahibi, namazı nda
niya zında bir zat yola düşeler. Beraberleri ne on kulaç uzunlugun
da kalın, sa!)lam bir urgan, bir küçük fener, bir buhur dan, bolca
ödagacı, bir küçük ibrik ve bir dolu gülabdan 1 ala lar.
Yol boyu nca rastlay acakları tanıdık lar ile selam ve kelam
etmeksizin Topka pı'dan surdışına çıkalar . Gidiş yönlerini T akkeci
Mahal lesi'ne çevirip tekke civa rına yaklaştı klarında kalın birer
yag lık2 ile kendi gözlerini sıkıca baglayıp birbir inin eller inden
tutarak bekley eler.
Ermişler den bir zat gelip en öndek inin elinden tutarak bu üç
gözü bag lıyı yarım saat süren bir yere kadar yedecek3 ve orada
"Azat"4 kelimesi ni söyl edik ten sonra çekilip gide cek ... Yed inde
gidildi!)i sırada asla yag lıgı sıyırıp yeden zatı görmek mer akına
kalkışılma ya. Zira Allah esirgesin bu meraklının gözler inin hemen
kör olması kesindir.
Bu üç kişi orada fenerlerini yakıp batıya dogru yürüyeler. Üç
ihtiyar incir a!)acı göreler. Bu agedarın arasında bir tahta sandık
vardır. Kap a!)ın açıp içinde mahpus bulunan üç kaplumb a!)ayı
dışarıya salıverip azot edeler. Biraz daha yürüdük ten sonra bir
dut agacına rast gelir ler. Bu a!)acın altında uzun bir yılan yatar.
Yılan ölüdür korkmay alar. Bu yılan ölüsünü yedi parça edip
beraber alalar.
ı Gülsuyu serpmek için kullanılan cam ya da madenden yapılan küçük kap.
2 Sırma işlemeli, büyük mendil, çevre.
3 Beraberinde götürecek.
4 Serbest.
55 | {
"page": 60,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
Bu defa kuzeye do9ru yürüyeler. Yed i bin adım mesafe
kat ettikten sonra koca a9ızlı ve derin bir kuyuya rasrlaya lar.
Ve orada fenerler ini sönd ürüp kuyu nun a9zında işbu duayı
okuyo l ar:
"Eyyühô'r-ravzu a'tini tarika n, ene uridu'l-mürura bey
ne'kısedi ve'n- nemr i ve ene eyyü hô'l-hayvô nôtü'�mü
bôreke sadike n lekü n. Felô takti 'nen i ezben ezebô
ve beyyin li keyfe ezhebu ilô köskü' z-ze hebi f&inneni
se-e' huzu't-tılsıme min e'nôk u'�hammômô ti'�beyzi ellôti
fi kafe si'kılmôs" l
Ve sonra urganın bir ucunu Mahur 'un beline sıkıca ba9layıp
di9er ucunu oradak i incir a9acına sarar ak ve yava ş yavaş dua
yı serifi okuyara k onu kuyu nun ta dibine i ndireler ve üzeri ne yedi
parça yılanı birer birer atalar .
Kuyunun a9zı nda buhur danda öda9acı ve küçük ibrikler
yakalar ve daima içerüye gülab dandan güzel kokular serpe ler. ..
Mahur dilinden dua-yı şerifi hiç bırakmaya . Orada en büyük
dünya mak amına ere. Söyle ki:
Kendisini aydınlık , güne şli, ferah, sonsuz bir çayı rlıkta bula
cak ve ileriye bakınca pek heybetli bir aslan ile bir kaplan
görecektir. Korkm asın, dua yı okuyarok bu iki mübarek hayv anın
ortasından geçsi n.
Aslan ile kaplan Mahur 'a bir yönü isaret edecekler dir.
O tarafa yürüsün, yürüsün, önüne bir altın kösk çıkar. Köskü n
açılmış zümr üt kapısı nın iki kanadı yonında iki peri yüzlü güzel
durur. Onlar a selam verip yürüye, bu altın kösk ün süslü tava nın
da asılı elmas kofesin içinde beyaz güvercinler vardır. Tılsımna
me onların boyu nlar ında asılıdır . Duoyı okuya rak tılsımiar ı alıp
geriye döne. Definenin nasıl bulunup çıkar ılaca9ı işbu tılsımna
mede açıklanmış tır.
Ey çayırlık bana bir yol göster, aslanın ve kaplanın arasından geçmek
istiyorum ve ey mübarek hayvanlar sadık olun ve bu önemli işte yolumu
kesmeyin ve bana Altın Köşk'e nasıl gideceğimi açıklayın ki mutlaka elmas
kafesteki beyaz güvercinterin boyunlarından tılsımı alayım.
56 | {
"page": 61,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
isbu talimat gereg ince hareket edile. Asla kalbe sek ve şüphe
götü rülme ye ...
Ebulfazl Enveri, hayal dünyası bakımından Bin Bir Gece
Masalları 'nı sönük bırakan bu satırları okuyunca kalbine
hiç şüphe getirmedi. Olağanüstü önemi nedeniyle mese
leyi mümkün mertebe ailesi halkından gizli tuttu. Fakat
tılsımı çözmek için anahtar hizmeti görecek olan Lahur ile
Mahur'a açılmaya mecburdu. Bu Ermeni meleklere, manevi
bir elin kütüphanesine bırakmış olduğu tılsımnamenin anla
mını satır satır açıklayıp da bu işe sıvanmak lazım geldiğini
söylediği vakit, delikanlılar Efsuncu Baba'yı bütün bütün
çıldırdı zannıyla karşısından kaçmak istediler. Lakin bu
aptal adamda bazen en akıllıları büyüteyecek bir efsunkarlık
baş gösterirdi.
Gözlerini süze süze uzun sakalım sıvazlayarak:
-Çocuklar, dedi, siz kendi mübarekliğinizi bilmiyorsu
nuz. Böyle işlere daima şeytan karışır. İşte lanet olası İblis
kalbinize kuruotu koydu. Bu şeytani kuruotuları atınız içi
nizden ... Bu hazineyi aramızda bölüşeceğiz. Size helalinden
binlerle binlerle altın hisse düşecek. Bu altmış yıllık kafam
ve bu beyaz sakalımla, Allah esirgesin, ben sizi zararlı bir
yola iter miyim? Dünya yüzünde öyle kutsal kuyular mev
cuttur ki bunların içinden cennete cehenneme yol vardır.
Erenlerden bazıları bu yolla ahrete gidip gelmişlerdir .
Enveri iddiasını ispat için birçok kitap ismi sayıp hariku
lade olaylar anlattıktan sonra devam etti:
-Biriniz işte böyle mübarek bir kuyuya inecek. İkimiz
elimizde iple kuyunun ağzında bekleyeceğiz ... Bunda korka
cak bir şey yok . Şeytan sizin melek gözlerinizin önüne perde
geriyor ... Yırtınız perdeyi, kovunuz melunu ...
Cahil Ermeniler bu ikna edici sözlere bütün bütün kapıl
masalar da yavaş yavaş kendilerinde bu sözleri büsbütün
redderlecek kuvveti de kaybediyorlardı. Anaları, babaları,
papazları onlara küçüklüklerinden beri buna benzer birçok
mucizeler anlatmamışlar mıydı? Dolayısıyla bu masalın
57 | {
"page": 62,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
yüzde beş doğru olması ihtimali yok muydu? Beline ip
bağlayıp da geniş ve kuru bir kuyuya inmek o kadar kor
kulacak, tehlikeli bir iş de değildi. Geçim belasıyla şimdiye
kadar bundan yüz kat belalı şeylere girişmişlerdi. Define
çıkmasa bile bu emek ve fedakarlıkianna karşılık Baba'dan
beş-on lira koparacaklarına da şüphe etmiyorlardı. Bu yüz
den tılsımname gereğince harekete karar verdiler.
9
Bir Arabi ayının sonundaydılar . Girecek Arabi ayın
yedisi cumartesine rastlamayacağını hesapladıktan sonra
on kulaç uzunluğundaki kalın ipi, küçük feneri, buhurdan
lığı, gülabdanlığı, küçük ibrikleri, ödağaçlarını hazırladılar .
Belirlenen vakti beklediler .
Ayın yedisi bir cuma gecesine rast geldi. Bu güzel tesa
düfü Enveri büyük bir uğur saydı.
Yatsıdan sonra insan suretinde görünen melek ile takva
sahibi, namazında nİyazında olan zat Hobyar semtin
den Topkapı'ya doğru yola koyuldul ar. Kime rastlasalar
başlarını öbür yana çevirdiler . Kendilerine hitap edenlere
cevap vermediler . Takkeci Mahallesi yolunu tuttular. Tekke
civarına yaklaşınca körebe oynamak zamanı gelip gelme
diğini birbirinden sordular . Küçük bir görüşmeden sonra
ceplerinde bu iş için hazırlanmış kocaman kalın yağlıkları
çıkardılar . Herkes kendi gözünü kendi bağladı. Kendilerini
yedip götürecek ermişin teşrifini beklemek üzere mezarlık
duvarının önüne sıralandılar .
Mahur kendi anadiliyle melek kardeşine şöyle fısıldı
yordu:
-Zo bu divaneye uyduk. Gözlerimizi kendi elimizle
bağladık. Kurbanlık koyun gibi bunda beklooruz. Bizi
götürüp kuyuya atacaklar? Ne yapacakl ar? Gelecek herif
belkim bundan daha delidir.
58 | {
"page": 63,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
Ebulfazl Enveri melekleri kollarından dürterek:
-Burada dünya kelamı caiz değildir. Birbirinizle söyle-
meden konuşunuz ...
Lahur -Zo söylemeden konuşulur hiç?
Enveri - Kalp lisanıyla söyleşiniz ...
Mahur-Kalıp lisan bu da hangisidir?
O esnada Enveri'nin eline bir el yapıştı. O da Lahur'un
elinden tuttu. Lahur da Mahur'unkinden ... Hoygoygoycu
luğal çıkan torbalı körler gibi birinin ayağı bir taşa çarpıp
sendeleyince üçü birden sarsıla sarsıla yürüyorlardı.
Gittiler ... Bu körebe adımlarıyla hayli yol aldılar. Yedek
çileri ermişin de mi gözleri görmüyord u? Tümsekiere çatı
yorlar, çukurlara girip çıkıyorlar, vücut vücuda, kafa kafaya
karambol yapıyorlardı.
Mahur'un içini kurt yemeye başladı. Kendilerini çekip
götüren ermiş ne şekilde bir mahlfıktur. Onu görmek için
yüreğinden kabaran merakı yenerneyecek bir hale geldi ...
Gözlerindeki kalın mendili biraz sıyırıp bakabilirdi. Lakin
bakmak cüretine kalkanın derhal kör olacağı haber veril
mişti. Bu müthiş tehdide rağmen Ermeni mendili azıcık
gevşetmek için el kaldırdığı esnada parmaklarının üzerine
sessiz fakat bir çekiç gibi katı, adeta cildinin üzerine kan
oturtan bir yumruk yedi. Ermenice bir küfür mırıldanarak
elini çekti. O zaman anladı ki kendilerini yeden ermiş bir
kişi değildir ve hepsi de pehlivan kuvvetinde kimselerdir .
Mahur'un yüreğini ciddi bir korku titretıneye başladı
ğı esnada nispeten düzlük bir yerde durdular. Uzakça bir
mesafeden kulaklarına:
-Azat ....
sözü geldi. Bağlarını çözdüler . Hafif bir mehtap altında belli
belirsiz bir kırlık manzarası içinde bulunduklarını gördüler .
Etraflarında kendilerinden başka kimse yoktu.
Eski devirlerde toplu halde dilenen dilencilerden biri, "Gökte melek, yerde
her can ağlar" dedikten sonra, hepsi bir ağızdan "Hoy goygoy canım"
diye makanu tamamlar ağlaşırlardı, bu nedenle bunlara halk arasında
"goygoycular" denirdi.
59 | {
"page": 64,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
Önlerini iyice seçiyorlardı. Fakat tılsımnamenin tarif
lerine uymak için Enveri küçük feneri yaktı. Batıya doğru
yürüdül er.
Hakikaten çok sürmedi, üç ihtiyar incir ağacı gördüler.
Ağaçların düğümlü, yarnru yumru kalın gövdeleri gecenin
esrarlı zemini üzerinde iyice korkunç şekiller alıyordu.
Bunların aralarım aradılar. Tahta sandığı buldular. Kapa
ğım açtılar. İçinde takır takır üç kaplumbağa geziyordu. Bu
mahpusları sandıktan çıkardılar, kıra salıverdiler .
Tıpkı masallarda olduğu gibi tılsımlı kuyuya gidinceye
kadar kitabın haber verdiği şeylerle aynen karşılaşıyorlardı.
Bir hayli daha yürüdüler. Önlerine bir ağaç çıktı. Tılsımna
mede işaret edilen dut ağacı olacak. Etrafı araştırıdarken
Mahur bir nara attı:
-Ah aman Meğa! .. Yılan işte bundadır . Amma da ne
uzun merettir ölüsü boklu. Belkim de daha tastamam ölme
miştir. Yılan kısmısının kırk cam vardır. Otuz dokuzu çıkıp
da biri içeride kalsa yine tekrar dirilir kalkar.
Ermeniler ayaklarının ucuyla yılana vurup kaçarak:
-Zo diridir. Depreşti ...
Enveri zembilde bu iş için getirmiş olduğu iri bir bıçağı
çıkararak en kuvvetli itiraz sesiyle:
-Tılsımname yalan yazmaz. Ölüdür o... Muayeneye
lüzum yok ... Alımz şu bıçağı bu yılarn yedi parçaya ayırı-
mı ...
Lahur sahteliği seçilen bir cesaretle bıçağı eline alıp:
-Tava için kesilen torik gibi şöyle dilim dilim edeyim?
Mahur -He he öyle et... Sonram da saza geçirelim.
Bakalım tava ederiz? Yoksam ızgara veya pilaki?
Lahur yılana ilk temasında iki adım geri sekerek:
-Zo diridir. Titredi. ..
Mahur -Titreyen o değil. Senin elin ... Zo ölüsünden
böyle korkoorsun dirisini göreydin ne yapacaktık?
Lahur - Ben dirisini çok görmüşüm ...
Mahur -Bilirim camm haydi. Şunu yedi parça et bir
görelim ...
60 | {
"page": 65,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
Enveri bıçağı Lahur'un elinden çekip alır. Uzun bir
besınele çektikten sonra yılanı bumbart gibi yedi parçaya
ayınr. .. Parçaları zembile doldurur. Bu defa güneye dönerek
yürür ler.
Baba'nın bu cesaretinden iki melek iyice malıcup olurlar.
Şimdi kuzeye ilerlerken adımlar sayılacak, tam yedi bin
adımlık bir mesafe kat edildikten sonra koca ağızlı bir kuyu
görecekler ...
Yürüyorlar . Yine dünya kelamı yasak. Hiç ağız açmadan
kalp diliyle konuşulacak, daha doğrusu adımları saymaya
odaklanılacak
Ermeniler derin birer düşüneeye vardılar. Tılsımnamede
yazılı şeyler birer birer ve hemen aynen gerçekleşiyordu.
Gözler bağlandıktan sonra yedilme, incir ağaçları altında
ki tahta sandıktan salıverilen kaphımbağal ar, sonra yılan
ölüsü ... Artık şimdi de koca ağızlı bir kuyuya rast gelecekle
rinden hiç şüphe etmiyorlardı.
Fakat hep bu garip şeyler ne demekti ? Bunları düzen
leyen maddi veya manevi eller bulunduğunu inkar etmek
mümkün değildi. Şimdi maceranın en önemli aşamasına,
kuyuya yaklaşıyorlardı. O saate kadar gördükleri acayip
şeylerin herhangi bir insan tarafından düzenlenmiş ve
hazırlanmış olması mümkündü. Fakat bir kuyu dibinden
sonsuz çayırlıklar, cennet bahçeleri, altın köşkler, melekler,
periler, elmas kafesler göstermek, bu ancak peygamberlere
özgü akıl almayan mucizelerdendi. Bütün bu çok garip
şeyler hakikat sahasında ve dünya gözleri önünde nasıl cil
velenecekti ? Enveri'nin ve tılsımnamenin foyaları meydana
çıkmaya çok bir zaman kalmamıştı.
Agop'la Kirkor, iki melek ismi alan bu Ermeni gençleri
herhalde doğaya, akıl ve mantığa uymayan karanlık bir
maceraya doğru gittiklerini hissederek daha yedi bine pek
çok sayı var iken adım hesaplarını şaşırdılar ... Lahur yedi
yüz beşte, Mahur dokuz yüz yirmi ikide kalmışlardı. Fakat
Kasaplık hayvanların kalınbağırsağı.
61 | {
"page": 66,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
sayının ucunu kaçırdıklarını belli etmeyerek Enveri'nin
adımları üzerine dalgın dalgın yürüyorl ardı.
Bu işin zor olduğu kadar tuhaf tarafı Ermenilere Arapça
duayı öğretebilmekte görüldü. Onlara hiçbir anlam ifade
etmeyen ve şivesi telaffuzianna uymayan bu Arapça sözleri
ezberleyinceye kadar zavallılar çok güçlük çektiler.
Hafızalarına geçen duaya deyim yerindeyse aslın bir
karikatürü denilebilir. Başlarını yararak, gözlerini çıkararak
alelacayip bir şeyler telaffuz ediyorlar, fakat bunları herhan
gi bir dille ilişkilendi rmek mümkün olmuyordu.
İçinde ip filan bulunan zembili melekler taşıyor, Efsuncu
Baba önde fener çekiyordu. Fenerin kuvvetsiz ışığı batıya
dönmüş yedi günlük ayın hafif aydınlığına karışıyor, ay ufka
indikçe gölgeleri uzuyor, rüzgarsız bir gecenin hazin sessizli
ği içinde etrafı dinleyerek ilerliyorlardı.
Enveri yedi bin adımı bitirdi. Lakin önlerine büyük küçük
hiçbir kuyu çıkmadı. Hata tılsımnamede miydi, Efsuncu'da
mı? .. H1şa, Mahşuri gibi bir dervişin namı karışan bir kitap
ta yanlışlık olamazdı. Yanılan ancak kendisi olduğuna kesin
olarak hükmetti. Ya ziyade sağa veya sola kaçmış veyahut
adımlarını gereğinden kısa veya uzun atmış olabilirdi.
Geldikleri doğrultudan sağa doğru saparak yüz elli adım
kadar daha yürüdü. Bu defa kutsal kuyu önlerine çıktı.
Kitabın tavsiyesine uyarak Enveri hemen feneri söndürdü.
Enveri önde, iki melek arkada "Eyyüha'r -ravzu a'tini
tarikan" duasını okuyarak kuyunun etrafında dolap beygiri
gibi dönmeye başladılar. Bu tavaf, dua yedi defa tekrar edi
lineeye kadar devam etti.
Enveri, ağzından dünya kelamı çıkmadan, işaretle
Mahur'u çağırdı. Zembilden urganı çıkardı lar. Bir ucunu
Ermeni'nin beline üç kere doladıktan sonra sıkı sıkıya birbi
ri üzerine birkaç düğüm vurdular . Öbür ucunu yakında bir
incir ağacına doladılar .
Zavallı Mahur'un rengi ne kadar attığını karanlıkta
kimse fark edemiyordu. Kuyuya inmeye önceden söz vermiş
olduğu için ses çıkaramıyor, fakat yüreği üç buçuk atıyordu.
62 | {
"page": 67,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
Eğer bu işte başarılı olurlarsa milyonlar kazanacaklardı.
Mahur her şeyden evvel Efsuncu Baba'nın hakikaten bir
mucize adamı olup olmadığını anlamak merakıyla çatlıyor
du. Şimdi birkaç dakika sonra bu hakikare erecekti ...
Kuyunun ağzında buhurdanı yaktılar.
Ödağaçları, küçük ibrikler buram buram tütmeye baş
ladı. Efsuncu Baba bu kocaman çukurun siyah ağzına gül
suları serpiyordu.
Mahur ineceği bu müthiş bilinmez karanlığa eğildi.
Dibini görmeye uğraştı. Göz, geceleri gündüz berraklığında
bırakan katran karası bir uçuruma ka yınaktan başka bir şey
seçemiyordu. Bu tüten buhurlar, serpilen gül suları biçarenin
sinirlerine dokundu. Yapılan bu tuhaf töreni Ermeni genci,
idam edilecekterin son saatlerindeki hazırlıklara benzeterek
titriyordu.
10
"Eyyüha'r-rav zu" duasının üç ağızdan birden tekrarıyla
kulpuna ip bağlı bir kova gibi Mahur'u kuyuya indirmeye
başladılar. Arkasından gül suyu serpmekle beraber yılan
parçalarını da birer birer atıyorlardı.
Bu korkunç hayvanın soğuk cesedi bazen Mahur'un
başına çarptıkça kendini tutarnayıp haykırdığı, gittikçe sesi
derinleşerek işitiliyordu.
On kulaç ipin yaklaşık sekizi kullanıldıktan sonra
Mahur'un dibi bulduğu anlaşıldı. Sekiz-on dakika bekledi
ler. Aşağıdan hiçbir ses gelmedi.
Efsuncu Baba duayı dilinden bırakmayarak buhurdanın
ödağaçlarını tazeliyor, gülabdana kokulu sular dolduruy ordu.
Lahur, arkadaşı Mahur'un bu karanlık iniş yolculuğun
daki akıbetini anlamak merakına yenilecek kuyuya Ermeni
ce bir-iki söz bağırdı, aşağıdan evvela anlaşılmaz ınınltılar
duyuldu. Fakat sonra telaffuz düzelecek ayan beyan şu azar
işitildi:
63 | {
"page": 68,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
-Bu mübarek kuyuda Arapça ve Türkçeden başka dil
konuşulmaz. Cezası büyüktür . İnsan çarpılır.
Böyle düzgün şiveyle cevap veren Mahur muydu? Ses
tanınamadı. Lahur azardan ürktü. Kuyu dibindeki arkada
şını çarpıtmaktan korumak için sustu. Yine beş-on dakika
sessizlikle geçti. Kuyunun ağzındakiler aşağıdan emir bekli
yorlar gibiydi. Nihayet bu emir geldi:
-Duayı kesmeyiniz !.. Gönül bağıyla Hakk'a yalvarınız.
Efsuncu ile Lahur ilahi okuyan okul çocukları gibi birbi
rine kaynamaz iki sesle tütsü kokularıyla beraber dualarını
yükselttiler ...
Zifiri karanlıktan başka bir şey seçilemeyen kuyunun
içinden artık hiçbir ses de gelmiyordu. Yukarıdakiler git
tikçe artan bir merakla duaya devam ederek bekliyorlardı.
Nihayet karanlıktan şu ses yükseldi:
-Elhamdülillah dualarınız kabul olundu. Dille tarife
gelmez, ucu bucağı görünmez bir bahçedeyi m... Burada
ilkbahard ır, güller açmış, bülbüller öter.
Lahur -Zo divane olma. Kuyunun dibinde güller açar,
bülbüller öter hiç?
Mahur -Vallah billah Lahur... Gülhane Parkı bunun
yanında çöplük gibi kalır.
Lahur, Efsuncu'ya:
-Baba bu duyduğun laflara inanoor sun?
-Niçin inanmayayım? Mübarek tılsımname yalan mı
yazar? İşte bütün müjdeler Allah tarafından bir bir gerçeğe
dönüşüyor .
-Tılsımname yalan demese de bizim Kirkor söyleyebi
lir. Çünküm o eski kofticidir .t
Efsuncu öfkelenerek:
-Tövbe et!.. Ağzından kaçan küfre tövbe et. İçine şek
getirme ...
Agop telaşlı bir hayretle:
---:-Tövbe edeyim? içimi eşek bırakmayayım? Fakat efen
dim Kirkor, korkudan aklını kaçırmış olabilir ... Ben aklım
ı (Argo) Sahtekar, dolandırıcı.
64 | {
"page": 69,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
üzerimde iken kuyunun dibinde güllü, bülbüllü bir park
olduğuna inanahilirim hiç?
Aşağıdan Mahur:
-Lahur laflarıma inan ol. Ne üzerine istersen sana
yemin edeyim ki dünya yüzünde görmediğim emsalsiz bir
bahçedeyim ... inanmıy orsan ipi sana göndereyim. İn aşağı
gözlerinle gör .. .
Agop şimdi tereddütle biraz düşündükten sonra:
- İnandım, inandım. Aşağı inmeden burada inanınayı
daha karlı bulurum ...
Ebulfazl Enveri kuvvetli inancını ifade için elini göğsüne
koyarak:
-Asıl iman görmeden inanmaktır.
-Görmeden her şeye inanırsan insanı çok kandırırlar ...
Aşağıdan Mahur:
-Dua okuyunuz, dünya lafı etmeyiniz ...
Efsuncu Baba ile Lahur yukarıdan kör dilenciler gibi
akortsuz bir şekilde okumaya başladılar ...
Aşağıdan:
-Nihayetsiz bir çayırlık ... Güneşler, ayaydın içinde ne
ferahlık bir yer. Ah işte aygır gibi, kocaman bir aslan ile kap
lan, onda suspus oturoorlar ... Karınları açtır acep? Beni hap
ederler? (Duayı okuyar ak) "Eyyüha'r-ravzu a'tini tarikan,
ene uridu'l-mürura beyne'I-esedi ve'n-nemri ... "
Mahur devam eder:
- Mübarek hayvanatlar ... Ortalık yerinizden geçece
ğim. Size yalvar yakar olurum. Altın köşk nerededir? Bana
işaret ediniz. Ah Meğa, aslan kaplana baktı. İkisi de sırı
tarak sağ tarafı işaret ettiler. Teşekkür ederim ... Teşekkür
ederim hayvanatlar ... Ah ne göroorum? İşte ta karşıda altın
köşk parladı.
Efsuncu duayı okuyacak:
-... Ve beyyİn li keyfe ezhebu ila köşkü'z-zehebi ...
Aşağıdan Mahur:
-Altın köşkün iki zümrüt kanatları açık. İşte önde
iki dişi melek oturmuş. Sırma saçlarını atkuyruğu gibi iki
65 | {
"page": 70,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
yandan aşağı bırakmışlar ... Bilirsin? Ne hoş kanlar. Fakat
bunda yüreğine fenalık getirilmez. Ve boş laf edilmez. İşte
bu matmazellere selam verdim selam ettiler. Vay babasının
canına, köşkün tavanı sade pırlanta. Elmas kafesin içinde
siyah güvercinler papağan gibi çalımla oturoorlar ... (Duayı
okuyar ak) fe-inneni se-e'huzu't-tılsıme min e'naku'l-ham
mamati'l-beyzi ellati fi kafesi'l-elm as"
Mahur devam eder:
-Ma tmazeller müsaadeniz olur ki güvercinterin boyun
larından tılsımiarı alayım? Eğerleyim yerin dibinden liraları
çıkarır isek bu güzel boyunlarımza birer pırlanta gerdanlık
hediye etmek borcumuz olsun ...
Kuyunun dibinde ses kesilir. Efsuncu ile Lahur "Eyyü
ha'r-ravzu" duasını sürekli tekrarlayarak beklerler. Yirmi
dakika, yarım saat geçer. Mahur'un zevzekliği artık duyul
maz olur.
Lahur düşündüğünü açıkça söylemeye cesaret ederneye
rek içinden şöyle düşünür:
-Kirkor'un sesi kısıldı. Kuyunun dibinde boğuldu?
Cartayı çekti? Ne oldu? Yerin altında altın köşk, zümrüt
kapı, elmas kafes, sırma saçlı matmazeller olur hiç? Bu
oğlan delirdi? Ne oldu? Yoksam Efsuncu Baba ona esrar
yutturdu? Şimdicek Kirkor bundan sağ çıkmaz ise ben
anasına ne haber edeyim? Bu divanenin lafına kandık.
Olmaz martavaliara kulak verdik. Başımıza her ne ki bela
gelse yeridir.
Ermeni kuyuya eğilerek arkadaşına sesleornek ister.
FakatEnveri onun bu hareketine engel olarak:
-Çekil! Sus!..
-O, dipte sustu. Ben de bunda sus olay ım?
-Sus ... Çünkü aşağıda iş oluyor ...
-Aşağıda iş olur? Ne işi?
-Mahur tılsımiarı güvercinterin boyunlarından çözü-
yor ...
- Ben bunda hiçbir şey görmoorum. Sen bunları nere
den ağnayors un?
66 | {
"page": 71,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
- İlıtirak-ı Müşteri, kamer ma'az zeneb ...
-Ne diyorsun Baba?
-Müşteril yandı ... Aya kuyruk takıldı. Dünya hadid-
den2 geçiyor ... Bu alametlerden anladım ki tılsımlar çözü
lüyor ...
-Baba büsbütün divane olma. Bunda ne satıcı vardır,
ne müşteri ... Aya kuyruğu kim taktı? Göğün üstünde kar
naval vardır? Nedir? Hep bunlar boş laflardır. İşin doğrusu
kuyunun dibinde Kirkor nalları dikti. İşte bu ... (Ağlayar ak)
Biçare oğlu biçarenin bir sakat anası vardır. Camı kırık
pencerenin önünde bekler ki akşama oğlu bir okka ekmek
getirsin deyi ... Bızdık3 zamanımızdan beri çişimizi ayrı
etmez kardeş büyüdük. Öldüğüne ağlayayım? Vay babası
nın canına, bizi istinlaka çekecekler yoksam ona ağlayalım?
Keşkem ben de aşağıya inip de beraber gebere idim ...
-Kötü düşünme, ümitsizliğe kapılma ... Şimdi görür
sün. Yükselen Yay'da Ülker yıldızı var. Gözlerimiz aydın.
Tılsımnameler geliyor ...
Hakikaten çok sürmez. Aşağıdan Mahur'un sesi duyulur:
-Tılsımnameleri aldım, geliyorum. İpi çekiniz.
Lahur birdenbire şaşırarak:
-Baba şimdi kerametine inandım. Boş adam değilsin.
Cahillik bizde ...
Aşağıdan:
-"Eyyüha'r-rav zu" duasını okuyarak ipi çekiniz.
Şimdi yukarıdakiler aşkla şevkle duaya başlayarak ipe
sarılırlar.
Agop ağzıyla görünüşte dua okur fakat kalben büyük
hayretini şöyle taşırır:
-Vay babasının canına, vay amcasının, dayısının, hala
sının, teyzesinin canlarına! .. Zo bu ne iştir? Kuyunun dibinde
hocaların, papazların tarif ettikleri cennet ... Bizim Kirkor sağ
Jüpiter.
ı Ay'ın veya başka bir gezegenin yörüngesi üzerinde Dünya'ya en yakın
mesafede bulunan nokta. Dünya ile diğer gezegenlerin Güneş'in merkezin
den en uzak oldukları nokta.
3 (Erm.) Küçük çocuk.
67 | {
"page": 72,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
iken oraya girdi. Çıktı. Bu bir oyundur? Hakikattir? Haya
lettir? Şimdi ... Şimdi beş dakikadan ağnaşılacak ...
Yine buhurdanın tütsüleri arasından Mahur dünya yüzü
ne çıkar. Lahur büyük bir merakla karışık sevinçle bir kibrit
çakıp arkadaşının yüzüne bakar. Onu pek kızarmış ve terle
miş görerek:
-Zo ağnaşıloor ki kuyu dibindeki cennetin havası bu
dünya yüzünden çok sıcaktır. Suratın domatese dönmüş.
Havuza düşmüş köpek gibi de sırılsıklam terlemişsin. (Kula
ğına yaklaşarak) Zo söyle ... Bize bağırdıkların hep sahidir?
Mahur-Yalan diyorum sanoorsun? H1lam içine iman
gelmedi?
Lahur ne düşüneceğini şaşırmış bir dalgınlıkla karanlıkta
arkadaşının yüzünden işin gerçeğini anlamaya uğraşırken
Mahur, etrafına sırma çevrilmiş yeşil atlas bir kese içinde
tılsırnnameyi Efsuncu'ya uzatarak:
-Baba Efendi emanetinizi alınız. Melek matmazellerin
çok çok selamları vardır. Bu tılsımrıamenin içinde her ne ki
yazoorsa tıpkısı tıpkısına yerine getirilmesini size söylememi
tembih ettiler.
Enveri keseyi alır. Öpüp başına koyduktan sonra feneri
yakar. Uzağa çekilerek tılsımrıamede yazılanları okumaya
uğraşırken, beri yanda hayretten ağzı açık kalanAgop yavaş
ça arkadaşına:
-Zo söyle bu ne iştir? Hep bu bağırdığın cennet teatro
su kuyunun dibinde oynoor? Bu yeşil keseyi sana kim verdi?
Kirkor ağzını Agop'un kulağına yapıştırarak:
-Aman Agop ayağının dibini öpeyim ... Şimdicek bana
böyle şey sorma ... Bir kerek şuradan sağ ve canlı kurtulalım.
Sonram sana hepsini ağnadayım.
-Ne diyorsun? Tehlikedey iz?
-Çok büyük. ..
-Beni evvelkinden daha bir berbat bir meraka koydun ...
-Sus ol. Sus ol. Her ne ki işittin ise inanmış görün.
Kontrol laf etme.
ı Ters.
68 | {
"page": 73,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
Mahur, Ef suncu'ya seslenerek:
-Efendi, bana aşağıdan emir verdiler ki burada çok
durmayalım. Hemen eve gidelim deyi ...
Efsuncu emre karşı hareketten korkarak henüz tama
mıyla okuyamadığı tılsımnameyi elleri titreye titreye koy
nuna, ta kalbinin üzerine koydu.
Urganı, buhurdanı filanı zembile yerleştirerek yola
düzüldüler ...
***
Baba Efendi pek dalgın önden gidiyor, iki Ermeni her
adımda aradaki mesafeyi açarak onu takip ediyorlardı.
Agop kulağı gibinde Kirkor'a yalvararak:
-Mahur karnıma öyle bir merak koydun ki gittikçesi
büyüyor. Vakti tamamlanmış bir gebe karı gibiyim. Zo
söylemezsen çatlayacağım. Bu dediğin teatro bütün o deko
ruyla hep beraber kuyunun dibinde oynadı?
Kirkor büyük bir korkuyla etrafına bakınarak:
-Sus ol ahbar!.. Zo sen gebermekten korkınoor isen
ben korkarım ... Daha canımdan bıkmamışım.
-Ne var ki? Bizim bu laflarımızı şimdik onlar işitoor
lar ki?
-He ... işitoorlar ...
-Zo gittikçesi merakıma püf edip şişiroorsun. Yoksam
sen de delirdin?
-He delirdim. Sonram tekra.r aklımı kafama koymaya
uğraştım ...
-Görooruru ki daha aklın kafana tamamıyla gelme
mış ...
-Gelmemişse kabahat bende değildir. Sus ol. Canımıza
kurtardığımıza teşekkür olalım. Sağ olalım da biraz deli
kalalım. Zararı yoktur. ..
Dökülmüş kaplamaları arasından feci bir manzara
ile kaburgaları görünen kulübemsİ harap evlerin, alçak,
harçsız duvarları yer yer yıkılarak kümeler oluşturmuş
bahçelerin, mezarlıktan fark edilemeyen sessiz, ışıksız,
sefil mahallelerin içinden Efsuncu'yu takiben iki Ermeni
69 | {
"page": 74,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
delikaniısı konuşa konuşa giderlerken arkalanndan bir
revolverl gürnledi.
Kirkor tepesinden topuğuna kadar derhal titreyerek
arkadaşının kulağına en yavaş ve çekingen sesiyle:
-Sesini kes altık. İşte bu güm eden irevolver lafı bitire
lim deyi bize işarettir. İyice ağna ki eğerleyim laf dinlemez
isek bunun ikincisi kafamıza patlayacaktır . Ne sorsan altık
benden cevap alamazsın. İşte susoorum ...
Enveri önden haykınr:
-Çocuklar nerede kaldınız? Habis2 ruhlar ayakta ...
Silah atıyorlar ... Yanımdan aynlmayınız.
Mahur -Habisleı; yoksam polislcı; işte bilmem kimler
silah patlatoorlar ...
Enveri-Yanımdan aynlmayınız ... Koynurndaki tılsım
"paratoner" gibi beni de sizi de Allah'ın izniyle kazadan
korur ...
Şimdi üçü topluca ve hızlıca yürürler.
***
Hobyar'ı bulurlar. Eve girerler. Enveri hayırlı geceler
temennisiyle harerne çekilir. Lahur'la Mahur da odalarına
girerler.
Lahur aldacele kapıyı sürmeledikten sonra:
-Altık söyle, işte şimdicek bunda selametteyiz.
Mahur hala titreyerek:
-Hayır değiliz ...
-Zo ne vakit karnımdan bu kocaman merakı çıkarta-
caksın?
Mahur cebinden kapalı bir zarf çıkarıp göstererek:
-Yarın sabah ortalık daha iyice aydın olmadan bu
mektubu bunda şu masanın üzerine bırakıp fertiği çeke
ceğiz .. .3 O zaman sana bütün sırları diyeceğim. Merakını
boşaltacaksın.
ı Alnpadar da denen bir tür tabanca.
ı Kötü.
3 (Acgo) Kaçacağız, sıvışacağız.
70 | {
"page": 75,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
-Bu mektupta ne yazoor ki?
-Neme gerek ne yazarsa yazsın. Bizim canlarımız kur-
tulsun da ...
-Ya bizim için bir fenalık yazoorsa ?.. Mektubu bunda
bırakınayıp da beraber götürsek, sonram birine okutsak
olmaz ...
-Ne alık şaşkın adamsın be? Bu işe dan tanesi kadar
hile giremez. Sonram onu canınla ödersin.
Agop'la Kirkor döşeklerine girdiler. Heyecanlı, alaca bir
uykuyla zaten çok zaman kalmamış olan sabahı ettiler. Tan
yeri ağarmak üzereyken zarfı masanın üzerine bırakarak
bahçe kapısından sessizce sokağa fırladılar .
***
Mahur, arkasından sekiz süvarİ jandarması kovalayan
bir hapishane kaçağı gibi koşuyordu. Lahur arkadaşına
yetişebilmekte güçlük çekerek bağırıyordu.
-Zo Mahur dibine neft yağı sürdüler? Ne kaçoorsun?
Kirkor -Zo babanın canına sövdürme beni. Bana
Mahur deme altık... O belalı şeydir. Babamın koyduğu
adımı çağır ...
-Kirkor yangın söndürmeye gidiyoruz? ..
-Laf etme ahbar. Tabanlarını yağla. Kurlurmuş it gibi
koş ki şu beladan kurtulalım.
-Zo senin gibi koşayım ? ..
Kirkor cevap vermez. Gittikçe artan bir hızla koşar ..
Agop söve saya arkadaşını takip eder. Böyle dörtnala semti
bulurlar. Çat çat kapı eve girerler.
O geceyi oğlunun hovardalıkta geçirdiğini sanan koca
karınınazariarına hiç kulak vermeden tek odaya girip içeri
den kapıyı sürmelerler .
Kocakarı dışarıdan haykırır:
- A Kirkorum !.. Kapıya ne için sürme koydun?
Kirkor -Sen lafımıza işitmeyesin deyi ...
Kocakarı -Anandan gizli fenalık bir iş ettin?
-He ...
71 | {
"page": 76,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
-Söylemezsen ben meraktan mefat olurum. ı
-Bir şey olmazsın. Bilirim canın sağlamd ır.
Kocakarının dırıltısına hiç kulak asmadan iki delikanlı
dokuma örtüsü yamalı kırık sedirin üzerine karşı karşıya
otururlar .
Kirkor etrafına ürkek bakışlar gezdirerek:
-Bugün gidip doktora muayene olunacağım ...
-Ne var ki?
-Sanooruro ki içimde yüreğim sakatlandı. Korkudan
bir damarım patladı ...
-Zo ne oldun? Kuyudan bağırdığın şeyleri salıiden hep
gördün?
- Divanesin ahbar ... Yerin dibinde çayırlıklar, altın
köşkler, elmas kafesleı; sarı saçlı melaik olur hiç?
-Ya ne için görooruro deyi yemin edoordun?
-Benim yerimde sen ola idin etmeyecektİn acep?
-Halarn bilmecenin b'sini meydana koymadın ...
-Sabır ol, patlama ...
Kirkor geçirdiği maceranın dehşetini hatıriayarak suya
düşüp çıkan bir kedi gibi silkindikten sonra:
-Alıbar siz beni iple kuyunun dibine ağır ağır bırakır
iken gittikçe etrafım daha ziyade kararoor, karnıma korku
doloordu. Kuyu gayetle genişti. Kenara çarpmayayım deyi
ellerimle taşları tutoordum. Nihayet dibi buldum. İçeride su
yoktu. Daha ayaklarımı yere tamamıyla değdirmeden kuv
vetli bir vücut bana sımsıkı sarıldı. Kollarımı çembere aldı.
Mümkün değildi ki ellerimi oynatayım ... Bağırmak istediy
sem de kalın bir ses kulağıma, "Sus!" deyi ınır etti. Yine o
zaman da şakaklarıma demir parçasına benzer iki soğuk şey
dokundu. Yavaşça "Bunlar nedir?" deyi sorduysam yine o
ses cevap etti: "İki revolver ... Eğerleyim sözlerimizden bir
nokta aykırıya gidersen ikisi de beyninde patlayacaktır ... "
Analarına, babalarına, bütün soylarına soplarına içimden
okkalıyı geçtim. Geçtim ama ben alnk kapanda bir fare
idim. Dediklerine gitmekten gayrı bir çarem yoktu. "Biz ne
Vefat ederim. Ölürüm.
72 | {
"page": 77,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
dersek sen de onu tıpkısı tıpkısına tekrarlayacaksın" erneini
verdiler. Onlar ne dedilerse mektepte hocanın önüne yeni
oturmuş bir çocuk gibi ben de onu bağırdım ... Onda birkaç
kişi idiler. Yüzlerine asla tanımadığım bu efendiler: "Sonsuz
bir çayırlık... Güneşleı; ayaydın içinde ne ferahlık bir yer.
İşte kocaman bir aslaola kaplan, ah mübarek hayvanatlar,
altın köşk, sarı saçlı melaik. .. " filan filan deyi bana boyuna
martaval okuyorlarsa "Bütün bu lafların aslı yoknır, hepsi de
dipsiz koftidir" doğruluğuyla nasıl onlara kontro gideyim?
Hep bunları görürüro deyi korkudan sıcak sıcak yemin edoor
ve "Eyyüha'r -ravzu a'tini tarikan"ı gürül gürül okoordum.
Bana bu korkuyu buz gibi içirip yüreğimi bangır bangır tit
rettikten sonram sımsıkıya tembihlediler. Dediler ki eğerleyim
bizi bunda gördüğünü ve hep o lafları papağan gibi talimatta
söylediğini Efsuncu'ya haber edersen seni ve arkadaşın Agop
Lahur'u geberttiririz. Biz Efsuncu'nun akrabasındanız. Ve
ondan on kat fazla efsuncuyuz. Her nereye kaçsanız eli
mizden kurtulamazsınız. Her nerede ve her ne türlü gizli laf
konuşursanız biz işitiriz. Bu mektubu al. YattığıniZ odadaki
masanın üzerine bırak. Ve sabah karanlığı ikiniz de Baba'nın
evinden kaçınız ve bir daha da o tarafiara görünmeyiniz ...
Mahur Kirkor cebinden yirmi beş liralık bir kağıt çıka
rarak:
- İşte bunu da emeklerimize karşılık olarak hediye etti
ler. Allah bereket versin. Sankim yirmi beş liraya kuyunun
dibine inmiş oldum.
- O paranın yarısı benimdir zo. Aşağıya inmedimse
de kuyunun ağzında "Eyyüha'r -ravzu" duasını okumaktan
dilim kabardı.
-Acele etme ahbar. Fikrimde fenalık olsaydı bu parayı
sana gösterirdİm hiç?
Bu iki Ermeni meleklikten insanlığın en çingene derecesi
ne inerek hayli çekiştikten sonra yirmi beş lirayı aralarında
bölüşürler. Birkaç gün çektikleri korku ile yiyip içtikleri de
yanlarına kar kalır ...
***
73 | {
"page": 78,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
Efsuncu o gece sabaha karşı evine dönünce odasına
kapanır. Yeraltı hasbahçesindeki altın köşkün elmas kafe
sinde tüneyen güvercinlerin boyunlarından alınmış tılsım
nameyi çözmeye uğraşır. Özetle şu anlamı çıkarır:
Ey Ebulfazl Enveri, tılsımı çözmeyi başarman bir şarta
bağlıdır. Kızın Mevlüde'yi Nurullah Hasip'le evlendirme
lisin. Bu evlilik taraflar için gayetle uğurlu ve mutlu ola
caktır. Bu şartın gereğini yerine getirdikten sonra defineye
kavuşmanın sırrına ereceksin ...
Efsuncu 'Baba bu önemli meseleyi danışmak için iki
melek hizmetçisinin odalarına iner... Fakat Lahur ile
Mahur'u orada bulamaz. Masanın üzerinde bir zarf görür.
Açar, içindekini okur:
Baba Efendi ,
Biz gökten geldik. Vazifemiz sona erdi. Yine oraya çekildik.
Sirndi gayet mühim bir son vazife miz kaldı. O da kızın Mevlü
de'yi Nurullah Hasip'e vermeni hatırlat mak tır. Bize emir böyle
dir. Bu evlilik seni defineye sahip ettikten bask a haneni bereket
ve mu�uluk la doldur acak tır. Düny anın en mu� u adamı olaca ksın.
***
O hafta Ebulfazl Enveri'nin evinde bütün mumlar, lam
balar yandı. Şerbetler ezildi, gürül gürül dualar okundu.
Nurullah Hasip, Mevlüde'yle gerdeğe giriyordu.
***
Bu mühim şartın yerine getirilmesinden sonra Enveri
definenin sırrının açığa çıkması için bir ay, iki ay ve daha
çok bekledi. Lakin hiçbir bilgi gelmedi. O, inancı tam bir
adamdı. Ümidini kesmedi. Bekliyordu ve daima bekleye
cekti.
***
Asıl maksat Nurullah Hasip'le Mevlüde'nin evlilikleriy
di. Bu emelleri gerçekleşti. İki genç muradına erdi. Hemen
her yerde ve hele ilim ve irfanın zayıf bulunduğu memleket
lerde hile, aldatmacayla daha çok iş görülür.
74 | {
"page": 79,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
Güya bütün insanlık yalanı, dolanı ortadan kovarak
adalet ve hakikati en saygın makama geçirmek için uğraşı
yor. Maazallah böyle bir felaket gerçekleşirse hep siyasetler,
ticaretler, işlemler durur. Bütün dünya altüst olur. En akıllı
larımız her gün aldanıyorlar . En akılsızlarımız her gün alda
tıyorlar. Hepimiz daima aldanıyoruz, fakat fırsat düştükçe
aldatıyoruz. Bu suretle geçim dengesini biraz düzeltebiliyo
ruz ... Aldanıp da aldatamayanlar ... İşte aç kalan güruh bu
za vallılardır .
Hakikatİn büyüklüğünü tanıyıp da onunla dost olama
yanlar, o kılığa bürünmüş yalanlarla oyalanırlar . Bu koroed
ya sahnesinin en arka perdesini kaldırıp asırlardan, asırlar
dan beri insanlardan saklanan gugukları apaçık insanlığa
göstermek her mernlekette kanunen yasaktır. Ahlak, adet ve
geleneklerimiz hayallere o kadar geniş bir alan ayırmıştır ki
hakikat ona en fazla muhtaç olanların gözlerinde bile daima
değersiz ve cazibesiz kalır. Dolayısıyla ilim ve irfan çoraklığı
içinde kavrulan memleketlerde değil, fen ve bilgide en ileri
giden milletler arasında bile bugün bakıcılık, büyücülük,
efsunculuk pozitif bilimlerden daha fazla revaçtadır . Bugün
diyelim ki bir milyon insan arasında ürkmeden hakikati
gören ve cesaretle onu bağırabilen kaç düşünür vardır? İşte
bu sayı, itirafından sıkılacağımız derecede azın da azıdır. Bu
azınlık bu koca kitleyi nasıl uyandıra cak?
Savaş ahlakı bozdu. Bütün insanlığı felsefe ve irfan
bakımından birçok seneler geriletti. Mesela Fransa gibi bir
memlekette yazariarına ödül verilmesi gereken eserlerin
yayımianmasının yasaklan dığını görüyoruz.
Voltaire'lerin, 1 Diderot'ların 2 ve daha geçen asırdaki
Zola'ların,3 Maupassant'ların 4 hazırladıkları yaklaşımlar ne
oldu? Şimdiki düşünürlerin, yazarların, şairterin etrafa savur-
François Marie Arouet (1694-1778), Voltaire mahlasıyla bilinen Fransız
yazar ve filozof.
2 Denis Diderot ( 1713-1784 ), Fransız yazar ve filozof.
Emile François Zola (1840-1 902), natüralizm akımının öncüsü Fransız
yazar.
4 Guy de Maupassant (1850-1893), Fransız hikayeci ve romancı.
75 | {
"page": 80,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
duldan fikirleri günlük kokularıyla dolu birer kilise vaazı şek
linde ve kavrayışımızı uyutacak bir ağırlıkta buluyoruz. Bütün
romancılar ise halka bir hurafe devri açtılar. Eski zamanın
masallarına yeniden geçerWik kazandınnaya uğraştılar .
Bütün dünyaca fikren o kadar tehlikeli bir devirdeyiz ki
çirkefi üstüme sıçratmamak için konuyu derinleştirmekten
kaçıyorum.
Son zamanlarda yeni teorileriyle şöhret olan Yahudi bir
filozof, mensup olmadığı diniere saygısızlığından dolayı
çeşitli memleketlerden bilmem kaçar ay hapse mahkum
oldu. Her vicdan sahibi bu mahkumiyederi yerden göğe
kadar haklı buldu. Çünkü dinleri eleştirmeye kalkışacaksa
Çıfıt düşünürün Yahudilikten başlaması lazım gelirdi.
Einstein'ınl Yahudi kalarak filozof olduğu görülüyor .
Zamanında Voltaire hiç böyle yapmadı. O alaycılığını, yaman
kaleminin eleştiri darbelerini, bütün dogma ve geleneklerini
bir papaz kadar tanıdığı Hıristiyanlığına yöneltmişti.
Kim diyor ki İsrailoğulları bugün yeryüzünde "millet-i
hakime" 2 değildir.
Eski ve yeni dünyada en etkili ve kuvvetli sözlerin hangi
dudaklardan çıktığını ve en ustalıklı entrikaların hangi
fabrikaların ürünü olduğunu fark edenler hakikati sezmiş
olurlar.
***
Ebulfazl Enveri gibi bu çağda mucizeler arayan bir kaba
sofuyu ikna için ona kuyu dibinde bir cennet bahçesi gös
termekten başka çare yoktu. Nurullah Hasip böyle hareket
etti. Mevlüde'yle evlenmeyi başardı ...
Her insanı, hatta her toplumu hoşlandığı yemle avlarlar.
Mesele, böyle oltalara turulmayacak kadar insanlığımızı
terbiye edebilmektedir .
Bilir misiniz etrafımızda Enveri tipine benzeyen ne kadar
çok insan vardır. Bunlar berikinden daha tehlikelidirler .
Çünkü Enveri budalalı ğıyla ünlüydü. Ötekiler yaradılışça
1 Albert Einstein (1879-1955), Alman teorik fızikçi.
ı Egemen millet.
76 | {
"page": 81,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
ona benzeyip de akıllı görünenlerdir . Üzerlerindeki yaldızı
kazıyınca altından mükemmel birer Ebulfazl Enveri çıkar.
İşte hep bizim, bütün insanların, felaketimizin temeli budur.
Eğer hakikat böyle olmasa dünyada ne bir Napolyon çıka
bilirdi ne de kendini Türklüğü . ve İslamiyeti kurtarınakla
görevli bilen Enver Paşa ... Kurtarmaya uğraştığı Türklüğü.
büsbütün harap etti. Bu zafersiz kahramanın kefenlendir
meden gömdürdüğü insanların hesabını eğer Cenabıhak
ondan soracaksa aman yarabbi!.. Soramayacaksa şöyle
böyle günahları işlernekten hiç korkmayalım.
Enver son nefesine kadar kendini pek büyük bir işle müj
delenmiş bildi. Üst üste gelen müthiş başarısızlıkları onun
kendine güvenini kırdıramadı. Siyasi ve askeri maharetinin
son iflası felaketinde İstanbul'dan adi suçlular gibi gibi kuy
ruğu kıstırıp kaçtı. Harniyeti onu diğer bir İslam beldesine
koşturdu.
Hiçbir millet ve hükümdarın vermediği, kendi kendine
aldığı rütbelerin şereflerini doymak bilmez ruhu için hiçbir
vakit yeterli göremedi. Yükselmek, bulutların üzerinde taht
kurmak istiyordu. Talihi ve gücü sayesinde çıkamadığı bu
en son makama bir Bolşevik kurşunu onu uçurdu.
Merhum zannetti ki cihanı yenmek Abdulhamid'i kor
kutmak kadar kolaydır .
***
Henüz çoğumuz hayann özünü anlayamayarak havada
saadet, kuyu dibinde cennet arayan, birbirimizden keramet
bekleyen, boş şeylere kapılan, vaatlere aldanan saf kimseleriz.
Bu dünya henüz büyük komik Molierel çağından üç
adım ileri gitmedi. Daima üstadın ebedi komedyaları tek
rarlanıp duruyor. Yalnız sahnenin dekorları değişti. Tarzlar
başkalaştı. İnsanın mayası hep o maya... Kötüler daha
kurnazlaştı. Birbirine zarar verme ilerledi. Fenalık büyüdü.
24 Kasım, Heybeliada
ı jean-Baptiste Poquelin (1622-1673), Moliere adıyla bilinen, Fransız oyun
yazan.
77 | {
"page": 82,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
TüRK EDEBİY A Tl KLASiKLERİ DiZİSİ
ı. KUYR UKL UYILDIZ ALTINDA BiR iZDiVAÇ
Hüseyin Rahmi Gürpınar
2. MÜ REBBi YE
Hüseyin Rahmi Gürpınar
3. EFSUNCU BABA
Hüseyin Rahmi Gürpınar
4. iNTiBAH
Namık Kemal
5. SAiR EVLENMESI
Sinasi
6. VATAN YAHUT SiLiSTRE
Namık Kemal
7. KÜÇÜK SEVLER
Samipaşazade Sezoi
8. FElA TUN BEY iLE RAK IM EFENDi
Ahmet Mithat Efendi
9. TAASSUK-1 TALAT VE FiTNAT -TALAT VE FiTNAT' IN ASKI
Semsettin Sami
10. MAi VE SiYAH
Halil Ziya Uşak lıgil
1 1. REFET
Fatma Aliye
78 | {
"page": 83,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
TÜRK EDEBiYAT I KLA SiKLE Rİ-3
Efsuncu Baba büyüyle, simya yla, tılsımla uğraşan ; deline aramak, madeni
altına çevi rmek, yıldı znameler den alemin sırrını çözmek gibi hevesiere
kapılmış bir zat- ı muh teremdir. Onun dün yasını batıl inançları şekillendir ir,
her adımını bu hurafe lere göre atar. Eline yeni bir kitap geçe r, istanbul'un
bütün delineleri şiire li halde bildir ilmiş tir bu kitapta. Define ye ulaşmak için
tılsımı kald ırması gerekir, bu da Binbir direk'teki ana htarı ve kendisine yard ımcı
olacak insan suretinde iki meleği bulma sına bağlıdır . Böylece Kirkor ve
Agop'la tanışırız . Karın tokluğuna çalışan, ortaoyunu ndan tırlama bu iki ko mik
tip Efsuncu Bab a'nın karısı ve kız ıyla yaşad ığı konağa taşınır . Entrik a gider ek
tüm aileyi sarar.
Hüs eyin Rahmi solu görünümlü budala karak terlerinden birini daha insan lığın
en büyük derdi olarak, gülmeceyle süslü serüv enli bir dille canland ırıyor.
Hüsey in Ralııni Gürpınar
(1864- 1944)
Döne mini ve çevres ini romanlarında
yaşa tıp, genç yaşla rından itibaren geniş
halk kitleleri nce seviler ek okunmuş
Hüseyi n Rah mi, edeb iyatımızın benzeri az
bulunur şahs iyetleri ndendir.
Kita pları nda istan bul yaşam ının özel
inanışları , toplumsal ve ekon omik
eşitsiz likler, kadın erkek ilişkileri gibi
konular halkın özgün konuşma biçim leri
korunarak, çok defa gülün ç, baze n
hüzünlü olar ak işlenir. Roman ımıza
"mahal li renk" ilk kez onunla girer.
Yazarl ık yaşamın a 1883'te Tercüman -ı
Hakikat gazetes inde başlar. 1896'da
ikdam gazet esinde roman ve öyküleri tefrika edilirken üne kavuşur. Döneminin
en çok okunan yazarı olur. Tüm kazancı yazarl ıktan gelir. Bu sayede
Heybel iada'da şimdi müze olan köşkü nü alır. 1908 Meşrut iyet'inden sonr a
Ahme t Rasi m'le Boşboğaz adında bir m izah gazetesi çıkarır. ilk soruş turma ya
böyl elikle uğrar. Gazetesi kapan ır. ikinci kez Ben Deli miyim ? roman ıyla
mahkemelik olacak ve yine beraat edecek tir. Çoğu roman olmak üzer e öykü,
tiyatr o, makale ve eleştiri türünde altm ışın üzerinde kitabı bulun maktad ır.
Yaz arın seçme eserlerine Türk Edebiy atı Klasikleri D izim izde yer vermeyi
sürdür eceğ iz.
111111111111111111111111
9 786052 954164 �
1 THG
0833729
PVN
BTL | {
"page": 84,
"source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf"
} |
ROMANTİK
Bir Viyana Yazı
Adalet Ağaoğlu, 1929'da doğdu. Ortaöğrenimini Ankara Kız Lisesi'de
tamamladı. Ankara Üniversitesi DTC Fakültesi'nin Fransız Dili ve Ede
biyatı Bölümü'nü bitirdi (1950). Açılan bir sınavla Ankara Radyosu'na
girdi; burada ve kuruluşundan sonra TRT' de çeşitli görevlerde bulundu
(1951-70). TRT Radyo Dairesi Başkanlığı'ndan, kurumun özerkliğine el
konulması sonucu istifa etti. Öğrencilik yıllarında başladığı yazarlığını
1970'ten sonra başka hiçbir işle paylaşmadı. Radyo ve sahne oyunlarını
romanları; öykü, anı, deneme kitapları izledi. Bu çalışmalarında hayatın
değişim ve dönüşümlerine duyarlı yaklaşımlarıyla dikkat çekti. Doğa,
toplum, zaman ilişkilerinin insanın iç dünyasındaki yansımalarını dü
şünce üretebilecek boyutlarda irdeledi. Değişimler karşısında edebiya
tın yapısal durumu bakımından da arayışçı davrandı; kendine özgü an
latım biçimleri geliştirdi. Adalet Ağaoğlu, özenli, yaratıcı bir dil kullan
maktadır.
Kitapları:
Oyun: Bir Piyes Yazalım (1953), oynanmış, basılmamış; Evcilik Oyunu
(1964); Çatıdaki Çatlak (1965); Sınırlarda (1970); Tombala (1967); Üç Oyun:
Bir Kahramanın Ölümü, Çıkış, Kozalar (1973); Kendini Yazan Şarkı (1976);
Duvar öyküsü (1992); Çok Uzak Fazla Yakın (1991); "Fikrimin lnce Gülü"
-Oyun (1996).
Roman: Ölmeye Yatmak (1973); "Fikrimin lnce Gülü" (1976); Bir Düğün
Gecesi (1979); Yazsonu (1980); Üç Beş Kişi (1984); Hayır ... (1987); Ruh Üşü
mesi (1991); ROMANTlK Bir Viyana Yazı (1993).
Öykü: Yüksek Gerilim (1974); Sessizliğin llk Sesi (1978); Hadi Gidelim
(1982); Hayatı Savunma Biçimleri (1997).
Anı: Göç Temizliği (1985); Gece Hayatım (Rüya Anlatısı, 1991).
Deneme: Güner Sümer Toplu Eserleri 1.11. Cilt (1983); Adalet Ağaoğlu Seç
meler (1993). Ayrıca basılı olan ve olmayan çevirileri vardır.
Ödülleri: Üç Oyun, 1974 !ürk Dil Kurumu Tiyatro Ödülü; Yüksek Geri
lim, 1975 Sait Faik l;ij.kaye Armağanı; Bir Düğün Gecesi, 1979 Sedat Sima
vi Vakfı Edebiyat Ödülü, 1980 Orhan Kemal Roman Armağanı, 1980
Madaralı Roman Ödülü; Çok Uzak-Fazla Yakın, 1992 Türkiye İş Bankası
Edebiyat Büyük Ödülü (Tiyatro); ROMANTlK Bir Viyana Yazı, 1997 Ay
dın Doğan Vakfı Roman Ödülü.
1995, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat (Edebiyat) Büyük Ödülü.
Unvanlar: TÜYAP Onur Yazan (1994), Eskişehir, Anadolu Üniversitesi
Fahri Doktora Unvanı (1998), ABD OSU (Ohio State University, Huma
ne Letters) Edebiyat Fahri Doktora Unvanı (1998). | {
"page": 1,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Adalet Ağaoğlu'nun
YKY' deki öteki kitapları:
Duvar Öyküsü (1992)
Karşılaşmalar (1993)
Seçmeler (1993)
Yazsonu (1993,1999)
ROMAN TİK Bir Viyana Yazı (1993, 1994, 1995)
Ölmeye Yatmak (Dar Zamanlar I, 1994, 1996)
Bir Düğün Gecesi (Dar Zamanlar II, 1994, 1995, 1996)
Hayır ... (Dar Zamanlar III, 1994, 1996)
Geçerken (1996)
Başka Karşılaşmalar (1996)
Toplu Oyunlar (1996)
''Fikrimin İnce Gülü" (1999)
Üç Beş Kişi (1999)
Ruh Üşümesi (1999) | {
"page": 2,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
v v
ADALET AGAOGLU
Romantik
Bir Viyana Yazı
ROMAN
omo
İSTANBUL | {
"page": 3,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Yapı Kredi Yayınları
Edebiyat -43
ROMANTİK Bir Viyana Yazı / Adalet Ağaoğlu
Genel Tasarım: Faruk illay
Kapak Tasarımı: Nahide Dikel
Baskı: Şefik Matbaası
1. Baskı: İstanbul, Ekim 1993
10. Baskı: İstanbul, Nisan 2000
ISBN 975-363-243-6
©Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Tıcaret ve Sanayi A.Ş. 1993
Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Tıcaret ve Sanayi A.Ş.
. Yapı Kredi Kültür Merkezi .
istiklal Caddesi No. 285 Beyoğlu 80050 Istanbul
Telefon: (O 212) 252 47 00 (pbx) Faks: (O 212) 293 07 23
http: / /www.ykykultur.com. tr
http: / /www.shop.superonline.com/yky
e-posta: ykkultur@ykykultur.com. tr | {
"page": 4,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Bu sayfalardaki bütün kişi, yer, kitap adlarının, tarihle
rin, coğrafyaların 'gerçektekilerle' her türlü ilişkisi var
dır. Sadece, kitabın okunup üflenmiş roman kategorile
rinden hiçbiriyle hiçbir ilişkisi yoktur.
Yazarın özlemi, bu romanın kafalarda önden hazır her
hangi bir kalıba sokulmadan okunmasıdır.
A.A. | {
"page": 5,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
I.
Anahtar Deliği
Ba-rok,
oh-huhh.
Ba-rok,
oh-huhh.
Ba-rok.· ..
Barok, Ortaçağ karanlığını geride bırakmak, Rönesans' ın yolunu
açtığı büyük keşifler zaferini parlak bir geçit töreniyle kutlamaktır.
Oohhhh!..
Tümce amma da çetrefil. Gel de ayak ve soluk uydur .
Ba-rok, oh-huhh ...
Ba-rok, lt-riii ...
Ooh-huh, Ba-rok. ..
Ayak değiştir.
Ba-rok, karanlık Ortaçağı geride bırakıp, Rönesans'ın yol açtığı
büyük keşifler zaferini tumturaklı törenlerle kutlamaktı.
Bu ya da buna yakın bir söz dilime, beynime, neresiyse işte
arlık; bana, öyle ya, bana takılıp kaldığında, dünyanın tarihte
ki rengini hiç solmadan koruyan herhangi bir kentini düşünü
yor değildim. Herhangi bir barok yapıya doğru gitmiyor , ora
dan dönmüyordum. Barok bir konserden çıkmamıştım, öyle bir
konsere gitmeyi de o ara düşünmüyordum. Hyde-Park'ın bir
ucundaki gölgeli cadde boyunca yürüyordum: Ba-rok, lt-riii ...
7 | {
"page": 7,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Yürüyordum. Önümde de iki küçük yeğenim, bir an önce
hamburgerlerine kavuşmak için koşuyorlardı.
Amaç açıktı, yol belliydi; çocukların ne yiyecekleri de, o an
da dünyada binlerle binlerle çocuk ve gencin aynı şeyi yemekte
bulunduğu da: İki üç katlı yuvarlak yumuşak ekmek arasında
kalın yassı köfte, turşu, domates salçası, kıyılmış soğan ya da
Rus salatası gibi şeyler olacaktı; yanında coke olacaktı; kızarmış
patates olacaktı. Kızarmış patatesten herbiri için birer porsiyon
daha istenecekti. Kağıt tabaklar, kağıt bardaklar, peçeteler, plas
tik tepsi, küçük kaşıklar olacaktı. -O dönemde, böyle hafif mal
zemeden de olsa, yemekler hala kap kacak gibi şeylerde yeni
yordu.- Kızarmış patatesin yanına, yeğenlerimden birisi için yi
ne domates salçası, öteki için hardal sıkılacaktı. Fakat zihnim,
bir nakarat halinde tutturmuş gidiyordu. Ben de gidiyordum:
Barok, Ortaçağı geride bırakıp, Rönesans'la gerçekleşen büyük
keşifler zaferini görkemli törenlerle kutlamaktır.
Söz, ilkağızda Barok'un peşine taktığı ltri'yi arada bir
unutturuyor -zaten bu Osmanlı bestecisinin müzik ansiklope
dilerinde yeralması da unutulmuştur-, adımlarımı şaşırtarak
kendisi de her seferinde küçük değişikliklere uğruyordu.
Çocuklar önümsıra hamburgerciye doğru koşarlarken dili
me, zihnime, ayağıma, pekala bana; bana takılan da herhalde
bunlardan farklıydı. Sözcükler aynıyken bile tınısı değişiyor,
beynime dolanan tümce, araya giren en küçük zaman parçasın
da dahi kılıktan kılığa bürünüyordu. Fakat, anlam aynıydı. Her
seferinde 'Ba-rok. .. ' diye başlaması da.
Oh-huh.
Nefes borumun derin bir inip kalkışıyla 'Ba-rok. .. ' diye
başlayan tümce, bir yerde okumuştum da, Londra'nın orta ye
rinde, Hyde-Park'ın oralarda yeniden bilincime mi çıkıyordu,
yoksa zihnimin o andaki durumu mu hamburgerci adının yeri
ni baroka bırakmasını buyuruyordu; bilemiyordum. Tümce, bi
linçaltımdan üste çıktıysa bile, ortada buna yolaçan bir dürtü,
bir şey olmalıydı. Parka teğet ağaçlıklı yol ya da hamburgerci
adı bunu açıklamaya yetmiyor.
Üstelik durum bukadarla da kalmadı. Barok, arkasına lt
ri'yi, o da gerisine bu tumturaklı tannan tümceyi taktığı tarihi
8 | {
"page": 8,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
andan başlayarak, neredeyse bir saplanhya yakalandım. Özel
likle dilinden anlamadığım, sözcük dağarcığı sessiz harflerden
T ile başlayanlardan yana yoksul bir ülkenin barok bir kentine
rahat, geniş soluklu bir hikaye uydurma saplanhsı. Öyle ki, ya
nımda küçükler bulunmasa, kendimi daha o dakika Lond
ra' dan Viyana' ya atmıştım.
(Viyana için, hala yerinde duruyor mu, diye lütfen haritala
rınıza bakınız.)
Viyana, dedim, değil mi? Nedense, Viyana. O zaman da
çok şaşırmışhm. Daha iyi bir örnek var mı, yok mu, hiç düşün
meden, ilk aklıma gelen yer, Viyana oldu.
Oraya gitmeliydim. Eski, küçük, tabii ki oval bir alanda
durmalıydım. Kentin barok önyüzü, içinde yuvarlandığım kay
gan/kaotik günün yerleşik fon perdesi olmalıydı. Ben, bu taş
tan perdenin orta yerinde yükselen büyük süslü kapıya yaklaş
malı, bronz kilidin geniş anahtar deliğine gözümü dayamalıy
dım. Nedense, kapının bana ardına kadar açılacağını hayal bile
edemiyor, anahtar deliğiyle yetinmeyi çok doğal sayıyordum.
Bir zamanlar prensleri�, düklerin, kontların binlerce taş iş
çisi çalıştırarak kurdukları avlu, park, saray duvarlarının hiçbi
rinin üstünde, "Viyana Viyanalı'nındır!", "Yabancı defol!", "Be
yaz içeri, kara dışarı!", "Kuzeye hayır, güneye evet!" gibi yazı
lar yazılmış bulunmamalı, bu duvarlarda uçlarından kanlar
damlayan ok, çekiç, hançer, balta resimleriyle karşılaşmamalıy
dım. Sokak satıcılarının dahi ipek dantel yakalıkları, ipek ye
lekleri, kollukları, yanaklarında benleri, başlarında gümüş
renkli perukaları olmalıydı. Viyana'yı kuşatıp da kenti alması
na ramak kala, bu 'basit işi' emrindekilere ve düşman casusu,
Türk kahvesi tiryakisi Georg Kolschizsky'ye bırakarak Baden
kaplıcalarına gidip yorgun gövdesini, gutlu dizlerini şifalı sula
ra teslim eden Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'yı Bursa işi çizgili
hamam bornozuyla görebilmeli, Rudolfshofun ılık yüzme ha
vuzunda onu Savoie Prensi Eugene'le şakalaşırken bulmalıy
dım. Onlar şakalaşırken, Türk-Leh-A vusturyalı on kadar er
-şimdiki gibi o zamanlar da böyle böyle ırklar, topluluklar var
dı-, gözleri kudretten sürmeli Erzincan kızlarıyla blues dinle
yip dansediyor olmalıydılar.
9 | {
"page": 9,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Bitmedi. Anahtar deliğine gözümü daha iyi yapışhrmalı
yım ve bir de bakmalıyım ki: Tarih, sakalını kesmiş, saçını sıfır
numara traş etmiş, sonra da kanlı hançerini Tuna'ya atıp, eline
bir elektrogitar alarak en işlek metro geçidinde Get Together şar
kısını çalıp söylemeye durmuştur. Önünde, Venüs gezegeninde
işlenmiş, uzay mavisi, ağırlıksız bir mendil serili. Gelip geçen
bu mendile öpülüp koklanmış, sevilip okşanmış çok eski, çok
değerli birer gözyaşı damlası bırakmalı, damlalar nehir olup in
sanlığın öldürgen silahlarının ateşini söndürmeli.
Yok eğer, Tarih bunları yapmayacak, hiç sesini çıkarmaya
cak, olan olmuş artık, geçen geçmiş, diyecekse, Hayalci Ho
ca'nın bir defa daha sahneye çıkması kimseyi şaşırtmamalı: Yıl
lar yılı polka, vals, şarapla, Roman havalarıyla halhamur olmuş
Avusturya hayatı, bugünden ertesi güne Arap alfabesi öğren
meli; Kerms, Melk, Sulz, Salzburg, Klosterneuburg, ne bileyim
işte, Klagenfurt (ahh sevgili Ingeborg Bachmann, iyi dinleyin
beni, siz ne bileceksiniz, siz tek alfabeyle doğup büyüdünüz,
tek alfabeyle de öldünüz kardeşim), Ramsau okul sahnelerinde
çocuklar Aydın Zeybeği ile Çayda Çıra oynamalı; kızlar, kadınlar,
renkli, fistolu, büzgülü, yelekli, karpuz kollu giysilerinden so
yunup çarşaflara, yaşmaklara bürünmeli, bürümcükler giyin
meli, peçeler takınmalı, takunyalar taklatmalı; babalar tespih
çekip önünü kaşımalı, bu arada geğim geğim geğirmeli, sarık
takıp bıyık burmalı, karıların kızların sırtından sopayı, karnın
dan sıpayı eksik etmemeli; Mozart da peruğunu alıp fes giyme
li, Hüseyin İleri darbukası refakatinde Sazım Gibi Sfnem Dahf'yi
takliden bir şeyler bestelemeli, Türk Mar şı'ndan piyano ve kre
mayı çıkarıp yerine bir miktar çiğköfte baharatı ile nısfiyye to
humu koymalı; Schubert, zurnayı klarnete tebdil eylerneksizin
Bitmemiş Senfoni'sini Çadırımın Üstüne Şıp Dedi Damladı'ya göre
uyarlayıp lütfen artık bitirecek se bitirmeli. Dernek ki, herkese
ana aşığı, baba tutkunu, bastırılmış duygular falan gibi kulplar
takacağına Freud efendi de arkasını sıkıp biraz da Osmanlıca
düşünmeli, yazmalı; lafa bismillahla başlayıp, allahın dediği
olur'la bitirmeli. Klimt, burnunu kanata kanata da olsa, Beç' de
Güreş diye çizmeli, boyamalı; öyle elin, hem de koskoca besteci
lerin karılarıyla halvet ola ola süslü salon mallarını yaldızlayıp
10 | {
"page": 10,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
yaldızlayıp ortaya sürmek kaç para, asıl altı feshane, üstü şiş
hane ruhları ölümsüz kılmalı. Anton Karas, bakalım bir de Ye
şilçam'ın Üç Kadın'ı için müzik yapmalı, Orson Welles dedikleri
tombulyanak kafirin yerini Hazret-i Tombulparmak almalı. Bu
arada barış dernekleri, bitmez tükenmez güvercinlerinin bir bö
lüğünü yeniçeri paşaları üstüne üstüne uçurup: Buluş yok, su
nuş yok, nice yüzyıllardır insanlık alemine katılmaya hazır bir
iş yok, eeyy öyleyse bu ne kuşatmasıdır sizinki heey Kara Mus
tafa'lar heeey, deyin bakalım, deyüp sormalı; Kemal Tahir üsta
dımız ise yattığı yerden boyun kaldırıp: Hele kafirler, hele ka
firler! Lehistanlısı, Frenkistanlısı bir olup, geçtim koskoca Os
manlı Paşasını, geniiiş bir Astitürta Ekonomik Topluluğu'na
kumpas kurmak olur mu, bre vicdansız nankör Macar asileri
bre, bre çiftestandart Sobiyeski gavuru bre! .. diyerek ardına
Boşnakları takıp -Dostoyevski'nin kulakları çınlasın, eskiden
böyle insancıklar vardı-, Kıbrıs'a doğru gürlemeli. Kara Musta
fa Paşa da hala çizgili Bursa bornozu içinde, kaldığı yerden ta
kunyalarını tangırdatarak tarihin sararmış sayfaları arasında,
işte artık kaplıca otelinin bahçesinde gezinir gibi, "Viyana kapı
sı olmazsa Sarp kapısı," deyip gitmeli; beride Cumhuriyetli ta
rih öğretmeni(m) kruvaze ceketi içinde -iyi de, bu nereden çıktı
şimdi?- Kastamonu'sundan tayinen ayrılıp Kütahya'sına doğ
ru yola revan olmadan önce, şöyle bir geriye, gerideki yılların
sabır tozuyla kaplı sayfalarına bakıp, "Sepet sepet yumurta /
sakın beni unutma ... " demekle yetinmemeli. -Sahi, nereden
çıktı bu şahıs? Hyde-Park'ın oralarda dilime dolanan tümcenin
içinden olabilir mi acaba? Üstelik bir de kruvaze takım, nasıl
olur, ne ilgisi var yani çocuklar?- Evet, ne diyorduk, sepet sepet
yumurtayla yetinmemeli; okula hala (unutmadan a'ların üstü
ne birer şapka koyunuz ki, Bosna' da gömülü Boşnak halamdan
sözetmediğim anlaşılsın) bir Avrupa haritası göndermedil er,
gelmedi; bekle bekle, gelmedi işte!. diye inildeyecekse inilde
meli. Artık bu sefer iniltisini, içine o zamana kadar her şeyini,
öfkelerini, hüsranlarını, söylenememiş sözlerini, denememiş şi
irlerini, yazılamamış denemelerini atıp durduğu göğüs torbası
na atmayıp, şööyle okkalı bir gürz gibi dışa, kimin hakkıysa
onun başına fırlatmalı. Kastamonu-Kütahya arası, midesi ağzı-
11 | {
"page": 11,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
na gele gele yolalırken, ben her şeyi bilirim, bildiğimi de gizle
mem, dobra dobra söylerim, edasıyla eleştiri, şey pardon, mu
halefet direksiyonu sallayan otobüs sürücüsüne nihayet açık
açık sormalı: De bakalım tahılcı oğlu tahılcı, Avusturya Avru
pa'nın neresine düşer. 'Kapılarına dayandığın' Viyana Avustur
ya'nın neresine düşer? -Demek ben Londra'nın göbeğinde kapı
derdine bu yüzden düştüm?- Ya Kahlenberg, cahillik zengini,
de bakalım, Kahlenberg Viyana'nın hangi yakasına düşer? Sen
onu da geç, ilkin söyle hele, Kütahya Kastamoni'nin hangi ca
nibine düşer?
Hah işte, o böyle böyle sordukça artık, sürücünün, bütün
futbol takımları sağ ve sol beklerini ezbere bilen yardakçısına
iki dönemeç arası döktürdüğü "Biz Mağripteyken, biz maşrip
teyken ... " destanlarının köküne kibrit suyu ekilmeli, derken,
kibrit belası, Melk Manastırı kitaplığındaki bütün elyazması
sayfalar Tuna dalgalarıyla dosdoğru Varna'ya akmalı; ak, ak,
Varna' dan kalkan bir geminin kıçına takılıp denizin dalgaları
ortasında "Karlofça ... Karlofça ... " diye uğuldayarak kağıttan bir
heykel olup balıkçı teknesiyle Samsun' a çıkmalı; oradan kalkıp
Ankara Kalesi eteklerinde çadır kurarak, Osmanlı Paşası olsa
dahi, Kara Mustafa Paşa'nın da ola ola bir tek kellesi olduğunu,
o nedenle geriye katliamdan fazla bir şey artmadığını, işte bu
büyük hakikati cümle aleme belletmeli; Belleten Bültenleri kilit
altındaki yerlerinden çıkarılıp güneşe atılmalı ve nihayet... .. Ba
rok, dedikse Dedem Efendi'yi, Kayıkçı Kulumuz Mustafa'yı da
unutmamalı; onların nağmelerini bilenler bilmeyenlere, sözleri
ni işitenler işitmeyenlere güzel güzel, şöyle en yeni çizgiler, ha
ritalar, filmler, slaydlar, 'sound effect'ler, kasetler, CD'ler, CD
ROM'lar, Data'larla efendi efendi anlatmalı.
Ba-rok, lt-riii,
Oh-huhh, Oh-huhh ...
... Benimse silahlarım sözler, akınlarım hayallerimin dili ol
malı.
Diyelim ki, İmparatorlar ve vebalar zamanı. Bu imparator
lardan biri, şehirde vebadan kırılanlar için çukur açtırmış. Bir
toplumezar. Ne yapsın, haklı!! O kadar cesedi tek tek gömdür
mekle başa mı çıkar? İşte bu İmparatoru ben, tebdil kıyafet ara-
12 | {
"page": 12,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
bacı kılığında gece denetimi yaparken görmeliyim. Bir meyha
neye girmeli, orada kendini tutamayıp zilzurna olmalı, veba
çukurunun yanından geçerken dengesini yitirip içine düşmeli,
yine aynı meyhaneden zilzurna çıkıp aynı çukura düşen hakiki
bir arabacının üstüne pat diye gelmesiyle onu ayıltmalı ve bun
lar, üstleri yeni yeni cesetlerle örtülmeden yukarı tırmanmalı,
kolkola gelip Cats müzikalini parter üçüncü sıradan izlemeliler.
Oradan çıkışta da Prater' de bir dönmedolaba yan yana binmeli
ler; dön, dön, gün atmalı, o aydınlıkta asli arabacı yanındakinin
asli imparator olduğunu anlamalı, fırsat bu fırsat, gırtlağına bi
nip, "Ya vebaya son, ya sen de hurdan aşağı gideceksin!" deme
li. Aşağıda kalıp melCı.l meyus yukarı bakmakta olan çelebi, an
siklopedist, şair ve emekli tarih öğretmeni de her şeyden haber
siz bunlara el sallamakta iken ...
Buyrun işte, herkimse, yine çıktı ortaya. Tam o sırada da
Marble Arch'ın köşesinde kırmızı yandı. "Durun çocuklar!"
Durduk.
Aynı yerdeyiz:
Bu tarih öğretmeni(m) ki, çocuklara Kastamonu' da Bi
zans'ın Venedik'ini, Kral Yedinci Lui'n�n Haçlı Seferi'ni; Kütah
ya' da Haçlı Seferi'nin Odon dö Döy adlı papazını, Avusturya
Macaristan İmparatoru Birinci Leopold'un İspanyol Mari-Te
rez'le evlilik törenlerini; Konya' da Katoliklerle Protestanlar ara
sındaki din savaşlarını ve tabii, arada sırada evlilik törenleri gi
bi kaçamaklar yapsa da, hep müfredat gereği, Kırşehir' de de
Budin Beylerbeyliği'nin kuruluşuyla 1. Viyana Kuşatması'nı;
sonra, yeniden döngeri, Kütahya'da il. Viyana Kuşatması'nı
anlatmış, sıra tam da ister istemez bozgunu anlatmağa geldi
ğinde aklından, hay allah, tayin olunduğum, yeniden tayin
olunduğum yerlerin adları da hep K harfiyle başlıyormuş me
ğer, kör kadere bak sen kardeşim Kamil Kaya, diye geçmiş; fa
kat nihayet doğduğu yer İ'ye yeniden kavuşunca, bakmış ki:
İlahiii, Bizans mizans hakgetire. Osmanlı toptan yokolmuş.
Cumhuriyet ise, cebindeki ortaboy üç lise defterlik şiir toplamı
ile yeni öğrencilerin bir ipin ucundaki yo-yo topu gibi inip kal
karak, "Çöplük 1-Sefatepesi O / Sultanbeyli 2-İkitelli 3 / Gü
neşli 4-Terelelli 5. Goool!. Goool!" ardından da, "Heey Corc /
13 | {
"page": 13,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Versene borç!." diye haykırışmaları demek. Ortalıkta bir gürül
tü, bir koşuşturma ki, bunlar ancak sınav eşiğinde mecalsiz di
kilip kalmakta ve kısılmış sesleriyle işitilir işitilmez bir şeyler
sormaktadırlar: Macaristan İran yanlarına mı düşer öğretme
nim? Öğretmenim, Tuna kuzeyden güneye mi akmakta? Mo
haç, Moğol kalesidir, sahaların kralı da bu kaleye üç gol atmış
tır, diğmi örtmenim?
Müjde örtmenim, örtmenim müjde, Kastamonu şapkasının
tarihini bildim, TV yarışında üç araba, beş buzdolabı, sekiz de
güzel kız kazandım, nasılmııı ş!.. Sen daha uyu, inek!. -Ve bura
da yeni bir ses patlaması kaçımlmaz.-
Ee, madem böyle, işte artık bu tarih öğretmeni(m?) de,
-nereden çıktıysa, inanın bilmiyorum- ister istemez Habs
burg İmparatorluk sarayından bir kız kaçırıp onu saray kili
sesinin Meryem Anası önünde öpmemeli mi? Öpmeli. Öpmeli
/Bin kere/ yüz bin kere öpmeli seni/ sarmalı ... O onu öpüp sar
malı, arada ülke(m) yaşanıp bitmiş büyük bir aşkın hatırası
gibi tarihin solgun sayfaları arasından bana gülümsemeli:
Cumhuriyet ve Opera baloları fena mıydı yaa? diyerekten bir
koltuk değneğine sarılmalı; elinden kaçırdığı tutku beni tu
tuklamalı, dünyanın en yalnız sultam III. Selim'e çıra gibi
yanmalıyım. Ben öyle cayır cayır yanarken, uçuşan ak saçla
rıyla asırlık Elias Canetti, Alma'mn Mahler'den olma kızı An
na'ya değil, bana gönül vermeli; ayaklarımın ucuna çiçekler
serpmeli; peşinden koştuğum III. Selim ve peşimden koşan
bir trompetçiyle ayrı ayrı düelloya tutuşmalı; başucundan ki
taplarımı ve fotoğrafımı eksik etmemeli, bense burun bir ka
rış havada, bakalım bir çevirmenle bir yayınevi bulursak bel
ki sizin bir kitabınızı bizde bastırırız, belki bakalım, çeviri
için devletiniz destek verirse, kültür bakanlığınız falan ... de
meliyim ve böylece barok yaşayışın ırkçılık-milliyetçilik kav
ramlarına yabancı kalışının tek somut kanıtı, Savoie Pren
si'nden ibaret olmamalı ...
Ay heyecanlandım. Sabırsızlandım. Yeşil yansa. Kırk yıl
önce kırk saatçik gördüğüm Viyana burnumda tütmekte. Yeşil
yandı, geçelim.
O kente gitmeliyim.
14 | {
"page": 14,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Büyük barok kapının önünde durup, anahtar deliğine gö-
zumü dayamalıyım, onu görmeliyim.
Kimi mi?
Öyle ya, kimi?
Aradan yüzyıllaaar geçmiş, gölge, Hyde-Park'ın köşesinde
göründüğü gibi de silinip gitmiş. Yüz çizgileri bile hiç belli ol
madan, ancak kulağıma galiba şöyle bir şey fısıldayarak: "Aa,
meğer ben düzgün soluk alıp vermeyi bilmiyormuşum da, bu
nu şimdi anlıyorum."
Yok canım, böyle fısıldayan kruvaze ceketli adam değil
miydi? Tarih öğretmeni miymiş, neymiş? Hani emekli olmuş
da ...
Ba-rok, oh-huh. Ba-rok, It-ri. lt-rii-hoh-huh. Hoh-huh, Ba
rok. .. Ba-rok. ..
"Koşmayın! Ağır olun çocuklar, ağır olun!."
Küçükleri caddenin kalabalığında kaybetmesem bari. Öyle
de sabırsızlar ki...
Rönesans'ın açtığı yol.
Görkemli geçit törenleri.
Aşklar, tutkular.
Karnaval.
At nalı, araba tekeri takırtıları ...
Asli arabacının intikamı. Cinayet.
Zurna ve klarnet.
Flüt ve ah seni yaramaz Mozart.
Tutkum baskınlaşıyor(du).
Yanımdan iki katlı bir Londra otobüsü geçmektedir. Karşı
kuledeki saat akşamı gösteriyor.
"Biraz daha çabuk yürüyemez misin? Biz çok acıktık," di
yordu yeğenlerimden küçüğü.
Artık üçümüz birlikte koşuyoruz. Daha doğrusu ben onla
ra yetişmeye çalışıyorum. Ortaçağ karanlığını geride bırakıp, Rö
nesans' ın yolunu açtığı büyük keşifler zaferi ... Oh-huhh ..
Hamburger-kızarmış patates-coke ...
Turşu-salça-hardal. ..
Hoh-huh, hoh-huh, hoh-huh ... Ba-rok, It-riii ...
15 | {
"page": 15,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
"Üstüne kocaman bir dondurma yiyeceğim ben!" diye sıç-
rıyor büyük yeğenim.
Küçüğü de:
"Ben de, ben de!.." diyor.
Oh-huhh, oh-huhh ...
11 Ama ben çileklisinden isterim!" diyor öteki.
Oh-huh ...
Ba-rok. ..
Dondurmaların kağıttan kapları olacak.
Plastik kaşıkları olacak.
Hoh-huh ... Ba-rok, lt-rii...
Dondurma üstü kedi dili ...
Derken, yüreğim ağzıma geliverdi: Bir görünüp de hemen
silinen gölge! İşte, apaçık o. Hamburgercinin kırmızı fiberglas
çerçeveli geniş camlı kapısı önünde. Tam kapıyı açmış, içeri gi
recek, ama giremiyor. Açtığı kapıdan başkaları giriyor. Gelen
geçiyor, gelen geçiyor.
Biz de geçtik.
O ise yana çekilmiş, kapı kanadı hala elinde. Evet, bu aynı
gölge, aynı gölge! Kruvaze ceketinin düğmeleri ilikli mi, değil
mi, diye parmaklarıyla yokluyor bir yandan da .
... görkemli bir zaferle kutlamaktı.
Vardığım yerde başımı geri çevirmiştim ki, yok. Yine yok.
Dilime, gırtlağıma ya da bana takılan tümcenin bu sefer
yalnızca sonu bir daha belirmiş, sonra, gümbürtülü bir yıkımın
altında silinip gitmiştir. Hyde-Park'ın oralarda nasılsa, bu defa
da hamburgerci kapısında bir an belirip, kılığı kıyafetiyle şöyle
bir görünüp yokolan kimse gibi ...
Barok, Itri, Dedem Efendi, Kulun Mustafa, İmparator, ara
bacı, Kütahya, öğretmen(im), Viyana, kapı, anahtar deliği, sıfır
numara traşlı tarih ... Hiçbiri yok. Her şey silik.
O kadar yokluk, bulanıklık tutkumu büsbütün körüklemiş
tir: Aynalı salonlar, hileli aynalar, Ortaçağ' dan devren taş kaplı
sokaklar, veba çukurunu ters çevirtip üstüne mermer çektirerek
kentin ortasına kanatlı melekler biçiminde diken zaman, ağır
zaman, tannan ... Hepsini istiyordum. Köfte, turşu, dondurma,
Rus salatası, fiberglas, müşteri kuyrukları, kasa şakırtıları o ka-
16 | {
"page": 16,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
dar yakınımdayken ikinci defa beni kışkırtan hayali nasıl yitir
dim? Bitti mi, sahiden? O kadar gösteri ve gösteriş ortasında o
derece silik durursa, olacağı budur. Arabacı, İmparatoru dön
medolaptan aşağı sallandırırken de bakakalmıştı zaten; gıkı
çıkmadı.
"Ağır ağır çocuklar, ağır ağır. İtişmeyin, sıraya girin!."
Ağır zaman. Tannan.
Sonsuzluk, sınırsızlık. Aykırılık, belirsizlik.
Kolaycılık, hatta yüzsüzlük.
Coşku ve tutku.
Düzensiz düzen. Kıvrımlar, kuplar.
Aydınlıklar ve gölgeler.
Hepsine kırmızı mumlu birer davetiye göndermeliyim.
Göndereceğim, göndermesine göndereceğim de .....
Kasa, fiş, hamburger, patates, dondurma, kahve, kuyruk. ..
Arkamdan sürekli itilmekteydim.
Hele o self servis tepsileri!.
Böyle itiş kakış derken zamanla tutkum beni terkedip gitti.
'Barok' diye başlayan tümceden ne dilimde, ne içimde tek iz bi
le yok. Sanki self servis tepsilerinden oluşma büyük bir dalga
gelmiş, kumdaki ayakizlerini silercesine içimde tıpır tıpır dola
nan izleri toptan silip gitmiş ... Bunlarla birlikte elin Viyana' sına
geniş soluklu hikayeler uydurma saplanhmı da. Nasıl desem?
Hani, öte yan görünmesin diye, anahtar deliklerine kağıt yapış
tırırlar, bütün mera-kilerin meraklarını kursaklarında koyarlar
ya, öyle bir durum.
Kuraklık.
Tarihin o döneminde nice canlar telef olmuştur.
"Bir dakika beyler, itmeyin!"
17 | {
"page": 17,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
II.
Süpürge Çöpü
Kalan sağlar kimin, fazla karıştırmazsanız, hayat her za
manki gibi yine sürmektedir. Bir yolu bulunuyor.
Diyelim, Osmanlı, Viyana kapısına dayandığında Hofburg
halkı arabalarına atlayıp kenti dörtnala terketmeseydi, onlar tu
fandan kaçarken gemilerine her insan türünden birer çift daha
atlamasaydı, bomboş kalan kent surlarının içini de derhal pılık
pırtık çapulcular doldurmasaydı, bunlar sarayların, konakların
kuştüyü yataklarına yangelip yatmasaydı, her gece fener alayı,
her şafakta kah kah kah, kih kih kih o onla bu bununla düzüş
meseydi ne olurdu? Ne olacak, Leh ordusu yetişip kuşatmayı
püskürttükten sonra Kolschizsky hazretleri, çadırlar yağmala
nırken edindiği kahve ganimetini içirecek insanları zor bulur
du! O zaman da Türk denen insan adı oralarda da sadece kılı
cın ve kıyımın yanısıra anılırdı.
Her işte bir hayır.
Hamburgercinin kırmızı fiberglas çerçeveli kapısında
anahtar deliği meliği yoktu, üstelik kapının yanında duran kru
vaze ceketli hayalet de tümden yokolup gitmişti. Geriye self
servis tepsilerinde bir alay kağıt tabak, bardak, domates salçası
bulaşığı birkaç kızarmış patates kalmıştı. Benim mukavva bar
daktaki sütlü kahvem devrilmiş, kağıt peçetelerden bir kısmı
da bunu içmişti.
18 | {
"page": 18,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |