page_content
stringlengths
1
4.1k
metadata
dict
ra Mustafa Paşa'nın durmadan bizi dikizleyen bakışları, bir ke­ re bile elini tutamadığım halde Alma'nın içimi kavuran ateşi... Allah biliyor ya, senfoniyi nasıl dinlediğimi, ondan ne anladığı­ mı hatırlamıyorum. Off, of, ben de az şey yaşamadım canım, şu sandalların haline baksana!. Parmaklarının arasındaki palamutu usul usul okşuyor, bir yandan da sağ elinin ayasındaki ince yaprağa bakıyor yine. Fa­ ruk ya da Nur, şu an ikisinden birine öyle gereksinim duyuyor ki. Çünkü nihayet, yüzünü, huyunu suyunu bilmediği Chirico ya da zaten çok yorgun olan Milena ile günlük sorunların altın­ dan kalkamazdı. Gözler açıkken görülenler de vardı. Apaçık işitilenler sonra. Siz İspanya tatilinizden bugünlerde dönmeye­ cek miydiniz Faruk? Döndüyseniz, belki bana bu akşam telefon edersiniz. Telefonla ararsanız, yardıma çağıracaktım. Yardım edeceksiniz, değil mi? Yalnız, bilemiyorum, ben acaba eve dö­ nebilecek miyim, o oradayken öyle, yani bakmışın pat diye dö­ nüp gelmiş, bu karşılaşmaya hazır olabilecek miyim? Sahi, mutfak penceresini kapatmış mıydı? Musluk temiz miydi? Buraya kadar yürürken usul usul bir iç dinginliği edinmiş­ ti. Kitabını okurken de bir süre dingindi. Ne oldu da, yeniden tedirginleşti? İç dinginliğini elden kaçırması bir ara Milena'yı düşünmek için gözlerini kapadığı zaman başladı galiba. Far­ kında bile değildi: Asaf da bugünlerde gelebilir. Gerçi musluk­ ları, tuvaleti, mutfağı, evin her yanını tertemiz bırakmaya özen gösteriyorum; emanete ihanet olmaması için elimden geleni yapmaya çalışıyorum; çimleri, çiçekleri de suluyordum, yine suladım ama ... Ah, anahtarı aldım mı ben? Yaprağı buruşturup elini hemen şortunun cebine atıyor: Tabii canım, burada işte. Nedense hep, içerde unuttuğum kor­ kusu. Bir türlü atamadım üstümden. Haftalarçlır evden anahta­ rı elimde tutarak çıkarım, yetmez, gözümü de üstüne dikerim, elimde olduğunu mükemmelen bilirim, yine de içerde unuttu­ ğumu sanırım. Asaf nekadar içten olursa olsun, nekadar cömert davranırsa davransın, emanet şey hiç bana göre değil. Alışma­ mışım. Hep kendi evim. Azıcık aşım, kaygısız başım, yaşayıp 119
{ "page": 119, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
gelmişim. Ah Faruk, benim yeni genç dostum, bugün İspan­ ya' dan dönmüş olsanız, ben de eve dönmüş olsam, telefonla beni bulsanız, dersiniz ki: A, ama yemeklerinizi bukadar za­ man yapayalnız yemeniz yeter. Hadi çıkıp birlikte yiyelim. Şa­ rap içeriz. Yarım kalan konumuza döneriz, yine Gottfried Benn' den konuşuruz, dersiniz. Tatlı tatlı güler, bana hala varol­ duğumu hissettirir, tuhaf bir biçimde eriyip giden kimliğimi belki de geri kazandırırsınız. Siz, bu son bir ayda yemeklerimi yapayalnız yediğimi sanıyorsunuz, oysa ummadığım kadar ka­ labalıktım ben, bilseniz! Kendimle hiç başbaşa kalamadım, ne olup olmadığımı göremedim Faruk' cuğum, cancağızım. Yu­ nus' a bir defa yine Benn' den sözaçmak istemiştim, kendimi ne ata, ne insana benzetemediğimi söyleyeyim, demiştim, hani o akşam kahvede otururken dinlememişti ya, yine dinlemedi. Acele Antonia ile buluşması gerekiyordu. Onlar böyle müzikli yerlere gidiyorlardı da, çok gürültülü, benim başım kaldırmaz bilirsiniz. Unutur muyum hiç, nasıl yarım kalmıştı ikili yaşayış­ lar üstüne konuşmamız. Yeni genç arkadaşı İspanya'ya gitmeden önce, bu ayın baş­ larında, sıcak, bungun bir akşam, serin bir kahvede oturdular. Yanlarında Yunus. Geleli birkaç gün olmuş. Yoksa daha mı çok? Onunla zamanın neresinde bulunduğunu şaşırmaya başlamıştı. Faruk' a Gottfried Benn adındaki Alman şairden sözetrnişti; Beh­ çet Necatigil'den bir şiir okumuştu, durup dururken, nedense, Sorum adlı şiiri. Bir zamanlar ... O zamanlar ... Şaire en yakın du­ ranların bile -galiba- çok dikkat etmediği Sorum. Gottffried Benn' den bir yazısında sözeden de aynı şairdi, oradan aklına gelmişti. Benn, kendi kuşağının sanatçılarını yarısı insan, yarısı hayvan mitoloji kahramanlarına benzetirm iş. "Biz, olduğumuz­ dan başka türlü yaşadık, düşündüğümüzden başka türlü yaz­ dık, umduğumuzdan da başka türlü düşündük," demiş. Bu doktor-şair , daha ilk uluslar savaşına katıldığı sıralarda Yirminci Yüzyıl insanının parçalanmış bir insan olduğunu söylemiş ... Faruk'un kendisini sahici bir dikkatle dinlediğini görünce, eklemeden edememişti: "Bizim birçok aydınımız, yazarımız da Benn'in tarifine uyuyor. Artık yüzyılın başlarından çok uzakta olduğumuz hal- 120
{ "page": 120, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
de, hala o dönemmiş gibi, onlar da olduklarından başka türlü yaşıyor, düşündüklerinden başka türlü hareket ediyorlar. Ben ... Ben ... " Kendisinin kendine nekadar yabancı kaldığını söyleyecek­ ti, titizlikle, orta yerinden bölünmemek için tarihin ve yazının içine çekildiğini, buna benzer bir şeyleri söyleyecekti . Ama Yu­ nus, hemen sözünü kesmiş: "Hıh, bizimkiler !.. Ne düşünmüşler ki, ne yaşayacaklar?" demişti. Ardından da yine, tek sıcak notası bulunmayan ses tonunu çıkardı ortaya: "Bozuk paranız var mı Faruk? Bir yere telefon edeceğim." Bu tını. İmparator buyrukları bile onunkinin yanında ezik büzük kalırdı herhalde. Bağırmadan, buyurmadan, bu tını: Tah­ tırevanımın bir ucundan siz omuzlayın Faruk, öteki ucunu da emekli tarih öğretmenimiz omuzlasın; beni havaya kaldırın, kaldırın, daha kaldırın ve taşıyın, diyen bir tını. Ah yavrucuğum Nur, farkında olmadan seni de ezmişiz, avucumdaki ince, saydam yaprakçık, Antonia ortaya çıkana ka­ dar senin efendiye hoşca vakit geçirtmek için verdiğin gönüllü uğraşlar ... Sonra da, siz olmasanız da olurdu'ya gelen soğuk duruşlar. Aman, neyse artık, kurtuluş. Olan oldu, geçen geçti, artık feraha erdik. Gittiğine hala inanamıyorum, sabah yürüyü­ şüme biraz geciktirerek de olsa bir rahatlık duygusuyla başla­ dığıma inanamıyorum. Üzgünüm, ama artık gücümün sonuy­ du. Bir de bakmışın gitmemiş, dönüp gelmiş, öyle ise çamaşır ipi olsun bari, başka ne olabilir? Sayfaları açık kitap yine dizlerinin üstünde. Hani okuya­ caktı? Milena artık Prag'a kesin dönüş yapmıştı hani? Yanında da garip bir adam vardı. Sözde, Birinci Dünya Savaşı'nda ilkin Balkanlar da direniş mangalarına katılmış doğru çeviri yorsam, sonra da gidip bolşeviklere katılmış hani, Milena adamı profe­ sör babasına tanıştırınca, yaşlı adam büsbütün patlayıp: "Nedir canım, hep bu saçma sapan kimseleri bulup bulup getiriyor sun buraya Milena!" diyerek herifi evinden defetmiş! Jeromir, köy­ de bir orman korucusunun oğluymuş, çok yoksulmuş, babası da erkenden ölüvermiş, bunun üstüne küçük Jeromir babasının 121
{ "page": 121, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
işini sürdürmüş; ağaçların, kuşların dilini öğrenmiş; ama anne­ si onu ille okutmak istediği için, tutmuş kente göçmüş. Bakkal­ lık falan ederek oğlunu okutmuş. Oğlan mimar çıkmışsa da ey­ lemci bir gruba katılarak mimarlığı boşlamış. Türlü türlü hüc­ relerde görev almış. Bu yüzden, Milena'nın aristokrat babasının hem komünistlerden, hem Yahudilerden nefret ettiğini ne bil­ sin, koskoca Prof.'un kendisini yaka paça evden kovuşuna pek şaşmış! Kitabı yeniden bırakıyor. Nefret, mi dedi? Bu duyguya çok kısa bir süre öncesine kadar nasıl da yabancıydı. Faruk, Yu­ nus'un kahvede gösterdiği tutumu nasıl okadar serinkanlı kar­ şıladı, anlayamamıştı. Kendini hiç de öyle tahtırevan taşıyıcısı biri gibi gördüğü yoktu. Elini cebine atmış, Yunus' a bir avuç dolusu madeni şiling uzatmakta ... Gözlerini önüne, tam da şimdi indirdiği noktaya indirmiş, ezim ezim ezildiğini hissetmişti. Emekliliğine çok az kala öğ­ rencisi olmuş, sonra, yazılarından ötürü hocasını ziyarete başla­ mış Yunus'tan, bu genç arkadaşından mı utanıyor, kendisinden mi, artık birbirine karıştırdı. Faruk' tan Yunus adına özür dile­ yecek bir söz, küçük bir hareket biçimi aranıyordu. Faruk ise, paraları alıp Herdeki telefon kulübesine doğru uzaklaşan Yu­ nus'un arkasından tanımadığı birine bakar gibi, dümdüz baka­ rak mırıldanmakta: "Rahat olun efendim, lütfen. Aldırmayın. Neden başkaları­ na düşen sorumlulukları da hep siz yükleniyorsunuz? Sevdiği­ miz şairimizin az önce okuduğunuz şiirini düşünün. Sanki o kediyi betonlar arasına kendisi tıkmış gibi, suçlandığını duyu­ yordu değil mi? Bakın, siz de böylesiniz işte. Evet, belki sizin kuşaklarda bir kurt adamlık var ya da sfenkslik. Ama bence asıl sorun, şu aşırı sorumluluk duygularınız. Aydınımızın bellerin­ den yukarısı insan, aşağısı at gibi mitolojik bir görünüşlerinin bulunmasının temelinde yatan bu olamaz mı değerli hocam?" Sonra, Asafınkini hatırlatan bir sevimlilikle gülümsemişti: "Çok konuştum galiba. Bize düşen de bu konuşkanlık işte! Gevezelik. Baksanıza, sizi de, bilmeden anlamadan kentor'lar türüne katıverdim. Belki, kendinizi her an her şeyden sorumlu saymanıza isyan ettim, hoşgörün ... " 122
{ "page": 122, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Yanına düşürdüğü palamutu alıyor, cebine koyarken o da Faruk' a gülümsüyor sanki: Palamutu bir yana atamadım, da­ lından düşmesinden sorumluymuşum gibi... Burada, birkaç ayın içinde özleyeceği kimselerin de olaca­ ğını sanmazdı. Asafı özlüyordu, Faruk'u tabii; Nur'u özlüyor­ du, hele Clea'yı. Utanarak da olsa, Clea'yı özlüyordu, onu gün­ lerce aradı. Hatta, ne tuhaf, Yunus'u. Fakat, şimdi onu içi ürpe­ rerek de olsa düşünüyor olmaktan gizli bir utanç duydu. Böyle bir utancı hiç duymamıştı. Nesrin hala hayatının içinde, onun önemli bir parçası iken Yunus'la buluşmaktan, onunla saatlerce oturmaktan duymadığı bir utanç. Dahası, Clea'yla gizli gizli buluşurken de bu derecesini duymamıştı. Nesrin. Yılların dos­ tu. Nekadar acı, umutsuzluk, nekadar da güzel gün paylaştı onunla. Hatta, zaman zaman bir yatak. Kadınlara o kadar ya­ kın gelmekten kaçındığı halde, sadece Nesrin'le ... Ömründe, yalnız o. O büyük kadın, diye geçti içinden. Bir kere bile evlen­ me sözü etmedi. Avucunda buruşturduğu yaprağı düzelsin diye kitabın sayfaları arasına koyuyor: Fakat, buradan Nesrin'e götüre gö­ türe her düştükleri yerden topladığı palamutları, kitap, defter aralarında kurutulmuş yaprakları götürmeyecekti herhalde? Bunlar da tek başına güzel armağanlar olabilirdi. Ama asıl yük, henüz yeterince eskimemiş yakın geçmiş. Ne kokusu olduğu belli değil, tarihi bile yok. Yine de henüz çürümüş bir armut, ta­ ze inek pisliği gibi insanın orasına burasına bulaşıyor. Yakın bir geçmişin yükü de öyle. İnsana bulaşıyor. Lise ta­ rih derslerinde anlattığı koskoca imparatorlukların yıkılışı bile gözünde görkemli operalar gibi canlanırdı. Savaş alanlarında ölenlerin, kent alanlarında asılanların, sarayların zindanlarında boğdurulan sultanların, prenslerin iniltilerini işitirdi, ama bü­ tün acıların bile kurgulanmış bir ahengi olurdu. Bu kenti dola­ şırken de, korsesi sıkılırken beli kırılmış küçük prensesi neşeli operetlerin küçücük kısacık hüzünlü kadansları gibi algıladığı olmuştur. Bugünse her şey çok yakınında, omuzlarında ve ya­ kın geçmiş çok ağır. Onu henüz bir şarkıya, estetik bir acıya, bir karnavala ya da tragedyaya dönüştüremeyecek kadar yakın, taze. 123
{ "page": 123, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Bu yükün ağırlığı altında ezilmek istemiyor. Yıllarca özle­ mini çektiği yeni, geniş ufuklar perdesi böyle kapanabilir mi? Hemen Faruk' un güleç yüzüne, diri sesine sığmıyor yine: "Bakın ne diyeceğim. Belki biliyorsunuz, Goethe, bir dü­ kün davetlisi olarak savaşı izlemeye gitmiş. Orada, silah sesle­ rine, top ateşlerine karşı bir tepenin üstünde dikilip operet yaz­ mış ... Şimdi operet düşünmenin sırası mı, insanlar ölüyor, belki de vatan elden gidiyor, hele operet günleri gelsin de, o zaman, demeden." Ah, bir iklim değişikliğine uğramadan önce, gencecik öğ­ rencisi Yunus'la da az-çok böyle konuşmaları, tartışmaları olur­ du. Ama konuşmalar nedense hemen başkalarına kayar, gaze­ telerde şu ne yazmış, bu kime ne demiş, kimin o berbat şiiri ne­ rede başköşeye konmuş biçimlerine dönerdi. Yunus'un, kapalı dünyasına sızdırdığı bu hafif esintiler öğretmeninin hoşuna git­ miyor muydu peki? İki hafta ortalarda görünmese, çıkıp gelme­ sini beklerdi. Şimdi ise Yunus, telefon kulübesinden yanlarına dönüyor­ du. Aradığı kimseyi bulamamış. Hiç tanımadığı bir kentte, kı­ sacık bir süre içinde durmadan arayacak kimselerinin olması da tuhaf ya. Kendi iklimlerinde hep kimsesizlikten, yalnızlık­ tan yakınırdı, herkesle ilişki kuramadığından falan. Bütün bun­ lar o zaman dikkatini çekmemiştir; Faruk'un şilinglerini avucu­ na doldurup gittikten sonra ağır ağır ortaya çıkan renkler, ses­ ler. Tın, tın, tın kendini işittiren tuşeler ... Yunus, gece eve dönerlerken metro girişindeki meyveci­ den kendine bir sepet çilek alıyor. Avusturya dağlarının Ağustos çileği. Yolboyu çilekleri ağzına tek tek atıyor. İp su yeşili renktedir. Boynunda. Markettekinden. Bir yandan da geniş küvet gürül gürül suyla dolmaktadı r. Yunus, dudak bü­ kerek, /1 Ay siz küvete mi uzanacaksınız?" demekte ... Hangisi iyi, yani hangisiyle olmuştu? Gözleri patlak patlak öyle, biri gelip gözkapaklarını örtmeliy di. Peki ama küvetin suyu ne­ den kızıldı. Kanlı. Usturayla kesilmiş bir gırtlaktan fışkıran kan ... Çilekler koyu kırmızı, canlı renkteydi. Daha çok, pembeyle mora kaçan, müthiş çekici renkte, kokulu ... 124
{ "page": 124, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Kendisinin de canı çekmişti, ama genç dostuna, bir tane de bana versene, diyemedi. Geri dönüp bir sepet de kendisine al­ ması tuhaf kaçmaz mıydı. Hani, biri ne yapıyorsa onu yapmak istiyormuş gibi? Kişiliği yokmuş gibi? Nesrin. O eski, uzun dostluk. O sevgili. Nesrin, tabağında ne varsa, bir lokma da kendisine tattır­ madan imkanı yok yiyeceğini yemezdi. Yemez. Sokakta güzel bir şeyle karşılaşsa, gelir, bunu daha güzelleştirerek anlatır, çir­ kinleri ise kendine saklar. Bazan telefon eder: "Enginar çıkmış. İç bakla da aldım. Seversin. Hadi hemen atla gel." Bukadar incelik, dikkate karşın ona, "Bu akşam çıkmak is­ temiyorum, bir deneme üstünde çalışıyorum," deme özgürlü­ ğünün olduğunu düşünüyor da. Hiç farkında değildi. En azın­ dan bukadar açıkca bilmiyordu, küçücük, sınırları dar dünyala­ rının içinde dingin, dengeli bir hayatlarının olduğunu. Çok bü­ yük sandığı düşünce, duygu bunalım anlarının, zamanlarının çok minik olduğunu. Çeşit çeşit taşra okullarında ders vermiş, çeşit çeşit insanla karşılaşmış, yüzleri gibi huyları da birbirine benzemeyen çocuklarla haşır neşir olmuş, tarihi, bütün bir dünya tarihini boydan boya ve sayısız defa anlatarak yaşamış, yaşatmaya çalışmış. Bir 'başkası' olunduğunda ise bütün bun­ lar 'hiç' ti işte. Peki, bu 'başkası'nın, tam üç aydır ormanının fısıltılarını dinlediği, saraylarına, müzelerine girip çıktığı, operalarına git­ tiği, şaraplarını içtiği, tarihiyle uzun uzun konuştuğu kentteki yeri nerede? Önünden sıçrayarak geçen sincapta mı, yeşillikler arasından üst katları seçilen yaşlılar yurdunda mı, bahçeler ara­ sından sessizce akıp giden sabah otobüslerinde mi, kent merke­ zinin durmadan yiyip içen, en gençle en yaşlıyı aynı oranda ta­ şıyan kalabalığında mı? Her yanı Yunus tutmuş gibi. Bütün kent tarihini. Faruk'un ya da Nesrin' in, Asaf'ın arada bir belirip yitmelerinde bile onun payı var. Çünkü henüz hiçbir şey geçmiş olmadı. Tarih olmadı. He­ nüz kestane ağaçları, çınarlar yapraklarını dökmedi. İlk güz yağmuru yağmadı henüz. Havanın nemli bunaltıcılığı sürüyor. 125
{ "page": 125, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Nuı'un getirdiği bembeyaz pıtrak çiçekli saksı çiçeğine daha sık su vermek gerek. Baygın baygın kokuyor. Bu koku, bodrum kahndan yükselen ağır kokuyu bastıracak, diye umuyor. Saksı­ ya bu sabah su vermiş miydi? Yoksa, çimlerin, bahçe çiçekleri­ nin arasında onu unuttu mu? Nuı'un o güzelim fulya'sını unu­ tacağı aklına gelir miydi? Viyana Operası'nı yırtık blucinli, kirli fanilalı gençlerin de dolduracağı, buna karşın, töreye uygun olarak frak giyinmiş yer göstericileri, operanın önemli Alman izleyicileri sanacağı aklına gelir miydi? Milena mektupları ko­ nusunda, tarihin ve ticaretin bizi aldattığı gibi bir savla karşıla­ şacağı aklına gelir miydi? -Bülent kimse, Yunus'un her fırsatta hakemliğe çağırdığı o Bülent kimse, onunla karşılaşıp hesap sormalı! Yunus' a için için çok öfkelenmişti, ama çıbanın asıl ba­ şı bu Bülent olacak pislik üreticisi. Kafka, bencilin biri olsa bile, eseri değer yitimine uğrayacak değildi herhalde? Bazıları böy­ leydi zaten. Sağlamca ayak basacağımız tek metrekare kalsın is­ temiyorlardı. Ama bunu, burada, başka bir ufukta düşüneceği aklına gelir miydi? Barok bir duvar üstünde 'Yabancı, defol!' yazısını okuyacağı, kendisi de bir 'yabancı' olarak, daha yirmi iki yaşındayken Avusturya-Macarist an İmparatorluğu'nun arşi­ dük bıyıklı subaylığına, oradan da prensliğe yükselen Euge­ ne'in, Savoie Prensi Eugene'in yaptırdığı görkemli yazlık-kı şlık sarayları önünde 'çingene baron'un o gün bugündür dilendiği­ ne tanıklık edeceği aklına gelir miydi? Dünün nazisiyle dünün komünistinin şimdi el sıkışıp, yanyana durarak Büyük Müzik Festivali'ni açacakları aklına gelir miydi? Barok dönemden çık­ ma bir prense, hem de iki kere, biri Freyung'la Herreng asse'nin kesiştiği köşede, öteki küçük Michaeler Platz'ta rastlayacağı, onun bir reveransla kendisini selamlayacağı aklına gelir miydi? Schotten metrosundan çıkmış, belki de bu kentte yeniden tanıdığı Yunus'u eskitmek, geçmiş kılmak için Clea'yı aramaya koyulmuştu . Onunla oturma alışkanlığı edindikleri, turistler­ den uzak, küçük, serin, Viyanalılığını hala koruyan kahveye gi­ derken, acaba Clea son bir defa buraya uğrar mı, diyerek. .. On­ dan utanıyor , Prens tarzı geniş reveransın bir işe yarayacağını ummuyord u. Oteline telefon etmek de istemiyor, kendisini "Gitti," yanıtını almaya hazır duymuyordu. 126
{ "page": 126, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Güneş nekadar yükselmiş. Yine de üstünde sabahın serinli­ ği var; ışınlar ılık dokunuşlarla dizlerini, parmak uçlarını okşu­ yor. Kalkması, markete kadar yürümesi gerek, ama kendisinde kımıldama isteği duymuyor. Evet, çok hoş bu ışınların dizleri­ ni, çıplak ayaklarını okşayışı. Daha ilk günden, Clea'nın öpüş­ leri gibi. Öpülmeyi unutmuş dudaklarını ısıhşı, ayaklarını sev­ meyi öğretişi gibi ... Dün değil miydi? Yunus buraya gelmeden önce Clea'yla dolaşhkları sokakları dolaşh yine. Birlikte oturdukları kahve­ lerde oturdu. Gözleri her tarafta gümüşe yakın kırlıktaki saçları kısa kesilmiş, bir tutamı hep yüzüne düşen gri-yeşil gözlü, ince boyunlu kadını arandı. Bedenlerinin her yanıyla tanıştıktan sonra, bir ilişkinin öylece bitmesini, ortadan silinip gitmesini içine sindiremiyor. Oysa, ilişkinin böyle sonuçlanmasına yola­ çan kendisi. Hangi kendisi ama? Buraya kadar, bir kadının elini tutmuşsa ona gülümsemişse, o kadına karşı ömürboyu sorum­ luluk duymuştu. Karşı cinsten o kadar uzak bir ömür sürmesi, belki de bundan. "Kendimi tanıyorum," diye yazacak daha sonra küçücük defterine. Clea'yla birlikteyken daha iyi tanıyorum. Anto­ nia'nın muzu soyup içini yedikten sonra kabuğunu önüne ge­ len yere fırlatışına, o muzu birinin karşısında suratına baka ba­ ka yerken, kişiyi de, muzu da unutuşuna yabancıyım. Beni alı­ yor, bir çiklet çiğner gibi çiğnemek istiyor. Ona, neden evlen­ mediğimi, Nesrin ile ilişkimin otuz yıla yakın neden öylece sü­ rebildiğini anlatmam olanaksız. Antonia' dan korktum . Çok korktum. Fakat Clea. Onunla buluşmuştum. Tende buluşmuş­ tuk, sürmeliy di. Deftere, Hem N., hem C., diye yazarken ayrı ayrı ürper­ mişti. "Kendimi tanıyorum" dan öte hiçbir şeyi açıkça satırlara dökmeye yüreklenemedi. Clea' dan özür de dileyemedi. O olsa, belki açılabilirdi. Gitgide üstüne daha çok bastıran ağırlıklar­ dan kurtulabilirdi, Yunus'tan ... Yunus'u karşılamak, zamanının tümünü ona ayırmak, kimbilir belki de ondan gizli bir kadınla buluşmamak için Clea' dan uzaklaşmadı mı? Ya Yunus' un bu ilişkiden haberi olursa, diye korkuların en büyüğünü yaşadı. 127
{ "page": 127, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Ama işte artık korkutamaz, bitti. Bodrumdan kokular yükselir­ ken evden çıkmadı mı? Hayır, evden çimleri suladıktan sonra çıktı. Islıklarla. Markete gidecek, kenti dolaşmaya çıkacak yine. Ulusal Kitaplığa da gidecek. Alma'nın ayak bastığı sokaklara ayak basacak. .. Clea'nın ... Çok yürümekten yorgun, Michaeler Platz' da yeniden dur­ muştu; yüzünü Hofburg'un cümle kapısına vererek. Bir yanına eski sarayı, öte yanına yeni sarayı alarak, sırtını küçük kilisenin duvarına yaslamıştı. Saray girişinin biraz önünde arkeoloji öğ­ rencileri, başlarında hocaları, kazı yapıyorlar. Ta uzak günleri­ nin, Anadolu liselerindeki öğretmenlik zamanlarının kokusu gibi, topraktan eski bir koku yükseliyordu. Geçmişin kokusu yoktur. Geçmiş erir; kan ve alınteri buharlaşır , havaya karışır gider. Elle tutulur, gözle görülür biçimde geriye kala­ cak olan sadece taşlardır. Yoksullara seyirlik bir cennet sunmak için zenginlerin yaptırdığı işte bu taştan, mermerden saraylar, duvarlar, heykeller, kiliseler, manastırla r, surlar ve kalelerdir. Burnuna taze kazılmış toprak kokusu değer değmez, hiç de kendinden çıkmışa, kendi hayatından filizlenmi şe benzeme­ yen bu cümleler, zihninden sel gibi akıp gitti. Ruhunu Giorgio de Chirico'nun ruhuna bağlayan düşünce gibi değildi bu, ayrı bir yerde duruyordu. Noktası konuyor, aynı cümleler bir an sonra yeniden akışa başlıyordu. Ama, çıktığı yer arkeolojik kazı çukuru olduğu halde, kazıya bakarken değil. Kilisenin hemen arkasındaki dar sokağın başında, belki de tam yedi asırdır öyle­ ce duran enlemesine diktörtgen taş yapıya bakarken. Daha doğrusu o ağır taş yapının duvarını boydan boya kaplayan Alte Hofapotheke yazısına bakıp dururken. Fakat, bu iri kara harflerle yazılmış, -herhalde yakın bir geçmişte yazılmış -, yine de za­ manın karasını yer yer soldurduğu yazı, sık görülüp de hiç ayırdedilmeyen şeyler gibi, henüz bilincine çıkmış, henüz 'gö­ rülmüş', değildi. Clea'yla dolaştıklarında da, buraları sanki da­ ha önceden, çok önceden görmüş gibiyiz, tanıyoruz, acaba baş­ ka bir hayatımız mı oldu, sarayın ve eczanenin buray.a kurul­ duğu tarihte mi yaşadık, demelerine, bunu böyle bilmekten çok keyif almalarına karşın da 'görülmüş' değildi. Bir yandan da 128
{ "page": 128, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Freyung köşesinde durup dururken neden o Prense rastladığı­ nı, aynı Prensi bir kere de bir Kontla birlikte gördüğünü, ko­ nuşmalarını nasıl işittiğini, işittiklerini nasıl olup da buraya ka­ dar taşıdığını bulmaya çalışıyordu. Kazının az berisinde, bur­ nunda hep geçmişin kokusuyla ... Çürük armut kokusu değil hayır, o orada dursun, gözlerini kim kaparsa kapasın, sakın dö­ nüp gelmesin, o zaman belki şimdiden çamaşır ipini satınal­ mak. .. Oturduğu bank arhk gölgeli değil. Güneş, dizlerinden kar­ nına, göğsüne doğru yürüyor. Kollarının üstündeki seyrek be­ yaz kıllar günışınları altında da hiçbir dirilik işareti vermiyor. Kalksa mı? Nasıl oldu da başta Clea, Hofburg'un önü, taş du­ vardaki yazı, kazıdan yükselen eski toprak kokusu zihninin bir köşesine itildi yine? Küçük defterine şöyle bir şey de yazmamış mıydı: "Haya­ tımda dingin bir parantez açıldı." Ya da şunu: "Bukadar dingin bir ortamda hayalım bütün düzenini kaybetti." Sahi, arada sı­ rada o deftere athğı küçük notlar neydi? Açıp bir baksa, ama iş­ te, çimler sulanacak, Nur'un fulya'sı, en önemlisi de evin anah­ tarı unutulmayacak, derken, defteri yanına almayı unutmuş! Musluk temiz miydi? İnsanın Münih trenindeki kompartıman­ da, o küçücük musluk başında nasıl yıkandığını anlaması zor, şeyden sonra, Gropius'la pek ateşli bir buluşmadan sonra, tabii sözkonusu olan el yüz yıkama değil, o nedenle, kan ve alınteri buharlaşır gider, diyemezsiniz, dölsuyu buharlaşır gider, diye­ mezsiniz, Mari-Terez o kadar çocuğu birden nasıl doğurdu, hangi küvette? Terlemiştir, geçmişin kokusu her bir taraftan hü­ cum eder, bodruma kapatsan da yukarı çıkar, sanki kazı yapı­ lınca koku olduğu yerde mi kalır? Clea'yı son iki gündür deliler gibi nasıl aradığını düşün­ müyor muydu? Asaf ın bahçesi, bodrum katı değil hayır, bun­ lardan uzakta, sarayın önündeydi. Burnuna taze kazılmış top­ rak kokusu değer değmez de: Geçmişin kokusu yoktur. Geçmiş erir; kan ve alınteri buharlaşır, havaya karışır gi.der ... diye başlayan bir cümlenin diline takılma­ sıyla kazıyı gördü. Hatta bir fiaker, atlı arabalardan biri de, tam 129
{ "page": 129, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
bu sırada, ardında nal sesleri, tekerlek lıkırtıları bırakarak Balo Sarayı'na doğru uzaklaşıp gitti. Arabanın içinde gençten üç Ja­ pon turist kız vardı. Saçlarına tüyler, yüzlerine maskeler tak­ mışlardı, karnaval eğlencesine gidiyorlardı. Herkes o yana gidi­ yordu. Demek cinayeti kimse görmeyecek . Küvete dolan su­ yu ... Kan manyok. Kansız su. Kan buharlaşır, havaya karışır gi­ der. Gözlerini kırpıştırıyor. Üç Japon kız, arabanın içinde uzaklaşıp gittiklerinde de gözlerini kırpıştırmışh. Ya, gittiğini apaçık gördüğü araba hiç uzaklaşmamışh ya da yeni bir araba gelip önünde, kazının az berisinde durmuştu. Bu sefer perdeleri örtük bir arabaydı bu. On Yedinci Yüzyıl yarısının modeliydi. Kazıların yapıldığı yerde arkeoloji öğrenci­ leri değil, kireç ocağı ve ocakta çalışan işçiler vardı. Taş işçileri ise bir yanda çat çat taş kırmakta, mermer işlemekteydiler. Ha­ vada ince beyaz bir toz bulutu savruluyordu. Araba, hemen ora­ cıkta, sokağın başında, Eczane duvarının dibinde duruyordu. Arabanın perdesi aralanıp da dışarı perukalı bir baş uzana­ cağını beklerken, dudakları kendiliğinden kımıldamaya, ağzın­ dan Gfçmişin kokusu yoktur sözcükleri dökülmeye başlamıştı bi­ le. İşte, yanılmamıştı! Tam da beklediği gibi, arabanın perdesi aralandı, eldiven kenarları bol dantelalı bir el göründü, sonra da üstünde kocaman madeni tokalar bulunan, ökçeleri hem ka­ lın, hem yüksek barok ayakkabılar , dizlere kadar çıkan kalın beyaz çorapların sıkıca sardığı bodur, tombul bacaklar yere doğru indi. Silkindi. Araba yoktu. Gitmişti. Kireç ocağı da yoktu. Yanılmış. Bo­ şuna telaş, korku. Cesedi sormaya gelen kimse yoktu. Saray zaptiyesi falan, hepsi şu çukurun içine gömülmüştür. Kimse bilmiyor zaten. Bilmeyecek de. Ancak, şaşılacak şey, dört taş iş­ çisi, tak tak taş kırmayı, mermer işlemeyi bırakmış, yüzü yanık içinde bir başka taş işçisini kollarından bacaklarından tutmuş, sedyedeymiş gibi önünden geçiriyorl ardı. Ne olmuş? Ne olmuş? Bu onun sessiz bir sorusu. 130
{ "page": 130, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Sessiz bir yanıt geldi: Kireç ocağına düşmüş! Perdeleri inik araba yoktu. Madeni tokalı rugan barok ayakkabıl ar, kısa beyaz tombul bacaklar yoktu. Ceset falan yok, ama dantelalı bilekler duruyordu nedense. Bol dantel yığını ucundaki ipek eldivenli eller duruyor, eldiven üstüne, başta işaret parmağı olmak üzere parmaklara takılmış iri taşlı yüzük­ ler duruyordu. Bileklerden biri, hafifçe şöyle bir kımıldıyor, iki parmak arası hareket, hani sanki sümkürmek için cepten bol dantelli kocaman bir mendil çıkarıyormuş gibi, 'götürün' işare­ ti yapıyordu: Götürün, ona birkaç kupa şarap içirin, bir şeyciği kalmaz! Hala aynı semt parkının aynı kanapesinde oturmaktadır. Bu sabah üstüne çöken ağırlıktan bir türlü kurtulam ıyor. Önün­ de, çimlerin üstünde sıcakkanlı dolaşıp duran iki serçeye, siga­ rayı bıraktığından beri cebinden, çantasından eksik etmediği bisküvilerden birini ufalıyor. Bisküvi ufalayan iki parmak ucu­ nu, Liechtenberg Prensi'nin bol yüzüklü parmakları sanıp irki­ liyor. Nasıl irkilmesin ki? Sabahın sıcak nemli sisinde çeşit çeşit işlenen cinayetler , patlak gözler, kireç ocaklarına düşüp orada yananlar ... Asafın evinin arkasında yeni bir villa yapıyorlar , ama yanıbaşında bir kireç ocağına rastlanmıyor. Yapımlarda ki­ reç hala gündemde olsaydı fena mı olurdu? En kolayı buydu. Hazır, akşam dönüşlerinde hep yanından geçiliyorken, bir ko­ laylık ... Ne? Hangi kolaylık? Hayalci Hoca! Gözlerinden tuhaf bir pırıltı geçiyor: O zamanlar , ders ver­ diğim sınıflarda çocuklarımın yaratıcılığına güven duymuş­ tum. Birinin teyzesi mi, halası mı, neyse, radyodan dinlediği bir şiirime dayanıp, dikkat yavrum, bu seneki tarih öğretmenin ha­ yalcinin biri, demiş bulunsa da, bunu benimsemelerinden hoş­ nuttum. Bırakalım hayalleri gelişsin. Bakarsın, böyle böyle, der­ ken ... Ama sonraları, 'Hayalci Hoca' adıma bir de 'Hanım' ekle­ dilerdi; oldum 'Hayalci Hanım Hoca'. Buna da hiç itiraz etme­ dim. Etse miydim? Hayaller, düşler ölüm adına da gelişebilir çünkü. Çamaşır ipi, ustura, küvetteki su, kireç ocağı, zehir, ma- 131
{ "page": 131, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
kineli tüfek, fırın, fıçı ... derken bir can kaldırılıp toprağa ahlır, çarçabuk geçmiş kılınır; kokmaz, bulaşmaz; buharlaşır. Sultanahmet'te dolaşırken, Topkapı'nın ya da Dolmabah­ çe'nin önünden geçerken gördüğü hayaller çocuklukta, ilk­ gençlikte kaldı. Ham hayaller ... Tarihe karışıp kaç kere iV. Meh­ met şenliklerini o zamanın insanlarıyla yanyana izlemişti. İs­ tanbul surlarının bir köşesinden her geçişinde Konstantinopl'ü kaç defa Fatih'le birlikte topa tutmuş, Haliç' e kızaklar üstünde karadan inen gemilerin içinde olmuştu. Hem de Çakabey eda­ sıyla, 'Foraaa!' diye haykırmış, yelkenler şişirmişti. Başka bir akşam, Dilhayat Hanım, yeşil feracesiyle Üsküdar İskelesi'nde belirivermiş, ortalığı uçucu bir gülsuyu kokusu sarmış; beste­ kar sazende hanım eteklerinin hışırtısıyla kendisini Göksu'ya götürecek arabaya binerken, kulaklarında evcara saz semaisi uğuldamıştır. Sultan Cem yerine zindanlara kapatılan da kendisiydi, ora­ da boğulan da. Tek başına Padişah'ı devirip 'halk iktidarı' kur­ maya yekinen 'halkın çocuğu' Ali Suavi'nin suikast girişimi sı­ rasında, gece duvardan atlarken ayak bileğinin incindiğine and içebilirdi; bileğin acısını duymuştu. Fiaker'ıyla kireç ocağının yanıbaşında beliriveren Liechtenberg Prensi'ne bakarken ise, bir an Sultan Reşat'ın Cuma namazına gittiğini sanmışh. Sonraları, yaşı ilerledikçe, tarihin içinden bugüne yürek çırpıntıları, baş ağrıları, gülümseyişler ve gözyaşlarıyla çıkıp gelen her şey silindi; geriye gözlerini örten kalın bir sis kaldı. Bildiği bütün o yerlerde artık yıllardır gündüz düşleri görmü­ yor, görse de anımsamakta zorlanıyor; tarih, hızla üstünde ya­ şadığı coğrafyadan siliniyordu. Herkes gibi o da sık sık, şu eski yalının ne zaman ortadan kalkıp da yerine betondan bir subay gazinosu çıkıldığına şaşıp kalıyor, yanıp yıkılan her ahşap ko­ nakla başları krepli, göğüsleri süt ve lavanta kokulu kadınla­ rın, selviden çehiz sandıklarıyla kına gecelerini bekleyen genç kızların iniltilerini işitiyordu. Böylece artık, tarihin bugünle an­ laşarak el sıkıştığı, kendini koruduğu kentleri büsbütün düşler, onları. özler oldu. Venedik, Viyana ... Geriye kalan tek hayal. Özlem. 132
{ "page": 132, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Kuşlardan biri, küçük kanat çırpışlarıyla havalanıyor. Park­ ta ilk köpekli belirmiştir. Kendisi gibi erken uyanan, yalnız, yaşlı biri, bir kadın, tasmasını da, ağzındaki tel kafesini de çıka­ rıp köpeğini özgür bırakmış. Hayvan, çimlerde yıldırım hızıyla koşarken sahibesi, kocaman terlik ayakkabılarıyla ağır gövdesi­ ni iki yana sallayarak geliyor. Köpek, hırlayıp havlamakta, kanapelerden birinde oturan yabancıya saldırmak için hanımından küçük bir işaret bekle­ mektedir. İşaret gecikirse, saldırıyı tek başına gerekleştirmekte kararlı görünmekte. Çünkü, yabancılardan hiç hoşlanmadığını belli etmenin dozunu gittikçe arhrıyor. Kadın da zaten, yaban­ cının oradaki varlığını böyle anlıyor; köpeğini telaşlı telaşlı ya­ nına çağırıyor; ona sakin olmasını söylüyor; canı biraz sıkılmış, tasmayı yeniden hayvanın boynuna takıyor, kafesini ağzına ge­ çiriyor. Sadece köpekle konuşarak, onu yahştırıc ı yumuşak sev­ gi sözleri fısıldayarak kanapenin yanından geçip gidiyor; bakış­ ları bir kere bile orada oturana değmeden ... Kanapede oturan ise kendini yine geriye, dünkü güne ata­ rak korumaya almıştı. Şimdi yeniden Alte Hofapotheke yazılı du­ varın dibinde oluyor. Karıştırdım diyordu, karıştırdım. Bir yanlışlık var. Bütün bunları ben, Schotten metrosundan çıkıp Freyung' a yürürken görmüştüm. Bu köşebaşında değil, o köşebaşında. Kireç ocağı oradaydı. Liechtenberg Prensi Balthasar'ın görkemli yeni kona­ ğı tam orada kuruluyor, karısı Prenses Eleonore eskisinde veba­ dan ölüyordu. Ansızın buldu sonra. Prensin adı, ağzında tel kafesiyle huysuz huysuz uzaklaşan köpeğin ardından bakarken nasıl kendiliğinden dilinin ucuna geliverdiyse, öyle. Geçmişin kokusu yoktur, diye yazan kitabı hatırladı. Fransızcaydı. Buraya gelişi­ nin ilk haftalarında, Alma Mahler'i daha daha yakın tanımak için yeni ipuçları ararken, Wolzeille' de bir kitapçının önündeki sepete yığılmış kitaplar arasında bulmuştu. Bu kentte, Almanca dışında bir kitap bulmak için özel kitapçıları aramak gerekir­ ken, şans önüne ikinci kere az çok bildiği dilden bir kitap çıka­ rıyordu. Kitabın kapağında kan ya da tentürdiyot lekesine ben­ zeyen üç iri leke vardı. Ucuzluğa ahlışı, besbelli, taşıdığı bu le- 133
{ "page": 133, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
kelerden. Bir cep kitabıydı. Venedik'te Ölüm'e, kendi zamanında değil, geçmişte, barok çağda yaklaşmayı denemiş bir roman. Adı da, herhalde büsbütün Venedik'te Ölüm'e yaslanmadığını belirtmek üzere, Viyanalı Ölüm idi. Güzellik ve ölüm. Süslülük, çılgınlık, tutku ve veba. Ölümü karnavallarla kovalayış. İlkel insanların, kötülüğü tamtamlar , danslarla kovmaya çalışmaları­ nı hatırlatan, yokoluşu, parçalanışı, çürümeyi; bir kere daha ta­ rihe karışıp gitmekte olan bir çağı göğüslemeye ya da unutma­ ya çigan-çengi, yüksek sesli çabalayış. Sonun sonunu geciktir­ meye, yaklaşanı ürküterek püskürtmeye ... Karanlıktan korkan adamın şarkı söylemesi. Hepsi bukadar . Viyanalı Ölüm, kendini ahırın kapısına asmış bir adamla, bu ilk uğursuzluk 'alametiyle' başlıyor, bir yanda içki, eğlence, balo, dans, sefahat, fuhuş; görkemli yapılar, havuzlu, heykelli parklar, yaldızlı duvarlar, bir yanda pislik, sefalet ve hastalıkla sürüyor; kara kuşun kanadı Prenses Eleonore' a bile dokunup geleceğin kötü haberini veriyor, ama basiret bağlanmış, düğün dernek sürüyor ve azrail bedelini orağına takıp gidiyordu. Ro­ ma'nın son günleri neydi sanki? Nükleer veba gününün birer yarış alanına dönmüş tüketim pazarları, yiyip içmeler, uçmalar ne? Yüz elli metre uzunlukta şiş kebaplar, kuzu etinden gökde­ lenler, duvarları zeytinyağlı yaprak sarmalarından örülü villa­ lar, ıssızlıklarda da, kalabalıklarda da durmadan patlayan si­ lahlar, düşen uçaklar, çarpışan arabalar, onu, yirmisi, doksanı birden devrilen, sönen canlar? .. Prens Balthasar da, ölüm eşikteyken şehveti tatmıştı. Tut­ kusunun açık işareti yeni konak, Freyung'un ucunda yükseli­ yor, kireç ocağına bir taş işçisi düşüp yanıyor, adamcağız acı­ dan cançekişirken Prens, ağır yaralıyı taşıyanların önüne birkaç florin atıp: "Götürün, birkaç kupa şarap içirin, hiçbir şeyciği kalmaz," diyordu. Sonra yeniden arabasının içine çekiliyor , gözleri yarı kapalı konağın, hayır sarayının bitmiş halini düş­ lerken yanıbaşında Kont Montecuccoli'nin arabası beliriyordu. Kont, arabanın penceresinden ağır perukalı başını dışarı uzat­ mış, karşısında yükselen kapıya kıskançlıkla bakıyor, yapımı daha yeni biten malikanesinin bunun yanında nekadar sönük kalacağını düşünüyordu. 134
{ "page": 134, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Prens de arabasının penceresinden başını uzath, takıldı: "Ah, demek zatialiniz ? Lütfedip söyler misiniz aziz Kontum, bu­ ralarda, bu toz toprak içinde ne arıyorsunuz böyle? Malikanenizin in­ şaatı bittikten sonra, şimdi de komşunuzun fakirhanesine mi gözdikti­ niz yoksa?" Kont altta kalır mı? Tabii ki kalmıyor. Mermer işçilerinin keski seslerine, makaraların, bocurgatla­ rın gürültüsüne karşın sözleri işitilebiliyordu, ama devrin tum­ turaklı dilinden konuştukları için ne dedikleri biraz yakışhrıla­ rak çıkarılabiliyor: "Müsaadenizle Prensim, bendenizin tecessüsüne sebep odur ki, yaşadığımız şu devrin bu derecede bir taş saltanatı haline gelmesi ki­ min hükmüdür? Bizleri şehrin duvarları içinde bukadar ağır, böyle süslü binalar inşa ettirmeye iten amil nedir, lütfedip beni irşat buyu­ rur musunuz ?" Okumaya çalışhğı, ama bu sabah bir türlü tam içinde ola­ madığı kitap, Milena'nın hayatıyla ilgili olanı, dizlerinden kayıp yere düşüyor. Arasına koyduğu yaprak da. Kitabı yerden alıp yaprağı sayfaları arasına yeniden sıkışhrmadan önce, incecik küçük sapından dalgın dalgın döndürüyor. Sanki Nur'a soru­ yor: İçinde sürekli yaşadığım kentin hangi semtinde oturduğu­ mu bilmek istemiştiniz cancağızım. Öyle, belki sadece laf olsun, diye. Ben de size, "Ne farkeder, başınızı ne yana çevirseniz be­ ton duvarlar ... " dememiş miydim? Nasıl, söylemedim demek? Demek aklımdan geçirmekle yetinmişim? Son zamanlar böyle oldum. Birçok ayrıntıyı unutuyor, söylediğimle söylemediğimi, yaptığımla yapmadığımı birbirine karıştırıyor um. Prens, geçmi­ şin kokusu yoktur, diye ne zaman lafa başlamıştı, Kontla konuş­ masının başında mı, sonunda mı, bunu da bilemiyorum . Yunus gideli ... Yo, Yunus'tan kurtulunca, kurtulduktan sonra ... üstünde büyük bir yorgunluk var. Belki kenti yeniden, yeni bir gözle dolaşmanın yorgunluğu . Clea'yı aramanın, onu bir kere daha görmeye çalışmanın yorgunluğu. Tarihin bu sah­ nesinde rollerini oynayıp da çoktan çekip gitmiş olması gere­ kenlerle her köşebaşında yeniden yeniden karşılaşıp selam­ laşmanın yorgunluğu. Antonia'yı çırılçıplak kapı önüne koy- 135
{ "page": 135, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
manın, delikdeşik bluciniyle el kadar fanilasını ardından fırlat­ manın yorgunluğu. O geceyi yok, olmamış saymaya çabalama­ nın, asıl bunun yorgunluğu. Prens' e de bak: Geçmiş erir, kan ve alınteri buharlaşır, havaya karışır gidermiş! Tuna'ya, demek istiyor. Tuna'nın sularına karışır gider, ku­ şatmadan artakalan cesetler nehrin sularında şişer, balıkların parçalamadıkları Karadeniz' e ulaşır. Montecuccoli'ye göre de işte, hiçbir şey buharlaşmaz. Yine ona göre, can çekişmeye baş­ layan her çağ, saraylar, hanlar, hamamlar , kiliseler ve camiler kurmaya hız verirmiş. Bir halkı, tükenmediklerine inandırmak gerekirmiş. Bir ülkenin zenginlerini o derece gösterişe, tantana­ ya iten tek şey, ölüm duygusuym uş. Hayat, ayağını ölüme attı­ ğı anda para dolaşıma girer, ticaret gelişir, silah üretimi artar, bankalar pıtrak gibi her köşede biter ... Bu, kahkaha ve gözyaşı, kan ve şehvet dolu sahne oyunun­ dan sonuçta tek karlı çıkan toprak kurtları olmalı. Dün, Hofburg'un önünde, kazının yapıldığı yerde, arkeo­ loji öğrencilerinden biri, parmağının ucundan sarkan tombul solucanı arkadaşına gösteriyor du. Gülüşüyorlardı. Beri yanda Kont'un sesi hala ortalıkta yankılanmakta: "İnsanlara, ölümü örtbas etmeye çalışan kuru gürültü değil, so­ luk alabilecekleri geniş ufuklar gerekli pek aziz Prensim. Bence kentin surları yıkılmalı. Bizler duvarların içini durmadan taş, mermer yı­ ğınlarıyla dolduracağımız yerde, dışına doğru açılmalıyız, genişleme­ liyiz." Prens ise ona, otuz bin Osmanlı askerinin bu geniş ufkun önünü tuttuğunu, bu ufku Klosterneuburg' dan abluka altına aldığını hatırlatmaktadır: "Durun bakalım Kontum, şu din seferleri bir nihayete ersin, Vi­ yana, Osmanlı-Türk barbarlığına karşı Hıristiyan lığın müdafaa kal' ası olmaktan bir kurtulsun hele!" Montecuccoli, güneşin ve kireç ocağının cehennem sıcağın­ dan bunalmış, şekerli su ve nişastayla sertleştirilmiş peruğuna konan sinekleri kovalayarak arabasının içine çekilmektedir. Kendi kalesinin içine. Çare yok, kentin gözünde kredi kaybına uğramamak için şimdi Prensinkinden de görkemli yeni bir yapı kurdurması gerekecek. Arabanın loşluğuna çekilmeden önce, 136
{ "page": 136, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
kenarları sırma püskül, ortası armalı kayık biçimi şapkasını çı­ karıp bir baletinkine benzeyen el hareketiyle Prensi selamla­ makta şimdi; bocurgatların artan gürültüsünden ötürü sesini daha da yükselterek: "O zamana kadar, kentimizi kuşatan duvarlar içimizi de kuşat­ mış olmasın da ... " demektedir. Ca .. Ca .. Ka .. Ka .. Catherine .. Caroline... Christine ... Bu ki­ tabı yazanın adı neydi? Bir Fransızdı. Yine de adında Almana çalan bir yan vardı. Allah kahretsin, Yunus, hiç Fransızca bilme­ diği halde kitabı Antonia'ya göstereceğim diye elinden almış, sonra da, /1 Antonia'ya veremedim ki, otobüste unutmuşum," demişti, sanki hiçbir şey olmamış gibi. Tabii, iş Tuna'yla da hal­ ledilebilirdi, ama artık gerek yok, artık yeşil naylon çamaşır ipi... Yoksa, ustura mı? Ama kan?.. Kan da kurur, buharlaşır, havaya karışır gider. Christanelle? Yok, değil. Christiane! Ta­ mam, buldum. Viyanalı Ölüm adlı barok romanın yazarı Chris­ tiane Singeı' di, buldum! Kentin duvarları o zamana kadar içimizi kuşatmış olmasın da! Buna yakın bir şeyi İtalyan asıllı Konta söyleten oydu. Daha önce, ülkesinden bir yazarın da, içimize saklanıyoruz, tenimiz ka­ buk bağlıyor, dokunma duygumuz eksiliyor, kabuklu hayvanlara dö­ nüyoruz, kendimizi bile hissedemez hallere geliyoruz, diye yazdığını şimdi anımsıyor. İşte, içine saklanarak ya da değil; geride birbirini hisseden insanlar hala var; bir obanın insanları kadarcık da olsa, Chirico var, Hayalci Hoca, düşünsene !.. Chirico, der demez, Kontun arabası, bir barok zaman şanti­ yesi yanından havaya mermer tozları kaldırarak uzaklaşıp gi­ diyor. 137
{ "page": 137, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Kulaklarda Fısıltılar Giorgio de Chirico, bankta oturanın kulağına yeniden fısıl­ dıyor: Yalnızca gözlerim kapalıyken gördüklerim gerçek. Usulca yumuyor gözlerini. Yunus'u uçak terminaline kadar bile geçirmeye gitmeye­ cekti. O kadar erken kalkmayacak, keyfini bozmayacaktı. Uyanmıştı, ama gözlerini açmıyordu. Artık nasıl olsa Yunus ge­ lir, kapısını tıklatır, aralar, ''Ben gidiyorum hocam, hoşça kalı­ nız, sakın kalkmayın, rahatsız olmayın, sağolun ... " falan der. Evet, kalkmayacak, onu terminale götürmeyecek. Hayatının en değişik kararıydı bu, fakat içini rahatlatmıyordu. Üstelik Yu­ nus'un da kapısını tıklattığı, yanına uğradığı yoktu. Sakın git­ miş olmasın? Kararını bozup, "Seni hiç değilse terminale kadar götüreyim," demek üzere kalktı. Ortalıkta tuhaf bir şeyler, kapı önünde mırıltılar vardı. Açıp baktı: Yunus, kendisinin üç ay içinde bir kere, o da şöyle çekine çekine selamlaşabildiği kom­ şunun pırıl pırıl kırmızı arabasına, hem de öne oturmuş. Asaf'ın, işinin başından aşkın olduğunu, bir selamı bile güç ve­ rebildiğini nazikçe çıtlattığı komşu ise, Yunus'un çantalarını ar­ ka bagaja yerleştiriyor. Öyle görünüyor ki Yunus, "Çantaların birinde kırılacaklar var, aman dikkat edin, onu üste koyun," bi­ le demiş. Bir şirket genel müdürü olan asık suratlı komşu. tu: Kapının önüne çıkınca adamdan utanmış, Yunus' a sormuş- "Ne yapıyorsun?" "Hiç. Gidiyorum. Beni götürecek." "Nereye kadar götürüyor seni?" Yunus, yine her şey son kerte doğalmış gibi: 138
{ "page": 138, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
"Havaalanına !" demesin mi? Komşu, bir oldu bittiyle karşılaşmıştı herhalde. Durumdan hiç de hoşnut görünmüyordu. Ama sesi de çıkmıyordu. Kuzu kuzu çantaları yerleştiriyord u. Yunus' a bakıp kaldıydı: Dernek böyle? Dernek bu evde bu­ kadar zaman birlikte kaldığımız, Viyana'yı ama hoşuna gide­ rek, ama gitmeyerek birlikte gezdiğimiz, acı tatlı günlerimiz olduğu halde, bana bir, "Hoşca kalın hocam," demeden gidi­ yordun ha? Git bakalım, git. Kurtuluş. Hani rnazaallah, "Uçağı kaçırdım," diye geri dönüp gelme de! Ya da belki genel müdü­ rün sabrı taşar , "Unutmuşum, benim erken önemli bir rande­ vum vardı," falan diyerek seni aşağıda, yolun kıyısında indiri­ verir. Yoo, bir neden göstermesi bile gerekmez; arabayı durdu­ rur, "İn bakalım aşağı, hadi yallah ... " deyiverir. Zaten bir an şaşkınlığına rastlamış tır. Eminim öyledir. İki adım sonra aklı başına gelir. Yunus'un iki sokak aşağıda arabadan indirilmesini dile­ mişti. Ortada kalakalsın da, elin adamının kendisi gibi olmadı­ ğını anlasın diye mi, gitmemesini, geri dönüp gelmesini gizli gizli hala ummakta olmasından mı, geri dönmesinden korkma­ sından mı? .. Cebinde tek kuruş taksi parası olmadığını söylüyor du. Ak­ şamdan, hocasını yeni bir hizmete sokmak, havaalanına rahat rahat varmak için her yolu denedi; sevirnlileşti, iğneleyici kesil­ di, çeşitli dokundurmalarda bulundu, surat astı, acındırdı, ter­ biyesizleşti ... Hepsini denedi. Fakat karar alınmıştı. Yunus'u terminale kadar bile götürmeyecek ti: Al işte, şimdi gör Yu­ nus' cuğurn, gör işte, elin adamı neymiş. Yok havaalanına kadar götürecekmiş de, yok daha ne ... Ah işte kendi suçu. O kadar içten dilernerneliydi. İşte genel müdür Yunus'u sahiden arabasından atmış, bu da dönüp gel­ miş. Lanet olası! Hayır, artık bitti. Artık ... Tam da küveti dol­ durmuş, içine şöyle bir uzanacak, son haftaların ağırlığını üs­ tünden atmaya çalışacakken: Ne o Hoca, küvete mi yatacaksınız siz? Ağzının kıyısında ya küçümseyici, ya alaycı yine o gülüm­ seyiş. 139
{ "page": 139, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Marketten pırıl pırıl su yeşili bir çamaşır ipi almıştı, nerede o? Boşver. Ustura da olabilir. Parmaklar da işe yarar. Hayır kü­ çük beyciğim, küvete ben uzanmayacağını, zatışahaneleri uza­ nacaklar. Böyle işte, böyle-böyle ... Kitapta anlatılan ölüm, Viyanalı bir ölümdü. Başka hiçbir yerli olamazdı. Ne işçilerin ağır taşlarla ördükleri duvarlar , ne görkemli mermer merdivenler bunu örtebilirdi. Adımları onu, kireç ocağının yanından ellerinde meşalelerle Katedral alanına doğru akıp giden karnavalcılar arasına çekiyord u. Azrail ora­ ğıyla geceyi yara yara gelirken, karnaval maskeliler de, gitarlar, şarkılarla, zamanı hızla eskitiyorl ardı. Nasılsa Milena da kendi­ si gibi kalabalığa karışmıştı. Onu görebiliyordu. Fötr şapkası, kürk yakalı mantosuyla, topallayarak bir eczaneden ötekine gi­ rip çıkıy or, acılarını dindirecek morfin arıyordu. Veba şeytanını kovan melekler anısına dikilmiş anıtın dibindekilere başvurabi­ lirdi, ama bu aklına gelmiyordu. Gelecek zamanı bu oranda ta­ sarlayamadığından belki. Onlar orada, mermer anıtın dibine uzanmışlardı. Sarı, ye­ şil, kırmızı saçları vardı. Kabile reisinin kaşları üstüne birer boynuz resmedilmişti. Karnavala Yirminci Yüzyıl' dan katılmış­ lardı. Katedralin çevresinde ise barok dilenciler, dilenciliği zevk ve şehvetle yerine getirenler ... Yağ kandillerinin kokusuna atların idrar, gübre kokuları, ekşi şarap, kusmuk kokuları karışıyordu. Hepsi taptazeydi. Hiçbiri geçmiş değil. Bu yandakine karşı, beri yandan, Anı Hof üstünden de durmadan akıyordu karnavalcılar. Borular öttürülüy or, ziller çalınıyor; cadı, şeytan, melek, cennet ve cehennem maskeliler, çeşit çeşit, her yüzyıldan kıyafetler içinde akıl almaz bir gürül­ tüyle taştan dar sokakları, Graben'ı, küçük ve büyük alanları dolduruyorlardı. Daha önce gelenlerden Filistinlilerle Pakistanlıl ar, Okya­ nus balıklarının geniş kazanlarda durmadan kızartıldığı lo­ kantaların önünde kuyruk olmuşlar; sosis-bira tezgahlarının önünü, aralarında hala birkaç Alman ve Hollandalı bulun­ makla birlikte, Akdeniz Eyaleti'nden olup Eskimo kılığına bü- 140
{ "page": 140, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
rünenler tutmuş; Amerikalılardan çoktan boşalmış Mozart Kahvehanesi'ne Azar Cumhuriyetlerinden gelenler Napol­ yon, Marie Antoinette, Robespierre, hatta Petain, De Gaulle, Sartre ve Simone de Beauvoir kılıklarıyla doluşmuş; Japon Dükalığı'nın üyeleriyle Nijerya İmparatorluğu'nun emekli ge­ neralleri, karıları ve kızları pizzacılarda; Suudilerle Ürdünlü­ ler, taydlar, mayolar, Commedia dell' Arte figürleri kılıklarıyla Çin ve Japon lokantalarında oturacak yer bırakmamış; Doğu ve Güney-Doğu'dan kalkıp karnavala katılmaya gelen yüzler­ ce küçük cumhuriyet insanı, akın akın hamburg ercilere girip çıkmakta, külahta dondurmalarını yalamakta; bir avuç dar ge­ lirli ve yoksul Amerikalıyla İngiliz, Alman ve Fransız, Ceza­ yir-Fas-T unus Kontlukl arı'ndan ithal portakallarla greypfrut­ ların taze taze sıkılan suyuna yutkunarak bakmakta ve yüzle­ rine çarşaflarının peçelerini indirmekte; Persler, otuz yıl din savaşlarından sonra, Sacher' da, pastaların-çöreklerin arasına serilip kalmış bulunmakta ve hala ayak parmaklarının arasını karıştırmakta, Pink Floyd'ların besteleyip haykırdığı ayetleri dinleme kte; Türkler köşebaşlarında çekirdek-fıstık satmakta, birçoğu da çeşitli Atatürk maskeleri takınmış olarak artık kimsenin içmediği filtreli sigaralardan içmektedi rler. Gotlar­ dan, Slavlardan, Kelt, Hırvat ve Macarlardan, Hitit ve Frigler­ den oluşma bir toplumun en üst tabakası ise, kalın kalın du­ varlar gerisinde, yüzlerce, binlerce mumun aydınlat tığı salon­ larda, duvarları kaplayan aynalara sırtları dönük, uzun masa­ ların çevresinde toplaşmış, geyik eti, bıldırcın, isli balık, hindi dolması ve daha akla hayale gelmedik yiyeceklerden yemek­ te, kristal bardaklar , gümüş kupalarda şarap içmekte; balo sa­ lonları ışıltılarla yanmakta, bankalardan kredi çekleri konfeti­ ler gibi sürekli yağmakta, florin kah inmekte kah çıkmakta, kara para ak parayı kovmakta; kadınlar, korselerle sıka sıka ipek-kadife tuvaletlerinin apaçık yakalarından fışkırttıkları iri memeleriyle elmastan taçlar, zümrütten gerdanlıklar küpeler ve yüzlerinde iri iri benlerle sultanların, imamların kollarında dansetmektedirle r. Ruletler dönüyor, Madonna haykırıyor, İsa vokalist, sahnede yüzlerce davulcu, binlerce elektrogitarcı; sazlar çalıyor Çamlıca'nın bahçelerinde; yaşlılar da bol tüylü 141
{ "page": 141, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
perukaları, ellerinde yelpazeleriyle altın yaldızlı koltukların­ da mehtaba karşı yelpazeleniyor , imamın kızını kıronun oğlu­ na münasip görüyorlar . İki karnaval arası düğün dernek ka­ villeniyor. Karnaval, düğün, hatta Çamlıca bahçelerinde çalınan saz­ lar geriliyor. Çünkü bu sefer de parkın alt ucundan, bir önce­ kinden daha iri bir köpek belirmiştir. Yanında yaşlı bir adam. Seksenlerinde gösterdiğine göre doksanlarında vardı. Köpek de, adam da yere bakıyor; köpek ayrıca çimleri kokluyor; bes­ belli o da kendince geçmişin kokusunu aldı, müthiş ulumalarla efendisinin elinden kurtularak az önce oradan geçen hemcinsi­ nin peşisıra koşuyor. Havlamayı işiten kadınlı köpek de fırlayıp ona doğru seğirtiyor. Adam köpeğini çağırıyor. Kadın köpeğini çağırıyor; adam­ la kadın birbirlerini hiç görmüyor sanki, gözleri birbirine hiç değmiyor. Yuvarlana topallaya iki uçtan gelip, bu yandaki tahta bankın, orada, parmak uçlarında buruşuk bir yaprakla otur­ makta olan yabancının önünde karşılaşıyorlar. Birbirlerine tek söz söylemiyorlar. Kadın köpeğiyle konuşuyor, adam köpeğiy­ le. Tasmalarından yakalayıp köpeklerini ters yönlerde uzaklaş­ tırmaya çalışıyorlar. Sonra ne birbirlerini ne bankta oturanı gö­ rerek uzaklaşıp gittiler. Orada oturuyor. Parkların, ormanların, çok eski sokakların köpeksiz tek yolcusu. Kimseyi gezdirmi yor, yalnız kendini gez­ diriyor. Geçmişi koklayarak; geçmişin buharlaşıp gittiğine inan­ mayarak. Kentteki ilk haftasında, Schönbrunn Sarayı'nın kabul salo­ nundan çıkarken burnunda mumların parafin, kadınların ter ve zambak karışımı kokusu vardı. Orgların madeni kısımlarından ortalığa yayılan eski metal kokusu vardı. Ama ölüm kokusu, hayır. Dün ise, Hofburg ana kapısı önünde toprak kazılırken geç­ mişin kokusunu duydu. Ölümün, yokoluşun. "Bülent bana, buranın en eski kilisesi Rupprecht' i görme­ mi, Tuna'ya oradan bakmamı söylemişti. Burasını değil." 142
{ "page": 142, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Yunus'u şu küçük kiliseye götürmüştü de! Hani geçmişin kokusu yoktu? Her adımda sıçrar olmuştu: Şimdi vebalı bir kentin üstün- de yürüyorum . "Oraya da gideriz Yunus' cuğum." "Ne zaman? Vakit daralıyor. Ben daha ... " "Pekala, sen istersen hemen şimdi git." "İki metro biletiniz var mı?" Biletleri alıp gitti. Akşam dönüyor, sofraya oturuyor; ortaya şarap şişesinin konmadığını görüp: "Şarap içsek ... " diyor. Tuhaf, tedirgin bir hali var. Birinci kadeh şaraptan sonra, önce bunun iyi bir şarap olmadığını söylüyor , ardından, gözle­ rini kaçırarak: "Sizden ayrıldıktan sonra ne oldu biliyor musunuz? Ce­ bimde Bülent'in kendisine özel marka traş kolonyasını, traş sa­ bununu, dört de CD almam için verdiği para vardı, çaldılar. Çingene yüzlü biri çarpıp metro trenine atladı. Tren gitti, ardın­ dan bakakaldım. Ne yapacağım? Bülent'in istedikle rini nasıl alacağım şimdi? Artık siz bana ödünç verirsiniz bu parayı, de-' ğil mi hocam?" Bir para çalınmışsa, o para çalınmıştır. Bunun Bülent'in olup olmadığının bir anlamı yoktur. Hem neden Bülent denen bu, her alanın uzmanı, bu başpa­ pazın özel traş kolonyasını ben ödeyeceğim? Dar bütçesi, Yunus'un gelişiyle zaten sarsılmıştı. Bunu ona böylece söylemek istemişti r, ama ağzından kaçmasın diye, başı­ nı önündeki yemek tabağının içine sokacaktı neredeyse. Ayrıca Yunus'tan: Beni yanınıza çağıran sizsiniz. Evsahibim de Asaf Bey, yanıtını alm aktan çekindi. Bunu öyle bir şekilde söylerdi ki üstelik, Asaf bile ona karşı borçlu çıkabilirdi. Artık kalkmalı. Sıcak iyice bastırmadan göletin yanından geçip markete inmeli. Evi temizledi, ama buzdolabı boş. Asaf için hazırlık yapmalı. Sevgili Asaf, giderken dolabı kendisi için tıklım tıklım doldurmuştu. "Bende araba var, taşıması kolay, si­ ze güç olur," demişti. 143
{ "page": 143, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Ne spor yapan, ne araba kullanan, ne köpek gezdiren biri. En sonunda bukadar farklılaşabileceğini özellikle köpeksizliği­ ne borçlu biri. Süpermarketin yanındaki tütüncüden resimli bir kart aldı. Kartın arkasına yazdı: Nesrinciğim, değerli dostum, nekadar tenhalaştığımı bir bilsen! Ruhumun vücudumdan ayrıldığını, Milena'yı karnaval­ da, hayatını çantamda bıraktığımı bilsen! Yok, iyiyim, çok iyi­ yim, Asafı bekliyorum. Seni özlüyorum. Yine bir sabah gezin­ timden, hasretle. Asıl ilk günler farklıydı. Ütülü pantalonlar giyiyor, Vene­ dik' ten beri kravatından nihayet kurtulmuşsa da kruvaze ce­ ketini üstünden eksik etmiyordu. Ama çevresine bukadar da aykırı düşmeme çabası biryana, Haziran ayının yumuşak, ok­ şayıcı havaları Temmuz'la bungun sıcaklara dönünce, o da dizlerine kadar inen bir şortla beş parmağı açıkta bırakan bir çift sandal edinmek zorunda kalmıştı. Bu sefer de nedense, Yunus geldikten sonra ayaklarını masaların altına gizlemek, çıplak dizlerini herhangi bir şeyle örtmek ihtiyacını hisseder oldu. Delikanlının bakışından mı, geçmişini bilen birinin önünde yeni biri olmanın güçlüğünden mi? İkisi ve kimbilir daha ne çok ... Kenti kuşatan duvarlar , içimizi de kuşatmış ol­ masın ... Kartın altına ekledi: P.S.-İki çok yalnız, çok güçsüz yaşlının ne bir üçüncüyle ne de birbirleriyle konuşmaları, insanı ürpertiyor Nesrin'ciğim. Biz sakın böyle olmayalım. PTT'leri, postacıları düşündü; açık gidecek bir kartta buka­ dar özelin yeralması onu ürküttü. Ayrıca zaten, Clea' dan sonra Nesrin'e yazmaya kalkması bile dürüstlük değildi. Peki hiç mi yazmamalı? Onu merakta mı koymalı? Onu da, sadece köpek­ leriyle konuşanlar gibi yapayalnız mı bırakmalı? Bir başka sabah, kentin eski alanlarından birindeki en eski fenere asılmış ökçeli beyaz bir kadın iskarpini teki görmüştü. Aynı gün, yine bir şeyin 'alameti' gibi, evin altındaki otobüs durağı direğine yine tek beyaz bir kadın iskarpininin asılı oldu­ ğunu gördü. Bu 'alamet'in ne anlama geldiğini hala bilmiyor- 144
{ "page": 144, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
du, ama direklerde, fenerlerd e tek tek asılı yazlık iskarpinler buralarda çok yalnız ruhların gezindiğini haber vermekteyd i. Oysa, az yukardaki kır lokantasından kahkahalar işitiliyor­ du. Bahçe kapısının üstüne çam dalı asılmış, altında küçük ışıl ışıl bir lamba yanıyor, insanın içini de aydınlatıyor. Birkaç so­ kak aşağıda ise direğe asılı tek kadın iskarpini. Milena ne renk, ne biçim ayakkabılar giyiyordu acaba? Viya­ na' daki o güç günlerinde nekadar yalnızdı? Yoo, bu kentte yalnız olmadı. Burada sadece aşıktı o. Garda hamallık ediyordu. O sıra­ lar ayakkabı, manto seçme hakkı fazla olmamış olabilir, fakat za­ man zaman çok hoş şeyler giydiğini düşleyebiliyor. Kürklü ya­ kalar, geniş kenarlı fötrler, aksaklığını gizleyen rugan iskarpinler. Kitabı bu sefer gerçekten koyuyor alışveriş çantasına: En iyisi Nesrin'e üstünde Milena'nın fotoğrafı bulunan bir kart göndermek. Karnaval sırasında, uyuşturucu peşinde koşarken değil ama, Kafka'nın yeni bir hikayesine tanıtım yazısı yazar­ ken. Kartın arkasına şu notu düşmeli mi? Viyana'nın her pırıltılı, zeki kadını, ailelerinin kesin karşı çıkışlarına aldırmayıp zamanın Yahudi erkeklerine bağlanmış, kendilerini onların kolları arasına atmış. Herhalde, sanatın, edebiyatın, bilimin en pırıltılı insanları onlar olduğu için. Viya­ na' da son yüzyıl öyle bir dönemmiş ki, oğulları sanata, edebi­ yata meyletmeyen babalar utanç duyarlarmış. Onlar şair, res­ sam olsun diye her özveriyi göze alırlarmış. Bunların hiçbiri, bir karta sığacak şeyler değil. Kartı zarfla­ sa bile. Bugün kart yazmaktan vazgeçmeli. Zaten her şey o ka­ dar yanlış, hatta yalan olacak ki ... Clea tabii, ne Alma idi, ne Milena. Ayrıca kendisi de bir Ya­ hudi dehası değil. Ancak, buluşmaları neredeyse Alma Mah­ ler'in Münih treninde Walter Gropius'la buluşmaları gibi bir şey olmuştu. Yaşlı bir Alma ile, yaşlı bir Gropius buluşması, ama basbayağı ateşli. Genç Alma'nın üstünde pelerinli mantosu, elinde manşo­ nu, korsesi, üstünde kat kat içetekleri, ipek bürümcük astarlar, onun üstünde, dokunsan eriyecek incelikte ipek dantel giysisi, boynunda incileri, yakasında broşları. Başında tüllü şapkası vardır. Şapkanın tülü saçlarıyla birlikte yüzünün yarısını da ör- 145
{ "page": 145, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
tüyordur. Ayaklarında açık, ökçeli iskarpinler değil, on altı düğmeli, bilekleri tafta kaplı botlar ... Walter Gropius'la trende acele bir sevişme için bukadar kalabalıktan nasıl soyunduğu, birkaç ay önceki gibi hala aynı merakla aklını kurcalamakta. Clea, ikinci buluşmalarına, o herkesin giydiği beyaz basket pabuçlarından sıyrılıp, kasa ökçeli, her yanı açık, bandlı hafif sandallarla gelmişti. Ayak tırnakları mora kaçan bir pembeye boyalıydı; ayrıca yaldızlı gibiydi. Oturur oturmaz çıplak, hatta yer yer mor damarlı bacaklarını hemen rahatça öne doğru uza­ tıyor ya da bağdaş kurar gibi, birini altına alıveriyordu. Ellisin­ den sonra oldukça sarkmış zayıf göğüslerini saklamaya, başka türlü göstermeye çalışmıyor, sutyen bile takmıyordu. Her ha­ liyle işte ben böyleyim, etlerim sarktı, buruştum, ama bir erkek­ le birlikte olmak, ona dokunmak isteğime de, hakkıma da hiç­ bir şey olmadı, diyordu: "Sizinle sevişmek istiyorum. Siz de ister misiniz?" Genç bir adamı yeğleyebilirdi tabii, ancak kendileriyle faz­ la öğünüyorl ar, küstahlık ediyor, miğde bulandırıyor, sorun çı­ karıyorlar , diyordu. İncecik bir etek, çıplak tenine dört düğmesi birden açık gömlek. Hepsi bu. Güneş yanığı hafif buruşuk, çok çilli kol de­ rileri, beş derin çizgisiyle boynu, balonlaşmış gözaltları ... İlka­ ğızda bunların böyle olduğunu seçmek güçtü. Olduğu gibi olu­ şu, özgürlük tutkusu, bedenini sevişi, ne istediğini bilişi karşı­ sında yaşını düşünmek olanaksız. Ayrıca gözleri, onlar çok can­ lı. Clea kimyager miş. Başına keten şapkasını koyuyor, kalkmaya hazır: Nesrin'le yirmi yılda toplasan yirmi kere yatmamışımdır . Clea ile, bakışlarındaki, elimi tutuşundaki derin çağrıya uyup, daha ilk karşılaştığımız gün yatağa girdim. Utangaç bir genç kız, bir kadın olan bendim. Onun otelinden çıkarken Nesrin'in bedenini, çıplaklığını benden nekadar kaçırmış olduğunu dü­ şündüm. Sonra, şunu da: Gövdenin gençliğini utangaçlığından gizlemişti, yaşlandığında ise kaçıyor. Zaten, o ender sevişmele­ rimiz, kızı on sekizine basınca bitti. Bitirdik. İyi ki evlenmedik. Evlenseydik dost kalamazdık. Ama, evlenseydik, yaşlılığını benden kaçıramazdı. Ben de ondan. 146
{ "page": 146, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Bunları hep, Clea'yla ilk yatışımdan sonra düşündüm, an­ lamlandırdım. Şunu da: Yunus'la burada bir süre birlikte olma­ saydık, onun ta dört yıl önce evime ilk gelişinde, çalışma oda­ ma girer girmez divana nasıl oturduğunu unutup gitmiştim. Aklımda bile yoktu. Sık sık telefon ediyordu. "Hocam, filanca dergideki dene­ menizi okudum, konuşmak isterdim," diyordu. Kendisi de denemeler yazıyordu. Hocasının bütün dergi­ lerde adamı olduğunu sanıyordu. Ona takılırdı: "Canım, bir iki yerde, bir iki eski öğrencim çıkıyor işte, ba­ na iltimas yapıyorlar ," derdi. Sonra, bir başka sefer, "Hocam, kabul buyurursanız sizi dı­ şarda yemeğe çağırmak istiyorum, özür dilerim, öyle çok lüks bir yere götüremem ama, yemekleri iyi bir yer biliyorum ." Onu kırmak istememişti. Burnu büyüklük olur, diye dü­ şündü. Yunus, Hocasını almak için eve uğradı. Dosdoğru çalış­ ma odasına girdi. Ayakkabılarını kapıda çıkarmamıştı da, ora­ da çıkardı ve divana boyluboyunca uzanıverdi. Bir şey anlatmak istedi, ama ne? Belki de sadece değişik ol­ mak istedi. Değişik olduğunu göstermek istedi. Yemeğe çıka­ cakları sırada ise: "Eyvah, hocam, çok üzgünüm, cüzdanımı unutmuşum," dedi. Evde yediler. Giderken, utana sıkıla Yunus'un cebine taksi parası koydu. Yemekten sonra çantasından çıkarıp okuduğu, anahtarlarla kilitler üstüne denemesi hiç de fena değildi. Basba­ yağı bir şeyleri incelemişti. Bir reklam şirketinde grafikçi olarak çalışmaya başlamış, ama ücret düşükmüş, iş ise ağır. Bütün öz­ lemi, kişisel sergisini açabilmek. Koyuluklar içinde erimiş, gizli çizgiler. Böyle ortaboy tablolar yapıyordu. En büyük ilgiyi ve satışı hakettiğine inanıyor. İlk girdiği bir eve, hocasının divanı­ na boyluboyunca uzanıp kırmızı çoraplı ayaklarını havaya dik­ mesi gibi, bazan anlı sanlı koskoca ressamlardan küçük adlarıy­ la sözaçıp insanı şaşırtıyor. İşte zaten artık onun da gözleri, pat­ lak patlak, en büyük şaşkınlıkla bakmakta. Boynunda ip. Beş kere dolanmış. Clea'nın boynunda beş ince çizgi var, yaşlılığını söylüyor. Nesrin'le yatak ilişkimizi yirmi yıl çevreden gizleye- 147
{ "page": 147, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
bildik. Çünkü, kendimizden bile gizledik, her yahp kalkıştan sonra, sanki hiç olmamışa getirdik. Clea ile hiçbir güçlük olma­ dı. Yunus gelene kadar. Aman yarabbi, o bilmesin de, hiçbir şey sezmesin. Yaşayabileceğim son tensel aşk. İlk hatta. İlk ve son. Dün, Clea'yla birlikte oturma alışkanlığı edindiğimiz kahveye uğradım; yolda Viyanalı Ölüm' e rastladım. Harry Lime, Harry Lime! Ne diyorum? Bir şey yok. Biraz karışıklık oldu, o kadar? Ben eve yorgun dönmüştüm, Clea'yı bulamamışhm. Ondan duyduğum utanç büyüdükçe büyümüştü, küveti doldurmuş­ tum, dinlenecektim, nihayet, ooh deyip rahat bir soluk alayım, olan oldu artık, geçen geçti, yapacak hiçbir şey yok genel mü­ dür de onu iki sokak aşağıda bırakhysa bıraktı, dönüp gelme­ meli, gelirse: Ne o hoca, küvete mi uzanıyorsunuz? Alışveriş torbasını boynuna asmış, kestane ağaçlarının al­ tından geçiyor. Süpermarkete inip Asaf a hazırlık yapmayacak mı? Süt, yoğurt, balık fleto, dondurma, kek, meyve, salata, pey­ nir çok iyi marka iki şişe de şarap almayacak mı? Yunus bütün içkileri bitirdi. Ben yerine koydum, o bitirdi. Artık bütçem de sonuna erdi, o pahalı pahalı konyakları, şampanyaları yerine koyamam ki, Antonia kim oluyor da Asafın Fransız şampanya­ larından sunuyorsun ona. Bencil, arsız, terbiyesiz ve isterik. Se­ ni bulamazsa benim yatağıma girmeye kalkıyor, babası yerinde olduğumu bile düşünmüyor, pis, kokuyor , iğreniyorum, be­ nimle alay ediyor, ne hakla bu eve getirirsin bu bencil esrarkeş kızı, kız mı artık karı mı, dilimi de bozdun, bana beni yabancı kılmak için, marketten su yeşili ipi renk çok hoşuma gitti diye aldım, daha almadım da alabilirim yani, artık özgürüm çama­ şırlarımı terasta, güneşte kurutabilirim şöyle mis gibi bodrum kata indim ki orada hiç beyaz mosel kalmamış mı evsahibimi­ zin özel kavında diyerek ar,tık bukadar da olmaz ama emanete bukadar ihanet ve hiyanet neyse ki orada fare zehirini, çiçek ilaçlarını, çim bitleri için ... Ah Clea, dün bütün bu curcunadan, karnavallardan uzak küçük serin kahvede yoktunuz, eski saray eczanesinin duvarı dibinde de yoktunuz Miss Smidt. Gece iyi uyudu. Dinç uyandı. Miss Smidt nereden çıktı peki? 148
{ "page": 148, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Ormanın üstünden bir uçak geçiyor. Kimbilir, Clea belki de bunun içindedir. Kanada'ya geri dönüyord ur, ülkesine. Eğer öyle ise bitti. Bir daha görüşemezler. Adresini bile almamış. Batıda, gökyüzünde birkaç sıcak bulut dolaşıyor. Uçak bu­ lutların kızılımsı sarı aydınlıklarını yararak yükselip gidiyor; hayatın ve hayat kumarının içinde tasasız, özgür adımlar vaa­ deden bir ilişkiyi büsbütün havada asılı bırakıyor. En iyisi büyücek yeni bir defter edinmeli, ilk sayfasına he­ men şunları yazmalı: Şimdiki ben, o zamanki ben olsaydım, elbette sizi kendim­ den uzaklaştırmazdım. Aşığıyla buluşan ikiyüzlü, pis evli ka­ dınlar gibi davrandım; kocam geldi, artık bitirelim, diyen karı­ lar gibi. Miğdenizi bulandıran, sizi iğrendirenlerden daha kö­ tü ... Sevgili Milena, henüz siz yoktunuz, Yunus yoktu. Veba ve ölüm çılgın bir karnaval maskesindeydi. Clea'ya küçük obam­ dan, Nesrin' den, Yunus'tan, Sizden, hatta Alma Mahler'den sö­ zaçmak istedim istemesine, kendisini ilgilendirmediğini söyle­ di. Hala nemli çimler, çıplak ayak parmaklarını ıslatıyor: Hiç­ bir şey yazmayacağım. Her yazdığım Yunus'un gözü önünde olduktan sonra. Ne yazdı ki, hem neden onun gözünün önünde olsun? Demek, bir Yunus korkusu gelmiş, içine çöreklenmiş. Bura­ da en korktuğu şeyin başına yapraklardan bir taç takıp, eline de uzun bir sırık alarak: "Ben İsa oldum!" diye dolaşmaya baş­ lamasıydı. Aman, aman, nekadar çok İsa ve Musa vardı, metro­ larda, pazar yerlerinde, kalabalık alanlarda. Çok şükür, hiç de­ ğilse ne İsa olmuştu, ne Musa, rahat sandallarıyla güzel güzel alışverişine gidiyordu işte: Sonra da alt yoldan dönerim, göle­ tin orada biraz dinlenirim. Milena'mı biraz daha okurum, Clea'nın beni hoşgördüğünü umarım. Çimler burada daha ıs­ lak, aa tabii çim fıskiyesini açmışlar, nem tabanlarıma yürüyor, hoşuma da gidiyor. Clea, otel odasındak i geniş yatağında ayak parmaklarını hafif hafif ayaklarında gezdiriyor: 149
{ "page": 149, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
"Üşümüşsünüz siz," diyordu. Sonra da ekledi: "Nekadar biçimli ayakların ız. var. Onları öpmek istiyo­ rum." Aman nasıl olur? Hızla doğrulmuş, battaniyeye sarınarak yatağın bir ucuna kaçıp oraya büzüşmüştü. Bir kere, ayakları­ nın ne olur ne olmaz, kokması, ömrünü kaplamış en büyük korkularından biri, başlıcası. Nekadar çok şey var korkulacak. Galiba Clea bu kaçışı, bu telaşı da sevdi. "Siz çok incesiniz, hem de çok," diyordu. "Büyükannemin bayıldığım ipek dantel giysileri, ipek eldivenleri gibisiniz ." Çocuk değildi ya, iç dünyasına çekilmiş, şehvette dene­ yimsiz biri de olsa, bukadarını anlayabiliyordu: Clea'nınki de­ ğişiklik özlemi. Doğulu, ince efendi ve 'sorun çıkarmayacak' bir adamda bir çeşit güven arıyor da olabilirdi. Tatilini ya da yaz 'tetebbu' larını kruvaze ceket, ütülü pantalon, boyalı iskar­ pinlerle geçiren kim kalmıştı ki ortalıkta? Kaldırımda biri ya­ nından geçerken hafifçe kıyıya çekilen, kapıları açıp yanındaki önden geçsin diye bekleyen, ardındaki için de kanadı elinde tu­ tan? Bunlardan ötürü seçilmiş olduğunu düşünmek hoşuna git­ medi değil. Ama asıl, ipek yerine konulmak, ömrünün sonla­ rında hayalden somuta, omurgalı bir sevişmenin kucağına atıl­ maya yetip de artmıştı bile. Nesrin, bu türden sözler bilmez, bukadar uyandırıcı dokunuşların acemisi. Hiç, "Sevgilim," di­ yemez mesela, kulağına bir iki çıplak söz fısıldayamaz. Olsa ol­ sa, "Canım," der, "canım, canım ... " Hoş o, sevgisi kabarınca da, öfkesi ayaklanınca da 'canım' der. Nesrin'i bütün çıplaklığıyla bir kere bile görmedi. Hep belden aşağılarını yorgan altında birbirlerinden gizleyerek seviştiler. Ah dostum Benn, üstadım Necafigil, bizim okumuş yazmışlarımız yatakta da öyleydiler; alt yanları insansa, üst yanları hayvan; üst yanları insansa, alt yanları hayvan ... Clea, odanın içinde anadan doğma geziniyor, sevişirken yere düşen küpesini aranıyor, sonra boşverip duşa gidiyor, ora­ dan sesleniyordu: "Sen de gelmez misin?" 150
{ "page": 150, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Birlikte yatana kadar, 'siz'di, ama sonra 'sen' olmuştu. Duşun altında yeniden seviştiler. Niye kendinden saklasın ki, bunda da Clea'nın büyük yardımı oldu. Gökyüzünde uçağın izi bile kalmayınca, o da sanki ömrü­ nün en uzun, en kısa, en tatlı, en baharatlı, en yumuşak, hem de en gaddar, acımasız yazını bitirmiş oluyor. Zaten Alma Mahler peşine düştüğünde hayatın kumar ma­ sasına oturmuştu bile. Clea'yla oyuna girdi. Bu kumarda ka­ zandığını mı, kaybettiğini mi bir türlü bilemiyor. Süpermarkete doğru, yokuşaşağı, gittikçe hızlanan adımlarla iniyor ve par­ mak uçlarında artık asfaltın sıcaklığını duyuyor: Bütün gece Baden'daki Casino'nun rulet masası başında dikilmiş, yanına kontlar, kontesler gelip gitmiş, Alma yine bir şişe Benediktin bi­ tirmiş; Clea uzay kadınları gibi giyinmiş, Nesrin, Roma Tati­ li'nin masum yüzlü Audrey Hepburn'ü olarak kirpiklerini indi­ rip kaldırmış, indirip kaldırmış; Yunus, şeytan külah, şeytan maske ve kara peleriniyle arkadan yanaşıp iki kere şampanya kadehini devirtmiş, birinde yanlış sayıya oynatmış, üstelik de Üçüncü Adam'dan Harry Lime'ın purosuna şarap rengi sırmalı kadife redingotunun kolunu yaktırmıştı . Fakat asıl canını sıkan, sabaha doğru dışarı çıktıklarında Antonia'nın, kapıda bekleyen Paşa arabası önünde çırılçıplak soyunarak, yeniçeri askerinden aktarma uzun bıyıklı, serpuşlu arabacıyı delirtmesiydi. Asker­ cik zaten Viyana İkinci Kuşatması diye, haftalarboyu elin tepe­ sinde nöbet tutmuş, kaleye lağım kazılarak girilmesi işinde ça­ lışmış, bundan da sonuç alınamamış; uykusuzluk, açlık ve ka­ dınsızlık bir yandan, Ağustos sonu girişilen hücumda da başarı sağlanamamış; bunlar daha iki hafta öööyyyle, pusuda bekle ha bekle, derken Eylül'ün on biri, gece sabaha karşı, Kara Mus­ tafa Paşa ile maiyeti davul zurna, sancak bayrak, tam teçhizat toplaşırlar; iki saat bekleşirler; düşmandan çıt yok, çıt çıkacağı da ... O zaman Paşa, hadi bari, diyesi, bu ara ben bir kaplıcalara gidip geleyim; birkaç asker, arabacı; Prens Eugene'le tavla at­ malar, Casino' da bi iki el oyun, biraz üzerinize afiyet bağırsak sancısı, derken, haber ulaşası; amanın yetişin Paşam, ordumu­ zun sağ kanadına doğru kara bir bulut akıp geliyor. Meğer Leh 151
{ "page": 151, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Kralı Jan Üçüncü Sobieski ve müttefikleri toplaşıp hücuma geç­ memişler mi? Elli binlik mi, atmış binlik mi bir ordu, fırtına hı­ zıyla yaklaşıyor. Yeniçeriden arabacı da meğer zaten Baden Ca­ sino' dan Merzifonlu Paşa'yı almak için gelmiş, bekliyor; Anto­ nia işte tam bu en hassas anda arabacının sinirleriyle oynayıp onu delirtiyor. Tabii bu, atların delirmesine de yolaçıyor ve Vi­ yana yolunda Kara Mustafa Paşa'nın arabası, içinde Anto­ nia'nın çırılçıplak oturup esrar çektiği arabaya bindiriyor. Ta­ rihler bunu yazmıyor, ama bilen bilmektedir ki, eğer Merzifon­ lu Paşa bu kazadan ötürü ordunun çadır kurduğu Kahlen­ berg' e varmakta gecikmeyip Sobieski ve müttefiklerine karşı askeri tam zamanında savunu düzenine geçirebilseydi, ünlü bozguna uğranmaz, Viyana'ya bu sefer pekala da girilirdi. Her şeyin bir şeyi var. Antonia'yı gecenin bir saati evden dışarı at­ ması, yırhk bluciniyle el kadar penyesini de ardından fırlatması az bile! Alışveriş için bukadar geç kalmamalıydı. Parkta da o kadar uzun oturmamalıydı. Geceleyin olup bitenler, derken evi derle­ yip toplamak, çimleri sulamak yormuştu. İşte sıcak arttı, yürü­ yüş büsbütün işkence halini aldı. İnsanın beyni karışıyor, nere­ den nereye atlıyor. Ne Casino'su, ne kontu paşası, hangi araba kazası? Tabii ki bunlar rüya canım, uykuda görüldü. Şimdi market serindir; biraz kendine gelir. Kent merkezi tütüyordur. Her yan taş kaplı. Bu tepeler yine iyi. Akşamüstleri batıdan usul bir esinti çıkıyor, kulaklara fısılhlarla, yüreklere ferahlık­ larla doluyor. Ay yükseliyor. O zaman, üzüm bağlarının kıyı­ sındaki kır lokantasında serin şarap içerek anıları kaleme al­ mak, bir yana bir iki not düşmek çok hoş oluyor: Hayahmda dingin bir parantez açıldı. O parantezi bir kere daha açabilir. Bir an önce akşamın olmasını özlüyor. Tabii ilkin eve dönü­ lecek; alınanlar yerlerine yerleştirilecek. Sonra duş yapacak. Belki küveti doldurur, içine uzanır. E peki, küvet boş mu, temiz mi, ip orada mı yoksa başka yere mi gitti lafa bak uçak kaçtı olur mu taksi parası yok diye dönmüş geri gelmiş hani ne oldu komşu havaalanınaydı hani ben sana söyledim buıi.lar çekmez 152
{ "page": 152, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
yolun alhnda silkeleyiverirler dedim şimdi yeni bir bilet alın­ ması gerekecekmiş Bülent'in plak sabun paralarını da çaldır­ dım artık siz ödersiniz değil mi Hoca somon füme seviyor boş­ ver bir duş alırım sonra biraz uzanır kitap okurum dinlenirim bakalım belki Faruk telefon eder belki Asaf çıkagelir artık bu­ günlerde gelmesi gerekir ama ne olsa önden haber verir yine de hazırlıklı olmalıyım herkesin işi var gücü var evi ona güzelce teslim etmeliyim ben de artık yavaş yavaş dönüş yoluna hazır­ lanmalıyım tabii de bu bodrumda kokarsa ne yapmalıyım en iyisi fare zehiriydi belki o da şişirir bukadar konukluk yetmeli fazla istismar etmemeli hele Asaf gelsin çimleri çiçekleri bir göstereyim bakalım memnun kalacaklar mı ancak eksilen şam­ panyalar neyse bari kırılan kilidi onarttırdım anahtarını içerde unutmuş gecenin bir saati Antonia'yla geliyor beni uyandırmak istememiş laf ben Antonia'yı görünce bozuluyorum diye usulca girmek istemiştir elin kilidini kırıyor bir de ayıp değil mi neyse ki aynı kilitten buldum hiç belli olmadı daha dün bir bugün iki kurtuluş demeye kalmadan zır kapı çıkıp geliyor hadi arkasın­ dan yine Antonia allahtan yeşil ip var çamaşır ipi yoksa daya­ nılır mı tam da Clea'yı aramaya başlıyorum, ondan bir özür di­ leyeyim, bahçede ben de ona mum ışıklarında şık romantik bir sofra hazırlayayım demeye kalmıyor ben buraya şeyetmeye gelmedim ki tarih ve Alma'nın sevme sanatını anlamaya diye sonra ne olsa o kadar yıl bugünleri beklemişim Asaf gelince ev­ de görmekten hoşlanacağı ne alsam acaba neyi sever lisedey­ ken su kabaklarına dünyayı resmederdi ruhların haritasını ka­ baklara nasıl resmedecek ayrıca bilmem ki buralarda yuvarla­ cık su kabakları nerede bulunur artık bari şöyle iyi peynirler­ den seçeyim de iyi şaraplardan ... Keşke tekerlekli alışveriş çantasını alsaydı. Yokuşyukarı o şişeleri taşımak. Markette fazla kalmamaya kendi kendine sözverdi. Herbiri dünyanın bir yanından çeşit çeşit yiyecekler önünde saatlerce eğlenebilir yoksa. Hele paketlerin, kavanozların üstlerindeki etiketlerin kalori, yağ, şeker oranlarını öğrenmeye kalkışırs a!.. Bir de hazır salata sosunun nerede olduğunu bulamaz, derdini 153
{ "page": 153, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
çalışanlara anlatamazsa, artık dön dur yiyecek içecekler arasın­ da. Her seferinde de gözü değişik bir şeye takılır. İçerisi fazla kalabalık değil. Beklediği gibi serin de değil. Donmuş yiyeceklerin başına koşarsa belki serinler: Ah işte, saç­ ları erkek gibi kesilmiş profesör halli kadın bana yine bir şey soruyor. Yine sözlükten edindiğim Almancayla aynı yanıt: leh verstehe nicht Deutsche. Yunus da Almanca bilmiyor, ama o hiç gayret göstermez. "Yunus, evladım, şu sözlüğe bak bakalım, kepek ne de­ mek?" O kadar ekmek türü öğrenmiş, kepeklisini bir türlü anlata­ mamakta. Burada Yunus'un yapıp yapacağı tek yardım ise, sözlüğün kendisinde olmadığını söylemektir. Evden çıkarlar­ ken ona, yanlarına almalarını hatırlatmamış mıydı? Kendisi boş şişeleri torbalara doldurur, alınacaklar listesini çıkarırken o da sözlüğü cebine koyverseydi ne olurdu? Üstelik, kendi odasına götürmüş. Yalnızken bir kere bile yanılıp yanına sözlüğünü al­ madan sokağa çıkmamıştı. Her şey aksıyordu, her şey. Öğrenci­ sine iyi güzel günler sunmak istedi, bunu coşkuyla istedi; yeni ufuklar tanımak için kendisi gibi ille emekli olmayı beklemesin, dedi: Beni özlemiş, yol parası biriktirmiş, mektup mektup üstü­ ne yazıyor, eh sorun sadece yatacak yerse, buyursun bari, Asaf a sormadan olmaz, ona sormak da benim için çok güç ama, böyle kocaman evde tek başına keyif çatmak da bencillik olur. 'Parantez içine alınmış dingin bir hayatı' bir buçuk-iki ay kadar yaşamak da yeterliydi. Zaten yalnızlık çekmeye başla­ mıştı. Yunus sevdiği bir genç. Son öğrencilerinden. Varsın gel­ sin. Gördüklerini onunla paylaşmak ne güzel olur. Nesrin ya­ zın sonunda kızının düğününü yapma hazırlıkları içine girmiş. Keşke o gelebilseydi. Gençler artık evlenme boşanma tarihleri­ ni kendileri kararlaştırı yorlar, yoksa ta baştan, Venedik turuna çıkılırken Nesrin de niyetliydi, pat diye nişan-düğ ün meselesi ... Demek Yunus sözlüğü cebine koymamış. Ama bundan bir rahatsızlık duyduğu da yok. Onun yerine: "Giderken Bülent' e vakumlanmış isli balık götüreceğim, Baltık somonunu o çok sever," demektedir. 154
{ "page": 154, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Daha dönüş gününe bir hafta varken, uzanıp serin yiyecek­ ler bölümünden ağırca iki paket isli somon almakta, tekerlekli alışveriş arabasının içine koyvermektedir. Hem sanki orada, büyük şık marketlerde isli balığın köküne kıran girdi de ... Ke­ pekli ekmeği alamadıl ar, zaten Yunus bunun için çaba göster­ medi. Keşke Bülent kepekli ekmek de istemiş, bunu da çok se­ viyor olsaydı! .. Kendisi yola çıkana kadar ortalarda Bülent diye biri yoktu. Önceden hiç düşünmemişken kendine bir paket somon fü­ me alıyor. Bülent' e seçilenler kadar ağırından değil, şöyle yüz elli gramlıklardan. Bir yandan da neredeyse yüksek sesle: "Hiç tanımadığım birinin isli balığım da bana aldırdı!" di­ ye söyleniyor. Yüz elli gramlık paketi geri bıraktı, iki yüz elli gramlık ola­ nından aldı. İyi marka iki şişe de beyaz şarap seçti. Tepenin eteklerindeki ağaçlıklı ince yoldan geçerek göletin başına geliyor. · Gölde birkaç ördek süzülmekte. Suyun yüzeyinde ince sinek­ ler uçuşuyor. Batıdaki bulutlar hala çok yükseklerde, çok içine ka­ palı. Bugün de yağış olacağa benzemiyor. Ağaçların sık yaprakla­ rı günışınlarını suyun yüzeyine kırık ışıltılarla düşürmektedir. Yanından bisikletli küçük bir kız geçiyor. Peşinden zıplayarak minik bir köpek koşuyor. İki yanda çiçekli otlar sallanıyor. İlkokulların resimli kitapları. Uzun zamandır kendisini terketmiş huzur yumuşak adım­ larla geri geliyor gibi. Burası serin. Otlar çağırgan. Sırtüstü uza­ nıyor. Dün, Clea'nın Viyana'daki son günüydü. Öyle söylemişti. Unutması olanaksız. Yunus olduğu sürece de onu delice özledi. Üstelik teniyle, dudakları, çizgili boynu, bacaklarının arasıyla. Kendini zaman zaman gencecik Mari Vetsera tutkunu Arşidük Rudolf sanıyor, bundan da utanıyor. Alma Mahler tutkusu da­ ha büyük bir çılgınlıktı, ama sonuçta bu çılgınlık kendi içinde, gizli kalabilirdi, tamksızdı. Clea'yla öyle değil ki. 155
{ "page": 155, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Yunus'tan 'kurtulur kurtulmaz' onu aramaya koştu. Utan­ cından oteline gidemezdi, fakat her gün uğradığı kahveye son bir defa uğrayabilir diye, alışık bulunduğu saatte uzun süre bekledi, Clea gelmedi. Neden gelmedi? Neden gelsin? İlişkiniz mi sürdü, yoksa burada buluşmak için sözleştiniz mi? Son gün, insanın yeniden görmek istediği yığınla yer vardır, başka insan­ lar; hem kimbilir , seviştiği başka bir adam. Sen bıraktın diye kendini yalnızlığa mahkum edecek değildi ya? "Özür dilerim, artık buluşamayacağız ... " İki hafta boyunca oteldeki yatağını paylaşasıya yaklaştığı bir kadına, ezik büzük, sünepe halli, böyle dediydi. Clea, bir çocuğu yatıştırmaya çalışır gibi, okşayıcı sesiyle sormasın mı? "Seni telefonla da aramayayım mı?" Büsbütün batkı, büsbütün utanç, kem-küm: "Aramasanız iyi olur." Önce Japon kızlar, sonra Prens Balthasar, Kont Montecuc­ coli arabaları içinde çekilip gitmiş, karnaval bitmiş, Milena' cık ancak yatıştırıcı iki hap bulabilmiş, dargın gözlerle, hatta ayıp­ layan bakışlarla yanıbaşından geçmiş, rüzgar uyumuş, sular dalgın, hava hep öyle çok bungun. Kıyısında dikildiği küçük eski alanda kazıya bakarken, o çukura düşmeyi, arkeoloji öğ­ rencilerinin de tarihi, kokusuyla birlik yeniden gömer gibi, üs­ tüne bol toprak atmalarını istedi. Yer yarılsa, içine girse. Vebada ölen, kireç ocağına düşen tek kişi kendisi olsa. Altı kaval üstü şişhane, yarısı karga, yarısı zürefa adam! Yunus geliyor diye Clea'yı dehlemek. Onu ortadan kaldırmak. İzini silmek. Na­ mussuz katil. Yeşil çamaşır ipiymiş, usturaymış, Emma zehiriy­ miş! Geçmişi silmek, yoketmek mi istiyorsun? Önüne ağır taş duvarlar örersin, olur biter. Clea, solgunlaşmaya boyun eğmeyen gözlerini yüzüne dikmişti: "Sen bir şeyden çekiniyorsun, neden?" Apaçık sordu. Apaçık bir yanıt bekliyor. Serçe parmağını önündeki bol sodalı Campari bardağının ağzında dolaştırıyor, dolaştırıyor; yanıt gelmiyor. "Hadi, söyle bana, neden çekiniyorsun?" 156
{ "page": 156, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Utanıyor, sonra utancından dehşetli utanıyor, gözlerini önüne, masayla kamı arasına dikmiş, ağzından tek sözcük çık­ mıyordu. Bu da başka bir kentor türü: Bir yandan tarihin bilgisiyle yüklü, çeşit çeşit çağlar, yüzyıllar içinde yürür; oralardan çeşitli manzaralar çıkarıp üstüne denemeler yazar; bir yandan şiirleri çeşitli dergilerde görünür; yıllar içinde üçer beşer toplanmış okurunca sevilir, sayılır. Öte yandan, otel odalarında bir kadın­ la halvet olduğunun hele genç bir öğrencisi tarafından bilinme­ sinden ödü patlar. Maskara olmaktan. Karnaval soytarısı. İlişki öğrenilir öğrenilmez her değerlendirmenin ilk iki sözcüğü mut­ laka aynı şey olacaktır: Bu yaşta ... Bu ise yaygın bir korku türü: Bu yaşta, bu yaşta bir kadınla buluşmanın gülünç karşılanmasından çekinmek. .. Kaz bakalım, tarih biryana, kendi toprağını daha derin kaz, yedinci katında ne bulacaksın? Clea'yı yanıtlayamadan utanç içinde ayrılışını mı, ayrılır ayrılmaz ise onunla Yunus arasında kendine mümkün bir yer aramaya koyuluşunu mu, Yunus'un seni çok özlediğini söyleyerek gelmeye kalkışından derin mut­ luluk duyuşunu, varlığını bu duyguya hasretmek isteyişini mi, yoksa onun iki cinse eşit ilgisinden ortaya çıkacak karnaval çıl­ gınlığına kendini hazır duymadığını, asıl bundan korktuğunu mu? Ama macera, tehlikeli ve yorucu olduğu oranda da çekici­ dir. Çimlerde yüzüstü dönüyor; burnunu otlara, bakışlarını büsbütün içine daldırıyor. Büyünün etkisi altına ta Venedik'te, bir vaporettoda, Alma Mahler'le tanışır tanışmaz girmişti. Peşinden sürüklene sürük­ lene vardığı nokta ise bu işte: "Canım hoca, besbelli kadında para bol, bir yaz serüveni yaşamaya çıkmış. Nekadar önemsiyorsunuz bunu!" Hah hah ha, size gerçekten önem verdiğini, tutulduğunu falan sanıyorsunuz ... Yunus, aslında bunu demek istemiştir. Sonradan ayırdında oluyor o yanpiri gülüşün, ama böyledir. Ona Clea ile yakınlı­ ğından elbette sözaçmamıştı. Bunu yapabilecek olsa, seviştiği kadından, mahallemize geldik, aman yanımdan uzaklaşın, il- 157
{ "page": 157, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
kelliğiyle ayrılmazdı. Yoo, tabii ki Yunus'a Clea'yla çok özel ilişkisini açıklamamıştı. Yalnız alay edilmekten çekindiği için değil, çok özel ilişkilerin öte yanına, karşı tarafına her zaman çok özel bir saygı duyduğu için de. Daha çok, bir 'vicdan ağrı­ sını' dindirmek isteğiyle galiba, şöyle dediydi: "Pek akıllı, pek kültürlü bir kadınla tanıştım. O da benim gibi yalnızdı. Hofburg'un oralarda karşılaştık. Birlikte gezsek, diyordu. Telefon numarasını da verdi. Arasak mı?" Canım hoca, besbelli kadında para bol... ......... . Sonra ne düşündü, bilinmez, -yo, niye bilinmesin, apaçık belli-ağzını aramaya kalkışmıştı: Sahiden böyle biri var mıy­ mış? Tanışmaya değer miymiş? Kanadalı mı demiştiniz, kimya­ ger mi, niye gelmiş, iş için mi, gezmeye mi? Ama sakın kendini birilerine taşıtmak istiyor olmasınmış ... Burnuyla yetinmeyip, yüzüstü uzandığı otlardan bir mik­ tar ağzına da alıp çiğniyor. Çiğnerken çiğnerken baktı, kendini hoşgörmeye, affetmeye yatkın hale gelmiş: Ben iyi ki Clea' dan uzaklaşmışım. Bir sezgi. Tanışsalardı bizim genç adam onu öy­ le bir kırardı ki, iki haftalık birlikteliğimiz de kirlenirdi. Şimdi hiç değil geride örselenmemiş sayılabilecek bir anı. Clea zaten gençleri zaman zaman pek miğde bulandırıcı buluyormuş; ben herhalde biraz da bundan kaçındım Yunus'la onu tanıştırmak­ tan. Neyse ne, bence sonu belirsiz, muhtemelen de kötü olabile­ cek bir şeye yolaçmaktansa ... Tabii biz ilelebet dost kalabilirdik , arasıra yazışabilirdik. Nesrin yakında torun sahibi olur. Bana hiç zaman ayıramaz artık. Biz de bayram seyranlarda telefonla­ şıp, "Nasılsın bakayım?", "Eh işte, bacaklarım boynum ağrı­ yor," "Ah sorma, benim de," "Görüşelim ayol," "Ya görüşe­ lim," deyip deyip hiç görüşmeyenlere döneriz. Konuşacak ne­ yimiz kalmıştır ki? Kenti bir süre daha dolaştıktan, müzelere girip çıktıktan sonra Clea ile sevdikleri kahveye otururlar; birden içinden ge­ lir, ıslıkla bir şey çıkarmaya çalışır, bir parça. Clea gülümser, "Bu nedir?" der, o da: "Bu, Aslan Yürekli Rişard'ı kurtaran par­ ça," der. "Nasıl yani?" der Clea, ballandıra ballandıra anlatır o da: "Melk'e vapur bağlantılı bir tur almadınız mı henüz? Mut­ lak gidin. İsterseniz birlikte gideriz, Melk Manastırı'nı, hele ki- 158
{ "page": 158, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
taplığı yeniden görmek isterim doğrusu. Giderken yolda Durn­ stein Kalesi görünür. Buranın bir efsanesi var. Biliyorsanız an­ latmayayım. Emin misiniz? Herhalde biliyorsunuz, fakat unut­ muşsunuz. Hani, şöyle bir şeydi: bin yüz doksan birlerde bir gün, Kudüs'e doğru Üçüncü Haçlı Seferi'ne başlandığında, As­ lan Yürekli Rişard, Babenberg Prensi Beşinci Leopold'ü feci öf­ kelendirir, çünkü vardığı bir menzilde Prens'in armalı bayrağı­ nı indirip yerine Avusturya sancağını dikmiştir. Prens de ona ölüm fermanı çıkarır. Bunun üzerine Aslan Yürekli Rişard, teb­ dil kıyafet eyler. Yine de bir gün, köylü kılığı içinde tanınır, der­ dest edilip Durnstein Kalesi'nin en kuytu zindan hücresine atı­ lır. Onu aramaya çıkan sadık adamı Blondel, bir gün ıslık çala­ rak kalenin yanından geçmektedir. Islıkla çaldığı parçayı ikisin­ den başka kimse bilmez, aralarında bir şifre gibidir. Arslan Yü­ rek, ıslığı işitir, bunun Blondel olduğunu hemen anlar tabii, parçaya gücü yettiği kadar yüksek sesle yanıt verir. Blondel, adamlarıyla kaleye hücum eder, Rişard'ı kurtarır. Halbuki As­ lan Yürek, bu kalede tam yirmi üç bin kiloluk altın karşılığında rehin tutuluyormuş. Bu miktar altınla o zamanlar Sicilya'ya se­ fere çıkmak, ayrıca da Viyana'yı baştan sona yeni kale duvarla­ rıyla çevirmek mümkünmüş ." "Bizim de ikimize ait bir şarkımız, bir parçamız olsun. Bi­ linmez ki, bakarsın birimizden birimizi zindana kapamışlar. Ya da bakarsın, biz kendimizi ayrı ayrı kendi zindanımıza kapa­ mışız ... Islıkla şarkımızı çalar, kurtulur uz. Sen beni kurtarır mı­ sın?" Hep öyle, çayırda yüzüstü, biraz delimsek, kikir kikir gülü­ yor. Öyle bir kikirdeyiş ki, karnı da pıt pıt yere vuruyor: Pekii Aslanım, sen ne dedindi o zaman? O zaman ben de dedim ki: "Elbette kraliçem. De bon Coeur! Maalmemnuniye ... Fakat, bizim parçamız ne olsun?" Otlara yapışık dudaklarıyla ıslık çalmaya başlıyor. Clea, kahvede, ıslıkla Üçüncü Adam filminin melodisini çal­ maya başlamıştı. Az önce Aite Hofapotheke yanından bir kere da­ ha geçerken, ikisi aynı an' da, "Aaa, tabii ya, burasıydı işte, kar­ şı kahveden görünen köşe burası olmalı, hani Üçüncü Adam fil­ mindeki? .. " demişlerdi de. Belleğini ziyaret edip edip giden 159
{ "page": 159, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Harry Lime de bu filmdeyd i. Ama kızla adamın ayrıldığı köşe neresiydi, o kahve? Clea, Anton Karas temasını çalıyor. Bunu çıkarabilmesi bir mucize! Kendisi de ıslıkla katıldı. Temayı bir­ likte, gözgöze bakışarak mırıldandılar . Kendilerinden sonra ge­ lenler Karas'ın bu temasına yabancıydılar. Bu temaya savaş sonrasının kederi, örselenmişliği ve yeni arayışlar, umutlarla yeniden sahip çıkılmasına yabancı. Onların çoğu, yanmış yıkıl­ mış bir Viyana' da, vur patlasın, çal oynasınların bedelini ağır ödeyen bir Viyana' da, dırdırcı bir kontes eskisinin yıkık kona­ ğındaki bir odaya sığınmış, işsiz, yalnız tiyatro sanatçısı Miss Smidt'ten de habersiz. Miss Smidt ve kedisi. Açlıkla yüzyüze; şu sefil odadan da her gün dışarı atılmayı beklemekteler. Genç­ ler bundan, o dönemin bu ruhundan habersiz. Kentin yeni bir tasallutla gebe oluşundan ... Islığı bırakıp parçayı bir süre de öylece mırıldandılar . Clea sürdürürken, o susmuştu. Şunu söylemek için: "İmparator François Joseph'in metresi de bir tiyatro sanat­ çısıydı, fakat nerede o, nerede Miss Smidt, değil mi? Şekerim Miss Smidt, modern zamanlar sanatçısı: Atlı arabalı, konaklı ve on sekiz uşaklı tiyatro sanatçılarının ceremesini o ödedi." Der demez, Clea da pat diye Anton Karas temasını mırıl­ danmayı kesti. Durdu, düşündü, düşündü. Ne yapacak acaba? Ağzını kulağına yaklaştırıp fısıldamaz mı? "Seni yine istiyorum. Otelime gidelim. Sevişelim." Kendisi ise, utangaç utangaç gözlerini yarı kapamış, ne di­ yeceğini bilmiyor. Aşkı, daha çok aşk duygusu olarak seviyor­ du, ama işte yollara düşeli, iki arada bir derede. Clea, yüreklendirici: "Üşüyorum. Bak işte, o yalnız kızcağızı düşün, dostunu aramaya çıkan gazeteciyi, siyahlar içinde çoktan kaybolmuş Orson Welles'i düşün, kediyi sonra. Kediyi hatırlıyorsun değil mi, yalnız, tutamaksız tiyatro sanatçısının kedisini? Onun, ge­ ce, bir kapı girişinde Harry Lime'ın, Welles'in yani, ayakkabıla­ rını koklayışını düşün. Bir zaman, yanından bir kerecik geçmiş ayakların kokusunu alışını. Savaşı unutma, ölümü," diyor. San­ ki tepelerin akşam esintisi kulaklarını fısıltılarla dolduruyor. Akşam, akşam ... 160
{ "page": 160, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Dün, Michael Platz' da yalnız Prenslere, Kontlara rastlama­ dı. Yalnız ölüme ve toprak kurtlarına değil. Clea'yı ararken, hem saray eczanesinin duvarı, hem karşı köşe bu sefer sahiden 'görülmüş' oldu. Bir şeyi ilk defa 'görünce' de: "Clea ... " diye hemen hemen inledi. "Clea, rüzgarın nişanlı- sı. .. " Az önce gökyüzünde uzaklaşıp giden uçağın içinde miydi acaba? Hızla sırtüstü dönüyor , sıcağın sisiyle örtülmeye başlayan gökyüzüne doğru fısıldıyor o da: Alte Hofapotheke! Kaç defa önünden geçtik. Sonuçta, fil­ min buralarda bir yerlerde dönüp dolaştığını bulduyduk da, kızla adamın hangi köşedeki hangi kahvede ayrıldıklarını bula­ madıydık. O duvar, hangi duvardı, önlerini örten? Alte Hofa­ potheke! Biz hep Albertine tarafından geliyorduk. Sırtımız bu duvara dönük oluyordu. Yine de alanda durunca görmüş ol­ malıydık. Defalarca görmüş olmalıyız; defalarca kızla adamın, Miss Smidt'le gazetecinin, herhalde Graham Greene'in kendisi olan yazarın ayrıldıkları yerden geçtik, defalarca Amerikan, Fransız, Rus bölgelerinin sugözünden. Kadın ve adam tam ora­ da ayrıldılar. İki adım ötede de onlar ayrıldı. Rastlaştıkları 'özgür böl­ ge'nin kıyısında, sınırda. Ağaçlardan dökülen günışınları tam gözünün içine dalı­ yor: Kapat gözlerini, çünkü ancak o zaman gördüklerin gerçek. "Siz de yalnız mısınız? Eğer öyle ise, birlikte olabiliriz ." "Çok dikkatli, çok duyarlı bakışlarınız var. İnsanı gören gözler." Clea, aynı duvarın dibinde, aynı yerde, ama ayrı ayrı yapı­ lara, heykellere bakarlarken söylemişti bunları. Herhangi bir turist gibi: "Franz Jozef heykeli bu mu oluyormuş?" diye sor­ madı mesela. "Eski Lahanacılar Pazarı ne yanda kaldı bayım?" diye de sormadı, "Kömür Pazarı ne tarafa düşer?" diye de ... Kendisi de Clea'ya: "Burayı neden kazıyorlarmış böyle?" de­ medi. Fransızca konuşan, saçları aka yakın kır, oldukça yaşlı görünen göğsü bağrı rahatça açık kadının sesine dönmeden ön- 161
{ "page": 161, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
ce, bir yandan karşısındaki yapılara bakıyor, bir yandan Nes­ rin'e kafasından şöyle bir kart daha atmış bulunuyordu: Üstünde resmini gördüğün yapıya tam anlamıyla Barok denemez. Ama kapıların, pencerelerin kıyılarında barok süsle­ meler var, her pencere kıyısına heykeller ikişer ikişer konmuş bak. Her şey, yetinmesizliği söylüyor. Bu kente geç gelen, geç giden, kaldığı sürece de Viyanalının hayahna bürünen barok. Yazacakları tek karta sığmayacak. O zaman ona bir tane de Kokoschka'nın Rüzgarın Nişanlısı tablosunun basılı olduğu karttan almalı, arkasına ressamın AlP1a'ya çektiği şu tarihi telgrafın sözlerini aktarmalı: Biz bu tablo ile birbirimize ebediy­ yen bağlıyız. Ve eklemeli: Sahi, sensiz ben buralarda ne arıyo­ rum? Alışveriş torbasındaki füme balığın bu sıcağa daha neka­ dar dayanacağı da tam o sırada aklına geliyor. Bu sefer yüzün­ de daha tuhaf, büsbütün delimsi bir gülüş beliriyor. Burun ka­ natları oynuyor: Geçimişin kokusu ... Geçmişin kokusu ... Geç­ miş, füme balık gibi kokar. Alma'yı Venedik'te Florian kahve­ sinde bekletip bekletip de gelmeyen pis ressam Kokoschka'nın ağzı burnu gibi kokar, bodrumdaki ölü gibi, Tuna' da yüzen ce­ setler gibi... Canım Alma' cığım, elinin değdiği her erkeği adam ettin, onların ilham perisi oldun, onların güzel senfoniler bes­ telemesini, tablolar yapmasını, şiirler yazmasını, binalara, eş­ yalara imza atmasını, hepsinin büyük başarılarını sağladın ve tam da elin bana değdiği sırada ... Yalancı alçak, masum Nes­ rin' ciğe nasıl yazarsın, biz rüzgarın nişanlısı yız diye, bu tablo bizi birbirimize ebediyyen bağlamışt ır, diye? Ne hakla? Ne hakla senin Alma'n olacak kadını, Clea'yı da her yanı pis pis kokan öğrencinle aldatıyorsun herkesi herkesle aldahyorsun tarihin toprak kurdu soluğu düzensiz dengesiz adama yanya­ na barok ve Itri de diyemiyorsun, kolay mı bu geniş geniş ne­ fes alıp vermekler ister yüzyıllar boyu çalışmak ister Baden kaplıcalarında yatmakla, kansız kızsız kalınca elden ayaktan da kesiliveren kıllı yeniçeri askeriyle olmaz tabi, akıl akıl akıl öyle lök gibi oturmuşun masaya, elin çenende ne yapıyorum burada ben böyle ne düşünüyorum diyerek kımıldamadan sü­ nepe sünepe ... 162
{ "page": 162, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Gülüyor, gülüyor, gülüyor. Gözlerinin yumulu olması yet­ miyor; sımsıkı, sımsıkı kapıyor onları, daha daha, göz kasları elverdiği oranda kapatıp kısıyor: "Ne düşünüyorsun Yunus?" "Viyana'ya kiminle gelsem daha iyi olurdu acaba, diye ... " Yunus'un giderek apaçık bir küstahlık edinmiş karanlık gülümseyişi. Bu gülümseyiş, kapının yanındaki manken müş­ teriye çarpıp boyutlarını büyüterek geri dönmüş, soruyu sora­ nın bağrına saplanmı ştır. Burası elbette önceleri Clea ile buluştukları kahve değil. Başka bir kahve. Girişte bir manken oturmaktadır. Mankeni ilk gördüğü gün, Yunus yokken işte, tam on dakika cansız sanmış­ tı. Besbelli bir zamanlar Stalinci işçilerdenmiş. Bıyıklarını buna uygun uzatmış. Sonra da artık hangi gönül kırıklığına uğradıy­ sa, kendini içkiye vermiş. İnançlı işçilik günlerinden sırtında deri ceketi ve işte bu bıyıkları kalmış. Deli, alkolik bakışlarla orada öyle oturuyor , lanet olsun, hepiniz oralara, o masalara kadar terfi ettiniz, ben burada kapı ağzında kaldım yine, diyor­ du ... Bu kahvede bir zamanlar Lenin'le Troçki'nin satranç oyna­ dıkları söyleniyordu. Sosyalist aydınların toplandıkları bir yer. Yunus da görsün istediydi. Ona daha kahvenin tarihiyle ilgili birşeyler söyleyecekti, ama genç arkadaşı ilgili görünmüy or, hep susuyordu. ''Ne düşünüyorsun Yunus?" Keşke sormasay­ mış! O zaman belki eski saray eczanesinden Emma'nın zehirini almazdı. Hadi o neyse, marketten çamaşır ipini de ... Kahvede, o güzelim yuvarlak masalardan birinde oturu­ yorlardı. Yunus'un gelişinin on yedinci günü, gidişine üç gün kala. Yani hemen hemen dört gün önce. Yoksa yanılıyor mu, gi­ den yok, gelen var, günler uzun. Kente birlikte son inişleri. Öğ­ le yemeğini birlikte yemişler, yemekten sonra Yunus kendisin­ den ayrılıp alışverişe gitmişti. Bu kahvede buluşmak üzere söz­ leştiler. Akşam ... Akşam ... Günler bitti. Sersemletici bir hızla, kaos, karnaval akıp gitti. Kapıda belirdi. Elleri kolları paketlerle doluydu. Aldığı şeyleri sayıp döküyor. Şaşıp kalmamak olanaksız. Hiç de yol 163
{ "page": 163, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
giderlerini güç bela denkleştirmiş, parasını çaldırmış, her şeyi bilirkişi arkadaşının özel traş losyonuyla ısmarladığı plakları başkasına aldırmaya zorunlu kalmış birine benzemiyor. Bunları kafasından çarçabuk sildi. Herkesin hesabı kendi­ neydi. Ayıp etmeyelim. Kırılıp yarılan bir şeyler varsa, şu son günlerin hatırına elimizden geleni yapıp onaralım: "Ne içersin Yunus' cuğum ?" Yunus, yorgunlukla arkasına yaslanmış, listeyi incelemeye koyulmuştu: di: "Bira içeceğim. Ama yemek de yiyeceğim. Çok acıktım." Aradı, taradı, listeden en pahalı yemekleri seçti, sonra ekle- "Üstüne bir de şu Peter-Altenberg favorisi denen meyve salatasından yiyeceğim, bakalım ne özelliği varmış." Aaa, evet, tabii ya, şimdi buldu! Kapının girişindeki sarkık bıyıklı manken, gazeteci Altenberg! Sosyalist gazeteci ... İşçi gibi giyinmesi bundan. İmparator sosyalizmi S o s ... diye diye yavaş yavaş kabul ediyor, Habsburgların sandıklarında son kalanları da bozduruyor; işçiler Tuna'nın öteki yakasında Lunapark'a doğru yürüyor; geçmişin karnaval maskeleri, renkli katyonlar bir bir dökülüp düşüyordu da ne oldu? Arşidük'ü vurdular ve son yemeğinde ne yediğini hala kimse bilmiyor. Fakat, şu hale bak, Yunus'un o kahvede, Altenberg'in öfkeli bakışları altında ne yediğini çok iyi bilmekteyim. Göz kasları yorgun, yine de o durumunu sürdürmektedir: Çok iyi bilmekteyim . Yunus, hesabı kendisi ödeyecekmiş, üstelik yanındakine de bir kezcik bir teşekkür , bir 'gud bay' yemeği ısmarlayacakmış gibi garsonu çağırmış, rahat rahat siparişlerini veriyor. Ancak bu siparişler sırasında eski tarih öğretmenine herhangi bir teklif yok. O zaten yemeği burada yiyeceklerini sanmıyordu. Kahve­ sini yudumluyordu. Bütçesi o kadar alızlaşmışh ki, sabah mar­ ketten düşüne taşına alışveriş etmiş, akşam yemeğini evde yi­ yeceklerini hesaplamıştı. Daha Asaf a da hazırlanmalı, dolaba bir şeyler koymalı ... Kısılmış gözlerinin üstüne iki yumruğunu bastırıyor, daha derinlere bakıyor: 164
{ "page": 164, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Genç arkadaşından, eski öğrencisinden beklediği elbette bir yemek teklifi değildi. Hiç aklına gelmedi. Ama bir şey bek­ lediği de açık. Acaba ne? "Sizi özledim Hocam, kalacak yerim olsa ben de gelirdim ... " diyerek mektuplar yazan, telefonlar açan Yunus' a, "Hadi gel, benimle kal, evsahibimizle konuştum, kalabilirsin," demeden önce rastlasaydı ya Clea'ya. Tam da o , arada, çocukcağız yol hazırlıklarına başlamışken, biletini ayırt­ mışken ... Clea'yla, tarihin içinden yeniden, yeni biri olarak doğuyor , kentin büyüsü onu çılgınlıktan çılgınlığa çağırıyordu. Hayır Yunus, gelme. Sakın gelme. Artık gelme! Gecelerce uykusu kaçtı, eli telefona gitti gitti geldi. Sonuç­ ta, genç adamı düş kırıklığına uğratmamak için, kendi düşleri­ nin önünü kesti. Bu, şimdi Yunus'tan gelecek minicik bir yakın bakışı haketmiyor muydu? Hoş bir sözü, tatlı bir esintiyi? Bek­ liyor, evet bir şey bekliyor. Ayıp da olsa, gereksiz de, acıklı da olsa, gülünç de, bekliyor. Mesela, garsona siparişlerini verirken ona desin ki: Biliyor musunuz, masasında oturduğum kişi benim sevgili öğretmenimdir. Ülkede bunun böyle olduğuna inandırmıştı. Bu kent, aynı zamanda sonsuz zalimliğin kenti miydi peki? Herhalde öyle. Su yeşili naylon çamaşır ipini gözünü kırpmadan geçiriyor boyna, iki ucundan çekiyor çekiyor , patlayan gözler bodruma taşınan ceset en iyisi Tuna'ya götürmeli yakında kokabilir Tu­ na' da balıklar yemezse Karadeniz'i bulabilir. İpi de terasa ger, güneş güzel, çamaşırları açıkta kurutmak iyidir, güneş sağlıktır. İşte tam böyle olmuştur. Geçmişin kokusu ortalığı tutmuştur ve okun ucu geleceği göstermektedir. Yunus, güzel bir iştahla yemeğini yemiş, meyve salatasın­ dan ise bir çatal aldıktan sonra: "Bu Peter-Altenberg de beş para etmezmiş!" diyerek tabağı bir yana itmiş, kahvesinin yanında konyağını yudumluyordu. Kahveye kremayı koyuşunda, şekeri karıştırışında tuhaf bir içe çekilmişlik. İnsana, şu an sıcacık, sevgi yüklü bir şey söyleye­ cekmiş umudu veren bir duyarlık. Öyle olmasa bunu sormazdı herhalde. Herhalde sormazdı: 165
{ "page": 165, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
"Ne düşünüyorsun Yunus?" diye. Elini, yüzünü, gözlerini, kulaklarını, yüreğini uzatmış, baş­ tan sona umut dolu, bekliyordu: Sizinle geçirdiğim, bana ayırdığınız bütün bu günler çok güzeldi. Bunun bitmekte olduğunu düşünüyor, ona üzülüyo­ rum. Yumruklarını gözlerinden ansızın çekiyor, ama gözlerini açmadan çimlerde yuvarlanmaya, yuvarlanırken kahkahalar atmaya başlıyor. Dön, dön, dön... Kurtuluş... Ona üzülüyo­ rum ... Sen ne diyecektin? Sen de diyecektin ki: Daha çok güzel günlerimiz olacak. Burada olduğu gibi orada da. Orada olduğu gibi burada da. Çok. Keşke seni Clea'yla da tanıştırsaydım. O zaman belki daha zengin, daha çılgın anılarla giderdin. Keşke ... "Viyana'ya kiminle gelsem daha iyi olurdu acaba?" Uzaklardan bir gökgürüldemesi işitiliyor. Galiba artık ya­ ğacak. Yanıbaşındaki alışveriş torbasını, içindeki füme balığı, pey­ nirleri, şarap şişelerini boşvermiş, çimli yamaçtan aşağı yuvar­ lana yuvarlana bırakıyor kendini. Yeryüzü dönüyor, gökyüzü dönüyor, içindeki her şey dönüyor. Geçmiş henüz çürümemişti . Toprağa karışıp gitmemişti. Kan ve ter buharlaşmamıştı henüz. Göletteki ördekler çok uzakta kalmıştı. Et ve kemik, Tuna'nın sularında sürükleniyor , kokudan değilse de acıdan burnunun direği sızlıyordu. Hala sızlıyor. Teni, bütün iç organları tutuşuyor. Her yanını ısırgan otları dalıyor, delirtiyor. Kireç ocağı. Ocağa düşmüş, yanıyor. Kurtarın beni!.. Kurtarın beni!.. Kont yok, Kontun adamları yok, taş işçileri yok. Bayırın altında, kumluğun orada yer kızgın. Yanıyor. Cleaaaa!.. Yukarda gökgürlemesi sürüyor. Geliyorum dayan!.. Dayan, geliyoruuum !.. Dayanamıyor. Teni, bütün organları içiyle dışıyla her şeyi tutuşuyor. 166
{ "page": 166, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Üstündeki gömleği atıyor, sonra şortu, sandalları: Adam onu öyle yolun altında indirivermiş, taksi parası da yok uçağı kaçırmış dönüp gelmiş ben ona gelme dedim bir daha görün­ me ölürsün dedim zaten gece uyumamışım Antonia'sı saatin bilmem kaçında kapıyı çalmış nerde o diye geldi yatağıma gir­ mek istedi ben seninle kalırım o zaman diye gidecek hiçbir yeri yokmuş zaten dayanam ıyormuş sen Milena' dan bilirsin hangi eczaneydi uyuşturucu bulalım hadi yalvarırım kurtar beni ben zaten o pis bencili değil seni istiyordum birlikte karnavala da gideriz sana bacaklarımın arasını gösteririm istediğin kadar öp­ türürüm onun gibi bencillerden hoşlanmıyorum zaten öyle aman aman bir erkekliği olsa bari bizi çeşni diye kullanıyor o kadar yattı kalktı demek bir hoşça kal demeden paramı geri vermeden kaçar gider öyle mi görür o çağır şunu konuşmak is­ tiyorum bana ne senin Asafından, emanetmiş de evsahibi kibar biriymiş de bana ne pezevenk dünya çağır şunu paramı istiyo­ rum cebimdeki parayı aldı puşt kaptırır mıyım arkadaşına bok alacakmış da parasını metroda kaptırmışmış ben sana yarın ve­ ririm hocamdan alıp diye bana ne şimdi ne yapayım bilmem artık git Milena' dan iste o bulsun madem öyle kurtar beni yanı­ yorum hadi benim nazik sevgilim al beni Lubeck' e gidelim bir­ likte asılırız ağzına sıçtığımın dünyası bizi ne hale getirdi yine cumhuriyetler kuracağız yeni azizler deyip deyip hadi git Peş­ te' de iş var Viyana' da iş var Bosna' da mosnada iş yok deyip paramı çaldın pis moruk mecbursun bakacaksın bana tabi sır­ tında taşıyacaksın başka ne anlamam domatesleri ince ince so­ yarken maydanozları ince ince doğrarken iyiydi yok gülsuyu lavanta kokularıymış da amma kafa tütsülediniz be Allah bela­ nızı versin tarih geveleyip durdun yok kokusuymuş yok kanıy­ mış kemiğiymiş nerde be nerede katiller bi saray konak hizmet­ çisi bile olamadık senin gibiler yüzünden elbette sırtında taşı­ yacaksın anlamam bana bulacaksın yoksa değil şuramı buramı da koklatmam bilmiş ol hayalci dümbeleği sen de bağırırım ka­ rışamazsın gitmiyorum çıkmıyorum sen kim oluyorsun söyle ona çıksın o zaman versin paramı bana ilaç lazım her şey lazım lazımlık lazım ittne pezevenk ne itiyorsun çıkmıyorum işte ki­ bar evsahibinin evini yakayım da gör elli altınızı birden yaka- 167
{ "page": 167, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
cağım ben yanmışım madem herkes yansın herkes yansın alçak sefil geceyarısı beni nasıl atarsın sokağa böyle çırılçıplak kim için soyundum ben senin için değil mi katil cani o gitmedi ben biliyorum öldürdün seni ihbar edeceğim rezalet neymiş o za­ man görürsünüz siz bana Antonia demişler, Azize Antonia! Hah hah hah hah !. ..... . Sandallar , gömlek, şort, en sonra da el kadar bikini don. Kırmızı üstüne mavi mavi çiçekleri var. Kumlukta öyle, anadan doğma durmuş, kulakları dikili, bir an dinliyor. Dinliyor. Derken yerde üç takla atıp kalkıyor. Geniiiş, çok geniş bir soluk alıp veriyor. Bulutlar kapkara, gök yere inecekmiş gibi gürlüyor ve san­ ki yağmur bardaktan boşanırcasına yağmaya başlıyor. Anadan doğma bir adam, caddeye doğru koşuyor, koşu­ yor, koşuyor: "Geliyooor, Salah Peygamber geliyor! Dayanın, geliyor!" Ömründe hiç o kadar rahat bir soluk alıp vermemişti. Ve­ nedik'te tur arkadaşlarını atlatıp, kendini Viyana trenine attığı anda bile. 168
{ "page": 168, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
VI. "rüzg arın nişanlıs ı" Bir de, Roman öldü, diyorlar. Ölmek kolay mı? Roman, ar­ kasında kocaman ayısı, küçücük merkebi, elinde defiyle orta­ lıkta dolanıp durmakta, çalıp oynamaktadır. Üstelik, sevilsin sevilmesin, kendini asfaltta, alanlarda, dağda bayırdakinden daha özgür duymakta, atını alan da çoktan Üsküdar'ı geçmiş bulunmaktad ır. Olsa olsa ne olmuş olabilir? Eskilerin enine boyuna, ağır­ sıklet 'tik' romanları, bir yanda zurna-def, öte yanda çeşit çeşit cinayet girişimciliğinin yolaçtığı yırtıcı çığlıklar, bela ve şeytan kovucu tam tam, zom zom'lar nedeniyle 'stres olup' 'tike yaka­ lanmış', roman-tik bir hal almıştır. Belki içinizde hala, bütün bu makul açıklamaları yeterli bulmayarak: "Ne oluyor böyle Londra-Hyde Park'lar, baroklar ve hortlaklar, Kcı.stamonu-Kütahya'l ar, sultanlarla sazlar, Vene­ dik-Viya na'lar, imparatorlarla uşaklar?" diye soranlarınız var­ dır. "Hadi bunlar yine neyse ne; bir de Alma'lar-Milena'l ar, Yu­ nus'larla Clea'lar, yetmedi Antonia'la r, hele hele ikide bir orta­ ya çıkan su yeşili çamaşır ipi, fare zehiri, Tuna dalgaları, dalga­ larla sürüklenen ceset(ler?), kanlar-kemikler , kokmuş şeyler! "Hani, birini arayan biriyle hocasını arayan biri vardı ya, tarih öğretmeni(niz) bu arada kadından kadına atlayarak alışverişe çıktıydı? O da ne yere bakan, yürek yakanmış ya, kruvaze ceket dedik, bikini donuyla karşılaştık, ya sonra?" diye soranlarınız ... 169
{ "page": 169, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Yere bakan, yürek yakan, demesi kolay, ama ölmek kolay olmadığı gibi, yaşamak da kolay değil. Dünyada kolay olan ne var, derseniz, annemizin bizim için çiğneyip hazır hazır ağzımı­ za verdiği lokmayı yutuvermemizdir. Fakat bu da yalnızca diş­ lerin çıkmadığı bebeklik döneminde olur. Besbelli, bukadarcık bir alıştırma dahi insanlarda yerleşiklik kazanabi lmekte, değiş­ mez alışkanlıklara yolaçabilmektedir. Bütün bunl ar, soruları yanıtlamaya, sorunları çözmeye yançizildiği anlamına gelmesin. Bunu, romanın romantik oldu­ ğu, henüz arada bir sinir-sınır çizgisiyle roman-tik çağına gir­ mediği zamanların yazarları yaparlarmış; biraz da kurnazlık edip, yanıtlardan, açıklamalardan kaçınırlarmış. Nerede artık o tanrılar, şimdikileri kim takar? Roman-tik, yerlerde sürüklen­ mekte, her şeyinin hesabını hem de herkese vermekten sorum­ lu tutulmaktadır. Efendim, ben de anlatanların anlatıcısı, onların yalancısı­ yım. Herkesin tamtam'larla şeytan kovmaya ayırdığı değerli vaktini almamak için de kestirmeden gitmek zorundayım: Malumunuz, tarih öğretmeni(MİZ), Anadolu liselerinin ha­ ritasız sınıflarında yıllaaar yıllarboyu, hep öyle efendi ve çelebi, kruvaze ceketinin düğmeleri ilikli, kurulan devletleri, yayılan dinleri, batan ve çıkan imparatorlukları, alınan-verilen kaleleri, kuleleri, hatta biri ötekine benzemez cumhuriyetleri anlatıp durmuştur. Bu bir çeşit, altında koltuk yokken koltukta oturma biçimidir . Gerçi, öyle dura dura vücut artık koltukta oturuyor­ muş gibi olur, o şekli alır, ama beri yanda da kıç, konacağı yeri çılgınca özlemeye başlar, bunu ister. İşkencelerin en etkilisi neymiş bakalım? Tutsağa tuz yedirip, her yanı bağlı, sadece gözleri açık olarak gürül gürül akan bir çağlayanın karşısında oturtmak mış! Bugüne kadar anlatılanlardan anladığımıza göre, tarih öğ­ retmeni(MİZ) de, aynı şeyleri koltuksuz, yani haritasız anlata anlata hayalinde canlandır dığı, hayalinde canlandırdıkça da daha bir ballandıra ballandıra anlathğı çağları, yerleri, şeyleri çılgınca aramaya, özlemeye başlar. Fakat, hem olanakları sınır­ lıdır, hem de hayat yemeğinin kendince en iyi lokmasını en so- 170
{ "page": 170, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
na saklayıp, şöyle ağır ağır, tadını çıkara çıkara yemek istemek­ te, bunun için dişini sıkmaktadır. Sıka sıka dişleri dökülmeye başlayınca, andiçmiş bulunur: Emekli ikramiyesini alır almaz kendi duvarını yıkacak, Pink Floyd bir yanda haykırırken sını­ rını aşacaktır. Hayallerinde dolanıp durduğu, karnavallarına olduğu kadar savaşlarına da gözlemci sıfatıyla katıldığı tarih sayfalarına artık gerçekte ayak basacak, oraları dünya gözüyle görecek, emekli adımlarıyla kıyı köşe, kilise-müze dolaşaca ktır. Onun zamanında insanlar, and bile içmiş olsalar, öyle akıl­ larına estiği yere, köyden kalkıp şehire hop diye göçemez, otur­ dukları yerde kırk yıl oturur durur, kırk yılda bir de yeni bir dünya yüzü göreyim deseler, sağını solunu, ardından da aklını şaşırırlardı. Şuradan kalkıp buraya, dağdan kalkıp bayıra in­ mek akıncılar , savaşçılar, bir de haydutlar ve serserilerle çalgıcı­ ların işiydi. Hiçbir şey bilip anlamasak da, herhalde artık şukadarını bil­ mekteyiz : Emekli tarih öğretmeni (m), ne savaşçı, ne akıncı. Ser­ serilikle çalgıcılığın ise yanından geçmez. Tarih üstüne bazı de­ nemeler, incelemeler ve ince şiirler yazarıdır. Ancak, Lord Byron gibi orada burada şatolarıyla soylu akrabaları, altında atları ara­ baları, buyruğunda uşakları olmaması biryana, Yahya Kemal gi­ bi de 'öteki' ufuklarda resmen, tayinen bulunmuş değildir. O, tayinen sadece Anadolu' da görev yapmış biri. Kuşkusuz, emek­ li olduğu güne kadar sınırlarının dışına hiç de taşmamıştı dene­ mez. Kısa süreli kurs-burs, mesleki görgü ve bilgi arttırma for­ mülleri altında vuku bulan fırsatlarla bir iki kere kendi duvarın­ da küçük yarıklar, çatlaklar açtığı olmuştur. Ama, sorumluluk duygusunun dozundaki yükseklik nedeniyle bunlar, geniş yü­ rek, rahat solukla yaşanması olanaksız duvar geçişler, sınır atla­ yışlardır. Bir çeşit, kendine göre acemi hırsızlık. Kaçamak. Anahtar deliğine göz uydurmak, daha çok da deliğe yapıştırıl­ mış kağıdı delip 'öteki' tarafa geçebilen süpürge çöpü olmak. Yanlış, ayıp, günah duygularıyla dopdolu, çöpün deliğinden sızmak, bu sızışta 'orası' nekadar seçilebilirse o kadarını seç­ mek. Çünkü, unutmayalım, yalnız Prens Balthasar'ın değil, Fa­ tih'in de, Altıok Cumhuriye ti'nin de kurdurup koruduğu kalın taş duvarlar, önünde sonunda 'bu taraftaki insanların içini de 171
{ "page": 171, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
çoktan kuşatmıştır. Hatta, o derecede ki, örnekse, saygıdeğer ta­ rih öğretmeni(miz), İkinci Dünya Savaşı'nın bitmesinden aşağı yukarı on üç yıl sonra, on beş günlüğüne gönderildiği Fran­ sa'nın Nancy kentindeki bilgi-görgü artırma gezisinde Paris'e yaptığı iki günlük kaçamağın vicdan ağrısını, Romanın ayısı ve defiyle ortalıkta sere serpe dolanıp durduğu günlerde dahi hala taşımaktadır. Arkeolojik kazılardan anlaşıldığına göre, o çağlar­ da vicdanları bukadar yufka insanlar da yaşarmış; tuhaf bitki­ lermiş; bunlara dünkü çocuklar çok şaşarmış. Yine de, emekli olduktan sonra, içi büyük oranda rahatla­ mıştır, diye düşünebiliriz. Ama hala birtakım vicdan sorunları olduğu anlaşılmaktadır. Doğallıkla bunların bir kısmı özel kay­ naklıdır. Ta Konya Lisesi'nden meslekdaşı, tek çocuğu ile er­ kenden dul kalmış, aşk ve tabiat şiirleri delisi edebiyat öğret­ meni Nesrin Hanım, aynı kayıtlard an anlaşıldığına göre, tam o sıralar kızının düğün hazırlıkları içindedir. Mutlu hazırlıklar da olsa, onu bukadar telaş, bukadar heyecan arasında yalnız bıra­ kıp gitmek bencillik değil midir? Kadıncağız ekonomik darlık­ lar da çekmekte; emeklilik ikramiyesinin sınır ötelerinde, el el­ lerinde harcanması bu nedenle de ayrı bir utanç duygusu ya­ ratmakta. Hem, gidilecekse, insanın bunu hayatının tek kadını ile yapması daha uygun ve güzel olmaz mı? Fakat, beri yanda şu da var: Nesrin Hanım'la artık daha seyrek buluşmaktalar. Buluştukları zamanlarda ise, konuşacak şeyleri gitgide daha az. Tam da birbirlerine ayıracak daha geniş zamanlarının olacağı, elele tutuşup parklarda, deniz kıyıların­ da gezinecekleri, şuraya buraya küçük otobüs turları alacakları sırada, Nesrin'in biricik kızının hayatı büsbütün öne çıkmış bu­ lunmaktadır. Evlerin akmayan suyu, bozulan çamaşır makine­ si, gelmeyen onarımcı, damada alınacak altın kol saati de ... Ya­ rın öbürgün torun sökün eder, büyükanne kendini onlara adar; büsbütün uzaklık. .. Eskiden böyle değillermiş. Böyle şeylerden pek az, oku­ dukları kitaplardan, gördükleri filmlerden, ülkenin, dünyanın halinden ise daha çok konuşurlarmış. Arada karşılıklı iltifatlar­ la birbirlerini sevindirdikleri, yanyana çektirdikleri fotoğraflara bakılırsa, güne güzel başlamanın yollarını kahvaltı sofrasına 172
{ "page": 172, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
cam bir çanak içinde yasemin çiçekleri koymakta aradıkları olurmuş. Hatta, şaşılabilir ama, ağızlarından utana çekine bir iki aşk sözü, sevişme lafı da çıkmıştır. Arada, büsbütün utana sıkıla, tarihçinin evinde sevişmişlerdir. Yine aynı kayıtlardan anlaşılıyor, Nesrin Hanım'ın uzak dağlardan, tepelerden usul esintilerle kalkıp gelerek tarih öğretmeni (niz)in burnunu hafif hafif okşayan bir kekik kokusu varmış ki, yazık, bu koku da ar­ tık duyulamamakta, Nesrin Hanım, kızı nişanlandığından beri yılların dost sevgilisinden tende kesin uzak durmaktadır. Bu uzaklığı o, "Hem senin incelemelerin, yazıların var, şiir çalış­ maların falan. Bak ne güzel, dergilerden mergilerden de sık sık aranıyorsun, vaktini almayayım, sana ayak bağı olmayayım," diye de bir inceliğin arkasına gizlemektedir. Nesrin de beni yüreklendiriyor, vicdanımı rahatlatmaya ça­ lışıyor, bu sefer olmazsa bir dahaki sefere birlikte gideriz, di­ yor; o halde artık başımı alıp gitsem mi, şu sınırı geçsem mi, ne engel var, geçmeliyim tabii, ama geçersem de bilmem ki, diye kıvranan saygıdeğer Kamil Kaya için sorunlar elbette sadece böyle özel türden değil. Bunların bir de genel türden olanları var: Ülke şu durumda, borç harç içindeyken, benim kendi key­ fim için el ellerine çıkıp gitmem doğru olur mu, bu sarfiyata ya­ zık değil mi? Üstelik kan gövdeyi götürüyor , şimdi sırası mı? Ülkem ne olacak, nasıl kurtulacak, pahalılık artacak mı, okullar hep paralı olacaksa, herkes çocuğunu nasıl okutacak, vatandaş sağlığı ne zaman güvence altına alınacak, kim nerede nasıl iş bulacak, insanda değer kaybına ne zaman dur denecek? Böyle kaygılar. Sanki alınyazısı. Bir sonsuzluk işareti. Bit­ mez tükenmez sorular, sorunlar, kaygılar, tedirginlikler ... Ezeli ve ebedi bu türden sorularla sorunların üstünü örtüp rafa kaldırmadan bile, emeklilik ikramiyesini, bir yana sadece kefen parasını ayırarak son kuruşuna kadar yeni ufuklara doğ­ ru ayak bastı ücreti diye tüketmekten duyduğu hoşnutluk de­ recesi hayli yüksek sayılır. Elinde avucundaki üç kuruşla yatı­ rım yapacak, fabrikalar kuracak hali yok ya!.. Yine anlat anların anlatıcısı, onların yalancısıyız: Kendileri hiç evlenmemiştir. İstanbullu küçük ailesinin bütün fertlerini ise, tarih öğretmeni olarak ilk Anadolu lisesine tayin edilmeden 173
{ "page": 173, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
az önce kaybetmiş bulunmakta imiş. Titiz, temiz, eli evişlerine yatkın, bu nedenle takma adı 'Hayalci Hanım Hoca' zaten; oğ­ lan çocuğa sevgisi kız çocuğunkine eşitse de, aşırı titizliğinden ötürü kız çocuklarına fazla yakın gelmemeye özenli. Sonuçta, besbelli ki Nesrin Hanım ve ülkeden başka, vicdanının yakası­ na ceketinin ucuna yapışan el yok. Bütün bu ahval ve şerait altında, oynamayı kurduğu ku­ marda kaybedebileceği üstüne tek olasılık, minik serveti, tari­ hin sayfalarında somutlukla dolaşırken bittiğinde hala yaşıyor olması. Çünkü, planını programını, o zamana kadar öleceği üs­ tüne kurmuştur. Ya bir zamanlama hatası varsa? .. Varsa da, bu olasılık oranı yüksek sayılmaz. Yaşıh ya da kendisinden beş on yıl yaşlı yirmi kadar eşinden dostundan artık sadece beşi ha­ yattadır. Bunlardan da ikisi yetmişini aşmış durumda, bu iki­ sinden birinin de dünya ile ilgisi hemen hemen kesilmiş, bir ayağı çukurda bulunmaktadır. Kısacası, 'öte yana' geçme ku­ marında yanlış numaraya oynama olasılığı işte şu yirmide bir buçuk kadar bir şey. Ancak, aynı hesap karşıt olasılığın da işareti sayılmalı. Za­ ten bu işaret kendisini, sık sık içinden geçen bir şarkıyla ele ve­ rip durmaktadır: Dönülmez akşamın ufkundayız/ Vakit çok geç ... Hatıranızla çok yaşayın Yahya Kemal, Münir Nurettin. Sonra, bir de şiir: Akşam, yine akşam, yine akşam ... Ya da: Gün bitti. Ağaçta neş' e söndü. Teşekkürler , Ahmet Haşim. Acele etmeli. Nesrin'di, kızının düğünüydü Nesrin'in, ha, öyle ya, asıl bir de son öğrencilerinden genç dostu Yunus'un, "Ah siz de gi­ dince ben artık büsbütün yalnız kalırım, keşke benim de ola­ naklarım olsa"ları, ülkeye, topluma vicdan sorumlulukları der­ ken, yürek duruverir, gün bitiverir, hayaller solar, göz açık ve arkada gidiverir. Böylece, yola acilen ve ilk adım olarak bir turla çıkar. Vak­ tin daraldığı duygusu o kadar baskındır ki, ne olur, ne olmaz, deyip, en yakınlardan başlar. İtalya' dan. Mayıs ayı sonlarında otobüsle on günlük, çok hızlı, yoğun programlı bir İstanbul-Ve- 174
{ "page": 174, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
nedik-Floransa-Milano-İstanbul turu düzenleyen acentanın ka­ filesine katılır. Fakat, yıldızın parladığı değil ama, tarihin çanını çaldığı anlardan biridir: Venedik' e varışlarının daha ertesi gü­ nü, henüz doğru dürüst Dükalar Sarayı'nı, Rialto'yu bile göre­ memiş, saray zindanlarında katledilenlerin acısına ortak olama­ mışken, Lido'ya giden vaporettolardan birinde bir kitap bulur. Oturduğu yerde, kimbilir hangi turist tarafından unutulmuş bu hayat hikayesi kitabını şöyle bir karıştırayım derken okumaya başlar; fakat asıl o gece, kaldıkları oteldeki odasında elinden bı­ rakamaz; saatler, bir Venedik sabahına daha yaklaşırken o da, kitabın son sayfalarına yaklaşmıştır. Ama ne yaklaşış! Gazeteci, eski Fransız bakanlarından Françoise Giroud'nun hikaye etti­ ği hayat tarafından büyülenmiştir. Çok güçlü bir çekim altına girmiştir. Ömründe ilk defa kendine tanıdığı 'öte yaka'ya geç­ me hakkını kullanmak üzere hazırlık adımlarını atarken dahi bukadar heyecanlanmamış, böyle sabırsız olmamıştı. Yatağın­ da, bir yandan son sayfaları parçalarcasına yutmakta, bir yan­ dan büyücünün çırılçıplak göründüğü sahneleri dönüp dönüp yeniden okumaktadır. Artık durduğu yerde duramama kta ... Tur kafilesind eki insanlar uykularının en tatlı saatlerindey­ ken sokaklara fırlamak, onu, kitaptaki hayatın kahramanını, bü­ tün erkekleri peşinden koşturan bu 'Viyanalı Siren'i, kafasını al­ tüst eden, herhalde bir asır sonra kendi kanını da tutuşturan 'Rüzgarın Nişanlısı'nı işte burada, burada, Venedik evinde, girip çıktığı kahvelerde, yemek yediği lokantalarda, localarına ışıltıyla yerleştiği operalarda görmek, sesini işitmek, kokusunu kokla­ mak ister. Direnilemeyecek bir çağrı. Aşk gibidir. Aşktan da üstün. Dehşetli bir çekim. Geçmişten öç almak. Dünü bugüne, bugünü yarına borçlu çıkarmak. Düşman kırmak. Hesap sormak. Şeyta­ na uymak. Kendini bırakmak. Ölüme meydan okumak. Burada, gecenin bu saatinde kendimden de bir şeycik ekle­ mek isterim: Böyle kentler vardır. İnsanları sonsuz özgürlüğe, ölüme çağırır. Parantezi kapatıyorum . Kitabı vaporettoda unutan Fransız turist, belki bir film reji­ sörü, bir senaryo yazarı belki, sayfalarda bazı satırların üstün­ den yeşil ispirtolu kalemle geçmişti. Örnekse şunların: Venedik'te bir ev satınaldı. 175
{ "page": 175, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Rialto' da ressama rastladı. Eski aşığı ona Florian Kahvesi'nde randevu verdi, ama randevusuna gelmedi. Bu sayfanın kıyısına el yazısıyla bir not düşülmüş: Ressam, Kokoschka' dır. Yatağında hırsla kımıldanıp, "Oskar Kokoschka alçağı!" di­ ye homurdanmış, "aşkın kadını, sevme sanatının ustası, seni kollarına aldığı, senin yaralı ateşin olduğu, hatta sana modellik ettiği, ömrünün en güzel tablosunu Rüzgarın Nişanlısı'nı ilham ettiği günler iyiydi!.. Finolar gibi eteğinin ucundan ayrılmaz, iki gün senden uzaklaşsa ona mektup üzerine mektup döşenir­ din, sefil..." diye öfkeler kusmuştur. Derken gözlerini kapatır, ezim ezim ezilen içine bakar: Onu en iyi kendisi sevebilir. Sabahın olmasını bekleyemeyecekti; otelden hemen çıka­ caktı; o evi arayacak, eşiğinde ıslak kedi gibi oturacak, inleye­ cek, aşkların kadını herkesi dışarı çıkarsın, onu içeri alsın, diye bekleyecek. Gözlerini açmış, üstü yeşil ispirtoluyla çizili satırlara yeni­ den gözatmaya başlamıştır: Avusturya' da durum çok karışıktı. Viyana' da ayaklanmalar baş­ lamıştı. Ama, baroku geç tanıyan, tanıyınca da kendine benzetip ucunu koyvermek istemeyen Viyanalı, hala işin farkında değil­ miş; her yanda vur patlasın, çal oynasın! O kadar ki, romancı Robert Musil, daha sonraları şöyle yazmıştı: Avusturyalı'nın yü­ zü aralıksız gülümseyen, gülen bir yüz halini almıştı, çünkü suratın­ da kas diye bir şey kalmamıştı. Sabah olmadan, gün doğmadan Venedik sokaklarına fırla­ madıysa, Musil'in bu sözünü anımsadığındandı, deniyor. Ka­ yıtlar ayrıca, Musil'in bu çok etkili betimlemesinin ona Tanpı­ nar'ı, yazarı hiç tanımamış bulunanlar için açıkca belirtelim ki, Ahmet Hamdi Tanpınar'ı düşündürdüğünü açıklıyor. Bizim asıl sorunumuz mukavemetsizliğimiz. Ne geçmiş, ne bugün için direniyo­ ruz, diyen yazar. Beri yanda, ikinci, üçüncü kere okunan yeşilli satırlar sür­ mekte: ... Viyana' da ayaklanmalar başlamıştı. 'Viyanalı Siren', Vene­ dik'te bir ev satınalmakla akıllılık ettiğini düşünüyordu. 176
{ "page": 176, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Aşkın kadını. Sanatın kadını. Aşk sanatının kadını. Franz, Viyana' dan kalkıp gelmeseydi, kendisini aldatan aşığını bütün kentte aramaya çıkacak, ondan bu atlatılmanın hesabını sora­ caktı. Üstünden yeşil geçilmiş bu satırların yanında ise şu not: Hesap soruş. Ödetiş. O.K., cezalardan ceza beğensin! Musil' e, Tanpınar' a karşın, kanı daha çok yanıp tutuşan emekli tarih öğretmeni(miz), elyazılı bu notu sökünce tuhaf bir sevince de yakalanır: Evet, evet, Kokoschka cezalardan ceza be­ ğensin artık. Florian'a gitmeyip tapılası bir kadını nasıl bekletir! Viyanalı sirenim, rüzgarla nişanlım, bu adama bol tuz yedirip, gözleri hariç her yanını bağlayarak gürül gürül, buz gibi, kö­ püklerle akan bir çağlayanın yanına bırakıvermeli. Zaten Alma mutlaka öyle yapacaktı; üne kavuşturduğu şımarık Oskar'ın önünde soyunacak, ama ona parmağını bile koklatmayacaktı. Ne çare, yeni aşık, genç şair Franz Werfel çıkıp gelmiştir. Ko­ koschka' nın cezası ertelenir. Viyana'ya döndü. Yine bir not: Hangi yıl? Hangi ay? Hitler' den az önce? Daha geçen kış, genç ozan Franz Werfel, bir opera dönüşü tapılacak kadının evinde verdiği şampanya partisinde onu, o sanatların, sanatçıların koruyucu meleğini vestiyerde gizlice kolları arasına almış, hizmetçilerin, uşakların görüp işitebile­ ceklerine aldırmadan aşkını çılgınca fısıldamış, göğsünü, boy­ nunu, gözlerini, en son da dudaklarını ateşli öpücüklere boğ­ muştu. Ahh, bu kış ise: Franz'la kavga etti. Artık bıkmıştı. Hiçbirini istemiyordu. Bu sefer de tarihçimiz, yeşille gölgeli bu satırın yanına şu notu düşer; onun açısından büyük cesaret işi şu satırı: Sizi hiç üzmeyecek, hiçbir zaman terketmeyecek biri var. Sizden hiçbir şey beklemeksizin ebediyyen sadık kulunuz kalacak biri, diye de eklemek ister, ama cesareti tek satıra yeter. Ruhu, umut ve umutsuzluğun doruğunda çırpınmaktan bitkin, hemen hemen inildemektedir: Kendinizi aşkla, cömertçe 177
{ "page": 177, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
verdiğiniz o erkekler, hepsi sizi yalnız bıraktı. Ününden bumu havalarda ilk kocanız, zaten sizden yalnızca kendisini mutlu et­ menizi istemiş. O güzelim sesinizle şarkı söylemenizi, genç kız­ lığınızda yaptığınız gibi şarkılar bestelemenizi yasaklamış, ben­ cil! Sonra Klimt, ressam Klimt, yine ressam malum Kokoschka, sonra mimar Gropius, sonra şair yazar Franz Werfel ve nihayet din adamı, geleceğin kardinali Johannes ... Hepsini başarının, ünün doruğuna siz çıkardınız, onları aşkın sanatıyla donattınız, yücelttini z. Ah benim rüzgarla nişanlım, bilseniz, hiçbiri size karşı beslediğim çılgın tutkumun tırnağı etmez, bilseniz, sizden hiçbir şey beklemeksizin tapıyorum size, hiçbir şey. Sadece yü­ zünüzü görmek, ayak bastığınız, el sürdüğünüz yerlere elimi yüzümü sürmek, bir defacık da Viyana Operası'nda sizinle bir locada yanyana, yanyana istemezseniz bir adım gerinizden Val­ küri'yi izlemek istiyorum; çok sevdiğim için değil, en uzunu bu olduğu için, sizinle, Rüzgarın Nişanlısı'yla ... Artık bıkmıştı. Hiçbirini istemiyordu. Dönüp dönüp okuduğu bu cümle, hem yüreklendirici, hem umut kırıcıdır. Hem çekici, hem iticidir. Gerçi şu satırlar da farklı bir kışkırtı tonu taşımaktadır ya: Kızı Anna'yla yeniden Venedik'e gitti. Burada sıkılıp Roma'ya geçti. Yakın arkadaşı, Mussolini' nin metresi Margaritha Sarfa ti ile buluştu. Ona Viyana'da işçilerin ayaklandığını, Yah1:1-di düşmanlığı başladığını anlattı. Avrupa' da neler olup bittiğini sordu. Kamil Kaya, dayanamaz, bu satırların kıyısına kapital harf­ lerle: KORKUYORDU, ne yapsın? diye yazar. Oskar dışında, kocalarının, aşıklarının hepsi Yahudi idi, hep Ya­ hudilerle ilişki kurmuş meğer! Sarfati'ye hem Hitler'i, hem Mussoli­ ni'yi desteklediğini, onların her zaman dostu olduğunu söylemişti. Bu yüzden Venedik'e içi biraz rahat döndü, ama Sarfati'nin de Yahudi olduğunu ne kendisi, ne Mussolini biliyordu. Çok geçmedi, Mussolini metres değiştirdi. Kendi sınırını aşmak üzere yola çıkmış emekli tarih öğret­ meni(miz), otel odasında, hep aynı büyünün pençesinde dir, fa­ kat bu sefer artık bu pençeden kurtulmak ister. Hayır, 'Viyanalı Siren'i sevmeyecek, ardından koşmayacaktır. Ancaak, dönem o dönem, kimse bir şeyin farkında değil; Avusturyalılar hala ça- 178
{ "page": 178, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
lıp oynayıp duruyor; ne bilsin, güzellikler ve aşklar prensesi, sanatın kraliçesi, ortaya bir 'ari ırk' fırtınasının çıkacağından nasıl haberli olsun, 'bilmiyordu' ki ... Hayır, bilmeliydi! İçi kavrulur: Bunu nasıl yaparsınız azizem, nasıl bukadar kör davranıp da, Mussolini'yi, Hitleı'i desteklediğinizi söylersi­ niz? Evet, genç aşığınız Franz tehlikede, Franz Werfel tehlikede evet, onu, onun yarahcı hayatını kurtarmak için yaptınız, yine de bu katillerden yanayım, demek, olmaz; kurtulmalıyım, siz­ den uzaklaşmalıyım, diyerek gözyaşları içinde kıvranmaktadır: Peki ama ne yapacaksınız? Güzellikler kadını, hayahnız çok ka­ rışlı, nasıl korunacaksınız? Size tutulduğum için utanıyorum, sizden kurtulmak istiyorum, aynı zamanda canımı canınız uğ­ runa hazır tutuyorum. Ah işte, o sıralar günlüğünüze şöyle yazmışsınız: Franz için Venedik' e gitmek zorundaydım. Franz, yeni eseri üstünde çalışıyordu, ama heyhaat, yolda faşist­ lerin saldırısına uğramış. Geçen gün, şu tahammülf ersa Pfitzner çıkageldi. Masaya koydu­ ğum Tokay şaraplarını içip· içip sarhoş oldu. Ben ve Franz da hayli iç­ miştik. Pfitzner'le Franz arasındaki siyasi konuşma kısa zamanda kavgaya dönüştü. Hitler üstüne anlaşamadılar. Konuğumuz yumru­ ğıınu masaya indirdiği gibi, ''Bitler sana dünyanın kaç bucak oldu­ ğunu gösterecek şair bey!" demesin mi? Onu evden kovdum. Güzel, ama şimdi tehlike daha arttı. Yine günlüğün üz: Franz Werfel'le evlenmeyeceğim. Tuttu, Lenin'in ölümü üzerine onu yüceltici bir şiir yazdı. Hayır, istediği kadar yalvarsın, evlenme­ yeceğim onunla. Yine umut: Keşke son aşk yıllarınızı uzaklardan gelme biri- ne ayırabilseydiniz. Franz'la evlendi. Yine umutsuzluk . Arthur Schnitzleı'in, bir İtalyanla evli olan biricik kızı, Ve­ nedik'te kalbine sıktığı bir kurşunla intihar etmişti. Franz'la ev­ lilik, korkuyu uzaklaştırıcı bir şenlik halinde kutlanmak istenir­ ken ise, yakın dostlarından Hofmannsthal'ın oğlu Hugo, daha yirmi yaşında, beynine kurşun sıkarak intihar etti. Kalın taş duvarlar ruhları bir bir tutuklamakta. 179
{ "page": 179, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Tarihte olduğu gibi, Kamil Kaya'nın titremelerle okuduğu kitapta da herkes intihar etmeye başlamıştır. Ya O'na da bir şey olursa? Ya bu acılara, korkulara dayanamaz da Emma zehirin­ den içerse? Ah, KORKUYORSUNUZ cancağızım, anlamaz mı­ yım? Sizi korumalıyım, bir şey yapmalıyım, evet yapmalıy ım! İçindeki yangın, durulmak biryana, büsbütün alevlenmiş­ tir; ne yapacağını şaşırmışt ır. Allahın bildiğini kuldan niye sak­ lasın ki, Franz'ı bu sefer de Viyana' da dövdüler, diyen sayfada içinden engel olamadığı bir sevinç dalgası geçer. Sonra kahro­ l ur, büsbütün utanır. Avusturya' da sosyal demokratlar ezilmiştir. Dollfuss idam edilir. Öğretmenlik yıllarında bunlar, bu olaylar yakın zamanların olayları sayılırdı, lise tarih müfredat programına alınmazdı. Ama, Birinci, İkinci Viyana, derken, Avusturya-Viyana hayatı­ nın, uzağı-yakınıyla kendisi için bilinmedik yanı mı kalmıştı? Demek, kalmış. Hem de en kışkırtıcı yanı: Mavi Tuna sade- ce kollarınızda ateşli bir kadın varsa mavidir. Ama işte: Prag Operası'nda yuhalandı. "Yahudi kancığı" diye yuhalandı, O, aşk sanatının kadını! Prag' a, ölmüş, çok ünlü ilk kocası onuruna çalınacak Dokuzun­ cu Senfoni' sinin galası için gitmişti. Emekli tarih öğretmeni(m)nin Venedik'teki otel odasında günün ilk aydınlıkları pancurların arasından içeri sızmakta, ta­ rihini izlediği dönemin Viyana' sında ise hayat, hızla kararmak­ ta, her şey göçmektedir. Venedik'teki evi sattı. Bu cümlenin bulunduğu sayfanın kıyısında ise daha uzun­ ca bir not: Viyana' daki bütün malının mülkünün idaresini de üvey babasının idaresine bırakarak Werfel'le Amerika'ya kaçış. Ölünceye kadar orada kalır. Elinden düşürmediği Benediktin şişesiyle çok şişman ve çok yaşlı ölür. 'Viyanalı Siren', 'Rüzgarın Nişanlısı' Alma Mahler'in hayatı­ nın günü böyle batar. Ama burada da, Venedik'te şafak sökmüş­ tür. Emekli tarih öğretmeni(NİZ), gözyaşları, yürek tutuşmaları içinde, utanç ve coşkuyla kendi sınırını asıl şimdi aşmaktadır. 180
{ "page": 180, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Yatağından fırlar. Venedik'te de o kadar ateşli aşklara, kavgalara ve elbette sanata sahne olmuş ev neredeydi acaba, hangisiydi? Florian Kahvesi ne yana düşmekte? Alma, biten bir aşktan sonra, o kahvede ressamla buluşmaya hangi kılıkta gitmiştir , çenesinin altına kadar ilikli taftasını mı giymiştir? Kahvenin hangi masa­ sında oturmuş, beklerken ne içmiştir? Saat kaçtı? Çok mu er­ kendi, çok mu geç? Herhalde orada oluşu bu saatte değildi. Ak­ şamüstüydü. O saate kadar da bekleyemez ki, Florian'ı hemen bulmalı, orada Alma'yı ... Yatağının üstünde duran kitabı yine alıp açmıştır. Kitap, Alma'nın ressamla buluşma saatini söylemiyordu; yanılmamış. Kahvede ne içtiğini de yazmıyordu. Benediktin mi içmişti yine? Yüzünün anlamı nasıldı acaba? Kulakları uğuldamış mıydı, yü­ reği çok mu çarpmıştı? Nekadar çarpsa, şimdi, buradaki kadar olamaz! Gustav Mahler'inki de çiğlik. Gencecik karısına şarkı yazmayı da, söylemeyi de yasaklıyor; Hoş zaten senfonilerin­ den bellidir, bunların çoğu bayağı şeylerdir; Bir ve Dört hariç tabii. Alma onu o kadar aldattıysa, kocanın o güzelim kadını sevmesini bilmemesindendir. Hemen çıkmalı, hemen. Önce, Venedik' teki evini bulmalı, orada, geride kalan güzelliklerin gölgesine sığınmalı; ama kime sormalı? Kitap adres söylemez, fakat semt adı da belirtmemek­ tedir. Eli ayağına dolaşarak sokağa çıkma hazırlıklarına l:ıaşladığı sırada, biz de bir an durup düşünsek: Acaba, tutulduğu Al­ ma'nın kendisi midir, yoksa onun Venedik'i, özellikle de Viya­ na'sı mı? Bilemiyoruz. Bizdeki kayıtlara göre, bunu saygıdeğer Kamil Kaya'nın da bilmediği anlaşılıyor. Sonuçta, ortada görü­ nen ise şu: Sanki kendisi rüzgardır da, uğuldaya uğuldaya Ve­ nedik'in dar sokaklarında dolaşacak, pancurları, kapıları çarpa­ cak, alanlarda esecek, kanal kıyılarını yalayacak; hep böyle uğuldayarak gidip Nişanlı'nın asıl kenti Viyana'ya varacak, ku­ laklara Alma aşkını, tutkusunu fısıldayacaktır. Orada, bu mü­ zik ve kan, neş' e ve ölüm, oburluk ve sanat kentinde. Kumar bir kere başlamış, hızını almış, sürmektedir. Sürüyor. 181
{ "page": 181, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Ta, Viyana' da, eski üniversitenin karşısındaki yenilenmiş bir lokantada ilk öğrencilerinden Asaf a rastladığı son el'lere kadar da sürecektir. Alma'ya nişanlı bir rüzgar gibi giyinip hazırlanırken her zamankinden temiz olmaya özen gösterir. Traş usturasıyla yü­ zünde herhangi bir çizik, yara açmamaya dikkat eder. Duşta uzun kalır; otelin küçük sabunu yerine kendi Hacı Şakir kokulu sabununu kullanır, çünkü bunun olabilecek en saf, en temiz ko­ ku olduğuna her zaman inanmışhr. Günün ilk ışıklarıyla otelden çıkar. Tur arkadaşları, kahvaltıya indiklerinde, "Herhalde Hoca uyuyakaldı," falan derler, onu beklerler belki, ama bekleme­ sinler: Kafileden zaten pek hoşlanmamıştır. Böyle bir turla yo­ la çıkmasını zaten kendisinin bir acemilik hatası kabul etmiş­ tir. Zaten yol arkadaşları, gittikleri, gezdikleri yerlerin, alanla­ rın, yapıların tarihiyle hiç ilgili değiller; herkes alışveriş yap­ mak istemektedir. Üstelik de daha ilk günden abuk subuk şeyler satınalmışlardır. Tur rehberi de zaten bir şeyden anla­ mamakta, en ünlü kilisenin yerini dahi bilememektedir. Bu durumda onlarla yola devam etmesi zaten mümkün görün­ memekte ... Bahanesi çoktu, çünkü kendisine gerekliydi: Alma'nın rüz­ garı olmak, tek başına sadece onu solumak istemektedir. Turizm büroları, kahveler, rehber kitap, broşür satan kitap­ çılar, tabii nasılsa San Marco'nun bir köşesinde karşısına çıkıve­ ren Florian da henüz açılmamışh r. Bir büfeyle sabah gazeteleri­ nin sahldığı kiosklar açıkhr, ama buradakiler de, Alma Mahler Evi, dendiğinde yüzüne bomboş gözlerle bakmışlar, biri ise an­ layamadığı İtalyanca bir şaka yapmıştır. Şaka olduğu belliydi, hoş olmadığı da. Oradan, Alma'nın gözleri önünde küçük dü­ şürülmüş gibi, utançla uzaklaşmıştır. Saat dokuzu biraz geçe, kentin en büyük otellerinden birin­ deki turizm bürosuna başvurur. Büronun adamı, Yeryüzü Şarkı­ sı bestecisi müteveffa sanatçıyı soruyorsa, gelecek hafta La Fe­ nice salonunda kıındisinin de en sevdiği senfonilerinden biri olan Birinci Senfoni'nin Venedik Be�ediye Orkestrası tarafından filanca ünlü yönetmenin değneği ucuyla seslendirileceğini 182
{ "page": 182, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
açıklar. Gerçi konser biletleri ilk günden tükenmi ştir, ama eğer senyor ısrar ediyorlarsa belki acenta kontenjanından bir şey­ ler ... Oradan da hemen çıkar. Yolda bir sabah kahvecisine, bir papaza, üniversite öğrencisine benzeyen bir gence, bir de rahi­ beye ayrı ayrı, "Per favore, Alma Mahler evi dove, mi scusi, ne­ resi, dove Alma ev?" diye sorar. Hiçbirinden belirli bir şey öğ­ renemez. Ancak, çok yaşlı bir gondolcu, Büyük Kanal üstünde, uzakta, sisler arasında bir saray yavrusunu işaret ederek maki­ neli tüfek gibi bir şeyler söyler; bu karşılaşmadan da yüzünde sadece gondolcunun konuşurken filit gibi püskürttüğü bol tük­ rük kalır. Tur rehberi tarafından kafilenin otel lobisinde, sabah saat on' da, hep birlikte hazır bulunmaları istenmiştir. Eli kolu bom­ boş, tutkusunda ise büyük bir artışla kan ter içinde otele dön­ düğünde, herkes lobide kendisini beklemektedir. Yol arkadaşla­ rından göbeklice bir bey, açık büfe kahvaltıda yiyip içtikten sonra yanına da aldığı çöreklerin birinden büyücek bir lokma kopararak, "Ooo hocam, kandili nerelerde söndürdünüz baka­ lım?" diye takılmaya kalkışır. Murano Adası'na, şişe-camcılara gidilecektir. Ama, göbekli beyin hoşlanmadığı tarzdaki şakası­ na tepki duyar, yüreklenir; söz aramızda, kendisi için aradığı en uygun bahane hazırcana önüne düşmüş olur; tur rehberin­ den de, yol arkadaşlarından da yordamıyla özür diler: Gece uyuyamamıştı. Sabah gezintisinde de bir başdönmesi geçirmiş­ ti. Herhalde tansiyon düştü. Odasına çıkıp uzanmalıydı; onlara yazık ki katılama yacaktı; artık akşama buluşurlardı: Sizlere iyi geziler efendim. Bütün gün gondolla Büyük Kanal' da gitti geldi, sabah sisi­ nin içinde gfüdüğü saray yavrusunu göremedi. Emekli ayakları ve adımlarıyla dar sokaklarda, Rialto' da, Piazza' da, Florian' da, 'Şarka Açılan Kapı'larda, Doğu'yla Batı'nın-Kuzey'le Güney'in dört yol ağızlarında, La Fenice Tiyatrosu önünde, dön geri, Vecchie' de, 'Avrupa Salonu'nda uğuldayıp durmuş, içinde olanca zenginliğiyle taşıdığı Alma'nın dışarda, bütün bu dolan­ dığı yerlerde tek ayak izine rastlayamamıştır. Hız artırır; yuka­ rı, kuzeye doğru gidecektir. 183
{ "page": 183, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Kafile, akşam otele ellerinde renkli cam bardaklar, kristal sigara tablaları, ikişer üçer kilo ağırlığında vazolar, sürahilerle döndüğünde ise, -unutmayalım, bunlar, geç gelmiş, uzun sür­ düğü için de yeniden yeniden çarpıklığa uğramış barok bir dö­ nemde oluyor,-tansiyonu düşmüş arkadaşla rının yeni bir ha­ beriyle karşılaşır: Odasında dinlenirken, Viyana' daki çok eski, saygıdeğer bir dostunu telefonla aramıştı. Meğer o da kendisini İstanbul' daki evinde arar dururmuş. Dostu Avusturyalıdır. De­ ğerli bir tarihçidir. Kızını evlendiriyormuş; büyük, güzel bir düğün olacakmış; tarih profesörünün kırdaki yerinde, eski usul bir düğün. Mutlaka kendisi de gelsin istiyormuş. O kadar güç bir şey değilmiş. Birkaç gün için Viyana'ya gider, geri dönebi­ lirmiş. Pek ısrar etmiş. Öyle ki, kendisine bir uçak bileti bile göndermeye kalkışmış da, güç önlemiş; ısrardan utanıp, aman ne yapıyorsunuz, ben trene atlar gelirim, demiş. Artık böyle söz vermiş. Kafilenin Floransa dönüşünde, Milano' da yeniden buluşurlardı, ne olacak. Bu değerli tarihçi, sık sık İstanbul' a gelmiştir; Osmanlı ve Cumhuriyet tarihimiz üstüne pek değerli incelemeler yapmış, Top kapı' da çekilen bir film için de danış­ manlık üstlenmiştir. Ne zaman Türkiye'ye gelse, arar, ama ken­ disi onu hiç arayamamış; bir kere bile iade-i ziyarette buluna­ mamış, hiç değilse düğün vesi.lesiyle ... -Ahhh köle kalbim, kale duvarları içine hapsolmuş köle kalbim, tutuklu tutkum, yalan hayat, yalanlar aaah!- Anlatanların anlattığını anlatanlara göre, o an içinden bun­ lar geçmiş; böyle haykırmak isteyesi!.. Gruptan homurdananlar olmuştur. Alkışlayanlar, onu haklı bulanlar, gıpta edenler, suçlu çıkaranlar, "Aaa, siz de daha baş­ tan hep mızıkçılık ediyorsunuz Hoca!" diye yarı tehditkar ses yükseltenler ... Yalnızca 'özgür' yurtdışı tur günlerinde giyildiği belli küçük kareli ketenden komik şapkasıyla -hatırlayalım, dört K, Kamil Kaya'nın kader kağıdıdır,-bodur, tombul bey aynı şekilde: "Hocam, sakın yine çapkınlığa mı?" diye takılmış­ tır. Bakışlarında hiç de iyi gizlenemeyen kıskançlık benekleri ... Şirket sorumlusu, işte o, transferleri, otelleri ayarlayan ace­ mi rehber, asıl o korkutucudur. Yolu yokuşa sürdükçe sürmüş, bin dereden su getirmiştir: "Haa, bakın, Milano' da buluşama- 184
{ "page": 184, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
yabiliriz. Yolculuk bu. Allah korusun otobüs bir kazaya uğrar, otellerde bir değişme olabilir, içimizden biri hastalanır , gecike­ biliriz, ortada kalırsınız. O zaman biz karışmayız, şirket mesul olmaz, mesuliyet size aittir. Artık ne yaparsanız yaparsınız ... " -Tamam. Peki. Oldu.- Bütün sorumluluğu üstlenir. Senet sepet de mi imzalamak gerekiyor , pekala. Onu da imzalamı ştır. Hani sanki kafilenin başına bir hal gelse, herkes kendi derdiyle başbaşa kalmayacak­ tır da ... O zamanlar böyle dargelirli turizm turları, dargelir dev­ letleri gibiymiş. Alacağına şahin, vereceğine kuzgun. -Sizde na­ sıldır?- İnce ince terlemekte. Emeklilik ikramiyesi ile özgür olaca­ ğım, derin soluk alacağım, geride kalan birkaç yıllık ömrümü kapıların 'öteki' yanında, geniş ufuklarda geçireceğim, hayatı­ mın da ilk kumarını tadacağım, derken kendini turistik bir tu­ run el kadar ordusu tarafından esir alınmak üzere bulmuştur. Kaç. Kaç!.. Öyle ya, kimbilir, belki de yolu böyle yokuşa sürmeler, ka­ file fertlerinin çeşit be çeşit dokundurmaları, tehdit tonları, ace­ mi rehberin korku salan hali de kendisini Viyana'ya atmasında etkili rol oynamıştır. Ne yapalım, hayat böyle: Hani, yol arka­ daşlarıyla üç gün daha birlikte olsa, onlardı, Floransa'ydı, bu­ ranın yeşil-pembe-mavi mermerli, kubbeli katedrali, ak-sarı zambaklarıydı derken, sanki Alma Mahler'in o tuhaf, baharatlı şehvet kokusu burnundan, durmadan çağıran rüzgarlı sesi ku­ laklarından silinip gidecek, bu tutkuyu yaşatmaya sözvermiş Viyana kenti ise, yaşanması başka zamana ertelenen coğrafya­ lar listesindeki yerini alacaktır. Yıkmak isterken, ruhunu daha beter saran Altıok duvarlarından kaçış zamanını bu nedenle ça­ buklaştırmış olabilir. Bir akşam karanlığı babasına isyan edip, bisikletine atladığı gibi, "Canınız cehenneme!.." ulumalarıyla evi terkeden yeniyetme misali, kendisini hemen o gece Vene­ dik-Viyana treninde bulur. Tasarladığı üzre, bir geceyarısı treni. Alma da bu trendedir. Viyana'ya dönmektedir. Kompartımanlarda, yüzü yarı yarıya şapkasının tülüyle ör- tülü, yakası kürk mantolu, korseler, iki kat etek, on altı bağcıklı 185
{ "page": 185, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
botlar içinde, inci kolyeler, mineli broşlar takınmış bir kadını aramaya koyulur. Avrupa' da 'ari ırk' salgını başlamadan önce, Alma'nın Venedik'te sahibi bulunduğu söylenen, ama kendisi­ nin, kovaladıkça uzaklaşan hayal gibi, bir türlü ulaşamadığı sa­ ray yavrusu, Büyük Kanal kıyılarında, daha da kalın bir sis perdesi ardında kalır. Vagondan vagona, bir dizi kompartıman önünde gidip gel­ mekten büsbütün bitkin, oturması gereken yere oturur; gözka­ pakları usulca örtülür. Tren, yolcuları beşik gibi sallamakta, herkes uykuya dalmış bulunmakta. Dev bir su tankeri biçimindeki yirmi tekerli bu­ harlı lokomotifin çuf çufları, arada bir de düdüğün çığlığı sa­ yılmazsa, gecenin derin sessizliği... Trene ara istasyonlardan birinden, bin dokuz yüz on'ların Alman subayı kılığında, sarışın, genç, yakışıklı bir adam biner. Onu yalnız emekli tarih öğretmeni seçer: Prusyalı burjuva bir ailenin oğlu, mimarlığının ilk yıllarında bile dikkatleri üstüne çekebilmiş Walter Gropius'tur. Tutkusunun ateşiyle ilerde Bau­ haus'u da kuracaktır, ama sessiz, karanlık gecede trene gizlice binişinin tek nedeni Alma' dır. Hemen onun kompartımanına girer; çarçabuk kapıyı örter. Emekli tarihçimizin yüreği bir yan­ dan acıyla kavrulurken, bir yandan da, ne oldu, Viyana yerine Münih trenine mi bindim, demeye kalmaz; kompartımanın ko­ ridora bakan camlarının storları aşağı iner. Fakat, lacivert stor­ lar, içerde hızla çıkarılıp atılan bir subay şapkasının, ceketinin, sonra bir korsenin çarpışıyla titrer. Hatta, çılgın bir sevişmenin yolaçtığı derin solumalarla ... Derken, stor sırıyla kaplı camın aynasında, sülün gibi bir genç kız belirir. Görüntü gitgide netleşmiştir. Bu, Alma' dır. Pencerelerinden yeşillikler görünen geniş, aydınlık bir odada, piyanonun başında, ayakta şarkı söylemektedir. Üstünde bem­ beyaz, yakası, omuzbaşları, etekuçları incecik Venedik dante­ liyle süslü ham ipekten yapılma giysi, şakaklarına lülelerle dö­ külen saçlarında çiçekler vardır. Bir elini, piyanoda kendisine eşlik eden, orta yaşlarda, favorili, boynu fiyongalı bir adamın omuzuna koymuştur. Bu, genç kızın koruyucusu, hocası, hatta aşığı, üvey babasının da en yakın dostu Max Burghardt'ın ta 186
{ "page": 186, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
kendisidir. Genç Alma'nın onun omuzunda gezinen parmakla­ rı, sanat sosyetesinde ağırlığı bulunan ressam Burghardt'ın yü­ rek atışlarını ölçmekte olduğu duygusu vermektedir. Piyanodaki yüzünü şöyle bir çevirir. Aa, meğer Alma'nın şarkısına tuşlarla eşlik eden ortayaşlı bu ressam değil, genç ve henüz hiç tanınmamış ressam Klimt imiş! Alma ise bu sefer pembeler giyinmiş, piyanonun öteki ucuna geçmiştir. Klimt'in tuşlardaki parmakları solgun, redingot yenlerinin de havı dö­ külmüş. Ama genç kıza bakan gözlerinde kıvılcımlar patlamak­ ta, ortalığa resmen yaldızlar gibi saçılmakta. Kıvılctmlar, Al­ ma'nın şarkısının tonu yükseldikçe artar; bir örs çekicinden çevresine sıçrayan, demirciyi de, örsü de görünmez eden ateş yağmuru kesilir. Kıvılcım yağmuru, giderek sağanak halini alır. Sonuçta, nasılsa her şey yokolmuş, arkası starla kaplı ca­ mın aynasında, artık o camın aynası olmayan bir Klimt tablosu belirmiştir. Boydanboya çok süslü, kirpiklerine dek incecik yal­ dızlarla kaplı bir kadın resmi. Aslında meğer bu da Alma'ymış. Yaldızlarla giyinik bedeninde göğüsler, bütün bir çıplaklıktan daha büyüleyici görünür. Tablonun ışıltılı Alma' sı, öptürmek için elini şöyle usulca bir kaldırmasıyla çevresinde birçok erkek beliriverir. Şarkı sus­ muştur. Ortalığı, bir trenin perdeleri örtük kompartımanından gelir gibi fısıltılar, derin solumalar kaplamıştır. Tablodaki kadın mı dalgalanmı ştır, tren mi sallamak tadır, bir an birbirine karışır. Dalgalanışlar sürdükçe, yaldızlı Alma, bir deniz kızı görünümü alır. Burghardt' ından Franz Werfel'ine, Mussolini'sinden Kardi­ nal Johannes'ine , hatta Gustav Mahler'inden Elias Canetti'sine kadar -onun suratı biraz asıktır,-Kokoschka, Klimt, hatta baba­ oğul Strauss'lar dahil, herbiri kendilerine özgü kılıkları içindeki erkekler kalabalığı, Deniz Kızı'nı , 'Viyanalı Siren'i kollarında bir Olympos tanrıçası gibi taşıyarak ipek şal örtülü bir divana taşır, oraya uzatır. Hepsi, Alma'nın tılsımlı parmaklarını kendilerine dokundurmasını istemekte, bunun için gizlice itişip kakışan izci oğlanlara benzemektedir ler. Fısıltılar, solumalar gittikçe artmak­ ta, Alma da, parmaklarını değil ama, ince bir gümüş çubuğun ucundaki parlak yıldızı hafif hafif erkeklerin başına dokundur­ maktadır. O böyle dokundukça, bedenini örten yaldızlar bir bir 187
{ "page": 187, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
dökülür, sonuçta çırılçıplak ve yalnız kalır. Hala aynı ipek şal kaplı divanda, salt kızılımsı sarı çözük saçlarının tepesinde kele­ beklerden bir taçla uzanmaktadır. Anadan doğma ve gebe. Alma Mahler, öylece, gözlerini emekli tarih öğretme­ ni(MİZ)e dikmiş, bakışlarıyla onu çağırmaktadır. Umut, fısılda­ yışlarla sessiz, karanlık geceyi doldurmakta ... Bir sarsıntıyla gözlerini açar. Tren durmuştur. İlkin nerede olduğunu anlayamaz. Sonra, aydınlanır: Çağrıya uymuş, bek­ lendiği düğüne, şey, bekleyene koşmaktadır. Küçük bavulu, Venedik turu için yaptırdığı ince kumlu kumaştan kruvaze ceketi, küçük mavi, kırmızı çiçekli, kendi­ ne göre de 'hayli koket' kravatıyla Güney Garı'nda Viyana'ya ayak basan emekli, efendi ve çelebi, şair ve şimdi esrik tarih öğretmeni Kamil Kaya Bey, nekadar alçakgönüllü, barışçıl ol­ maya çabalarsa çabalasın, kendini Üçüncü Viyana Kuşatma­ sı'nın eşiğinde bulur. 'Öte yan' da rüzgarın nişanlısı, Viyanalı siren, çırılçıplak, dokuz ay dokuz günlük gebe haliyle uzandı­ ğı divanda, sanki dünyaya umudu getirecekmiş de, onu bek­ lemektedir. Bu durumda sorumluluk duyguları depreşir; dizleri neka­ dar ağrırsa ağrısın, yanılıp Baden Kaplıcaları'na gitmemeye and içer. Şeytanın omuzlarına koyduğu pelerinle havalanır, uğultu­ larla esmeye başlar; gökyüzünden surların içine, kent merkezi­ ne doğru yolalır. Fetih stratejisine göre, Opera binasının çatısın­ da iki kanada ayrılacak, bir kanat Freyung, Am Hof, soldan Aziz Stefan Katedrali; öteki kanat, Kartner, sağdan Aziz Stefan Katedrali; birleşip Rotenturm, Hoher Markt, Et ve Balık Pazarı derken, On Bir, On İkinci Yüzyıllardan kalma Ruprecht Kilise­ si'nin ahşap duvarlarında, küflü çatılarında, bacalarında uğul­ dadıktan sonra, en eski kent Vindobona'yı böylece kuşatıp Tu­ na Dalgaları'na ulaşılacaktır. Kendi uğultusunda boğulmak üzeredir. Dokunduğunu pı­ rıltılarla bezeyen aşkın ecesine, elinde Benediktin şişesi, çok şiş­ man ve çok yaşlı New York'ta ölmeden önce, doğum halinde yetişebilecek, Şark'ın sabır ve vefasıyla o da Alma'yı büyüleye­ bilecek midir? 188
{ "page": 188, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Çiçek tozlarıyla dolu havada Mayıs rüzgarları gibi eserken, ansızın aklına sünnetli olduğu gelir. Bunu düşünür düşünmez, esintinin şiddeti biraz düşer, ama dinmez. Esriklik esrikliktir. Sünnetli sünnetsiz, farketmemektedir. İçkinin fazlasıyla hayalin ötesinin ise aynı kapıya çıktığı söylen­ mektedir. Fakat bu, bir kural değildir. 189
{ "page": 189, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
VII. öte/yan Yazar da, nesli tükenmeye yüztutmuş bir okurun ince ilgi­ sinden esrikleşmişti, deniyor. Bu okur, umudunu yitirdiği, artık hiç beklemediği bir an­ da belirmiş; gecelerboyu sayfalar, kargacık burgacık yazılar arasında uğuldarken çatılara, bacalara, kalın duvarlara çarp­ maktan aldığı yaralarını berelerini sarmış, örselenmiş ruhunu kekik yağı, ardıç katranıyla ovmuş, ondan özenini esirgeme­ mişti. Üstelik kendisine yüreğini açmış, kaybını, bu kayıptan duyduğu derin kederini, tedirginliklerini dile getirmiş, yok olanın ardından avunabilmek için ona başvurmuştu; herkesin kaldırımlara atmaya kalkıştığı bir sırada onu adam yerine koymuştu. Geceyarısından sonra, Doktor Asafın evinden hafif salla­ narak çıkmış. Hani sanki, alacağını almış, yükünü tutmuş bir doygunlukla karanlıklara dalmış. Rüzgar kulaklarına artık gi­ zemler değil, giziller fısıldıyormuş; dudaklarına ise ıslıklar do­ lanmış. Yaprak hışırtıları ortasında üzüm bağlarının yamaçla­ rından aşağı inerken, ıslıkla çaldığı havanın: His var mı bu alemde nekahet gibi tatlı? dizeleri üstüne kendisinin öylece, adımlarının ahengine uyarak çıkarttığı bir beste olduğu sanılıyor. Hatta: İşte, Bach oldum, It­ ri oldum! İşte Schubert oldum, Haydn, Dede Efendi, Kul Mus­ tafa oldum! İşte, ha Vivaldiiii, ha been, diyesi... 190
{ "page": 190, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Bu, hemen hemen ipin ucunu kaçırasıya neşeli halin salt, okur ilgisi yanında özel kavın beyaz şarabı üstüne kahve-konyak kremasından ileri gelmediğini belirtmek belki iyi olur. Düşünü­ lürse, soluğunun tıkandığını, Alma Mahler iksirine karşın cançe­ kiştiğini sanırken son zarını atmış, karşısına terbiyeli, ilgili, hem de ruh doktoru bir okur çıkmıştır. Kazısında inmek istediği ye­ dinci kata inebilmek için bundan iyi kazma kürek bulamazdı. Sözde, ipleri eline asıl bundan sonra geçirmiş; asil okuruy­ la iki gün sonra buluşacakları yeri ve saati, buluşma şekline ka­ dar kendisi böylece tayin etmiş. Bundan sonra da, olması gere­ ken ne varsa, aynen öyle olacağını azbuçuk biliyormuş. Onun, bir zamanlar her türlü çarpışmadan uzakta, sessiz bir kıyıda, dünü de, yarını da, yani kayıtlı, yazıyı da biryana koyarak, kısacık bir süre, hayatında dingin bir ŞİMDİ parantezi açarak bunu yaşama özlemini anımsayanlar varsa, bilecektir. Ne olmuştu? Anlaşıldığı kadarıyla kayıtlar, coğrafyalar , hayal­ ler, tasarılar yine de peşini bırakmamış, o kaçtıkça bunlar pe­ şinden kovalamış, sonuçta olması gereken olmuştu: Yazsonu. Düşbozumları ... Deveşukunun Dramı. Bu defa, hayalse de, değilse de, olması gerekliyse de, ge­ reksizse de her şeyin üstüne üstüne gidecekti. Gördüğünü GÖ­ RECEK'ti. Kayıtsa kayıttı, tarihse tarihti, köfteyse köfte, tutkuy­ sa tutkuydu; yazılacak olan böyle yazılacaksa, böyle yazılacak­ tı, hatta bu özellikle istenecek ti. Lanet olsun! Her satır, her göz tarafından o an bağırsakların çalışmasına uygun elli ayrı kılığa sokulacak olduktan sonra, rahatça soluklan ve bas gaza! Güzel ama, bu sefer de Kamil Kaya Bey, geride bir iki cilt­ lik şiir, bir iki ciltlik de tarih, deneme, incelemeleri bırakarak uzayda gözden uzaklaşıp gitmiştir. Yazarsa, bitkindir. Burdan öteye artık, birden belirip yazarın yaralarını saran, ama kendi yaralarının da sarılmasını, merakının giderilmesini bekleyen terbiyeli, cömert okurla, ruh doktoru Asaf Beyle ilgi­ lenebiliriz. Daha doğrusu yazar, ortalıkta tek tük rastlanan böy­ le vefalı, doktor bir okura borcunu ödemeye karar vermiştir. Doktor Asaf, geceyarısı yazarı evinden uğurladıktan sonra geçirdiği iki gün içinde de, izini kaybettiği eski tarih öğretme- 191
{ "page": 191, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
ninden herhangi bir haber alamamı ştır. Kentteki ortak tanışları Nur ile Faruk'un da yaz tatillerinden henüz dönmedikleri anla­ şılıyormuş. Telefonları günün hiçbir saatinde yanıt vermemek­ te. Zaten bunda ısrar gereksizdir. Geride, arasıra ilgilenmeleri kendilerinden istenmiş yaşlı ve yalnız birini bıraktıklarına göre, dönmüş bulunsal ar, bir şey bilseler, ilk işleri Asaf abilerini ha­ berli kılmak olmaz mı? Bu arada karısı Münih'ten doktoru iki kere telefonla ara­ mış, ne zaman dönebileceğini sormuş, O da, hocasını hala bula­ madığını, huzursuzluğunun gitgide arttığını söylemiş; yazar­ dan hiç sözetmeksizin, bir iki gün sonra çaresiz artık polise ha­ ber vereceğini bildirmiş. Aynı zaman içinde hastanesinden de birkaç defa aranmış. Kendisi de orayı dört kere arayarak uzak­ tan uzağa asistanlarının yükünü hafifletmeye, hasta randevula­ rını yeniden ayarlatmaya çalışmış. Artık yazarla buluşacağı saati iple çekmeye başlamıştır. Bü­ tün umudu ona bağlanmışt ır. Eski öğretmeninin evde bıraktığı küçücük defteri yeniden yeniden karıştırmış, şifre gibi notları birkaç kere okumuş, onun kayboluşunu aydınlatacak tek ipucu bulamam ıştır. İp, deyince, banyodaki su yeşili naylon çamaşır ipini dur­ duğu yerde, olduğu gibi bırakmış. Yazarla buluşmak üzere ha­ zırlanmadan önce. duşa girdiğinde, aynı şeyi düşünmüş: De­ mek öğretmenimin dönüp geleceğinden umudumu kesmedim. Geri geldiğinde, kendi satınaldığı ipi bıraktığı yerde bulmalı ki, incinmesin; artık burada istenmediği duygusuna kapılmasın. Yok canım, bundan değil, polis soruşturması için de her şeyi ol­ duğu gibi bırakmak gerek. Bodrumdaki bir kutu fare zehirini bile. Ne olmuştu acaba? Aşağıda, bahçe araç gereçlerinin, fazla öteberinin durduğu yerlerde fare mi görmüştü? Fakat zehir ku­ tusu hiç açılmamış. Belki hoca bir tıkırtıdan kuşkulandı; tedbir­ lidir; marketten bunu aldı, sonra baktı bir şey yok, kullanmadı. Giyinmiş, tam gidip arabasını garajdan çıkaracak, kapının altında bir pusula bulur. Açar, okur: Ümit delisi bunaklar! Hepiniz öleceksiniz. Notun altında kocaman bir A harfi vardır. Ruhunu daha derin bir sıkıntı kaplamışt ır. Dünyanın her 192
{ "page": 192, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
yerinde Ölüm' den, Şiddet' ten başka bir şey terennüm etmeyen çeşit çeşit tarikatlar türemişti; bu da onlardan birinin üyesi ol­ malıydı. Demek veba mikrobu dalga dalga yayılarak ormanın eteklerindeki huzur dolu bu evin, o güzel sığınağın eşiğine ka­ dar dayanmış ! Kendi halinde, akıllı uslu, efendi bir yaşlı ada­ mın tehlike mikrobunun taşıyıcısı olacağı aklının ucundan geç­ mezdi. İçi daha beter daralır. Karısını, kızını bir uçağa falan attığı gibi, uzak, geniş ufuklara doğru gitme özlemi duyar. Beri yan­ dan, yaşlı öğretmeninin bir kazaya kurban gitmesinden çok, bir cinayete kurban gittiğinden kuşkulanmaya başlamışt ır. Arabasını yazarla buluşacakları kahveye doğru sürerken ise, yazarın yüzü gözlerinin önünde ilk defa şeytansı bir anlam­ la belirmiş. İki gece önce, hafif çakır keyif yanından ayrılırken, sokak kapısı lambasının ışığı altında, bakışlarında beliren tuhaf pırıltıyı yeni GÖRMÜŞ. Bir şeyler biliyor da, gizliyormuş gibi bir pırıltı. Bilincine neden sonra çıkan bu pırıltılar, bütünüyle sönük umut ateşini alevlendirir gibi olmuş. Kendi kendine, bakmışın şimdi kahvede hocamla oturmuşl ar, beni bekliyorl ar, dediği bi­ le olmuş. Fakat, Cafe Central' e girdiğinde, değil ikisi, yazar bile orta­ larda yokmuş. Üstüne çöken bungunluktan, bezginlikten sıyrıl­ mak için hemen saatine bakmış. Meğer kendisi, sözleştikleri sa­ atten yedi dakika daha erken gelmişmiş. Beş on dakika kadar da yazar gecikebilir. On beş dakikalık bekleyişler doğaldır. Evinde kalması, rahat etmesi, mutlu olması için o kadar ısrar ettiği emekli tarih öğretmeni, yıllardır içinde bir süre yaşama, tarihini bilmediği yerleri bir ucundan görme hayalleri kurduğu Viyana' da bir cinayete kurban gitmiş olmasın da, ne olursa ol­ sun! Baksana, herkes kendi karnavalımı yaşayayım derken, ve­ ba çukuru cesetlerle dolmaya başlamış meğer!.. Hayatın kumarı. Eski Üniversite'nin oradaki eskiden yeni­ leme lokantada eski tarih öğretmeniyle karşılaşmasaydı, şimdi huzur içinde karısının, kızının yanında, işinin başında olacaktı; kapısının altında, Ölüm, diyen pusulalar bulmayacaktı. İyi ama, yıllardır hiç çocukluğu, ilkgençliği yokmuş gibi, hep ya- 193
{ "page": 193, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
bancılar arasında, sadece hayatının yetişkin diğer yarısıyla ya­ şamıştır. Belki, üstü insan, altı hayvan kentor'lardan değildi, ancak, hayvansa da, insansa da, yarımdı, yarım! Ya altı, ya üs­ tü, bir yanı eksikti. Eski hocasını yeniden görmek, hele onunla dağ bayır dolaştıklarını, bazan uyku tulumları içinde uyuduk­ larını anımsamak, kendisine tamamlandığı duygusunu verme­ miş miydi? Bu bütünlenme duygusuyla esrikleşmedi mi? Belki sabrı, sabır taşında o kadar da bilememek gerek. Kafasında böyle çeşit çeşit düşüncelerle tarihi kahvenin her köşesine şöyle çabucak gözatmış. Yerleri gümüş rengi, çilli mer­ merle kaplı çokgen salon, her zamanki gibi küçük yuvarlak masalar, onların çevresindeki hafif Thonet iskemlelerle benekli. Yemek yenmeyen, sadece kahve içilen, aperatif alınıp gazete, dergi kariştırılan örtüsüz, sarı kumlu mermer masalar sayıl­ mazsa, o saatte içerde hareketli bir siyah beyaz egemenliği var­ dır. Tam karşıda iki iri mermer sütun yükselmesine karşın, gar­ sonların, hizmet veren kızların siyah pantalonları, siyah etekle­ ri, bellerine sarılı geniş ak önlükleri gözalmak tadır. Oysa, çok­ gen salonun tam ortasında, kocaman gür yeşil bir saksı bitkisi de var. Sonra, daha içeri adım atıldığı anda burna çarpan, kre­ malı kahveyle taze ştrudelin vanilya kokusunu bile örten, yan­ mış şeker kokusu ... Hepsi yerli yerinde, ama yazar gerçekten gelmemiş. Kapıdan hemen görünebileceği bir masaya yerleşmeden önce, gazete, dergilerin durduğu masaya yönelmiştir. Bu arada gözü, kapının yanındaki masada oturan manken müşteriye çarpmış. Aynı anda, hocasıyla telefonla Viyana-Münih arası ko­ nuşurlarken onun bir defasında, "Cafe Central' e ilk girişimde oraya Merkez Kıraathanesi adını takmıştım ya, epeydir oraya gitmedim. Bu aralar daha küçük, daha gözden ırak bir kahveye dadandım," dediğini anımsamış. Hatta, "Genç dostum Yunus gelince, onu tabii Merkez Kıraathanesi'ne de götüreceğim," de­ diğini. Yunus'a, kapı yanında oturan manken müşterinin eski sosyalist yazar Peter Altenberg olduğunu hemen açıklayacak­ mış ki, çocukcağız kendisi gibi tam on dakika onu işçilikten ay­ yaş bir müşteri sanmasın. Buranın tarihi öneminin Lenin'le 194
{ "page": 194, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Troçki'nin buluşup satranç oynamalarından daha büyük oldu­ ğunu aklının bir köşesine yazsın. Bu konuşma sırasında hoş hoş gülüştüklerini de anımsa­ mış. Ruhuna belli belirsiz bir hafiflik gelir. Gazete sehpasından sopanın ucuna takılı bir gazete, bir de dergi çekerek seçtiği ma­ saya yerleşir. Garsona bir bardak soğuk Lancers söyler. Sadece soğuk içilebilen kırmızı bir Portekiz şarabı. Bu kentin artık yer­ lisi sayılır; bu kahveye de oldukça sık gelmiştir, ama burada böyle bir şarap verildiğini geçen gece yazardan öğrenmiş. Onu beklerken hemen tatmak istemiş. Yazar, bu şarabın yalnızca bu kahvede içilebileceğinin altını öyle özenle çizmiştir ki, garso­ nun yanıtı, ona daha da şaşkınlık verici gelmiş. Burada bu tür bir şarap bulunmuyormuş. Adını bile duymamışlar. İlkadımda boygösteren iki aksaklık ne olsa miğde bulandı­ rıcıdır: Yazdıkları iyi olabilir, ama bu yazar belki de yalancının biri! Herneyse, geldiğinde şu Lancers konusunda onu garsonla başbaşa bırakmaya karar verir; sodası bol bir Campari ısmarlar; gazetesini açar. Demeye kalmadan, omuzbaşında bir gölge beli­ rir. Yazarın tuvaletler tarafından, iki mermer kolon arasından geldiğini, "Merhaba" deyip yanına oturacağını sanır; başını şöyle bir kaldırırken gölgenin: "Her Doktor," dediğini işitir. "Doktor Asaf?" Bakar, başgarson. Elinde küçük bir tepsi, tepsinin üstünde küçük bir kapalı zarf, kolunun altında da kalınca bir sarı zarf var. "Evet?" Bunun üzerine başgarson hafifçe eğilerek önce tepsideki küçük zarfı alıp ona uzatmıştır: "Size vermem istendi efendim. Bir de şu." Kolunun altındaki şişkin sarı zarfı da masaya bırakmış. Ar­ dından eklemiş: "Yazar bir dostunuzdanmış. Öyle söylememi istediler." Besbelli, yazardan kaybolan hocasının izini bulmasını, so­ rununu çözmesini, hatta derdine ortak olmasını beklemesi bir hata. 195
{ "page": 195, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
"Ne zaman bıraktı bunları size?" "Tam bilemeyeceğim doktor. Siz gelmeden üç beş dakika önce olabilir. Ceketli, kravatlı, bu bunaltıcı havada, düşünün. Gerçekten yazar mıdır efendim, ne yazıyorlar?" Başgarson bunu sahici bir ilgiyle sorduğu için, Doktor Asaf ın da aklından ister istemez, sahici bir Viyanalı, bir sanat­ çıyı, yazarı her zaman önemser; bu onun genlerinde var, diye geçmiştir. Sahici Viyanalı ne olursa olsun, onun da nesli tükenmekte­ dir. Önünde duran zarf da daha çekicidir. Başgarsona, doktor­ luk tavrını takınıp: "Yazar, evet," der. Adamın çekilip gitmesini sağlar, ama da- ha ilk adımda ardından seslenerek durdurur: "Bir dakika! Ceketli mi demiştiniz?" "Evet efendim. Kruvaze." "Ne renk? Yani nasıl bir kumaş?" "Ne renk? .. Sanının, gümüş rengi. Evet öyle, açık gri, çok in­ ce kumlu. Şöyle, yazlık tvidden ... Ah işte, Carnpari'niz de geldi!." Garsonların ikisi de uzaklaşmış, o, önünde bol sodalı bir bardak Carnpari, iki kapalı zarf, kafasında da çeşitli sorularla başbaşa kalmıştır. Başgarsonun tarif ettiği ceket tıpatıp izini yitirdiği, yazar gelmeyeceğine göre, büsbütün yitirdiği eski tarih öğretmeninin ceketiydi. Ama o, kravatı, gömleğiyle birlikte bu ceketi de evde bırakmıştı; ayrıldığında üstünde bunlar olmadığı apaçıktı. Ya­ zar, 'Edebiyat Notları' dosyasıyla birlikte yaşlı adamın ceketini, pantolunu, gömleğini de ödünç almamıştı ya? Zihnini zorlamış, hocasının yattığı odada, bir iskemlenin ardında asılı durduğunu sandığı incecik kumlu kumaştan ceke­ tin gerçekten orada olup olmadığını anımsamaya çalışmış; anımsa yamamış. Merak, kuşku, yıkılan umutlarının yerini alan yeni, silik umutlar içindedir. Aynı anda, kapısının altında bulduğu pusu­ ladaki: Ümit delisi bunaklar, hepiniz öleceksiniz! yazısını, altın­ daki kocaman A harfiyle birlikte içi ürpererek anımsar. Ne olsa uzmanlığı, yüzünü gördüğü, eliyle dokunduğu insanlar için geçerlidir. 196
{ "page": 196, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Artık ne varsa, şu kapalı zarfların içinde var. Dili damağına yapışmaktadır. İçkisinden bir yudum alır ve önce küçük zarfı açar; içinden elyazısıyla yazılmış şu mektup çıkar: "Değerbilir okurum, "Sizinle yeniden buluşmaya söz vermiştim. Bunun böyle gerçekleşmesinde n başka çare yok. "Ekteki zarfta bir dosya sunuyorum. İzini yitirdiğiniz emekli tarih öğretmeniniz Kamil Kaya Bey'in ne olmuş olabile­ ceği üstüne burada bazı ipuçları bulabileceğinizi umuyorum. "Bence, şimdi oturduğunuz yerden hiç kımıldamayın. Bu gece bana ayıracağınız saatlerin hepsini bu dosyayı okumaya ayırın. "Sözkonusu hayatla ilgili olarak elimde ne kadar belge, bulgu, bilgi varsa, zaman zaman kendi tuttuğum notlar, çekti­ ğim fotoğraflar dahil, hepsini bir düzene sokmaya çalıştım. Sizinle ansızın karşılaşmam kadar, evinizden ödünç aldığım 'Edebiyat Notları' dosyası da, elimdeki her şeyi böyle bir dü­ zene sokmamda yardımcı oldu. Anladığım kadarıyla Kamil Bey, kendini gizlemek için, bu dosyaya 'Edebiyat Notları' adı­ nı vermiş; başkalarını açığa vurmamak için de birçok kimse­ nin ya sadece adlarının baş harflerini yazmış, ya 'O genç adam,' 'Bu ressam', 'Sevgili palamut', 'Eski öğrenci' 'İnce yaprak', 'Şair', 'Parası çalınan X Bey', 'Kimyager bayan' vb. gibi özne belirleyici tanımlar kullanmış. Benim V. Bölüm' de Geçmişin Kokusu ve Kulaklarda Fısıltılar başlıkları altında der­ leyip toparlamaya çalıştığım epey genişletilmiş, yeniden kur­ gulanmış bu notlar, iade ettiğim dosyada göreceğiniz gibi, as­ lında eski öğretmeninizin üçüncü tekil kişi olarak göstermeyi yeğlediğ i, kendi iç dünyasıyla ilgili, orada birikerek tortulaş­ mış şeylerin küçük küçük dışavurumlarından ibaretti. Ben, yine iyi kötü bir bütünlük uğruna, kaygı, tutku, geri çekiliş, ileri atılış, kendini bırakış, coşku, bozgun, kırgınlık, sabır, sa­ bırsızlık, özlem, umut ve derin umutsuzluk benzeri bu duygu patlayışları, düşünce kırıntıları arasında bir kan dolaşımı sağ­ lamaya çalıştım. 197
{ "page": 197, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
"Bütün dosyanın düzenlenmesinde de, bu notların böyle kurgulanmasında da kendi kaygı ve tutkularımın, geri çekiliş, ileri atılışlarımın, özetle gözlerim kapalıyken gördüklerimin desteğini buldum. "Buralarda ben, tarihte ikinci defa yaşandığını sezdiğim geç, dolayısiyle hayli çarpık bir baroka ait ipuçları arıyordum. Bütün bir yaz bu kentte böyle bir çekim alanı içinde yaşadım. Tuhaf olan şu: Barok'un aslını ararken, Romantik'e rastladım. Bana, kim olduğunu yine de, tarihinin büyük bölümü, uzun sürdüğü için birkaç kat daha şekilsizleşmiş geç barokla örülü coğrafyalarda anlayabildiğini söyledi. "İşte, her şey ruhumuzu saran duvarları yıkmak için. "Elimde avucumdakileri düzene koyarak bu dosyayı size . böylece sunmamda bana rehberlik eden bu düşüncem olmuş­ tur. "Başta da söylediğim gibi, bu sayfaları okuyup bitirince, eski tarih öğretmeni (MİZ)nin nerede olduğunu anlayacağınızı umuyorum. Ancak, mesleki uzmanlığınıza karşın, onu hemen geri getire bileceğinizi sanmıyorum. "Bazı yolculuklar böyledir. Bizi büyüler ve sınırın 'Öte Yan'ına, orbidin dışına kadar sürer gider; ondan sonra da artık hep sürer. Tıpkı, derin deniz diplerinin dalgıcı büyülemesi ben­ zeri, dönüş noktası artık aşılmıştır. Artık ayın karanlık tarafın­ da bulunulmaktadır. Yeniden aydınlığa çıkmak, yeryüzünde görünür olmak ve yeryüzünü GÖRMEK için yeniden yüzyıllar, yüzyıllar geçmesi gerek. "Viyana'nın bu çok uzun, çok nemli-bungun yaz aylarında akşamüstleri ormandan çıkıp gelen esintinin kulaklarıma fısıl­ dadıkları çekici, büyüleyic iydi. "Bu çekim sonucu, benim yolculuğumda dönüşü olmayan noktayı aşmamayı sadece sizinle yeniden buluşmak üzere ver­ diğim söze, sözümü yerine getirmek için de bu dosyayı sunabi­ lecek bir şekle sokma çabalarıma borçluyum. Bu yeryüzünde herkese yetecek kadar da mazeret vardır. "Önünüze açtığım bu çok süslü barok kapıdan 'Öte Yan'a geçip geçmemek, orada eski tarih öğretmen'LERİMİZİ yeniden bulup bulmamak konusunda tek yönlendiricinin tutkularımı- 198
{ "page": 198, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
zın, meraklarımızın şiddeti olduğuna, güçlü çekimlerin önünü kesecek mazeretlerden ise hiç yoksun bulunmadığ ımıza inancı­ mın tamlığını bildirir, sizi ekte sunduğum sayfalarla başbaşa bırakırım, efendim. "Haaa sahi, şu Campari'yi de boşverin. Garsondan bir bar­ dak buz gibi kırmızı Lancers isteyin: Ben ısmarlıyorum ." Bu yalancı yazarın olmayan şarap üstüne ısrarı okurun b:üsbütün canını sıkmak üzereymiş; sırmalı redingotlu, eldiven­ li, hatta lüle lüle ak perukalı bir garson, küçücük, oval, eski bir gümüş tepside, buğusu şimdiden insana büyülü bir ufkun ka­ pılarını açan çok güzel bir bardak şarapla gelmiş. Yakut ışıltıları saçan bardağı önüne bırakıp, Campari bardağını geri almış; nesli tükenmeye yüztutmuş terbiyeli, ince, özenli, hatta meraklı okurun, "Hani burda böyle bir şey yoktu?" sorusunu, bilmedi­ ği bir dilde sorulmuş gibi yanıtlamamış; sağır ve dilsiz, onu ka­ lın sarı zarfın içinden çıkan su yeşili bir dosyayla başbaşa bıra­ karak çekilip gitmiş. Emekli tarih öğretmeni kadar yazarı da çok merak etmeye başlayan ruh doktoru bu okur, damağına iksir hafifliğiyle de­ ğen bir yudum soğuk şaraptan sonra, dosyanın kapağını kal­ dırmış; ilk sayfada şu başlıkla karşılaşmış: ROMA N-TİK Bir Viyana Yazı Peki ama, diyeceksiniz, sen kim oluyorsun da bize bu ma­ salı anlatıyorsun? Söylemedim mi? Ben de anlatılanların yalancısıyım, deme­ dim mi? 199 Londra, 1989 İstanbul, 1989 Viyana, 1990 İstanbul, 1992-93
{ "page": 199, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Fakir Baykurt BB TırpanB B B BBB B B B B B B B B B B B B B B B B B B B B
{ "page": 0, "source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf" }
B 1BB BB1B B BBGÖKÇĐMENB B BBGökçimen'iBbilenBazdır.B B BBAnkara'yaBbağlıBbirBköydürBbu.BBirBküçükBtepeninBeteğindeBelliB kadarBev,BbirBcami,BbirBdibek,BbirBçeşme,BbirByunak,BbirBçürükBokulBveB elliBkadarBgübreliktir.BEvlerByanByana,BbirbirineBbitişikBveBtoplucadır.B HepsininByönüBgüneyedir.BKöyünBardındaBçamı,BardıcıBtükenmişBbirB dağBdurur.BÖnByanıBaçıklıktır.BBuBaçıklıktaBGökçimen'inBtarlalarıBserilir.B TarlalarınBbirBbaşındanBbirBbaşınaBkırkBdakikadaByürünür.BBuBaçıklığınB hepsiBGökçimen'inBdeğildirBüstelik.BEvciBköyününBtarlalarıBgelirB Gökçimen'inBkoltuğunaBsokulur.BBirByandanBdaBKayadibiBköyününB tarlalarıBbaşlar.B B BBArkadakiBdağdanBbelliBbelirsizBbirBsuBçıkar.BBüküleBbüküleBötekiB köylerinBtopraklarınaBgider.BĐkiBkıyısınaBsöğüt,BkavakBdikmişlerdir.B BağBbahçeByapmışlardır.BKimiByerlerBçayırlıktır.BKöyünBcamızı,Bsığırı,B sıpasıBburalardaByayılır.BYazBgelinceBdeBkesilmez.BGökçimen'inBinsanlarına,B hayvanlarınaByeterBiyiBkötü.B B BBOysaBçoğuBköylerinBsuyuBkesilir.BÇiçekBçimen,ByeşermişBot,BneB varsaByanarBkavrulurByazın.BÇevreBköylerdeBbirBinançBvardır:B"Gökçimen'inB suyuBkesilmediğinden,BherByanıBçayırBçimendir.BÇayırBçimeninB yeşiliBkızlarınBgözüneByansır.BBuByüzdenBgöküşBolurlar.BEğerBavucundaB üçBkuruşunBvarBdaBkendineByeniBbirBkarıBalmakBistiyorsan,BGökçimen'eB git,BkızBal!"Bderler.B B BBGeçenBzamanlarBbuBinancıBdoğrulamış,BçevreninBvarsıllarınıBhiçB yanıltmamıştır.BParayıBkuşağınaBdoldurupBgelen,BistenenBaltınlarıBdaB takınca;BbeğendiğiBkızıBataBbindiripBgötürmüş,BgelBdemişBimama,BkıydırmışB birBnikah,BondanBsonraBistediğiBkadarBçalıştırmış,BistediğiBkadarB çocukBdoğurtmuştur.BYıllarBgeçipBGökçimenliBkızBbirazBkocayınca,B onuBbirBköşeyeBitmiş,BbelkiBonunBkazancıyla,BGökçimen'eBvarıpBbirBkızB dahaBalmıştır.B B BBKarşıdanBbakarsanBGökçimen'eBçokBparaBgirer.BBuBsözünBkarşılığınıB köylülerBşöyleBverirler:B B BB"Canım,BkızBparasıBdeğilBmi?BEldeBavuçtaBeğleşmezBki...BTütüneB gayfayaBancaByeter..."B B
{ "page": 1, "source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf" }
B 2BBBAnalarının,BebelerininBdediğiBgibi,BbuBköhneBdünyanınBüzerindeB olanlarBhepBGökçimenliBkızlaraBolmaktadır!BSankiBbirBalınByazısıdırBbu.B Değişmez!BEpeyceBoluyor,BerkeklerBBirinciBDünyaBSavaşı'naBgitti.BSeferberlikB oldu.BYunanıBkovdular.BCumhuriyetBgeldi.BĐkinciBDünyaBSavaşıB oldu.BNeyinBnesi,BkiminBfesiBolduğuBbelirsizBbirBdemokrasiBçıktı.B YarımByurumBbirBokulBgeldi.BKaymakamBuğradı.BEvlereBçantalı,BpilliB radyolarBgirdi.BGeneBdeBdipliBköklüBbirBdeğişmeBolmadıByaşamda.BKızlarınB alınıpBsatılmasıBgeleneğiBsürdüBgeldi.BDahaBdaBgidecek...ti!B B BBVelikul'unBDürü,BgeçenBmayıstaBbeşiBbitirdi.BVekilBöğretmenBKızılca'danB fotoğrafçıBgetirtipBresminiBçektirdi.BResimliBbirBdiplomaB verdiBDürü'ye.BDiplomayıBaldıktanBsonraBgöğüsleriBkabarmayaBbaşladıB kızın.BOnBüçünüBbitiripBonBdörtBolduByaşı.BAnasıBsaçlarınıBuzattıB hemen.BBoyalıBiple,BgökBboncuklaBördü.B"DorumBkızım,BdöşlüBkızım,B göküşBgözlüBkızım!.."BdiyerekBokşadı.B B BB"Dürü,BoByazı,BanaBbabasınınByanında,BbağdaBbahçede,BtopraklaB uğraşarak,BburçakByolarak,BekinBbiçerek,BdövenBsürerek,BsamanBçekerek,B harmanByeriBsüpürerekBgeçirdi.BÇalıştı,Bpişti.BGüzBgeldi.B B BBGüzBgeldi,BunlukBbuğdayByudular.BArdındanBbulgurBkaynattılar.B Çulları,BcecimleriBdamBbaşınaBsermişlerdi.BBulguruBkurutuyorlardı.B ÇabukBkurusunBdiyeBsıkBsıkBkarıştırıyorlardı.BDürü,BelineBbirBayvaB almış,Bkemiriyordu.BDürü'nünByüzü,ByanağıBpembe,BgözleriByeşildi.B GökçimenBköyününByeşiliydiBtastamam.BAyvaBsarıydı.B B BBDürüBdamBbaşındaBayvaBkemirirken,BatBüstündeBbirB"herif'Bbelirdi.B EvinBönündekiByoldanBgeçipBgidecekti.BHızlıBsürüyorduBatı.BBirdenB yavaşladı.BSolBeliniBbaşınaBgötürüpBşapkasınıBtuttu.BSağBelindeBkamçısıB vardı.BGözünüBkızınBüstüneByapıştırdıBbirBsüre.BSonraBusulca,BağırBağırB geçipBgitti.B"(BuBkızıBAllahBkendiByapıpByaratmış!BUzunBuzunBuğraşmış!B EliniByüzünü,BkaşınıBgözünüBkendiBtamamlamış.BKalfalaraBfilanB havaleBetmemiş!..BBöylesiniBCenabıBAllahBancakBkendisiBbaşarabiiir!B Bravo!..)"Bdedi.B B BBDürüBtitredi.BElindeBayva,BkalakaldıBöylece.BAğzındakiBlokmayıB yutamadı.BGidenB"herif'inBardındanBöfkeyleBbaktı.BBirBsüreBsonra,BhiçB ayırdındaBolmadan,B"KudurasıBnalet!BTastamamBbirBnalet,BbaşkaBneB olacak!"Bdedi:B B BBAnasıBişitti:B"NeBoBgıı?BKimeB"nalet"Bdiyorsun?"B B BB"GeçipBgidenBherifeBdiyorum!BBaktıBbana!"B B
{ "page": 2, "source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf" }
B 3BBB"Baksııııın!BNeBvarımışBbakmayla?"B B BB"Đstemiyorum!BOnaBbakBdedimBmi?"B B BBHavanaBkorkuylaBdoğruldu.BGideniBaraştırdı:B"Haaa!"BdediBbirden.B AklıBsuyaBeriverdi,B"KabakBMusduBgidiyorBayBkızım!BHıyanetBköpeğinB biridir.BKuşağıBparaBdoludur.BBaktıBmıBkötüBbakar.BSenBdeBneB dikiliyordunBsaçakta,BelindeBayva?BTühBtüh!BGördünBmüBşimdi?"B B BBDürüBkorktu:B"NedenBtühBçekiyorsun?"B B BBHavanaBbaşınıBeğdi.BBulguruBkarıştırdı.B B BB"SöyleseneBana,BnedenBtühBçekiyorsun?"B B BB"YokBbirBşey!BYokBbirBşey!"BdediBHavana.BKabakBMusdu'nunBardındanB birBdahaBbaktı.B"KudurasıBnalet!"Bdedi.B B BBAtınBüstündeBparçalanmışBgibiBduruyorduBKabakBMusdu.BBağlarınB arasınaBgirdi.BAğaçlarınBarasındaByitti.BBağlarBbitinceByenidenBbeliriyorB yol.BHavana,BgözleriniBdikipBbeklemeyeBbaşladı.BBirBsüreBbekledi.B MusduBçıkmadı.B"(AllahBAllah,BnedenBçıkmadıBbu?)"Bdedi.BBelkiBatınB başınıBçekti,BdüşünüyorBorda.BYooo;BberiByandanBçıktıBbirden!B(HayB nalet!..)"BDönüpBgeriBgeliyor!B"(HayBkudurupBdaByağlıBkurşunlardanB gidesi!..)B"B B BB"ĐçeriBgirBDürü!BHemenBiçeriBgirBgözelBkızım!"B B BBDürüBkoştuBiçeri:B"KudurasıBnalet!"BdediByeniden.B B BBEllisineBgeldiBKabakBMusdu.B"(BöyleBkızlarıBgörünce,BzatenByumuşakB olanByüreğimBdahaBdaByumuşar.BNeBhikmetse,BsadeyağBgibiBeriyiverir!..B BayılırımBeliniByüzünüBCenabıBAllahınBkendininByaptığıBkızlara!..)"B dediBkendine.B B BBAnkara'nınBbuBköylerindenBkoyunBkuzuBtoplar,BgötürürBEtBBalıkB Kurumu'na,ByadaBkasaplaraBsatar.BVekillere,BelçilereBmorBlahana,Bbal,B peynirBgötürür.BPetekliBoğulBbalıBbulur.BAnkara'dakiBAmerikanBpazarlarındanB daBmalBalır,BiçerlereBaktarır.BÇankayaBköşküneBkeklik,Bbıldırcın,B avBkuşuBgötürür.BAnkara'daBbirBsporBkulübününBonurBüyesi.BPartininB başkanBvekillerindenBhovardalıkBarkadaşlarıBvar.BKabakBkafa,BşişB göbekBbirBşey.BAğzıBfişekBkapçığıBgibi,BgümüşBkromBdolu.B"(ĐnsanBbuB gözelBdünyayıBbirBikiBkarıylaBgeçirecekBdeğilBya!BVariyeti,Bdirayeti,BhemB deBşansıBolanBherkesBbakmalıBötekileriniBdeBtadına,BneBsakıncasıBvar?)"B
{ "page": 3, "source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf" }
B 4BdiyeBdüşünürdü.BBirB"Serkisof"Bsaati,BparmağındaBkocamanBbirByüzüğüB var.BYeniByeniBtırnakBkesecekleri,BçakılarıBvar.B"(GözelBsevmekBayıpB değil,ByasakBdeğil,BgünahBhiçBdeğil!BToprağımızdaBparayıBverenBdüdüğüB çalıyorBçokBşükür;BkarıyıBkızıBtespihBgibiBdiziyor.BDahiBAnkara'da!..)"B derdi.BÇakmağı,Btespihi,BiçindeBbalıkBresmiBgörünenBanahtarlığıB var.B"(KelamiBKadimin,BCenabıBAllahın,BbüyükBpeygamberlerin,B eşkıyalarınBhemBdeBhocalarınBdediği,ByaptığıBbuBdeğilBmi?BNafakasınıB sağlayabildiktenBsonra,BalBalabildiğin,BsevBsevebildiğinBkadar!BEvet,B yenileriniBsevmekle,BeskileriniBdeBsefilBettiğimizByokBşükür!..)"Bderdi.B Aynası,Bdürbünü,BtabancasıBvar.BCepleriBaktarBdükkanıBgibi.BHerBşeyiBvar.B (YeşilBgözlü,BgöküşBkızlaraBbayılıpBbitiyorum!)"Bderdi.BParasıBdaBvar...B B BBGeldiBkocakapınınBönündeBdurdu:B B BB"GıııBHavanaaa!"Bdedi.B B BBHavanaBseslenmedi.B B BB"(EğerBbuBkapıdanBbirBkısmetBvarsaBbize,ByaşadıkByolunBsonunaB doğru!BYoncaByaprağıBgibiBağzınaBtükürdüğümünBkızı!BŞuBCenabıBAllahınB neBhünerleriBvarBdünyada!)"Bdedi.B B BB"Havana,Bgıı!BVelikulBevdeBmi?BKuzuBalacağım!.."B B BBHavanaByüzünüBgözünüBtopladıByazmasıyla:B B BB"BizdeBsatlıkBkuzuByokBKabakBAğa,BgitBişine!"B B BB"BaşkaBişBdeBkonuşacağımBgı,ByokBmuBVelikul?"B B BB"Yok,Bdedim!BKızılca'yaBgitti,Bdönmeyecek!"B B BB"GıBoBnasılBlaf?BKendiByoksa,BeviBvar!BAçBkapıyı!"B B BB"Açamam!BSahibiBolmayanBeviBnasılBaçarım?"B B BB"GıBdeliBolma,BhayırlıBbirBişBkonuşacağım!"B B BB"SeninBkarnındaBhayırBeğleşmez!BAçamam!"B B BB"AllahBAllahBveBsüphanallah!"BdediBMusdu.B"(UlanBneBkuduzB karı!BŞununBlaflarınaBbak!BAzBönceBgördümBkocanıBbükecinBbaşındaB ulan!BAmaBhaydi!BNeyse!BYüzüneBfurmayımByalanını!BSaydığımByerlerB var!..)"BAtınıBköyBiçineBsürdü.B
{ "page": 4, "source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf" }
B 5BB BBDürü,BkapınınBaralığındanBbaşınıBuzattı:B"YılışıkBherif!BYokBdiyoruz,B halaBsırnaşıyor!BDefBolupBgitmiyor!"B B BBHavana:B B BB"DurduğumuzByerde,BgördünBmüBbaşımızaBgeleniBayBkızım?BSenB deBelineBbirBayvaBalıpBneBdikilirsinBoBsaçağaBayBDürüm?BGiderBbabanıB bulurBşimdi!BKendirBbüküyordu..."B B BBCamininBdibindeByirmiBkişiBkadardılar.BVelikul,BkolBçeviriyor.B DörtBbeşBkomşuBda,BelindeBbirerBkendirBkolçağı,BçekeBçekeBgidiyorlar.B BuBtelleriBbirleştiripBurganByapacaklar.B B BBKabakBMusduBindiBattan.B"(SersemBkarı!BBenimBnasılBtemizByürekli,B neBkadarByumuşakBbirBadamBolduğumuBsankiBbilmiyor!BVariyerimden,B dirayetimdenBsankiBhaberiByok!BAçmıyorBkapıyı!BHemBsersem,BB hemBcahil,BneBolacak?)"BAtıByedeğineBaldı.BYürüdüBkendirBbükenlerinB yanınaBdoğru:B B BB"Selaaam!BVaBaleynaBaleykümselamBağalar!"B B BBDürüBçıktıBiçerden:B"GittiBmiBoBkudurası,Bana?"B B BBHavana'nınBiçiBaltüst.BElleriBtitriyor:B"Gitti!"Bdedi.B"Gitsin,BbirB dahaBdönüpBgelmesinBinşaallah!.."B B BB"ÇokBkorkuyorumBana!BYüreğimBgüpBgüpBfuruyor!"BEliniBsolB göğsününBüstüneBkoydu:B"ŞunaBbak!"Bdedi.BYuvarlacıktıBorası.BGüpB güpBgüp.B"ŞunaBbakBana!..B'B B BB"NeBbakayımBdeli?BBenimkiBdeBfuruyor!"B B BBAdamlarBsaygıBgösteripBselamBaldı.B"HayrolaBKabakBAğa?BNedenB döndün?BSormaktaBsakıncaByokBya?"B B BB"Ha...Bşey...Byok!BŞey,BVeli'yleBkonuşacağım.BYaniyaBVelikul'la!B SatlıkBkuzusuBolduğunuBduydumBda..."B B BB"HeBhıBşey..."BdeyipBduruşundanBkuşkulandılar.B B BBEskiBMuhtarBCemalBsordu:B"KoyunBmu,BkuzuBmu?"B B BB"KuzuBkuzu...Bşey!..BĐstediğiBparayıBvermeğeBhazırım!BBirBgörüşelimB
{ "page": 5, "source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf" }
B 6BhemencikBdedim."B B BBVelikul,BbükecinBbaşında,BKabakBMusdu'yuBgörüyor,BamaBkonuşulanlarıB duymuyor.BKolBçeviriyorBhabire.B B BB"VelikulBburda...Bama?.."BdediBEskiBMuhtar.B"SeninBdediğinBkuzununB pazarlığıBönceBikiBahbapBarasındaBaçılır.BĐstersenBalalımBkendisiniB tenhaBbirByereBgidelim.BĐstersenBbizeBdeBgidebilirizByaniya..."B B BBHavana:B B BB"(ÇokBgözYönüBbirByereByapmışBbuByıkılasıBeviByapan!)"BdediBkendine.B "HiçBinsanBgetirirBdeBköyBiçineBevBkondururBmu?BŞöyleBbirBkuytuyaB yapar...BEee;BneBolacakBşimdi?)"B B BBDürü,B"KorkuyorumBana,BçokBkorkuyorum!..."BdiyeBbirBağlamaB tutturdu.B"Anacığım...Banacığım!.."B B BB"AnacığınınBadıBbatsın!BSenBkorkuyorsunBdaBbenBkorkmuyorB muyumBköpeğinBeniği?BElineBayvaBalıpBağzınıBdolduraBdolduraBdikelmeseydinB yolunBannacına!BŞimdiBdeB"KorkuyorumBanacığım!BKorkuyorumB anacığım!"Bdiyorsun!BKorkmadanBgit!BBabanBolacakBherifBdeB bükecinBbaşındadırBşimdi!"B B BBKabakBMusdu:B B BB"ÇokBmemnunBolurumBCemal!BEveBgidersekBhaggatenBiyolur!B Velikul'aBhaberBver,BtezBgidelim!BYaniyaBbenBbuBişeBbirdenBkararBvermişB değilim.BEskiBfikrim..."BElindekiBkamçıyıBtozluklarınaBvurduBşapB şap:B"(SoykaBHavana,BKızılca'yaBgittiBdiyor!BĐşteBkıstırdımBkocanı!..B GörgüsüzBkarı,BgelBbuyurBdersin!BHoşBgelişBedersin!BÇayBpişireyimBmi,B çalkamaByapayımBmı?Bdersin!BAllahınBbuyruğuyla,BpeygamberinBkararıylaB kızınaBmüşteriBoluyoruz,BneBsuratınıBasıyorsun?BHiçBmertebe,B hüsnüBtabiyatByokBmuBsende?BBuBedepsizliğinleBoBgözelBkızıBnasılBdoğurdun,B nasılBbüyüttün?)"BSokurdandıBböyle.B B BBVelikul:B B BB"Valla,BişimiziBbitirmedenBnasılBgiderizBCemal?"Bdedi.B"BitirelimB ondanBsonra!BSorsana,BivmecesiBneymiş?"B B BB"ĐvmecesiBneymişBolurBmu?BÖnemliBişiBvardır!BAlışverişçiBadam!B BirBanBönceBcevabınıBalıpBgitmekBister:BOlurBolur,BolmazBolmaz!.."B B
{ "page": 6, "source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf" }
B 7BBB"ĐyiBya,BbeklesinBmadem!BUrganBbüküyoruz!"B B BB"AksilikBetmeBulan;BbükeciBverizBkomşulara!BTireBsicimiBolacakB değilByaBseninBdanalarınBipi!BHaBbiz,BhaBonlar!BKomşularByapıverir.BBizB deBgiderBkonuşuruz!"B B BBZorlaBkalktıBVelikul.BYerineBbirBadamBoturttular.BEskiBMuhtarB CemalBdeBkendiByerineBbiriniBbuldu.BKabakBMusdu'nunByanınaBvardılarB birlikte.BSaygılıcaBdurdularBönünde.B B BBMusdu:B"MerhabalarBolsunBVelikul!"Bdedi.B B BBVelikuĐBkısaca,B"Merhaba!"BdiyeBaldıBselamı.B B BBÜçüBbirlikteByürüdüler.B B BBArkalarıBsıraBŞakirBHafızBdaBgeldi.B"ŞayetBbirBsakıncasıByoksaBbenB deBgeleyim!.."BdiyeBağızByaptıBbirBde.B"HayırlıBkonuşmalardaBbulunmayıB severim!"B B BBKabakBMusduBbaktı:B"(Đstemez,BkalBulan!)"Bdiyecekti,BdüşüncesiniB değiştirdi:B"(ĐşByokuşaBağarsaByardımıBdokanır!)"BdiyeBgeçirdiBiçinden.B Sonra:B"YokBcanım,BneBsakıncasıBolsun!BDahaBfaydanBdokanır;BgelBgel!"Bdedi.B B BBYürüdüler.B B BBDibeğinBbaşınaBbirBkümeBkarıBtoplanmış.BĐkisininBelindeBsokuB var.BKeşkekBdövüyorlar.BSokularıBindiripBkaldırdıkçaB"Hık!"Bediyorlar.B KurumuşBkocakarılar.BOtuzundanByukardan.B"(GençBolacaklardıBdaB sokuyuBsalladıkçaBturunçlarınıBgörecektik!BGerdireBgerdireBpatlatırlarB gömleklerininBgöğsünü!)"BElindeBkalbur,BçuvalBtutanBkarılarBusulcaBarkalarınıB döndü.B"Birkaçı:B"NeBnaletBherif!BYiyecekBgibiBbakıyorBköyünB karılarına!"Bdedi.BAmaBbuBsözler,BdilleriyleBdudaklarınınBarasındanB ancakBbirBfısıltıBkadarBçıktığından,BkimseBuymadı,Banlamadı.B B BB"(KıçBdöndüBsoykalar!..BKarıBkısmıBkocayıncaBişteBböyleBkıçBdönüyor.B DönünBulan!BAdamınBkuşağıBdoluBoluncaBgenciBbulunurBbunun!B Genci,BhemiBdeBkoklanmadıkBdormurcukBgülüBdeBbulunur!..)"B B BBCemal'inBkocakapınınBönündeBbirBdutBağacı.BFidanınıBziraattanB yediBbuçukBlirayaBalmıştı.BAşılıydı.BEpeyceBboylanmıştıBbeşByılda.BDibindeB kazlarBvar.BMalBmaşatBzararBvermeyecekBsertliğeBgelmiş.B"(DutB ağacıBdutBverir!)"BdediBMusdu.BĐçindenBaynıBşeyiBCemalBdeBgeçirdi.B"B (YaprağınıBkıtBverir!BOğlanBbüyük...BkızBküçük...BSarılmasıBtatBverir!)"B
{ "page": 7, "source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf" }
B 8BB BBCemalByanBgözleBKabakBMusdu'yaBbaktı.B"(Ayı!..)"BdediBiçinden.B "(Ayı,Bayı!..BTadıBtuzuBolmazBbuBişin,Bayı!..BBiriBbirBtel,BinceBbirBçayır!B ÖbürüBkooskocaBbirBayı!..)"B B BBKöpekBayaklandı.B B BB"Suuuuust!"BdediBCemal.B"YatBaşağı!.."B B BBKöpekByattıBaşağı.BMusdu'nunBatınıBsayvanaBbağladılar:BHeybesiniB indirdiler.BŞakirBHafızBoraya,BduvarınBdibineBsuBdöktü.BSonraBçıktılarB yukarı,BCemal'inBkonukBodasına.B B BB"(Aaah;Bolanak!)"BdediBCemalBiçinden.B"(BununBdaBmiyadıB doldu,Bbenimkinin!..BAzıcıkBolanakBolsa;Baah!..)"BSonraByüksekBsesle,B "KalkBbizeBbirerBçalkamaByapBGüssün!"Bdedi.BKarısı,BtekneninBbaşınaB oturmuşBtarhanaBkarıyordu.B B BBGüssün'ünByanındaBgörümcesiBvar.BYardımBediyor.B"HemenBkalkayım,B sizBgeçin!"Bdedi.B B BBGeçipBdöşeliBodayaBoturdular.BĐçerisiBayvaBkokuyor.BYüklüğünB altıBayvaBdolu.BSarıBbirBmısırBasmağıBdamınBmerteğineBbağlanmış.BDuvardaB birBdeBpazenBentariBsallanıyor.BKırmızıBkocamanBgüllerBvarBentarininB herByanında...B B BB"(ĐlleBdeBşuBayvaBkokusuByarabbim!BUlanBbuBdürzüBVelikul'unBkızındaB neBvarBböyle,BbirdenBfurduBbeni?BAllahBAllahBveBsüphanallah!..B PekBdeBbirdenBsayılmazBama?BĐşte...BCanım,BtutupBdaBtadınaBmıBbaktık?B GeneBbirdenBsayılır...)"B B BBDibeğinBbaşındakiBkarılar:B B BB"ÜçüBbirBolmuş,BŞakirBHafız'ıBdaBalmış,BacapBneByapmağaBgidiyorlarB dürzüBCemal'inBevine?BVelikul,BkoyunBkuzu,BdanaBdüveBmiBsatacak?B YoksaBpetekliBoğulBbalıBmıBverecekBAlmanlar,BAmerikanlarByesinB diye?"B B BBKendirBbükenler:B B BB"KıvratınBağalarBkıvratınBVelikul'unBipini!BŞimdiBdöşeliBodayaB giripBpazarlığaBoturdular.BVelikul,BparagözünBbiri.BŞakirBHafızBdersenizB araBbulmayıBsever.BKabakBMusduBkendiBaçıkgözünBtekiBolduğundanB buBişBbiterBbugün!BEskiBMuhtarBCemal'aBgelinceee!..BCemal'aBgelince...B
{ "page": 8, "source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf" }
B 9BUlanBseninBneBçıkarınBvarBdaBalıpBgötürdünBbunlarıBevineBayBkaraBdinliB dürzü?.."B B BBKahveciBKocaBLinlinBgeçiyordu:B B BB"EnayiBenayiBsoruyorsunuz!"Bdedi.B"BuBköydeBŞişgöbeğinBesasB bokByedicibaşıBkim?BEskiBMuhtarBCemal!BDürü'nünBpazarlığıBkesildiB deBpeyBverildiBmi,BCemalBbelkiBdeBVelikul'danBdahaBçokBkazanırBdolaylıB olaraktan..."B B BBDürü,BkapandıBağlamaya.BHayatBduvarınınBdibineBçöktü,Bkalkmadı:B "BenBdeBElmalı'yaBkaçar,BHaççaBteyzeminByanınaBsaklanırım!B GelmemBgeriye!BBenimBgibiBbirBkızınızByokBderim!BHaberByollasanızB daBgelmem!.."B B BB"ErişikliBbabanBbilmezBseninBorayaBgittiğiniBdeBsaklanırsın!BHemB durBbakalım,BkimBbırakıyorBElmalı'yadaBkalkıpBgidiyorsunBayBdeli?"B B BB"Giderim!BRuhunuzBduymaz!BBugündenBgiderim!"B B BB"BırakBzırlamayıBeşşeğinBdölü!BBelkiBbabanBkeserBatar,B"BenimBbuB işeBrızamByoktur;BhemiBdeBkızımBdahaBküçüktür!"Bder,BbinByılınBbaşındaB adamBgibiBbirBlafBeder..."B B BBDürü:B"(ŞeklimBşüphemBkalmadıBartık!BAnamBdaBbenimBgibiBkorkuyor!)"B dedi.BDahaBçokBağlamayaBbaşladı:B"ÇileliBbaşım!BKadersizBbaşııım!B KaraByazılıBbaşıııım!BOnmadıkBbaşıııım!.."B B BBHavana'nınBbirBgüleceğiBgeldi:B"(TırnakBkadarBşey!BÇokBgözelByaslarB öğrenmiş!BÇokBdaBufacık!BBenBbunaBnasılBdayanırımBayBgözelBAllahım?)"B B BB....................................................................................................................B B BB2B B BBKABAKBMUSDUB B BBVelikul,BepeydirBgelmiyorBCemal'inBevine.BYerlerBbirBsürüBhayvanB postuylaBkaplı.BDuvardaBbirBtüfek,BbirBfişeklik,BbirBdeBavBçantasıBasılı.B "(Ayran,BçalkamaBdiyeBuzatacaklar!..BBükeciBeleBemanetBedipBgeldik!..)"B dediBkendine.B B BB"CemalByeğen!BDurumuBbiliyorsun!BAyranıBçalkamayıBboşver!B SağBolByaniya!BBenBkonuyuBanlayıpBhemenBgideyim!BKendiri,BbükeciB
{ "page": 9, "source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf" }
B 10BbırakıpBgeldimByaniya!.."B B BB"Konuyu..."BdediBCemal.B"BenBdeBbilmiyorum!"B B BBVelikul,BKabakBMusdu'yaBbaktı.B B BBŞakirBHafız:B"KonuğuBsıkboğazBetmeBVelikul!BAdamBrahatcanaB birBayranBiçsinBhiçBolmazsa!"B B BB"YokBcanım!"BdediBMusdu...B"NasılBolsaBkonuşacağız!"B B BBCemal:B"UrganBiçinBtasalanmaBcanım,Bbükerler!"Bdedi.B B BB"Pekey,BbendenBneBistiyorsunuzBsormakBayıpBolmasın?"B B BBEskiBMuhtarBCemalBsustu.BŞakirBHafızBdaBsustu.B B BB"BirBalışverişBkonusuBvar!"BdediBKabakBMusdu.BBoğazınıBkazıdı.B "YaniyaBhayırlıBbirBkonu..."B B BBBaşınaBbirBuğultuBgirdiBVelikul'un.BKulaklarıBçınlamağaBbaşladı.B "NasılByaniya?BNeBgibiBbirBhayırlıBkonu?BYaniyaBbendeBbalByok,BpeynirB yok!BPekmezimBvar,BoBdaBsatmağaByaramaz!BMalBdavarBdaByokBsatılık!"B Dürü'yüBdiyecekti,Btitredi.B"(YokBcanım!BYok!BBuBdeğildir!BKattiyen!B KabiliBmiBvar?)"BYutkundu:B"AnlayalımBneBise?BAçıkBkonuşBkardaşımB MusduBEfendi..."B B BB"YaniyaBbundaBsaklanacakBbirBşeyByokBVelikul!BAçıkBkonuşalımB şununBşurasında!BNasılBolsaBkonuşacağız.BAllahınBbuyurduğuBbirBşeyiB konuşmakBayıpBdeğildir.BAbesBdeBolamaz..."BÖksürdü.BĐçindeBbalıkB resmiBgörünenBanahtarlığınıBçıkarıpBoynadı:B"PeygamberimizinBdeB buyruğuBbudur.BBenimBgayem,BinsanlıkBgörgüsüneBuyarak,BhemiBdeB şununBşurasındaBbirBkomşuBköyüz,BherBzamanBsıkıBilişkimizBvar.B CemalBdeBçokBsıkıBahbabımBolduğundan,BbirbirimiziBiyiBtanırız..."B B BBVelikulBdizBdeğiştirdi.B B BBKabakBMusduBbirazBaçıldı:B B BB"BuBnedenle,BlafıBuzatmaktaBhiçBfaydaByokBVelikul!BAllahınBbuyruğudur!B BenimBkocakarıBhastalığıBiyiceBilerletti.BSızıdanBsancıdanBeliB birBişeBvarmadığıBgibi,BbeliniBdoğrultupBkendiBzaruretiniBbileBgideremiyor!B EvimiBdeBazBçokBbilirsin.BGelenBgidenBevidir.BDeveciyleBkonuştuğumuzdan,B kapımızıBbüyükByaptırdık.BÇayımıBçorbamıBpişiripBsunanB
{ "page": 10, "source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf" }
B 11Byok.BAhbaplarımınBkarşısındaBmahçupBoluyorum.BGeçenBgünBbuBhalimiB sezdiBkocakarı.BŞimdiBkendiByok,BAllahıBvar.BKamile,BhaggatenB kamilBavrattır.BDedi:B"EvlenBMusdu!BYokBbaşkaBbununBçaresi!BBendenB sanaBhayırByok!BĐşteBgönlümleBsöylüyorum:BBulBbirBhelalBsütBemmiş,B terbiyesi,BnamusuByerinde,BeliBayağıBdüzgünBkız.BHemenBalıpBgetirelim!"B AynenBböyleBsöyledi.BBenBdeBdedim:B"Estağfurullah!BBuByaştanB sonra?BHemBdeBseninBüstüne?BYapamamBKamile!BBeniBzorlama!BBeniB buBişeByöneltme!"BGeneBdeBüstelediBkocakarı:B"BuByaştanBsonraBolupB da..."Bdedi.B"DahaBkırkınaBgelmedin!BPeygamberimizBaltmışındaByenidenB evlenmediBmi?BHazretiBBilaliBHabeşiBEfendimizBdeBöyleByapmadıB mı?"BAzBçokBokumuşluğuBvardırBKamile'ninBĐslamca.B"OnlaraBbakarakB senBdahaBdelikanlıBsayılırsın!"Bdedi.B"BenimBüstümeBdiyeBdeBhiçBdüşünme!B NedenineBgelince,BgönlümüBrızamıBveriyorumBbir;Bikincisi,BihtiyacınB var!BHizmetiniBgörenByokBMusdu!BYaranınByoldaşınBgeldiğindeB mahçupBoluyorsun.BÜçüncüsü,BazBçokBvariyetlisin.BKarınBkazancınByerinde!B NafakasınıBtedarikBedebildiktenBsonraByenidenBevlenmekBşeriatınB buyurduğuBbirBiştir..."BKamildirBdedimBya!BAynenBböyleBsöyledi.B BununBüzerine..."BYutkunduBKabakBMusdu.BBirazBbekledi.BBakındı.B B BBŞakirBHafız,B"Eveeet!"BdediBuzunca.B B BBCemal:B"TabiiBcanım,ByengemizBmertebelidir!"Bdedi.B B BB"OBböyleBherBAllahınBgünüBüsteleyince,BbenBdeBfazla,BkarşıBduramadım!B MertebeliBkadınBolduğundan,BYBfazlaBzaptıBraptınaBgitmemişimdirBamaBYB hatırınıBçokBsayarım.B"YalnızBsendenBistediğimBbirBşeyB varBMusdu:BAlacağınBdulBolmasın,BkızBolsun!BTabiyatımızaBgöreBherB şeyiBkendimizBöğretelim!BYeterBkiBhelalBsütBemmişBolsun!"Bdedi.BBununB üzerineBpekeyBdedim.BBaşladımBhelalBsütBemmişBbirBkızBaramaya!BTabiiB zorBiş!BGünlerceBuykularımBkaçtı.BElmalı'da,BErikli'de,BdahiBAşağıB Arapça'da,BötekiBköylerde,BalışverişBsebebiyleBdolaşırkenBçokBbakındım,B gözümünBtuttuğuBbirBkızBbulamadım.BDulBolsaBçokBvar.BKocasıB madendeBölmüş,BKore'deBkalmış...BAmaBKamileBdulBistemiyor...BEfendi,B inanırBmısın,Bbulamadım!BYaBgözümBtutmadı,ByaBgönlümBsevmedi!B TabiiBbirBdeBgönlünBsevmesiBvar.BBenBçokByufkaByürekli,BhemBdeBinceB gönülBbirBherifim.BYaniyaBbenimBgöbeğiminBşişginBolmasınaBbakmayın.B ÇokBmerhametBederimBkadına.BTabiiBoBbunuBsuyistimalBederseB yandı!BKaplanBgibiBkıskanırım!BSeverim,BesirgerimBamaBoBbunuBsuyistimalB edipBmidemiBbulandırdıBmıBgeneByandı!BOnunBiçinBçokBdikkatliB aramağaBbaşladım..."B B BBŞakirBHafız,BVelikul'aBbirBgözBattı.BGökBgözlerindeBDürü'nünByeşiliniB aradı,BbulurBgibiBoldu.B"HaklısınBMusduBEfendi!"Bdedi.B B
{ "page": 11, "source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf" }
B 12BBB"Gökçimen,BötedenBberiBbildiğim,BbeğendiğimBbirBköydür.BÖlenB ilkBailemBzatenBburalıBolduğundan,BgündeBolmazsa,BgünaşırıBgelipBgittiğimB birByerdir.BVelikul'unBeviBdeByolunBüstünde.BGözBucuylaBçokBdikkatB edipBbeğenmişimdirBdahiliyesini.BYaniyaByüzüneBsöylüyorum,BkusuraB bakmasın,BhemBdeBHavanaBbenimBözBkardaşımBolsun,BveB kerimesi,BAllahınBbuyruğuByeriniBbulmadığıBtakdirdeBoBdaBkızımdır,B herBgelişBgeçişimdeBdikkatleBbakarım,ByaniyaBsizeBnasılBvasfedeyim,B HavanaBkadın,BmelekBgibiBbirBkancıktır!BHelbetBkızınıBdaBkendiBgibiB yetiştirmiştir.BNeBdemişler?BAnasınaBbakBkızınıBal,BkenarınaBbakBbezini.B HemiBdeBŞakirBHafızBdahaBiyiBbilir,BKuranBsözüdür,BHazretiBPeygamberimizeB ArafatBdağındaBnazilBolmuştur:B"AnalarBgümüştür,BkızlarBsomB altın!"BDedim:B"YahuBMusdu,BneBsallanıpBduruyorsun?BDikkatBetBşuB Velikul'unBkızına!BVarBmıBdarıBtanesiBkadarBkusuru?BAnasındaBbabasındaB birBleke?"B B BBCemal:B B BB"Estağfurullah!"Bdedi.B"KöyümüzünBhanedanBadamı!"B B BBŞakirBHafızBda,B"TastamamBöyledir?"BdiyeBpekiştirdi.B B BB"BununBüzerineBcevapBverdimBkendime:BYoktur!BBuncaByıldırB gelirBgeçerim,BHavana'yıBkızlığındanBbilirim,BçayırdaByalnayakBkoşupB zıpladığıBgünleriBgörmüşümdür,BhaggatenByoktur!BDeralBgittimBkocakarıya:B "KamileBhatun,BgözlerinBaydın!BAradığımızıBbuldum!"Bdedim.B "Kim?"BdiyeBsordu.BŞöyleBbirBikiBbaşkaBadBsöyledimBElmalı'dan,BErikli'den.B ŞimdiBsizdenBsaklasamBAllahBbiliyor.BGökçimen'denBdeBsöyledimB birBikiBad.BYahuBarkadaş,BhiçbiriniBtutmadıBbenimBkocakarı!BTutmadığınıB daBağzınıBsımsıkıByumupBsusmasıyleBbelliBetti.BKaralayıcıBkınayıcıB sözBsöylemezBkimseBhakkında.BÇokBmertebelidir.BTam,B"AtakçıB Veli"nin,ByaniBVelikul'unBkızı..."BderBdemez.B"Dur!"Bdedi.B"HanedanB sülaledir!BBirazByoksuldurBama,BasaletineBdiyecekByoktur,BordaBdur!"B dedi.B"Velikul'unBöyleBbirBkızıBvarBmı?"Bdedi.BGelipBgeçerkenBbirkaçB kezBgördüğümüBanlattım.B"YalnızBbirazByaşçaBküçük!"Bdedim.BÇokB memnunBoldu.B"BilakisBiyidir!BAğaçByaşBikenBeğilir!BYalnızBiyiceBbirB dahaBbak!BGözünBtutsun,BgönlünBsevsin.BOndanBsonraBkararBver.BBendenB yanaBtamam.BBenBolurumuBkorumBbuBişe..."Bdedi.BĐşteBbununB üzerine,BbugünBKayadibi'ndenBdönüyordum,BKoreliBHüsnü'deBbirazB alacağımBvardı,BdürzüyüBevindeBbulamadım,BöfkeylenBdönüpBgidiyordum,B tamBVelikul'unBevinBönüneBgeldim,BgeçipBgideceğim;BAllahBtarafından,B Velikul'unBevBhalkıBdaBdamınBbaşındaBbulgurBkurutmuyorB mu?BKalbimeBhiçbirBkötülükBgetirmedenBbirBkezBdahaBbakıpBkararımıB verdim.BSonraBsürdümBatıBgidiyordum.BDüşüncemiBdeğiştiripBdöndüm.B BağlarınBarasından.BGeldimBVelikul'unBkocakapıyıBfurdum.BHavana:B
{ "page": 12, "source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf" }
B 13B"VelikulBevdeByok!"Bdedi.BÇokBterbiyeliBkonuştu,BmemnunB oldum!BSonraBbükecinBbaşınaBgeldim.BDedim:B"ŞimdiBbununBuygunuB değil,BönceBkocakarınınBgelipBgörüşmesiBgereğidir,BbenimBdahaBsonraB çıkmamBiyolur,Bama...BCanımBortadaBhüsniyetBolduktanBsonraBneBfarkB eder?BHazretiBPeygamberimiz,BhemBdeBTanrı'nınBbüyükBaslanıBHazretiB AliBEfendimiz,BkendiBdünürlükleriniBkendileriByaptı.B"SenBdeBkendinB yap,BbüyüklerinByolundanByürüBKabakBMusdu!"BdedimBkendime.B"VelikulB olgunBadamdır.BHalkBiçindeBkonuşmayıBdaBbilir,BsusmayıBda!BĐkiB olgunBarkadaşBdahaBalByanına,BkendinBaçBkonuyu!"Bdedim."B B BB"VallaBçokBgözelBdemişin!"BdediBEskiBMuhtarBCemal.B B BB"Pravo!"BdediBŞakirBHafız.B B BBAmaBVelikulBsusuyor.B B BB"Şimdi,BamaBiyiBettik,BamaBkötü!BBirBkusurBvarsaBbağışlarsınBVelikul!B AçıkBkonuşmakBayıpBsayılmaz!BSenBdeBaçıkBkonuş!BÇokBmemnunB olurum..."B B BB"Tabii,Btabii..."BdediBCemal.B"OlacaksaBolacak,BolmayacaksaBolmayacak!B HerBzamanBaçıkBkonuşmalı.BBirBdeBneBvar:BHemencecikBkesilipB atılamaz.BHesapBedilecek,BdüşünülecekByanlarıBvardır..."B B BBVelikulBsusuyorBöyle.B B BBHafız:B"ÖyleBuzunBboyluBdüşünülecekByanıByokturBbunun!"Bdedi.B "SadeceBbirBufakBnoktaBvar,BoBdaBDürü'nünByaşı.BÇokBküçükBgörünüyor.B AmaBbeşiBbitirdiBgeçenByıl.BSonraBgörüyorum,ByaşıtlarındanBönceB gelişti.BEvet...BZatenBneBdemişler,BkızBevladıBonBüçüneBbastıBmı,ByaBerdedir,B yaBevde...BEveeet!.."B B BB"Eveeet!"BdediBCemal.B"BenimBdüşünülecekBdediğimByanları,BolmazınaB değil,Boluruna!BYaniyaBneBgibi?BCanımBdüşünseneBMusduB AğayıBbuBçevrede:BVariyetine,BservetineBçıkacakBvarBmı?BYaşBfarkıB önemliBdeğil.BBirBdeliBoğlanaBverizBkızlarıBçoğun.BYoksulBmuByoksuldur.B NeBkadirBkıymetBbilir,BneBdeBusulBmamele!BKamilBadamınBmamelesiB başkadır!BBahususBbirkaçByılBdaBkollayıverirBDürü'yü,BtaşaBkayayaB çalmayıverir,Btamam,BotururBevininBhanımıBolur!BAştırBekmektir,BonlarıB KamileByengemBdöndürür.BHepBböyleBsızılıBkalacakBdeğilBya!BDoktoraB baktırırBKabakBAğa!BEfendimeBsöyleyim,ByarınBikiBdeBçocukBdoğurduBmu,B Dürü'denBkıymetlisiBolmaz..."B B BBVelikulBsusuyor.B
{ "page": 13, "source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf" }
B 14BB BBHafızBgeneBkonuştu:B"Evet!BNikahBbirBtöre!BKızBkemaliniBbulduktanB sonraBbuBişinBdüşünecekByanıByoktur.BHemBdeBkesipBatmakBiyidir.B BenBbuBköyünBimamıBolaraktan,BdiyeceğimiBderim.BErlikBvarlığınan.B VaracaksanB"varBevi"neBvar,B"yokBevi"neBvarıpBsefilBolma,Bdemiş.BVereceksenB kızınıB"varBevi"neBverBVelikul!BBabasın!BBabalığınBvebaliBbüyük!"B B BB"NikahBdaBeder..."BdediBCemal.B"EderBama,BkızınByaşıBtutmaz.B GerçiBkolayıBvar.BMahkemeBaçarBbüyültürüzByaşını.BTanığınBiyisiByirmiB bannot.BBuBbir.BĐkincisi,BKabakBAğanınBevineBgidenBkızBrahatBederBkardaşım.B TarlaBişiByook,BtapanBişiByook!BOrakByok,BdikenBbiçmekByok!B AlışverişçilikBtemizBiş,BtemizBkazanç!BAydaBbirBkezBAnkara'yaBgötürüpB tomafillereBbindirirBhazır.BGençlikBBahçesi'ndeBgazoz,BşurupBiçirir,B MaraşBdondurmasıByedirir.BVallaBsülalecekBrahatBedersiniz.BNeBdemişB "VarlıklıdanBkorkma"Bdemiş..."B B BB"Ohooo!.."BdediBMusdu.B"Yaniya,BöyleBgezdiririmBki!BAttımBmıB tomafile,BbirBÇankaya,BbirBBaraj,BbirBÇankaya,BbirBBaraj!BGençlikBBahçesiB kiBhaggatenBgörümlüktür.BDondurmaBdaByediririmBtabii.BDahaB bunlarBne?BMehtapBLokantası'ndaByoğurtluBkebap,BAnkaraBtatlısıBbileB yediririm..."B B BBVelikulBhalaBsusuyor.B B BBEskiBMuhtarBCemalBgürBgürBatıyor:B B BB"BuBişinBtöresineBgelince:BOnuBdaBenBuygununaBbağlarız.BMusduB AğanınBeliBgenişBmaşaallah!BYaniyaBparaBkonuşmayaBlüzumByok.BParaylaB eşşeğiBhanaBbağlarlar.BHemiBdeBseninBşanınBkadar,BkendiBşanıBortada.B AçarBkeseninBağzını.BGeçerBfiyatBüçBbinBmi?BÇıkarırBbeşBbinBsayarB KabakBAğa!BParaBkonuşmakBiyiBdeğilBuzunBuzun.BAltınBbilezikBtakmağaB gelince:BBunlarBdaBbaşBboydanBolacak.BEnBvarsılBdürzününBkızınaB takılanBkadar!BYaniBseninBDürü'nünBboynuylaBbileğiBşıngırdayacakBkiB hiçbirBHavvaBkızınınkiBşıngırdamamışBşimdiyecek!BBunlarınBböyleB yüksektenBtutulacağına,BsanaBKabakBAğaBadınaBsözBveriyorumBVelikul!"B B BBVelikulBsusuyor.B B BBBirdenB"ÖhYho!"BdediBKabakBMusdu.BSesiBçatallı:BBirB"öhYho!"B dahaBçekipBbaşladı:B"BunlarınBkıymetiByokBCemal!BBizBeşşekBalımBsatımıB yapmıyoruzBadamım!BAsılBönemliBolan,BVelikul'unBbizeBcevabıdır.B Yaniya,B"TamamBağalar,Baldım,BkabulBettim!"BmiBdiyecek,Byoksa,BhaniB sonradanBgörmeBbazıBçiyBadamlarBgibiBıkBmıkBmıBedecek?BŞayetB"KabulB ettim"BderBdeBbirBolgunlukBgösterirse,BparaBkesimini,BaltınBtakmaBişiniB
{ "page": 14, "source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf" }
B 15BbanaBbırakın!BTöreyiBfazlasıylaByerineBgetirmezsemBadamBdeğilim!BKonuşmayınB bunu!BDarılırım!BBenimBiçimdenBöyleBsöylenmeyecekBtörelerB geçiyor.BYaniya,BVelikul'unBsadeBevini,BevininBinsanınıBdeğil,BsülalesiniB göreyimBgözeteyimBdiyorum.BBirBdüğünByapayım,BdağlarBkayalarB oynasın!BAnkara,BKızılcaBburayaBtaşınsın!BVelikulBdaBbeşBkuruşBharcamaB yapmasın.BParayıBmezaraBmıBgötüreceğim?BNasılBolsaBkefeninBcebiB yokBmınaBgoyum!BYeterBkiBVelikulBbizeBolumluBcevapBversin..."B B BBVelikulBsusuyor.B B BB"Yoooo;BhemenBdeğil!"BdediBHafız.B"BuBdoğruBolmaz!BHemBdiyorsunuzB eşşekBalımBsatımıByapmıyoruz.BHemBdeBbeşBdakikanınBiçindeB cevapBistiyorsunuz!BOlamaz!BSenBkendinBcevapBverebilirBmisinBKabakB Ağa?BKimBcevapBverebilir?BĐzinBver,BikiBgünBdüşünsün.BHemBdeBçolukB çocuğuylaBkonuşsun.BEvet,BVelikulBbabasıdırBama,BbirBdeBanasıBHavanaB hatunBvardır.BAnalıkBhakkıBvardır.BAnalıkBhakkıBkolayBödenebilirBmi?"B B BB"(UlanBukalaBdürzü!)"BdediBCemalBiçinden.BSonra:B"DoğrusunB ŞakirBHafız!"BdiyeBgürledi.B"AmaBuzatıpBdurmanınBneBlüzumuBvar?B GeneBdanışırBHavana'yaBusulen!BVeBlüzumBgörüyorsa!BAmaBbirBkızınB alınıpBverilmesiBönceBbabasındanBsorulur.BBabanınBevetBdediğiByereBneB kızıBhayırBdeyebilir,BneBdeBanası!BToprağımızınBgöreneğiBbudur,BdikkatB edelim!BĐçimizeBnaylonBadetlerBsokmayalım!"B B BBKızdı,B"ToprağımızınBgöreneğiniBbenBsendenBiyiBbilirimBCemal!"B dediBHafız.B"ZatenBsöylediğim,BdoğrudanBdoğruyaBtoprağımızınBgöreneğidir!B OlduğuBgibiBonuBkonuşuyorum!BKitabımızınBbuyruğunu!"B B BBKabakBMusdu,BeliniBsertçeBkaldırdı:B B BB"Đstoop!"Bdedi.B"ÇokBkonuştunuz!BKimBdediBsizeBbuBişBkonuşulurken,B benimBönümdeBtartışın?BSusunBdaBVelikulBkonuşsun!BYok,BeğerB birazBdüşüneyim,BevimeBvarıp,BkarımaBmarımaBdanışayımBdiyorsa,B hayhay,BizinBverelim.BOBdaBsonBdereceBuygundur.BYalnız,ByürekBserinletmekB içinBbizeBbirBsözcükBsöylesin.BAmaBonuBdaBgönlüBbilir.BSıkıştırmayalım!"B B BB"GörgülüBadamınBhaliBbaşkadır!"BdediBHafız.B B BB"HaggatenBbaşkadır!.."BdediBCemalBde.B B BBAmaBVelikulBsusuyor.B B BBKabakBMusduBbirdenBkalktı:B"SizBdüşünün!BBanaBmüsade!"Bdedi.B "ÇokBişimBvar.BHemenBgitmemBgerekiyor!BAnkara'danBbirBkamyonBdolusuB
{ "page": 15, "source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf" }
B 16BmalBgelecek:BYeniBAmerikanBmallarından...BBirBsaateBkadarBköydeB bulunmalıyım..."B B BBÖtekilerBdeBkalktı.B B BB"BirBsaateBkalmazsın,BatınBvar!"BdediBCemal.B B BB"HerBneyse,BadamınBişiBvar,Bgidecek!.."BdediBHafız.B B BB"AtımBşahin!BAmaBhemenBgitmemBşart!.."BdediBMusdu.B B BBBirlikteBhayataBçıktılar.BKabakBMusduBgöğeBbaktı:B"ABaBa!.."BBuB ne?"Bdedi.B"HavaBkararmış!BIslanacakBmıyızByoksa?"B B BBCemal,B"VallaByağacak!"Bdedi.B B BB"Haggaten!"BdediBHafız.B"ĐşinBolmasaBdaBkalsan!"B B BB"ÖnemliBişimBvar!BHeleBkiBnaylonByağmurluğuBalıpBheybeyeBkoymuşumB sabahtan!BBaşlığıBdaBvarBmınaBgoyum!BYağmurBbanaBvızgelir.B BirBarkadaşımBAmerika'danBgetirdi.BYaniyaBçokBgözelBbirByağmurluktur!B ĐnceBcamBgibi!BHemBdeBnaylon!.."B B BBĐndilerBaşağıya.BCemalBheybeninBgözünüBaçıpByağmurluğuBçıkardı:B "UlanBvallaBtevatür!"Bdedi.B B BBHafızBimrenmeyleBbaktıByağmurluğa.BSonraBalıpBtuttu,BKabakB MusduBgiysin...B B BB"BeğendinizseBsizeBdeBbulurumBbirerBtane!"B B BB"HayBöyleBbirBişByapsan?"BdediBHafız,Byutkundu.B B BB"KendinizBkıymetli,BistediğinizBucuz!BŞimdiByağmurByağmasaB bunuBbırakırdım.BAnkara'daBçokBvar..."B B BB"BanaBbirBtaneBgetirirsenBmemnunBolurum!BAmaByerlisindenB değil,BAmerikanBolsun!"B B BB"SanaBda,BCemal'eBde!..BYağmurlukBdediğinizBne?BFedaBolsun..."B Durdu,Byutkundu.B"DahiBVelikul'aBdaBgetiririm..."B B BBAtıBçektiler.BCemalBheybeyiBataBattı.B B
{ "page": 16, "source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf" }
B 17BBBKocakapıyıBdaBVelikulBaçtıBusulca.B B BB"BineyimBhemen!BYollarBcıvımadanBköyüBtutayım.BHavaBiyiceB inmiş!BŞimdiBboşanacak..."B B BBBindirdiler.BKamçısınıBsalladıBKabakBMusdu.B"HaydiBısmarladıkB ağalar!"BdediBhepsine.B"Cemal,Bısmarladık,Bgardaşım!BHafız,Bısmarladık!B IsmarladıkBVelikul!.."BEpeyceBuzaklaşınca,BdönüpBelBsalladı.B B BBNaylonByağmurluğunBiçindeBbirB"camBadam"BgibiBgörünüyor.B GökBdevrilseBıslanmayacak.B B BBVelikulBgöğeBbaktı:B"UrganBbittiBmiBacap?"B B BB"CanımByağsaBdaBseninBurganaBbirBzararBgelmez.BÇıkıpBoturalımB cımıcık!.."BdediBCemal.B B BB"YokByok,BgidipBbakayım!"B B BB"BeriBbakBVelikul!"BdediBHafız.B"ĐyiBdüşünBbuBkonuyu!BTepilecekB nimetBdeğilBkardaşım!BOlurundanBdüşün!.."B B BBCemal,BeliniB"hastir"BçekerBgibiBsalladı.B B BB"OlmazByanındanBdüşünebilirBmiBulan?BBaşınaBgöpgözelBbirBkuşB konuyor!BBaksana,BherifByağanByağmuruBiplemiyor!BNaylonByağmurluğunB içinde,BşişedeBgibiBgidiyor!BSenBisem,BurganBbükülüyor,ByağmurB yağacakBdiyeBdeliBoluyorsun!BGelBhaydiBgel!BBenBbirBçuvalBvereyimBdeB biçeğiniBiçineBkat,BgeçirBbaşına!.."BHemenBiçeriBgirdi,BatmanınBüstündekiB kılBçuvallardanBbiriniBaldı,BverdiBVeĐikul'a.B B BB"BirBçuvalBdaBbanaBgetirBmadem!"BdediBŞakirBHafız.B"GeçireyimB kafama,BbenBdeBgideyim!BDahiBsenBdeBgel.BVelikul'unBurganaByardımB edelim..."B B BB"ÖyleBmiBdersin?BBaşkaBişeBdeBbakamadıkBbugün!"BAtma'nınBaltındanB ikiBçuvalBdahaBgetirdiBCemal.B B BBDahaByağmurByok.BÇuvallarıBalıpBbükecinBbaşınaByürüdüler.B B BB"ŞimdiBköyünBboşboğazlarıBbaşlar:B"NeByaptınızBkuzuBpazarlığını?B SözBkestinizBmi?"BUygunBbirBcevapBverelim!.."BdediBHafız.B B BB"Helbet!B"KonuştukBamaBsözBkesmedik!"Bderiz."B
{ "page": 17, "source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf" }
B 18BB BB"ÖyleBdiyelimBamanın!"BdediBVelikul.BĐlkBkezBkonuştu.B"DümbürB düdükBetmeyelimBhemen!"B B BB"Tamam!"BdediBCemal.B"(GönlüBvarBdürzünün!BYaniBuçuyor!B AmaBmasusBsusuyorBki,BnazlanacakBbiraz!..BParayıBfazlaBkoparmakB için...BÇokBparagözdürBbuBdürzü,Bçoook!..)"B B BBKabakBMusdu,BatınıBdörtnalaBsürüpBgeçtiBevinByanındakiByoldan.B AtıBtanımasalar,BnaylonByağmurluğunBiçindeBkiminBgeçtiğiniBbilmeyecekler.B "HemBdeBbuBkezBbakmadıBkörBolasıBgözleriniBdikipBdikip!"BdediB Havana.B"KudurasıBnalet!.."B B BB"AnaBgıı,BoBmu?"BdiyeBsorduBDürü.B B BB"OBdevrilesi!"BdediBHavanaBöfkeyle.B B BBDürüBgüldü:B"NeBonunBsırtındakiBgıı?"B B BB"SırtıBkapansın!BTakmışBbirBşey,BkimbilirBne?"B B BBAdamlar,BbükülmüşBurganıBVelikul'unBelineBverdiler.B"Al,BgüleB güleBkullan!BSonundaBbununlaBasılBinşaallah!"Bdediler.B B BB"BakBşimdi!"BdediBVelikul.B"SağBolun,BvarBolun!BBüküpBgelepBetmişsiniz;B amaBbuBbedduaBne?"B B BB"AsılacağınBzamanBipBaramağaBgitme,BkötüBmü?"B B BB"Dürzüler!"BdediBVelikul.B"BenBasılacağımaBsizBasılın!"BSesiBbayağıB öfkeli.BNedenBböyleBkonuştuğunaBkendisiBdeBşaştı.B B BBKahveciBKocaBLinlin:B"Neyse!"Bdedi.B"YarımBtenekeBhelvaBalıpBbirB ziyafetBçekersinBarkadaşlara!BBak,BkoçBkesBdemiyoruz.BErkeçBdemiyoruz.B YarımBtenekecikBhelvaBdiyoruz..."B B BB"BüktükleriBbirBurganBbe!"BdediBCemal.BVelikul'uBarkaladıBbiraz.B B BB"OnunBdaByarısınıBbizBbüktük!"B B BB"UrganBdeğilByalnız!"Bdediler.B"KuzuBalımBsatımınınBdaBşerefine!B AlımBsatımınBhaberiniBsizBgelmedenBduyduk.BKabakBMusduBatınBüstündeB yüzgülüBgibiBağardıBgittiBhoşnutluğundan!.."B B
{ "page": 18, "source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf" }