page_content
stringlengths 1
4.1k
| metadata
dict |
---|---|
ra Mustafa Paşa'nın durmadan bizi dikizleyen bakışları, bir ke
re bile elini tutamadığım halde Alma'nın içimi kavuran ateşi...
Allah biliyor ya, senfoniyi nasıl dinlediğimi, ondan ne anladığı
mı hatırlamıyorum. Off, of, ben de az şey yaşamadım canım, şu
sandalların haline baksana!.
Parmaklarının arasındaki palamutu usul usul okşuyor, bir
yandan da sağ elinin ayasındaki ince yaprağa bakıyor yine. Fa
ruk ya da Nur, şu an ikisinden birine öyle gereksinim duyuyor
ki. Çünkü nihayet, yüzünü, huyunu suyunu bilmediği Chirico
ya da zaten çok yorgun olan Milena ile günlük sorunların altın
dan kalkamazdı. Gözler açıkken görülenler de vardı. Apaçık
işitilenler sonra. Siz İspanya tatilinizden bugünlerde dönmeye
cek miydiniz Faruk? Döndüyseniz, belki bana bu akşam telefon
edersiniz. Telefonla ararsanız, yardıma çağıracaktım. Yardım
edeceksiniz, değil mi? Yalnız, bilemiyorum, ben acaba eve dö
nebilecek miyim, o oradayken öyle, yani bakmışın pat diye dö
nüp gelmiş, bu karşılaşmaya hazır olabilecek miyim?
Sahi, mutfak penceresini kapatmış mıydı? Musluk temiz
miydi?
Buraya kadar yürürken usul usul bir iç dinginliği edinmiş
ti. Kitabını okurken de bir süre dingindi. Ne oldu da, yeniden
tedirginleşti? İç dinginliğini elden kaçırması bir ara Milena'yı
düşünmek için gözlerini kapadığı zaman başladı galiba. Far
kında bile değildi: Asaf da bugünlerde gelebilir. Gerçi musluk
ları, tuvaleti, mutfağı, evin her yanını tertemiz bırakmaya özen
gösteriyorum; emanete ihanet olmaması için elimden geleni
yapmaya çalışıyorum; çimleri, çiçekleri de suluyordum, yine
suladım ama ... Ah, anahtarı aldım mı ben?
Yaprağı buruşturup elini hemen şortunun cebine atıyor:
Tabii canım, burada işte. Nedense hep, içerde unuttuğum kor
kusu. Bir türlü atamadım üstümden. Haftalarçlır evden anahta
rı elimde tutarak çıkarım, yetmez, gözümü de üstüne dikerim,
elimde olduğunu mükemmelen bilirim, yine de içerde unuttu
ğumu sanırım. Asaf nekadar içten olursa olsun, nekadar cömert
davranırsa davransın, emanet şey hiç bana göre değil. Alışma
mışım. Hep kendi evim. Azıcık aşım, kaygısız başım, yaşayıp
119 | {
"page": 119,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
gelmişim. Ah Faruk, benim yeni genç dostum, bugün İspan
ya' dan dönmüş olsanız, ben de eve dönmüş olsam, telefonla
beni bulsanız, dersiniz ki: A, ama yemeklerinizi bukadar za
man yapayalnız yemeniz yeter. Hadi çıkıp birlikte yiyelim. Şa
rap içeriz. Yarım kalan konumuza döneriz, yine Gottfried
Benn' den konuşuruz, dersiniz. Tatlı tatlı güler, bana hala varol
duğumu hissettirir, tuhaf bir biçimde eriyip giden kimliğimi
belki de geri kazandırırsınız. Siz, bu son bir ayda yemeklerimi
yapayalnız yediğimi sanıyorsunuz, oysa ummadığım kadar ka
labalıktım ben, bilseniz! Kendimle hiç başbaşa kalamadım, ne
olup olmadığımı göremedim Faruk' cuğum, cancağızım. Yu
nus' a bir defa yine Benn' den sözaçmak istemiştim, kendimi ne
ata, ne insana benzetemediğimi söyleyeyim, demiştim, hani o
akşam kahvede otururken dinlememişti ya, yine dinlemedi.
Acele Antonia ile buluşması gerekiyordu. Onlar böyle müzikli
yerlere gidiyorlardı da, çok gürültülü, benim başım kaldırmaz
bilirsiniz. Unutur muyum hiç, nasıl yarım kalmıştı ikili yaşayış
lar üstüne konuşmamız.
Yeni genç arkadaşı İspanya'ya gitmeden önce, bu ayın baş
larında, sıcak, bungun bir akşam, serin bir kahvede oturdular.
Yanlarında Yunus. Geleli birkaç gün olmuş. Yoksa daha mı çok?
Onunla zamanın neresinde bulunduğunu şaşırmaya başlamıştı.
Faruk' a Gottfried Benn adındaki Alman şairden sözetrnişti; Beh
çet Necatigil'den bir şiir okumuştu, durup dururken, nedense,
Sorum adlı şiiri. Bir zamanlar ... O zamanlar ... Şaire en yakın du
ranların bile -galiba- çok dikkat etmediği Sorum. Gottffried
Benn' den bir yazısında sözeden de aynı şairdi, oradan aklına
gelmişti. Benn, kendi kuşağının sanatçılarını yarısı insan, yarısı
hayvan mitoloji kahramanlarına benzetirm iş. "Biz, olduğumuz
dan başka türlü yaşadık, düşündüğümüzden başka türlü yaz
dık, umduğumuzdan da başka türlü düşündük," demiş. Bu
doktor-şair , daha ilk uluslar savaşına katıldığı sıralarda Yirminci
Yüzyıl insanının parçalanmış bir insan olduğunu söylemiş ...
Faruk'un kendisini sahici bir dikkatle dinlediğini görünce,
eklemeden edememişti:
"Bizim birçok aydınımız, yazarımız da Benn'in tarifine
uyuyor. Artık yüzyılın başlarından çok uzakta olduğumuz hal-
120 | {
"page": 120,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
de, hala o dönemmiş gibi, onlar da olduklarından başka türlü
yaşıyor, düşündüklerinden başka türlü hareket ediyorlar. Ben ...
Ben ... "
Kendisinin kendine nekadar yabancı kaldığını söyleyecek
ti, titizlikle, orta yerinden bölünmemek için tarihin ve yazının
içine çekildiğini, buna benzer bir şeyleri söyleyecekti . Ama Yu
nus, hemen sözünü kesmiş:
"Hıh, bizimkiler !.. Ne düşünmüşler ki, ne yaşayacaklar?"
demişti.
Ardından da yine, tek sıcak notası bulunmayan ses tonunu
çıkardı ortaya:
"Bozuk paranız var mı Faruk? Bir yere telefon edeceğim."
Bu tını. İmparator buyrukları bile onunkinin yanında ezik
büzük kalırdı herhalde. Bağırmadan, buyurmadan, bu tını: Tah
tırevanımın bir ucundan siz omuzlayın Faruk, öteki ucunu da
emekli tarih öğretmenimiz omuzlasın; beni havaya kaldırın,
kaldırın, daha kaldırın ve taşıyın, diyen bir tını.
Ah yavrucuğum Nur, farkında olmadan seni de ezmişiz,
avucumdaki ince, saydam yaprakçık, Antonia ortaya çıkana ka
dar senin efendiye hoşca vakit geçirtmek için verdiğin gönüllü
uğraşlar ... Sonra da, siz olmasanız da olurdu'ya gelen soğuk
duruşlar. Aman, neyse artık, kurtuluş. Olan oldu, geçen geçti,
artık feraha erdik. Gittiğine hala inanamıyorum, sabah yürüyü
şüme biraz geciktirerek de olsa bir rahatlık duygusuyla başla
dığıma inanamıyorum. Üzgünüm, ama artık gücümün sonuy
du. Bir de bakmışın gitmemiş, dönüp gelmiş, öyle ise çamaşır
ipi olsun bari, başka ne olabilir?
Sayfaları açık kitap yine dizlerinin üstünde. Hani okuya
caktı? Milena artık Prag'a kesin dönüş yapmıştı hani? Yanında
da garip bir adam vardı. Sözde, Birinci Dünya Savaşı'nda ilkin
Balkanlar da direniş mangalarına katılmış doğru çeviri yorsam,
sonra da gidip bolşeviklere katılmış hani, Milena adamı profe
sör babasına tanıştırınca, yaşlı adam büsbütün patlayıp: "Nedir
canım, hep bu saçma sapan kimseleri bulup bulup getiriyor sun
buraya Milena!" diyerek herifi evinden defetmiş! Jeromir, köy
de bir orman korucusunun oğluymuş, çok yoksulmuş, babası
da erkenden ölüvermiş, bunun üstüne küçük Jeromir babasının
121 | {
"page": 121,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
işini sürdürmüş; ağaçların, kuşların dilini öğrenmiş; ama anne
si onu ille okutmak istediği için, tutmuş kente göçmüş. Bakkal
lık falan ederek oğlunu okutmuş. Oğlan mimar çıkmışsa da ey
lemci bir gruba katılarak mimarlığı boşlamış. Türlü türlü hüc
relerde görev almış. Bu yüzden, Milena'nın aristokrat babasının
hem komünistlerden, hem Yahudilerden nefret ettiğini ne bil
sin, koskoca Prof.'un kendisini yaka paça evden kovuşuna pek
şaşmış!
Kitabı yeniden bırakıyor. Nefret, mi dedi? Bu duyguya çok
kısa bir süre öncesine kadar nasıl da yabancıydı. Faruk, Yu
nus'un kahvede gösterdiği tutumu nasıl okadar serinkanlı kar
şıladı, anlayamamıştı. Kendini hiç de öyle tahtırevan taşıyıcısı
biri gibi gördüğü yoktu. Elini cebine atmış, Yunus' a bir avuç
dolusu madeni şiling uzatmakta ...
Gözlerini önüne, tam da şimdi indirdiği noktaya indirmiş,
ezim ezim ezildiğini hissetmişti. Emekliliğine çok az kala öğ
rencisi olmuş, sonra, yazılarından ötürü hocasını ziyarete başla
mış Yunus'tan, bu genç arkadaşından mı utanıyor, kendisinden
mi, artık birbirine karıştırdı. Faruk' tan Yunus adına özür dile
yecek bir söz, küçük bir hareket biçimi aranıyordu. Faruk ise,
paraları alıp Herdeki telefon kulübesine doğru uzaklaşan Yu
nus'un arkasından tanımadığı birine bakar gibi, dümdüz baka
rak mırıldanmakta:
"Rahat olun efendim, lütfen. Aldırmayın. Neden başkaları
na düşen sorumlulukları da hep siz yükleniyorsunuz? Sevdiği
miz şairimizin az önce okuduğunuz şiirini düşünün. Sanki o
kediyi betonlar arasına kendisi tıkmış gibi, suçlandığını duyu
yordu değil mi? Bakın, siz de böylesiniz işte. Evet, belki sizin
kuşaklarda bir kurt adamlık var ya da sfenkslik. Ama bence asıl
sorun, şu aşırı sorumluluk duygularınız. Aydınımızın bellerin
den yukarısı insan, aşağısı at gibi mitolojik bir görünüşlerinin
bulunmasının temelinde yatan bu olamaz mı değerli hocam?"
Sonra, Asafınkini hatırlatan bir sevimlilikle gülümsemişti:
"Çok konuştum galiba. Bize düşen de bu konuşkanlık işte!
Gevezelik. Baksanıza, sizi de, bilmeden anlamadan kentor'lar
türüne katıverdim. Belki, kendinizi her an her şeyden sorumlu
saymanıza isyan ettim, hoşgörün ... "
122 | {
"page": 122,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Yanına düşürdüğü palamutu alıyor, cebine koyarken o da
Faruk' a gülümsüyor sanki: Palamutu bir yana atamadım, da
lından düşmesinden sorumluymuşum gibi...
Burada, birkaç ayın içinde özleyeceği kimselerin de olaca
ğını sanmazdı. Asafı özlüyordu, Faruk'u tabii; Nur'u özlüyor
du, hele Clea'yı. Utanarak da olsa, Clea'yı özlüyordu, onu gün
lerce aradı. Hatta, ne tuhaf, Yunus'u. Fakat, şimdi onu içi ürpe
rerek de olsa düşünüyor olmaktan gizli bir utanç duydu. Böyle
bir utancı hiç duymamıştı. Nesrin hala hayatının içinde, onun
önemli bir parçası iken Yunus'la buluşmaktan, onunla saatlerce
oturmaktan duymadığı bir utanç. Dahası, Clea'yla gizli gizli
buluşurken de bu derecesini duymamıştı. Nesrin. Yılların dos
tu. Nekadar acı, umutsuzluk, nekadar da güzel gün paylaştı
onunla. Hatta, zaman zaman bir yatak. Kadınlara o kadar ya
kın gelmekten kaçındığı halde, sadece Nesrin'le ... Ömründe,
yalnız o. O büyük kadın, diye geçti içinden. Bir kere bile evlen
me sözü etmedi.
Avucunda buruşturduğu yaprağı düzelsin diye kitabın
sayfaları arasına koyuyor: Fakat, buradan Nesrin'e götüre gö
türe her düştükleri yerden topladığı palamutları, kitap, defter
aralarında kurutulmuş yaprakları götürmeyecekti herhalde?
Bunlar da tek başına güzel armağanlar olabilirdi. Ama asıl yük,
henüz yeterince eskimemiş yakın geçmiş. Ne kokusu olduğu
belli değil, tarihi bile yok. Yine de henüz çürümüş bir armut, ta
ze inek pisliği gibi insanın orasına burasına bulaşıyor.
Yakın bir geçmişin yükü de öyle. İnsana bulaşıyor. Lise ta
rih derslerinde anlattığı koskoca imparatorlukların yıkılışı bile
gözünde görkemli operalar gibi canlanırdı. Savaş alanlarında
ölenlerin, kent alanlarında asılanların, sarayların zindanlarında
boğdurulan sultanların, prenslerin iniltilerini işitirdi, ama bü
tün acıların bile kurgulanmış bir ahengi olurdu. Bu kenti dola
şırken de, korsesi sıkılırken beli kırılmış küçük prensesi neşeli
operetlerin küçücük kısacık hüzünlü kadansları gibi algıladığı
olmuştur. Bugünse her şey çok yakınında, omuzlarında ve ya
kın geçmiş çok ağır. Onu henüz bir şarkıya, estetik bir acıya, bir
karnavala ya da tragedyaya dönüştüremeyecek kadar yakın,
taze.
123 | {
"page": 123,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Bu yükün ağırlığı altında ezilmek istemiyor. Yıllarca özle
mini çektiği yeni, geniş ufuklar perdesi böyle kapanabilir mi?
Hemen Faruk' un güleç yüzüne, diri sesine sığmıyor yine:
"Bakın ne diyeceğim. Belki biliyorsunuz, Goethe, bir dü
kün davetlisi olarak savaşı izlemeye gitmiş. Orada, silah sesle
rine, top ateşlerine karşı bir tepenin üstünde dikilip operet yaz
mış ... Şimdi operet düşünmenin sırası mı, insanlar ölüyor, belki
de vatan elden gidiyor, hele operet günleri gelsin de, o zaman,
demeden."
Ah, bir iklim değişikliğine uğramadan önce, gencecik öğ
rencisi Yunus'la da az-çok böyle konuşmaları, tartışmaları olur
du. Ama konuşmalar nedense hemen başkalarına kayar, gaze
telerde şu ne yazmış, bu kime ne demiş, kimin o berbat şiiri ne
rede başköşeye konmuş biçimlerine dönerdi. Yunus'un, kapalı
dünyasına sızdırdığı bu hafif esintiler öğretmeninin hoşuna git
miyor muydu peki? İki hafta ortalarda görünmese, çıkıp gelme
sini beklerdi.
Şimdi ise Yunus, telefon kulübesinden yanlarına dönüyor
du. Aradığı kimseyi bulamamış. Hiç tanımadığı bir kentte, kı
sacık bir süre içinde durmadan arayacak kimselerinin olması
da tuhaf ya. Kendi iklimlerinde hep kimsesizlikten, yalnızlık
tan yakınırdı, herkesle ilişki kuramadığından falan. Bütün bun
lar o zaman dikkatini çekmemiştir; Faruk'un şilinglerini avucu
na doldurup gittikten sonra ağır ağır ortaya çıkan renkler, ses
ler. Tın, tın, tın kendini işittiren tuşeler ...
Yunus, gece eve dönerlerken metro girişindeki meyveci
den kendine bir sepet çilek alıyor. Avusturya dağlarının
Ağustos çileği. Yolboyu çilekleri ağzına tek tek atıyor. İp su
yeşili renktedir. Boynunda. Markettekinden. Bir yandan da
geniş küvet gürül gürül suyla dolmaktadı r. Yunus, dudak bü
kerek, /1 Ay siz küvete mi uzanacaksınız?" demekte ... Hangisi
iyi, yani hangisiyle olmuştu? Gözleri patlak patlak öyle, biri
gelip gözkapaklarını örtmeliy di. Peki ama küvetin suyu ne
den kızıldı. Kanlı. Usturayla kesilmiş bir gırtlaktan fışkıran
kan ...
Çilekler koyu kırmızı, canlı renkteydi. Daha çok, pembeyle
mora kaçan, müthiş çekici renkte, kokulu ...
124 | {
"page": 124,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Kendisinin de canı çekmişti, ama genç dostuna, bir tane de
bana versene, diyemedi. Geri dönüp bir sepet de kendisine al
ması tuhaf kaçmaz mıydı. Hani, biri ne yapıyorsa onu yapmak
istiyormuş gibi? Kişiliği yokmuş gibi?
Nesrin. O eski, uzun dostluk. O sevgili.
Nesrin, tabağında ne varsa, bir lokma da kendisine tattır
madan imkanı yok yiyeceğini yemezdi. Yemez. Sokakta güzel
bir şeyle karşılaşsa, gelir, bunu daha güzelleştirerek anlatır, çir
kinleri ise kendine saklar. Bazan telefon eder:
"Enginar çıkmış. İç bakla da aldım. Seversin. Hadi hemen
atla gel."
Bukadar incelik, dikkate karşın ona, "Bu akşam çıkmak is
temiyorum, bir deneme üstünde çalışıyorum," deme özgürlü
ğünün olduğunu düşünüyor da. Hiç farkında değildi. En azın
dan bukadar açıkca bilmiyordu, küçücük, sınırları dar dünyala
rının içinde dingin, dengeli bir hayatlarının olduğunu. Çok bü
yük sandığı düşünce, duygu bunalım anlarının, zamanlarının
çok minik olduğunu. Çeşit çeşit taşra okullarında ders vermiş,
çeşit çeşit insanla karşılaşmış, yüzleri gibi huyları da birbirine
benzemeyen çocuklarla haşır neşir olmuş, tarihi, bütün bir
dünya tarihini boydan boya ve sayısız defa anlatarak yaşamış,
yaşatmaya çalışmış. Bir 'başkası' olunduğunda ise bütün bun
lar 'hiç' ti işte.
Peki, bu 'başkası'nın, tam üç aydır ormanının fısıltılarını
dinlediği, saraylarına, müzelerine girip çıktığı, operalarına git
tiği, şaraplarını içtiği, tarihiyle uzun uzun konuştuğu kentteki
yeri nerede? Önünden sıçrayarak geçen sincapta mı, yeşillikler
arasından üst katları seçilen yaşlılar yurdunda mı, bahçeler ara
sından sessizce akıp giden sabah otobüslerinde mi, kent merke
zinin durmadan yiyip içen, en gençle en yaşlıyı aynı oranda ta
şıyan kalabalığında mı?
Her yanı Yunus tutmuş gibi. Bütün kent tarihini. Faruk'un
ya da Nesrin' in, Asaf'ın arada bir belirip yitmelerinde bile onun
payı var.
Çünkü henüz hiçbir şey geçmiş olmadı. Tarih olmadı. He
nüz kestane ağaçları, çınarlar yapraklarını dökmedi. İlk güz
yağmuru yağmadı henüz. Havanın nemli bunaltıcılığı sürüyor.
125 | {
"page": 125,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Nuı'un getirdiği bembeyaz pıtrak çiçekli saksı çiçeğine daha
sık su vermek gerek. Baygın baygın kokuyor. Bu koku, bodrum
kahndan yükselen ağır kokuyu bastıracak, diye umuyor. Saksı
ya bu sabah su vermiş miydi? Yoksa, çimlerin, bahçe çiçekleri
nin arasında onu unuttu mu? Nuı'un o güzelim fulya'sını unu
tacağı aklına gelir miydi? Viyana Operası'nı yırtık blucinli, kirli
fanilalı gençlerin de dolduracağı, buna karşın, töreye uygun
olarak frak giyinmiş yer göstericileri, operanın önemli Alman
izleyicileri sanacağı aklına gelir miydi? Milena mektupları ko
nusunda, tarihin ve ticaretin bizi aldattığı gibi bir savla karşıla
şacağı aklına gelir miydi? -Bülent kimse, Yunus'un her fırsatta
hakemliğe çağırdığı o Bülent kimse, onunla karşılaşıp hesap
sormalı! Yunus' a için için çok öfkelenmişti, ama çıbanın asıl ba
şı bu Bülent olacak pislik üreticisi. Kafka, bencilin biri olsa bile,
eseri değer yitimine uğrayacak değildi herhalde? Bazıları böy
leydi zaten. Sağlamca ayak basacağımız tek metrekare kalsın is
temiyorlardı. Ama bunu, burada, başka bir ufukta düşüneceği
aklına gelir miydi? Barok bir duvar üstünde 'Yabancı, defol!'
yazısını okuyacağı, kendisi de bir 'yabancı' olarak, daha yirmi
iki yaşındayken Avusturya-Macarist an İmparatorluğu'nun arşi
dük bıyıklı subaylığına, oradan da prensliğe yükselen Euge
ne'in, Savoie Prensi Eugene'in yaptırdığı görkemli yazlık-kı şlık
sarayları önünde 'çingene baron'un o gün bugündür dilendiği
ne tanıklık edeceği aklına gelir miydi? Dünün nazisiyle dünün
komünistinin şimdi el sıkışıp, yanyana durarak Büyük Müzik
Festivali'ni açacakları aklına gelir miydi? Barok dönemden çık
ma bir prense, hem de iki kere, biri Freyung'la Herreng asse'nin
kesiştiği köşede, öteki küçük Michaeler Platz'ta rastlayacağı,
onun bir reveransla kendisini selamlayacağı aklına gelir miydi?
Schotten metrosundan çıkmış, belki de bu kentte yeniden
tanıdığı Yunus'u eskitmek, geçmiş kılmak için Clea'yı aramaya
koyulmuştu . Onunla oturma alışkanlığı edindikleri, turistler
den uzak, küçük, serin, Viyanalılığını hala koruyan kahveye gi
derken, acaba Clea son bir defa buraya uğrar mı, diyerek. .. On
dan utanıyor , Prens tarzı geniş reveransın bir işe yarayacağını
ummuyord u. Oteline telefon etmek de istemiyor, kendisini
"Gitti," yanıtını almaya hazır duymuyordu.
126 | {
"page": 126,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Güneş nekadar yükselmiş. Yine de üstünde sabahın serinli
ği var; ışınlar ılık dokunuşlarla dizlerini, parmak uçlarını okşu
yor. Kalkması, markete kadar yürümesi gerek, ama kendisinde
kımıldama isteği duymuyor. Evet, çok hoş bu ışınların dizleri
ni, çıplak ayaklarını okşayışı. Daha ilk günden, Clea'nın öpüş
leri gibi. Öpülmeyi unutmuş dudaklarını ısıhşı, ayaklarını sev
meyi öğretişi gibi ...
Dün değil miydi? Yunus buraya gelmeden önce Clea'yla
dolaşhkları sokakları dolaşh yine. Birlikte oturdukları kahve
lerde oturdu. Gözleri her tarafta gümüşe yakın kırlıktaki saçları
kısa kesilmiş, bir tutamı hep yüzüne düşen gri-yeşil gözlü, ince
boyunlu kadını arandı. Bedenlerinin her yanıyla tanıştıktan
sonra, bir ilişkinin öylece bitmesini, ortadan silinip gitmesini
içine sindiremiyor. Oysa, ilişkinin böyle sonuçlanmasına yola
çan kendisi. Hangi kendisi ama? Buraya kadar, bir kadının elini
tutmuşsa ona gülümsemişse, o kadına karşı ömürboyu sorum
luluk duymuştu. Karşı cinsten o kadar uzak bir ömür sürmesi,
belki de bundan.
"Kendimi tanıyorum," diye yazacak daha sonra küçücük
defterine. Clea'yla birlikteyken daha iyi tanıyorum. Anto
nia'nın muzu soyup içini yedikten sonra kabuğunu önüne ge
len yere fırlatışına, o muzu birinin karşısında suratına baka ba
ka yerken, kişiyi de, muzu da unutuşuna yabancıyım. Beni alı
yor, bir çiklet çiğner gibi çiğnemek istiyor. Ona, neden evlen
mediğimi, Nesrin ile ilişkimin otuz yıla yakın neden öylece sü
rebildiğini anlatmam olanaksız. Antonia' dan korktum . Çok
korktum. Fakat Clea. Onunla buluşmuştum. Tende buluşmuş
tuk, sürmeliy di.
Deftere, Hem N., hem C., diye yazarken ayrı ayrı ürper
mişti. "Kendimi tanıyorum" dan öte hiçbir şeyi açıkça satırlara
dökmeye yüreklenemedi. Clea' dan özür de dileyemedi. O olsa,
belki açılabilirdi. Gitgide üstüne daha çok bastıran ağırlıklar
dan kurtulabilirdi, Yunus'tan ... Yunus'u karşılamak, zamanının
tümünü ona ayırmak, kimbilir belki de ondan gizli bir kadınla
buluşmamak için Clea' dan uzaklaşmadı mı? Ya Yunus' un bu
ilişkiden haberi olursa, diye korkuların en büyüğünü yaşadı.
127 | {
"page": 127,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Ama işte artık korkutamaz, bitti. Bodrumdan kokular yükselir
ken evden çıkmadı mı? Hayır, evden çimleri suladıktan sonra
çıktı. Islıklarla. Markete gidecek, kenti dolaşmaya çıkacak yine.
Ulusal Kitaplığa da gidecek. Alma'nın ayak bastığı sokaklara
ayak basacak. .. Clea'nın ...
Çok yürümekten yorgun, Michaeler Platz' da yeniden dur
muştu; yüzünü Hofburg'un cümle kapısına vererek. Bir yanına
eski sarayı, öte yanına yeni sarayı alarak, sırtını küçük kilisenin
duvarına yaslamıştı. Saray girişinin biraz önünde arkeoloji öğ
rencileri, başlarında hocaları, kazı yapıyorlar. Ta uzak günleri
nin, Anadolu liselerindeki öğretmenlik zamanlarının kokusu
gibi, topraktan eski bir koku yükseliyordu.
Geçmişin kokusu yoktur. Geçmiş erir; kan ve alınteri buharlaşır ,
havaya karışır gider. Elle tutulur, gözle görülür biçimde geriye kala
cak olan sadece taşlardır. Yoksullara seyirlik bir cennet sunmak için
zenginlerin yaptırdığı işte bu taştan, mermerden saraylar, duvarlar,
heykeller, kiliseler, manastırla r, surlar ve kalelerdir.
Burnuna taze kazılmış toprak kokusu değer değmez, hiç
de kendinden çıkmışa, kendi hayatından filizlenmi şe benzeme
yen bu cümleler, zihninden sel gibi akıp gitti. Ruhunu Giorgio
de Chirico'nun ruhuna bağlayan düşünce gibi değildi bu, ayrı
bir yerde duruyordu. Noktası konuyor, aynı cümleler bir an
sonra yeniden akışa başlıyordu. Ama, çıktığı yer arkeolojik kazı
çukuru olduğu halde, kazıya bakarken değil. Kilisenin hemen
arkasındaki dar sokağın başında, belki de tam yedi asırdır öyle
ce duran enlemesine diktörtgen taş yapıya bakarken. Daha
doğrusu o ağır taş yapının duvarını boydan boya kaplayan Alte
Hofapotheke yazısına bakıp dururken. Fakat, bu iri kara harflerle
yazılmış, -herhalde yakın bir geçmişte yazılmış -, yine de za
manın karasını yer yer soldurduğu yazı, sık görülüp de hiç
ayırdedilmeyen şeyler gibi, henüz bilincine çıkmış, henüz 'gö
rülmüş', değildi. Clea'yla dolaştıklarında da, buraları sanki da
ha önceden, çok önceden görmüş gibiyiz, tanıyoruz, acaba baş
ka bir hayatımız mı oldu, sarayın ve eczanenin buray.a kurul
duğu tarihte mi yaşadık, demelerine, bunu böyle bilmekten çok
keyif almalarına karşın da 'görülmüş' değildi. Bir yandan da
128 | {
"page": 128,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Freyung köşesinde durup dururken neden o Prense rastladığı
nı, aynı Prensi bir kere de bir Kontla birlikte gördüğünü, ko
nuşmalarını nasıl işittiğini, işittiklerini nasıl olup da buraya ka
dar taşıdığını bulmaya çalışıyordu. Kazının az berisinde, bur
nunda hep geçmişin kokusuyla ... Çürük armut kokusu değil
hayır, o orada dursun, gözlerini kim kaparsa kapasın, sakın dö
nüp gelmesin, o zaman belki şimdiden çamaşır ipini satınal
mak. ..
Oturduğu bank arhk gölgeli değil. Güneş, dizlerinden kar
nına, göğsüne doğru yürüyor. Kollarının üstündeki seyrek be
yaz kıllar günışınları altında da hiçbir dirilik işareti vermiyor.
Kalksa mı? Nasıl oldu da başta Clea, Hofburg'un önü, taş du
vardaki yazı, kazıdan yükselen eski toprak kokusu zihninin bir
köşesine itildi yine?
Küçük defterine şöyle bir şey de yazmamış mıydı: "Haya
tımda dingin bir parantez açıldı." Ya da şunu: "Bukadar dingin
bir ortamda hayalım bütün düzenini kaybetti." Sahi, arada sı
rada o deftere athğı küçük notlar neydi? Açıp bir baksa, ama iş
te, çimler sulanacak, Nur'un fulya'sı, en önemlisi de evin anah
tarı unutulmayacak, derken, defteri yanına almayı unutmuş!
Musluk temiz miydi? İnsanın Münih trenindeki kompartıman
da, o küçücük musluk başında nasıl yıkandığını anlaması zor,
şeyden sonra, Gropius'la pek ateşli bir buluşmadan sonra, tabii
sözkonusu olan el yüz yıkama değil, o nedenle, kan ve alınteri
buharlaşır gider, diyemezsiniz, dölsuyu buharlaşır gider, diye
mezsiniz, Mari-Terez o kadar çocuğu birden nasıl doğurdu,
hangi küvette? Terlemiştir, geçmişin kokusu her bir taraftan hü
cum eder, bodruma kapatsan da yukarı çıkar, sanki kazı yapı
lınca koku olduğu yerde mi kalır?
Clea'yı son iki gündür deliler gibi nasıl aradığını düşün
müyor muydu? Asaf ın bahçesi, bodrum katı değil hayır, bun
lardan uzakta, sarayın önündeydi. Burnuna taze kazılmış top
rak kokusu değer değmez de:
Geçmişin kokusu yoktur. Geçmiş erir; kan ve alınteri buharlaşır,
havaya karışır gi.der ... diye başlayan bir cümlenin diline takılma
sıyla kazıyı gördü. Hatta bir fiaker, atlı arabalardan biri de, tam
129 | {
"page": 129,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
bu sırada, ardında nal sesleri, tekerlek lıkırtıları bırakarak Balo
Sarayı'na doğru uzaklaşıp gitti. Arabanın içinde gençten üç Ja
pon turist kız vardı. Saçlarına tüyler, yüzlerine maskeler tak
mışlardı, karnaval eğlencesine gidiyorlardı. Herkes o yana gidi
yordu. Demek cinayeti kimse görmeyecek . Küvete dolan su
yu ... Kan manyok. Kansız su. Kan buharlaşır, havaya karışır gi
der.
Gözlerini kırpıştırıyor.
Üç Japon kız, arabanın içinde uzaklaşıp gittiklerinde de
gözlerini kırpıştırmışh. Ya, gittiğini apaçık gördüğü araba hiç
uzaklaşmamışh ya da yeni bir araba gelip önünde, kazının az
berisinde durmuştu.
Bu sefer perdeleri örtük bir arabaydı bu. On Yedinci Yüzyıl
yarısının modeliydi. Kazıların yapıldığı yerde arkeoloji öğrenci
leri değil, kireç ocağı ve ocakta çalışan işçiler vardı. Taş işçileri
ise bir yanda çat çat taş kırmakta, mermer işlemekteydiler. Ha
vada ince beyaz bir toz bulutu savruluyordu. Araba, hemen ora
cıkta, sokağın başında, Eczane duvarının dibinde duruyordu.
Arabanın perdesi aralanıp da dışarı perukalı bir baş uzana
cağını beklerken, dudakları kendiliğinden kımıldamaya, ağzın
dan Gfçmişin kokusu yoktur sözcükleri dökülmeye başlamıştı bi
le. İşte, yanılmamıştı! Tam da beklediği gibi, arabanın perdesi
aralandı, eldiven kenarları bol dantelalı bir el göründü, sonra
da üstünde kocaman madeni tokalar bulunan, ökçeleri hem ka
lın, hem yüksek barok ayakkabılar , dizlere kadar çıkan kalın
beyaz çorapların sıkıca sardığı bodur, tombul bacaklar yere
doğru indi.
Silkindi.
Araba yoktu. Gitmişti. Kireç ocağı da yoktu. Yanılmış. Bo
şuna telaş, korku. Cesedi sormaya gelen kimse yoktu. Saray
zaptiyesi falan, hepsi şu çukurun içine gömülmüştür. Kimse
bilmiyor zaten. Bilmeyecek de. Ancak, şaşılacak şey, dört taş iş
çisi, tak tak taş kırmayı, mermer işlemeyi bırakmış, yüzü yanık
içinde bir başka taş işçisini kollarından bacaklarından tutmuş,
sedyedeymiş gibi önünden geçiriyorl ardı.
Ne olmuş? Ne olmuş?
Bu onun sessiz bir sorusu.
130 | {
"page": 130,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Sessiz bir yanıt geldi:
Kireç ocağına düşmüş!
Perdeleri inik araba yoktu. Madeni tokalı rugan barok
ayakkabıl ar, kısa beyaz tombul bacaklar yoktu. Ceset falan yok,
ama dantelalı bilekler duruyordu nedense. Bol dantel yığını
ucundaki ipek eldivenli eller duruyor, eldiven üstüne, başta
işaret parmağı olmak üzere parmaklara takılmış iri taşlı yüzük
ler duruyordu. Bileklerden biri, hafifçe şöyle bir kımıldıyor, iki
parmak arası hareket, hani sanki sümkürmek için cepten bol
dantelli kocaman bir mendil çıkarıyormuş gibi, 'götürün' işare
ti yapıyordu:
Götürün, ona birkaç kupa şarap içirin, bir şeyciği kalmaz!
Hala aynı semt parkının aynı kanapesinde oturmaktadır.
Bu sabah üstüne çöken ağırlıktan bir türlü kurtulam ıyor. Önün
de, çimlerin üstünde sıcakkanlı dolaşıp duran iki serçeye, siga
rayı bıraktığından beri cebinden, çantasından eksik etmediği
bisküvilerden birini ufalıyor. Bisküvi ufalayan iki parmak ucu
nu, Liechtenberg Prensi'nin bol yüzüklü parmakları sanıp irki
liyor. Nasıl irkilmesin ki? Sabahın sıcak nemli sisinde çeşit çeşit
işlenen cinayetler , patlak gözler, kireç ocaklarına düşüp orada
yananlar ... Asafın evinin arkasında yeni bir villa yapıyorlar ,
ama yanıbaşında bir kireç ocağına rastlanmıyor. Yapımlarda ki
reç hala gündemde olsaydı fena mı olurdu? En kolayı buydu.
Hazır, akşam dönüşlerinde hep yanından geçiliyorken, bir ko
laylık ...
Ne? Hangi kolaylık? Hayalci Hoca!
Gözlerinden tuhaf bir pırıltı geçiyor: O zamanlar , ders ver
diğim sınıflarda çocuklarımın yaratıcılığına güven duymuş
tum. Birinin teyzesi mi, halası mı, neyse, radyodan dinlediği bir
şiirime dayanıp, dikkat yavrum, bu seneki tarih öğretmenin ha
yalcinin biri, demiş bulunsa da, bunu benimsemelerinden hoş
nuttum. Bırakalım hayalleri gelişsin. Bakarsın, böyle böyle, der
ken ... Ama sonraları, 'Hayalci Hoca' adıma bir de 'Hanım' ekle
dilerdi; oldum 'Hayalci Hanım Hoca'. Buna da hiç itiraz etme
dim. Etse miydim? Hayaller, düşler ölüm adına da gelişebilir
çünkü. Çamaşır ipi, ustura, küvetteki su, kireç ocağı, zehir, ma-
131 | {
"page": 131,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
kineli tüfek, fırın, fıçı ... derken bir can kaldırılıp toprağa ahlır,
çarçabuk geçmiş kılınır; kokmaz, bulaşmaz; buharlaşır.
Sultanahmet'te dolaşırken, Topkapı'nın ya da Dolmabah
çe'nin önünden geçerken gördüğü hayaller çocuklukta, ilk
gençlikte kaldı. Ham hayaller ... Tarihe karışıp kaç kere iV. Meh
met şenliklerini o zamanın insanlarıyla yanyana izlemişti. İs
tanbul surlarının bir köşesinden her geçişinde Konstantinopl'ü
kaç defa Fatih'le birlikte topa tutmuş, Haliç' e kızaklar üstünde
karadan inen gemilerin içinde olmuştu. Hem de Çakabey eda
sıyla, 'Foraaa!' diye haykırmış, yelkenler şişirmişti. Başka bir
akşam, Dilhayat Hanım, yeşil feracesiyle Üsküdar İskelesi'nde
belirivermiş, ortalığı uçucu bir gülsuyu kokusu sarmış; beste
kar sazende hanım eteklerinin hışırtısıyla kendisini Göksu'ya
götürecek arabaya binerken, kulaklarında evcara saz semaisi
uğuldamıştır.
Sultan Cem yerine zindanlara kapatılan da kendisiydi, ora
da boğulan da. Tek başına Padişah'ı devirip 'halk iktidarı' kur
maya yekinen 'halkın çocuğu' Ali Suavi'nin suikast girişimi sı
rasında, gece duvardan atlarken ayak bileğinin incindiğine and
içebilirdi; bileğin acısını duymuştu. Fiaker'ıyla kireç ocağının
yanıbaşında beliriveren Liechtenberg Prensi'ne bakarken ise,
bir an Sultan Reşat'ın Cuma namazına gittiğini sanmışh.
Sonraları, yaşı ilerledikçe, tarihin içinden bugüne yürek
çırpıntıları, baş ağrıları, gülümseyişler ve gözyaşlarıyla çıkıp
gelen her şey silindi; geriye gözlerini örten kalın bir sis kaldı.
Bildiği bütün o yerlerde artık yıllardır gündüz düşleri görmü
yor, görse de anımsamakta zorlanıyor; tarih, hızla üstünde ya
şadığı coğrafyadan siliniyordu. Herkes gibi o da sık sık, şu eski
yalının ne zaman ortadan kalkıp da yerine betondan bir subay
gazinosu çıkıldığına şaşıp kalıyor, yanıp yıkılan her ahşap ko
nakla başları krepli, göğüsleri süt ve lavanta kokulu kadınla
rın, selviden çehiz sandıklarıyla kına gecelerini bekleyen genç
kızların iniltilerini işitiyordu. Böylece artık, tarihin bugünle an
laşarak el sıkıştığı, kendini koruduğu kentleri büsbütün düşler,
onları. özler oldu. Venedik, Viyana ... Geriye kalan tek hayal.
Özlem.
132 | {
"page": 132,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Kuşlardan biri, küçük kanat çırpışlarıyla havalanıyor. Park
ta ilk köpekli belirmiştir. Kendisi gibi erken uyanan, yalnız,
yaşlı biri, bir kadın, tasmasını da, ağzındaki tel kafesini de çıka
rıp köpeğini özgür bırakmış. Hayvan, çimlerde yıldırım hızıyla
koşarken sahibesi, kocaman terlik ayakkabılarıyla ağır gövdesi
ni iki yana sallayarak geliyor.
Köpek, hırlayıp havlamakta, kanapelerden birinde oturan
yabancıya saldırmak için hanımından küçük bir işaret bekle
mektedir. İşaret gecikirse, saldırıyı tek başına gerekleştirmekte
kararlı görünmekte. Çünkü, yabancılardan hiç hoşlanmadığını
belli etmenin dozunu gittikçe arhrıyor. Kadın da zaten, yaban
cının oradaki varlığını böyle anlıyor; köpeğini telaşlı telaşlı ya
nına çağırıyor; ona sakin olmasını söylüyor; canı biraz sıkılmış,
tasmayı yeniden hayvanın boynuna takıyor, kafesini ağzına ge
çiriyor. Sadece köpekle konuşarak, onu yahştırıc ı yumuşak sev
gi sözleri fısıldayarak kanapenin yanından geçip gidiyor; bakış
ları bir kere bile orada oturana değmeden ...
Kanapede oturan ise kendini yine geriye, dünkü güne ata
rak korumaya almıştı. Şimdi yeniden Alte Hofapotheke yazılı du
varın dibinde oluyor.
Karıştırdım diyordu, karıştırdım. Bir yanlışlık var. Bütün
bunları ben, Schotten metrosundan çıkıp Freyung' a yürürken
görmüştüm. Bu köşebaşında değil, o köşebaşında. Kireç ocağı
oradaydı. Liechtenberg Prensi Balthasar'ın görkemli yeni kona
ğı tam orada kuruluyor, karısı Prenses Eleonore eskisinde veba
dan ölüyordu.
Ansızın buldu sonra. Prensin adı, ağzında tel kafesiyle
huysuz huysuz uzaklaşan köpeğin ardından bakarken nasıl
kendiliğinden dilinin ucuna geliverdiyse, öyle. Geçmişin kokusu
yoktur, diye yazan kitabı hatırladı. Fransızcaydı. Buraya gelişi
nin ilk haftalarında, Alma Mahler'i daha daha yakın tanımak
için yeni ipuçları ararken, Wolzeille' de bir kitapçının önündeki
sepete yığılmış kitaplar arasında bulmuştu. Bu kentte, Almanca
dışında bir kitap bulmak için özel kitapçıları aramak gerekir
ken, şans önüne ikinci kere az çok bildiği dilden bir kitap çıka
rıyordu. Kitabın kapağında kan ya da tentürdiyot lekesine ben
zeyen üç iri leke vardı. Ucuzluğa ahlışı, besbelli, taşıdığı bu le-
133 | {
"page": 133,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
kelerden. Bir cep kitabıydı. Venedik'te Ölüm'e, kendi zamanında
değil, geçmişte, barok çağda yaklaşmayı denemiş bir roman.
Adı da, herhalde büsbütün Venedik'te Ölüm'e yaslanmadığını
belirtmek üzere, Viyanalı Ölüm idi. Güzellik ve ölüm. Süslülük,
çılgınlık, tutku ve veba. Ölümü karnavallarla kovalayış. İlkel
insanların, kötülüğü tamtamlar , danslarla kovmaya çalışmaları
nı hatırlatan, yokoluşu, parçalanışı, çürümeyi; bir kere daha ta
rihe karışıp gitmekte olan bir çağı göğüslemeye ya da unutma
ya çigan-çengi, yüksek sesli çabalayış. Sonun sonunu geciktir
meye, yaklaşanı ürküterek püskürtmeye ... Karanlıktan korkan
adamın şarkı söylemesi. Hepsi bukadar .
Viyanalı Ölüm, kendini ahırın kapısına asmış bir adamla,
bu ilk uğursuzluk 'alametiyle' başlıyor, bir yanda içki, eğlence,
balo, dans, sefahat, fuhuş; görkemli yapılar, havuzlu, heykelli
parklar, yaldızlı duvarlar, bir yanda pislik, sefalet ve hastalıkla
sürüyor; kara kuşun kanadı Prenses Eleonore' a bile dokunup
geleceğin kötü haberini veriyor, ama basiret bağlanmış, düğün
dernek sürüyor ve azrail bedelini orağına takıp gidiyordu. Ro
ma'nın son günleri neydi sanki? Nükleer veba gününün birer
yarış alanına dönmüş tüketim pazarları, yiyip içmeler, uçmalar
ne? Yüz elli metre uzunlukta şiş kebaplar, kuzu etinden gökde
lenler, duvarları zeytinyağlı yaprak sarmalarından örülü villa
lar, ıssızlıklarda da, kalabalıklarda da durmadan patlayan si
lahlar, düşen uçaklar, çarpışan arabalar, onu, yirmisi, doksanı
birden devrilen, sönen canlar? ..
Prens Balthasar da, ölüm eşikteyken şehveti tatmıştı. Tut
kusunun açık işareti yeni konak, Freyung'un ucunda yükseli
yor, kireç ocağına bir taş işçisi düşüp yanıyor, adamcağız acı
dan cançekişirken Prens, ağır yaralıyı taşıyanların önüne birkaç
florin atıp: "Götürün, birkaç kupa şarap içirin, hiçbir şeyciği
kalmaz," diyordu. Sonra yeniden arabasının içine çekiliyor ,
gözleri yarı kapalı konağın, hayır sarayının bitmiş halini düş
lerken yanıbaşında Kont Montecuccoli'nin arabası beliriyordu.
Kont, arabanın penceresinden ağır perukalı başını dışarı uzat
mış, karşısında yükselen kapıya kıskançlıkla bakıyor, yapımı
daha yeni biten malikanesinin bunun yanında nekadar sönük
kalacağını düşünüyordu.
134 | {
"page": 134,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Prens de arabasının penceresinden başını uzath, takıldı:
"Ah, demek zatialiniz ? Lütfedip söyler misiniz aziz Kontum, bu
ralarda, bu toz toprak içinde ne arıyorsunuz böyle? Malikanenizin in
şaatı bittikten sonra, şimdi de komşunuzun fakirhanesine mi gözdikti
niz yoksa?"
Kont altta kalır mı? Tabii ki kalmıyor.
Mermer işçilerinin keski seslerine, makaraların, bocurgatla
rın gürültüsüne karşın sözleri işitilebiliyordu, ama devrin tum
turaklı dilinden konuştukları için ne dedikleri biraz yakışhrıla
rak çıkarılabiliyor:
"Müsaadenizle Prensim, bendenizin tecessüsüne sebep odur ki,
yaşadığımız şu devrin bu derecede bir taş saltanatı haline gelmesi ki
min hükmüdür? Bizleri şehrin duvarları içinde bukadar ağır, böyle
süslü binalar inşa ettirmeye iten amil nedir, lütfedip beni irşat buyu
rur musunuz ?"
Okumaya çalışhğı, ama bu sabah bir türlü tam içinde ola
madığı kitap, Milena'nın hayatıyla ilgili olanı, dizlerinden kayıp
yere düşüyor. Arasına koyduğu yaprak da. Kitabı yerden alıp
yaprağı sayfaları arasına yeniden sıkışhrmadan önce, incecik
küçük sapından dalgın dalgın döndürüyor. Sanki Nur'a soru
yor: İçinde sürekli yaşadığım kentin hangi semtinde oturduğu
mu bilmek istemiştiniz cancağızım. Öyle, belki sadece laf olsun,
diye. Ben de size, "Ne farkeder, başınızı ne yana çevirseniz be
ton duvarlar ... " dememiş miydim? Nasıl, söylemedim demek?
Demek aklımdan geçirmekle yetinmişim? Son zamanlar böyle
oldum. Birçok ayrıntıyı unutuyor, söylediğimle söylemediğimi,
yaptığımla yapmadığımı birbirine karıştırıyor um. Prens, geçmi
şin kokusu yoktur, diye ne zaman lafa başlamıştı, Kontla konuş
masının başında mı, sonunda mı, bunu da bilemiyorum .
Yunus gideli ... Yo, Yunus'tan kurtulunca, kurtulduktan
sonra ... üstünde büyük bir yorgunluk var. Belki kenti yeniden,
yeni bir gözle dolaşmanın yorgunluğu . Clea'yı aramanın, onu
bir kere daha görmeye çalışmanın yorgunluğu. Tarihin bu sah
nesinde rollerini oynayıp da çoktan çekip gitmiş olması gere
kenlerle her köşebaşında yeniden yeniden karşılaşıp selam
laşmanın yorgunluğu. Antonia'yı çırılçıplak kapı önüne koy-
135 | {
"page": 135,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
manın, delikdeşik bluciniyle el kadar fanilasını ardından fırlat
manın yorgunluğu. O geceyi yok, olmamış saymaya çabalama
nın, asıl bunun yorgunluğu. Prens' e de bak: Geçmiş erir, kan ve
alınteri buharlaşır, havaya karışır gidermiş!
Tuna'ya, demek istiyor. Tuna'nın sularına karışır gider, ku
şatmadan artakalan cesetler nehrin sularında şişer, balıkların
parçalamadıkları Karadeniz' e ulaşır. Montecuccoli'ye göre de
işte, hiçbir şey buharlaşmaz. Yine ona göre, can çekişmeye baş
layan her çağ, saraylar, hanlar, hamamlar , kiliseler ve camiler
kurmaya hız verirmiş. Bir halkı, tükenmediklerine inandırmak
gerekirmiş. Bir ülkenin zenginlerini o derece gösterişe, tantana
ya iten tek şey, ölüm duygusuym uş. Hayat, ayağını ölüme attı
ğı anda para dolaşıma girer, ticaret gelişir, silah üretimi artar,
bankalar pıtrak gibi her köşede biter ...
Bu, kahkaha ve gözyaşı, kan ve şehvet dolu sahne oyunun
dan sonuçta tek karlı çıkan toprak kurtları olmalı.
Dün, Hofburg'un önünde, kazının yapıldığı yerde, arkeo
loji öğrencilerinden biri, parmağının ucundan sarkan tombul
solucanı arkadaşına gösteriyor du. Gülüşüyorlardı. Beri yanda
Kont'un sesi hala ortalıkta yankılanmakta:
"İnsanlara, ölümü örtbas etmeye çalışan kuru gürültü değil, so
luk alabilecekleri geniş ufuklar gerekli pek aziz Prensim. Bence kentin
surları yıkılmalı. Bizler duvarların içini durmadan taş, mermer yı
ğınlarıyla dolduracağımız yerde, dışına doğru açılmalıyız, genişleme
liyiz."
Prens ise ona, otuz bin Osmanlı askerinin bu geniş ufkun
önünü tuttuğunu, bu ufku Klosterneuburg' dan abluka altına
aldığını hatırlatmaktadır:
"Durun bakalım Kontum, şu din seferleri bir nihayete ersin, Vi
yana, Osmanlı-Türk barbarlığına karşı Hıristiyan lığın müdafaa
kal' ası olmaktan bir kurtulsun hele!"
Montecuccoli, güneşin ve kireç ocağının cehennem sıcağın
dan bunalmış, şekerli su ve nişastayla sertleştirilmiş peruğuna
konan sinekleri kovalayarak arabasının içine çekilmektedir.
Kendi kalesinin içine. Çare yok, kentin gözünde kredi kaybına
uğramamak için şimdi Prensinkinden de görkemli yeni bir yapı
kurdurması gerekecek. Arabanın loşluğuna çekilmeden önce,
136 | {
"page": 136,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
kenarları sırma püskül, ortası armalı kayık biçimi şapkasını çı
karıp bir baletinkine benzeyen el hareketiyle Prensi selamla
makta şimdi; bocurgatların artan gürültüsünden ötürü sesini
daha da yükselterek:
"O zamana kadar, kentimizi kuşatan duvarlar içimizi de kuşat
mış olmasın da ... " demektedir.
Ca .. Ca .. Ka .. Ka .. Catherine .. Caroline... Christine ... Bu ki
tabı yazanın adı neydi? Bir Fransızdı. Yine de adında Almana
çalan bir yan vardı. Allah kahretsin, Yunus, hiç Fransızca bilme
diği halde kitabı Antonia'ya göstereceğim diye elinden almış,
sonra da, /1 Antonia'ya veremedim ki, otobüste unutmuşum,"
demişti, sanki hiçbir şey olmamış gibi. Tabii, iş Tuna'yla da hal
ledilebilirdi, ama artık gerek yok, artık yeşil naylon çamaşır
ipi... Yoksa, ustura mı? Ama kan?.. Kan da kurur, buharlaşır,
havaya karışır gider. Christanelle? Yok, değil. Christiane! Ta
mam, buldum. Viyanalı Ölüm adlı barok romanın yazarı Chris
tiane Singeı' di, buldum!
Kentin duvarları o zamana kadar içimizi kuşatmış olmasın da!
Buna yakın bir şeyi İtalyan asıllı Konta söyleten oydu. Daha
önce, ülkesinden bir yazarın da, içimize saklanıyoruz, tenimiz ka
buk bağlıyor, dokunma duygumuz eksiliyor, kabuklu hayvanlara dö
nüyoruz, kendimizi bile hissedemez hallere geliyoruz, diye yazdığını
şimdi anımsıyor.
İşte, içine saklanarak ya da değil; geride birbirini hisseden
insanlar hala var; bir obanın insanları kadarcık da olsa, Chirico
var, Hayalci Hoca, düşünsene !..
Chirico, der demez, Kontun arabası, bir barok zaman şanti
yesi yanından havaya mermer tozları kaldırarak uzaklaşıp gi
diyor.
137 | {
"page": 137,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Kulaklarda Fısıltılar
Giorgio de Chirico, bankta oturanın kulağına yeniden fısıl
dıyor: Yalnızca gözlerim kapalıyken gördüklerim gerçek.
Usulca yumuyor gözlerini.
Yunus'u uçak terminaline kadar bile geçirmeye gitmeye
cekti. O kadar erken kalkmayacak, keyfini bozmayacaktı.
Uyanmıştı, ama gözlerini açmıyordu. Artık nasıl olsa Yunus ge
lir, kapısını tıklatır, aralar, ''Ben gidiyorum hocam, hoşça kalı
nız, sakın kalkmayın, rahatsız olmayın, sağolun ... " falan der.
Evet, kalkmayacak, onu terminale götürmeyecek. Hayatının en
değişik kararıydı bu, fakat içini rahatlatmıyordu. Üstelik Yu
nus'un da kapısını tıklattığı, yanına uğradığı yoktu. Sakın git
miş olmasın? Kararını bozup, "Seni hiç değilse terminale kadar
götüreyim," demek üzere kalktı. Ortalıkta tuhaf bir şeyler, kapı
önünde mırıltılar vardı. Açıp baktı: Yunus, kendisinin üç ay
içinde bir kere, o da şöyle çekine çekine selamlaşabildiği kom
şunun pırıl pırıl kırmızı arabasına, hem de öne oturmuş.
Asaf'ın, işinin başından aşkın olduğunu, bir selamı bile güç ve
rebildiğini nazikçe çıtlattığı komşu ise, Yunus'un çantalarını ar
ka bagaja yerleştiriyor. Öyle görünüyor ki Yunus, "Çantaların
birinde kırılacaklar var, aman dikkat edin, onu üste koyun," bi
le demiş. Bir şirket genel müdürü olan asık suratlı komşu.
tu: Kapının önüne çıkınca adamdan utanmış, Yunus' a sormuş-
"Ne yapıyorsun?"
"Hiç. Gidiyorum. Beni götürecek."
"Nereye kadar götürüyor seni?"
Yunus, yine her şey son kerte doğalmış gibi:
138 | {
"page": 138,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
"Havaalanına !" demesin mi?
Komşu, bir oldu bittiyle karşılaşmıştı herhalde. Durumdan
hiç de hoşnut görünmüyordu. Ama sesi de çıkmıyordu. Kuzu
kuzu çantaları yerleştiriyord u.
Yunus' a bakıp kaldıydı: Dernek böyle? Dernek bu evde bu
kadar zaman birlikte kaldığımız, Viyana'yı ama hoşuna gide
rek, ama gitmeyerek birlikte gezdiğimiz, acı tatlı günlerimiz
olduğu halde, bana bir, "Hoşca kalın hocam," demeden gidi
yordun ha? Git bakalım, git. Kurtuluş. Hani rnazaallah, "Uçağı
kaçırdım," diye geri dönüp gelme de! Ya da belki genel müdü
rün sabrı taşar , "Unutmuşum, benim erken önemli bir rande
vum vardı," falan diyerek seni aşağıda, yolun kıyısında indiri
verir. Yoo, bir neden göstermesi bile gerekmez; arabayı durdu
rur, "İn bakalım aşağı, hadi yallah ... " deyiverir. Zaten bir an
şaşkınlığına rastlamış tır. Eminim öyledir. İki adım sonra aklı
başına gelir.
Yunus'un iki sokak aşağıda arabadan indirilmesini dile
mişti. Ortada kalakalsın da, elin adamının kendisi gibi olmadı
ğını anlasın diye mi, gitmemesini, geri dönüp gelmesini gizli
gizli hala ummakta olmasından mı, geri dönmesinden korkma
sından mı? ..
Cebinde tek kuruş taksi parası olmadığını söylüyor du. Ak
şamdan, hocasını yeni bir hizmete sokmak, havaalanına rahat
rahat varmak için her yolu denedi; sevirnlileşti, iğneleyici kesil
di, çeşitli dokundurmalarda bulundu, surat astı, acındırdı, ter
biyesizleşti ... Hepsini denedi. Fakat karar alınmıştı. Yunus'u
terminale kadar bile götürmeyecek ti: Al işte, şimdi gör Yu
nus' cuğurn, gör işte, elin adamı neymiş. Yok havaalanına kadar
götürecekmiş de, yok daha ne ...
Ah işte kendi suçu. O kadar içten dilernerneliydi. İşte genel
müdür Yunus'u sahiden arabasından atmış, bu da dönüp gel
miş. Lanet olası! Hayır, artık bitti. Artık ... Tam da küveti dol
durmuş, içine şöyle bir uzanacak, son haftaların ağırlığını üs
tünden atmaya çalışacakken:
Ne o Hoca, küvete mi yatacaksınız siz?
Ağzının kıyısında ya küçümseyici, ya alaycı yine o gülüm
seyiş.
139 | {
"page": 139,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Marketten pırıl pırıl su yeşili bir çamaşır ipi almıştı, nerede
o? Boşver. Ustura da olabilir. Parmaklar da işe yarar. Hayır kü
çük beyciğim, küvete ben uzanmayacağını, zatışahaneleri uza
nacaklar. Böyle işte, böyle-böyle ...
Kitapta anlatılan ölüm, Viyanalı bir ölümdü. Başka hiçbir
yerli olamazdı. Ne işçilerin ağır taşlarla ördükleri duvarlar , ne
görkemli mermer merdivenler bunu örtebilirdi. Adımları onu,
kireç ocağının yanından ellerinde meşalelerle Katedral alanına
doğru akıp giden karnavalcılar arasına çekiyord u. Azrail ora
ğıyla geceyi yara yara gelirken, karnaval maskeliler de, gitarlar,
şarkılarla, zamanı hızla eskitiyorl ardı. Nasılsa Milena da kendi
si gibi kalabalığa karışmıştı. Onu görebiliyordu. Fötr şapkası,
kürk yakalı mantosuyla, topallayarak bir eczaneden ötekine gi
rip çıkıy or, acılarını dindirecek morfin arıyordu. Veba şeytanını
kovan melekler anısına dikilmiş anıtın dibindekilere başvurabi
lirdi, ama bu aklına gelmiyordu. Gelecek zamanı bu oranda ta
sarlayamadığından belki.
Onlar orada, mermer anıtın dibine uzanmışlardı. Sarı, ye
şil, kırmızı saçları vardı. Kabile reisinin kaşları üstüne birer
boynuz resmedilmişti. Karnavala Yirminci Yüzyıl' dan katılmış
lardı. Katedralin çevresinde ise barok dilenciler, dilenciliği zevk
ve şehvetle yerine getirenler ...
Yağ kandillerinin kokusuna atların idrar, gübre kokuları,
ekşi şarap, kusmuk kokuları karışıyordu.
Hepsi taptazeydi. Hiçbiri geçmiş değil.
Bu yandakine karşı, beri yandan, Anı Hof üstünden de
durmadan akıyordu karnavalcılar. Borular öttürülüy or, ziller
çalınıyor; cadı, şeytan, melek, cennet ve cehennem maskeliler,
çeşit çeşit, her yüzyıldan kıyafetler içinde akıl almaz bir gürül
tüyle taştan dar sokakları, Graben'ı, küçük ve büyük alanları
dolduruyorlardı.
Daha önce gelenlerden Filistinlilerle Pakistanlıl ar, Okya
nus balıklarının geniş kazanlarda durmadan kızartıldığı lo
kantaların önünde kuyruk olmuşlar; sosis-bira tezgahlarının
önünü, aralarında hala birkaç Alman ve Hollandalı bulun
makla birlikte, Akdeniz Eyaleti'nden olup Eskimo kılığına bü-
140 | {
"page": 140,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
rünenler tutmuş; Amerikalılardan çoktan boşalmış Mozart
Kahvehanesi'ne Azar Cumhuriyetlerinden gelenler Napol
yon, Marie Antoinette, Robespierre, hatta Petain, De Gaulle,
Sartre ve Simone de Beauvoir kılıklarıyla doluşmuş; Japon
Dükalığı'nın üyeleriyle Nijerya İmparatorluğu'nun emekli ge
neralleri, karıları ve kızları pizzacılarda; Suudilerle Ürdünlü
ler, taydlar, mayolar, Commedia dell' Arte figürleri kılıklarıyla
Çin ve Japon lokantalarında oturacak yer bırakmamış; Doğu
ve Güney-Doğu'dan kalkıp karnavala katılmaya gelen yüzler
ce küçük cumhuriyet insanı, akın akın hamburg ercilere girip
çıkmakta, külahta dondurmalarını yalamakta; bir avuç dar ge
lirli ve yoksul Amerikalıyla İngiliz, Alman ve Fransız, Ceza
yir-Fas-T unus Kontlukl arı'ndan ithal portakallarla greypfrut
ların taze taze sıkılan suyuna yutkunarak bakmakta ve yüzle
rine çarşaflarının peçelerini indirmekte; Persler, otuz yıl din
savaşlarından sonra, Sacher' da, pastaların-çöreklerin arasına
serilip kalmış bulunmakta ve hala ayak parmaklarının arasını
karıştırmakta, Pink Floyd'ların besteleyip haykırdığı ayetleri
dinleme kte; Türkler köşebaşlarında çekirdek-fıstık satmakta,
birçoğu da çeşitli Atatürk maskeleri takınmış olarak artık
kimsenin içmediği filtreli sigaralardan içmektedi rler. Gotlar
dan, Slavlardan, Kelt, Hırvat ve Macarlardan, Hitit ve Frigler
den oluşma bir toplumun en üst tabakası ise, kalın kalın du
varlar gerisinde, yüzlerce, binlerce mumun aydınlat tığı salon
larda, duvarları kaplayan aynalara sırtları dönük, uzun masa
ların çevresinde toplaşmış, geyik eti, bıldırcın, isli balık, hindi
dolması ve daha akla hayale gelmedik yiyeceklerden yemek
te, kristal bardaklar , gümüş kupalarda şarap içmekte; balo sa
lonları ışıltılarla yanmakta, bankalardan kredi çekleri konfeti
ler gibi sürekli yağmakta, florin kah inmekte kah çıkmakta,
kara para ak parayı kovmakta; kadınlar, korselerle sıka sıka
ipek-kadife tuvaletlerinin apaçık yakalarından fışkırttıkları iri
memeleriyle elmastan taçlar, zümrütten gerdanlıklar küpeler
ve yüzlerinde iri iri benlerle sultanların, imamların kollarında
dansetmektedirle r. Ruletler dönüyor, Madonna haykırıyor, İsa
vokalist, sahnede yüzlerce davulcu, binlerce elektrogitarcı;
sazlar çalıyor Çamlıca'nın bahçelerinde; yaşlılar da bol tüylü
141 | {
"page": 141,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
perukaları, ellerinde yelpazeleriyle altın yaldızlı koltukların
da mehtaba karşı yelpazeleniyor , imamın kızını kıronun oğlu
na münasip görüyorlar . İki karnaval arası düğün dernek ka
villeniyor.
Karnaval, düğün, hatta Çamlıca bahçelerinde çalınan saz
lar geriliyor. Çünkü bu sefer de parkın alt ucundan, bir önce
kinden daha iri bir köpek belirmiştir. Yanında yaşlı bir adam.
Seksenlerinde gösterdiğine göre doksanlarında vardı. Köpek
de, adam da yere bakıyor; köpek ayrıca çimleri kokluyor; bes
belli o da kendince geçmişin kokusunu aldı, müthiş ulumalarla
efendisinin elinden kurtularak az önce oradan geçen hemcinsi
nin peşisıra koşuyor. Havlamayı işiten kadınlı köpek de fırlayıp
ona doğru seğirtiyor.
Adam köpeğini çağırıyor. Kadın köpeğini çağırıyor; adam
la kadın birbirlerini hiç görmüyor sanki, gözleri birbirine hiç
değmiyor. Yuvarlana topallaya iki uçtan gelip, bu yandaki tahta
bankın, orada, parmak uçlarında buruşuk bir yaprakla otur
makta olan yabancının önünde karşılaşıyorlar. Birbirlerine tek
söz söylemiyorlar. Kadın köpeğiyle konuşuyor, adam köpeğiy
le. Tasmalarından yakalayıp köpeklerini ters yönlerde uzaklaş
tırmaya çalışıyorlar. Sonra ne birbirlerini ne bankta oturanı gö
rerek uzaklaşıp gittiler.
Orada oturuyor. Parkların, ormanların, çok eski sokakların
köpeksiz tek yolcusu. Kimseyi gezdirmi yor, yalnız kendini gez
diriyor. Geçmişi koklayarak; geçmişin buharlaşıp gittiğine inan
mayarak.
Kentteki ilk haftasında, Schönbrunn Sarayı'nın kabul salo
nundan çıkarken burnunda mumların parafin, kadınların ter ve
zambak karışımı kokusu vardı. Orgların madeni kısımlarından
ortalığa yayılan eski metal kokusu vardı. Ama ölüm kokusu,
hayır.
Dün ise, Hofburg ana kapısı önünde toprak kazılırken geç
mişin kokusunu duydu. Ölümün, yokoluşun.
"Bülent bana, buranın en eski kilisesi Rupprecht' i görme
mi, Tuna'ya oradan bakmamı söylemişti. Burasını değil."
142 | {
"page": 142,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Yunus'u şu küçük kiliseye götürmüştü de!
Hani geçmişin kokusu yoktu?
Her adımda sıçrar olmuştu: Şimdi vebalı bir kentin üstün-
de yürüyorum .
"Oraya da gideriz Yunus' cuğum."
"Ne zaman? Vakit daralıyor. Ben daha ... "
"Pekala, sen istersen hemen şimdi git."
"İki metro biletiniz var mı?"
Biletleri alıp gitti.
Akşam dönüyor, sofraya oturuyor; ortaya şarap şişesinin
konmadığını görüp:
"Şarap içsek ... " diyor.
Tuhaf, tedirgin bir hali var. Birinci kadeh şaraptan sonra,
önce bunun iyi bir şarap olmadığını söylüyor , ardından, gözle
rini kaçırarak:
"Sizden ayrıldıktan sonra ne oldu biliyor musunuz? Ce
bimde Bülent'in kendisine özel marka traş kolonyasını, traş sa
bununu, dört de CD almam için verdiği para vardı, çaldılar.
Çingene yüzlü biri çarpıp metro trenine atladı. Tren gitti, ardın
dan bakakaldım. Ne yapacağım? Bülent'in istedikle rini nasıl
alacağım şimdi? Artık siz bana ödünç verirsiniz bu parayı, de-'
ğil mi hocam?"
Bir para çalınmışsa, o para çalınmıştır. Bunun Bülent'in
olup olmadığının bir anlamı yoktur.
Hem neden Bülent denen bu, her alanın uzmanı, bu başpa
pazın özel traş kolonyasını ben ödeyeceğim?
Dar bütçesi, Yunus'un gelişiyle zaten sarsılmıştı. Bunu ona
böylece söylemek istemişti r, ama ağzından kaçmasın diye, başı
nı önündeki yemek tabağının içine sokacaktı neredeyse. Ayrıca
Yunus'tan: Beni yanınıza çağıran sizsiniz. Evsahibim de Asaf
Bey, yanıtını alm aktan çekindi. Bunu öyle bir şekilde söylerdi ki
üstelik, Asaf bile ona karşı borçlu çıkabilirdi.
Artık kalkmalı. Sıcak iyice bastırmadan göletin yanından
geçip markete inmeli. Evi temizledi, ama buzdolabı boş. Asaf
için hazırlık yapmalı. Sevgili Asaf, giderken dolabı kendisi için
tıklım tıklım doldurmuştu. "Bende araba var, taşıması kolay, si
ze güç olur," demişti.
143 | {
"page": 143,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Ne spor yapan, ne araba kullanan, ne köpek gezdiren biri.
En sonunda bukadar farklılaşabileceğini özellikle köpeksizliği
ne borçlu biri.
Süpermarketin yanındaki tütüncüden resimli bir kart aldı.
Kartın arkasına yazdı:
Nesrinciğim, değerli dostum, nekadar tenhalaştığımı bir
bilsen! Ruhumun vücudumdan ayrıldığını, Milena'yı karnaval
da, hayatını çantamda bıraktığımı bilsen! Yok, iyiyim, çok iyi
yim, Asafı bekliyorum. Seni özlüyorum. Yine bir sabah gezin
timden, hasretle.
Asıl ilk günler farklıydı. Ütülü pantalonlar giyiyor, Vene
dik' ten beri kravatından nihayet kurtulmuşsa da kruvaze ce
ketini üstünden eksik etmiyordu. Ama çevresine bukadar da
aykırı düşmeme çabası biryana, Haziran ayının yumuşak, ok
şayıcı havaları Temmuz'la bungun sıcaklara dönünce, o da
dizlerine kadar inen bir şortla beş parmağı açıkta bırakan bir
çift sandal edinmek zorunda kalmıştı. Bu sefer de nedense,
Yunus geldikten sonra ayaklarını masaların altına gizlemek,
çıplak dizlerini herhangi bir şeyle örtmek ihtiyacını hisseder
oldu. Delikanlının bakışından mı, geçmişini bilen birinin
önünde yeni biri olmanın güçlüğünden mi? İkisi ve kimbilir
daha ne çok ... Kenti kuşatan duvarlar , içimizi de kuşatmış ol
masın ...
Kartın altına ekledi:
P.S.-İki çok yalnız, çok güçsüz yaşlının ne bir üçüncüyle
ne de birbirleriyle konuşmaları, insanı ürpertiyor Nesrin'ciğim.
Biz sakın böyle olmayalım.
PTT'leri, postacıları düşündü; açık gidecek bir kartta buka
dar özelin yeralması onu ürküttü. Ayrıca zaten, Clea' dan sonra
Nesrin'e yazmaya kalkması bile dürüstlük değildi. Peki hiç mi
yazmamalı? Onu merakta mı koymalı? Onu da, sadece köpek
leriyle konuşanlar gibi yapayalnız mı bırakmalı?
Bir başka sabah, kentin eski alanlarından birindeki en eski
fenere asılmış ökçeli beyaz bir kadın iskarpini teki görmüştü.
Aynı gün, yine bir şeyin 'alameti' gibi, evin altındaki otobüs
durağı direğine yine tek beyaz bir kadın iskarpininin asılı oldu
ğunu gördü. Bu 'alamet'in ne anlama geldiğini hala bilmiyor-
144 | {
"page": 144,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
du, ama direklerde, fenerlerd e tek tek asılı yazlık iskarpinler
buralarda çok yalnız ruhların gezindiğini haber vermekteyd i.
Oysa, az yukardaki kır lokantasından kahkahalar işitiliyor
du. Bahçe kapısının üstüne çam dalı asılmış, altında küçük ışıl
ışıl bir lamba yanıyor, insanın içini de aydınlatıyor. Birkaç so
kak aşağıda ise direğe asılı tek kadın iskarpini.
Milena ne renk, ne biçim ayakkabılar giyiyordu acaba? Viya
na' daki o güç günlerinde nekadar yalnızdı? Yoo, bu kentte yalnız
olmadı. Burada sadece aşıktı o. Garda hamallık ediyordu. O sıra
lar ayakkabı, manto seçme hakkı fazla olmamış olabilir, fakat za
man zaman çok hoş şeyler giydiğini düşleyebiliyor. Kürklü ya
kalar, geniş kenarlı fötrler, aksaklığını gizleyen rugan iskarpinler.
Kitabı bu sefer gerçekten koyuyor alışveriş çantasına: En
iyisi Nesrin'e üstünde Milena'nın fotoğrafı bulunan bir kart
göndermek. Karnaval sırasında, uyuşturucu peşinde koşarken
değil ama, Kafka'nın yeni bir hikayesine tanıtım yazısı yazar
ken. Kartın arkasına şu notu düşmeli mi?
Viyana'nın her pırıltılı, zeki kadını, ailelerinin kesin karşı
çıkışlarına aldırmayıp zamanın Yahudi erkeklerine bağlanmış,
kendilerini onların kolları arasına atmış. Herhalde, sanatın,
edebiyatın, bilimin en pırıltılı insanları onlar olduğu için. Viya
na' da son yüzyıl öyle bir dönemmiş ki, oğulları sanata, edebi
yata meyletmeyen babalar utanç duyarlarmış. Onlar şair, res
sam olsun diye her özveriyi göze alırlarmış.
Bunların hiçbiri, bir karta sığacak şeyler değil. Kartı zarfla
sa bile. Bugün kart yazmaktan vazgeçmeli. Zaten her şey o ka
dar yanlış, hatta yalan olacak ki ...
Clea tabii, ne Alma idi, ne Milena. Ayrıca kendisi de bir Ya
hudi dehası değil. Ancak, buluşmaları neredeyse Alma Mah
ler'in Münih treninde Walter Gropius'la buluşmaları gibi bir
şey olmuştu. Yaşlı bir Alma ile, yaşlı bir Gropius buluşması,
ama basbayağı ateşli.
Genç Alma'nın üstünde pelerinli mantosu, elinde manşo
nu, korsesi, üstünde kat kat içetekleri, ipek bürümcük astarlar,
onun üstünde, dokunsan eriyecek incelikte ipek dantel giysisi,
boynunda incileri, yakasında broşları. Başında tüllü şapkası
vardır. Şapkanın tülü saçlarıyla birlikte yüzünün yarısını da ör-
145 | {
"page": 145,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
tüyordur. Ayaklarında açık, ökçeli iskarpinler değil, on altı
düğmeli, bilekleri tafta kaplı botlar ... Walter Gropius'la trende
acele bir sevişme için bukadar kalabalıktan nasıl soyunduğu,
birkaç ay önceki gibi hala aynı merakla aklını kurcalamakta.
Clea, ikinci buluşmalarına, o herkesin giydiği beyaz basket
pabuçlarından sıyrılıp, kasa ökçeli, her yanı açık, bandlı hafif
sandallarla gelmişti. Ayak tırnakları mora kaçan bir pembeye
boyalıydı; ayrıca yaldızlı gibiydi. Oturur oturmaz çıplak, hatta
yer yer mor damarlı bacaklarını hemen rahatça öne doğru uza
tıyor ya da bağdaş kurar gibi, birini altına alıveriyordu. Ellisin
den sonra oldukça sarkmış zayıf göğüslerini saklamaya, başka
türlü göstermeye çalışmıyor, sutyen bile takmıyordu. Her ha
liyle işte ben böyleyim, etlerim sarktı, buruştum, ama bir erkek
le birlikte olmak, ona dokunmak isteğime de, hakkıma da hiç
bir şey olmadı, diyordu:
"Sizinle sevişmek istiyorum. Siz de ister misiniz?"
Genç bir adamı yeğleyebilirdi tabii, ancak kendileriyle faz
la öğünüyorl ar, küstahlık ediyor, miğde bulandırıyor, sorun çı
karıyorlar , diyordu.
İncecik bir etek, çıplak tenine dört düğmesi birden açık
gömlek. Hepsi bu. Güneş yanığı hafif buruşuk, çok çilli kol de
rileri, beş derin çizgisiyle boynu, balonlaşmış gözaltları ... İlka
ğızda bunların böyle olduğunu seçmek güçtü. Olduğu gibi olu
şu, özgürlük tutkusu, bedenini sevişi, ne istediğini bilişi karşı
sında yaşını düşünmek olanaksız. Ayrıca gözleri, onlar çok can
lı. Clea kimyager miş.
Başına keten şapkasını koyuyor, kalkmaya hazır:
Nesrin'le yirmi yılda toplasan yirmi kere yatmamışımdır .
Clea ile, bakışlarındaki, elimi tutuşundaki derin çağrıya uyup,
daha ilk karşılaştığımız gün yatağa girdim. Utangaç bir genç
kız, bir kadın olan bendim. Onun otelinden çıkarken Nesrin'in
bedenini, çıplaklığını benden nekadar kaçırmış olduğunu dü
şündüm. Sonra, şunu da: Gövdenin gençliğini utangaçlığından
gizlemişti, yaşlandığında ise kaçıyor. Zaten, o ender sevişmele
rimiz, kızı on sekizine basınca bitti. Bitirdik. İyi ki evlenmedik.
Evlenseydik dost kalamazdık. Ama, evlenseydik, yaşlılığını
benden kaçıramazdı. Ben de ondan.
146 | {
"page": 146,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Bunları hep, Clea'yla ilk yatışımdan sonra düşündüm, an
lamlandırdım. Şunu da: Yunus'la burada bir süre birlikte olma
saydık, onun ta dört yıl önce evime ilk gelişinde, çalışma oda
ma girer girmez divana nasıl oturduğunu unutup gitmiştim.
Aklımda bile yoktu.
Sık sık telefon ediyordu. "Hocam, filanca dergideki dene
menizi okudum, konuşmak isterdim," diyordu.
Kendisi de denemeler yazıyordu. Hocasının bütün dergi
lerde adamı olduğunu sanıyordu. Ona takılırdı:
"Canım, bir iki yerde, bir iki eski öğrencim çıkıyor işte, ba
na iltimas yapıyorlar ," derdi.
Sonra, bir başka sefer, "Hocam, kabul buyurursanız sizi dı
şarda yemeğe çağırmak istiyorum, özür dilerim, öyle çok lüks
bir yere götüremem ama, yemekleri iyi bir yer biliyorum ."
Onu kırmak istememişti. Burnu büyüklük olur, diye dü
şündü. Yunus, Hocasını almak için eve uğradı. Dosdoğru çalış
ma odasına girdi. Ayakkabılarını kapıda çıkarmamıştı da, ora
da çıkardı ve divana boyluboyunca uzanıverdi.
Bir şey anlatmak istedi, ama ne? Belki de sadece değişik ol
mak istedi. Değişik olduğunu göstermek istedi. Yemeğe çıka
cakları sırada ise:
"Eyvah, hocam, çok üzgünüm, cüzdanımı unutmuşum,"
dedi.
Evde yediler. Giderken, utana sıkıla Yunus'un cebine taksi
parası koydu. Yemekten sonra çantasından çıkarıp okuduğu,
anahtarlarla kilitler üstüne denemesi hiç de fena değildi. Basba
yağı bir şeyleri incelemişti. Bir reklam şirketinde grafikçi olarak
çalışmaya başlamış, ama ücret düşükmüş, iş ise ağır. Bütün öz
lemi, kişisel sergisini açabilmek. Koyuluklar içinde erimiş, gizli
çizgiler. Böyle ortaboy tablolar yapıyordu. En büyük ilgiyi ve
satışı hakettiğine inanıyor. İlk girdiği bir eve, hocasının divanı
na boyluboyunca uzanıp kırmızı çoraplı ayaklarını havaya dik
mesi gibi, bazan anlı sanlı koskoca ressamlardan küçük adlarıy
la sözaçıp insanı şaşırtıyor. İşte zaten artık onun da gözleri, pat
lak patlak, en büyük şaşkınlıkla bakmakta. Boynunda ip. Beş
kere dolanmış. Clea'nın boynunda beş ince çizgi var, yaşlılığını
söylüyor. Nesrin'le yatak ilişkimizi yirmi yıl çevreden gizleye-
147 | {
"page": 147,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
bildik. Çünkü, kendimizden bile gizledik, her yahp kalkıştan
sonra, sanki hiç olmamışa getirdik. Clea ile hiçbir güçlük olma
dı. Yunus gelene kadar. Aman yarabbi, o bilmesin de, hiçbir şey
sezmesin. Yaşayabileceğim son tensel aşk. İlk hatta. İlk ve son.
Dün, Clea'yla birlikte oturma alışkanlığı edindiğimiz kahveye
uğradım; yolda Viyanalı Ölüm' e rastladım. Harry Lime, Harry
Lime! Ne diyorum? Bir şey yok. Biraz karışıklık oldu, o kadar?
Ben eve yorgun dönmüştüm, Clea'yı bulamamışhm. Ondan
duyduğum utanç büyüdükçe büyümüştü, küveti doldurmuş
tum, dinlenecektim, nihayet, ooh deyip rahat bir soluk alayım,
olan oldu artık, geçen geçti, yapacak hiçbir şey yok genel mü
dür de onu iki sokak aşağıda bırakhysa bıraktı, dönüp gelme
meli, gelirse: Ne o hoca, küvete mi uzanıyorsunuz?
Alışveriş torbasını boynuna asmış, kestane ağaçlarının al
tından geçiyor. Süpermarkete inip Asaf a hazırlık yapmayacak
mı? Süt, yoğurt, balık fleto, dondurma, kek, meyve, salata, pey
nir çok iyi marka iki şişe de şarap almayacak mı? Yunus bütün
içkileri bitirdi. Ben yerine koydum, o bitirdi. Artık bütçem de
sonuna erdi, o pahalı pahalı konyakları, şampanyaları yerine
koyamam ki, Antonia kim oluyor da Asafın Fransız şampanya
larından sunuyorsun ona. Bencil, arsız, terbiyesiz ve isterik. Se
ni bulamazsa benim yatağıma girmeye kalkıyor, babası yerinde
olduğumu bile düşünmüyor, pis, kokuyor , iğreniyorum, be
nimle alay ediyor, ne hakla bu eve getirirsin bu bencil esrarkeş
kızı, kız mı artık karı mı, dilimi de bozdun, bana beni yabancı
kılmak için, marketten su yeşili ipi renk çok hoşuma gitti diye
aldım, daha almadım da alabilirim yani, artık özgürüm çama
şırlarımı terasta, güneşte kurutabilirim şöyle mis gibi bodrum
kata indim ki orada hiç beyaz mosel kalmamış mı evsahibimi
zin özel kavında diyerek ar,tık bukadar da olmaz ama emanete
bukadar ihanet ve hiyanet neyse ki orada fare zehirini, çiçek
ilaçlarını, çim bitleri için ...
Ah Clea, dün bütün bu curcunadan, karnavallardan uzak
küçük serin kahvede yoktunuz, eski saray eczanesinin duvarı
dibinde de yoktunuz Miss Smidt.
Gece iyi uyudu. Dinç uyandı. Miss Smidt nereden çıktı peki?
148 | {
"page": 148,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Ormanın üstünden bir uçak geçiyor. Kimbilir, Clea belki de
bunun içindedir. Kanada'ya geri dönüyord ur, ülkesine. Eğer
öyle ise bitti. Bir daha görüşemezler. Adresini bile almamış.
Batıda, gökyüzünde birkaç sıcak bulut dolaşıyor. Uçak bu
lutların kızılımsı sarı aydınlıklarını yararak yükselip gidiyor;
hayatın ve hayat kumarının içinde tasasız, özgür adımlar vaa
deden bir ilişkiyi büsbütün havada asılı bırakıyor.
En iyisi büyücek yeni bir defter edinmeli, ilk sayfasına he
men şunları yazmalı:
Şimdiki ben, o zamanki ben olsaydım, elbette sizi kendim
den uzaklaştırmazdım. Aşığıyla buluşan ikiyüzlü, pis evli ka
dınlar gibi davrandım; kocam geldi, artık bitirelim, diyen karı
lar gibi. Miğdenizi bulandıran, sizi iğrendirenlerden daha kö
tü ...
Sevgili Milena, henüz siz yoktunuz, Yunus yoktu. Veba ve
ölüm çılgın bir karnaval maskesindeydi. Clea'ya küçük obam
dan, Nesrin' den, Yunus'tan, Sizden, hatta Alma Mahler'den sö
zaçmak istedim istemesine, kendisini ilgilendirmediğini söyle
di.
Hala nemli çimler, çıplak ayak parmaklarını ıslatıyor: Hiç
bir şey yazmayacağım. Her yazdığım Yunus'un gözü önünde
olduktan sonra.
Ne yazdı ki, hem neden onun gözünün önünde olsun?
Demek, bir Yunus korkusu gelmiş, içine çöreklenmiş. Bura
da en korktuğu şeyin başına yapraklardan bir taç takıp, eline
de uzun bir sırık alarak: "Ben İsa oldum!" diye dolaşmaya baş
lamasıydı. Aman, aman, nekadar çok İsa ve Musa vardı, metro
larda, pazar yerlerinde, kalabalık alanlarda. Çok şükür, hiç de
ğilse ne İsa olmuştu, ne Musa, rahat sandallarıyla güzel güzel
alışverişine gidiyordu işte: Sonra da alt yoldan dönerim, göle
tin orada biraz dinlenirim. Milena'mı biraz daha okurum,
Clea'nın beni hoşgördüğünü umarım. Çimler burada daha ıs
lak, aa tabii çim fıskiyesini açmışlar, nem tabanlarıma yürüyor,
hoşuma da gidiyor.
Clea, otel odasındak i geniş yatağında ayak parmaklarını
hafif hafif ayaklarında gezdiriyor:
149 | {
"page": 149,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
"Üşümüşsünüz siz," diyordu.
Sonra da ekledi:
"Nekadar biçimli ayakların ız. var. Onları öpmek istiyo
rum."
Aman nasıl olur? Hızla doğrulmuş, battaniyeye sarınarak
yatağın bir ucuna kaçıp oraya büzüşmüştü. Bir kere, ayakları
nın ne olur ne olmaz, kokması, ömrünü kaplamış en büyük
korkularından biri, başlıcası. Nekadar çok şey var korkulacak.
Galiba Clea bu kaçışı, bu telaşı da sevdi.
"Siz çok incesiniz, hem de çok," diyordu. "Büyükannemin
bayıldığım ipek dantel giysileri, ipek eldivenleri gibisiniz ."
Çocuk değildi ya, iç dünyasına çekilmiş, şehvette dene
yimsiz biri de olsa, bukadarını anlayabiliyordu: Clea'nınki de
ğişiklik özlemi. Doğulu, ince efendi ve 'sorun çıkarmayacak'
bir adamda bir çeşit güven arıyor da olabilirdi. Tatilini ya da
yaz 'tetebbu' larını kruvaze ceket, ütülü pantalon, boyalı iskar
pinlerle geçiren kim kalmıştı ki ortalıkta? Kaldırımda biri ya
nından geçerken hafifçe kıyıya çekilen, kapıları açıp yanındaki
önden geçsin diye bekleyen, ardındaki için de kanadı elinde tu
tan?
Bunlardan ötürü seçilmiş olduğunu düşünmek hoşuna git
medi değil. Ama asıl, ipek yerine konulmak, ömrünün sonla
rında hayalden somuta, omurgalı bir sevişmenin kucağına atıl
maya yetip de artmıştı bile. Nesrin, bu türden sözler bilmez,
bukadar uyandırıcı dokunuşların acemisi. Hiç, "Sevgilim," di
yemez mesela, kulağına bir iki çıplak söz fısıldayamaz. Olsa ol
sa, "Canım," der, "canım, canım ... " Hoş o, sevgisi kabarınca da,
öfkesi ayaklanınca da 'canım' der. Nesrin'i bütün çıplaklığıyla
bir kere bile görmedi. Hep belden aşağılarını yorgan altında
birbirlerinden gizleyerek seviştiler. Ah dostum Benn, üstadım
Necafigil, bizim okumuş yazmışlarımız yatakta da öyleydiler;
alt yanları insansa, üst yanları hayvan; üst yanları insansa, alt
yanları hayvan ...
Clea, odanın içinde anadan doğma geziniyor, sevişirken
yere düşen küpesini aranıyor, sonra boşverip duşa gidiyor, ora
dan sesleniyordu:
"Sen de gelmez misin?"
150 | {
"page": 150,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Birlikte yatana kadar, 'siz'di, ama sonra 'sen' olmuştu.
Duşun altında yeniden seviştiler. Niye kendinden saklasın
ki, bunda da Clea'nın büyük yardımı oldu.
Gökyüzünde uçağın izi bile kalmayınca, o da sanki ömrü
nün en uzun, en kısa, en tatlı, en baharatlı, en yumuşak, hem
de en gaddar, acımasız yazını bitirmiş oluyor.
Zaten Alma Mahler peşine düştüğünde hayatın kumar ma
sasına oturmuştu bile. Clea'yla oyuna girdi. Bu kumarda ka
zandığını mı, kaybettiğini mi bir türlü bilemiyor. Süpermarkete
doğru, yokuşaşağı, gittikçe hızlanan adımlarla iniyor ve par
mak uçlarında artık asfaltın sıcaklığını duyuyor: Bütün gece
Baden'daki Casino'nun rulet masası başında dikilmiş, yanına
kontlar, kontesler gelip gitmiş, Alma yine bir şişe Benediktin bi
tirmiş; Clea uzay kadınları gibi giyinmiş, Nesrin, Roma Tati
li'nin masum yüzlü Audrey Hepburn'ü olarak kirpiklerini indi
rip kaldırmış, indirip kaldırmış; Yunus, şeytan külah, şeytan
maske ve kara peleriniyle arkadan yanaşıp iki kere şampanya
kadehini devirtmiş, birinde yanlış sayıya oynatmış, üstelik de
Üçüncü Adam'dan Harry Lime'ın purosuna şarap rengi sırmalı
kadife redingotunun kolunu yaktırmıştı . Fakat asıl canını sıkan,
sabaha doğru dışarı çıktıklarında Antonia'nın, kapıda bekleyen
Paşa arabası önünde çırılçıplak soyunarak, yeniçeri askerinden
aktarma uzun bıyıklı, serpuşlu arabacıyı delirtmesiydi. Asker
cik zaten Viyana İkinci Kuşatması diye, haftalarboyu elin tepe
sinde nöbet tutmuş, kaleye lağım kazılarak girilmesi işinde ça
lışmış, bundan da sonuç alınamamış; uykusuzluk, açlık ve ka
dınsızlık bir yandan, Ağustos sonu girişilen hücumda da başarı
sağlanamamış; bunlar daha iki hafta öööyyyle, pusuda bekle
ha bekle, derken Eylül'ün on biri, gece sabaha karşı, Kara Mus
tafa Paşa ile maiyeti davul zurna, sancak bayrak, tam teçhizat
toplaşırlar; iki saat bekleşirler; düşmandan çıt yok, çıt çıkacağı
da ... O zaman Paşa, hadi bari, diyesi, bu ara ben bir kaplıcalara
gidip geleyim; birkaç asker, arabacı; Prens Eugene'le tavla at
malar, Casino' da bi iki el oyun, biraz üzerinize afiyet bağırsak
sancısı, derken, haber ulaşası; amanın yetişin Paşam, ordumu
zun sağ kanadına doğru kara bir bulut akıp geliyor. Meğer Leh
151 | {
"page": 151,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Kralı Jan Üçüncü Sobieski ve müttefikleri toplaşıp hücuma geç
memişler mi? Elli binlik mi, atmış binlik mi bir ordu, fırtına hı
zıyla yaklaşıyor. Yeniçeriden arabacı da meğer zaten Baden Ca
sino' dan Merzifonlu Paşa'yı almak için gelmiş, bekliyor; Anto
nia işte tam bu en hassas anda arabacının sinirleriyle oynayıp
onu delirtiyor. Tabii bu, atların delirmesine de yolaçıyor ve Vi
yana yolunda Kara Mustafa Paşa'nın arabası, içinde Anto
nia'nın çırılçıplak oturup esrar çektiği arabaya bindiriyor. Ta
rihler bunu yazmıyor, ama bilen bilmektedir ki, eğer Merzifon
lu Paşa bu kazadan ötürü ordunun çadır kurduğu Kahlen
berg' e varmakta gecikmeyip Sobieski ve müttefiklerine karşı
askeri tam zamanında savunu düzenine geçirebilseydi, ünlü
bozguna uğranmaz, Viyana'ya bu sefer pekala da girilirdi. Her
şeyin bir şeyi var. Antonia'yı gecenin bir saati evden dışarı at
ması, yırhk bluciniyle el kadar penyesini de ardından fırlatması
az bile!
Alışveriş için bukadar geç kalmamalıydı. Parkta da o kadar
uzun oturmamalıydı. Geceleyin olup bitenler, derken evi derle
yip toplamak, çimleri sulamak yormuştu. İşte sıcak arttı, yürü
yüş büsbütün işkence halini aldı. İnsanın beyni karışıyor, nere
den nereye atlıyor. Ne Casino'su, ne kontu paşası, hangi araba
kazası? Tabii ki bunlar rüya canım, uykuda görüldü. Şimdi
market serindir; biraz kendine gelir. Kent merkezi tütüyordur.
Her yan taş kaplı. Bu tepeler yine iyi. Akşamüstleri batıdan
usul bir esinti çıkıyor, kulaklara fısılhlarla, yüreklere ferahlık
larla doluyor. Ay yükseliyor. O zaman, üzüm bağlarının kıyı
sındaki kır lokantasında serin şarap içerek anıları kaleme al
mak, bir yana bir iki not düşmek çok hoş oluyor: Hayahmda
dingin bir parantez açıldı.
O parantezi bir kere daha açabilir.
Bir an önce akşamın olmasını özlüyor. Tabii ilkin eve dönü
lecek; alınanlar yerlerine yerleştirilecek. Sonra duş yapacak.
Belki küveti doldurur, içine uzanır. E peki, küvet boş mu, temiz
mi, ip orada mı yoksa başka yere mi gitti lafa bak uçak kaçtı
olur mu taksi parası yok diye dönmüş geri gelmiş hani ne oldu
komşu havaalanınaydı hani ben sana söyledim buıi.lar çekmez
152 | {
"page": 152,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
yolun alhnda silkeleyiverirler dedim şimdi yeni bir bilet alın
ması gerekecekmiş Bülent'in plak sabun paralarını da çaldır
dım artık siz ödersiniz değil mi Hoca somon füme seviyor boş
ver bir duş alırım sonra biraz uzanır kitap okurum dinlenirim
bakalım belki Faruk telefon eder belki Asaf çıkagelir artık bu
günlerde gelmesi gerekir ama ne olsa önden haber verir yine de
hazırlıklı olmalıyım herkesin işi var gücü var evi ona güzelce
teslim etmeliyim ben de artık yavaş yavaş dönüş yoluna hazır
lanmalıyım tabii de bu bodrumda kokarsa ne yapmalıyım en
iyisi fare zehiriydi belki o da şişirir bukadar konukluk yetmeli
fazla istismar etmemeli hele Asaf gelsin çimleri çiçekleri bir
göstereyim bakalım memnun kalacaklar mı ancak eksilen şam
panyalar neyse bari kırılan kilidi onarttırdım anahtarını içerde
unutmuş gecenin bir saati Antonia'yla geliyor beni uyandırmak
istememiş laf ben Antonia'yı görünce bozuluyorum diye usulca
girmek istemiştir elin kilidini kırıyor bir de ayıp değil mi neyse
ki aynı kilitten buldum hiç belli olmadı daha dün bir bugün iki
kurtuluş demeye kalmadan zır kapı çıkıp geliyor hadi arkasın
dan yine Antonia allahtan yeşil ip var çamaşır ipi yoksa daya
nılır mı tam da Clea'yı aramaya başlıyorum, ondan bir özür di
leyeyim, bahçede ben de ona mum ışıklarında şık romantik bir
sofra hazırlayayım demeye kalmıyor ben buraya şeyetmeye
gelmedim ki tarih ve Alma'nın sevme sanatını anlamaya diye
sonra ne olsa o kadar yıl bugünleri beklemişim Asaf gelince ev
de görmekten hoşlanacağı ne alsam acaba neyi sever lisedey
ken su kabaklarına dünyayı resmederdi ruhların haritasını ka
baklara nasıl resmedecek ayrıca bilmem ki buralarda yuvarla
cık su kabakları nerede bulunur artık bari şöyle iyi peynirler
den seçeyim de iyi şaraplardan ...
Keşke tekerlekli alışveriş çantasını alsaydı. Yokuşyukarı o
şişeleri taşımak.
Markette fazla kalmamaya kendi kendine sözverdi. Herbiri
dünyanın bir yanından çeşit çeşit yiyecekler önünde saatlerce
eğlenebilir yoksa. Hele paketlerin, kavanozların üstlerindeki
etiketlerin kalori, yağ, şeker oranlarını öğrenmeye kalkışırs a!..
Bir de hazır salata sosunun nerede olduğunu bulamaz, derdini
153 | {
"page": 153,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
çalışanlara anlatamazsa, artık dön dur yiyecek içecekler arasın
da. Her seferinde de gözü değişik bir şeye takılır.
İçerisi fazla kalabalık değil. Beklediği gibi serin de değil.
Donmuş yiyeceklerin başına koşarsa belki serinler: Ah işte, saç
ları erkek gibi kesilmiş profesör halli kadın bana yine bir şey
soruyor. Yine sözlükten edindiğim Almancayla aynı yanıt: leh
verstehe nicht Deutsche.
Yunus da Almanca bilmiyor, ama o hiç gayret göstermez.
"Yunus, evladım, şu sözlüğe bak bakalım, kepek ne de
mek?"
O kadar ekmek türü öğrenmiş, kepeklisini bir türlü anlata
mamakta. Burada Yunus'un yapıp yapacağı tek yardım ise,
sözlüğün kendisinde olmadığını söylemektir. Evden çıkarlar
ken ona, yanlarına almalarını hatırlatmamış mıydı? Kendisi boş
şişeleri torbalara doldurur, alınacaklar listesini çıkarırken o da
sözlüğü cebine koyverseydi ne olurdu? Üstelik, kendi odasına
götürmüş. Yalnızken bir kere bile yanılıp yanına sözlüğünü al
madan sokağa çıkmamıştı. Her şey aksıyordu, her şey. Öğrenci
sine iyi güzel günler sunmak istedi, bunu coşkuyla istedi; yeni
ufuklar tanımak için kendisi gibi ille emekli olmayı beklemesin,
dedi: Beni özlemiş, yol parası biriktirmiş, mektup mektup üstü
ne yazıyor, eh sorun sadece yatacak yerse, buyursun bari,
Asaf a sormadan olmaz, ona sormak da benim için çok güç
ama, böyle kocaman evde tek başına keyif çatmak da bencillik
olur.
'Parantez içine alınmış dingin bir hayatı' bir buçuk-iki ay
kadar yaşamak da yeterliydi. Zaten yalnızlık çekmeye başla
mıştı. Yunus sevdiği bir genç. Son öğrencilerinden. Varsın gel
sin. Gördüklerini onunla paylaşmak ne güzel olur. Nesrin ya
zın sonunda kızının düğününü yapma hazırlıkları içine girmiş.
Keşke o gelebilseydi. Gençler artık evlenme boşanma tarihleri
ni kendileri kararlaştırı yorlar, yoksa ta baştan, Venedik turuna
çıkılırken Nesrin de niyetliydi, pat diye nişan-düğ ün meselesi ...
Demek Yunus sözlüğü cebine koymamış. Ama bundan bir
rahatsızlık duyduğu da yok. Onun yerine:
"Giderken Bülent' e vakumlanmış isli balık götüreceğim,
Baltık somonunu o çok sever," demektedir.
154 | {
"page": 154,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Daha dönüş gününe bir hafta varken, uzanıp serin yiyecek
ler bölümünden ağırca iki paket isli somon almakta, tekerlekli
alışveriş arabasının içine koyvermektedir. Hem sanki orada,
büyük şık marketlerde isli balığın köküne kıran girdi de ... Ke
pekli ekmeği alamadıl ar, zaten Yunus bunun için çaba göster
medi. Keşke Bülent kepekli ekmek de istemiş, bunu da çok se
viyor olsaydı! ..
Kendisi yola çıkana kadar ortalarda Bülent diye biri yoktu.
Önceden hiç düşünmemişken kendine bir paket somon fü
me alıyor. Bülent' e seçilenler kadar ağırından değil, şöyle yüz
elli gramlıklardan. Bir yandan da neredeyse yüksek sesle:
"Hiç tanımadığım birinin isli balığım da bana aldırdı!" di
ye söyleniyor.
Yüz elli gramlık paketi geri bıraktı, iki yüz elli gramlık ola
nından aldı. İyi marka iki şişe de beyaz şarap seçti.
Tepenin eteklerindeki ağaçlıklı ince yoldan geçerek göletin
başına geliyor. ·
Gölde birkaç ördek süzülmekte. Suyun yüzeyinde ince sinek
ler uçuşuyor. Batıdaki bulutlar hala çok yükseklerde, çok içine ka
palı. Bugün de yağış olacağa benzemiyor. Ağaçların sık yaprakla
rı günışınlarını suyun yüzeyine kırık ışıltılarla düşürmektedir.
Yanından bisikletli küçük bir kız geçiyor.
Peşinden zıplayarak minik bir köpek koşuyor.
İki yanda çiçekli otlar sallanıyor.
İlkokulların resimli kitapları.
Uzun zamandır kendisini terketmiş huzur yumuşak adım
larla geri geliyor gibi. Burası serin. Otlar çağırgan. Sırtüstü uza
nıyor.
Dün, Clea'nın Viyana'daki son günüydü. Öyle söylemişti.
Unutması olanaksız. Yunus olduğu sürece de onu delice özledi.
Üstelik teniyle, dudakları, çizgili boynu, bacaklarının arasıyla.
Kendini zaman zaman gencecik Mari Vetsera tutkunu Arşidük
Rudolf sanıyor, bundan da utanıyor. Alma Mahler tutkusu da
ha büyük bir çılgınlıktı, ama sonuçta bu çılgınlık kendi içinde,
gizli kalabilirdi, tamksızdı. Clea'yla öyle değil ki.
155 | {
"page": 155,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Yunus'tan 'kurtulur kurtulmaz' onu aramaya koştu. Utan
cından oteline gidemezdi, fakat her gün uğradığı kahveye son
bir defa uğrayabilir diye, alışık bulunduğu saatte uzun süre
bekledi, Clea gelmedi. Neden gelmedi? Neden gelsin? İlişkiniz
mi sürdü, yoksa burada buluşmak için sözleştiniz mi? Son gün,
insanın yeniden görmek istediği yığınla yer vardır, başka insan
lar; hem kimbilir , seviştiği başka bir adam. Sen bıraktın diye
kendini yalnızlığa mahkum edecek değildi ya?
"Özür dilerim, artık buluşamayacağız ... "
İki hafta boyunca oteldeki yatağını paylaşasıya yaklaştığı
bir kadına, ezik büzük, sünepe halli, böyle dediydi.
Clea, bir çocuğu yatıştırmaya çalışır gibi, okşayıcı sesiyle
sormasın mı?
"Seni telefonla da aramayayım mı?"
Büsbütün batkı, büsbütün utanç, kem-küm:
"Aramasanız iyi olur."
Önce Japon kızlar, sonra Prens Balthasar, Kont Montecuc
coli arabaları içinde çekilip gitmiş, karnaval bitmiş, Milena' cık
ancak yatıştırıcı iki hap bulabilmiş, dargın gözlerle, hatta ayıp
layan bakışlarla yanıbaşından geçmiş, rüzgar uyumuş, sular
dalgın, hava hep öyle çok bungun. Kıyısında dikildiği küçük
eski alanda kazıya bakarken, o çukura düşmeyi, arkeoloji öğ
rencilerinin de tarihi, kokusuyla birlik yeniden gömer gibi, üs
tüne bol toprak atmalarını istedi. Yer yarılsa, içine girse. Vebada
ölen, kireç ocağına düşen tek kişi kendisi olsa. Altı kaval üstü
şişhane, yarısı karga, yarısı zürefa adam! Yunus geliyor diye
Clea'yı dehlemek. Onu ortadan kaldırmak. İzini silmek. Na
mussuz katil. Yeşil çamaşır ipiymiş, usturaymış, Emma zehiriy
miş! Geçmişi silmek, yoketmek mi istiyorsun? Önüne ağır taş
duvarlar örersin, olur biter.
Clea, solgunlaşmaya boyun eğmeyen gözlerini yüzüne
dikmişti:
"Sen bir şeyden çekiniyorsun, neden?"
Apaçık sordu. Apaçık bir yanıt bekliyor. Serçe parmağını
önündeki bol sodalı Campari bardağının ağzında dolaştırıyor,
dolaştırıyor; yanıt gelmiyor.
"Hadi, söyle bana, neden çekiniyorsun?"
156 | {
"page": 156,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Utanıyor, sonra utancından dehşetli utanıyor, gözlerini
önüne, masayla kamı arasına dikmiş, ağzından tek sözcük çık
mıyordu.
Bu da başka bir kentor türü: Bir yandan tarihin bilgisiyle
yüklü, çeşit çeşit çağlar, yüzyıllar içinde yürür; oralardan çeşitli
manzaralar çıkarıp üstüne denemeler yazar; bir yandan şiirleri
çeşitli dergilerde görünür; yıllar içinde üçer beşer toplanmış
okurunca sevilir, sayılır. Öte yandan, otel odalarında bir kadın
la halvet olduğunun hele genç bir öğrencisi tarafından bilinme
sinden ödü patlar. Maskara olmaktan. Karnaval soytarısı. İlişki
öğrenilir öğrenilmez her değerlendirmenin ilk iki sözcüğü mut
laka aynı şey olacaktır: Bu yaşta ...
Bu ise yaygın bir korku türü: Bu yaşta, bu yaşta bir kadınla
buluşmanın gülünç karşılanmasından çekinmek. ..
Kaz bakalım, tarih biryana, kendi toprağını daha derin kaz,
yedinci katında ne bulacaksın? Clea'yı yanıtlayamadan utanç
içinde ayrılışını mı, ayrılır ayrılmaz ise onunla Yunus arasında
kendine mümkün bir yer aramaya koyuluşunu mu, Yunus'un
seni çok özlediğini söyleyerek gelmeye kalkışından derin mut
luluk duyuşunu, varlığını bu duyguya hasretmek isteyişini mi,
yoksa onun iki cinse eşit ilgisinden ortaya çıkacak karnaval çıl
gınlığına kendini hazır duymadığını, asıl bundan korktuğunu
mu? Ama macera, tehlikeli ve yorucu olduğu oranda da çekici
dir.
Çimlerde yüzüstü dönüyor; burnunu otlara, bakışlarını
büsbütün içine daldırıyor.
Büyünün etkisi altına ta Venedik'te, bir vaporettoda, Alma
Mahler'le tanışır tanışmaz girmişti. Peşinden sürüklene sürük
lene vardığı nokta ise bu işte:
"Canım hoca, besbelli kadında para bol, bir yaz serüveni
yaşamaya çıkmış. Nekadar önemsiyorsunuz bunu!"
Hah hah ha, size gerçekten önem verdiğini, tutulduğunu
falan sanıyorsunuz ...
Yunus, aslında bunu demek istemiştir. Sonradan ayırdında
oluyor o yanpiri gülüşün, ama böyledir. Ona Clea ile yakınlı
ğından elbette sözaçmamıştı. Bunu yapabilecek olsa, seviştiği
kadından, mahallemize geldik, aman yanımdan uzaklaşın, il-
157 | {
"page": 157,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
kelliğiyle ayrılmazdı. Yoo, tabii ki Yunus'a Clea'yla çok özel
ilişkisini açıklamamıştı. Yalnız alay edilmekten çekindiği için
değil, çok özel ilişkilerin öte yanına, karşı tarafına her zaman
çok özel bir saygı duyduğu için de. Daha çok, bir 'vicdan ağrı
sını' dindirmek isteğiyle galiba, şöyle dediydi:
"Pek akıllı, pek kültürlü bir kadınla tanıştım. O da benim
gibi yalnızdı. Hofburg'un oralarda karşılaştık. Birlikte gezsek,
diyordu. Telefon numarasını da verdi. Arasak mı?"
Canım hoca, besbelli kadında para bol... ......... .
Sonra ne düşündü, bilinmez, -yo, niye bilinmesin, apaçık
belli-ağzını aramaya kalkışmıştı: Sahiden böyle biri var mıy
mış? Tanışmaya değer miymiş? Kanadalı mı demiştiniz, kimya
ger mi, niye gelmiş, iş için mi, gezmeye mi? Ama sakın kendini
birilerine taşıtmak istiyor olmasınmış ...
Burnuyla yetinmeyip, yüzüstü uzandığı otlardan bir mik
tar ağzına da alıp çiğniyor. Çiğnerken çiğnerken baktı, kendini
hoşgörmeye, affetmeye yatkın hale gelmiş: Ben iyi ki Clea' dan
uzaklaşmışım. Bir sezgi. Tanışsalardı bizim genç adam onu öy
le bir kırardı ki, iki haftalık birlikteliğimiz de kirlenirdi. Şimdi
hiç değil geride örselenmemiş sayılabilecek bir anı. Clea zaten
gençleri zaman zaman pek miğde bulandırıcı buluyormuş; ben
herhalde biraz da bundan kaçındım Yunus'la onu tanıştırmak
tan. Neyse ne, bence sonu belirsiz, muhtemelen de kötü olabile
cek bir şeye yolaçmaktansa ... Tabii biz ilelebet dost kalabilirdik ,
arasıra yazışabilirdik. Nesrin yakında torun sahibi olur. Bana
hiç zaman ayıramaz artık. Biz de bayram seyranlarda telefonla
şıp, "Nasılsın bakayım?", "Eh işte, bacaklarım boynum ağrı
yor," "Ah sorma, benim de," "Görüşelim ayol," "Ya görüşe
lim," deyip deyip hiç görüşmeyenlere döneriz. Konuşacak ne
yimiz kalmıştır ki?
Kenti bir süre daha dolaştıktan, müzelere girip çıktıktan
sonra Clea ile sevdikleri kahveye otururlar; birden içinden ge
lir, ıslıkla bir şey çıkarmaya çalışır, bir parça. Clea gülümser,
"Bu nedir?" der, o da: "Bu, Aslan Yürekli Rişard'ı kurtaran par
ça," der. "Nasıl yani?" der Clea, ballandıra ballandıra anlatır o
da: "Melk'e vapur bağlantılı bir tur almadınız mı henüz? Mut
lak gidin. İsterseniz birlikte gideriz, Melk Manastırı'nı, hele ki-
158 | {
"page": 158,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
taplığı yeniden görmek isterim doğrusu. Giderken yolda Durn
stein Kalesi görünür. Buranın bir efsanesi var. Biliyorsanız an
latmayayım. Emin misiniz? Herhalde biliyorsunuz, fakat unut
muşsunuz. Hani, şöyle bir şeydi: bin yüz doksan birlerde bir
gün, Kudüs'e doğru Üçüncü Haçlı Seferi'ne başlandığında, As
lan Yürekli Rişard, Babenberg Prensi Beşinci Leopold'ü feci öf
kelendirir, çünkü vardığı bir menzilde Prens'in armalı bayrağı
nı indirip yerine Avusturya sancağını dikmiştir. Prens de ona
ölüm fermanı çıkarır. Bunun üzerine Aslan Yürekli Rişard, teb
dil kıyafet eyler. Yine de bir gün, köylü kılığı içinde tanınır, der
dest edilip Durnstein Kalesi'nin en kuytu zindan hücresine atı
lır. Onu aramaya çıkan sadık adamı Blondel, bir gün ıslık çala
rak kalenin yanından geçmektedir. Islıkla çaldığı parçayı ikisin
den başka kimse bilmez, aralarında bir şifre gibidir. Arslan Yü
rek, ıslığı işitir, bunun Blondel olduğunu hemen anlar tabii,
parçaya gücü yettiği kadar yüksek sesle yanıt verir. Blondel,
adamlarıyla kaleye hücum eder, Rişard'ı kurtarır. Halbuki As
lan Yürek, bu kalede tam yirmi üç bin kiloluk altın karşılığında
rehin tutuluyormuş. Bu miktar altınla o zamanlar Sicilya'ya se
fere çıkmak, ayrıca da Viyana'yı baştan sona yeni kale duvarla
rıyla çevirmek mümkünmüş ."
"Bizim de ikimize ait bir şarkımız, bir parçamız olsun. Bi
linmez ki, bakarsın birimizden birimizi zindana kapamışlar. Ya
da bakarsın, biz kendimizi ayrı ayrı kendi zindanımıza kapa
mışız ... Islıkla şarkımızı çalar, kurtulur uz. Sen beni kurtarır mı
sın?"
Hep öyle, çayırda yüzüstü, biraz delimsek, kikir kikir gülü
yor. Öyle bir kikirdeyiş ki, karnı da pıt pıt yere vuruyor: Pekii
Aslanım, sen ne dedindi o zaman? O zaman ben de dedim ki:
"Elbette kraliçem. De bon Coeur! Maalmemnuniye ... Fakat,
bizim parçamız ne olsun?"
Otlara yapışık dudaklarıyla ıslık çalmaya başlıyor.
Clea, kahvede, ıslıkla Üçüncü Adam filminin melodisini çal
maya başlamıştı. Az önce Aite Hofapotheke yanından bir kere da
ha geçerken, ikisi aynı an' da, "Aaa, tabii ya, burasıydı işte, kar
şı kahveden görünen köşe burası olmalı, hani Üçüncü Adam fil
mindeki? .. " demişlerdi de. Belleğini ziyaret edip edip giden
159 | {
"page": 159,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Harry Lime de bu filmdeyd i. Ama kızla adamın ayrıldığı köşe
neresiydi, o kahve? Clea, Anton Karas temasını çalıyor. Bunu
çıkarabilmesi bir mucize! Kendisi de ıslıkla katıldı. Temayı bir
likte, gözgöze bakışarak mırıldandılar . Kendilerinden sonra ge
lenler Karas'ın bu temasına yabancıydılar. Bu temaya savaş
sonrasının kederi, örselenmişliği ve yeni arayışlar, umutlarla
yeniden sahip çıkılmasına yabancı. Onların çoğu, yanmış yıkıl
mış bir Viyana' da, vur patlasın, çal oynasınların bedelini ağır
ödeyen bir Viyana' da, dırdırcı bir kontes eskisinin yıkık kona
ğındaki bir odaya sığınmış, işsiz, yalnız tiyatro sanatçısı Miss
Smidt'ten de habersiz. Miss Smidt ve kedisi. Açlıkla yüzyüze;
şu sefil odadan da her gün dışarı atılmayı beklemekteler. Genç
ler bundan, o dönemin bu ruhundan habersiz. Kentin yeni bir
tasallutla gebe oluşundan ...
Islığı bırakıp parçayı bir süre de öylece mırıldandılar . Clea
sürdürürken, o susmuştu. Şunu söylemek için:
"İmparator François Joseph'in metresi de bir tiyatro sanat
çısıydı, fakat nerede o, nerede Miss Smidt, değil mi? Şekerim
Miss Smidt, modern zamanlar sanatçısı: Atlı arabalı, konaklı ve
on sekiz uşaklı tiyatro sanatçılarının ceremesini o ödedi."
Der demez, Clea da pat diye Anton Karas temasını mırıl
danmayı kesti. Durdu, düşündü, düşündü. Ne yapacak acaba?
Ağzını kulağına yaklaştırıp fısıldamaz mı?
"Seni yine istiyorum. Otelime gidelim. Sevişelim."
Kendisi ise, utangaç utangaç gözlerini yarı kapamış, ne di
yeceğini bilmiyor. Aşkı, daha çok aşk duygusu olarak seviyor
du, ama işte yollara düşeli, iki arada bir derede.
Clea, yüreklendirici:
"Üşüyorum. Bak işte, o yalnız kızcağızı düşün, dostunu
aramaya çıkan gazeteciyi, siyahlar içinde çoktan kaybolmuş
Orson Welles'i düşün, kediyi sonra. Kediyi hatırlıyorsun değil
mi, yalnız, tutamaksız tiyatro sanatçısının kedisini? Onun, ge
ce, bir kapı girişinde Harry Lime'ın, Welles'in yani, ayakkabıla
rını koklayışını düşün. Bir zaman, yanından bir kerecik geçmiş
ayakların kokusunu alışını. Savaşı unutma, ölümü," diyor. San
ki tepelerin akşam esintisi kulaklarını fısıltılarla dolduruyor.
Akşam, akşam ...
160 | {
"page": 160,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Dün, Michael Platz' da yalnız Prenslere, Kontlara rastlama
dı. Yalnız ölüme ve toprak kurtlarına değil. Clea'yı ararken,
hem saray eczanesinin duvarı, hem karşı köşe bu sefer sahiden
'görülmüş' oldu. Bir şeyi ilk defa 'görünce' de:
"Clea ... " diye hemen hemen inledi. "Clea, rüzgarın nişanlı-
sı. .. "
Az önce gökyüzünde uzaklaşıp giden uçağın içinde miydi
acaba?
Hızla sırtüstü dönüyor , sıcağın sisiyle örtülmeye başlayan
gökyüzüne doğru fısıldıyor o da:
Alte Hofapotheke! Kaç defa önünden geçtik. Sonuçta, fil
min buralarda bir yerlerde dönüp dolaştığını bulduyduk da,
kızla adamın hangi köşedeki hangi kahvede ayrıldıklarını bula
madıydık. O duvar, hangi duvardı, önlerini örten? Alte Hofa
potheke! Biz hep Albertine tarafından geliyorduk. Sırtımız bu
duvara dönük oluyordu. Yine de alanda durunca görmüş ol
malıydık. Defalarca görmüş olmalıyız; defalarca kızla adamın,
Miss Smidt'le gazetecinin, herhalde Graham Greene'in kendisi
olan yazarın ayrıldıkları yerden geçtik, defalarca Amerikan,
Fransız, Rus bölgelerinin sugözünden. Kadın ve adam tam ora
da ayrıldılar.
İki adım ötede de onlar ayrıldı. Rastlaştıkları 'özgür böl
ge'nin kıyısında, sınırda.
Ağaçlardan dökülen günışınları tam gözünün içine dalı
yor: Kapat gözlerini, çünkü ancak o zaman gördüklerin gerçek.
"Siz de yalnız mısınız? Eğer öyle ise, birlikte olabiliriz ."
"Çok dikkatli, çok duyarlı bakışlarınız var. İnsanı gören
gözler."
Clea, aynı duvarın dibinde, aynı yerde, ama ayrı ayrı yapı
lara, heykellere bakarlarken söylemişti bunları. Herhangi bir
turist gibi: "Franz Jozef heykeli bu mu oluyormuş?" diye sor
madı mesela. "Eski Lahanacılar Pazarı ne yanda kaldı bayım?"
diye de sormadı, "Kömür Pazarı ne tarafa düşer?" diye de ...
Kendisi de Clea'ya: "Burayı neden kazıyorlarmış böyle?" de
medi. Fransızca konuşan, saçları aka yakın kır, oldukça yaşlı
görünen göğsü bağrı rahatça açık kadının sesine dönmeden ön-
161 | {
"page": 161,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
ce, bir yandan karşısındaki yapılara bakıyor, bir yandan Nes
rin'e kafasından şöyle bir kart daha atmış bulunuyordu:
Üstünde resmini gördüğün yapıya tam anlamıyla Barok
denemez. Ama kapıların, pencerelerin kıyılarında barok süsle
meler var, her pencere kıyısına heykeller ikişer ikişer konmuş
bak. Her şey, yetinmesizliği söylüyor. Bu kente geç gelen, geç
giden, kaldığı sürece de Viyanalının hayahna bürünen barok.
Yazacakları tek karta sığmayacak. O zaman ona bir tane
de Kokoschka'nın Rüzgarın Nişanlısı tablosunun basılı olduğu
karttan almalı, arkasına ressamın AlP1a'ya çektiği şu tarihi
telgrafın sözlerini aktarmalı: Biz bu tablo ile birbirimize ebediy
yen bağlıyız. Ve eklemeli: Sahi, sensiz ben buralarda ne arıyo
rum?
Alışveriş torbasındaki füme balığın bu sıcağa daha neka
dar dayanacağı da tam o sırada aklına geliyor. Bu sefer yüzün
de daha tuhaf, büsbütün delimsi bir gülüş beliriyor. Burun ka
natları oynuyor: Geçimişin kokusu ... Geçmişin kokusu ... Geç
miş, füme balık gibi kokar. Alma'yı Venedik'te Florian kahve
sinde bekletip bekletip de gelmeyen pis ressam Kokoschka'nın
ağzı burnu gibi kokar, bodrumdaki ölü gibi, Tuna' da yüzen ce
setler gibi... Canım Alma' cığım, elinin değdiği her erkeği adam
ettin, onların ilham perisi oldun, onların güzel senfoniler bes
telemesini, tablolar yapmasını, şiirler yazmasını, binalara, eş
yalara imza atmasını, hepsinin büyük başarılarını sağladın ve
tam da elin bana değdiği sırada ... Yalancı alçak, masum Nes
rin' ciğe nasıl yazarsın, biz rüzgarın nişanlısı yız diye, bu tablo
bizi birbirimize ebediyyen bağlamışt ır, diye? Ne hakla? Ne
hakla senin Alma'n olacak kadını, Clea'yı da her yanı pis pis
kokan öğrencinle aldatıyorsun herkesi herkesle aldahyorsun
tarihin toprak kurdu soluğu düzensiz dengesiz adama yanya
na barok ve Itri de diyemiyorsun, kolay mı bu geniş geniş ne
fes alıp vermekler ister yüzyıllar boyu çalışmak ister Baden
kaplıcalarında yatmakla, kansız kızsız kalınca elden ayaktan
da kesiliveren kıllı yeniçeri askeriyle olmaz tabi, akıl akıl akıl
öyle lök gibi oturmuşun masaya, elin çenende ne yapıyorum
burada ben böyle ne düşünüyorum diyerek kımıldamadan sü
nepe sünepe ...
162 | {
"page": 162,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Gülüyor, gülüyor, gülüyor. Gözlerinin yumulu olması yet
miyor; sımsıkı, sımsıkı kapıyor onları, daha daha, göz kasları
elverdiği oranda kapatıp kısıyor:
"Ne düşünüyorsun Yunus?"
"Viyana'ya kiminle gelsem daha iyi olurdu acaba, diye ... "
Yunus'un giderek apaçık bir küstahlık edinmiş karanlık
gülümseyişi. Bu gülümseyiş, kapının yanındaki manken müş
teriye çarpıp boyutlarını büyüterek geri dönmüş, soruyu sora
nın bağrına saplanmı ştır.
Burası elbette önceleri Clea ile buluştukları kahve değil.
Başka bir kahve. Girişte bir manken oturmaktadır. Mankeni ilk
gördüğü gün, Yunus yokken işte, tam on dakika cansız sanmış
tı. Besbelli bir zamanlar Stalinci işçilerdenmiş. Bıyıklarını buna
uygun uzatmış. Sonra da artık hangi gönül kırıklığına uğradıy
sa, kendini içkiye vermiş. İnançlı işçilik günlerinden sırtında
deri ceketi ve işte bu bıyıkları kalmış. Deli, alkolik bakışlarla
orada öyle oturuyor , lanet olsun, hepiniz oralara, o masalara
kadar terfi ettiniz, ben burada kapı ağzında kaldım yine, diyor
du ...
Bu kahvede bir zamanlar Lenin'le Troçki'nin satranç oyna
dıkları söyleniyordu. Sosyalist aydınların toplandıkları bir yer.
Yunus da görsün istediydi. Ona daha kahvenin tarihiyle ilgili
birşeyler söyleyecekti, ama genç arkadaşı ilgili görünmüy or,
hep susuyordu. ''Ne düşünüyorsun Yunus?" Keşke sormasay
mış! O zaman belki eski saray eczanesinden Emma'nın zehirini
almazdı. Hadi o neyse, marketten çamaşır ipini de ...
Kahvede, o güzelim yuvarlak masalardan birinde oturu
yorlardı. Yunus'un gelişinin on yedinci günü, gidişine üç gün
kala. Yani hemen hemen dört gün önce. Yoksa yanılıyor mu, gi
den yok, gelen var, günler uzun. Kente birlikte son inişleri. Öğ
le yemeğini birlikte yemişler, yemekten sonra Yunus kendisin
den ayrılıp alışverişe gitmişti. Bu kahvede buluşmak üzere söz
leştiler. Akşam ... Akşam ... Günler bitti. Sersemletici bir hızla,
kaos, karnaval akıp gitti.
Kapıda belirdi. Elleri kolları paketlerle doluydu. Aldığı
şeyleri sayıp döküyor. Şaşıp kalmamak olanaksız. Hiç de yol
163 | {
"page": 163,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
giderlerini güç bela denkleştirmiş, parasını çaldırmış, her şeyi
bilirkişi arkadaşının özel traş losyonuyla ısmarladığı plakları
başkasına aldırmaya zorunlu kalmış birine benzemiyor.
Bunları kafasından çarçabuk sildi. Herkesin hesabı kendi
neydi. Ayıp etmeyelim. Kırılıp yarılan bir şeyler varsa, şu son
günlerin hatırına elimizden geleni yapıp onaralım:
"Ne içersin Yunus' cuğum ?"
Yunus, yorgunlukla arkasına yaslanmış, listeyi incelemeye
koyulmuştu:
di: "Bira içeceğim. Ama yemek de yiyeceğim. Çok acıktım."
Aradı, taradı, listeden en pahalı yemekleri seçti, sonra ekle-
"Üstüne bir de şu Peter-Altenberg favorisi denen meyve
salatasından yiyeceğim, bakalım ne özelliği varmış."
Aaa, evet, tabii ya, şimdi buldu! Kapının girişindeki sarkık
bıyıklı manken, gazeteci Altenberg! Sosyalist gazeteci ... İşçi gibi
giyinmesi bundan. İmparator sosyalizmi S o s ... diye diye yavaş
yavaş kabul ediyor, Habsburgların sandıklarında son kalanları
da bozduruyor; işçiler Tuna'nın öteki yakasında Lunapark'a
doğru yürüyor; geçmişin karnaval maskeleri, renkli katyonlar
bir bir dökülüp düşüyordu da ne oldu? Arşidük'ü vurdular ve
son yemeğinde ne yediğini hala kimse bilmiyor. Fakat, şu hale
bak, Yunus'un o kahvede, Altenberg'in öfkeli bakışları altında
ne yediğini çok iyi bilmekteyim.
Göz kasları yorgun, yine de o durumunu sürdürmektedir:
Çok iyi bilmekteyim .
Yunus, hesabı kendisi ödeyecekmiş, üstelik yanındakine de
bir kezcik bir teşekkür , bir 'gud bay' yemeği ısmarlayacakmış
gibi garsonu çağırmış, rahat rahat siparişlerini veriyor. Ancak
bu siparişler sırasında eski tarih öğretmenine herhangi bir teklif
yok. O zaten yemeği burada yiyeceklerini sanmıyordu. Kahve
sini yudumluyordu. Bütçesi o kadar alızlaşmışh ki, sabah mar
ketten düşüne taşına alışveriş etmiş, akşam yemeğini evde yi
yeceklerini hesaplamıştı. Daha Asaf a da hazırlanmalı, dolaba
bir şeyler koymalı ...
Kısılmış gözlerinin üstüne iki yumruğunu bastırıyor, daha
derinlere bakıyor:
164 | {
"page": 164,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Genç arkadaşından, eski öğrencisinden beklediği elbette
bir yemek teklifi değildi. Hiç aklına gelmedi. Ama bir şey bek
lediği de açık. Acaba ne? "Sizi özledim Hocam, kalacak yerim
olsa ben de gelirdim ... " diyerek mektuplar yazan, telefonlar
açan Yunus' a, "Hadi gel, benimle kal, evsahibimizle konuştum,
kalabilirsin," demeden önce rastlasaydı ya Clea'ya. Tam da o
, arada, çocukcağız yol hazırlıklarına başlamışken, biletini ayırt
mışken ...
Clea'yla, tarihin içinden yeniden, yeni biri olarak doğuyor ,
kentin büyüsü onu çılgınlıktan çılgınlığa çağırıyordu. Hayır
Yunus, gelme. Sakın gelme. Artık gelme!
Gecelerce uykusu kaçtı, eli telefona gitti gitti geldi. Sonuç
ta, genç adamı düş kırıklığına uğratmamak için, kendi düşleri
nin önünü kesti. Bu, şimdi Yunus'tan gelecek minicik bir yakın
bakışı haketmiyor muydu? Hoş bir sözü, tatlı bir esintiyi? Bek
liyor, evet bir şey bekliyor. Ayıp da olsa, gereksiz de, acıklı da
olsa, gülünç de, bekliyor. Mesela, garsona siparişlerini verirken
ona desin ki:
Biliyor musunuz, masasında oturduğum kişi benim sevgili
öğretmenimdir.
Ülkede bunun böyle olduğuna inandırmıştı. Bu kent, aynı
zamanda sonsuz zalimliğin kenti miydi peki? Herhalde öyle.
Su yeşili naylon çamaşır ipini gözünü kırpmadan geçiriyor
boyna, iki ucundan çekiyor çekiyor , patlayan gözler bodruma
taşınan ceset en iyisi Tuna'ya götürmeli yakında kokabilir Tu
na' da balıklar yemezse Karadeniz'i bulabilir. İpi de terasa ger,
güneş güzel, çamaşırları açıkta kurutmak iyidir, güneş sağlıktır.
İşte tam böyle olmuştur. Geçmişin kokusu ortalığı tutmuştur ve
okun ucu geleceği göstermektedir.
Yunus, güzel bir iştahla yemeğini yemiş, meyve salatasın
dan ise bir çatal aldıktan sonra:
"Bu Peter-Altenberg de beş para etmezmiş!" diyerek tabağı
bir yana itmiş, kahvesinin yanında konyağını yudumluyordu.
Kahveye kremayı koyuşunda, şekeri karıştırışında tuhaf bir içe
çekilmişlik. İnsana, şu an sıcacık, sevgi yüklü bir şey söyleye
cekmiş umudu veren bir duyarlık. Öyle olmasa bunu sormazdı
herhalde. Herhalde sormazdı:
165 | {
"page": 165,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
"Ne düşünüyorsun Yunus?" diye.
Elini, yüzünü, gözlerini, kulaklarını, yüreğini uzatmış, baş
tan sona umut dolu, bekliyordu:
Sizinle geçirdiğim, bana ayırdığınız bütün bu günler çok
güzeldi. Bunun bitmekte olduğunu düşünüyor, ona üzülüyo
rum.
Yumruklarını gözlerinden ansızın çekiyor, ama gözlerini
açmadan çimlerde yuvarlanmaya, yuvarlanırken kahkahalar
atmaya başlıyor. Dön, dön, dön... Kurtuluş... Ona üzülüyo
rum ... Sen ne diyecektin? Sen de diyecektin ki: Daha çok güzel
günlerimiz olacak. Burada olduğu gibi orada da. Orada olduğu
gibi burada da. Çok. Keşke seni Clea'yla da tanıştırsaydım. O
zaman belki daha zengin, daha çılgın anılarla giderdin. Keşke ...
"Viyana'ya kiminle gelsem daha iyi olurdu acaba?"
Uzaklardan bir gökgürüldemesi işitiliyor. Galiba artık ya
ğacak.
Yanıbaşındaki alışveriş torbasını, içindeki füme balığı, pey
nirleri, şarap şişelerini boşvermiş, çimli yamaçtan aşağı yuvar
lana yuvarlana bırakıyor kendini. Yeryüzü dönüyor, gökyüzü
dönüyor, içindeki her şey dönüyor.
Geçmiş henüz çürümemişti . Toprağa karışıp gitmemişti.
Kan ve ter buharlaşmamıştı henüz. Göletteki ördekler çok
uzakta kalmıştı. Et ve kemik, Tuna'nın sularında sürükleniyor ,
kokudan değilse de acıdan burnunun direği sızlıyordu.
Hala sızlıyor.
Teni, bütün iç organları tutuşuyor. Her yanını ısırgan otları
dalıyor, delirtiyor.
Kireç ocağı. Ocağa düşmüş, yanıyor.
Kurtarın beni!.. Kurtarın beni!..
Kont yok, Kontun adamları yok, taş işçileri yok.
Bayırın altında, kumluğun orada yer kızgın. Yanıyor.
Cleaaaa!..
Yukarda gökgürlemesi sürüyor.
Geliyorum dayan!.. Dayan, geliyoruuum !..
Dayanamıyor. Teni, bütün organları içiyle dışıyla her şeyi
tutuşuyor.
166 | {
"page": 166,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Üstündeki gömleği atıyor, sonra şortu, sandalları: Adam
onu öyle yolun altında indirivermiş, taksi parası da yok uçağı
kaçırmış dönüp gelmiş ben ona gelme dedim bir daha görün
me ölürsün dedim zaten gece uyumamışım Antonia'sı saatin
bilmem kaçında kapıyı çalmış nerde o diye geldi yatağıma gir
mek istedi ben seninle kalırım o zaman diye gidecek hiçbir yeri
yokmuş zaten dayanam ıyormuş sen Milena' dan bilirsin hangi
eczaneydi uyuşturucu bulalım hadi yalvarırım kurtar beni ben
zaten o pis bencili değil seni istiyordum birlikte karnavala da
gideriz sana bacaklarımın arasını gösteririm istediğin kadar öp
türürüm onun gibi bencillerden hoşlanmıyorum zaten öyle
aman aman bir erkekliği olsa bari bizi çeşni diye kullanıyor o
kadar yattı kalktı demek bir hoşça kal demeden paramı geri
vermeden kaçar gider öyle mi görür o çağır şunu konuşmak is
tiyorum bana ne senin Asafından, emanetmiş de evsahibi kibar
biriymiş de bana ne pezevenk dünya çağır şunu paramı istiyo
rum cebimdeki parayı aldı puşt kaptırır mıyım arkadaşına bok
alacakmış da parasını metroda kaptırmışmış ben sana yarın ve
ririm hocamdan alıp diye bana ne şimdi ne yapayım bilmem
artık git Milena' dan iste o bulsun madem öyle kurtar beni yanı
yorum hadi benim nazik sevgilim al beni Lubeck' e gidelim bir
likte asılırız ağzına sıçtığımın dünyası bizi ne hale getirdi yine
cumhuriyetler kuracağız yeni azizler deyip deyip hadi git Peş
te' de iş var Viyana' da iş var Bosna' da mosnada iş yok deyip
paramı çaldın pis moruk mecbursun bakacaksın bana tabi sır
tında taşıyacaksın başka ne anlamam domatesleri ince ince so
yarken maydanozları ince ince doğrarken iyiydi yok gülsuyu
lavanta kokularıymış da amma kafa tütsülediniz be Allah bela
nızı versin tarih geveleyip durdun yok kokusuymuş yok kanıy
mış kemiğiymiş nerde be nerede katiller bi saray konak hizmet
çisi bile olamadık senin gibiler yüzünden elbette sırtında taşı
yacaksın anlamam bana bulacaksın yoksa değil şuramı buramı
da koklatmam bilmiş ol hayalci dümbeleği sen de bağırırım ka
rışamazsın gitmiyorum çıkmıyorum sen kim oluyorsun söyle
ona çıksın o zaman versin paramı bana ilaç lazım her şey lazım
lazımlık lazım ittne pezevenk ne itiyorsun çıkmıyorum işte ki
bar evsahibinin evini yakayım da gör elli altınızı birden yaka-
167 | {
"page": 167,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
cağım ben yanmışım madem herkes yansın herkes yansın alçak
sefil geceyarısı beni nasıl atarsın sokağa böyle çırılçıplak kim
için soyundum ben senin için değil mi katil cani o gitmedi ben
biliyorum öldürdün seni ihbar edeceğim rezalet neymiş o za
man görürsünüz siz bana Antonia demişler, Azize Antonia!
Hah hah hah hah !. ..... .
Sandallar , gömlek, şort, en sonra da el kadar bikini don.
Kırmızı üstüne mavi mavi çiçekleri var.
Kumlukta öyle, anadan doğma durmuş, kulakları dikili,
bir an dinliyor. Dinliyor. Derken yerde üç takla atıp kalkıyor.
Geniiiş, çok geniş bir soluk alıp veriyor.
Bulutlar kapkara, gök yere inecekmiş gibi gürlüyor ve san
ki yağmur bardaktan boşanırcasına yağmaya başlıyor.
Anadan doğma bir adam, caddeye doğru koşuyor, koşu
yor, koşuyor:
"Geliyooor, Salah Peygamber geliyor! Dayanın, geliyor!"
Ömründe hiç o kadar rahat bir soluk alıp vermemişti. Ve
nedik'te tur arkadaşlarını atlatıp, kendini Viyana trenine attığı
anda bile.
168 | {
"page": 168,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
VI.
"rüzg arın nişanlıs ı"
Bir de, Roman öldü, diyorlar. Ölmek kolay mı? Roman, ar
kasında kocaman ayısı, küçücük merkebi, elinde defiyle orta
lıkta dolanıp durmakta, çalıp oynamaktadır. Üstelik, sevilsin
sevilmesin, kendini asfaltta, alanlarda, dağda bayırdakinden
daha özgür duymakta, atını alan da çoktan Üsküdar'ı geçmiş
bulunmaktad ır.
Olsa olsa ne olmuş olabilir? Eskilerin enine boyuna, ağır
sıklet 'tik' romanları, bir yanda zurna-def, öte yanda çeşit çeşit
cinayet girişimciliğinin yolaçtığı yırtıcı çığlıklar, bela ve şeytan
kovucu tam tam, zom zom'lar nedeniyle 'stres olup' 'tike yaka
lanmış', roman-tik bir hal almıştır.
Belki içinizde hala, bütün bu makul açıklamaları yeterli
bulmayarak: "Ne oluyor böyle Londra-Hyde Park'lar, baroklar
ve hortlaklar, Kcı.stamonu-Kütahya'l ar, sultanlarla sazlar, Vene
dik-Viya na'lar, imparatorlarla uşaklar?" diye soranlarınız var
dır. "Hadi bunlar yine neyse ne; bir de Alma'lar-Milena'l ar, Yu
nus'larla Clea'lar, yetmedi Antonia'la r, hele hele ikide bir orta
ya çıkan su yeşili çamaşır ipi, fare zehiri, Tuna dalgaları, dalga
larla sürüklenen ceset(ler?), kanlar-kemikler , kokmuş şeyler!
"Hani, birini arayan biriyle hocasını arayan biri vardı ya, tarih
öğretmeni(niz) bu arada kadından kadına atlayarak alışverişe
çıktıydı? O da ne yere bakan, yürek yakanmış ya, kruvaze ceket
dedik, bikini donuyla karşılaştık, ya sonra?" diye soranlarınız ...
169 | {
"page": 169,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Yere bakan, yürek yakan, demesi kolay, ama ölmek kolay
olmadığı gibi, yaşamak da kolay değil. Dünyada kolay olan ne
var, derseniz, annemizin bizim için çiğneyip hazır hazır ağzımı
za verdiği lokmayı yutuvermemizdir. Fakat bu da yalnızca diş
lerin çıkmadığı bebeklik döneminde olur. Besbelli, bukadarcık
bir alıştırma dahi insanlarda yerleşiklik kazanabi lmekte, değiş
mez alışkanlıklara yolaçabilmektedir.
Bütün bunl ar, soruları yanıtlamaya, sorunları çözmeye
yançizildiği anlamına gelmesin. Bunu, romanın romantik oldu
ğu, henüz arada bir sinir-sınır çizgisiyle roman-tik çağına gir
mediği zamanların yazarları yaparlarmış; biraz da kurnazlık
edip, yanıtlardan, açıklamalardan kaçınırlarmış. Nerede artık o
tanrılar, şimdikileri kim takar? Roman-tik, yerlerde sürüklen
mekte, her şeyinin hesabını hem de herkese vermekten sorum
lu tutulmaktadır.
Efendim, ben de anlatanların anlatıcısı, onların yalancısı
yım. Herkesin tamtam'larla şeytan kovmaya ayırdığı değerli
vaktini almamak için de kestirmeden gitmek zorundayım:
Malumunuz, tarih öğretmeni(MİZ), Anadolu liselerinin ha
ritasız sınıflarında yıllaaar yıllarboyu, hep öyle efendi ve çelebi,
kruvaze ceketinin düğmeleri ilikli, kurulan devletleri, yayılan
dinleri, batan ve çıkan imparatorlukları, alınan-verilen kaleleri,
kuleleri, hatta biri ötekine benzemez cumhuriyetleri anlatıp
durmuştur. Bu bir çeşit, altında koltuk yokken koltukta oturma
biçimidir . Gerçi, öyle dura dura vücut artık koltukta oturuyor
muş gibi olur, o şekli alır, ama beri yanda da kıç, konacağı yeri
çılgınca özlemeye başlar, bunu ister. İşkencelerin en etkilisi
neymiş bakalım? Tutsağa tuz yedirip, her yanı bağlı, sadece
gözleri açık olarak gürül gürül akan bir çağlayanın karşısında
oturtmak mış!
Bugüne kadar anlatılanlardan anladığımıza göre, tarih öğ
retmeni(MİZ) de, aynı şeyleri koltuksuz, yani haritasız anlata
anlata hayalinde canlandır dığı, hayalinde canlandırdıkça da
daha bir ballandıra ballandıra anlathğı çağları, yerleri, şeyleri
çılgınca aramaya, özlemeye başlar. Fakat, hem olanakları sınır
lıdır, hem de hayat yemeğinin kendince en iyi lokmasını en so-
170 | {
"page": 170,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
na saklayıp, şöyle ağır ağır, tadını çıkara çıkara yemek istemek
te, bunun için dişini sıkmaktadır. Sıka sıka dişleri dökülmeye
başlayınca, andiçmiş bulunur: Emekli ikramiyesini alır almaz
kendi duvarını yıkacak, Pink Floyd bir yanda haykırırken sını
rını aşacaktır. Hayallerinde dolanıp durduğu, karnavallarına
olduğu kadar savaşlarına da gözlemci sıfatıyla katıldığı tarih
sayfalarına artık gerçekte ayak basacak, oraları dünya gözüyle
görecek, emekli adımlarıyla kıyı köşe, kilise-müze dolaşaca ktır.
Onun zamanında insanlar, and bile içmiş olsalar, öyle akıl
larına estiği yere, köyden kalkıp şehire hop diye göçemez, otur
dukları yerde kırk yıl oturur durur, kırk yılda bir de yeni bir
dünya yüzü göreyim deseler, sağını solunu, ardından da aklını
şaşırırlardı. Şuradan kalkıp buraya, dağdan kalkıp bayıra in
mek akıncılar , savaşçılar, bir de haydutlar ve serserilerle çalgıcı
ların işiydi.
Hiçbir şey bilip anlamasak da, herhalde artık şukadarını bil
mekteyiz : Emekli tarih öğretmeni (m), ne savaşçı, ne akıncı. Ser
serilikle çalgıcılığın ise yanından geçmez. Tarih üstüne bazı de
nemeler, incelemeler ve ince şiirler yazarıdır. Ancak, Lord Byron
gibi orada burada şatolarıyla soylu akrabaları, altında atları ara
baları, buyruğunda uşakları olmaması biryana, Yahya Kemal gi
bi de 'öteki' ufuklarda resmen, tayinen bulunmuş değildir. O,
tayinen sadece Anadolu' da görev yapmış biri. Kuşkusuz, emek
li olduğu güne kadar sınırlarının dışına hiç de taşmamıştı dene
mez. Kısa süreli kurs-burs, mesleki görgü ve bilgi arttırma for
mülleri altında vuku bulan fırsatlarla bir iki kere kendi duvarın
da küçük yarıklar, çatlaklar açtığı olmuştur. Ama, sorumluluk
duygusunun dozundaki yükseklik nedeniyle bunlar, geniş yü
rek, rahat solukla yaşanması olanaksız duvar geçişler, sınır atla
yışlardır. Bir çeşit, kendine göre acemi hırsızlık. Kaçamak.
Anahtar deliğine göz uydurmak, daha çok da deliğe yapıştırıl
mış kağıdı delip 'öteki' tarafa geçebilen süpürge çöpü olmak.
Yanlış, ayıp, günah duygularıyla dopdolu, çöpün deliğinden
sızmak, bu sızışta 'orası' nekadar seçilebilirse o kadarını seç
mek. Çünkü, unutmayalım, yalnız Prens Balthasar'ın değil, Fa
tih'in de, Altıok Cumhuriye ti'nin de kurdurup koruduğu kalın
taş duvarlar, önünde sonunda 'bu taraftaki insanların içini de
171 | {
"page": 171,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
çoktan kuşatmıştır. Hatta, o derecede ki, örnekse, saygıdeğer ta
rih öğretmeni(miz), İkinci Dünya Savaşı'nın bitmesinden aşağı
yukarı on üç yıl sonra, on beş günlüğüne gönderildiği Fran
sa'nın Nancy kentindeki bilgi-görgü artırma gezisinde Paris'e
yaptığı iki günlük kaçamağın vicdan ağrısını, Romanın ayısı ve
defiyle ortalıkta sere serpe dolanıp durduğu günlerde dahi hala
taşımaktadır. Arkeolojik kazılardan anlaşıldığına göre, o çağlar
da vicdanları bukadar yufka insanlar da yaşarmış; tuhaf bitki
lermiş; bunlara dünkü çocuklar çok şaşarmış.
Yine de, emekli olduktan sonra, içi büyük oranda rahatla
mıştır, diye düşünebiliriz. Ama hala birtakım vicdan sorunları
olduğu anlaşılmaktadır. Doğallıkla bunların bir kısmı özel kay
naklıdır. Ta Konya Lisesi'nden meslekdaşı, tek çocuğu ile er
kenden dul kalmış, aşk ve tabiat şiirleri delisi edebiyat öğret
meni Nesrin Hanım, aynı kayıtlard an anlaşıldığına göre, tam o
sıralar kızının düğün hazırlıkları içindedir. Mutlu hazırlıklar da
olsa, onu bukadar telaş, bukadar heyecan arasında yalnız bıra
kıp gitmek bencillik değil midir? Kadıncağız ekonomik darlık
lar da çekmekte; emeklilik ikramiyesinin sınır ötelerinde, el el
lerinde harcanması bu nedenle de ayrı bir utanç duygusu ya
ratmakta. Hem, gidilecekse, insanın bunu hayatının tek kadını
ile yapması daha uygun ve güzel olmaz mı?
Fakat, beri yanda şu da var: Nesrin Hanım'la artık daha
seyrek buluşmaktalar. Buluştukları zamanlarda ise, konuşacak
şeyleri gitgide daha az. Tam da birbirlerine ayıracak daha geniş
zamanlarının olacağı, elele tutuşup parklarda, deniz kıyıların
da gezinecekleri, şuraya buraya küçük otobüs turları alacakları
sırada, Nesrin'in biricik kızının hayatı büsbütün öne çıkmış bu
lunmaktadır. Evlerin akmayan suyu, bozulan çamaşır makine
si, gelmeyen onarımcı, damada alınacak altın kol saati de ... Ya
rın öbürgün torun sökün eder, büyükanne kendini onlara adar;
büsbütün uzaklık. ..
Eskiden böyle değillermiş. Böyle şeylerden pek az, oku
dukları kitaplardan, gördükleri filmlerden, ülkenin, dünyanın
halinden ise daha çok konuşurlarmış. Arada karşılıklı iltifatlar
la birbirlerini sevindirdikleri, yanyana çektirdikleri fotoğraflara
bakılırsa, güne güzel başlamanın yollarını kahvaltı sofrasına
172 | {
"page": 172,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
cam bir çanak içinde yasemin çiçekleri koymakta aradıkları
olurmuş. Hatta, şaşılabilir ama, ağızlarından utana çekine bir
iki aşk sözü, sevişme lafı da çıkmıştır. Arada, büsbütün utana
sıkıla, tarihçinin evinde sevişmişlerdir. Yine aynı kayıtlardan
anlaşılıyor, Nesrin Hanım'ın uzak dağlardan, tepelerden usul
esintilerle kalkıp gelerek tarih öğretmeni (niz)in burnunu hafif
hafif okşayan bir kekik kokusu varmış ki, yazık, bu koku da ar
tık duyulamamakta, Nesrin Hanım, kızı nişanlandığından beri
yılların dost sevgilisinden tende kesin uzak durmaktadır. Bu
uzaklığı o, "Hem senin incelemelerin, yazıların var, şiir çalış
maların falan. Bak ne güzel, dergilerden mergilerden de sık sık
aranıyorsun, vaktini almayayım, sana ayak bağı olmayayım,"
diye de bir inceliğin arkasına gizlemektedir.
Nesrin de beni yüreklendiriyor, vicdanımı rahatlatmaya ça
lışıyor, bu sefer olmazsa bir dahaki sefere birlikte gideriz, di
yor; o halde artık başımı alıp gitsem mi, şu sınırı geçsem mi, ne
engel var, geçmeliyim tabii, ama geçersem de bilmem ki, diye
kıvranan saygıdeğer Kamil Kaya için sorunlar elbette sadece
böyle özel türden değil. Bunların bir de genel türden olanları
var: Ülke şu durumda, borç harç içindeyken, benim kendi key
fim için el ellerine çıkıp gitmem doğru olur mu, bu sarfiyata ya
zık değil mi? Üstelik kan gövdeyi götürüyor , şimdi sırası mı?
Ülkem ne olacak, nasıl kurtulacak, pahalılık artacak mı, okullar
hep paralı olacaksa, herkes çocuğunu nasıl okutacak, vatandaş
sağlığı ne zaman güvence altına alınacak, kim nerede nasıl iş
bulacak, insanda değer kaybına ne zaman dur denecek?
Böyle kaygılar. Sanki alınyazısı. Bir sonsuzluk işareti. Bit
mez tükenmez sorular, sorunlar, kaygılar, tedirginlikler ...
Ezeli ve ebedi bu türden sorularla sorunların üstünü örtüp
rafa kaldırmadan bile, emeklilik ikramiyesini, bir yana sadece
kefen parasını ayırarak son kuruşuna kadar yeni ufuklara doğ
ru ayak bastı ücreti diye tüketmekten duyduğu hoşnutluk de
recesi hayli yüksek sayılır. Elinde avucundaki üç kuruşla yatı
rım yapacak, fabrikalar kuracak hali yok ya!..
Yine anlat anların anlatıcısı, onların yalancısıyız: Kendileri
hiç evlenmemiştir. İstanbullu küçük ailesinin bütün fertlerini
ise, tarih öğretmeni olarak ilk Anadolu lisesine tayin edilmeden
173 | {
"page": 173,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
az önce kaybetmiş bulunmakta imiş. Titiz, temiz, eli evişlerine
yatkın, bu nedenle takma adı 'Hayalci Hanım Hoca' zaten; oğ
lan çocuğa sevgisi kız çocuğunkine eşitse de, aşırı titizliğinden
ötürü kız çocuklarına fazla yakın gelmemeye özenli. Sonuçta,
besbelli ki Nesrin Hanım ve ülkeden başka, vicdanının yakası
na ceketinin ucuna yapışan el yok.
Bütün bu ahval ve şerait altında, oynamayı kurduğu ku
marda kaybedebileceği üstüne tek olasılık, minik serveti, tari
hin sayfalarında somutlukla dolaşırken bittiğinde hala yaşıyor
olması. Çünkü, planını programını, o zamana kadar öleceği üs
tüne kurmuştur. Ya bir zamanlama hatası varsa? .. Varsa da, bu
olasılık oranı yüksek sayılmaz. Yaşıh ya da kendisinden beş on
yıl yaşlı yirmi kadar eşinden dostundan artık sadece beşi ha
yattadır. Bunlardan da ikisi yetmişini aşmış durumda, bu iki
sinden birinin de dünya ile ilgisi hemen hemen kesilmiş, bir
ayağı çukurda bulunmaktadır. Kısacası, 'öte yana' geçme ku
marında yanlış numaraya oynama olasılığı işte şu yirmide bir
buçuk kadar bir şey.
Ancak, aynı hesap karşıt olasılığın da işareti sayılmalı. Za
ten bu işaret kendisini, sık sık içinden geçen bir şarkıyla ele ve
rip durmaktadır: Dönülmez akşamın ufkundayız/ Vakit çok geç ...
Hatıranızla çok yaşayın Yahya Kemal,
Münir Nurettin.
Sonra, bir de şiir: Akşam, yine akşam, yine akşam ... Ya da: Gün
bitti. Ağaçta neş' e söndü. Teşekkürler , Ahmet Haşim.
Acele etmeli.
Nesrin'di, kızının düğünüydü Nesrin'in, ha, öyle ya, asıl
bir de son öğrencilerinden genç dostu Yunus'un, "Ah siz de gi
dince ben artık büsbütün yalnız kalırım, keşke benim de ola
naklarım olsa"ları, ülkeye, topluma vicdan sorumlulukları der
ken, yürek duruverir, gün bitiverir, hayaller solar, göz açık ve
arkada gidiverir.
Böylece, yola acilen ve ilk adım olarak bir turla çıkar. Vak
tin daraldığı duygusu o kadar baskındır ki, ne olur, ne olmaz,
deyip, en yakınlardan başlar. İtalya' dan. Mayıs ayı sonlarında
otobüsle on günlük, çok hızlı, yoğun programlı bir İstanbul-Ve-
174 | {
"page": 174,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
nedik-Floransa-Milano-İstanbul turu düzenleyen acentanın ka
filesine katılır. Fakat, yıldızın parladığı değil ama, tarihin çanını
çaldığı anlardan biridir: Venedik' e varışlarının daha ertesi gü
nü, henüz doğru dürüst Dükalar Sarayı'nı, Rialto'yu bile göre
memiş, saray zindanlarında katledilenlerin acısına ortak olama
mışken, Lido'ya giden vaporettolardan birinde bir kitap bulur.
Oturduğu yerde, kimbilir hangi turist tarafından unutulmuş bu
hayat hikayesi kitabını şöyle bir karıştırayım derken okumaya
başlar; fakat asıl o gece, kaldıkları oteldeki odasında elinden bı
rakamaz; saatler, bir Venedik sabahına daha yaklaşırken o da,
kitabın son sayfalarına yaklaşmıştır. Ama ne yaklaşış! Gazeteci,
eski Fransız bakanlarından Françoise Giroud'nun hikaye etti
ği hayat tarafından büyülenmiştir. Çok güçlü bir çekim altına
girmiştir. Ömründe ilk defa kendine tanıdığı 'öte yaka'ya geç
me hakkını kullanmak üzere hazırlık adımlarını atarken dahi
bukadar heyecanlanmamış, böyle sabırsız olmamıştı. Yatağın
da, bir yandan son sayfaları parçalarcasına yutmakta, bir yan
dan büyücünün çırılçıplak göründüğü sahneleri dönüp dönüp
yeniden okumaktadır. Artık durduğu yerde duramama kta ...
Tur kafilesind eki insanlar uykularının en tatlı saatlerindey
ken sokaklara fırlamak, onu, kitaptaki hayatın kahramanını, bü
tün erkekleri peşinden koşturan bu 'Viyanalı Siren'i, kafasını al
tüst eden, herhalde bir asır sonra kendi kanını da tutuşturan
'Rüzgarın Nişanlısı'nı işte burada, burada, Venedik evinde, girip
çıktığı kahvelerde, yemek yediği lokantalarda, localarına ışıltıyla
yerleştiği operalarda görmek, sesini işitmek, kokusunu kokla
mak ister. Direnilemeyecek bir çağrı. Aşk gibidir. Aşktan da üstün.
Dehşetli bir çekim. Geçmişten öç almak. Dünü bugüne, bugünü
yarına borçlu çıkarmak. Düşman kırmak. Hesap sormak. Şeyta
na uymak. Kendini bırakmak. Ölüme meydan okumak.
Burada, gecenin bu saatinde kendimden de bir şeycik ekle
mek isterim: Böyle kentler vardır. İnsanları sonsuz özgürlüğe,
ölüme çağırır. Parantezi kapatıyorum .
Kitabı vaporettoda unutan Fransız turist, belki bir film reji
sörü, bir senaryo yazarı belki, sayfalarda bazı satırların üstün
den yeşil ispirtolu kalemle geçmişti. Örnekse şunların:
Venedik'te bir ev satınaldı.
175 | {
"page": 175,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Rialto' da ressama rastladı. Eski aşığı ona Florian Kahvesi'nde
randevu verdi, ama randevusuna gelmedi.
Bu sayfanın kıyısına el yazısıyla bir not düşülmüş: Ressam,
Kokoschka' dır.
Yatağında hırsla kımıldanıp, "Oskar Kokoschka alçağı!" di
ye homurdanmış, "aşkın kadını, sevme sanatının ustası, seni
kollarına aldığı, senin yaralı ateşin olduğu, hatta sana modellik
ettiği, ömrünün en güzel tablosunu Rüzgarın Nişanlısı'nı ilham
ettiği günler iyiydi!.. Finolar gibi eteğinin ucundan ayrılmaz,
iki gün senden uzaklaşsa ona mektup üzerine mektup döşenir
din, sefil..." diye öfkeler kusmuştur. Derken gözlerini kapatır,
ezim ezim ezilen içine bakar: Onu en iyi kendisi sevebilir.
Sabahın olmasını bekleyemeyecekti; otelden hemen çıka
caktı; o evi arayacak, eşiğinde ıslak kedi gibi oturacak, inleye
cek, aşkların kadını herkesi dışarı çıkarsın, onu içeri alsın, diye
bekleyecek.
Gözlerini açmış, üstü yeşil ispirtoluyla çizili satırlara yeni
den gözatmaya başlamıştır:
Avusturya' da durum çok karışıktı. Viyana' da ayaklanmalar baş
lamıştı.
Ama, baroku geç tanıyan, tanıyınca da kendine benzetip
ucunu koyvermek istemeyen Viyanalı, hala işin farkında değil
miş; her yanda vur patlasın, çal oynasın! O kadar ki, romancı
Robert Musil, daha sonraları şöyle yazmıştı: Avusturyalı'nın yü
zü aralıksız gülümseyen, gülen bir yüz halini almıştı, çünkü suratın
da kas diye bir şey kalmamıştı.
Sabah olmadan, gün doğmadan Venedik sokaklarına fırla
madıysa, Musil'in bu sözünü anımsadığındandı, deniyor. Ka
yıtlar ayrıca, Musil'in bu çok etkili betimlemesinin ona Tanpı
nar'ı, yazarı hiç tanımamış bulunanlar için açıkca belirtelim ki,
Ahmet Hamdi Tanpınar'ı düşündürdüğünü açıklıyor. Bizim asıl
sorunumuz mukavemetsizliğimiz. Ne geçmiş, ne bugün için direniyo
ruz, diyen yazar.
Beri yanda, ikinci, üçüncü kere okunan yeşilli satırlar sür
mekte:
... Viyana' da ayaklanmalar başlamıştı. 'Viyanalı Siren', Vene
dik'te bir ev satınalmakla akıllılık ettiğini düşünüyordu.
176 | {
"page": 176,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Aşkın kadını.
Sanatın kadını.
Aşk sanatının kadını.
Franz, Viyana' dan kalkıp gelmeseydi, kendisini aldatan aşığını
bütün kentte aramaya çıkacak, ondan bu atlatılmanın hesabını sora
caktı.
Üstünden yeşil geçilmiş bu satırların yanında ise şu not:
Hesap soruş. Ödetiş. O.K., cezalardan ceza beğensin!
Musil' e, Tanpınar' a karşın, kanı daha çok yanıp tutuşan
emekli tarih öğretmeni(miz), elyazılı bu notu sökünce tuhaf bir
sevince de yakalanır: Evet, evet, Kokoschka cezalardan ceza be
ğensin artık. Florian'a gitmeyip tapılası bir kadını nasıl bekletir!
Viyanalı sirenim, rüzgarla nişanlım, bu adama bol tuz yedirip,
gözleri hariç her yanını bağlayarak gürül gürül, buz gibi, kö
püklerle akan bir çağlayanın yanına bırakıvermeli. Zaten Alma
mutlaka öyle yapacaktı; üne kavuşturduğu şımarık Oskar'ın
önünde soyunacak, ama ona parmağını bile koklatmayacaktı.
Ne çare, yeni aşık, genç şair Franz Werfel çıkıp gelmiştir. Ko
koschka' nın cezası ertelenir.
Viyana'ya döndü.
Yine bir not: Hangi yıl? Hangi ay? Hitler' den az önce?
Daha geçen kış, genç ozan Franz Werfel, bir opera dönüşü
tapılacak kadının evinde verdiği şampanya partisinde onu, o
sanatların, sanatçıların koruyucu meleğini vestiyerde gizlice
kolları arasına almış, hizmetçilerin, uşakların görüp işitebile
ceklerine aldırmadan aşkını çılgınca fısıldamış, göğsünü, boy
nunu, gözlerini, en son da dudaklarını ateşli öpücüklere boğ
muştu.
Ahh, bu kış ise:
Franz'la kavga etti. Artık bıkmıştı. Hiçbirini istemiyordu.
Bu sefer de tarihçimiz, yeşille gölgeli bu satırın yanına şu
notu düşer; onun açısından büyük cesaret işi şu satırı:
Sizi hiç üzmeyecek, hiçbir zaman terketmeyecek biri var.
Sizden hiçbir şey beklemeksizin ebediyyen sadık kulunuz
kalacak biri, diye de eklemek ister, ama cesareti tek satıra yeter.
Ruhu, umut ve umutsuzluğun doruğunda çırpınmaktan
bitkin, hemen hemen inildemektedir: Kendinizi aşkla, cömertçe
177 | {
"page": 177,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
verdiğiniz o erkekler, hepsi sizi yalnız bıraktı. Ününden bumu
havalarda ilk kocanız, zaten sizden yalnızca kendisini mutlu et
menizi istemiş. O güzelim sesinizle şarkı söylemenizi, genç kız
lığınızda yaptığınız gibi şarkılar bestelemenizi yasaklamış, ben
cil! Sonra Klimt, ressam Klimt, yine ressam malum Kokoschka,
sonra mimar Gropius, sonra şair yazar Franz Werfel ve nihayet
din adamı, geleceğin kardinali Johannes ... Hepsini başarının,
ünün doruğuna siz çıkardınız, onları aşkın sanatıyla donattınız,
yücelttini z. Ah benim rüzgarla nişanlım, bilseniz, hiçbiri size
karşı beslediğim çılgın tutkumun tırnağı etmez, bilseniz, sizden
hiçbir şey beklemeksizin tapıyorum size, hiçbir şey. Sadece yü
zünüzü görmek, ayak bastığınız, el sürdüğünüz yerlere elimi
yüzümü sürmek, bir defacık da Viyana Operası'nda sizinle bir
locada yanyana, yanyana istemezseniz bir adım gerinizden Val
küri'yi izlemek istiyorum; çok sevdiğim için değil, en uzunu bu
olduğu için, sizinle, Rüzgarın Nişanlısı'yla ...
Artık bıkmıştı. Hiçbirini istemiyordu.
Dönüp dönüp okuduğu bu cümle, hem yüreklendirici,
hem umut kırıcıdır. Hem çekici, hem iticidir.
Gerçi şu satırlar da farklı bir kışkırtı tonu taşımaktadır ya:
Kızı Anna'yla yeniden Venedik'e gitti. Burada sıkılıp Roma'ya
geçti. Yakın arkadaşı, Mussolini' nin metresi Margaritha Sarfa ti ile
buluştu. Ona Viyana'da işçilerin ayaklandığını, Yah1:1-di düşmanlığı
başladığını anlattı. Avrupa' da neler olup bittiğini sordu.
Kamil Kaya, dayanamaz, bu satırların kıyısına kapital harf
lerle: KORKUYORDU, ne yapsın? diye yazar.
Oskar dışında, kocalarının, aşıklarının hepsi Yahudi idi, hep Ya
hudilerle ilişki kurmuş meğer! Sarfati'ye hem Hitler'i, hem Mussoli
ni'yi desteklediğini, onların her zaman dostu olduğunu söylemişti.
Bu yüzden Venedik'e içi biraz rahat döndü, ama Sarfati'nin de Yahudi
olduğunu ne kendisi, ne Mussolini biliyordu.
Çok geçmedi, Mussolini metres değiştirdi.
Kendi sınırını aşmak üzere yola çıkmış emekli tarih öğret
meni(miz), otel odasında, hep aynı büyünün pençesinde dir, fa
kat bu sefer artık bu pençeden kurtulmak ister. Hayır, 'Viyanalı
Siren'i sevmeyecek, ardından koşmayacaktır. Ancaak, dönem o
dönem, kimse bir şeyin farkında değil; Avusturyalılar hala ça-
178 | {
"page": 178,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
lıp oynayıp duruyor; ne bilsin, güzellikler ve aşklar prensesi,
sanatın kraliçesi, ortaya bir 'ari ırk' fırtınasının çıkacağından
nasıl haberli olsun, 'bilmiyordu' ki ... Hayır, bilmeliydi!
İçi kavrulur: Bunu nasıl yaparsınız azizem, nasıl bukadar
kör davranıp da, Mussolini'yi, Hitleı'i desteklediğinizi söylersi
niz? Evet, genç aşığınız Franz tehlikede, Franz Werfel tehlikede
evet, onu, onun yarahcı hayatını kurtarmak için yaptınız, yine
de bu katillerden yanayım, demek, olmaz; kurtulmalıyım, siz
den uzaklaşmalıyım, diyerek gözyaşları içinde kıvranmaktadır:
Peki ama ne yapacaksınız? Güzellikler kadını, hayahnız çok ka
rışlı, nasıl korunacaksınız? Size tutulduğum için utanıyorum,
sizden kurtulmak istiyorum, aynı zamanda canımı canınız uğ
runa hazır tutuyorum. Ah işte, o sıralar günlüğünüze şöyle
yazmışsınız:
Franz için Venedik' e gitmek zorundaydım.
Franz, yeni eseri üstünde çalışıyordu, ama heyhaat, yolda faşist
lerin saldırısına uğramış.
Geçen gün, şu tahammülf ersa Pfitzner çıkageldi. Masaya koydu
ğum Tokay şaraplarını içip· içip sarhoş oldu. Ben ve Franz da hayli iç
miştik. Pfitzner'le Franz arasındaki siyasi konuşma kısa zamanda
kavgaya dönüştü. Hitler üstüne anlaşamadılar. Konuğumuz yumru
ğıınu masaya indirdiği gibi, ''Bitler sana dünyanın kaç bucak oldu
ğunu gösterecek şair bey!" demesin mi? Onu evden kovdum.
Güzel, ama şimdi tehlike daha arttı. Yine günlüğün üz:
Franz Werfel'le evlenmeyeceğim. Tuttu, Lenin'in ölümü üzerine
onu yüceltici bir şiir yazdı. Hayır, istediği kadar yalvarsın, evlenme
yeceğim onunla.
Yine umut: Keşke son aşk yıllarınızı uzaklardan gelme biri-
ne ayırabilseydiniz.
Franz'la evlendi.
Yine umutsuzluk .
Arthur Schnitzleı'in, bir İtalyanla evli olan biricik kızı, Ve
nedik'te kalbine sıktığı bir kurşunla intihar etmişti. Franz'la ev
lilik, korkuyu uzaklaştırıcı bir şenlik halinde kutlanmak istenir
ken ise, yakın dostlarından Hofmannsthal'ın oğlu Hugo, daha
yirmi yaşında, beynine kurşun sıkarak intihar etti.
Kalın taş duvarlar ruhları bir bir tutuklamakta.
179 | {
"page": 179,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Tarihte olduğu gibi, Kamil Kaya'nın titremelerle okuduğu
kitapta da herkes intihar etmeye başlamıştır. Ya O'na da bir şey
olursa? Ya bu acılara, korkulara dayanamaz da Emma zehirin
den içerse? Ah, KORKUYORSUNUZ cancağızım, anlamaz mı
yım? Sizi korumalıyım, bir şey yapmalıyım, evet yapmalıy ım!
İçindeki yangın, durulmak biryana, büsbütün alevlenmiş
tir; ne yapacağını şaşırmışt ır. Allahın bildiğini kuldan niye sak
lasın ki, Franz'ı bu sefer de Viyana' da dövdüler, diyen sayfada
içinden engel olamadığı bir sevinç dalgası geçer. Sonra kahro
l ur, büsbütün utanır.
Avusturya' da sosyal demokratlar ezilmiştir. Dollfuss idam edilir.
Öğretmenlik yıllarında bunlar, bu olaylar yakın zamanların
olayları sayılırdı, lise tarih müfredat programına alınmazdı.
Ama, Birinci, İkinci Viyana, derken, Avusturya-Viyana hayatı
nın, uzağı-yakınıyla kendisi için bilinmedik yanı mı kalmıştı?
Demek, kalmış. Hem de en kışkırtıcı yanı: Mavi Tuna sade-
ce kollarınızda ateşli bir kadın varsa mavidir.
Ama işte:
Prag Operası'nda yuhalandı.
"Yahudi kancığı" diye yuhalandı, O, aşk sanatının kadını!
Prag' a, ölmüş, çok ünlü ilk kocası onuruna çalınacak Dokuzun
cu Senfoni' sinin galası için gitmişti.
Emekli tarih öğretmeni(m)nin Venedik'teki otel odasında
günün ilk aydınlıkları pancurların arasından içeri sızmakta, ta
rihini izlediği dönemin Viyana' sında ise hayat, hızla kararmak
ta, her şey göçmektedir.
Venedik'teki evi sattı.
Bu cümlenin bulunduğu sayfanın kıyısında ise daha uzun
ca bir not: Viyana' daki bütün malının mülkünün idaresini de
üvey babasının idaresine bırakarak Werfel'le Amerika'ya kaçış.
Ölünceye kadar orada kalır. Elinden düşürmediği Benediktin
şişesiyle çok şişman ve çok yaşlı ölür.
'Viyanalı Siren', 'Rüzgarın Nişanlısı' Alma Mahler'in hayatı
nın günü böyle batar. Ama burada da, Venedik'te şafak sökmüş
tür. Emekli tarih öğretmeni(NİZ), gözyaşları, yürek tutuşmaları
içinde, utanç ve coşkuyla kendi sınırını asıl şimdi aşmaktadır.
180 | {
"page": 180,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Yatağından fırlar.
Venedik'te de o kadar ateşli aşklara, kavgalara ve elbette
sanata sahne olmuş ev neredeydi acaba, hangisiydi? Florian
Kahvesi ne yana düşmekte? Alma, biten bir aşktan sonra, o
kahvede ressamla buluşmaya hangi kılıkta gitmiştir , çenesinin
altına kadar ilikli taftasını mı giymiştir? Kahvenin hangi masa
sında oturmuş, beklerken ne içmiştir? Saat kaçtı? Çok mu er
kendi, çok mu geç? Herhalde orada oluşu bu saatte değildi. Ak
şamüstüydü. O saate kadar da bekleyemez ki, Florian'ı hemen
bulmalı, orada Alma'yı ...
Yatağının üstünde duran kitabı yine alıp açmıştır. Kitap,
Alma'nın ressamla buluşma saatini söylemiyordu; yanılmamış.
Kahvede ne içtiğini de yazmıyordu. Benediktin mi içmişti yine?
Yüzünün anlamı nasıldı acaba? Kulakları uğuldamış mıydı, yü
reği çok mu çarpmıştı? Nekadar çarpsa, şimdi, buradaki kadar
olamaz! Gustav Mahler'inki de çiğlik. Gencecik karısına şarkı
yazmayı da, söylemeyi de yasaklıyor; Hoş zaten senfonilerin
den bellidir, bunların çoğu bayağı şeylerdir; Bir ve Dört hariç
tabii. Alma onu o kadar aldattıysa, kocanın o güzelim kadını
sevmesini bilmemesindendir.
Hemen çıkmalı, hemen. Önce, Venedik' teki evini bulmalı,
orada, geride kalan güzelliklerin gölgesine sığınmalı; ama kime
sormalı? Kitap adres söylemez, fakat semt adı da belirtmemek
tedir.
Eli ayağına dolaşarak sokağa çıkma hazırlıklarına l:ıaşladığı
sırada, biz de bir an durup düşünsek: Acaba, tutulduğu Al
ma'nın kendisi midir, yoksa onun Venedik'i, özellikle de Viya
na'sı mı? Bilemiyoruz. Bizdeki kayıtlara göre, bunu saygıdeğer
Kamil Kaya'nın da bilmediği anlaşılıyor. Sonuçta, ortada görü
nen ise şu: Sanki kendisi rüzgardır da, uğuldaya uğuldaya Ve
nedik'in dar sokaklarında dolaşacak, pancurları, kapıları çarpa
cak, alanlarda esecek, kanal kıyılarını yalayacak; hep böyle
uğuldayarak gidip Nişanlı'nın asıl kenti Viyana'ya varacak, ku
laklara Alma aşkını, tutkusunu fısıldayacaktır. Orada, bu mü
zik ve kan, neş' e ve ölüm, oburluk ve sanat kentinde.
Kumar bir kere başlamış, hızını almış, sürmektedir.
Sürüyor.
181 | {
"page": 181,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Ta, Viyana' da, eski üniversitenin karşısındaki yenilenmiş
bir lokantada ilk öğrencilerinden Asaf a rastladığı son el'lere
kadar da sürecektir.
Alma'ya nişanlı bir rüzgar gibi giyinip hazırlanırken her
zamankinden temiz olmaya özen gösterir. Traş usturasıyla yü
zünde herhangi bir çizik, yara açmamaya dikkat eder. Duşta
uzun kalır; otelin küçük sabunu yerine kendi Hacı Şakir kokulu
sabununu kullanır, çünkü bunun olabilecek en saf, en temiz ko
ku olduğuna her zaman inanmışhr.
Günün ilk ışıklarıyla otelden çıkar.
Tur arkadaşları, kahvaltıya indiklerinde, "Herhalde Hoca
uyuyakaldı," falan derler, onu beklerler belki, ama bekleme
sinler: Kafileden zaten pek hoşlanmamıştır. Böyle bir turla yo
la çıkmasını zaten kendisinin bir acemilik hatası kabul etmiş
tir. Zaten yol arkadaşları, gittikleri, gezdikleri yerlerin, alanla
rın, yapıların tarihiyle hiç ilgili değiller; herkes alışveriş yap
mak istemektedir. Üstelik de daha ilk günden abuk subuk
şeyler satınalmışlardır. Tur rehberi de zaten bir şeyden anla
mamakta, en ünlü kilisenin yerini dahi bilememektedir. Bu
durumda onlarla yola devam etmesi zaten mümkün görün
memekte ...
Bahanesi çoktu, çünkü kendisine gerekliydi: Alma'nın rüz
garı olmak, tek başına sadece onu solumak istemektedir.
Turizm büroları, kahveler, rehber kitap, broşür satan kitap
çılar, tabii nasılsa San Marco'nun bir köşesinde karşısına çıkıve
ren Florian da henüz açılmamışh r. Bir büfeyle sabah gazeteleri
nin sahldığı kiosklar açıkhr, ama buradakiler de, Alma Mahler
Evi, dendiğinde yüzüne bomboş gözlerle bakmışlar, biri ise an
layamadığı İtalyanca bir şaka yapmıştır. Şaka olduğu belliydi,
hoş olmadığı da. Oradan, Alma'nın gözleri önünde küçük dü
şürülmüş gibi, utançla uzaklaşmıştır.
Saat dokuzu biraz geçe, kentin en büyük otellerinden birin
deki turizm bürosuna başvurur. Büronun adamı, Yeryüzü Şarkı
sı bestecisi müteveffa sanatçıyı soruyorsa, gelecek hafta La Fe
nice salonunda kıındisinin de en sevdiği senfonilerinden biri
olan Birinci Senfoni'nin Venedik Be�ediye Orkestrası tarafından
filanca ünlü yönetmenin değneği ucuyla seslendirileceğini
182 | {
"page": 182,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
açıklar. Gerçi konser biletleri ilk günden tükenmi ştir, ama eğer
senyor ısrar ediyorlarsa belki acenta kontenjanından bir şey
ler ...
Oradan da hemen çıkar. Yolda bir sabah kahvecisine, bir
papaza, üniversite öğrencisine benzeyen bir gence, bir de rahi
beye ayrı ayrı, "Per favore, Alma Mahler evi dove, mi scusi, ne
resi, dove Alma ev?" diye sorar. Hiçbirinden belirli bir şey öğ
renemez. Ancak, çok yaşlı bir gondolcu, Büyük Kanal üstünde,
uzakta, sisler arasında bir saray yavrusunu işaret ederek maki
neli tüfek gibi bir şeyler söyler; bu karşılaşmadan da yüzünde
sadece gondolcunun konuşurken filit gibi püskürttüğü bol tük
rük kalır.
Tur rehberi tarafından kafilenin otel lobisinde, sabah saat
on' da, hep birlikte hazır bulunmaları istenmiştir. Eli kolu bom
boş, tutkusunda ise büyük bir artışla kan ter içinde otele dön
düğünde, herkes lobide kendisini beklemektedir. Yol arkadaşla
rından göbeklice bir bey, açık büfe kahvaltıda yiyip içtikten
sonra yanına da aldığı çöreklerin birinden büyücek bir lokma
kopararak, "Ooo hocam, kandili nerelerde söndürdünüz baka
lım?" diye takılmaya kalkışır. Murano Adası'na, şişe-camcılara
gidilecektir. Ama, göbekli beyin hoşlanmadığı tarzdaki şakası
na tepki duyar, yüreklenir; söz aramızda, kendisi için aradığı
en uygun bahane hazırcana önüne düşmüş olur; tur rehberin
den de, yol arkadaşlarından da yordamıyla özür diler: Gece
uyuyamamıştı. Sabah gezintisinde de bir başdönmesi geçirmiş
ti. Herhalde tansiyon düştü. Odasına çıkıp uzanmalıydı; onlara
yazık ki katılama yacaktı; artık akşama buluşurlardı: Sizlere iyi
geziler efendim.
Bütün gün gondolla Büyük Kanal' da gitti geldi, sabah sisi
nin içinde gfüdüğü saray yavrusunu göremedi. Emekli ayakları
ve adımlarıyla dar sokaklarda, Rialto' da, Piazza' da, Florian' da,
'Şarka Açılan Kapı'larda, Doğu'yla Batı'nın-Kuzey'le Güney'in
dört yol ağızlarında, La Fenice Tiyatrosu önünde, dön geri,
Vecchie' de, 'Avrupa Salonu'nda uğuldayıp durmuş, içinde
olanca zenginliğiyle taşıdığı Alma'nın dışarda, bütün bu dolan
dığı yerlerde tek ayak izine rastlayamamıştır. Hız artırır; yuka
rı, kuzeye doğru gidecektir.
183 | {
"page": 183,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Kafile, akşam otele ellerinde renkli cam bardaklar, kristal
sigara tablaları, ikişer üçer kilo ağırlığında vazolar, sürahilerle
döndüğünde ise, -unutmayalım, bunlar, geç gelmiş, uzun sür
düğü için de yeniden yeniden çarpıklığa uğramış barok bir dö
nemde oluyor,-tansiyonu düşmüş arkadaşla rının yeni bir ha
beriyle karşılaşır: Odasında dinlenirken, Viyana' daki çok eski,
saygıdeğer bir dostunu telefonla aramıştı. Meğer o da kendisini
İstanbul' daki evinde arar dururmuş. Dostu Avusturyalıdır. De
ğerli bir tarihçidir. Kızını evlendiriyormuş; büyük, güzel bir
düğün olacakmış; tarih profesörünün kırdaki yerinde, eski usul
bir düğün. Mutlaka kendisi de gelsin istiyormuş. O kadar güç
bir şey değilmiş. Birkaç gün için Viyana'ya gider, geri dönebi
lirmiş. Pek ısrar etmiş. Öyle ki, kendisine bir uçak bileti bile
göndermeye kalkışmış da, güç önlemiş; ısrardan utanıp, aman
ne yapıyorsunuz, ben trene atlar gelirim, demiş. Artık böyle
söz vermiş. Kafilenin Floransa dönüşünde, Milano' da yeniden
buluşurlardı, ne olacak. Bu değerli tarihçi, sık sık İstanbul' a
gelmiştir; Osmanlı ve Cumhuriyet tarihimiz üstüne pek değerli
incelemeler yapmış, Top kapı' da çekilen bir film için de danış
manlık üstlenmiştir. Ne zaman Türkiye'ye gelse, arar, ama ken
disi onu hiç arayamamış; bir kere bile iade-i ziyarette buluna
mamış, hiç değilse düğün vesi.lesiyle ... -Ahhh köle kalbim, kale
duvarları içine hapsolmuş köle kalbim, tutuklu tutkum, yalan
hayat, yalanlar aaah!-
Anlatanların anlattığını anlatanlara göre, o an içinden bun
lar geçmiş; böyle haykırmak isteyesi!..
Gruptan homurdananlar olmuştur. Alkışlayanlar, onu haklı
bulanlar, gıpta edenler, suçlu çıkaranlar, "Aaa, siz de daha baş
tan hep mızıkçılık ediyorsunuz Hoca!" diye yarı tehditkar ses
yükseltenler ... Yalnızca 'özgür' yurtdışı tur günlerinde giyildiği
belli küçük kareli ketenden komik şapkasıyla -hatırlayalım,
dört K, Kamil Kaya'nın kader kağıdıdır,-bodur, tombul bey
aynı şekilde: "Hocam, sakın yine çapkınlığa mı?" diye takılmış
tır. Bakışlarında hiç de iyi gizlenemeyen kıskançlık benekleri ...
Şirket sorumlusu, işte o, transferleri, otelleri ayarlayan ace
mi rehber, asıl o korkutucudur. Yolu yokuşa sürdükçe sürmüş,
bin dereden su getirmiştir: "Haa, bakın, Milano' da buluşama-
184 | {
"page": 184,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
yabiliriz. Yolculuk bu. Allah korusun otobüs bir kazaya uğrar,
otellerde bir değişme olabilir, içimizden biri hastalanır , gecike
biliriz, ortada kalırsınız. O zaman biz karışmayız, şirket mesul
olmaz, mesuliyet size aittir. Artık ne yaparsanız yaparsınız ... "
-Tamam. Peki. Oldu.-
Bütün sorumluluğu üstlenir. Senet sepet de mi imzalamak
gerekiyor , pekala. Onu da imzalamı ştır. Hani sanki kafilenin
başına bir hal gelse, herkes kendi derdiyle başbaşa kalmayacak
tır da ... O zamanlar böyle dargelirli turizm turları, dargelir dev
letleri gibiymiş. Alacağına şahin, vereceğine kuzgun. -Sizde na
sıldır?-
İnce ince terlemekte. Emeklilik ikramiyesi ile özgür olaca
ğım, derin soluk alacağım, geride kalan birkaç yıllık ömrümü
kapıların 'öteki' yanında, geniş ufuklarda geçireceğim, hayatı
mın da ilk kumarını tadacağım, derken kendini turistik bir tu
run el kadar ordusu tarafından esir alınmak üzere bulmuştur.
Kaç. Kaç!..
Öyle ya, kimbilir, belki de yolu böyle yokuşa sürmeler, ka
file fertlerinin çeşit be çeşit dokundurmaları, tehdit tonları, ace
mi rehberin korku salan hali de kendisini Viyana'ya atmasında
etkili rol oynamıştır. Ne yapalım, hayat böyle: Hani, yol arka
daşlarıyla üç gün daha birlikte olsa, onlardı, Floransa'ydı, bu
ranın yeşil-pembe-mavi mermerli, kubbeli katedrali, ak-sarı
zambaklarıydı derken, sanki Alma Mahler'in o tuhaf, baharatlı
şehvet kokusu burnundan, durmadan çağıran rüzgarlı sesi ku
laklarından silinip gidecek, bu tutkuyu yaşatmaya sözvermiş
Viyana kenti ise, yaşanması başka zamana ertelenen coğrafya
lar listesindeki yerini alacaktır. Yıkmak isterken, ruhunu daha
beter saran Altıok duvarlarından kaçış zamanını bu nedenle ça
buklaştırmış olabilir. Bir akşam karanlığı babasına isyan edip,
bisikletine atladığı gibi, "Canınız cehenneme!.." ulumalarıyla
evi terkeden yeniyetme misali, kendisini hemen o gece Vene
dik-Viyana treninde bulur.
Tasarladığı üzre, bir geceyarısı treni.
Alma da bu trendedir. Viyana'ya dönmektedir.
Kompartımanlarda, yüzü yarı yarıya şapkasının tülüyle ör-
tülü, yakası kürk mantolu, korseler, iki kat etek, on altı bağcıklı
185 | {
"page": 185,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
botlar içinde, inci kolyeler, mineli broşlar takınmış bir kadını
aramaya koyulur. Avrupa' da 'ari ırk' salgını başlamadan önce,
Alma'nın Venedik'te sahibi bulunduğu söylenen, ama kendisi
nin, kovaladıkça uzaklaşan hayal gibi, bir türlü ulaşamadığı sa
ray yavrusu, Büyük Kanal kıyılarında, daha da kalın bir sis
perdesi ardında kalır.
Vagondan vagona, bir dizi kompartıman önünde gidip gel
mekten büsbütün bitkin, oturması gereken yere oturur; gözka
pakları usulca örtülür.
Tren, yolcuları beşik gibi sallamakta, herkes uykuya dalmış
bulunmakta. Dev bir su tankeri biçimindeki yirmi tekerli bu
harlı lokomotifin çuf çufları, arada bir de düdüğün çığlığı sa
yılmazsa, gecenin derin sessizliği...
Trene ara istasyonlardan birinden, bin dokuz yüz on'ların
Alman subayı kılığında, sarışın, genç, yakışıklı bir adam biner.
Onu yalnız emekli tarih öğretmeni seçer: Prusyalı burjuva bir
ailenin oğlu, mimarlığının ilk yıllarında bile dikkatleri üstüne
çekebilmiş Walter Gropius'tur. Tutkusunun ateşiyle ilerde Bau
haus'u da kuracaktır, ama sessiz, karanlık gecede trene gizlice
binişinin tek nedeni Alma' dır. Hemen onun kompartımanına
girer; çarçabuk kapıyı örter. Emekli tarihçimizin yüreği bir yan
dan acıyla kavrulurken, bir yandan da, ne oldu, Viyana yerine
Münih trenine mi bindim, demeye kalmaz; kompartımanın ko
ridora bakan camlarının storları aşağı iner. Fakat, lacivert stor
lar, içerde hızla çıkarılıp atılan bir subay şapkasının, ceketinin,
sonra bir korsenin çarpışıyla titrer. Hatta, çılgın bir sevişmenin
yolaçtığı derin solumalarla ...
Derken, stor sırıyla kaplı camın aynasında, sülün gibi bir
genç kız belirir. Görüntü gitgide netleşmiştir. Bu, Alma' dır.
Pencerelerinden yeşillikler görünen geniş, aydınlık bir odada,
piyanonun başında, ayakta şarkı söylemektedir. Üstünde bem
beyaz, yakası, omuzbaşları, etekuçları incecik Venedik dante
liyle süslü ham ipekten yapılma giysi, şakaklarına lülelerle dö
külen saçlarında çiçekler vardır. Bir elini, piyanoda kendisine
eşlik eden, orta yaşlarda, favorili, boynu fiyongalı bir adamın
omuzuna koymuştur. Bu, genç kızın koruyucusu, hocası, hatta
aşığı, üvey babasının da en yakın dostu Max Burghardt'ın ta
186 | {
"page": 186,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
kendisidir. Genç Alma'nın onun omuzunda gezinen parmakla
rı, sanat sosyetesinde ağırlığı bulunan ressam Burghardt'ın yü
rek atışlarını ölçmekte olduğu duygusu vermektedir.
Piyanodaki yüzünü şöyle bir çevirir. Aa, meğer Alma'nın
şarkısına tuşlarla eşlik eden ortayaşlı bu ressam değil, genç ve
henüz hiç tanınmamış ressam Klimt imiş! Alma ise bu sefer
pembeler giyinmiş, piyanonun öteki ucuna geçmiştir. Klimt'in
tuşlardaki parmakları solgun, redingot yenlerinin de havı dö
külmüş. Ama genç kıza bakan gözlerinde kıvılcımlar patlamak
ta, ortalığa resmen yaldızlar gibi saçılmakta. Kıvılctmlar, Al
ma'nın şarkısının tonu yükseldikçe artar; bir örs çekicinden
çevresine sıçrayan, demirciyi de, örsü de görünmez eden ateş
yağmuru kesilir. Kıvılcım yağmuru, giderek sağanak halini alır.
Sonuçta, nasılsa her şey yokolmuş, arkası starla kaplı ca
mın aynasında, artık o camın aynası olmayan bir Klimt tablosu
belirmiştir. Boydanboya çok süslü, kirpiklerine dek incecik yal
dızlarla kaplı bir kadın resmi. Aslında meğer bu da Alma'ymış.
Yaldızlarla giyinik bedeninde göğüsler, bütün bir çıplaklıktan
daha büyüleyici görünür.
Tablonun ışıltılı Alma' sı, öptürmek için elini şöyle usulca
bir kaldırmasıyla çevresinde birçok erkek beliriverir. Şarkı sus
muştur. Ortalığı, bir trenin perdeleri örtük kompartımanından
gelir gibi fısıltılar, derin solumalar kaplamıştır. Tablodaki kadın
mı dalgalanmı ştır, tren mi sallamak tadır, bir an birbirine karışır.
Dalgalanışlar sürdükçe, yaldızlı Alma, bir deniz kızı görünümü
alır. Burghardt' ından Franz Werfel'ine, Mussolini'sinden Kardi
nal Johannes'ine , hatta Gustav Mahler'inden Elias Canetti'sine
kadar -onun suratı biraz asıktır,-Kokoschka, Klimt, hatta baba
oğul Strauss'lar dahil, herbiri kendilerine özgü kılıkları içindeki
erkekler kalabalığı, Deniz Kızı'nı , 'Viyanalı Siren'i kollarında bir
Olympos tanrıçası gibi taşıyarak ipek şal örtülü bir divana taşır,
oraya uzatır. Hepsi, Alma'nın tılsımlı parmaklarını kendilerine
dokundurmasını istemekte, bunun için gizlice itişip kakışan izci
oğlanlara benzemektedir ler. Fısıltılar, solumalar gittikçe artmak
ta, Alma da, parmaklarını değil ama, ince bir gümüş çubuğun
ucundaki parlak yıldızı hafif hafif erkeklerin başına dokundur
maktadır. O böyle dokundukça, bedenini örten yaldızlar bir bir
187 | {
"page": 187,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
dökülür, sonuçta çırılçıplak ve yalnız kalır. Hala aynı ipek şal
kaplı divanda, salt kızılımsı sarı çözük saçlarının tepesinde kele
beklerden bir taçla uzanmaktadır. Anadan doğma ve gebe.
Alma Mahler, öylece, gözlerini emekli tarih öğretme
ni(MİZ)e dikmiş, bakışlarıyla onu çağırmaktadır. Umut, fısılda
yışlarla sessiz, karanlık geceyi doldurmakta ...
Bir sarsıntıyla gözlerini açar. Tren durmuştur. İlkin nerede
olduğunu anlayamaz. Sonra, aydınlanır: Çağrıya uymuş, bek
lendiği düğüne, şey, bekleyene koşmaktadır.
Küçük bavulu, Venedik turu için yaptırdığı ince kumlu
kumaştan kruvaze ceketi, küçük mavi, kırmızı çiçekli, kendi
ne göre de 'hayli koket' kravatıyla Güney Garı'nda Viyana'ya
ayak basan emekli, efendi ve çelebi, şair ve şimdi esrik tarih
öğretmeni Kamil Kaya Bey, nekadar alçakgönüllü, barışçıl ol
maya çabalarsa çabalasın, kendini Üçüncü Viyana Kuşatma
sı'nın eşiğinde bulur. 'Öte yan' da rüzgarın nişanlısı, Viyanalı
siren, çırılçıplak, dokuz ay dokuz günlük gebe haliyle uzandı
ğı divanda, sanki dünyaya umudu getirecekmiş de, onu bek
lemektedir.
Bu durumda sorumluluk duyguları depreşir; dizleri neka
dar ağrırsa ağrısın, yanılıp Baden Kaplıcaları'na gitmemeye
and içer.
Şeytanın omuzlarına koyduğu pelerinle havalanır, uğultu
larla esmeye başlar; gökyüzünden surların içine, kent merkezi
ne doğru yolalır. Fetih stratejisine göre, Opera binasının çatısın
da iki kanada ayrılacak, bir kanat Freyung, Am Hof, soldan
Aziz Stefan Katedrali; öteki kanat, Kartner, sağdan Aziz Stefan
Katedrali; birleşip Rotenturm, Hoher Markt, Et ve Balık Pazarı
derken, On Bir, On İkinci Yüzyıllardan kalma Ruprecht Kilise
si'nin ahşap duvarlarında, küflü çatılarında, bacalarında uğul
dadıktan sonra, en eski kent Vindobona'yı böylece kuşatıp Tu
na Dalgaları'na ulaşılacaktır.
Kendi uğultusunda boğulmak üzeredir. Dokunduğunu pı
rıltılarla bezeyen aşkın ecesine, elinde Benediktin şişesi, çok şiş
man ve çok yaşlı New York'ta ölmeden önce, doğum halinde
yetişebilecek, Şark'ın sabır ve vefasıyla o da Alma'yı büyüleye
bilecek midir?
188 | {
"page": 188,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Çiçek tozlarıyla dolu havada Mayıs rüzgarları gibi eserken,
ansızın aklına sünnetli olduğu gelir. Bunu düşünür düşünmez,
esintinin şiddeti biraz düşer, ama dinmez.
Esriklik esrikliktir. Sünnetli sünnetsiz, farketmemektedir.
İçkinin fazlasıyla hayalin ötesinin ise aynı kapıya çıktığı söylen
mektedir. Fakat bu, bir kural değildir.
189 | {
"page": 189,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
VII.
öte/yan
Yazar da, nesli tükenmeye yüztutmuş bir okurun ince ilgi
sinden esrikleşmişti, deniyor.
Bu okur, umudunu yitirdiği, artık hiç beklemediği bir an
da belirmiş; gecelerboyu sayfalar, kargacık burgacık yazılar
arasında uğuldarken çatılara, bacalara, kalın duvarlara çarp
maktan aldığı yaralarını berelerini sarmış, örselenmiş ruhunu
kekik yağı, ardıç katranıyla ovmuş, ondan özenini esirgeme
mişti. Üstelik kendisine yüreğini açmış, kaybını, bu kayıptan
duyduğu derin kederini, tedirginliklerini dile getirmiş, yok
olanın ardından avunabilmek için ona başvurmuştu; herkesin
kaldırımlara atmaya kalkıştığı bir sırada onu adam yerine
koymuştu.
Geceyarısından sonra, Doktor Asafın evinden hafif salla
narak çıkmış. Hani sanki, alacağını almış, yükünü tutmuş bir
doygunlukla karanlıklara dalmış. Rüzgar kulaklarına artık gi
zemler değil, giziller fısıldıyormuş; dudaklarına ise ıslıklar do
lanmış. Yaprak hışırtıları ortasında üzüm bağlarının yamaçla
rından aşağı inerken, ıslıkla çaldığı havanın:
His var mı bu alemde nekahet gibi tatlı?
dizeleri üstüne kendisinin öylece, adımlarının ahengine uyarak
çıkarttığı bir beste olduğu sanılıyor. Hatta: İşte, Bach oldum, It
ri oldum! İşte Schubert oldum, Haydn, Dede Efendi, Kul Mus
tafa oldum! İşte, ha Vivaldiiii, ha been, diyesi...
190 | {
"page": 190,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Bu, hemen hemen ipin ucunu kaçırasıya neşeli halin salt,
okur ilgisi yanında özel kavın beyaz şarabı üstüne kahve-konyak
kremasından ileri gelmediğini belirtmek belki iyi olur. Düşünü
lürse, soluğunun tıkandığını, Alma Mahler iksirine karşın cançe
kiştiğini sanırken son zarını atmış, karşısına terbiyeli, ilgili, hem
de ruh doktoru bir okur çıkmıştır. Kazısında inmek istediği ye
dinci kata inebilmek için bundan iyi kazma kürek bulamazdı.
Sözde, ipleri eline asıl bundan sonra geçirmiş; asil okuruy
la iki gün sonra buluşacakları yeri ve saati, buluşma şekline ka
dar kendisi böylece tayin etmiş. Bundan sonra da, olması gere
ken ne varsa, aynen öyle olacağını azbuçuk biliyormuş.
Onun, bir zamanlar her türlü çarpışmadan uzakta, sessiz
bir kıyıda, dünü de, yarını da, yani kayıtlı, yazıyı da biryana
koyarak, kısacık bir süre, hayatında dingin bir ŞİMDİ parantezi
açarak bunu yaşama özlemini anımsayanlar varsa, bilecektir.
Ne olmuştu? Anlaşıldığı kadarıyla kayıtlar, coğrafyalar , hayal
ler, tasarılar yine de peşini bırakmamış, o kaçtıkça bunlar pe
şinden kovalamış, sonuçta olması gereken olmuştu: Yazsonu.
Düşbozumları ... Deveşukunun Dramı.
Bu defa, hayalse de, değilse de, olması gerekliyse de, ge
reksizse de her şeyin üstüne üstüne gidecekti. Gördüğünü GÖ
RECEK'ti. Kayıtsa kayıttı, tarihse tarihti, köfteyse köfte, tutkuy
sa tutkuydu; yazılacak olan böyle yazılacaksa, böyle yazılacak
tı, hatta bu özellikle istenecek ti. Lanet olsun! Her satır, her göz
tarafından o an bağırsakların çalışmasına uygun elli ayrı kılığa
sokulacak olduktan sonra, rahatça soluklan ve bas gaza!
Güzel ama, bu sefer de Kamil Kaya Bey, geride bir iki cilt
lik şiir, bir iki ciltlik de tarih, deneme, incelemeleri bırakarak
uzayda gözden uzaklaşıp gitmiştir. Yazarsa, bitkindir.
Burdan öteye artık, birden belirip yazarın yaralarını saran,
ama kendi yaralarının da sarılmasını, merakının giderilmesini
bekleyen terbiyeli, cömert okurla, ruh doktoru Asaf Beyle ilgi
lenebiliriz. Daha doğrusu yazar, ortalıkta tek tük rastlanan böy
le vefalı, doktor bir okura borcunu ödemeye karar vermiştir.
Doktor Asaf, geceyarısı yazarı evinden uğurladıktan sonra
geçirdiği iki gün içinde de, izini kaybettiği eski tarih öğretme-
191 | {
"page": 191,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
ninden herhangi bir haber alamamı ştır. Kentteki ortak tanışları
Nur ile Faruk'un da yaz tatillerinden henüz dönmedikleri anla
şılıyormuş. Telefonları günün hiçbir saatinde yanıt vermemek
te. Zaten bunda ısrar gereksizdir. Geride, arasıra ilgilenmeleri
kendilerinden istenmiş yaşlı ve yalnız birini bıraktıklarına göre,
dönmüş bulunsal ar, bir şey bilseler, ilk işleri Asaf abilerini ha
berli kılmak olmaz mı?
Bu arada karısı Münih'ten doktoru iki kere telefonla ara
mış, ne zaman dönebileceğini sormuş, O da, hocasını hala bula
madığını, huzursuzluğunun gitgide arttığını söylemiş; yazar
dan hiç sözetmeksizin, bir iki gün sonra çaresiz artık polise ha
ber vereceğini bildirmiş. Aynı zaman içinde hastanesinden de
birkaç defa aranmış. Kendisi de orayı dört kere arayarak uzak
tan uzağa asistanlarının yükünü hafifletmeye, hasta randevula
rını yeniden ayarlatmaya çalışmış.
Artık yazarla buluşacağı saati iple çekmeye başlamıştır. Bü
tün umudu ona bağlanmışt ır. Eski öğretmeninin evde bıraktığı
küçücük defteri yeniden yeniden karıştırmış, şifre gibi notları
birkaç kere okumuş, onun kayboluşunu aydınlatacak tek ipucu
bulamam ıştır.
İp, deyince, banyodaki su yeşili naylon çamaşır ipini dur
duğu yerde, olduğu gibi bırakmış. Yazarla buluşmak üzere ha
zırlanmadan önce. duşa girdiğinde, aynı şeyi düşünmüş: De
mek öğretmenimin dönüp geleceğinden umudumu kesmedim.
Geri geldiğinde, kendi satınaldığı ipi bıraktığı yerde bulmalı ki,
incinmesin; artık burada istenmediği duygusuna kapılmasın.
Yok canım, bundan değil, polis soruşturması için de her şeyi ol
duğu gibi bırakmak gerek. Bodrumdaki bir kutu fare zehirini
bile. Ne olmuştu acaba? Aşağıda, bahçe araç gereçlerinin, fazla
öteberinin durduğu yerlerde fare mi görmüştü? Fakat zehir ku
tusu hiç açılmamış. Belki hoca bir tıkırtıdan kuşkulandı; tedbir
lidir; marketten bunu aldı, sonra baktı bir şey yok, kullanmadı.
Giyinmiş, tam gidip arabasını garajdan çıkaracak, kapının
altında bir pusula bulur. Açar, okur:
Ümit delisi bunaklar! Hepiniz öleceksiniz.
Notun altında kocaman bir A harfi vardır.
Ruhunu daha derin bir sıkıntı kaplamışt ır. Dünyanın her
192 | {
"page": 192,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
yerinde Ölüm' den, Şiddet' ten başka bir şey terennüm etmeyen
çeşit çeşit tarikatlar türemişti; bu da onlardan birinin üyesi ol
malıydı. Demek veba mikrobu dalga dalga yayılarak ormanın
eteklerindeki huzur dolu bu evin, o güzel sığınağın eşiğine ka
dar dayanmış ! Kendi halinde, akıllı uslu, efendi bir yaşlı ada
mın tehlike mikrobunun taşıyıcısı olacağı aklının ucundan geç
mezdi.
İçi daha beter daralır. Karısını, kızını bir uçağa falan attığı
gibi, uzak, geniş ufuklara doğru gitme özlemi duyar. Beri yan
dan, yaşlı öğretmeninin bir kazaya kurban gitmesinden çok, bir
cinayete kurban gittiğinden kuşkulanmaya başlamışt ır.
Arabasını yazarla buluşacakları kahveye doğru sürerken
ise, yazarın yüzü gözlerinin önünde ilk defa şeytansı bir anlam
la belirmiş. İki gece önce, hafif çakır keyif yanından ayrılırken,
sokak kapısı lambasının ışığı altında, bakışlarında beliren tuhaf
pırıltıyı yeni GÖRMÜŞ. Bir şeyler biliyor da, gizliyormuş gibi
bir pırıltı.
Bilincine neden sonra çıkan bu pırıltılar, bütünüyle sönük
umut ateşini alevlendirir gibi olmuş. Kendi kendine, bakmışın
şimdi kahvede hocamla oturmuşl ar, beni bekliyorl ar, dediği bi
le olmuş.
Fakat, Cafe Central' e girdiğinde, değil ikisi, yazar bile orta
larda yokmuş. Üstüne çöken bungunluktan, bezginlikten sıyrıl
mak için hemen saatine bakmış. Meğer kendisi, sözleştikleri sa
atten yedi dakika daha erken gelmişmiş. Beş on dakika kadar
da yazar gecikebilir. On beş dakikalık bekleyişler doğaldır.
Evinde kalması, rahat etmesi, mutlu olması için o kadar ısrar
ettiği emekli tarih öğretmeni, yıllardır içinde bir süre yaşama,
tarihini bilmediği yerleri bir ucundan görme hayalleri kurduğu
Viyana' da bir cinayete kurban gitmiş olmasın da, ne olursa ol
sun! Baksana, herkes kendi karnavalımı yaşayayım derken, ve
ba çukuru cesetlerle dolmaya başlamış meğer!..
Hayatın kumarı. Eski Üniversite'nin oradaki eskiden yeni
leme lokantada eski tarih öğretmeniyle karşılaşmasaydı, şimdi
huzur içinde karısının, kızının yanında, işinin başında olacaktı;
kapısının altında, Ölüm, diyen pusulalar bulmayacaktı. İyi
ama, yıllardır hiç çocukluğu, ilkgençliği yokmuş gibi, hep ya-
193 | {
"page": 193,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
bancılar arasında, sadece hayatının yetişkin diğer yarısıyla ya
şamıştır. Belki, üstü insan, altı hayvan kentor'lardan değildi,
ancak, hayvansa da, insansa da, yarımdı, yarım! Ya altı, ya üs
tü, bir yanı eksikti. Eski hocasını yeniden görmek, hele onunla
dağ bayır dolaştıklarını, bazan uyku tulumları içinde uyuduk
larını anımsamak, kendisine tamamlandığı duygusunu verme
miş miydi? Bu bütünlenme duygusuyla esrikleşmedi mi?
Belki sabrı, sabır taşında o kadar da bilememek gerek.
Kafasında böyle çeşit çeşit düşüncelerle tarihi kahvenin her
köşesine şöyle çabucak gözatmış. Yerleri gümüş rengi, çilli mer
merle kaplı çokgen salon, her zamanki gibi küçük yuvarlak
masalar, onların çevresindeki hafif Thonet iskemlelerle benekli.
Yemek yenmeyen, sadece kahve içilen, aperatif alınıp gazete,
dergi kariştırılan örtüsüz, sarı kumlu mermer masalar sayıl
mazsa, o saatte içerde hareketli bir siyah beyaz egemenliği var
dır. Tam karşıda iki iri mermer sütun yükselmesine karşın, gar
sonların, hizmet veren kızların siyah pantalonları, siyah etekle
ri, bellerine sarılı geniş ak önlükleri gözalmak tadır. Oysa, çok
gen salonun tam ortasında, kocaman gür yeşil bir saksı bitkisi
de var. Sonra, daha içeri adım atıldığı anda burna çarpan, kre
malı kahveyle taze ştrudelin vanilya kokusunu bile örten, yan
mış şeker kokusu ...
Hepsi yerli yerinde, ama yazar gerçekten gelmemiş.
Kapıdan hemen görünebileceği bir masaya yerleşmeden
önce, gazete, dergilerin durduğu masaya yönelmiştir. Bu arada
gözü, kapının yanındaki masada oturan manken müşteriye
çarpmış. Aynı anda, hocasıyla telefonla Viyana-Münih arası ko
nuşurlarken onun bir defasında, "Cafe Central' e ilk girişimde
oraya Merkez Kıraathanesi adını takmıştım ya, epeydir oraya
gitmedim. Bu aralar daha küçük, daha gözden ırak bir kahveye
dadandım," dediğini anımsamış. Hatta, "Genç dostum Yunus
gelince, onu tabii Merkez Kıraathanesi'ne de götüreceğim," de
diğini. Yunus'a, kapı yanında oturan manken müşterinin eski
sosyalist yazar Peter Altenberg olduğunu hemen açıklayacak
mış ki, çocukcağız kendisi gibi tam on dakika onu işçilikten ay
yaş bir müşteri sanmasın. Buranın tarihi öneminin Lenin'le
194 | {
"page": 194,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Troçki'nin buluşup satranç oynamalarından daha büyük oldu
ğunu aklının bir köşesine yazsın.
Bu konuşma sırasında hoş hoş gülüştüklerini de anımsa
mış.
Ruhuna belli belirsiz bir hafiflik gelir. Gazete sehpasından
sopanın ucuna takılı bir gazete, bir de dergi çekerek seçtiği ma
saya yerleşir. Garsona bir bardak soğuk Lancers söyler. Sadece
soğuk içilebilen kırmızı bir Portekiz şarabı. Bu kentin artık yer
lisi sayılır; bu kahveye de oldukça sık gelmiştir, ama burada
böyle bir şarap verildiğini geçen gece yazardan öğrenmiş. Onu
beklerken hemen tatmak istemiş. Yazar, bu şarabın yalnızca bu
kahvede içilebileceğinin altını öyle özenle çizmiştir ki, garso
nun yanıtı, ona daha da şaşkınlık verici gelmiş. Burada bu tür
bir şarap bulunmuyormuş. Adını bile duymamışlar.
İlkadımda boygösteren iki aksaklık ne olsa miğde bulandı
rıcıdır: Yazdıkları iyi olabilir, ama bu yazar belki de yalancının
biri!
Herneyse, geldiğinde şu Lancers konusunda onu garsonla
başbaşa bırakmaya karar verir; sodası bol bir Campari ısmarlar;
gazetesini açar. Demeye kalmadan, omuzbaşında bir gölge beli
rir. Yazarın tuvaletler tarafından, iki mermer kolon arasından
geldiğini, "Merhaba" deyip yanına oturacağını sanır; başını
şöyle bir kaldırırken gölgenin:
"Her Doktor," dediğini işitir. "Doktor Asaf?"
Bakar, başgarson. Elinde küçük bir tepsi, tepsinin üstünde
küçük bir kapalı zarf, kolunun altında da kalınca bir sarı zarf
var.
"Evet?"
Bunun üzerine başgarson hafifçe eğilerek önce tepsideki
küçük zarfı alıp ona uzatmıştır:
"Size vermem istendi efendim. Bir de şu."
Kolunun altındaki şişkin sarı zarfı da masaya bırakmış. Ar
dından eklemiş:
"Yazar bir dostunuzdanmış. Öyle söylememi istediler."
Besbelli, yazardan kaybolan hocasının izini bulmasını, so
rununu çözmesini, hatta derdine ortak olmasını beklemesi bir
hata.
195 | {
"page": 195,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
"Ne zaman bıraktı bunları size?"
"Tam bilemeyeceğim doktor. Siz gelmeden üç beş dakika
önce olabilir. Ceketli, kravatlı, bu bunaltıcı havada, düşünün.
Gerçekten yazar mıdır efendim, ne yazıyorlar?"
Başgarson bunu sahici bir ilgiyle sorduğu için, Doktor
Asaf ın da aklından ister istemez, sahici bir Viyanalı, bir sanat
çıyı, yazarı her zaman önemser; bu onun genlerinde var, diye
geçmiştir.
Sahici Viyanalı ne olursa olsun, onun da nesli tükenmekte
dir. Önünde duran zarf da daha çekicidir. Başgarsona, doktor
luk tavrını takınıp:
"Yazar, evet," der. Adamın çekilip gitmesini sağlar, ama da-
ha ilk adımda ardından seslenerek durdurur:
"Bir dakika! Ceketli mi demiştiniz?"
"Evet efendim. Kruvaze."
"Ne renk? Yani nasıl bir kumaş?"
"Ne renk? .. Sanının, gümüş rengi. Evet öyle, açık gri, çok in
ce kumlu. Şöyle, yazlık tvidden ... Ah işte, Carnpari'niz de geldi!."
Garsonların ikisi de uzaklaşmış, o, önünde bol sodalı bir
bardak Carnpari, iki kapalı zarf, kafasında da çeşitli sorularla
başbaşa kalmıştır.
Başgarsonun tarif ettiği ceket tıpatıp izini yitirdiği, yazar
gelmeyeceğine göre, büsbütün yitirdiği eski tarih öğretmeninin
ceketiydi. Ama o, kravatı, gömleğiyle birlikte bu ceketi de evde
bırakmıştı; ayrıldığında üstünde bunlar olmadığı apaçıktı. Ya
zar, 'Edebiyat Notları' dosyasıyla birlikte yaşlı adamın ceketini,
pantolunu, gömleğini de ödünç almamıştı ya?
Zihnini zorlamış, hocasının yattığı odada, bir iskemlenin
ardında asılı durduğunu sandığı incecik kumlu kumaştan ceke
tin gerçekten orada olup olmadığını anımsamaya çalışmış;
anımsa yamamış.
Merak, kuşku, yıkılan umutlarının yerini alan yeni, silik
umutlar içindedir. Aynı anda, kapısının altında bulduğu pusu
ladaki: Ümit delisi bunaklar, hepiniz öleceksiniz! yazısını, altın
daki kocaman A harfiyle birlikte içi ürpererek anımsar. Ne olsa
uzmanlığı, yüzünü gördüğü, eliyle dokunduğu insanlar için
geçerlidir.
196 | {
"page": 196,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Artık ne varsa, şu kapalı zarfların içinde var.
Dili damağına yapışmaktadır. İçkisinden bir yudum alır ve
önce küçük zarfı açar; içinden elyazısıyla yazılmış şu mektup
çıkar:
"Değerbilir okurum,
"Sizinle yeniden buluşmaya söz vermiştim. Bunun böyle
gerçekleşmesinde n başka çare yok.
"Ekteki zarfta bir dosya sunuyorum. İzini yitirdiğiniz
emekli tarih öğretmeniniz Kamil Kaya Bey'in ne olmuş olabile
ceği üstüne burada bazı ipuçları bulabileceğinizi umuyorum.
"Bence, şimdi oturduğunuz yerden hiç kımıldamayın. Bu
gece bana ayıracağınız saatlerin hepsini bu dosyayı okumaya
ayırın.
"Sözkonusu hayatla ilgili olarak elimde ne kadar belge,
bulgu, bilgi varsa, zaman zaman kendi tuttuğum notlar, çekti
ğim fotoğraflar dahil, hepsini bir düzene sokmaya çalıştım.
Sizinle ansızın karşılaşmam kadar, evinizden ödünç aldığım
'Edebiyat Notları' dosyası da, elimdeki her şeyi böyle bir dü
zene sokmamda yardımcı oldu. Anladığım kadarıyla Kamil
Bey, kendini gizlemek için, bu dosyaya 'Edebiyat Notları' adı
nı vermiş; başkalarını açığa vurmamak için de birçok kimse
nin ya sadece adlarının baş harflerini yazmış, ya 'O genç
adam,' 'Bu ressam', 'Sevgili palamut', 'Eski öğrenci' 'İnce
yaprak', 'Şair', 'Parası çalınan X Bey', 'Kimyager bayan' vb.
gibi özne belirleyici tanımlar kullanmış. Benim V. Bölüm' de
Geçmişin Kokusu ve Kulaklarda Fısıltılar başlıkları altında der
leyip toparlamaya çalıştığım epey genişletilmiş, yeniden kur
gulanmış bu notlar, iade ettiğim dosyada göreceğiniz gibi, as
lında eski öğretmeninizin üçüncü tekil kişi olarak göstermeyi
yeğlediğ i, kendi iç dünyasıyla ilgili, orada birikerek tortulaş
mış şeylerin küçük küçük dışavurumlarından ibaretti. Ben,
yine iyi kötü bir bütünlük uğruna, kaygı, tutku, geri çekiliş,
ileri atılış, kendini bırakış, coşku, bozgun, kırgınlık, sabır, sa
bırsızlık, özlem, umut ve derin umutsuzluk benzeri bu duygu
patlayışları, düşünce kırıntıları arasında bir kan dolaşımı sağ
lamaya çalıştım.
197 | {
"page": 197,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
"Bütün dosyanın düzenlenmesinde de, bu notların böyle
kurgulanmasında da kendi kaygı ve tutkularımın, geri çekiliş,
ileri atılışlarımın, özetle gözlerim kapalıyken gördüklerimin
desteğini buldum.
"Buralarda ben, tarihte ikinci defa yaşandığını sezdiğim
geç, dolayısiyle hayli çarpık bir baroka ait ipuçları arıyordum.
Bütün bir yaz bu kentte böyle bir çekim alanı içinde yaşadım.
Tuhaf olan şu: Barok'un aslını ararken, Romantik'e rastladım.
Bana, kim olduğunu yine de, tarihinin büyük bölümü, uzun
sürdüğü için birkaç kat daha şekilsizleşmiş geç barokla örülü
coğrafyalarda anlayabildiğini söyledi.
"İşte, her şey ruhumuzu saran duvarları yıkmak için.
"Elimde avucumdakileri düzene koyarak bu dosyayı size .
böylece sunmamda bana rehberlik eden bu düşüncem olmuş
tur.
"Başta da söylediğim gibi, bu sayfaları okuyup bitirince,
eski tarih öğretmeni (MİZ)nin nerede olduğunu anlayacağınızı
umuyorum. Ancak, mesleki uzmanlığınıza karşın, onu hemen
geri getire bileceğinizi sanmıyorum.
"Bazı yolculuklar böyledir. Bizi büyüler ve sınırın 'Öte
Yan'ına, orbidin dışına kadar sürer gider; ondan sonra da artık
hep sürer. Tıpkı, derin deniz diplerinin dalgıcı büyülemesi ben
zeri, dönüş noktası artık aşılmıştır. Artık ayın karanlık tarafın
da bulunulmaktadır. Yeniden aydınlığa çıkmak, yeryüzünde
görünür olmak ve yeryüzünü GÖRMEK için yeniden yüzyıllar,
yüzyıllar geçmesi gerek.
"Viyana'nın bu çok uzun, çok nemli-bungun yaz aylarında
akşamüstleri ormandan çıkıp gelen esintinin kulaklarıma fısıl
dadıkları çekici, büyüleyic iydi.
"Bu çekim sonucu, benim yolculuğumda dönüşü olmayan
noktayı aşmamayı sadece sizinle yeniden buluşmak üzere ver
diğim söze, sözümü yerine getirmek için de bu dosyayı sunabi
lecek bir şekle sokma çabalarıma borçluyum. Bu yeryüzünde
herkese yetecek kadar da mazeret vardır.
"Önünüze açtığım bu çok süslü barok kapıdan 'Öte Yan'a
geçip geçmemek, orada eski tarih öğretmen'LERİMİZİ yeniden
bulup bulmamak konusunda tek yönlendiricinin tutkularımı-
198 | {
"page": 198,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
zın, meraklarımızın şiddeti olduğuna, güçlü çekimlerin önünü
kesecek mazeretlerden ise hiç yoksun bulunmadığ ımıza inancı
mın tamlığını bildirir, sizi ekte sunduğum sayfalarla başbaşa
bırakırım, efendim.
"Haaa sahi, şu Campari'yi de boşverin. Garsondan bir bar
dak buz gibi kırmızı Lancers isteyin: Ben ısmarlıyorum ."
Bu yalancı yazarın olmayan şarap üstüne ısrarı okurun
b:üsbütün canını sıkmak üzereymiş; sırmalı redingotlu, eldiven
li, hatta lüle lüle ak perukalı bir garson, küçücük, oval, eski bir
gümüş tepside, buğusu şimdiden insana büyülü bir ufkun ka
pılarını açan çok güzel bir bardak şarapla gelmiş. Yakut ışıltıları
saçan bardağı önüne bırakıp, Campari bardağını geri almış;
nesli tükenmeye yüztutmuş terbiyeli, ince, özenli, hatta meraklı
okurun, "Hani burda böyle bir şey yoktu?" sorusunu, bilmedi
ği bir dilde sorulmuş gibi yanıtlamamış; sağır ve dilsiz, onu ka
lın sarı zarfın içinden çıkan su yeşili bir dosyayla başbaşa bıra
karak çekilip gitmiş.
Emekli tarih öğretmeni kadar yazarı da çok merak etmeye
başlayan ruh doktoru bu okur, damağına iksir hafifliğiyle de
ğen bir yudum soğuk şaraptan sonra, dosyanın kapağını kal
dırmış; ilk sayfada şu başlıkla karşılaşmış:
ROMA N-TİK
Bir Viyana Yazı
Peki ama, diyeceksiniz, sen kim oluyorsun da bize bu ma
salı anlatıyorsun?
Söylemedim mi? Ben de anlatılanların yalancısıyım, deme
dim mi?
199 Londra, 1989
İstanbul, 1989
Viyana, 1990
İstanbul, 1992-93 | {
"page": 199,
"source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf"
} |
Fakir Baykurt
BB
TırpanB
B
B
BBB
B
B
B
B
B
B
B
B
B
B
B
B
B
B
B
B
B
B
B
B | {
"page": 0,
"source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf"
} |
B 1BB
BB1B
B
BBGÖKÇĐMENB
B
BBGökçimen'iBbilenBazdır.B
B
BBAnkara'yaBbağlıBbirBköydürBbu.BBirBküçükBtepeninBeteğindeBelliB
kadarBev,BbirBcami,BbirBdibek,BbirBçeşme,BbirByunak,BbirBçürükBokulBveB
elliBkadarBgübreliktir.BEvlerByanByana,BbirbirineBbitişikBveBtoplucadır.B
HepsininByönüBgüneyedir.BKöyünBardındaBçamı,BardıcıBtükenmişBbirB
dağBdurur.BÖnByanıBaçıklıktır.BBuBaçıklıktaBGökçimen'inBtarlalarıBserilir.B
TarlalarınBbirBbaşındanBbirBbaşınaBkırkBdakikadaByürünür.BBuBaçıklığınB
hepsiBGökçimen'inBdeğildirBüstelik.BEvciBköyününBtarlalarıBgelirB
Gökçimen'inBkoltuğunaBsokulur.BBirByandanBdaBKayadibiBköyününB
tarlalarıBbaşlar.B
B
BBArkadakiBdağdanBbelliBbelirsizBbirBsuBçıkar.BBüküleBbüküleBötekiB
köylerinBtopraklarınaBgider.BĐkiBkıyısınaBsöğüt,BkavakBdikmişlerdir.B
BağBbahçeByapmışlardır.BKimiByerlerBçayırlıktır.BKöyünBcamızı,Bsığırı,B
sıpasıBburalardaByayılır.BYazBgelinceBdeBkesilmez.BGökçimen'inBinsanlarına,B
hayvanlarınaByeterBiyiBkötü.B
B
BBOysaBçoğuBköylerinBsuyuBkesilir.BÇiçekBçimen,ByeşermişBot,BneB
varsaByanarBkavrulurByazın.BÇevreBköylerdeBbirBinançBvardır:B"Gökçimen'inB
suyuBkesilmediğinden,BherByanıBçayırBçimendir.BÇayırBçimeninB
yeşiliBkızlarınBgözüneByansır.BBuByüzdenBgöküşBolurlar.BEğerBavucundaB
üçBkuruşunBvarBdaBkendineByeniBbirBkarıBalmakBistiyorsan,BGökçimen'eB
git,BkızBal!"Bderler.B
B
BBGeçenBzamanlarBbuBinancıBdoğrulamış,BçevreninBvarsıllarınıBhiçB
yanıltmamıştır.BParayıBkuşağınaBdoldurupBgelen,BistenenBaltınlarıBdaB
takınca;BbeğendiğiBkızıBataBbindiripBgötürmüş,BgelBdemişBimama,BkıydırmışB
birBnikah,BondanBsonraBistediğiBkadarBçalıştırmış,BistediğiBkadarB
çocukBdoğurtmuştur.BYıllarBgeçipBGökçimenliBkızBbirazBkocayınca,B
onuBbirBköşeyeBitmiş,BbelkiBonunBkazancıyla,BGökçimen'eBvarıpBbirBkızB
dahaBalmıştır.B
B
BBKarşıdanBbakarsanBGökçimen'eBçokBparaBgirer.BBuBsözünBkarşılığınıB
köylülerBşöyleBverirler:B
B
BB"Canım,BkızBparasıBdeğilBmi?BEldeBavuçtaBeğleşmezBki...BTütüneB
gayfayaBancaByeter..."B
B | {
"page": 1,
"source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf"
} |
B 2BBBAnalarının,BebelerininBdediğiBgibi,BbuBköhneBdünyanınBüzerindeB
olanlarBhepBGökçimenliBkızlaraBolmaktadır!BSankiBbirBalınByazısıdırBbu.B
Değişmez!BEpeyceBoluyor,BerkeklerBBirinciBDünyaBSavaşı'naBgitti.BSeferberlikB
oldu.BYunanıBkovdular.BCumhuriyetBgeldi.BĐkinciBDünyaBSavaşıB
oldu.BNeyinBnesi,BkiminBfesiBolduğuBbelirsizBbirBdemokrasiBçıktı.B
YarımByurumBbirBokulBgeldi.BKaymakamBuğradı.BEvlereBçantalı,BpilliB
radyolarBgirdi.BGeneBdeBdipliBköklüBbirBdeğişmeBolmadıByaşamda.BKızlarınB
alınıpBsatılmasıBgeleneğiBsürdüBgeldi.BDahaBdaBgidecek...ti!B
B
BBVelikul'unBDürü,BgeçenBmayıstaBbeşiBbitirdi.BVekilBöğretmenBKızılca'danB
fotoğrafçıBgetirtipBresminiBçektirdi.BResimliBbirBdiplomaB
verdiBDürü'ye.BDiplomayıBaldıktanBsonraBgöğüsleriBkabarmayaBbaşladıB
kızın.BOnBüçünüBbitiripBonBdörtBolduByaşı.BAnasıBsaçlarınıBuzattıB
hemen.BBoyalıBiple,BgökBboncuklaBördü.B"DorumBkızım,BdöşlüBkızım,B
göküşBgözlüBkızım!.."BdiyerekBokşadı.B
B
BB"Dürü,BoByazı,BanaBbabasınınByanında,BbağdaBbahçede,BtopraklaB
uğraşarak,BburçakByolarak,BekinBbiçerek,BdövenBsürerek,BsamanBçekerek,B
harmanByeriBsüpürerekBgeçirdi.BÇalıştı,Bpişti.BGüzBgeldi.B
B
BBGüzBgeldi,BunlukBbuğdayByudular.BArdındanBbulgurBkaynattılar.B
Çulları,BcecimleriBdamBbaşınaBsermişlerdi.BBulguruBkurutuyorlardı.B
ÇabukBkurusunBdiyeBsıkBsıkBkarıştırıyorlardı.BDürü,BelineBbirBayvaB
almış,Bkemiriyordu.BDürü'nünByüzü,ByanağıBpembe,BgözleriByeşildi.B
GökçimenBköyününByeşiliydiBtastamam.BAyvaBsarıydı.B
B
BBDürüBdamBbaşındaBayvaBkemirirken,BatBüstündeBbirB"herif'Bbelirdi.B
EvinBönündekiByoldanBgeçipBgidecekti.BHızlıBsürüyorduBatı.BBirdenB
yavaşladı.BSolBeliniBbaşınaBgötürüpBşapkasınıBtuttu.BSağBelindeBkamçısıB
vardı.BGözünüBkızınBüstüneByapıştırdıBbirBsüre.BSonraBusulca,BağırBağırB
geçipBgitti.B"(BuBkızıBAllahBkendiByapıpByaratmış!BUzunBuzunBuğraşmış!B
EliniByüzünü,BkaşınıBgözünüBkendiBtamamlamış.BKalfalaraBfilanB
havaleBetmemiş!..BBöylesiniBCenabıBAllahBancakBkendisiBbaşarabiiir!B
Bravo!..)"Bdedi.B
B
BBDürüBtitredi.BElindeBayva,BkalakaldıBöylece.BAğzındakiBlokmayıB
yutamadı.BGidenB"herif'inBardındanBöfkeyleBbaktı.BBirBsüreBsonra,BhiçB
ayırdındaBolmadan,B"KudurasıBnalet!BTastamamBbirBnalet,BbaşkaBneB
olacak!"Bdedi:B
B
BBAnasıBişitti:B"NeBoBgıı?BKimeB"nalet"Bdiyorsun?"B
B
BB"GeçipBgidenBherifeBdiyorum!BBaktıBbana!"B
B | {
"page": 2,
"source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf"
} |
B 3BBB"Baksııııın!BNeBvarımışBbakmayla?"B
B
BB"Đstemiyorum!BOnaBbakBdedimBmi?"B
B
BBHavanaBkorkuylaBdoğruldu.BGideniBaraştırdı:B"Haaa!"BdediBbirden.B
AklıBsuyaBeriverdi,B"KabakBMusduBgidiyorBayBkızım!BHıyanetBköpeğinB
biridir.BKuşağıBparaBdoludur.BBaktıBmıBkötüBbakar.BSenBdeBneB
dikiliyordunBsaçakta,BelindeBayva?BTühBtüh!BGördünBmüBşimdi?"B
B
BBDürüBkorktu:B"NedenBtühBçekiyorsun?"B
B
BBHavanaBbaşınıBeğdi.BBulguruBkarıştırdı.B
B
BB"SöyleseneBana,BnedenBtühBçekiyorsun?"B
B
BB"YokBbirBşey!BYokBbirBşey!"BdediBHavana.BKabakBMusdu'nunBardındanB
birBdahaBbaktı.B"KudurasıBnalet!"Bdedi.B
B
BBAtınBüstündeBparçalanmışBgibiBduruyorduBKabakBMusdu.BBağlarınB
arasınaBgirdi.BAğaçlarınBarasındaByitti.BBağlarBbitinceByenidenBbeliriyorB
yol.BHavana,BgözleriniBdikipBbeklemeyeBbaşladı.BBirBsüreBbekledi.B
MusduBçıkmadı.B"(AllahBAllah,BnedenBçıkmadıBbu?)"Bdedi.BBelkiBatınB
başınıBçekti,BdüşünüyorBorda.BYooo;BberiByandanBçıktıBbirden!B(HayB
nalet!..)"BDönüpBgeriBgeliyor!B"(HayBkudurupBdaByağlıBkurşunlardanB
gidesi!..)B"B
B
BB"ĐçeriBgirBDürü!BHemenBiçeriBgirBgözelBkızım!"B
B
BBDürüBkoştuBiçeri:B"KudurasıBnalet!"BdediByeniden.B
B
BBEllisineBgeldiBKabakBMusdu.B"(BöyleBkızlarıBgörünce,BzatenByumuşakB
olanByüreğimBdahaBdaByumuşar.BNeBhikmetse,BsadeyağBgibiBeriyiverir!..B
BayılırımBeliniByüzünüBCenabıBAllahınBkendininByaptığıBkızlara!..)"B
dediBkendine.B
B
BBAnkara'nınBbuBköylerindenBkoyunBkuzuBtoplar,BgötürürBEtBBalıkB
Kurumu'na,ByadaBkasaplaraBsatar.BVekillere,BelçilereBmorBlahana,Bbal,B
peynirBgötürür.BPetekliBoğulBbalıBbulur.BAnkara'dakiBAmerikanBpazarlarındanB
daBmalBalır,BiçerlereBaktarır.BÇankayaBköşküneBkeklik,Bbıldırcın,B
avBkuşuBgötürür.BAnkara'daBbirBsporBkulübününBonurBüyesi.BPartininB
başkanBvekillerindenBhovardalıkBarkadaşlarıBvar.BKabakBkafa,BşişB
göbekBbirBşey.BAğzıBfişekBkapçığıBgibi,BgümüşBkromBdolu.B"(ĐnsanBbuB
gözelBdünyayıBbirBikiBkarıylaBgeçirecekBdeğilBya!BVariyeti,Bdirayeti,BhemB
deBşansıBolanBherkesBbakmalıBötekileriniBdeBtadına,BneBsakıncasıBvar?)"B | {
"page": 3,
"source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf"
} |
B 4BdiyeBdüşünürdü.BBirB"Serkisof"Bsaati,BparmağındaBkocamanBbirByüzüğüB
var.BYeniByeniBtırnakBkesecekleri,BçakılarıBvar.B"(GözelBsevmekBayıpB
değil,ByasakBdeğil,BgünahBhiçBdeğil!BToprağımızdaBparayıBverenBdüdüğüB
çalıyorBçokBşükür;BkarıyıBkızıBtespihBgibiBdiziyor.BDahiBAnkara'da!..)"B
derdi.BÇakmağı,Btespihi,BiçindeBbalıkBresmiBgörünenBanahtarlığıB
var.B"(KelamiBKadimin,BCenabıBAllahın,BbüyükBpeygamberlerin,B
eşkıyalarınBhemBdeBhocalarınBdediği,ByaptığıBbuBdeğilBmi?BNafakasınıB
sağlayabildiktenBsonra,BalBalabildiğin,BsevBsevebildiğinBkadar!BEvet,B
yenileriniBsevmekle,BeskileriniBdeBsefilBettiğimizByokBşükür!..)"Bderdi.B
Aynası,Bdürbünü,BtabancasıBvar.BCepleriBaktarBdükkanıBgibi.BHerBşeyiBvar.B
(YeşilBgözlü,BgöküşBkızlaraBbayılıpBbitiyorum!)"Bderdi.BParasıBdaBvar...B
B
BBGeldiBkocakapınınBönündeBdurdu:B
B
BB"GıııBHavanaaa!"Bdedi.B
B
BBHavanaBseslenmedi.B
B
BB"(EğerBbuBkapıdanBbirBkısmetBvarsaBbize,ByaşadıkByolunBsonunaB
doğru!BYoncaByaprağıBgibiBağzınaBtükürdüğümünBkızı!BŞuBCenabıBAllahınB
neBhünerleriBvarBdünyada!)"Bdedi.B
B
BB"Havana,Bgıı!BVelikulBevdeBmi?BKuzuBalacağım!.."B
B
BBHavanaByüzünüBgözünüBtopladıByazmasıyla:B
B
BB"BizdeBsatlıkBkuzuByokBKabakBAğa,BgitBişine!"B
B
BB"BaşkaBişBdeBkonuşacağımBgı,ByokBmuBVelikul?"B
B
BB"Yok,Bdedim!BKızılca'yaBgitti,Bdönmeyecek!"B
B
BB"GıBoBnasılBlaf?BKendiByoksa,BeviBvar!BAçBkapıyı!"B
B
BB"Açamam!BSahibiBolmayanBeviBnasılBaçarım?"B
B
BB"GıBdeliBolma,BhayırlıBbirBişBkonuşacağım!"B
B
BB"SeninBkarnındaBhayırBeğleşmez!BAçamam!"B
B
BB"AllahBAllahBveBsüphanallah!"BdediBMusdu.B"(UlanBneBkuduzB
karı!BŞununBlaflarınaBbak!BAzBönceBgördümBkocanıBbükecinBbaşındaB
ulan!BAmaBhaydi!BNeyse!BYüzüneBfurmayımByalanını!BSaydığımByerlerB
var!..)"BAtınıBköyBiçineBsürdü.B | {
"page": 4,
"source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf"
} |
B 5BB
BBDürü,BkapınınBaralığındanBbaşınıBuzattı:B"YılışıkBherif!BYokBdiyoruz,B
halaBsırnaşıyor!BDefBolupBgitmiyor!"B
B
BBHavana:B
B
BB"DurduğumuzByerde,BgördünBmüBbaşımızaBgeleniBayBkızım?BSenB
deBelineBbirBayvaBalıpBneBdikilirsinBoBsaçağaBayBDürüm?BGiderBbabanıB
bulurBşimdi!BKendirBbüküyordu..."B
B
BBCamininBdibindeByirmiBkişiBkadardılar.BVelikul,BkolBçeviriyor.B
DörtBbeşBkomşuBda,BelindeBbirerBkendirBkolçağı,BçekeBçekeBgidiyorlar.B
BuBtelleriBbirleştiripBurganByapacaklar.B
B
BBKabakBMusduBindiBattan.B"(SersemBkarı!BBenimBnasılBtemizByürekli,B
neBkadarByumuşakBbirBadamBolduğumuBsankiBbilmiyor!BVariyerimden,B
dirayetimdenBsankiBhaberiByok!BAçmıyorBkapıyı!BHemBsersem,BB
hemBcahil,BneBolacak?)"BAtıByedeğineBaldı.BYürüdüBkendirBbükenlerinB
yanınaBdoğru:B
B
BB"Selaaam!BVaBaleynaBaleykümselamBağalar!"B
B
BBDürüBçıktıBiçerden:B"GittiBmiBoBkudurası,Bana?"B
B
BBHavana'nınBiçiBaltüst.BElleriBtitriyor:B"Gitti!"Bdedi.B"Gitsin,BbirB
dahaBdönüpBgelmesinBinşaallah!.."B
B
BB"ÇokBkorkuyorumBana!BYüreğimBgüpBgüpBfuruyor!"BEliniBsolB
göğsününBüstüneBkoydu:B"ŞunaBbak!"Bdedi.BYuvarlacıktıBorası.BGüpB
güpBgüp.B"ŞunaBbakBana!..B'B
B
BB"NeBbakayımBdeli?BBenimkiBdeBfuruyor!"B
B
BBAdamlarBsaygıBgösteripBselamBaldı.B"HayrolaBKabakBAğa?BNedenB
döndün?BSormaktaBsakıncaByokBya?"B
B
BB"Ha...Bşey...Byok!BŞey,BVeli'yleBkonuşacağım.BYaniyaBVelikul'la!B
SatlıkBkuzusuBolduğunuBduydumBda..."B
B
BB"HeBhıBşey..."BdeyipBduruşundanBkuşkulandılar.B
B
BBEskiBMuhtarBCemalBsordu:B"KoyunBmu,BkuzuBmu?"B
B
BB"KuzuBkuzu...Bşey!..BĐstediğiBparayıBvermeğeBhazırım!BBirBgörüşelimB | {
"page": 5,
"source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf"
} |
B 6BhemencikBdedim."B
B
BBVelikul,BbükecinBbaşında,BKabakBMusdu'yuBgörüyor,BamaBkonuşulanlarıB
duymuyor.BKolBçeviriyorBhabire.B
B
BB"VelikulBburda...Bama?.."BdediBEskiBMuhtar.B"SeninBdediğinBkuzununB
pazarlığıBönceBikiBahbapBarasındaBaçılır.BĐstersenBalalımBkendisiniB
tenhaBbirByereBgidelim.BĐstersenBbizeBdeBgidebilirizByaniya..."B
B
BBHavana:B
B
BB"(ÇokBgözYönüBbirByereByapmışBbuByıkılasıBeviByapan!)"BdediBkendine.B
"HiçBinsanBgetirirBdeBköyBiçineBevBkondururBmu?BŞöyleBbirBkuytuyaB
yapar...BEee;BneBolacakBşimdi?)"B
B
BBDürü,B"KorkuyorumBana,BçokBkorkuyorum!..."BdiyeBbirBağlamaB
tutturdu.B"Anacığım...Banacığım!.."B
B
BB"AnacığınınBadıBbatsın!BSenBkorkuyorsunBdaBbenBkorkmuyorB
muyumBköpeğinBeniği?BElineBayvaBalıpBağzınıBdolduraBdolduraBdikelmeseydinB
yolunBannacına!BŞimdiBdeB"KorkuyorumBanacığım!BKorkuyorumB
anacığım!"Bdiyorsun!BKorkmadanBgit!BBabanBolacakBherifBdeB
bükecinBbaşındadırBşimdi!"B
B
BBKabakBMusdu:B
B
BB"ÇokBmemnunBolurumBCemal!BEveBgidersekBhaggatenBiyolur!B
Velikul'aBhaberBver,BtezBgidelim!BYaniyaBbenBbuBişeBbirdenBkararBvermişB
değilim.BEskiBfikrim..."BElindekiBkamçıyıBtozluklarınaBvurduBşapB
şap:B"(SoykaBHavana,BKızılca'yaBgittiBdiyor!BĐşteBkıstırdımBkocanı!..B
GörgüsüzBkarı,BgelBbuyurBdersin!BHoşBgelişBedersin!BÇayBpişireyimBmi,B
çalkamaByapayımBmı?Bdersin!BAllahınBbuyruğuyla,BpeygamberinBkararıylaB
kızınaBmüşteriBoluyoruz,BneBsuratınıBasıyorsun?BHiçBmertebe,B
hüsnüBtabiyatByokBmuBsende?BBuBedepsizliğinleBoBgözelBkızıBnasılBdoğurdun,B
nasılBbüyüttün?)"BSokurdandıBböyle.B
B
BBVelikul:B
B
BB"Valla,BişimiziBbitirmedenBnasılBgiderizBCemal?"Bdedi.B"BitirelimB
ondanBsonra!BSorsana,BivmecesiBneymiş?"B
B
BB"ĐvmecesiBneymişBolurBmu?BÖnemliBişiBvardır!BAlışverişçiBadam!B
BirBanBönceBcevabınıBalıpBgitmekBister:BOlurBolur,BolmazBolmaz!.."B
B | {
"page": 6,
"source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf"
} |
B 7BBB"ĐyiBya,BbeklesinBmadem!BUrganBbüküyoruz!"B
B
BB"AksilikBetmeBulan;BbükeciBverizBkomşulara!BTireBsicimiBolacakB
değilByaBseninBdanalarınBipi!BHaBbiz,BhaBonlar!BKomşularByapıverir.BBizB
deBgiderBkonuşuruz!"B
B
BBZorlaBkalktıBVelikul.BYerineBbirBadamBoturttular.BEskiBMuhtarB
CemalBdeBkendiByerineBbiriniBbuldu.BKabakBMusdu'nunByanınaBvardılarB
birlikte.BSaygılıcaBdurdularBönünde.B
B
BBMusdu:B"MerhabalarBolsunBVelikul!"Bdedi.B
B
BBVelikuĐBkısaca,B"Merhaba!"BdiyeBaldıBselamı.B
B
BBÜçüBbirlikteByürüdüler.B
B
BBArkalarıBsıraBŞakirBHafızBdaBgeldi.B"ŞayetBbirBsakıncasıByoksaBbenB
deBgeleyim!.."BdiyeBağızByaptıBbirBde.B"HayırlıBkonuşmalardaBbulunmayıB
severim!"B
B
BBKabakBMusduBbaktı:B"(Đstemez,BkalBulan!)"Bdiyecekti,BdüşüncesiniB
değiştirdi:B"(ĐşByokuşaBağarsaByardımıBdokanır!)"BdiyeBgeçirdiBiçinden.B
Sonra:B"YokBcanım,BneBsakıncasıBolsun!BDahaBfaydanBdokanır;BgelBgel!"Bdedi.B
B
BBYürüdüler.B
B
BBDibeğinBbaşınaBbirBkümeBkarıBtoplanmış.BĐkisininBelindeBsokuB
var.BKeşkekBdövüyorlar.BSokularıBindiripBkaldırdıkçaB"Hık!"Bediyorlar.B
KurumuşBkocakarılar.BOtuzundanByukardan.B"(GençBolacaklardıBdaB
sokuyuBsalladıkçaBturunçlarınıBgörecektik!BGerdireBgerdireBpatlatırlarB
gömleklerininBgöğsünü!)"BElindeBkalbur,BçuvalBtutanBkarılarBusulcaBarkalarınıB
döndü.B"Birkaçı:B"NeBnaletBherif!BYiyecekBgibiBbakıyorBköyünB
karılarına!"Bdedi.BAmaBbuBsözler,BdilleriyleBdudaklarınınBarasındanB
ancakBbirBfısıltıBkadarBçıktığından,BkimseBuymadı,Banlamadı.B
B
BB"(KıçBdöndüBsoykalar!..BKarıBkısmıBkocayıncaBişteBböyleBkıçBdönüyor.B
DönünBulan!BAdamınBkuşağıBdoluBoluncaBgenciBbulunurBbunun!B
Genci,BhemiBdeBkoklanmadıkBdormurcukBgülüBdeBbulunur!..)"B
B
BBCemal'inBkocakapınınBönündeBbirBdutBağacı.BFidanınıBziraattanB
yediBbuçukBlirayaBalmıştı.BAşılıydı.BEpeyceBboylanmıştıBbeşByılda.BDibindeB
kazlarBvar.BMalBmaşatBzararBvermeyecekBsertliğeBgelmiş.B"(DutB
ağacıBdutBverir!)"BdediBMusdu.BĐçindenBaynıBşeyiBCemalBdeBgeçirdi.B"B
(YaprağınıBkıtBverir!BOğlanBbüyük...BkızBküçük...BSarılmasıBtatBverir!)"B | {
"page": 7,
"source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf"
} |
B 8BB
BBCemalByanBgözleBKabakBMusdu'yaBbaktı.B"(Ayı!..)"BdediBiçinden.B
"(Ayı,Bayı!..BTadıBtuzuBolmazBbuBişin,Bayı!..BBiriBbirBtel,BinceBbirBçayır!B
ÖbürüBkooskocaBbirBayı!..)"B
B
BBKöpekBayaklandı.B
B
BB"Suuuuust!"BdediBCemal.B"YatBaşağı!.."B
B
BBKöpekByattıBaşağı.BMusdu'nunBatınıBsayvanaBbağladılar:BHeybesiniB
indirdiler.BŞakirBHafızBoraya,BduvarınBdibineBsuBdöktü.BSonraBçıktılarB
yukarı,BCemal'inBkonukBodasına.B
B
BB"(Aaah;Bolanak!)"BdediBCemalBiçinden.B"(BununBdaBmiyadıB
doldu,Bbenimkinin!..BAzıcıkBolanakBolsa;Baah!..)"BSonraByüksekBsesle,B
"KalkBbizeBbirerBçalkamaByapBGüssün!"Bdedi.BKarısı,BtekneninBbaşınaB
oturmuşBtarhanaBkarıyordu.B
B
BBGüssün'ünByanındaBgörümcesiBvar.BYardımBediyor.B"HemenBkalkayım,B
sizBgeçin!"Bdedi.B
B
BBGeçipBdöşeliBodayaBoturdular.BĐçerisiBayvaBkokuyor.BYüklüğünB
altıBayvaBdolu.BSarıBbirBmısırBasmağıBdamınBmerteğineBbağlanmış.BDuvardaB
birBdeBpazenBentariBsallanıyor.BKırmızıBkocamanBgüllerBvarBentarininB
herByanında...B
B
BB"(ĐlleBdeBşuBayvaBkokusuByarabbim!BUlanBbuBdürzüBVelikul'unBkızındaB
neBvarBböyle,BbirdenBfurduBbeni?BAllahBAllahBveBsüphanallah!..B
PekBdeBbirdenBsayılmazBama?BĐşte...BCanım,BtutupBdaBtadınaBmıBbaktık?B
GeneBbirdenBsayılır...)"B
B
BBDibeğinBbaşındakiBkarılar:B
B
BB"ÜçüBbirBolmuş,BŞakirBHafız'ıBdaBalmış,BacapBneByapmağaBgidiyorlarB
dürzüBCemal'inBevine?BVelikul,BkoyunBkuzu,BdanaBdüveBmiBsatacak?B
YoksaBpetekliBoğulBbalıBmıBverecekBAlmanlar,BAmerikanlarByesinB
diye?"B
B
BBKendirBbükenler:B
B
BB"KıvratınBağalarBkıvratınBVelikul'unBipini!BŞimdiBdöşeliBodayaB
giripBpazarlığaBoturdular.BVelikul,BparagözünBbiri.BŞakirBHafızBdersenizB
araBbulmayıBsever.BKabakBMusduBkendiBaçıkgözünBtekiBolduğundanB
buBişBbiterBbugün!BEskiBMuhtarBCemal'aBgelinceee!..BCemal'aBgelince...B | {
"page": 8,
"source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf"
} |
B 9BUlanBseninBneBçıkarınBvarBdaBalıpBgötürdünBbunlarıBevineBayBkaraBdinliB
dürzü?.."B
B
BBKahveciBKocaBLinlinBgeçiyordu:B
B
BB"EnayiBenayiBsoruyorsunuz!"Bdedi.B"BuBköydeBŞişgöbeğinBesasB
bokByedicibaşıBkim?BEskiBMuhtarBCemal!BDürü'nünBpazarlığıBkesildiB
deBpeyBverildiBmi,BCemalBbelkiBdeBVelikul'danBdahaBçokBkazanırBdolaylıB
olaraktan..."B
B
BBDürü,BkapandıBağlamaya.BHayatBduvarınınBdibineBçöktü,Bkalkmadı:B
"BenBdeBElmalı'yaBkaçar,BHaççaBteyzeminByanınaBsaklanırım!B
GelmemBgeriye!BBenimBgibiBbirBkızınızByokBderim!BHaberByollasanızB
daBgelmem!.."B
B
BB"ErişikliBbabanBbilmezBseninBorayaBgittiğiniBdeBsaklanırsın!BHemB
durBbakalım,BkimBbırakıyorBElmalı'yadaBkalkıpBgidiyorsunBayBdeli?"B
B
BB"Giderim!BRuhunuzBduymaz!BBugündenBgiderim!"B
B
BB"BırakBzırlamayıBeşşeğinBdölü!BBelkiBbabanBkeserBatar,B"BenimBbuB
işeBrızamByoktur;BhemiBdeBkızımBdahaBküçüktür!"Bder,BbinByılınBbaşındaB
adamBgibiBbirBlafBeder..."B
B
BBDürü:B"(ŞeklimBşüphemBkalmadıBartık!BAnamBdaBbenimBgibiBkorkuyor!)"B
dedi.BDahaBçokBağlamayaBbaşladı:B"ÇileliBbaşım!BKadersizBbaşııım!B
KaraByazılıBbaşıııım!BOnmadıkBbaşıııım!.."B
B
BBHavana'nınBbirBgüleceğiBgeldi:B"(TırnakBkadarBşey!BÇokBgözelByaslarB
öğrenmiş!BÇokBdaBufacık!BBenBbunaBnasılBdayanırımBayBgözelBAllahım?)"B
B
BB....................................................................................................................B
B
BB2B
B
BBKABAKBMUSDUB
B
BBVelikul,BepeydirBgelmiyorBCemal'inBevine.BYerlerBbirBsürüBhayvanB
postuylaBkaplı.BDuvardaBbirBtüfek,BbirBfişeklik,BbirBdeBavBçantasıBasılı.B
"(Ayran,BçalkamaBdiyeBuzatacaklar!..BBükeciBeleBemanetBedipBgeldik!..)"B
dediBkendine.B
B
BB"CemalByeğen!BDurumuBbiliyorsun!BAyranıBçalkamayıBboşver!B
SağBolByaniya!BBenBkonuyuBanlayıpBhemenBgideyim!BKendiri,BbükeciB | {
"page": 9,
"source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf"
} |
B 10BbırakıpBgeldimByaniya!.."B
B
BB"Konuyu..."BdediBCemal.B"BenBdeBbilmiyorum!"B
B
BBVelikul,BKabakBMusdu'yaBbaktı.B
B
BBŞakirBHafız:B"KonuğuBsıkboğazBetmeBVelikul!BAdamBrahatcanaB
birBayranBiçsinBhiçBolmazsa!"B
B
BB"YokBcanım!"BdediBMusdu...B"NasılBolsaBkonuşacağız!"B
B
BBCemal:B"UrganBiçinBtasalanmaBcanım,Bbükerler!"Bdedi.B
B
BB"Pekey,BbendenBneBistiyorsunuzBsormakBayıpBolmasın?"B
B
BBEskiBMuhtarBCemalBsustu.BŞakirBHafızBdaBsustu.B
B
BB"BirBalışverişBkonusuBvar!"BdediBKabakBMusdu.BBoğazınıBkazıdı.B
"YaniyaBhayırlıBbirBkonu..."B
B
BBBaşınaBbirBuğultuBgirdiBVelikul'un.BKulaklarıBçınlamağaBbaşladı.B
"NasılByaniya?BNeBgibiBbirBhayırlıBkonu?BYaniyaBbendeBbalByok,BpeynirB
yok!BPekmezimBvar,BoBdaBsatmağaByaramaz!BMalBdavarBdaByokBsatılık!"B
Dürü'yüBdiyecekti,Btitredi.B"(YokBcanım!BYok!BBuBdeğildir!BKattiyen!B
KabiliBmiBvar?)"BYutkundu:B"AnlayalımBneBise?BAçıkBkonuşBkardaşımB
MusduBEfendi..."B
B
BB"YaniyaBbundaBsaklanacakBbirBşeyByokBVelikul!BAçıkBkonuşalımB
şununBşurasında!BNasılBolsaBkonuşacağız.BAllahınBbuyurduğuBbirBşeyiB
konuşmakBayıpBdeğildir.BAbesBdeBolamaz..."BÖksürdü.BĐçindeBbalıkB
resmiBgörünenBanahtarlığınıBçıkarıpBoynadı:B"PeygamberimizinBdeB
buyruğuBbudur.BBenimBgayem,BinsanlıkBgörgüsüneBuyarak,BhemiBdeB
şununBşurasındaBbirBkomşuBköyüz,BherBzamanBsıkıBilişkimizBvar.B
CemalBdeBçokBsıkıBahbabımBolduğundan,BbirbirimiziBiyiBtanırız..."B
B
BBVelikulBdizBdeğiştirdi.B
B
BBKabakBMusduBbirazBaçıldı:B
B
BB"BuBnedenle,BlafıBuzatmaktaBhiçBfaydaByokBVelikul!BAllahınBbuyruğudur!B
BenimBkocakarıBhastalığıBiyiceBilerletti.BSızıdanBsancıdanBeliB
birBişeBvarmadığıBgibi,BbeliniBdoğrultupBkendiBzaruretiniBbileBgideremiyor!B
EvimiBdeBazBçokBbilirsin.BGelenBgidenBevidir.BDeveciyleBkonuştuğumuzdan,B
kapımızıBbüyükByaptırdık.BÇayımıBçorbamıBpişiripBsunanB | {
"page": 10,
"source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf"
} |
B 11Byok.BAhbaplarımınBkarşısındaBmahçupBoluyorum.BGeçenBgünBbuBhalimiB
sezdiBkocakarı.BŞimdiBkendiByok,BAllahıBvar.BKamile,BhaggatenB
kamilBavrattır.BDedi:B"EvlenBMusdu!BYokBbaşkaBbununBçaresi!BBendenB
sanaBhayırByok!BĐşteBgönlümleBsöylüyorum:BBulBbirBhelalBsütBemmiş,B
terbiyesi,BnamusuByerinde,BeliBayağıBdüzgünBkız.BHemenBalıpBgetirelim!"B
AynenBböyleBsöyledi.BBenBdeBdedim:B"Estağfurullah!BBuByaştanB
sonra?BHemBdeBseninBüstüne?BYapamamBKamile!BBeniBzorlama!BBeniB
buBişeByöneltme!"BGeneBdeBüstelediBkocakarı:B"BuByaştanBsonraBolupB
da..."Bdedi.B"DahaBkırkınaBgelmedin!BPeygamberimizBaltmışındaByenidenB
evlenmediBmi?BHazretiBBilaliBHabeşiBEfendimizBdeBöyleByapmadıB
mı?"BAzBçokBokumuşluğuBvardırBKamile'ninBĐslamca.B"OnlaraBbakarakB
senBdahaBdelikanlıBsayılırsın!"Bdedi.B"BenimBüstümeBdiyeBdeBhiçBdüşünme!B
NedenineBgelince,BgönlümüBrızamıBveriyorumBbir;Bikincisi,BihtiyacınB
var!BHizmetiniBgörenByokBMusdu!BYaranınByoldaşınBgeldiğindeB
mahçupBoluyorsun.BÜçüncüsü,BazBçokBvariyetlisin.BKarınBkazancınByerinde!B
NafakasınıBtedarikBedebildiktenBsonraByenidenBevlenmekBşeriatınB
buyurduğuBbirBiştir..."BKamildirBdedimBya!BAynenBböyleBsöyledi.B
BununBüzerine..."BYutkunduBKabakBMusdu.BBirazBbekledi.BBakındı.B
B
BBŞakirBHafız,B"Eveeet!"BdediBuzunca.B
B
BBCemal:B"TabiiBcanım,ByengemizBmertebelidir!"Bdedi.B
B
BB"OBböyleBherBAllahınBgünüBüsteleyince,BbenBdeBfazla,BkarşıBduramadım!B
MertebeliBkadınBolduğundan,BYBfazlaBzaptıBraptınaBgitmemişimdirBamaBYB
hatırınıBçokBsayarım.B"YalnızBsendenBistediğimBbirBşeyB
varBMusdu:BAlacağınBdulBolmasın,BkızBolsun!BTabiyatımızaBgöreBherB
şeyiBkendimizBöğretelim!BYeterBkiBhelalBsütBemmişBolsun!"Bdedi.BBununB
üzerineBpekeyBdedim.BBaşladımBhelalBsütBemmişBbirBkızBaramaya!BTabiiB
zorBiş!BGünlerceBuykularımBkaçtı.BElmalı'da,BErikli'de,BdahiBAşağıB
Arapça'da,BötekiBköylerde,BalışverişBsebebiyleBdolaşırkenBçokBbakındım,B
gözümünBtuttuğuBbirBkızBbulamadım.BDulBolsaBçokBvar.BKocasıB
madendeBölmüş,BKore'deBkalmış...BAmaBKamileBdulBistemiyor...BEfendi,B
inanırBmısın,Bbulamadım!BYaBgözümBtutmadı,ByaBgönlümBsevmedi!B
TabiiBbirBdeBgönlünBsevmesiBvar.BBenBçokByufkaByürekli,BhemBdeBinceB
gönülBbirBherifim.BYaniyaBbenimBgöbeğiminBşişginBolmasınaBbakmayın.B
ÇokBmerhametBederimBkadına.BTabiiBoBbunuBsuyistimalBederseB
yandı!BKaplanBgibiBkıskanırım!BSeverim,BesirgerimBamaBoBbunuBsuyistimalB
edipBmidemiBbulandırdıBmıBgeneByandı!BOnunBiçinBçokBdikkatliB
aramağaBbaşladım..."B
B
BBŞakirBHafız,BVelikul'aBbirBgözBattı.BGökBgözlerindeBDürü'nünByeşiliniB
aradı,BbulurBgibiBoldu.B"HaklısınBMusduBEfendi!"Bdedi.B
B | {
"page": 11,
"source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf"
} |
B 12BBB"Gökçimen,BötedenBberiBbildiğim,BbeğendiğimBbirBköydür.BÖlenB
ilkBailemBzatenBburalıBolduğundan,BgündeBolmazsa,BgünaşırıBgelipBgittiğimB
birByerdir.BVelikul'unBeviBdeByolunBüstünde.BGözBucuylaBçokBdikkatB
edipBbeğenmişimdirBdahiliyesini.BYaniyaByüzüneBsöylüyorum,BkusuraB
bakmasın,BhemBdeBHavanaBbenimBözBkardaşımBolsun,BveB
kerimesi,BAllahınBbuyruğuByeriniBbulmadığıBtakdirdeBoBdaBkızımdır,B
herBgelişBgeçişimdeBdikkatleBbakarım,ByaniyaBsizeBnasılBvasfedeyim,B
HavanaBkadın,BmelekBgibiBbirBkancıktır!BHelbetBkızınıBdaBkendiBgibiB
yetiştirmiştir.BNeBdemişler?BAnasınaBbakBkızınıBal,BkenarınaBbakBbezini.B
HemiBdeBŞakirBHafızBdahaBiyiBbilir,BKuranBsözüdür,BHazretiBPeygamberimizeB
ArafatBdağındaBnazilBolmuştur:B"AnalarBgümüştür,BkızlarBsomB
altın!"BDedim:B"YahuBMusdu,BneBsallanıpBduruyorsun?BDikkatBetBşuB
Velikul'unBkızına!BVarBmıBdarıBtanesiBkadarBkusuru?BAnasındaBbabasındaB
birBleke?"B
B
BBCemal:B
B
BB"Estağfurullah!"Bdedi.B"KöyümüzünBhanedanBadamı!"B
B
BBŞakirBHafızBda,B"TastamamBöyledir?"BdiyeBpekiştirdi.B
B
BB"BununBüzerineBcevapBverdimBkendime:BYoktur!BBuncaByıldırB
gelirBgeçerim,BHavana'yıBkızlığındanBbilirim,BçayırdaByalnayakBkoşupB
zıpladığıBgünleriBgörmüşümdür,BhaggatenByoktur!BDeralBgittimBkocakarıya:B
"KamileBhatun,BgözlerinBaydın!BAradığımızıBbuldum!"Bdedim.B
"Kim?"BdiyeBsordu.BŞöyleBbirBikiBbaşkaBadBsöyledimBElmalı'dan,BErikli'den.B
ŞimdiBsizdenBsaklasamBAllahBbiliyor.BGökçimen'denBdeBsöyledimB
birBikiBad.BYahuBarkadaş,BhiçbiriniBtutmadıBbenimBkocakarı!BTutmadığınıB
daBağzınıBsımsıkıByumupBsusmasıyleBbelliBetti.BKaralayıcıBkınayıcıB
sözBsöylemezBkimseBhakkında.BÇokBmertebelidir.BTam,B"AtakçıB
Veli"nin,ByaniBVelikul'unBkızı..."BderBdemez.B"Dur!"Bdedi.B"HanedanB
sülaledir!BBirazByoksuldurBama,BasaletineBdiyecekByoktur,BordaBdur!"B
dedi.B"Velikul'unBöyleBbirBkızıBvarBmı?"Bdedi.BGelipBgeçerkenBbirkaçB
kezBgördüğümüBanlattım.B"YalnızBbirazByaşçaBküçük!"Bdedim.BÇokB
memnunBoldu.B"BilakisBiyidir!BAğaçByaşBikenBeğilir!BYalnızBiyiceBbirB
dahaBbak!BGözünBtutsun,BgönlünBsevsin.BOndanBsonraBkararBver.BBendenB
yanaBtamam.BBenBolurumuBkorumBbuBişe..."Bdedi.BĐşteBbununB
üzerine,BbugünBKayadibi'ndenBdönüyordum,BKoreliBHüsnü'deBbirazB
alacağımBvardı,BdürzüyüBevindeBbulamadım,BöfkeylenBdönüpBgidiyordum,B
tamBVelikul'unBevinBönüneBgeldim,BgeçipBgideceğim;BAllahBtarafından,B
Velikul'unBevBhalkıBdaBdamınBbaşındaBbulgurBkurutmuyorB
mu?BKalbimeBhiçbirBkötülükBgetirmedenBbirBkezBdahaBbakıpBkararımıB
verdim.BSonraBsürdümBatıBgidiyordum.BDüşüncemiBdeğiştiripBdöndüm.B
BağlarınBarasından.BGeldimBVelikul'unBkocakapıyıBfurdum.BHavana:B | {
"page": 12,
"source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf"
} |
B 13B"VelikulBevdeByok!"Bdedi.BÇokBterbiyeliBkonuştu,BmemnunB
oldum!BSonraBbükecinBbaşınaBgeldim.BDedim:B"ŞimdiBbununBuygunuB
değil,BönceBkocakarınınBgelipBgörüşmesiBgereğidir,BbenimBdahaBsonraB
çıkmamBiyolur,Bama...BCanımBortadaBhüsniyetBolduktanBsonraBneBfarkB
eder?BHazretiBPeygamberimiz,BhemBdeBTanrı'nınBbüyükBaslanıBHazretiB
AliBEfendimiz,BkendiBdünürlükleriniBkendileriByaptı.B"SenBdeBkendinB
yap,BbüyüklerinByolundanByürüBKabakBMusdu!"BdedimBkendime.B"VelikulB
olgunBadamdır.BHalkBiçindeBkonuşmayıBdaBbilir,BsusmayıBda!BĐkiB
olgunBarkadaşBdahaBalByanına,BkendinBaçBkonuyu!"Bdedim."B
B
BB"VallaBçokBgözelBdemişin!"BdediBEskiBMuhtarBCemal.B
B
BB"Pravo!"BdediBŞakirBHafız.B
B
BBAmaBVelikulBsusuyor.B
B
BB"Şimdi,BamaBiyiBettik,BamaBkötü!BBirBkusurBvarsaBbağışlarsınBVelikul!B
AçıkBkonuşmakBayıpBsayılmaz!BSenBdeBaçıkBkonuş!BÇokBmemnunB
olurum..."B
B
BB"Tabii,Btabii..."BdediBCemal.B"OlacaksaBolacak,BolmayacaksaBolmayacak!B
HerBzamanBaçıkBkonuşmalı.BBirBdeBneBvar:BHemencecikBkesilipB
atılamaz.BHesapBedilecek,BdüşünülecekByanlarıBvardır..."B
B
BBVelikulBsusuyorBöyle.B
B
BBHafız:B"ÖyleBuzunBboyluBdüşünülecekByanıByokturBbunun!"Bdedi.B
"SadeceBbirBufakBnoktaBvar,BoBdaBDürü'nünByaşı.BÇokBküçükBgörünüyor.B
AmaBbeşiBbitirdiBgeçenByıl.BSonraBgörüyorum,ByaşıtlarındanBönceB
gelişti.BEvet...BZatenBneBdemişler,BkızBevladıBonBüçüneBbastıBmı,ByaBerdedir,B
yaBevde...BEveeet!.."B
B
BB"Eveeet!"BdediBCemal.B"BenimBdüşünülecekBdediğimByanları,BolmazınaB
değil,Boluruna!BYaniyaBneBgibi?BCanımBdüşünseneBMusduB
AğayıBbuBçevrede:BVariyetine,BservetineBçıkacakBvarBmı?BYaşBfarkıB
önemliBdeğil.BBirBdeliBoğlanaBverizBkızlarıBçoğun.BYoksulBmuByoksuldur.B
NeBkadirBkıymetBbilir,BneBdeBusulBmamele!BKamilBadamınBmamelesiB
başkadır!BBahususBbirkaçByılBdaBkollayıverirBDürü'yü,BtaşaBkayayaB
çalmayıverir,Btamam,BotururBevininBhanımıBolur!BAştırBekmektir,BonlarıB
KamileByengemBdöndürür.BHepBböyleBsızılıBkalacakBdeğilBya!BDoktoraB
baktırırBKabakBAğa!BEfendimeBsöyleyim,ByarınBikiBdeBçocukBdoğurduBmu,B
Dürü'denBkıymetlisiBolmaz..."B
B
BBVelikulBsusuyor.B | {
"page": 13,
"source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf"
} |
B 14BB
BBHafızBgeneBkonuştu:B"Evet!BNikahBbirBtöre!BKızBkemaliniBbulduktanB
sonraBbuBişinBdüşünecekByanıByoktur.BHemBdeBkesipBatmakBiyidir.B
BenBbuBköyünBimamıBolaraktan,BdiyeceğimiBderim.BErlikBvarlığınan.B
VaracaksanB"varBevi"neBvar,B"yokBevi"neBvarıpBsefilBolma,Bdemiş.BVereceksenB
kızınıB"varBevi"neBverBVelikul!BBabasın!BBabalığınBvebaliBbüyük!"B
B
BB"NikahBdaBeder..."BdediBCemal.B"EderBama,BkızınByaşıBtutmaz.B
GerçiBkolayıBvar.BMahkemeBaçarBbüyültürüzByaşını.BTanığınBiyisiByirmiB
bannot.BBuBbir.BĐkincisi,BKabakBAğanınBevineBgidenBkızBrahatBederBkardaşım.B
TarlaBişiByook,BtapanBişiByook!BOrakByok,BdikenBbiçmekByok!B
AlışverişçilikBtemizBiş,BtemizBkazanç!BAydaBbirBkezBAnkara'yaBgötürüpB
tomafillereBbindirirBhazır.BGençlikBBahçesi'ndeBgazoz,BşurupBiçirir,B
MaraşBdondurmasıByedirir.BVallaBsülalecekBrahatBedersiniz.BNeBdemişB
"VarlıklıdanBkorkma"Bdemiş..."B
B
BB"Ohooo!.."BdediBMusdu.B"Yaniya,BöyleBgezdiririmBki!BAttımBmıB
tomafile,BbirBÇankaya,BbirBBaraj,BbirBÇankaya,BbirBBaraj!BGençlikBBahçesiB
kiBhaggatenBgörümlüktür.BDondurmaBdaByediririmBtabii.BDahaB
bunlarBne?BMehtapBLokantası'ndaByoğurtluBkebap,BAnkaraBtatlısıBbileB
yediririm..."B
B
BBVelikulBhalaBsusuyor.B
B
BBEskiBMuhtarBCemalBgürBgürBatıyor:B
B
BB"BuBişinBtöresineBgelince:BOnuBdaBenBuygununaBbağlarız.BMusduB
AğanınBeliBgenişBmaşaallah!BYaniyaBparaBkonuşmayaBlüzumByok.BParaylaB
eşşeğiBhanaBbağlarlar.BHemiBdeBseninBşanınBkadar,BkendiBşanıBortada.B
AçarBkeseninBağzını.BGeçerBfiyatBüçBbinBmi?BÇıkarırBbeşBbinBsayarB
KabakBAğa!BParaBkonuşmakBiyiBdeğilBuzunBuzun.BAltınBbilezikBtakmağaB
gelince:BBunlarBdaBbaşBboydanBolacak.BEnBvarsılBdürzününBkızınaB
takılanBkadar!BYaniBseninBDürü'nünBboynuylaBbileğiBşıngırdayacakBkiB
hiçbirBHavvaBkızınınkiBşıngırdamamışBşimdiyecek!BBunlarınBböyleB
yüksektenBtutulacağına,BsanaBKabakBAğaBadınaBsözBveriyorumBVelikul!"B
B
BBVelikulBsusuyor.B
B
BBBirdenB"ÖhYho!"BdediBKabakBMusdu.BSesiBçatallı:BBirB"öhYho!"B
dahaBçekipBbaşladı:B"BunlarınBkıymetiByokBCemal!BBizBeşşekBalımBsatımıB
yapmıyoruzBadamım!BAsılBönemliBolan,BVelikul'unBbizeBcevabıdır.B
Yaniya,B"TamamBağalar,Baldım,BkabulBettim!"BmiBdiyecek,Byoksa,BhaniB
sonradanBgörmeBbazıBçiyBadamlarBgibiBıkBmıkBmıBedecek?BŞayetB"KabulB
ettim"BderBdeBbirBolgunlukBgösterirse,BparaBkesimini,BaltınBtakmaBişiniB | {
"page": 14,
"source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf"
} |
B 15BbanaBbırakın!BTöreyiBfazlasıylaByerineBgetirmezsemBadamBdeğilim!BKonuşmayınB
bunu!BDarılırım!BBenimBiçimdenBöyleBsöylenmeyecekBtörelerB
geçiyor.BYaniya,BVelikul'unBsadeBevini,BevininBinsanınıBdeğil,BsülalesiniB
göreyimBgözeteyimBdiyorum.BBirBdüğünByapayım,BdağlarBkayalarB
oynasın!BAnkara,BKızılcaBburayaBtaşınsın!BVelikulBdaBbeşBkuruşBharcamaB
yapmasın.BParayıBmezaraBmıBgötüreceğim?BNasılBolsaBkefeninBcebiB
yokBmınaBgoyum!BYeterBkiBVelikulBbizeBolumluBcevapBversin..."B
B
BBVelikulBsusuyor.B
B
BB"Yoooo;BhemenBdeğil!"BdediBHafız.B"BuBdoğruBolmaz!BHemBdiyorsunuzB
eşşekBalımBsatımıByapmıyoruz.BHemBdeBbeşBdakikanınBiçindeB
cevapBistiyorsunuz!BOlamaz!BSenBkendinBcevapBverebilirBmisinBKabakB
Ağa?BKimBcevapBverebilir?BĐzinBver,BikiBgünBdüşünsün.BHemBdeBçolukB
çocuğuylaBkonuşsun.BEvet,BVelikulBbabasıdırBama,BbirBdeBanasıBHavanaB
hatunBvardır.BAnalıkBhakkıBvardır.BAnalıkBhakkıBkolayBödenebilirBmi?"B
B
BB"(UlanBukalaBdürzü!)"BdediBCemalBiçinden.BSonra:B"DoğrusunB
ŞakirBHafız!"BdiyeBgürledi.B"AmaBuzatıpBdurmanınBneBlüzumuBvar?B
GeneBdanışırBHavana'yaBusulen!BVeBlüzumBgörüyorsa!BAmaBbirBkızınB
alınıpBverilmesiBönceBbabasındanBsorulur.BBabanınBevetBdediğiByereBneB
kızıBhayırBdeyebilir,BneBdeBanası!BToprağımızınBgöreneğiBbudur,BdikkatB
edelim!BĐçimizeBnaylonBadetlerBsokmayalım!"B
B
BBKızdı,B"ToprağımızınBgöreneğiniBbenBsendenBiyiBbilirimBCemal!"B
dediBHafız.B"ZatenBsöylediğim,BdoğrudanBdoğruyaBtoprağımızınBgöreneğidir!B
OlduğuBgibiBonuBkonuşuyorum!BKitabımızınBbuyruğunu!"B
B
BBKabakBMusdu,BeliniBsertçeBkaldırdı:B
B
BB"Đstoop!"Bdedi.B"ÇokBkonuştunuz!BKimBdediBsizeBbuBişBkonuşulurken,B
benimBönümdeBtartışın?BSusunBdaBVelikulBkonuşsun!BYok,BeğerB
birazBdüşüneyim,BevimeBvarıp,BkarımaBmarımaBdanışayımBdiyorsa,B
hayhay,BizinBverelim.BOBdaBsonBdereceBuygundur.BYalnız,ByürekBserinletmekB
içinBbizeBbirBsözcükBsöylesin.BAmaBonuBdaBgönlüBbilir.BSıkıştırmayalım!"B
B
BB"GörgülüBadamınBhaliBbaşkadır!"BdediBHafız.B
B
BB"HaggatenBbaşkadır!.."BdediBCemalBde.B
B
BBAmaBVelikulBsusuyor.B
B
BBKabakBMusduBbirdenBkalktı:B"SizBdüşünün!BBanaBmüsade!"Bdedi.B
"ÇokBişimBvar.BHemenBgitmemBgerekiyor!BAnkara'danBbirBkamyonBdolusuB | {
"page": 15,
"source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf"
} |
B 16BmalBgelecek:BYeniBAmerikanBmallarından...BBirBsaateBkadarBköydeB
bulunmalıyım..."B
B
BBÖtekilerBdeBkalktı.B
B
BB"BirBsaateBkalmazsın,BatınBvar!"BdediBCemal.B
B
BB"HerBneyse,BadamınBişiBvar,Bgidecek!.."BdediBHafız.B
B
BB"AtımBşahin!BAmaBhemenBgitmemBşart!.."BdediBMusdu.B
B
BBBirlikteBhayataBçıktılar.BKabakBMusduBgöğeBbaktı:B"ABaBa!.."BBuB
ne?"Bdedi.B"HavaBkararmış!BIslanacakBmıyızByoksa?"B
B
BBCemal,B"VallaByağacak!"Bdedi.B
B
BB"Haggaten!"BdediBHafız.B"ĐşinBolmasaBdaBkalsan!"B
B
BB"ÖnemliBişimBvar!BHeleBkiBnaylonByağmurluğuBalıpBheybeyeBkoymuşumB
sabahtan!BBaşlığıBdaBvarBmınaBgoyum!BYağmurBbanaBvızgelir.B
BirBarkadaşımBAmerika'danBgetirdi.BYaniyaBçokBgözelBbirByağmurluktur!B
ĐnceBcamBgibi!BHemBdeBnaylon!.."B
B
BBĐndilerBaşağıya.BCemalBheybeninBgözünüBaçıpByağmurluğuBçıkardı:B
"UlanBvallaBtevatür!"Bdedi.B
B
BBHafızBimrenmeyleBbaktıByağmurluğa.BSonraBalıpBtuttu,BKabakB
MusduBgiysin...B
B
BB"BeğendinizseBsizeBdeBbulurumBbirerBtane!"B
B
BB"HayBöyleBbirBişByapsan?"BdediBHafız,Byutkundu.B
B
BB"KendinizBkıymetli,BistediğinizBucuz!BŞimdiByağmurByağmasaB
bunuBbırakırdım.BAnkara'daBçokBvar..."B
B
BB"BanaBbirBtaneBgetirirsenBmemnunBolurum!BAmaByerlisindenB
değil,BAmerikanBolsun!"B
B
BB"SanaBda,BCemal'eBde!..BYağmurlukBdediğinizBne?BFedaBolsun..."B
Durdu,Byutkundu.B"DahiBVelikul'aBdaBgetiririm..."B
B
BBAtıBçektiler.BCemalBheybeyiBataBattı.B
B | {
"page": 16,
"source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf"
} |
B 17BBBKocakapıyıBdaBVelikulBaçtıBusulca.B
B
BB"BineyimBhemen!BYollarBcıvımadanBköyüBtutayım.BHavaBiyiceB
inmiş!BŞimdiBboşanacak..."B
B
BBBindirdiler.BKamçısınıBsalladıBKabakBMusdu.B"HaydiBısmarladıkB
ağalar!"BdediBhepsine.B"Cemal,Bısmarladık,Bgardaşım!BHafız,Bısmarladık!B
IsmarladıkBVelikul!.."BEpeyceBuzaklaşınca,BdönüpBelBsalladı.B
B
BBNaylonByağmurluğunBiçindeBbirB"camBadam"BgibiBgörünüyor.B
GökBdevrilseBıslanmayacak.B
B
BBVelikulBgöğeBbaktı:B"UrganBbittiBmiBacap?"B
B
BB"CanımByağsaBdaBseninBurganaBbirBzararBgelmez.BÇıkıpBoturalımB
cımıcık!.."BdediBCemal.B
B
BB"YokByok,BgidipBbakayım!"B
B
BB"BeriBbakBVelikul!"BdediBHafız.B"ĐyiBdüşünBbuBkonuyu!BTepilecekB
nimetBdeğilBkardaşım!BOlurundanBdüşün!.."B
B
BBCemal,BeliniB"hastir"BçekerBgibiBsalladı.B
B
BB"OlmazByanındanBdüşünebilirBmiBulan?BBaşınaBgöpgözelBbirBkuşB
konuyor!BBaksana,BherifByağanByağmuruBiplemiyor!BNaylonByağmurluğunB
içinde,BşişedeBgibiBgidiyor!BSenBisem,BurganBbükülüyor,ByağmurB
yağacakBdiyeBdeliBoluyorsun!BGelBhaydiBgel!BBenBbirBçuvalBvereyimBdeB
biçeğiniBiçineBkat,BgeçirBbaşına!.."BHemenBiçeriBgirdi,BatmanınBüstündekiB
kılBçuvallardanBbiriniBaldı,BverdiBVeĐikul'a.B
B
BB"BirBçuvalBdaBbanaBgetirBmadem!"BdediBŞakirBHafız.B"GeçireyimB
kafama,BbenBdeBgideyim!BDahiBsenBdeBgel.BVelikul'unBurganaByardımB
edelim..."B
B
BB"ÖyleBmiBdersin?BBaşkaBişeBdeBbakamadıkBbugün!"BAtma'nınBaltındanB
ikiBçuvalBdahaBgetirdiBCemal.B
B
BBDahaByağmurByok.BÇuvallarıBalıpBbükecinBbaşınaByürüdüler.B
B
BB"ŞimdiBköyünBboşboğazlarıBbaşlar:B"NeByaptınızBkuzuBpazarlığını?B
SözBkestinizBmi?"BUygunBbirBcevapBverelim!.."BdediBHafız.B
B
BB"Helbet!B"KonuştukBamaBsözBkesmedik!"Bderiz."B | {
"page": 17,
"source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf"
} |
B 18BB
BB"ÖyleBdiyelimBamanın!"BdediBVelikul.BĐlkBkezBkonuştu.B"DümbürB
düdükBetmeyelimBhemen!"B
B
BB"Tamam!"BdediBCemal.B"(GönlüBvarBdürzünün!BYaniBuçuyor!B
AmaBmasusBsusuyorBki,BnazlanacakBbiraz!..BParayıBfazlaBkoparmakB
için...BÇokBparagözdürBbuBdürzü,Bçoook!..)"B
B
BBKabakBMusdu,BatınıBdörtnalaBsürüpBgeçtiBevinByanındakiByoldan.B
AtıBtanımasalar,BnaylonByağmurluğunBiçindeBkiminBgeçtiğiniBbilmeyecekler.B
"HemBdeBbuBkezBbakmadıBkörBolasıBgözleriniBdikipBdikip!"BdediB
Havana.B"KudurasıBnalet!.."B
B
BB"AnaBgıı,BoBmu?"BdiyeBsorduBDürü.B
B
BB"OBdevrilesi!"BdediBHavanaBöfkeyle.B
B
BBDürüBgüldü:B"NeBonunBsırtındakiBgıı?"B
B
BB"SırtıBkapansın!BTakmışBbirBşey,BkimbilirBne?"B
B
BBAdamlar,BbükülmüşBurganıBVelikul'unBelineBverdiler.B"Al,BgüleB
güleBkullan!BSonundaBbununlaBasılBinşaallah!"Bdediler.B
B
BB"BakBşimdi!"BdediBVelikul.B"SağBolun,BvarBolun!BBüküpBgelepBetmişsiniz;B
amaBbuBbedduaBne?"B
B
BB"AsılacağınBzamanBipBaramağaBgitme,BkötüBmü?"B
B
BB"Dürzüler!"BdediBVelikul.B"BenBasılacağımaBsizBasılın!"BSesiBbayağıB
öfkeli.BNedenBböyleBkonuştuğunaBkendisiBdeBşaştı.B
B
BBKahveciBKocaBLinlin:B"Neyse!"Bdedi.B"YarımBtenekeBhelvaBalıpBbirB
ziyafetBçekersinBarkadaşlara!BBak,BkoçBkesBdemiyoruz.BErkeçBdemiyoruz.B
YarımBtenekecikBhelvaBdiyoruz..."B
B
BB"BüktükleriBbirBurganBbe!"BdediBCemal.BVelikul'uBarkaladıBbiraz.B
B
BB"OnunBdaByarısınıBbizBbüktük!"B
B
BB"UrganBdeğilByalnız!"Bdediler.B"KuzuBalımBsatımınınBdaBşerefine!B
AlımBsatımınBhaberiniBsizBgelmedenBduyduk.BKabakBMusduBatınBüstündeB
yüzgülüBgibiBağardıBgittiBhoşnutluğundan!.."B
B | {
"page": 18,
"source": "/content/downs/Fakir Baykurt_TIRPAN.pdf"
} |