page_content
stringlengths 1
4.1k
| metadata
dict |
---|---|
şuyordu. Kâh gûnbatm undan sonra, kâh şafaktan evvel. B ir
kaç kez beynini toplam ak için gece koşularına çıktı. Dem ir
gib i b ir dzdifripline şartlandırdı kendini. Fiziksel değil, zihin
seldi seb eb i Koşarken, kendinden kaçıyordu.
A rada, b ir başka koşucuyla tem poları tuttuğunda, beriki
nin ne düşündüğünü m erak ederdi. B elki de hiçbir şey. Oysa
Peri nadiren susturabiliyordu iç fısıltıların ı. Evhamlar, kor
kular, kaygılar b ir örüm cek ağının narin iplikçikleri gibi ak
lın ın içinde uçuşurken h ızın ı artırırdı. H er an yağm ura dö
nüşebilen nem li havayı solurken düşünüyordu da, insan iste
diği kadar naak olsun yurdundan, geçm işin hüzünlerini hep
sırtında taşıyordu.151 | {
"page": 149,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Balıkçı
Oxförd, 2000
Yeniler Haftası diyorlardı bu haftaya. Ekimde, ilk dönem
tam anlamıyla başlamadan, çaylak öğrencilerin üniversite
yi ve çevresini tanımalarına, yeni arkadaşlar -v e muhteme
len yeni düşmanlar- edinmelerine; ürkekliklerini, bir mabet
ağacının ilk donda bütün yapraklarını döküvermesi gibi hız
la üstlerinden atmalarına yardım etmek amacıyla, bir dolu
etkinlik ve eğlence sıkıştırılmıştı birkaç güne. Mangal par
tileri, piknikler, hocalarla tanışma toplantıları, yemek yarış
maları, öğleden sonra çaylan, danslar, karaokeler, hatta kı
yafet balosu... Peri, birinci sınıflara has tişörtü sırtında, şaş
kın şaşkın ortalıkta dolandı; birkaç öğrenci ve çalışanla uta
na sıkıla sohbet etti. Zannediyordu ki onun dışındaki herkes
kendinden emindi.
Yakın zamanda üniversite, “elitist” algısını değiştirmek
için “daha fazla çeşitlilik” karan almıştı. Bilhassa ekonomik
açıdan dezavantajlı öğrencilere burs veriliyordu. Peri etrafta
ki yüzleri taradığında, etnik, ırksal ve dini bir yelpaze göre
biliyordu ama insanlann maddi durumlanm kestirmek çok
daha zordu.
Bu hummalı hareketliliğin altında kimi kızlarla kimi oğ
lanların bakıştıklannı da fark etmişti. Hatta ileride duran
bir oğlan onunla ilgileniyor gibiydi. Uzun boyluydu; kısacık
kesilmiş san saçlan, geniş omuzlan ve muzaffer bir duruşu
vardı; yüzücü ya da kürekçi olduğunu tahmin etti Peri. | {
"page": 150,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
153
"Aman, uzak dur” diye bir ses yükseldi.
Peri arkasına döndüğünde daha önce hiç karşılaşmadığı,
başörtülü bir kız gördü.
"Üniversite kürek kulübünden, fazlasıyla popüler” dedi kız
göz kırparak, tri badem gözlerine sürme çekmişti. "Balık av
lamaya gelmiş.”
“Efendim?”
"Şu oğlandan bahsediyorum, her sene aynı şeyi yapıyor.
Sonra da bir haftada kaç tane balığı ağıma düşürdüm diye
övüne övüne dolanır ortalıkta. Geçen yılki rekorunu kırmaya
çalışıyormuş, öyle duydum.”
"Balık derken... kız öğrencileri mi kastediyorsun?” dedi Peri.
"Evet ya! İşin tuhaf tarafı, bazı kızlar aptal balık muamele
si görmekten şikâyetçi değiller.” Alaya bir tun yerleşti sesine.
Peri dikkatle dinliyordu.
"Buradakilere 'Feminizme kimin ihtiyacı var ? 9 diye bir sor
bak” diye devam etti kız. “ Ne derler biliyor musun: H indis
tan, Nijerya, Suudi Arabistan’daki kadınlara gerek, Ingilte-
re’dekilere değil; biz bunları çoktan aştık!’ Hele Chcford’da hiç
gerekmez, değil mi ya? Ama gerçek öyle değil işte. Burada
kız öğrencilerin daha başarısız olduklarını biliyor muydun?
Sınav sonuçlarında büyük bir cinsiyet farkı var. Oxford’da bi
rinci sım f öğrencisi bir kadının, Mısır’daki bir köylü kadın
kadar ihtiyacı var feminizme! Eğer bana hak veriyorsan di
lekçemizi imzalar mısın?” Böyle dedi ve bir tükenmezkalem-
le, üstünde "Oxford Feminist Timi” yazan bir tomar kâğıdı
Peri’ye uzattı.
“Pardon, sen feminist misin yani?” diye ihtiyatla sordu Peri.
Hiç başörtülü bir feminist olabileceğine ihtimal vermemişti.
"Tabii ki” dedi kız. "Müslüman feministim; bunun müm
kün olmadığım düşünenler varsa o da onların sorunu.”
Peri imzasını atarken eski erkek arkadaşı geldi aklına. Sa
dece Avrupa edebiyatına değil, her türlü Batılı ideolojiye de | {
"page": 151,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
154
karşıydı, bilhassa feminizme! Bacılarımızı asıl mevzudan -ya
ni sın ıf mücadelesinden- uzaklaştırmak için uydurulmuş bir
safsata. Ekonomik sömürünün bitmesi, her türlü ayrımcılığın
sonunu getireceği için ayn bir kadın hareketine lüzum yoktu.
Kadınların kurtuluşu proletaryanın kurtuluşuyla gerçekleşe
cekti nasıl olsa.
“Teşekkür ederim” dedi kız, kalemiyle kâğıtlarım geri alır
ken. “Benim adım Mona, bu arada. Seninki ne?”
“Peri.”
“Tanıştığımıza sevindim ” dedi Mona. Gülümsemesi ışıl
ışıldı.
Mona Peri’ye M ısır asıllı bir Amerikalı olduğunu, New
Jersey’de doğduğunu anlattı. On yaşındayken Kahire’ye ta
şınmışlardı. Yıllar sonra orada tutunamayıp yeniden ABD’ye
dönmüşlerdi. Oxford’da ikinci yılıydı bu, ama felsefeye daha
fazla odaklanmak için bölüm değiştiriyordu. Annesi de kapa
lıydı dediğine göre, ama büyük ablasının başı açıktı. “îki kız
kardeş farklı tercihler yaptık hayatta.”
“Yani diyorsun ki... başım örtmeyi kendin seçtin, ha?”
“Annemler tabii ki bana seçim hakkı verdiler. Başörtüm
şahsi kararım, inancımın ifadesi. Bana iç huzuru ve özgüven
veriyor.” Yüzü gölgelendi. “Sırf bu yüzden kaç kez aşağılan
dım bir bilsen.”
Bu kızda kendi annesinin daha genç halini gördü Peri. Ay
nı kararlılık, aynı adanmıştık. “Benim annem de kapalıdır”
dedi usulca.
“A? Sahi mi?” Bu konuda bir şeyler daha duym ayı bekle
yen Mona’mn gözleri parladı ama Peri konuyu kapatmıştı bi
le. Annesiyle arasının iyi olmadığını bir yabancıya itiraf et
meye niyeti yoktu.
“Peki, eminim görüşürüz yine. Ben her zaman bir şeyler
için imza toplarım buralarda” dedi Mona. “Gel sen de gönüllü
ol. Çözmek gereken öyle çok sorun var ki.” | {
"page": 152,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
155
Ayrılmadan önce el sıkıştılar - sertçe; Mona’mn tarzı buydu.
Peri aynı gece güncesine şöyle yazdı: Bazı insanlar dün
yayı değiştirmek istiyor, bazıları eşlerini ya da arkadaşları
nı. Kendini değiştirmek isteyense çok az. Bana sorsalar, ben
Tanrı’yı -T an rı algısın ı- değiştirmek istiyorum galiba. Ne
muhteşem bir şey olurdu. Herkesin yararına.
♦ * *
İstanbul’dayken, dışadönük bir hayat sürmeye zorlamıştı
kendini Peri; bunda pek de başarılı olduğu söylenemezdi. Oy
sa Oxford’da omuzlarındaki kültürel baskı kalktığından yal
nızlığın tadını çıkarıyordu. Gerçi tantanadan uzak durması
nın tek sebebi içedönüklüğü değildi. Birtakım etkinlikler (öğ
renci odası çayları, hocalarla toplantılar) bedava olsa da, di
ğerleri (vegan mini pastalar, şekerlemeler, vejetaryen pizza
lar) için para harcamak gerekiyordu. Bütün bu hayhuydan
uzak durması, kısıtlı bütçesi için daha hayırlı olacaktı. Bun
lar yerine, yapılacaklar listesine odaklandı: Öğrenci kimliği
ni almak, ders kitaplarını ucuza bulmak, bankada bir öğren
ci hesabı açtırmak. Hayatta kalmanın en ucuz yolunu bul
mak için çeşitli dükkân ve süpermarketlerdeki fiyatları kı
yaslıyordu.
Yeniler Haftası bütün eğlencesi ve neşesiyle sona erdiğin
de buna sevinen tek öğrenci Peri’ydi herhalde. Akademik dö
nem hemen başladı. Rahatlayan Peri, seminerlerden, ders
lerden, okuma listelerinden ve ödevlerden oluşan bir rutine
sarıldı dört elle. Ders çalışmak, tamamen yabancı bu ortam
da tutunabileceği sağlam bir halattı.
Şirin ardında havada asılı kalan bir parfüm kokusu bıra
karak, değişik saatlerde gelip gidiyordu. Günlük hayatları
nın, bilhassa akşamlarının ritimleri tamamen farklı, uyum
suzdu. Ama kahvaltı ve öğle yemeklerini hemen her gün be- | {
"page": 153,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
156
raber yiyorlardı. Olanca benzemezliklerine karşın konuşacak
çok şeyleri vardı. Arkadaşlıkları hızla pekişti.
Bu arada Peri, Şirin’in sözünü ettiği ve sık sık hatırlattığı
seminer dersini unutmamıştı. Felsefe Bolümü’nce «çılnn ders
ler listesinde, bir sürü etkileyici ve karmaşık başlığın -Stoacı
Psikoloji ve Epistemoloji; Platon’un Felsefeci Kralları, iyi Ha
yat ve Asil Yalan; Aquinolu Tbmmaso: Ortaçağ’daki Kritikle
ri ve Yandaşlan; Alman İdealizmi ve Kant Felsefesi- arasında
buldu bahsi geçen dersi.
Listenin sonuna doğru kısacık bir başlık göze çarpıyordu:
TANRI. Yanındaki tanım şöyleydi: B u d ers, A ntikçağ’dan g ü
nüm üze, filolojid en şiire, m istisizm d en beyin bilim in e, D oğu
felsefecilerin d en onların B a tılı em sa llerin e uzanan en va i çe
şit kaynağa dayanarak, Tanrı d ed iğim izde neden ba h settiği
m izi araştırır .
Hocanın adı parantez içinde belirtilm işti: Profesör Ant-
hony Zacharias Azur. Altında bir not vardı: D ik k a t: B u d ers
size u ygu n olm a ya bilir . K a p a site sın ırlıd ır, önce p ro fesö rle
konuşun!
Peri ders tanımını ilginç buldu, üsluptaki kendini beğen
mişlikse itici olduğu kadar davetkârdı. Biraz daha araştır
mayı düşündüyse de ilk günlerin çılgın koşuşturması içinde
kısa sürede unuttu. Şirin haklıydı galiba. Çok meşguldü Pe
ri, “Tannanın beklemesi gerekecekti. | {
"page": 154,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Siyah havyar
İstanbul, 2016
Ana yemek mantarlı risotto ile fırında safranlı kuzuydu.
Kenarlan ızgara sebzelerle süslenmiş, büyük gümüş tabak
lar üstünde servis edildi. Üniformalı garsonlann fiyakalı bir
şekilde gelip, dumanı tüten et öbeklerinin üstündeki kapak
lan kaldınşlannda öyle teatral bir hava vardı ki, misafirler
den bazılan alkışlama gereği duydular. Leziz yiyecekler ve
şaraplarla keyiflenen konuklar giderek daha gürültücü ve
daha cüretkâr oldular.
“Dürüst olmak gerekirse, demokrasiye inanmıyorum” de
di, şehrin dört bir yanındaki projelerden kallavi kârlar el
de eden bir mimar. “Batılılar demokrasinin tek seçenek ol
duğunu vaaz edip duruyorlar; yalancılar! Singapur'a bakın,
tam bir başan hikâyesi. Demokrasi olmadan da olabiliyor
muş pekâlâ. Çin. Rusya. Keza. Hız çağında yaşıyoruz. Yıldı-
nm hızıyla karar almak gerek. Avrupa boş tartışmalarla va
kit kaybederken Singapur almış başını gidiyor. Neden? Çün
kü odaklanmışlar. Demokrasi gereksiz zaman kaybı. Para
kaybı.”
“Bravo sevgilim” dedi, yakında mimarla evleneceğe benze
yen bir iç mimar. “Hep söylerim, bizim buralara demokrasi
fazla. Kabul edelim Batı’da bile başa bela aslmda, ama bura
lara hiç uymuyor!”
işadamının kansı da hemfikirdi. “Düşünün, oğlum hukuk-
işletme çift dal yapıyor. Kocamın binlerce çalışanı var. Ama | {
"page": 155,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
158
ailemizin toplam 0 3 0 1 üç! Bizim şoförün beş çocuğu var. Abisi
Anadolu’nun ücra bir köyünde yaşıyor; adamın iki kansı, on
bir çocuğu varmış! Hayatlannda tek kitap okuduklarım san
mam ama oylanmız eşit. Avrupa’da halk eğitimli. Demokra
si kimseye zarar vermiyor. Ortadoğu öyle değil ki. Cahillere
eğitimlilerle eşit oy hakkı vermek, bebeğin eline kibrit tutuş
turmak gibi. Bütün evi yakacaklar!”
Top sakalını işaretparmağıyla sıvazlayarak lafa daldı mi
mar. “Canım o kadar da ileri gitmeyelim. Seçim sandığından
hepten vazgeçemeyiz. Böyle bir şeyi medeni dünyaya izah
edemeyiz. Kontrollü, kısıtlı bir demokrasi olsa yeter. Güçlü
bir lider yönetiminde, seçilmiş bürokratlar ve teknokratlar
dan kurulu bir ekip. Baştaki kişi ne yaptığım bildiği sürece,
otorite iyi bir şey. Yabancı yatırıma nasıl gelir yoksa?”
Herkes dönüp masadaki tek Amerikalıya -şeh ri ziyaret
eden bir fon yöneticisi- baktı. Sohbeti kulağına fisıldanan çe
viriler yardımıyla takip etmeye çalışıyordu adam. Herkesin
bakışlarım üzerinde hissedince huzursuzca kıpırdandı. “Kim
se istikrarsız bir Ortadoğu istemiyor tabii. Washington’da
buralara ne diyorlar biliyor musunuz? Çorba Doğu. Affedersi
niz ama tam bir keşmekeş artık bu coğrafya.”
Bazı misafirler kıkırdadı, diğerleri hafifçe yüz buruşturdu.
Keşmekeş olduğu doğruydu ama onların keşmekeşiydi; onlar
gönüllerince eleştirebilirlerdi ama zengin bir Amerikalı bunu
yapmasa iyi olurdu.
“Benim tezimi destekliyor” dedi mimar, ağzma doldurduğu
risottonun arasında.
“Eh, giderek herkes aynı kanaate varıyor” diye hak verdi
banka yöneticisi. “Arap Bahan fiyaskosundan sonra aklı ba
şında hiç kimsenin güçlü bir liderlik ve istikrarın faydalarım
yadsıyacağım sanmam.”
“Demokrasi passâ , geçti artık! Bunun bazılannı şoke ede
ceğini biliyorum ama olsun varsın” dedi mimar. Görüşlerinin | {
"page": 156,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
159
kabul görmesi gururunu okşamıştı. “Şahsen ben iyi niyetli
bir diktatörlüğe hayır demem.”
“Sorun şu ki bizim gibi memleketlerde demokrasi, bir nevi
havyar gibi; fazla lüks” dedi İstanbul’dan sonra Avrupa’da kli
nikler açmış bir plastik cerrah. “Ortadoğu’ya pahalı geliyor.”
“Avrupa bile inanmıyor ki artık demokrasiye” dedi meş
hur gazeteci, bıçağım bir parça kuzu etine saplarken. “Avru
pa Birliği desen dökülüyor.”
“Rusya Ukrayna’da kaplan kesilince, süt dökmüş kedi gi
bi oldular” dedi artık iyice havasım bulan mimar. “Bu yüzyıl,
kaplanların yüzyılı. Biz de kaplana dönüşmek durumunda
yız. Tabii, o zaman sevmezler adamı. Ama korkarlar, önem
li olan da bu.”
“Şahsen bizi AB’ye almadıklarına seviniyorum” dedi rek
lamcı kadın. “Yoksa Yunanistan gibi olabilirdik.” Hafifçe ku
lağını çekip parmağıyla masayı iki kez tıklattı. Şeytan kula
ğına kurşun.
“Yunanlar mı? Osmanlı geri gelse diye can atıyorlar; bizim
yönetimimiz altında daha mutluydular” diye belirtti mimar
gülerek. Ama Peri’nin yüz ifadesini görünce gülüşü yarım
kaldı. Adnan’a dönüp göz kırptı. “Galiba karın şakalarımdan
hoşlanmadı.”
Bütün konuşmayı bir eli çenesinin altında dinleyen Adnan
durgun bir tebessümle karşılık verdi adama. “Eminim öyle
değildir” dedi nezaketen.
Peri gözlerini tabağındaki yağı donmuş risotto topağına
indirdi. Mimarın iğnelemelerini duymazdan gelebilirdi; tıp
kı puro dumanı gibi, istenmeyen ama tahammül edilebilir
bir tatsızlık addedebilirdi. Sineye çekebilirdi. Ama yıllar ön
ce, Oxford Üniversitesi’ni bir skandalin ardından bıraktığın
da, hayatta bir daha asla pasif olmayacağına dair söz vermiş
ti kendi kendine.
“Ama doğru” dedi Peri kocasına. “Biliyorsun ki sevmiyorum | {
"page": 157,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
160
böyle hamasi laflan. Demokrasiyi havyara, devletleri kapla
na benzetmeler, aşın milliyetçi böbürlenmeler.” Uzun zaman
dır ilk kez konuştuğu için bütün başlar ona dönmüştü. “De
mokrasiden vazgeçemeyiz. Aynca diktatörlüğün iyi niyetlisi fi
lan olmaz.”
“Nedenmiş?” diye sordu mimar hemen.
“Çünkü küçük ilah olmaz. Bilileri bir kez Tann’yı oynama
ya başladı mı, er ya da geç işler çığırından çıkar.”
Aklı, Profesör Azur’a gitti. Azur daha mütevazı olsaydı,
kendisinin de öğrencileri gibi “basit bir fani” olduğunu kabul-
lenseydi, farklı olur muydu onların hikâyesi?
“Biraz gerçekçi ol” dedi mimar sertçe. “Burası senin sosye
tik O xfonfın değil. Realpolitik konuşuyoruz. Komşularımıza
bak: Suriye, İran, Irak! Öyle Finlandiya, İsveç, Danimarka
değil. Ortadoğu’da asla İskandinav tarzı demokrasi olmaz.”
“Olmayabilir belki” dedi Peri. “Ama hayal kurmaktan, ta
lep etmekten, denemekten vazgeçemeyiz. Arzulamamıza en
gel olamazsm.”
“Arzu! Ne kelime ama! İşte şimdi tehlikeli sulara dalıyor
sun” dedi mimar, avuçlarım masaya yapıştırıp öne doğru eği
lerek. “Sen de, ben de insanın belli bir yaştan sonra arzula
rından vazgeçtiğini bilecek kadar büyüdük.”
“Aa, yaş konusunu açmaya ne gerek var canım” diye ara
ya girdi işadamının kansı; ortamı yumuşatmaya çalışıyordu.
Peri derin bir nefes aldı. “Düzgün, mütevazı, mazbut bir
Türk kadım”ndan, kalkıp da cemiyet içinde arzunun savunu
culuğunu yapması beklenmezdi; bunu biliyordu. Ama o düz
gün, mütevazı, mazbut Türk kadınlan kulübünden istifa et
mek istiyordu çoktandır. İstifası kabul edilmezse şayet, atıl
maya da dünden hazırdı.
“Eğer bana her türlü tutkuyu, arzuyu unutmam gereken
bir yaşa erdiğimi; uluslann da tıpkı yorgun ev kadınlan gibi
kaderlerine, diktatörlerine razı olup düş kurmaktan vazgeç- | {
"page": 158,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
meleri gerektiğini söylüyorsan, sana hiç katılmıyorum” dedi
Peri. "Doğrusunu istersen, sana acınm.”
Bir an kimse ne diyeceğini bilemeyince, neredeyse elle tu
tulacak kadar koyu ve kesif bir sessizlik çöktü odaya, işa
damı baktı ki durumu kurtarması gerek, çenesini kaldırıp
omuzlarını dikleştirdi; sahnede öne çıkmaya hazırlanan bir
Flamenko dansçısı gibi el çırparak şen bir sesle gürledi: "Ee,
bir sonraki yemeğimiz nerede kaldı yahu?”
M utfakla yemek odası arasındaki çarpma kapı itilerek
açıldı; hizmetçiler koşuşturarak içeri girdiler.161 | {
"page": 159,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Sözlük
O xförd, 2 0 0 0
Oxford’da puö’dan ve restorandan bol bir şey yoktu; ara
larında öğrenci bütçesine uygun olanlar da çoktu, fakat Peri
anne babasıyla beraber gittiği o ilk seferden sonra hiçbirinin
kapısından içeri adım atmamıştı. Keza katılabileceği yüzden
fazla kulüp ve topluluk vardı ama o, Feminist Timi de dahil
olmak üzere hepsinden uzak durdu. Okumak, ders çalışmak,
Şirinle ahbaplık etmek ve koşmak dışmda hiçbir şeye zaman
ayırmak istemiyordu. Oğlanlar dahil. Aşk, duyguların, uzuv
ların ve hormonların birbirine dolaştığı çetrefil bir düğümdü;
ayrılmalar desen, ondan da beterdi. Karşılıklı romantik ham
leler; öğle yemekleri, akşam yemekleri, yürüyüşler; incir çe
kirdeğini doldurmayacak meseleler için edilen kavgalar, tek
rar barışmalar. Zahmetli bir şeydi aşk. Benzer şekilde, arka
daşlıklar da ilgi ve emek isterdi. Arada sırada, kanının kay
nadığı bir öğrenci çıksa da karşısına, aradaki bağı derinleş
tirme konusunda isteksiz davranıyordu hep. Yalnız, yabaniy
di. Ttek bir slogan bulmuştu kendine: Çalış, çalış, çalış!
Tüm okul hayatı boyunca başarıya alışkın olan Peri, ilk
defa ortaya çıkan akademik zaaflarının fevkalade farkınday
dı. Etütleri takip etme konusunda sıkıntısı yoktu. Ama semi
nerlerdeki tartışmalara katılmak ve yazılı ödevler daha zor
du. Anadili olmayan bir dilde kendini ifade etmek kolay de
ğildi. Sürekli babasını özlüyor, onun kendisiyle gurur duyma
sı için didiniyordu. | {
"page": 160,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
163
Oxford’da başanlı olmak için İngilizcesini ilerletmesi ge
rektiğine kanaat getirmişti. Tıpkı bir fidanın ağaca dönüş
mek için yağmur damlalarına ihtiyaç duyması gibi, beyni de
kendini ifade etmek için kelimelere muhtaçtı. Bir deste renk
li, yapışkan kâğıt aldı. Üzerlerine, karşısına çıkan, ilk fırsat
ta kullanmaya niyet ettiği kelimeleri yazmaya başladı - bü
tün yabancılar gibi o da yeni kelime meraklısıydı.
Bir keresinde bir derste yüksek sesle ödevini okuduğun
da hoca küçümsedi üslubunu. Yerin dibine geçti Peri. Ona ze
kice ve incelikli gelen cümleler, hoca için boş laftan ibaret
ti. Moralini bozmadı gene de. Sözcük biriktirmeye, sözlük ça
lışmaya devam etti. Çocukken ne zaman ailesiyle deniz ke
narına gitse topladığı deniz kabuklarını, pembe mercanlan
anımsatıyordu kelimeler ona - sayısız med-cezirden kalma
güzellikler. Üstelik, deniz kabuklarının aksine kelimeler so
luk alıp veriyordu, capcanlıydılar.
* * *
Yön duygusu kuvvetli olmadığı için, Peri ilk başlarda defa
larca kayboldu. Sanki bir labirentti dar, eski sokaklar; daire
ler çizdi durdu. Bu gezintilerden birinde bir kitapçı keşfetti.
İsmi ilgisini çekmişti: iki Çeşit Akıl. Dükkânın ön tarafında
ki eğri büğrü yer döşemeleri müşteriler yürürken gıcırdıyor
du; her duvarda tavana kadar kitap raflan yükseliyordu; kö
şedeki şöminenin içine eski Oxford resimleri yerleştirilmişti;
ahşap bir merdivenle çıkılan üst kattaki iki küçük oda özen
le seçilmiş felsefe, psikoloji, din felsefesi, bilim tarihi kitap
larıyla doluydu. Duvarlarda çerçevelenmiş fotoğraflar, yer
lerde müşterilerin oturabileceği pastel renkli minderler ve
gün boyu bedava kahve veren bir kahve makinesiyle anında
Peri’nin en sevdiği mekânlardan biri oldu burası.
Burayı işleten çift (kadın Iskoç’tu, adam Pakistanlı) Peri’nin, | {
"page": 161,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
164
kitabevinin isminin nereden geldiğini bildiğini anlayınca şaşır
dılar. Mevlânâ’nın bir şiirinin başlığıydı. Şiirin birkaç dizesi
ni de anımsıyordu Peri: “Akü, iki çeşittir: Birincisi, kazanılan
akıldır ... Sen, onu mektepte çocuk nasıl öğrenirse öyle öğrenir
sin... Öbür aklın kaynağı ise candadır ... Sen, çeşmeyi gönlün
de araF
“Aferin” dedi kadın. “Ne zaman istersen buraya gelip kitap
okuyabilirsin.”
“Akimı beslemek için. Her iki çeşidini de!” dedi adam.
Öyle de yaptı Peri. Kısa zamanda bir alışkanlık halini al
dı bu. Kahvesini alıp bahşiş kutusuna 50 peni bırakıyor, min
derlerden birine yerleşip, sırtı ağrıyana, bacaktan uyuşana
kadar okuyor, okuyordu. Kitap seven insanlar için cennet
ti Oxford. Değişik kütüphaneleri de ziyaret ediyordu. Ücra
bir köşede bir oturma yeri bulur, okuyabileceğinden çok da
ha fazla kitabı önüne yığar, gizlice bir paket kraker açıp başı
nı sayfalara gömerdi.
1379’dan kalma muazzam bir salonda yemek yemek, onu
en çok etkileyen şeylerden biriydi. Masalar okulun arması
nı taşıyan gümüş takımlarla donatılır, yemekler beyaz ceket
li görevlilerce servis edilirdi. Peri orada, etrafı cüppeli öğren
cilerle ve okulun daha önceki rektörlerinin yağlıboya portre
leriyle çevrili halde, antika meşe banklarda otururken, ken
dini başka bir boyuta geçmiş gibi hissederdi. Okulun birçok
kısmı yüzyıllardır değişmemişti. Peri, tarihe dokunmaya, bu
“süreklilik hissi”ne haydıyordu. Çoğu zaman sadece raflarda
ki kitapların baş döndürücü kokusunu içine çekmek için es
ki kütüphaneye giderdi. Bodrum kata iner, dilediği kitapla
ra ulaşmak için metal bir kolu çevirerek rafları hareket et
tirirdi. Her biri bir mabet olan binlerce kitap arasında ken
dini mutlu, huzurlu, noksansız hissederdi. Tuhaftır, o bilgi
ummıınımn içindeyken aklına gelen temel düşünce ekseriya
Tann olurdu. | {
"page": 162,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
165
Kimseye açıklayabileceğini sanmıyordu bu durumu. Zi
ra ne dindardı, ne maneviyatı kuvvetli. O sadece meraklıy
dı ve Tann bildiği/bilmediği en ilginç bulmacaydı. Bazen her
hangi bir şeye inanıp inanmadığından kuşkuya düştüğü olu
yordu. Bunlan kimseye itiraf edemiyordu. Kültürel olarak
Müslüman’dı elbette. Ramazan aylan, bayramlan, tatlanyla
içinden geldiği kültürün nice yanı yüreğim ısıtırdı. İslam, bir
çocukluk anısı gibiydi Peri için - tanıdık ama bâr o kadar so
yut, aşina ama uzak.
Türkiye’de birçok insanın, ne anlama geldiklerini sorma
dan anlamadan Arapça dualar ezberlemesi hep tuhaf gelmiş
ti Peri’ye. O severdi kelimeleri. Üzerlerine titrerdi. Çatlamak
üzere olan yumurtalarmış gibi şefkatle tutardı harfleri avuç-
lannda; hayat dolu minik kalplerinin atışım teninde hisse
derdi. Anlam lanın araştırır, etimolojilerini inceler, aynm la-
n önemserdi. Oysa birçok inanan, duaları kuru kuruya ez
berliyordu sadece. Gördükleri her Arapça yazıyı kutsal zan
nedenler bile vardı. Düşünmekten ziyade taklit etmek, kur
calamaktan ziyade yankılamak... “İmanın korunaklı bağnn-
da, yanıtlar ancak sorulan terk ederek bulunur* diyorlardı.
Halbuki Peri seviyordu soru sormayı, kafa yormayı.
Güncesine şöyle yazdı: İnananlar ya m ila n sorulara tercih
ed iyor; netliği kafa karışıklığına. A teistler d e ö yle bir bakım a.
T u h a f ama T an n hakkında bilgim iz son derece sın ırlı old u
ğu halde ne kadar az insan kalkıp da m B ilm iyoru m n d iyeb i
liyor. E trafım ız hep m çok bilen lerw le dolu. *E m in değilim , ka
rarsızım , hâlâ a n yoru m 9 d iyen kim seye rastlam adım daha .
B ir tek ben uanm galiba. | {
"page": 163,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Melek
O rfo rd , 2 0 0 0
Oxford’a geldiğinden beri Peri sık sık eve telefon ediyordu.
Babasıyla rahat konuşabileceği saatlerde aramaya özen gös
teriyordu. O günse telefonu annesi açtı.
“Pericim...” dedi Selma hasretle, şefkatle ama çarçabuk de
ğişti ses ton u .a Ahinin düğününe geliyorsun, di m iT
“Evet, anne. Söz verdim ya.9
“Gelinimiz bir melek! öy le tatlı ki.”
Kendini düğün hazırlıklarının heyecanına iyiden iyiye
kaptırmıştı Selma. Peri’nin dikkatinden kaçmayan bir abar
tıyla methediyordu müstakbel gelinini. Annesinin laflarını
parlak kâğıtlara sanlı şekerlere benzetiyordu Peri. Ne var ki
bu şekerlerin içinde nahoş bir tat gizliydi. Bütün o ağdalı öv
gülerin altında, Peri’ye yönelik eleştiriler vardı. Gelinim sa
na söylüyorum, kızım sen anla misali. Zira Peri’nin bir türlü
olamadığı “ideal evlat”tı gelin: dindar, muhafazakâr, yumu
şak huylu, itaatkâr.
“Aman ne iyi, bir meleğimiz eksikti ailede” diye homur
dandı Peri.
“Sana ne oluyor ayol?” diye sordu Selma.
“Hiç.”
Selma iç geçirdi. “Kına gecesinde burada olmalısın.”
“Anne, bunu daha önce de konuştuk. Sadece düğüne gele
bilirim.”
“Olmaz öyle. El âlem laf eder. Daha erken gelmen gerek.” | {
"page": 164,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
167
“Ya, bir anlasam kim bu ‘el âlem ? Niye bu kadar önemli
onların fikirleri?9
“Abuk abuk konuşma” dedi Selma. “Konu komşunun diline
mi düşeyim istiyorsun?”
Peri gözlerini devirdi. Şu dünyada bir tek annesi onu böyle
birkaç sözle altüst etmeyi başarabilirdi. Kan akışım hızlan-
dırmak için kızının yüreğinin tam olarak nereden sıkılması
gerektiğini bilen tek kişi Selma’ydı sanki.
“Daha fazla ders kaçıramam” dedi Peri kesin bir tavırla.
Konuşmaıun devamı iyi geçmedi. İki taraf da birbirini ben
cillikle suçladı. Tatlan kaçtı. Peri telefonu kapattıktan sonra
bir hüzün hissetti içinde; söylenen ve söylenemeyen her şey
için» annesiyle arasında bir türlü düzelmeyen kınk çıkıklarla
dolu bağ için... yapışkan, yoğun bir hüzün.
♦ * *
O gece huzursuz uyudu. Karanlıkta bir ara uyandığında,
beter bir migren atağının eşiğinde buldu kendini. Çekmecele
re baktı ama ağn kesici yoktu. Şakaklarına masaj yaptı, bir
içecek kutusunun metalsi soğukluğunu sancıyan gözüne bas
tırdı; biraz olsun işe yaradı bu. Yatağına geri girdi, kıvrılıp
yattı. Uykuya dalmayı beklemiyordu ama çok geçmeden rü
ya görmeye başladı.
Sıkılmış çamaşırları andıran eğri büğrü ağaçların oldu
ğu bir bahçedeydi . Üzerinde rüzgârda uçuşan bir elbiseyle tek
başına dolaşıyordu . Birden karşısına devasa bir meşe ağacı
çıktı. Dalların birinde bir sepet asılıydı; içinde de bir bebek!
Yüzünün yarısı koyu bir lekeyle kaplıydı. Peri bazı dalların
yandığını fark etti dehşetle; yerden yükselen alevler ağacın
gövdesini yalamaktaydı . Eline geçirdiği bir kovayla yakında
ki bir dereden su çekmeye başladı . Ayaklarının dibinde çal - | {
"page": 165,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
168
kalarup anaforlar ya p ıyord u su la r. Yeniden başın ı kaldırıp
baktığında bebek ağaçla d eğ ild i; bir ırm ağa dönüşm üş olan
d ereyle sürükleniyordu. Korkunç ve geri dönüşü olm ayan bir
hata ya p tığu u fark ederek b ir çığlık ottu B ir çığlık daha.
Bir yerlerden tak tak sesler geliyordu; hafifçe ama ısrarla.
Bunun da rüyanın bir parçası olup olmadığım tam anlaya
madan, gözlerini açtı Peri.
"Orda mısın? Şirin; ödümü koparttın” diyen bir ses
geldi kapının diğer yanından. "İyi misin?"
Peri yatakta oturup şaşkın şaşkın gözlerini ovaladı. "İyi
yim” dedi; boğazı sonbahar yapraklan gibi kurumuş, dili da
mağına yapışmıştı. Yan odadan duyulacak kadar yüksek ses
le çığlık attığına i nallamıyordu. Utanmıştı.
"Gözlerimle görmeden şuradan şuraya gitmem!”
Peri ağır ağır yataktan kalkıp kapıyı açtı. Şirin’in üstün
de şeftali renkli saten bir pijama vardı. Kaim bir krem taba
kasıyla çevrelenmiş makyajsız gözleri her zamankinden da
ha koyu ve küçük görünüyordu.
"Korku filmlerindeki kadınlar gibiydin yahu!” dedi Şirin.
"Hani şu vampir filan görünce kaçmak yerine dolaba sakla
nan şapşal sarışınlar gibi çığlık attın.”
"Uyandırdım seni, özür dilerim.”
"Beni boş ver” dedi Şirin, kollarım dolgun göğsünde kavuş
turarak. "Her zaman böyle kâbus görür müsün?”
"Bazen...” dedi Peri. Başım yere eğdi; duvardan duvara ha
lıda daha önce fark etmediği bir leke ilişti gözüne. "Saçma
sapan rüyalar işte.”
Tfekrar mı ediyor?
"Öyle gibi, evet.”
Şirin bir tutam saçını kulağının arkasına sıkıştırdı. "Valla
ailemde yeteri kadar delilik gördüm; Allah biliyor ya, kendim
de biraz kaçık sayılırım. Görünce anlarım.” | {
"page": 166,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
169
“Nasıl yani? Bana ‘deli’ mi diyorsun?”
“Bağlamalık delisin demiyorum ama o duyduğum çığlık
acayip bir şeydi. Eğer psikolojik sorunların varsa üzerine git
melisin. Yüzleşmek en iyisi.”
“Psikolojik sorunum falan yok benim!”
“Ayyhhü!” Koşarken oka hedef olmuş yabani bir hayvan gi
bi öfkeli ve acılı bir ses çıkardı Şirin. “İnsanların 'psikolojik’
sözünü duyar duymaz alınmasına deli oluyorum. Hemorroyi-
tin olduğunu söylesem bu kadar tepki göstermezdin eminim.”
“Hemoroidin” diye düzeltti Peri.
“Her neyse işte” dedi Şirin. “Sözlük meraklısı olan sensin.”
“Bak, gelip beni yoklaman büyük incelik. Ama iyiyim, ger
çekten” dedi Peri. Pencereden giren ay ışığı yüzünün yansını
aydınlatıyordu. “Abimin düğünü için eve gitmem gerek” diye
ekledi. “Dersleri kaçıracağım diye stres yapıyorum. Ailevi so
rumluluklar önde geliyor. O yüzden gerginim.”
Şirin anlayışla başını salladı. “Tamam, git düğüne, ama
döndüğünde biraz daha dışan çıkmalısın. Gençsin daha ya
hu. Kukumav kuşu gibi akşamlan hep odanda, kütüphane
de. Biraz eğlen, dağıt, stres at.”
“Ben senin gibi değilim” dedi Peri alçak sesle.
“Mutsuzluktan zevk alıyorum diyorsun yani.”
Bu tartışmayı kazanamayacağını hisseden Peri, konuyu
değiştirmek için aklına gelen tek çareye sanldı. “Bu arada, o
sözünü ettiğin profesör var ya, seminerine baktım.”
“Baktın m ı?” Şirin’in yanaklarına bir pembelik yayıldı.
“Hoş adam değil mi?” dedi, ışıl ışıl bir yüzle.
“Bilmem, tanışmadım; yalnızca ders listesindeki tanımı
okudum.”
“Ha!” dedi Şirin. “Ee? Nasıl buldun?”
“İlginç görünüyor” dedi Peri. “Şey... notu nasıl? Kıt mı?”
“Notu mu?” Ruhsuz bir kahkaha attı Şirin.
“Zor bir seminer mi yani?” | {
"page": 167,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Kapıya yöneldi Şirin. aSana dostça bir tavsiyede buluna
yım mı? tranlı bir hatundan Türk kız kardeşine; maça-bir-
sıfır-yenik-başlayanların-dayanışması kabilinden.”
Peri başım kaldırıp baktı, meraklanmıştı.
“Eğer bir gün Profesör Azurta tanışırsan, seminerine gir
meye hak kazanırsan, sakın ola ‘ay ne ilginç’ gibi laflar et
me. Hiç sevmez. ‘İlginç kelimesinde ilginçlikten eser yoktur'
der.” Şirin bunu söyledikten sonra çıkıp gitti. Kapıyı arkasın
dan kapatarak Peri’yi kâbusları, sırlan ve kimselere açmadı
ğı depresyonuyla baş başa bıraktı.170 | {
"page": 168,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Kutlama
O rfo rd , 2 0 0 0
Şirin’in yaş gönüydü. Yirmi yaşma giriyordu. T\ırf Tavera
adlı, yüzlerce yıllık, salaş bir puö’da yapıyordu kutlamayı. Pe
ri partiye geç kalmıştı. Kolunun altına sıkıştırdığı armağanla
hızlı hızlı yürüdü. Arkadaşına ne alacağı konusunda bir hayli
düşünüp kıvrandıktan sonra Şirin’in seveceğini tahmin etti
ği bir şey bulmuştu: parlak, ışıl ışıl boncuklarla süslenmiş bir
kot ceket Epeyce paraya mal olmuştu bu hediye ona.
Duvarları meşe panelli, basık tavanlı mekâna girdiğin
de, ılık bir nem sarmaladı Peri’yi. Nasıl da kalabalıktı içeri
si! Şirin’in ne kadar popüler olduğunu bildiğinden büyük bir
grup bekliyordu gerçi. Gürültücü arkadaşlardan oluşan bir
güruh Şirin’in etrafını çevirmişti. Yanında yeni erkek arka
daşı vardı.
Şirin, bir önceki erkek arkadaşım -F izik Bölümü ikinci sı
n ıf öğrencisi, akıllı, kibar bir oğlan - ilişkilerini saat çizelge
sine göre planladığı için terk etmişti. “Haftalık programını
gördüğüm an herifi şutlamaya karar verdim” demişti. Sabah
dersleri, kütüphane, spor salonu ve etüt saatlerinin hepsi ka
patılmıştı. 4.15-5.15 aralığında Şirin’in adı yazıyordu. Cu
ma akşamlan ona ayrılmış bir aralık daha vardı. “Beni 7.30-
10.30 arasına sıkıştırdığına inanabiliyor musun Farecik? Ak
şam yemeği, sinema, seks. Yok ya!” Peri bu laflan duyduğun
da kızarmış, bocalamıştı. Şimdi bunlan düşünerek arkadaşı
na doğru ilerledi. | {
"page": 169,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
172
"HeyPerü*
Sedef pullu bluzu ve belini açıkta bırakan beyaz, dar kot
pantolonuyla göz kamaştıran Şirin, hediyesini alıp, Peri’yi
öptiL "Nerede kaldın yahu? Ş eref misafirini kaçırdın. Biraz
önce çıktı.*
"Kimden bahsediyorsun?”
"Azur tabii ki!” dedi Şirin ışıldayan güzlerle. "Demin bura-
daydı. Süperdi! Şöyle bîr uğrayıp kadeh kaldırdı ve gitti.”
Şirin bir şeyler daha anlatmak ister gibiydi, ama birileri
kızı kolundan çekiştirerek pastadaki mumlan söndürmeye
götürdü. Ayakta içki içip yüksek sesle konuşan şamatacı tip-
lerden hiçbirini tanımayan Peri etrafına bakındı. Tam o anda
tanıdık bir suret görerek şaşırdı: Mona. Pantolon üstüne giy
diği uzun kollu, haki tuniği ve aynı renkte başörtüsüyle köşe
de bir masada oturmuş, suyunu yudumluyordu.
"Selam Mona.*
"Seni gördüğüme sevindim* dedi Mona; konuşacak birini
bulduğu için rahatlamışa benziyordu.
"Ş irinle ahbap olduğunuzu bilmiyordum* dedi Peri, Mo-
na’nın yanına otururken.
"Aslında arkadaş sayılmayız ama beni yaş gününe davet et
ti, ben de düşündüm ki..* dedi Mona giderek alçalan bir sesle.
Peri anlamıştı kızın tam olarak dile getirmediği hakikati.
Şirin bu şehirdeki en popüler öğrencilerden biriydi. Böyle bi
ri seni davet edince kolay kolay geri çeviremezdin. Zaten Mo
na girişken, gözü pek kızdı. Bütün sıcakkanlılığı ve kendin
den eminliğiyle, tam da ne bekleyeceğini bilmeden kalkıp gel
mişti. Şimdiyse, bunca gürültücü, her an dağıtmaya hazır ti
pin arasında rahat değildi ama bunu belli etmek istemiyordu.
Şirinle arkadaşları büyük bir tantanayla eğlenirken, Mo
na ile Peri kenarda oturup sohbet ettiler. Birer dilim doğum
günü pastası yemeyi ihmal etmeden. Peri, Mona’nın, femi
nizmin yanı sıra daha pek çok sosyal davayı desteklediği | {
"page": 170,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
173
ni öğrendi: Bosna’ya Yardım Kulübü, Filistin Banş Kulübü,
SufVTasavvuf Çalışmaları Kulübü, Göç Çalışmaları Kulübü,
Oxford İslam Tbphıluğu. Bütün bu kulüplere üyeydi kız. Ço
ğunda öncü bir rol alıyordu üstelik. Bir de müzik seviyordu,
hip hop dinliyor, şarkı sözleri yazıyordu.
"Vay canına, bunca etkinliğe nasıl zaman buluyorsun?”
Mona omzunu silkti. "Mesele zamanı bulmakta değil, iyi
organize etmekte . Allah niye bize beş vakit namazı farz kıldı?
Sadece iman edelim diye değil, günlük hayatımızı en iyi şe
kilde düzenlemek için.”
Babasının kalp krizinden sonraki dindar döneminde bile
beş vakit namaz kılmamış olan Peri dudaklarım büzdü. "Di
ninle çok banşık görünüyorsun.”
"Kendimle barışığım” dedi Mona.
Daha çok şey anlattı Mona, kendine, geçmişine, hayalleri
ne dair. Nice sonra geriden gelen kahkahalarla bölündü söz
leri. Bilileri metrelik-bira yarışması için Şirin’in yeni erkek
arkadaşına meydan okumuştu. 91 santimlik bardak tepele
me birayla doldurulmuştu. Oğlan şimdi bunu olabilecek en
hızlı şekilde içip bitirmek durumundaydı.
Alkışlar, ıslıklar, bağırışlar yükseldi. Oğlan tam gaz koca
içkiyi bitirmeyi başardı; gömleği sırılsıklam olmuştu. Gurur
la sınttı. Tezahüratlar eşliğinde Şirin’in dudaklarına uzun
ve ıslak bir öpücük kondurdu ama hemen ardından, kusmak
için dışarıya koşması gerekti.
Mona önüne baktı. "Ben artık gitsem iyi olur” dedi usulca.
"Ben de seninle geleyim” dedi Peri.
Aslında o, Mona gibi alkolden ya da öpüşmelerden rahat
sız olmamışta. Peri’nin rahatsızlığı başka türdendi. Başkaları
nın coşkusu karşısında oldum olası panikler, onlara ayak uy
duramama korkusuyla bir kirpi gibi top olup, içine kapanırdı.
Nedense kendini bildi bileli taşkın eğlencelerde hüzünlenildi.
Böylece Peri ile Mona, hiç kimse fark etmeden puö’dan ay- | {
"page": 171,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
174
nldılar. Dolunay vardı. Taş Köprü’nün altından geçerek loş
ara sokaklara daldılar.
“Anlamıyorum” dedi Mona. “Şirin neden davet etti acaba
beni?”
Peri de aynı şeyi merak ediyordu aslında. “Yeni arkadaşlar
edinmeyi seviyor.”
Mona başım iki yana salladı. “Hayır, başka bir şey var. Tam
ne olduğunu bilemiyorum. Birbirimizi epeydir tanırız ama be
ni sevmediğini hissetm işindir hep... muhtemelen başörtüm
yüzünden.”
Şirin’in, annesine nasıl dik dik baktığım hatırlayan Peri
bir şey demedi.
“Eğer öyleyse, umurumda değil. Neden benimle arkadaş
olmaya çalışıyor ki?” dedi Mona. Gururlu bir hiddet kapla
mıştı yüz hatlarını. “Paranoyaklık mı ediyorum sence?”
“Hayır” dedi Peri. “Yani evet, birazcık. Eminim iyi arkadaş
olabilirsiniz.”
“Bakalım, göreceğiz” dedi Mona. “Şirin bana Profesör Azuı'un
seminerini almamı söylüyor.”
“Sahi mi?” dedi Peri merakla. Bedeni, aklının henüz kav
rayamadığı bir tehlikeyi hissetmiş gibi gerildi. “Bana da ay
mamı yapıyor. Ha bire ‘Azuı'a g if diyor.”
“Demek bir tek ben değilim...” dedi Mona; dikkati dağılmış
tı. Sokağı işaret etti. “Her neyse, benim yurdum şu tarafta.”
“Tamam, peki. İyi geceler.”
“Sana da kardeş” dedi Mona. “Daha sık buluşmalıyız.”
Böyle dedikten sonra Peri’nin elini iki eliyle birden tuta
rak sertçe salladı. Böyleydi demek Mona’nın vedalaşma tarzı.
Sımsıkı, hatta hafif erkeksi. Ne kadar sağlam olduğunu gös
termek istiyordu belki de. Gecenin içinde gözden kayboldu.
Bir kez daha düşünceleriyle baş başa kaldı Peri. İleride,
karanlığın içinde, sokak lambalarının sodyum sansı ışığıy
la aydınlanan birini fark etti; giysiler, kartonlar, naylon tor | {
"page": 172,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
175
balarla tepeleme doldurulmuş pasb bir bebek arabasını iten
bir dilenci kadındı bu; hiçbir yere varmayan o daimi yolcu
lardan biri. Peri kadını dikkatle inceledi. Giysileri kirliydi ve
bedenine yapışmıştı adeta nemli nemli; saçları kirden pasak
tan keçe gibi olmuştu. Başka birtakım ayrıntıları da fark et
ti Peri: avuçlarındaki nasırlan, sağ elmacıkkemiğindeki mor
luğu, gözlerinin etrafındaki şişliği. İstanbul’da insan sürek
li karşılaşırdı böyle perişan yüzlerle. Kimisi köşelere büzü
lerek saklanırdı; kimi de yiyecek, para dilenirdi. Ama bu
rada, Oxford’da, evsiz birini görmek tuhaftı; şehrin o zarif
sükûnetiyle çok sert bir zıtlık teşkil ediyordu.
Peri, kısa, kesik adımlarla yürüyen bu kadına doğru tuhaf
bir çekim hissederek onu takip etmeye başladı. Rüzgârın yön
değiştirmesiyle berbat bir koku doldurdu burun deliklerini,
idrar, ter ve dışkı karışımı bir esans.
Bu arada dilenci hayali biriyle kavga ediyor, kendi kendi
ne bağırıyordu. Sesi gergindi. “Sana kaç kere söyleyeceğim?”
diye bağırdı. Yanıt beklerken yüzü sertleşti. Keyifle kıkırda
dı sonra, ama öfkenin nüksetmesi uzun sürmedi. “Hayır, pis
lik herif.”
Öyle bir mutsuzluk çöktü ki Peri’nin içine. Onu -gelece
ği parlak bir Oxford öğrencisini- hayatta hiçbir şeyi olm a
yan şu kaçık kadıncağızdan ayıran tam olarak neydi? Tbp-
lumun kıyısında bir uçurum vardı belki de, insanların düş
mekten korktuğu. Ya da bir yank. Hiç ummadan insan bir
yakadan bir yakaya geçebilirdi. Dün “aklıselim” olan, yann
“deli” damgası yiyebilirdi. Öylesine yakındı ki o uçuruma Pe
ri. Biliyordu.
Kadın aniden arkasma döndü; bakışları Peri’yi delip geç
ti, “Beni mi arıyordun?” Nikotin lekeli dişlerini ortaya çıka
rarak sesli sesli güldü. “Yoksa Tann’yı mı?”
Peri’nin beti benzi attı. Ne yanıt vereceğini bilemeden ba
şını iki yana salladı. Kadına doğru bir iki adım attı, avucunu | {
"page": 173,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
176
açarak hazırladığı paralan uzattı. Kadın çekip kaptı parayı,
avım yutan kertenkele gibi hızla.
Peri hemen arkasına döndü; yurduna doğru koşmaya baş*
ladı; attığı her adımın kendisini dilenci kadından uzaklaştır*
dığım umuyordu. Zira ikisinin de aynı dipsiz karanlığa, aynı
katıksız deliliğe ait olduklarından emindi.
a a a
O gece geç saate kadar oturup kitap okudu Peri. Sabaha
karşı dışardaki çimenliğe baksaydı şayet, kapılan çoktan ka
panmış olan yurda anahtarıyla girmeye çalışan, bunu başa
ramayınca dolgu topuklu ayakkabılarım çıkarıp, erkek arka
daşının yardımıyla üç buçuk metrelik taş duvarın üstünden
atlayan; bu esnada dar beyaz kot pantolonunu boydan boya
yırtan; bir çiçek tarhının içine popo üstü düşen; sonra da kal
kıp giriş katında rastgele bir öğrencinin odasının camım ça
larak binaya giriş yapan; bütün bunlar olurken sürekli kıkır
dayan ve eski bir Iran ezgisi mırıldanan zilzum a sarhoş ve
dağıtmış vaziyetteki Şirini görebilirdi. | {
"page": 174,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Müzik kutusu
İstanbul, 2016
Tatlılar gelmiş, kristal tabaklar içinde servis edilmişti: çi
kolata kremalı, fındıklı mns pasta ve kaymaklı ayva tatlısı.
Konuklar, yan iltifat, yan şikâyet yüklü bir koro halinde ko
nuşmaya başladılar.
“Ay, kesîn en az iki kilo aldım bu akşam* dedi reklam şir
ketinin başındaki kadın, göbeğine hafifçe vurarak.
“Aman dert etme, eve gidene kadar yakarsın* dedi işada
mının kansı.
“Siyaset tartışmaya devam edin yeter* dedi meşhur gaze
teci. “Bu ülkede böyle formda kahyanız.”
Hizmetçi yanında belirdiğinde, Peri kimseye duyurmama-
ya çalışarak fısıldadı: “Çok minik bir parça ayva tatlısı ala
yım, o kadar.”
“Elbette hanımefendi” dedi hizmetçi; gönüllü bir suç ortağı
gibi sesini alçaltarak.
Ama ev sahibesinin keskin kulaklarından kaçmadı bu ko
nuşma. Masanın ucundan seslendi: “Hayatta kabul etmem!
Az evvel demokrasi üzerine görüşlerimize karşı çıkmana bo
zulmadım ama pastamdnn tatmazsan külahtan değişiriz.”
Peri razı oldu mecburen. Hem ayva tatlısından hem pas
tadan aldı. Kadınların birbirlerini şişmanlatmaya neden bu
kadar meraklı olduklarım hiçbir zaman anlamamıştı. “Kar
şılaştırmak estetik ilkesi.” Kimileri, başkalarım şişmanlata
rak zayıf kalıyordu. Belki de gereksiz yere kurcalıyordu. Şi | {
"page": 175,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
rin olsa şöyle derdi muhtemelen: “inan bana Farecik, yete
rince kurcalamıyorsun bile!*
Tatmin olan ev sahibesi bir başka konuğa dönünce Peri
şarap kadehini kavradı. Bu akşam her zamankinden fazla
içiyordu ama kimse fark etmemişti, en başta da kendisi. Ma
ziyi düşünmekten kendini alamıyordu. Üniversite yıllannı
hatırlamamak için zihninde kurduğu barajda derin bir çat
lak oluşmuştu. Şimdi o aralıktan hüzün sızıyordu içeri dam
la damla. Bu arada, bunun neden olabileceği tehlike ve y ı
kımın farkında olan bir başka yanı alarma geçmiş, her şey
normale dönebilsin diye deli gibi tamir etmeye çalışıyordu
çatlağı.
“Hani medyum geliyordu bu akşam? Sormak istediğim
şeyler var* dedi meşhur gazetecinin kız arkadaşı, sigara içen
lere özgü boğuk sesiyle. Genç kadının neden gergin olduğunu
bilmeyen yoktu. Gazetecinin eski karısıyla romantik bir ak
şam yemeği yerken görüldüğüne ve çiftin yeniden bir araya
geleceğine dair geçenlerde bir medya web sitesinde yayınla
nan dedikodulardan rahatsızdı.
“Geliyor* dedi işadamı. “Bir saat önce burada olacaktı ama
trafiğe takıldı besbelli*
“Hah, İstanbul’da hangi yolların açık olduğunu medyum
lar bile bilemiyor* diye şaka yaptı Amerikalı serbest fon yö
neticisi.
“Bak göreceksin dostum, bu medyum bildiklerine benzemi
yor* diye övündü işadamı yan İngilizce, yan Türkçe. “Finans
krizini öngörmüş!*
“Zaten uzmanlara güvenim iz kalmadı. En iyisi hepimiz
medyumlara danışalım, olsun bitsin!* dedi reklama kadın.
Peri, usulca izin isteyerek masadan kalktı.
“Ah, hay Allah, konuşmalarımız seni sıktı mı yoksa?* dedi
mimar. Küçük intikamların adamı olduğu için Peri’nin az ön
ceki meydan okumasını affetmemiştL | {
"page": 176,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
179
Sakin bir ifadeyle baktı Peri adama. “Çocukları kontrol et
mek için bir telefon açacağım.”
“Elbette” dedi işadamı. “Üst kata çalışma odama çıksana.
Kimse rahatsız etmez.”
Peri kocasının cep telefonunu ödünç aldı. Geniş mermer
merdivenleri çıkarak birinci kata ulaştı. Çalışma odasının
kapısından içeri girmesiyle duraklaması bir oldu. Amma afi
li yerdi burası. Yerden tavana kadar uzanan pencerelerden
muhteşem bir Boğaz manzarası görünüyordu. Deri panel-
li duvarlar, ahşap kaplama tavan, maun ve mermerden imal
edilmiş masa, yumurta sarısı yüksek koltuklar, antika biblo
lar ve pahalı tablolarla, bir çalışma alanından ziyade m üsrif
bir mafya babasının oturma odasını andırıyordu.
Bir köşedeki duvar, işadamının politikacılarla, şöhretlerle
ve oligarklarla çekilmiş çok sayıda çerçeveli fotoğrafıyla do
natılmıştı. Artık iktidarda olmayan bir Ortadoğu diktatörü
nün porselen gülümsemesini fark etti Peri; gösterişli bir Be
devi çadırının önünde bizim işadamıyla el sıkışıyordu. Bir
başka fotoğrafta, doğduğu şehrin her yerini kendi fotoğrafla
rıyla kaplatan ve yılın aylarından birine kendi, bir diğerine
de annesinin adını veren bir Orta Asya otokratının demirden
dökülmüş gibi görünen yüzü dik dik bakıyordu. Peri derin bir
soluk aldı. Karanlık ilişkilerden akan paralarla yapılmış bu
malikânede ne işi vardı? O an kendini, ırmaktaki akıntıyla
yuvarlanan bir çakıl taşı gibi hissetti. Profesör Azur burada
olsaydı, ne diyeceğini kestirebiliyordu: “Özgürlük yoksa aşk
da yok. Özgür olmanınsa tek yolu var: Alışıp kanıksadığımız ,
kolayımıza gelen Ben’i terk edebilmek! Göze alabilir misin?”
Kendi aklından kaçarcasma hızla tuşladı evinin numara
sını. Çocukları görmeye gelmiş olan annesinin telefonu aç
masını beklerken alnını cama dayadı, dışarıdaki manzarayı
inceledi. Camın arkasında, gerçek olamayacak kadar parlak
bir hilalin altında uzanıyordu şehr-i şehir - birbirlerine sır | {
"page": 177,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
180
lar fisıldıyormuş gibi yana eğilmiş evler, dik tepelere tırma
nan keskin virajlı sokaklar, kapılarını kapatan son kahveha
neler ve isteksizce aynlan son müşteriler... Çantasını çalan
çocukların ne yaptığım merak etti. Uyuyorlar mıydı acaba,
eğer öyleyse aç mı girmişlerdi yatağa? Şu anda rüya görüyor
lardı belki de; kim bilir kendisi de, peşlerinden koşturan deli
bir kadın olarak o rüyaların içinde bir yerlerdeydi.
Selma dördüncü çalışta açtı telefonu. “Yemek bitti mi?”
“Daha bitmedi” dedi Peri. “Hâlâ buradayız. Oğlanlar iyi
mi?”
“Niye iyi olmayacaklarmış? Anneanneleriyle güzel vakit
geçirdiler. Şimdi uyuyorlar.”
“Yemek yediler mi?”
Pes dercesine bir ses çıkardı Selma. “Hiç aç yatırır mıyım
torunlarımı? Mantı yaptım, kurt gibi yediler. Zavallılar özle
mişler belli.”
Selma’nın mutfak yeteneklerini almamış olan Peri, anne
sinin sesindeki azan işitmişti. “Teşekkür ederim” dedi. “Emi
nim bayılmışlardır.”
“Bir şey değil” dedi Selma. “Hadi sonra görüşürüz madem.”
“Bir dakika!” Peri duraksadı. “Anne, senden bir şey isteye
bilir miyim?”
Bir hışırtı oldu. Peri annesinin daha iyi duyabilmek için te
lefonu sol kulağına geçirdiğini anladı. Kocasının vefatından
sonra gözle görülür şekilde yaşlanmıştı Selma. Bütün o kav
galardan sonra, tuhaftır, Mensurcun yokluğunda çökmüştü.
“Yatak odasında... ikinci ya da üçüncü çekmecede bir def
ter olması lazım” dedi Peri tane tane. “Turkuaz renkli.”
“Hani babanın sana verdiği.” Selma hep kıskanmıştı koca
sıyla kızının arasındaki bağı. Mensurcun ölümü hislerini de
ğiştirmemişti. Peri kendi deneyiminden biliyordu ki, ölüleri
ve onların yaşayanlar üzerindeki etkisini kıskanmaya devam
etmek mümkündü. | {
"page": 178,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
181
“Evet anne” dedi Peri. “Kilitli, ama en alt çekmecede bir
anahtar var. Havluların altında. Arka sayfada bir telefon nu
marası olacak. Yanında ‘Şirin’ yazıyor. Onu bana verebilir
misin?”
“Sabahı beklese olmaz mı?” dedi Selma. “Gözlerim eskisi
gibi değil.”
“Lütfen. Bir telefon görüşmesi yapmam gerekiyor” dedi Pe
ri. “Bu gece.”
“Pekâlâ, bekle biraz” dedi Selma iç geçirerek. “Bakalım,
yapabilecek miyim.”
“Ah, anne...”
“Evet?”
“Defteri sonra yine kilitler misin?”
“Dur şimdi, adım adım gidelim” dedi Selma bezgince. “Ka
rıştırma kafamı.”
Peri, annesinin ahizeyi kenara bırakıp uzaklaşan adımla
rını dinledi. Altdudağım kemirerek bekledi. Uzakta, ikinci
köprünün ışıklan altında, yeşilimsi bir maviye bürünmüştü
deniz. Camdaki yansımasını inceledi, kam ının biraz yağ bağ
ladığını memnuniyetsizlikle fark etti. Yine de korktuğu gibi
hızla yaşlanmamıştı daha. Yaşlanmanın farklı yollan vardı
belki de. Kimilerinin önce bedeni soluyordu, kimilerinin zih
ni, kimilerinin de ruhu.
Beynimizde, hafızanın saklandığı kuytuda bir müzik kutu
su vardı adeta - eski bir melodinin notalannitçalan, sın dö
külmüş bir müzik kutusu. Unutmak istemediğimiz ama ha
tırlamaya da cesaret edemediğimiz ne var ne yoksa buraya
saklanmıştı. Stres ya da travma anlannda ya da bazen se
bepsiz yere pat diye açılırdı kutu, her şey etrafa saçıhrdı. Pe
ri şu anda yaşadığı şeyi aynen buna benzetiyordu.
“Bulamadım” dedi Selma soluk soluğa kalmıştı.
“Sonra bir kez daha bakar mısın, ne olur? Bulunca beni
arar mısın?” | {
"page": 179,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
182
“Televizyon seyrediyordum” diye itiraz edecek oldu Selma
«m » hemen uzlaşmacı bir tavır takındı. “Peki, e li
ni yaparım.”Iıı;ı:^ ı
Aralan eskisine göre çok daha iyiydi Sanki Mensur yok
luğuyla onlan yakınlaştırmıştı, ölüm ünün yarattığı boşluk,
paylaşılan bir alana, duygudaşlığa dönüşmüştü.
"Bir şey daha” diye ekledi Peri. Tfelefonum çahndı. Adnan’a
mesaj atabilirsin ama ona bir şey söyleme. Sadece ‘Evi ara’
yaz, ben seni ararım.”
"Neler oluyor?” diye sordu Selma, sesinde bir kuşku tını
sıyla. "Şirin, şu İngiltere’deki deli kız değil mi?”
Peri yüreğinin hop ettiğini hissetti.
"Niye konuşmak istiyorsun onunla?” diye sıkıştırdı Selma.
"İyi bir kız değildi o. öy le arkadaş olmaz olsun.”
A m a en iyi arkadaşım dı diye geçirdi Peri aklından, dilini
tuttu. Ş irin , M ona ve ben. Üçüm ûzdük iş te : Günahkâr, İn a
nan ve Şaşkın. M ünkir , M üm in ve M ü tered d it
"Çok zaman oldu” dedi Peri onun yerine. "Artık yetişki
niz hepimiz. Kaygılanmanı gerektirecek bir şey yok. Eminim
çoktan unutmuştur.”
Söylediklerine kendi de inanmaya çalışsa bile hiçbirinin
doğru olmadığım biliyordu. Şirin kolay kolay geçmişi geride
bırakamazdı. Tıpkı Peri’nin bırakamadığı gib i | {
"page": 180,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Bekâret kuşağı
İstanbul, 2000
Peri rüzgârlı bir geç sonbahar günü vardı İstanbul’a, abi*
sinin düğünü için. Doğduğu şehri çok özlemişti - burada ya
şarken kendim ne kadar yalnız hissetmiş olursa olsun, uzak
larda daha da yalnızdı. Bavulunu yere koyduğu an uzun bir
"yapılacaklar üstesi’* buldu karşısında: ziyaret edilecek akra
balar, «îiM M k armağanlar, bekleyen vazifeler.
Peri şunu çok çabuk anladı ki, o yokken, Nalbantoğullan
hanesindeki hava daha da ağırlaşmış, gerilim artmıştı. Ev
deki gerginliğin bir sebebi, eskiden beri süregelen bildik me
seleydi - annesi ile babasının arasındaki atışmalar. Ama yeni
bir etken daha vardı: düğün hazırlıkları. Gelinin ailesi, b iri
cik tuzlarına la yık , şatafatlı bir düğünde ısrar etmişti. Kira
lanan salon son anda daha büyük bir mekânla değiştirilmiş
ti; bu da daha fazla kişi davet edilmesi, daha fazla yemek si
pariş edilmesi, neticede daha fazla para harcanması demekti.
Yine de kimse tatmin olmamıştı. Aileler birbirlerine latif söz
ler söyleyip iltifatlarda bulunsalar da, nezaket cilasının al
tında yoğun bir hoşnutsuzluk vardı.
Düğün gününün sabahı Peri, evi sarmalayan enfes koku
larla uyandı. Mutfağa gittiğinde annesini, papatya desenle
riyle kaph bir önlük giymiş vaziyette, üç değişik börek yapar
ken buldu: ıspanaklı, peynirli, kıymalı. Selma insanüstü bir
hızla hamur açıyı»', yumurta çırpıyor, bir yandan temizlik ya
pıyı»; yavaşlayacak gibi de görünmüyordu. | {
"page": 181,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
184
Bu arada kızının geldiğini gören Mensur gözlerini gazete
sinden -senelerdir okuduğu sol eğilimli günlük gazete- kal
dırmadan homurdandı: “Pericim, söyle şu kadına, kendini
boş yere helak ediyor!*
“Pericim, esas sen söyle şu adama, bugün oğlu evleniyor,
ama o hâlâ sandalyesinde oturmuş gazete okuyor" diye ya
pıştırdı hemen Selma. “İnsan bir yardım eder!"
“Neye yardım edeyim?" diye itiraz geldi hemen. “Hiçbir şe
ye karıştırmıyor ki beni. Para harcamaya gelince, ver Men
sur; karar almaya gelince, sus Mensur!”
Peri iç geçirdi. “Çocuk gibisiniz ya; yorulmadınız mı didiş
mekten?"
Cevap vermek yerine babası gazete sayfasını hışırdata
rak çevirdi, annesi oklavayı hışımla hamurun üstüne indirdi.
Tampon bölge oluşturmak ister gibi aralarındaki bir sandal
yeye oturdu Peri. “Ee?" ded i “Nasıldı kına gecesi?"
Selma dudaklarım büzdü, cam gibiydi bakışları. “Kaçırdın.
Orada olman gerekirdi."
“Gelemeyeceğimi söylemiştim" dedi Peri. “Derslerim var
dı."
“Herkes seni sordu, haberin olsun. Arkamdan dedikodu
ediyorlar, ‘Büyük oğul ortada yok, kız ortada yok; ne biçim
aile bunlar?* diyorlar."
Peri’nin abisi Umut, geleceğini söylediği halde son anda
fikrini değiştirmişti. Hapisten çıktığından beri o küçük sahil
kasabasında münzevi bir hayatı tercih ediyordu. Yüzünde,
geçimini sağlamak için boyadığı deniz kabuklan kadar kırıl
gan bir tebessümle, “evim" dediği kulübesinde turistler için
ufak tefek şeyler yapıyordu. Geçmişte birkaç kez onu ziyare
te gitmişlerdi. Her zaman kibardı ailesine karşı ama yaban
cı, ulaşılmazdı bir o kadar da. İstanbul’a dönmeyi arzu etme
diği aşikârdı. İki çocuklu, dul bir kadınla beraber yaşıyor
du (Selma bundan hiç hoşlanmasa da ses etmiyordu). Kadın, | {
"page": 182,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
185
Umut’un ekseriya iyi olduğunu ama bazen “ruhsal sorunlar”
yaşadığını söylüyordu; anlattığına göre Umut kollarında, ba
caklarında, karnında kesikler açmıştı. “Kimseye zarar ver
mez” diyordu kadın, “ama kendine bir şey yapar diye korku
yorum.” Ne kadın açmıştı tam olarak ne kastettiğini, ne de
Nalbantoğullan sormaya cesaret etmişti. Öyle bilgiler vardı
ki bu dünyada, bilmemek daha emindi.
“Anneciğim affedersin, gelebilecek olsam gelirdim ” dedi
Peri, Selma’nm gönlünü almaya çalışarak; onunla kavga et
meye niyeti yoktu. “Anlatsana, nasıldı?”
“Ay, bildiğin kına gecesiydi işte, öyle ahım şahım bir şey
değil” dedi Selma. “Ama karşılığında onlan pırlanta yağmu
runa tutmamızı bekliyorlar, o ayn.”
Selma, titiz bir muhasebeci gibi, Nalbantoğullannm cebin
den çıkan her kuruşa karşılık, diğer ailenin ne kadar harca
dığının; gelinin misafir listesine karşılık, damadın kaç kişi
davet edeceğinin hesabını tutuyordu. Sanki aniden hayatla-
nnın orta yerinde bir bakkal tartısı belirmişti; ailelerden bi
rinin tartının bir kefesine koyduğu her ağırlık, diğer tarafça
dengelenmek zorundaydı. Peri, annesinin bir yandan her şe
yi mukayese edip yalanırken, bir yandan da gelinin annesiy
le telefonda liseli kızlar gibi şakalaşıp kıkırdaşarak güle oy
naya sohbet etmesini hayretle izliyordu.
Ama masraflar bir yana, Selma gelininden memnundu.
“Allah için, fevkalade bir hoca getirdiler kına gecesine” di
ye devam etti. “Bülbül gibiydi sesi! Herkesi ağlattı. Kız ta
rafı bizim yedi nesil ecdadımızdan daha dindar. Hocalardan,
şeyhlerden geliyorlar.” Sözcükleri bastıra bastıra söylemişti
ki kocasının kulağına gitsin.
“Şahane!” diye karşılık verdi Mensur köşesinden. “Demek
ki soylarında bir o kadar kâfir ve imansız var. Pericim, an
latsana annene, ‘diyalektik yasası’ diye bir şey var herhalde.
Yadsımanın yadsınması. Her ilke karşıtım yaratır, her karşıt | {
"page": 183,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
186
kendi dogmasını. Nerede fazla hacı hoca varsa, bir o kadar
da günahkâr vardır illaki!”
Selma kaşlarım çattı. “Peri, söyle şu adama, ipe sapa gel
mez şeyler geveliyor yine.”
“Baba, anne, kesin şunu lütfen” diye mırıldandı Peri bit
kince. “Abim mutlu ya, iyi bir eş buldu ya, önemli olan bu.”
Gerçi gelini yalnızca birkaç kez görmüştü. Gamzeli yanak
ları, hafif hafif kırpıştırdığı ela gözleriyle alımlı bir genç ka
dındı. Altın burma bileziklere düşkündü; biraz da utangaç.
Başı örtülüydü. Peri sonradan öğrenmişti ki, kız başörtüsü
nü, Dubai tarzı denilen şekilde bağlıyordu. Konuyu araştır
mıştı. İstanbul tarzı meğer yuvarlak yüzlere daha iyi gidiyor
muş; Dubai tarzı oval yüzlere, Körfez tarzı da köşeli yüzlere.
Devasa bir “Islami moda endüstrisi” gelişmişti. Ya yeni orta
ya çıkmış olmalıydı ya da daha evvel Peri’nin gözünden kaç
mıştı. “Özel tasarım türbanlardan “haşema”lara, “tesettür
pantolonlarına kadar başlı başına bir moda akımı ve para
basan koskoca bir sektördü.
Babasının da dahil olduğu kimi laik/modem tanıdıklarının
aksine, Peri’nin örtülü kadınlarla bir alıp veremediği yoktu.
Şu dünyada herhangi birine kılık kıyafetinden dolayı ayrım
cılık yapılması fikri bile tamamen yabancı geliyordu ona. İn
sanların kafalarının üstünde ne olduğundan ziyade içinde ne
olduğuna önem veriyordu. Ama işte tam da bu noktada kim
selere söyleyemediği bir husus vardı. Evet, bunu ana babası
na açmamıştı, hatta kendine bile itiraf etmekte zorlanıyordu
ama Peri gelini beğenmiyordu. Zira kızın okumakla, kitap
larla hiç ilgisi yoktu. Eline kendiliğinden bir kitap almamış
tı muhtemelen. Yan yana geldiklerinde onunla sohbet etmek
te zorlanıyordu. Popüler televizyon dizilerine ya da kalça-ba-
sen-eriten-diyetler gibi Peri’nin zerrece ilgilenmediği konu
lara meraklıydı kızcağız. Tabii doğrusunu söylemek gerekir
se, müstakbel kocası da gelinden daha az cahil değildi. Zaten | {
"page": 184,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
187
Peri, abisi Hakan’ı da küçümsüyordu içten içe. Küçük abisiy
le en son ne zaman şöyle kafa kafaya verip doğru dürüst bir
şeyler konuştuklarım hatırlamıyordu bile.
Şayet Peri’ninki bir nevi “entelektüel züppelik” ise, sade
ce gençlere yönelikti. Zira bilgi ve habere ulaşma konusun
da genç nesil kadar şanslı olmayan yaşlıları hep ayn tutu
yordu. Onlara asla kızmıyordu. Ama kendi akranlarının, he
le ki dergi-kitap alabilecek durumda olup da okumayanların,
hatta klasik romanlara mobilyalarıyla uyumlu dekoratif eşya
muamelesi yapanların sığlıklarına tahammül edemiyordu.
“Eğer bir gün âşık olursam, kesin o kişinin beynine âşık
olacağım” diye söz verdi kendisine. “Tipi ya da konumu umu
rumda değil, varsa yoksa aklı, zekâsı, birikimi.”
♦ * *
Düğün için kiralanan mekân, Boğaz’a nazır lüks bir ote
lin salonuydu. Saten masa örtüleri, ipek çiçekler, yaldızlı de
vasa fiyonklar giydirilmiş sandalyeler, kemerlerle ve şeker
den el yapımı yapraklarla süslenmiş sekiz katlı bir pasta ve
ortada ha bire renk değiştiren kristal bir ağaç. Peri, bunca
şatafatın annesiyle babasının ceplerinde koca bir delik açtı
ğının farkındaydı. Aldığı kısmi bursa rağmen, Oxford’daki
masrafları -h ele liranın sterlin karşısında değer kaybettiği
hesaba katıldığında- zaten epeyce yük oluyordu aile bütçe
sine. İngiltere’ye döner dönmez yan-zam anlı bir iş bulmaya
karar verdi.
Çok geçmeden konuklar gelmeye başladılar. Her iki tara
fın akrabaları, komşuları -v e “çağırmazsak ayıp olur” kate-
gorisindekiler- koca salona sıralanmış süslü masalara yer
leştiler. Yeni evliler gergin görünüyordu; damat herkese el
sallıyor, gelinse hep yere bakıyordu; biri fazlasıyla taşkın,
beriki fazlasıyla sessizdi. Gelin, gümüş sırma ve parlak do- | {
"page": 185,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
188
re taşlarla işlenmiş fildişi rengi taftadan, dantelli, uzıın kollu
bir gelinlik giymişti; katalogda “klas, göz kamaştırıcı teset
tür gelinlik” diye tarif edilm işti bu model. Zarifti ama biraz
kalıncaydı kumaş; spotların altında daha şimdiden ter dökü
yordu kızcağız. Siyah smokini içindeki damat sıcaklayınca
ceketini çıkardı. Gelin için böyle bir seçenek yoktu. Konuk
lar birer birer yanlarına gelerek genç çifti tebrik ettiler; al
tınlar ve lira, dolar, avro cinsi banknotlar taktılar. Kızın ge
linliği kısa sürede o kadar çok para ve altınla kaplandı ki, fo
toğraf çektirmek için ayağa kalktığında çılgın bir heykeltıraş
elinden çıkma tuhaf bir heykel gibiydi.
Bu arada am atör bir m üzik grubu bir kenarda çalıyor
du. Anadolu türkülerinden sevilen Beatles şarkılarına uza
nan bir yelpazeden seçmişlerdi melodilerini. Araya ne kadar
•
uyumsuz olsa da kendi parçalarından bir ikisini de sıkıştır
maktı niyetleri. Ne de olsa rock grubuydular, para için çalı
yorlardı düğünlerde. Kız tarafının itirazlarına rağmen salo
nun bir köşesinde alkol servisi yapılıyordu. Mensur inat et
miş, eğer şarap-rakı olm azsa oğlunun en mutlu gününde
bulunmamakla tehdit etm işti herkesi. Konukların çoğu al
kolsüz içeceklere meyletse de barın yerini keşfedenlerin sa
yısı hiç de az değildi. Bu bölgeye ilk ayak basanlardan biri
de gelinin amcası olmuştu üstelik. Adam kadehleri öyle hız
la deviriyordu ki bu gidişle zilzum a sarhoş olacaktı; gecenin,
Mensurcu en keyiflendiren ayrıntılarından biri buydu.
Peri diz boyu, mavi-yeşil bir elbise giymişti. Kuaför ona öy
le koca bir topuz yapmıştı ki kafasının ağırlık merkezi değiş
mişti. Şimdi konuklarla tek tek konuşması, bol bol gülümse
mesi gerekiyordu. Kaçacak delik arıyordu. Bir yandan çocuk
ları sevip yaşlıların ellerini öper, akranlarının gevezelikleri
ni dinlerken, genç bir adamın gözlerini dikmiş ona baktığını
fark etti. Canı sıkıldı, rahatsız oldu. Delikanlı ha bire süzü
yordu Peri’yi. Öyle uzaktan, nazikçe beğenisini ifade eden ve | {
"page": 186,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
189
orada da duran, geri çekilen bir bakış değildi bu. Talep eden,
ısrar eden, hükmeden bir bakıştı. Ne kadar saldırgan, na
sıl da kabaydı. Göz göze geldiklerinde Peri hoşnutsuzluğunu
belli etmek için kaşlarım çattı. Ama delikanlı sanki karşılık
almış gibi küstahça gülümsedi ve bakmaya devam etti.
Yanm saat sonra Peri tuvalete giderken aynı genç adam
birden yolunu kesti. Kolunu Peri’nin geçişini engelleyecek şe
kilde duvara dayadı. “Tam bir peri gibisin” dedi. “Annenler
ismini doğru koymuş besbelli.”
Peri kanımn tepesine sıçradığını hissetti; kelim eler pal
dır küldür dökülüverdi ağzından. “Yahu kim verdi sana böy
le konuşma hakkını? Gözlerini diktin bakıyorsun saatlerdir,
ne hakkın var?”
Delikanlı afallamıştı, gözlerini kırpıştırdı. Kolunu zar zor
indirdi. Az önce yüzünü kaplayan o kendinden emin sırıtışın
yerini bariz bir husumet almıştı. “Kibirlidir demişlerdi senin
için, dinleseymişim. Oxford’a gidiyorsun diye bizi beğenmi
yorsun!”
“Ne alakası var bunun Oxfordla?”
“Küstah kaltak” diye fısıldadı adam, kısık ama Peri’nin
duyabileceği bir sesle. Sonra da yürüyüp gitti.
Kalakaldı Peri. Sarsılmış ve afallamış halde bir başma di
kildi. Ne kadar kolay mekik dokuyordu ifrat ile tefrit arasında
insanlar - ama bilhassa bu topraklardaki erkekler. Doğu di
yarında erkek kalbi, tıpkı sarkaç ucundaki küre gibi bir uçtan
bir uca savruluyordu. Abartılı hayranlık ile abartılı hor gör
me arasında gidip geliyordu; daha dün “tutku” olan duygular
anında “nefret”e dönüşüyordu. Hep “taşkınlık” üzerine kuru
luydu erkeklerin karşı cinsle münasebetleri. Deli divane aşın
âşık oluyor, aşın arzuluyor, kendi istedikleri olmazsa bu sefer
de aşın tepki verip nefret ediyorlardı - hep ama hep aşınydı.
Salona geri döndüğünde, gelinle damadı herkesin dört göz
le beklediği danslarını ederken buldu Peri. Her yandan üst | {
"page": 187,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
190
lerine abanan düzinelerce gözün baskısı altında, baston yut
muş gibi dik sırtları ve kaskatı elleriyle, birbirlerine doğru
dürüst dokunmadan tutunarak beraberce salınıyorlardı; ay
nı hipnotizmanın içine sıkışıp kalmış iki uyurgezer gibiydi
ler. Aralarında en ufak bir çekim olmadığını o an fark etti Pe
ri. Üzüldü. Demek bu da bir aşk evliliği değildi - daha nice
leri gibi.
Peri’nin içinde sakladığı kadınla olması beklenen kişi ara
sında bir uçurum açılıyordu. Geldiği çevreyle seçmeyi istedi
ği yaşam tarzı arasında kapanmaz bir mesafe vardı. Ama ka
rarlıydı. O böyle bir gelin olmayacaktı. Annesinin hayatını
tekrarlamayacaktı.
“Belki de asla buralardan biriyle evlenmemeliyim” diye
düşündü aniden. Bu fikir öyle tuhaf ve tersti ki ona öğretilen
her şeye, birileri ne düşündüğünü gözlerinden okur diye kor
karak bakışlarım yere indirmek zorunda kaldı. Evet, kocası
nı farklı bir kültürden seçecekti. Ne kadar uzak olursa o ka
dar iyi. Bir Eskimo en iyisi! Aqbalibaaqtuq adında biri.
Ana babasmm tepkilerini hayal ederek gülümsedi. Babası
Eskimo damadını iki tek atmaya davet ederdi herhalde; ba
lık kafası çorbası, fok etinden yeni mezelerle. Bu arada anne
si adamı Müslüman yapmakta ısrar ederdi tabii. Sünnet de
ettirirlerdi. Aqbalibaaqtuq olurdu Abdullah; sonra abisi Ha
kan, Eskimo’yu alır, dışarı çıkarırdı, yol yordam öğretmek
için; hele bir de kahvehanelerde yanlış tiplerle vakit geçirir
se, başlardı o da çok geçmeden buralı erkeklerin nicesi gibi
davranmaya; sırf pipisi olduğu için ayrıcalıklar, öncelikler ta
lep etmeye. Peri ile Aqbalibaaqtuq’un kutup aşkı, ataerkil ge
leneklerin hararetine dayanamaz, erir giderdi.
Gece yansını geçe düğün noktalandı. Kalan konuklar bi
rer birer veda edip orkestra üyeleri de toplanıp çıkınca geriye
sadece yakın aile fertleri kaldı. Ertesi sabah, yeni evliler bir
haftalık halayına çıkacaklardı. Akdeniz kıyısında, harem-se- | {
"page": 188,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
lamlık plajları, SPA’lan ve diskolarıyla bilinen ve bu yüzden
epeyce tartışma konusu olan, lüks bir otele gideceklerdi.
Ama bu geceyi, hem Selma çok ısrar ettiği için, hem de ko
laylık olur diye, Nalbantoğullannın evinde geçireceklerdi.
Gelinin şehrin diğer yanında yaşayan annesiyle babası da
davet edilmişti. Böylece, ellerinde çantalar, sepetler ve ipek
ten bir buketle, hep beraber doluştular minibüse. Yılın bu
vakti için beklenmedik derecede soğuktu hava; bora, intikam
peşindeki mağdur bir ruh gibi vuruyordu camlara.
Minibüs yağmurun kayganlaştırdığı sokaklarda hızla iler
lerken, Peri gelinin annesinin çantasından kırmızı bir kurde
le çıkarıp kızının beline bağladığını fark etti. Bekâret kuşağı.
Peri usulca iç çekti. Gene de fazla üzerinde durmadı; yanmda
oturan abisiyle akşam hakkında sohbet etmeye çalıştı. Ama
ketumdu Hakan. Alnı hafifçe terlemişti, yorgun ve gergin gö
rünüyordu. Peri de çok geçmeden sustu, düşüncelere daldı.191 | {
"page": 189,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Hastane
İstanbul, 2000
Eve vardıklarında, yeni evlilere ebeveyn yatak odası veril
di, gelinin ana babasıysa Peri’nin odasına yerleştirildi. Böyle-
ce Selma’yla Mensuba oğullarının odasında yatmaktan ve yıl-
lar sonra ilk kez aynı yatağı paylaşmaktan başka seçenek kal
mamıştı. Peri ise oturma odasındaki kanepede idare edecekti.
Peri dişlerini bile firçalayamadan, başını yastığa koyar
koymaz, bir yorgunluk dalgasının üstüne çöktüğünü hisset
ti. Uykuyla uyanıklık arasında, uzak mırıltılar -son ışıklar
da kapatılmadan önce havada uçuşan birkaç kelim e- çalındı
kulağına. Birisi dua ediyordu. Kim olduğunu tahmin etmeye
çalıştı ama ne yaşı vardı duyduğu sesin, ne de cinsiyeti. Belki
de düş görmeye başlamıştı. Koridordaki camili minareli du
var saatinin ninni gibi gelen tik taklarını dinleyerek, göğsü
her solukta inip kalkarak, öylece dalıp gitti.
Bir saat sonra -belk i daha fazla- sıçrayarak uyandı. Bir
ses duyduğunu sandı ama emin olamadı. Dirseğine dayana
rak doğruldu, kaskatı ve hareketsizdi. Kulak kesilmiş bek
lerken, o mu karanlığı dinliyordu, karanlık mı onu, bilemedi
bir an. Soluğunu tutarak kalp atışlarım saydı: üç, dört, beş...
Ses yine geldi. Birisi ağlıyordu. Hıçkırıklar arasında, fırtı
na öncesi ortalıkta dolanan karasineklerin vızıltısını andıran
sabit bir mırıltı duyuluyordu arkadan. Derken bir kapı açıl
dı, sertçe kapandı; şayet cereyan değilse tek bir sebebi olabi
lirdi: bir öfke patlaması.
Kötü bir şeyler olduğunu sezse de, kendi kendine geçeceği | {
"page": 190,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
193
umuduyla geri yattı. Ama sesler daha da arttı. Fısıltılar yük
selip bağırtı oldu, ayak sesleri koridor boyunca yankılandı ve
fondaki hıçkırıklar yakarışlara dönüştü.
“Ne oluyor yahu?” dedi Peri yataktan kalkarken; korkulu
sesi ondan önce ulaştı evin derinliklerine.
Annesiyle babasının yattığı odaya vardı. Selma kalkmış
tı, yüzü kâğıt gibi beyazdı. Babası ellerini arkasında kenet
lemiş, ileri geri volta atıyordu. Abisi Hakan yanlarındaydı;
parmaklarının arasında yanan sigarasından arada derin ne
fes alıyordu. Peri onlara bakarken bu insanların hiçbirini ta-
nımıyormuş gibi tuhaf bir hisse kapıldı; aile fertlerinin kılığı
na girmiş yabancılar vardı sanki karşısında.
“Neden herkes ayakta?” diye sordu Peri.
Abisi öfkeyle baktı ona; kısılmış gözleri bıçak sırtı gibi in
cecikti. “Sen karışma. Odana git!”
“Ama...”
“Git dedim!”
Peri bir adım geriledi. Daha önce Hakan’ı hiç böyle görme
mişti. Öteden beri kolay hiddetlenen bir tip olsa da abisi, bu
sefer öfkesi kontrolsüz ve şiddetliydi.
Oturma odasına döneceğine ebeveyn yatak odasına yönel
di; aralık kapıdan, üzerinde geceliğiyle yatağın kenarında
oturmuş ağlayan gelini gördü; koyu renk saçlan omuzlarına
dökülmüştü. Annesi bir yanında, babası bir yanındaydı.
“Yemin ederim ki doğru değil” dedi gelin hırıltılı bir sesle.
Tükenmiş görünüyordu.
“O zaman neden böyle bir şey söylüyor?” diye sordu anne
si hiddetle.
“Ona mı inanıyorsun, kendi kızma mı?”
Anne bitmeyecek gibi gelen bir an boyu sustu. “Doktor ne
derse ona inanırım.”
Peri, sanki transa girmiş gibi, ağır ağır idrak etti az önce
duyduğu seslerin nedenini. Abisi, gelinin bakire olmadığına | {
"page": 191,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
194
kanaat getirerek öfkeyle fırlamıştı yatak odasından.
“Ne doktoru?” diye sordu gelin; kızarmış, korku dolu göz
leriyle pencereden dışarıya, şehre doğru baktı. Ay bulutların
arkasından bir anlığına süzüldü; kesif karanlıkta gümüşi bir
para gibi parladı, tekrar yok olmadan evvel.
“Bu işin asbm öğrenmenin tek yolu bu” dedi kadın, ayağa
kalkarken; elinden tutup çekerek kızım da kaldırdı yataktan.
“Anne yapma lütfen” dedi gelin; alçacıktı sesi, bir inci ta
nesi kadar ufak.
Ama kadının dinlemeye niyeti yoktu. “Git mantolarımızı
al” dedi kocasına. Hemfikir olduğu için değil, alışkanlıktan
başım salladı adam.
Kan beynine sıçrayan Peri, annesiyle babasının yanına
koşturdu. “Baba, durdur onlan. Hastaneye gidiyorlar!”
Pamuklu pijam alan içindeki Mensurcun yüzünde kaybol
muş bir ifade vardı. Bir tiyatro oyununda aniden sözlerini
unutuvermiş bir oyuncuydu sanki, dili dolanmıştı. Bir kızma
baktı, bir de o esnada önlerinden geçen gelin ile anne babası
na. Yıllar önce, polisin evlerini bastığı gece üzerine çöken ça
resizliğin aynısını hissediyordu.
“Durun biraz sakinleşelim” dedi Mensur. “Başkalarım bu
işe karıştırmaya hiç gerek yok. Biz bir aileyiz artık.”
Gelinin annesi elini sallayarak savuşturdu bu laflan. “Eğer
suç kızımdaysa kendim veririm cezasını. Ama Allah biliyor ya,
eğer oğlunuz yalan söylüyorsa, pişman ederim bu yaptığına.”
“Lütfen... öfkeyle kalkan zararla oturur demiş atalanmız”
dedi Mensur.
“Bırak ne yaparlarsa yapsınlar” diyerek araya girdi Ha
kan; sigara dumanlan kıvnldı burun deliklerinden. “Ben de
öğrenmek istiyorum gerçeği. Ne tür bir kadınla evlendiğimi
bilmeye hakkım var.”
Peri ağzı bir kanş açık bakakaldı abisine. “Nasıl böyle bir
şey dersin?” | {
"page": 192,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
195
“Kes sesini!” dedi Hakan, ağzından çıkan kelimelerin sert
liğine uymayacak kadar duygusuz, dümdüz bir sesle. “Bu işe
karışma dedim sana.”
* * *
Çok geçmeden en yakındaki hastanede bir bankın üstüne
dizilmiş oturuyorlardı hepsi. Gelin hariç.
Seneler boyu unutmayacaktı o geceyi Peri: kayıp bir kıta
nın haritasını andıran tavandaki çatlaklar, hemşirelerin be
ton zemin üstünde tıkır tıkır yankılanan ayak sesleri, dezen
fektan ve ne kadar dezenfektan kullanılırsa kullanılsın yok ol
mayan kan ve enfeksiyon kokulan, duvarların türbe yeşili ile
yosun yeşili arasında karar kılamamış boyası, bir harfi düş
müş “Acil Servi” tabelası... Bu alakasız detaylara bakarken
hep aynı düşünce zihnini oyuyordu: Aslında şu anda o muaye
ne odasında yatan kendisi olabilirdi! Evet, şayet okumaya de
vam etmek yerine evlenmiş ya da evlendirilmiş olsaydı, koca
sı (ya da onun ailesi) bu tür saçmalıktan ciddiye alsaydı, böyle
bir hastanede benzer bir muamele görmesi muhtemeldi.
Peri, gerdek gecesi krizlerini daha önce işitmişti ama bu
tür şeylerin başkalanmn -ücra köylerde, kasabalarda yaşa
yanların ya da taşra âdetlerini şehre taşıyanların- başına
geldiğini varsaymıştı hep. Gecenin kör bir saatinde bekâret
muayenesine bulaşacak bir aile değildi onunkisi. Öyle zan
netmişti bunca zaman. Çocukluğundan beri ahileriyle eşit
muamele görmüş, hatta biraz kayınlm ıştı. Anne babası ta
rafından baş tacı edilmiş, sevilip şımartılmıştı. Yine de, her
pencerede tüller arkasında izleyen, yargılayan gözler olduğu
nu çabuk öğrenmişti. Küçük bir mahallede büyüdüğü için aş
maması gereken sınırlan, ne giyilip ne giyilmeyeceğim, ya
bancıların yanında nasıl oturulacağını, akşam dışan çıkınca
eve kaçta dönüleceğini bellemişti. Yani ekseriya.
Lise yıllannda, sınıf arkadaşlannm çoğunun başını döndü | {
"page": 193,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
1 9 6
ren isyan ve itaatsizlik ruhu uzun sûre Peri’yi etkilememişti.
Akranları bir yandan tabulan devirir, bir yandan birbirleri
nin kalplerini kırarken, o sakin bir hayat sürmüştü. Ama lise
sonda işler değişm işti Aşık olmuştu Peri. Ve bu kısa ama ce
sur aşk, o göne dek koruduğu sınırlan yıkıp geçmişti. Avrupa
edebiyatı okuduğu için kendisine la f eden o solcu sevgilisiy
le yatmıştı. Bir değil, birkaç kez. Oğlan istediği için değil, en
başta kendi istediği için. Tabii bunların hiçbirini ana baba
sı bilmiyordu. Ailenin “sevgili kızı* konumu meğer ne kadar
uçucuydu. Ne çok isterdi şimdi ayağa kalkabilmeyi; abisine
ve gelinin ailesine veryansın edebilmeyi. Yapmadı. Yapama
dı. İkiyüzlü hissetti kendini. Kendisi ne bakire ne evli olduğu
halde burada oturmuş bir başka genç kadının bekâret mua
yenesinin sonucunu bekliyordu; -mış gibi yapıyordu.
“Niye bu kadar uzun sürdü yahu? Bir sorun mu var aca
ba?* dedi gelinin babası. Bunu söylerken ayağa fırlamış, son
ra hemen geri oturmuştu.
"M rii ki yok* diye çıkıştı karısı. Kadın o kadar gergindi ki,
nöbetçi doktor iki kez gelip sesini alçaltmasını söylemek zo
runda kalmıştı.
Bir saat geçti; ya da onlara öyle geldi. Nihayet doktor ha
nım göründü. Miyop gözleri gözlüğünün ardında alev alevdi.
Gizlemeye gerek duymadığı bir tiksintiyle süzdü onlan. Yap
tığı şeyden nefret ettiği ve bunu yapmaya mecbur ettikleri
için onlardan daha da çok nefret ettiği aşikârdı.
“Madem merak ediyorsunuz, söyleyeyim, kız bakire* dedi
doktor. “Bazılan kızlık zarsız doğar, bunu biliyor muydunuz?
Bazı kızlık zarlan cinsel birleşmede yırtılmaz. Keza bazdan
da basit bir fiziksel faaliyet esnasında, sporda, hatta koşar
ken yürürken yırtılmış olabilir. İlla da iki damla kan bekle
mek akl», bilime, tıbba aykm .”
Matımı» yapıyordu; geline yaşattıktan utanan hiç olmazsa
bîr nebzesini onlara tattırmak istiyordu. | {
"page": 194,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
197
“Genç bir kadının psikolojisini mahvettiniz. Eğer onun iyi
liğini düşünüyorsanız, bir terapiste götürmenizi tavsiye ede
rim. Hadi şimdi gidin artık. Gerçekten derdi tasası olan has
talarımız var. Sizin gibiler sadece zaman kaybettiriyorsunuz
bize. Yazık!0
Başka bir şey söylemeden arkasını dönüp gitti. Tam bir da
kika boyunca kimse konuşmadı. Sonunda sessizliği un ufak
eden, gelinin annesi oldu.
“Allahım sen büyüksün0 diye bağırdı kadın. “Kızıma kara
çalmaya çalıştılar. Ama yüce Allahım suratlarına şamar in
dirdi, ‘Siz bir bakireyi nasıl lekelersiniz? Gonca gülü nasıl
kirletirsiniz?9 Oh olsun!0
Peri, babasının başım önüne eğdiğini gördü gözünün ucuy
la; sanki “Yer yanlsa da içine girsem0 der gibi beton zemine
dikmişti gözlerim.
“Oğlunuzmuş beceremeyen, duydunuz mu? O erkek gibi
erkek olmayınca kızımın elinden ne gelir? Asıl sizin oğlunuzu
alıp bir yerlere götürmeniz lazımmış!0
“Hanım, sakin ol0 diye mırıldandı kocası. Tedirgin, utan
mış görünüyordu.
Adamın müdahalesi kadını daha da öfkelendirdi. “Neden
miş? Onlar bize neler etti. Eden bulur, bey! Eden bulur!0
Tam o sırada, koridorun aşağısında bir kapı açıldı ve ge
lin göründü. Ölçülü, telaşsız adımlarla onlara doğru yürüdü.
Annesi bir anda ileri fırlayarak sanki yas tutar gibi dizlerini
dövmeye başladı. “Gonca gülüm0 dedi. “Sana nasıl kıydılar?
Sana atmaya çalıştıkları çamurlarda kendileri yuvarlanırlar
inşallah kuzum!0
Gelin, annesini duymazdan gelerek çıkışa doğru ilerledi
kararlılıkla. Nalbantoğlu ailesinin -v e bacaklarım bankı tit
retecek kadar şiddetle sallayan dam adın- önünden geçerken
çenesini dimdik tuttu, dönüp kimsenin yüzüne bakmadı. Pe
ri, kızın manikürlü, kınalı ellerini ve keskin, mor çiziklerle | {
"page": 195,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
198
oyuk oyuk olmuş avuçlarını gördü. Bu berbat gecede tanık ol
duğu hiçbir şey onu bu ayrıntı kadar etkilemeyecekti. Genç
bir kadının bekâret muayenesi sırasında tırnaklarını avuçla
rına gömerek açtığı izler...
"Feride... bekle ne olur* dedi Peri aniden, ilk kez adıyla
hitap ediyordu kıza. O güne dek hep ya "o", ya "gelin" ya da
"sen" olmuştu Peri için.
Feride biraz yavaşlaşa da ne durdu, ne arkasına baktı. Dos
doğru yürüdü; peşinde anne babasıyla otomatik kapılardan çı
kıp, gözden kayboldu.
Peri içinin öfkeyle dolup taştığım hissetti - bencilliği ve
kendine güvensizliği yüzünden bu felakete neden olan abisi
ne; gidişatı durdurmak için yeterince gayret etmeyen ana ba
basına; bir insanın değerini bacak arasında arayan yüzlerce
yıllık bu k of ve karanlık geleneğe; ama en çok da kendisiney-
di öfkesi. Feride’ye yardım etmek için bir şeyler yapabilirdi
ama yapmamıştı. Hep böyle oluyordu. A şın gerilim anların
da, tam da harekete geçip çaba göstermesi gerekirken, adeta
donuyor, uyuşuyordu. Hisleri, birer birer söndürülen ampul
ler gün küretiyordu.
Düğün için kiralanan minibüsle eve dönerken yalnız kal
mıştı Nalhantoğullan. Hakan arabayı kullanıyordu; Mensur
arkaya geçmiş, Peri ise annesinin yanına oturmuştu.
"Şimdi ne olacak?" diye sordu Peri endişeyle.
"Hiçbir şey olmayacak inşallah" dedi Selma. "Çikolatamı
zı, çiçeğimizi, takılarımızı alıp, özür dilemeye gideceğiz. Ger
çi hastaneye gitme fikri bizden çıkmadı ama neyse. Artık eli
mizden geleni yapacağız gelinimizi geri almak için."
Peri bir an düşündü. "Bu kadar korkunç bir başlangıçtan
sonra yürür mü ki o evlilik?"
Sehna’nın çehresinde çarpık bir tebessüm belirdi; yüzünün
yansı bir sokak lambasının ışığıyla alev alevdi, yansıysa göl
gede. "Ah Pericim, çoğu evlilikler bundan daha çatlak temel | {
"page": 196,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
199
ler üstüne inşa edildi, inan bana. Bir şeydk olmaz inşallah.*"
Peri hayretle, belki de ilk kez dikkatle baktı annesine. Ve
işte o kısacık anda, ürpertici bir huzursuzlukla, ana babası
nın evliliğinin aslında göründüğü gibi olmayabileceği şüphe
si düşüverdi aklına. Sanki bir badire atlatmışlardı kankoca.
Birçok badire. Bugünkü hallerinin sebepleri geçmişin dehliz
lerinde sakhydı.
Aklı, büfede -görülm eyecek bir yerd e- duran çerçeveli fo
toğrafa gitti. Annesiyle babasının stüdyoda çekilmiş düğün
fotoğrafıydı bu. Kaskatı, gülümsemeden, rahatsız bir poz
içinde hapsolmuş gibi duruyorlardı. Arkalarında yabani orki
deler, uçuşan kazlardan oluşan saçma bir fon vardı. Annesi, o
zamanlar daha örtülü olmayan başına yapma papatyalardan
örülmüş bir taç takmıştı; çiçeklerin plastik güzelliği en az çif
tin mutluluğu kadar sahteydi.
Peri düşüncelerinden sıyrıldı. Annesinin elini yakala
dı, hafifçe sıktı. Selma da kızının elini tuttu, sımsıkı. Ok de
fa birbirlerine böyle yakınlaşmışlardı. Her zaman saplantı
lı, aşın takıntılı ve gereksiz yere gözü yaşlı biri olarak gör
düğü bu kadının kendine ait içsel bir direnci olabileceği gel
di Peri’nin aklına.
Kızının içinden geçenleri sezmişçesine, “İmanlı insanım
ben” dedi Selma. “Allah’a sığımnm. Başımıza gelenlerin bir
nedeni var mutlaka. Biz bilmesek de O biliyor.”
Yanaklarındaki pembelikten, gözlerindeki kıvılcımdan an
nesinin samimiyetini görebiliyordu Peri. Selma öyle içten bir
teslim iyetle yaklaşıyordu ki inanca, âciz değil adeta daha
güçlü çıkıyordu. Evet, doğru, din hep erkekleri kayırıyordu.
Ama annesi gibi imkânları sınırlı kadınlara ekstra bir me
tanet ve kudret de veriyor olabilir miydi acaba? Ertesi gün,
Peri, aklında yanıtlarını bulamadığı birbirinden çetrefil soru
larla İngiltere’ye döndü. | {
"page": 197,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
İstanbul, 2016
Telefonu kapatır kapatmaz hızla yemek inananına döndü
Peri. Annesinden Şirinin telefim numarasını alamadığı için
düş kırıklığına uğramıştı. Gerçi ona ne diyeceğine, doğru söz
cükleri bulsa bile Şirin’in dinleyip dinlemeyeceğine dair en
ufak fikri yoktu. Geçmişte, Örfim i Üniversitesini bıraktık
tan sonra birkaç kez aramıştı Şirini. Ama skandalin üzerin
den az zaman geçmişti. Aralarında açılan yara henüz tazey
di. Şirin onunla konuşmak istememişti. Bunca sene sonra af
fetmiş miydi, bilmiyordu Peri.
Yemek salonuna girdiğinde reklamcı kadını içki dolabının
yanında dikilirken buldu. Belli ki onu bekliyordu.
“Sen yokken kardeşim i aradım* dedi kadın; dudakla
rı gülümsese de gözleri donuktu. “Onunla aynı zamanlarda
Ozford’da bulunman ilgisini çekti. Eminim, ikinizin ortak ta
nıdıkları vardır.*
Peri aynı ciddiyetle karşılık verdi. “Ozfbrd büyük bir yer.*
Kadın duymazdan gelerek devam etti: “Ona şu skandala
karıyın hocayla çekilmiş bir fotoğrafının olduğunu söyledim.
Çok şaşırdı*
Soluğunu tuttu Peri. Yüzü dingin kalsa da, bakışları kay
gısını açık ediyordu.
“Profesörün adı neydi? Kardeşim söyledi ama unuttum.*
“Azur” dedi Peri usulca; isminin harfleri dudaklarını yaktı
ateşten damlalar gibi. | {
"page": 198,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
201
“Hah, aynen! TVıhaf bir isim olduğunu biliyordum!* Söyle
diğini vurgulamak istercesine parmaklarını şıklattı. "Şeyy,
kardeşim merak etti... sana sormamı istedi, Azuı'un öğrenci
si miydin?”
“Hayır, profesörü pek tanımazdım* dedi Peri hiç duraksa
madan. “Fotoğraftaki kızlar öğrencileriydi. Ben sadece onla
rın arkadaşıydım. Zaten koptuk gittik.*
“Yaa, öyle mi?” dedi kadın; hayal kırıklığı belli olsa da işin
peşini bırakmaya razı değildi. “Faeebook’u dene. Ben bütün
üniversite arkadaşlarımı öyle buldum vallahi, hatta ilkokul-
dakileri bile. Nohutlu pilav günlerimiz filan oluyor...*
İşgalci bir düşman ordusu gibi özel hayatını ve geçm işi
ni yağmalayan bu can sıkıcı kadından kurtulmak hevesiy
le başını salladı Peri. AzuFun ismini -başarılarını, ödülleri
ni, kitaplarını, fotoğraflarım, söyleşilerim - kaç kez internet
ten bulup okumuştu halbuki. Tabii skandali da. Her şey ora
da yazılıydı. Bir daha silinmemek üzere işlenmişti sanal or
tama. Bunların hiçbirini anlatmayacaktı tabii ki kadına.
“Kardeşim dedi ki, bu profesörün dersini alan bir Türk kı
zı varmış o zamanlar. Bütün şehrin diline düşmüşler. Öyle
diyor.*
Aralarında soğuk bir hava esti. “Ne demek istiyorsun?* di
ye sordu Peri; sesi de, bedeni de kaskatı.
“Hiiiç, sadece merak ettim* dedi reklama kadın pişkin piş
kin.
Berduş geldi bir an Peri’nin gözünün önüne. Sıska bede
ni, insanın içine işleyen gözleri, egzamalı elleri, Bally kokla
yışıyla. Ayrıcalıklı konumuna ve parasına rağmen, bu kadın
da ondan daha az bağımlı değildi. Kendi hayatından bir sü
reliğine kaçabilmek için, başka insanların mahremiyetini de
şiyor; sırlar ve dedikodularla dolu bir torbanın içine burnunu
sokup soluyor, soluyordu.
“Keşke sana anlatabileceğim daha ilginç şeyler olsaydı* | {
"page": 199,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
202
dedi Peri; “ilginç” kelimesi kısacık bir an duraklattı onu. “Sı
radan bir öğrenciydim ben, öyle skandallara filan karışmak
için fazla sessiz sedasız bir tiptim.”
Reklama kadın, sahte bir empatiyle dudaklarım büzdü.
“Kardeşinle bir daha konuştuğunda, başka biriymiş der
sin.”
“Ah, tabu ki.”
Böylece masaya döndüler. Yemeğin geri kalanı boyunca ka
dınla göz temasından kaçmdı Peri. Ona yalan söylediği için
kötü hissetmiyordu kendini. Geçmişini bir yabancıya, hele de
dedikodular ve skandallar peşinde koşan akbaba-türünden-
bir-yabanaya, ifşa edecek değildi.
Tam olarak yalan da sayılmazdı aslına bakılırsa. Ne de ol
sa bugün olduğu kadından çok farklı bir Peri’ydi gençliğinde.
Değişmişti. Bir zamanlar, Profesör Azur isminde bir adamın
önce öğrencisi, sonra da felaketi olan kız o değildi de başka
sıydı sanki... | {
"page": 200,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Akşam koşusu
O rford, 2000
Okula döner dönmez Peri derslerine gömüldü. Bekâret
muayenelerinin yaşandığı bir ortamdan kalkıp, çiftlerin ra
hatça el ele dolaşıp öpüştükleri, cinselliğin tabu olmadığı bir
yere gelmek kafa karıştırıcıydı. Zaten onun kafası hep ka
rışıktı ya! Sabahlan, alıştığı orta şekerli, bol köpüklü Türk
kahvesine benzemeyen filtre kahvesini alırken insanlan in
celerdi. Yüzlerinde dalgın ifadeler, ellerinde kitap defterleriy
le bir binadan diğerine koşturan öğrencilere ve hocalara ba
kar, “içlerinden kaçı dünyanın başka yerlerinde hayatın neye
benzediğini biliyor acaba?* diye merak ederdi. Oxford’m -y a
da herhangi bir yerin - arzın merkezi olduğunu zannetmek
ne kadar kolaydı.
Çarşamba günü, akşam karanlığı çökerken kütüphane
den çıktı. Neredeyse üç saattir okuyordu; beyni tıka basa bir
sürü düşünceyle doluydu. Bazen bütün okuduklarını, duyup
gördüklerini zihnindeki mahzenlerde topluyonnuş gibi geli
yordu Peri’ye; orada incelenip elden geçiriliyor, sonsuza dek
saklanacakları bölümlere yönlendiriliyorlardı. Yani insa
nın, kendi beyninin tam olarak ne bildiğini bilmemesi pekâlâ
mümkündü.
••
Koşuya çıkmaya karar verdi. Ödünç aldığı kitapları bıra
kıp, ayakkabılarını değiştirmek üzere odasına uğradı. Sonra
temposunu yavaş yavaş artırarak Hollywell Sokağı’ndan aşa
ğı koşmaya başladı. Yüzüne çarpan meltemden hoşnuttu. | {
"page": 201,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
204
Karanlıkta göz kırpışlan andıran reflektörleriyle bisiklet
liler geçti. İnsanlar her yere -dükkânlara, restoranlara, ders
le re - bisikletle gidiyorlardı; hele kıdemli bocalan, rüzgârda
uçuşan cüppeleriyle, bisiklet üstünde görmek PerTnin en ho
şuna giden manzaralardan biriydi O da bir bisiklet edinmiş
ti ama birkaç kez üzerinde dengesini kaybetmişti. Öğrenme
si gereken şeylerden biriydi bu da — tıpkı muthı olmak gün.
Her zamanki rotasından çıkarak, «umum terk edilmiş hissi
veren sokaklar ve yollar boyunca koştu, tmınsîz kış bitkileri
nin kokusunu içine çekerek bir köşeyi döndü. Aniden durdu,
soluk soluğaydı. Kendini duvardaki bir posterle burun buru
na buldu.
O ziord Ü niversitesi sunar:
TANKI TARTIŞMASI
Profesör Robert Fovrler, Profesör John Peter
ve Profesör A. Z. Azur
Çağımızın en parlak dimağlarının bu müthiş tartışmasını
Peri’nin güzleri kocaman açıldı. A. Z. Azur. ŞirinTu bayıldı
ğı profesör buydu işte. Posterde yazan gün, saat, yere baktı.
Bugündü. Saat beşte. Doğa Tarihi MüzesTnde.
Panel çoktan başlamıştı. Mekân, en azından bir kilomet
re uzaktaydı. Yetişse bile bileti yoktu. Bilet bulma ihtimali
varsa bile üstünde para yoktu! Velhasıl içeri nasıl gireceği
ne dair hiçbir fikri olmamasına rağmen hemen oracıkta ka
rar vererek yönünü müzeye doğru çevirdi, derin bir nefes ahh
ve başladı son sürat koşmaya. Öylesine hevesli ve kararlıydı
Azur denen bu adam kimin nesiymiş anlamaya. | {
"page": 202,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Üçüncü yol
Oxförd, 2000
Peri, dağılmış saçlan ve alnında boncuk boncuk ter dam
lalarıyla hedefine ulaştığında güneş, ardında kehribar rengi
basık bir gökyüzü bırakarak çoktan batmıştı. “Bir bilim ka
tedrali9 olarak tasarlanmış görkemli neo-goflâk binaya soluk
soluğa yaklaştı. Qxford’da mimari iki kategoriye ayrılıyordu:
hatırlayan ve hayal eden. Doğa Thrihi Müzesi aynı anda hem
hatırlayıp hem hayal edebilen eserlerdendi. Çakıl taşlarını
ezerek yürürken, binayı hayranlıkla seyretti Peri.
Ana girişte, sırtlarında parlak mavi gömlekler ve yüzlerin
de sıkılmış ifadelerle, biri kız, biri oğlan, iki görevli öğrenci
duruyordu.
“Tartışmayı izlemek için geldim* dedi Peri, nefesini topar
lamaya çalışarak.
“Biletin var mı?* diye sordu oğlan. Kızd saçlı, kepçe kulak
lı, sırık gibi bir tipti. Çenesi biraz çıkıktı.
“Ee... hayır* dedi Peri kaygıyla. “Cüzdanım da yanımda
değil.”
“Olsa da fark etmezdi.” Başım iki yana salladı oğlan. “Haf
talar önce tükendi biletler.*
Kendini tutamadı Peri. “Ya, ama ta buraya kadar koştum!*
Kız, Peri’nin içtenlikle verdiği bu yanıt karşısında anlayış
la gülümsedi “İnan ki bitmek üzere zaten, geç kaldın.*
Bir umut ipliğine tutunarak, “Büç değilse bir göz atabilir
miyim?” diye sordu Peri.
Kız omuz silkti. İtiraz etmedi. Ama oğlan izin vermedi. | {
"page": 203,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
206
“Olmaz, kurallara aykırı" dedi, beklenmedik şekilde kendi
ni otorite konumunda bulan ve bundan sonuna dek faydalan
maya kararlı birinin çıkara ses tonuyla.
“Tartışmanın tamamı kaydediliyor. Daha sonra ücretsiz
gösterimi olacak" dedi kız.
Peri tatmin olmamıştı. Yine de başını salladı. “Peki, teşek
kürler."
Arkasını döndü. Lambaların solgun ışığında somurturken,
hayal kırıklığına uğramış bir çocuğu andırıyordu. Birisi ona
içeri girmeyi neden bu kadar çok istediğini sorsa verebilece
ği tek yanıt vardı: sezgi, içinden bir ses, bunca zaman aklı
nı kurcalayan sorulardan önemli bir kısmının bu panelde ele
alındığını söylüyordu. Bu sezgiden cesaretle, anayola doğru
gitmek yerine oyalandı; bir yan kapı bulmak ümidiyle bina
nın etrafında dolandı. Omzunun üstünden girişe doğru tek
rar baktığında beklenmedik bir şey fark etti: Görevli kız ar
tık orada değildi. Öteki görevli oğlan ise birkaç saniye bekle
di, sonra binaya girip gözden kayboldu.
Peri ani bir dürtüyle harekete geçti. Kapının korumasız
kalmasından faydalanarak müzeye girdi. Her zaman kural
lara riayet ederdi halbuki. Birden deli cesareti gelmişti üze
rine. içeride dikkatle ilerledi; görevli oğlamn her an bir köşe
den atlayıp onu dışan atmasından korktuğu için bütün du
yulan tetikteydi. Ama kimse yolunu kesmedi. TANRI TAR
TIŞMASI yazan işaretleri izleyerek kısa 6ürede kendini bü
yük, kalabalık bir salonda buldu.
Öğrencilerden ve akademisyenlerden müteşekkil bir izle
yici topluluğu sıkışık sıralarda pürdikkat oturmuş, bakışla
rını sahnedeki dört kişiye dikmişlerdi, içlerinden biri BBC’de
çalışan tanınmış bir gazeteciydi; tartışmanın moderatörlüğü-
nü üstlenmişti. Diğer üçü konuşmacıydı. Peri onlan dikkatle
inceledi; hangisinin Profesör Azur olduğunu o kadar çok me
rak ediyordu ki! Başladı dinlemeye. | {
"page": 204,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
207
ilk profesörün -zek i bakışlı, çekik gözlü, cılız bir adam -
başı keldi. Galiba ne zaman hoşuna gitmeyen bir şey duysa
hafif kırlaşmış sakalım çekiştiriyordu. Gri takım elbise, pem
be kareli gömlek, kırmızı pantolon askısı, ince gülümseme
sinin altından ara sıra kaçıveren hafif kavgacı ve nobran bir
hali vardı.
En yaşlıları olan diğer profesörün yüzü yayvan, yanakla
rı al, saçlan seyrekti. Heyecanlandığında içine çekmeyi unut
tuğu koca bir göbeği vardı. Üzerindeki kızıl-kahve ceket ada
ma ya dar geliyor ya sıkıntı veriyor olmalıydı, zira kambur
oturuşundan ve dağınık bakışlarından rahatsızlık okunuyor
du. Sahneye çıkıp Tann tartışmaktansa torunlarıyla evde za
man geçirmeyi tercih edecek tonton bir dede izlenimi bırak
mıştı Peri’de.
Üçüncü konuşmacı ise diğerlerinden ayn olarak moderatö-
rün solunda tek başına oturuyordu. Sanya çalan kahverengi
dalgalı saçlan omuzlanna dökülüyordu; iri, neredeyse hey
betliydi burnu. Çenesi köşeli, alm genişçeydi. Saklı bir gü
lümsemeyle seyircileri süzerken, gözlük camlannın ardında
uzak yıldızlar gibi ışıldıyordu gözleri. Yaşım kestirmek zorsa
da, fiziği ve duruşu diğerlerinden daha genç olduğunu ele ve
riyordu. Peri, Şirin’in anlata anlata bitiremediği profesörün
bu olduğundan emindi.
“Muhteşem bir tartışma dinledik. Kışkırtıcı, düşündürü
cü fikirler duyduk. Kendim ve herkes adına konuşmacılan-
mıza teşekkür ediyorum” dedi nihayet moderatör. Yorulmuş
bir hali vardı. Akademik kibarlık cilasının altında gerginlik
ler yaşandığını sezen Peri, kendisi gelmeden önce neler ko
nuşulduğunu merak etti.
“Şimdi söz hakkını dinleyicilere verme zamanı. Bazı temel
kuralları hatırlatayım: Sorularınızı kısa ve öz tutun. Lüt
fen seyyar mikrofonu bekleyin, konuşmaya başlamadan ön
ce kendinizi tanıtın.” | {
"page": 205,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
208
Bir heyecan kıpırtısı, tıpkı bir buğday tarlasını yalayıp ge
çen esinti gibi yayıldı salona. Birkaç el derhal fırladı havaya;
cesur ve atak olanlar belliydi.
Bk sözü bir erkek öğrenci aldı. Kendini kıaara tanıttıktan
sonra, Antik Yunan ve Eski Bosna’dan başlayıp Ortaçağ’a ka
dar uzanan bir tarih ve felsefe incelemesine girişti. Her za
man çıkardı böyleleri. Soru sormaktan ziyade kendi nutukla
rını atmaya hevesli birkaç seyirci olurdu. Oğlan Rönesans’a
vardığında dinleyenler huzursuzlanmaya başlamıştı; gaze
teci araya girdi. "Ihmam da, soru sormaya niyetiniz var mı,
yoksa bize vaaz mı vereceksiniz?"
Kahkahalar yükseldi. Öğrenci kızardı; nihayet -h â lâ bir
soru sormamış halde- mikrofonla vedalaşabildi. Tabii gönül
süzce.
Ayağa kalkan bir sonraki kişi siyah cüppeli bir din ada
mıydı; belki bir Anglikan rahibiydi, Peri onlan birbirlerinden
ayıramıyordu. Paneli dinlemekten keyif aldığım ama ilk ko
nuşmacıya katılmadığını söyledi. Dinin özgür tartışmaların
önünde engel teşkil ettiği savı doğru değildi, Hıristiyan kili
sesinin tarihi karşıt örneklerle doluydu. Oxford da dahil ol
mak üzere, Avrupa’daki birçok üniversitenin tohumlan teo
loji üzerinden atılmıştı. Yani dini kurumlar üniversitelere ev-
rilmiştL Ateistlerin kendi görüşlerini belirtmeye haklan var
dı ama gerçekleri saptırmamak şartıyla.
Peri anladı ki kel kafalı, sakallı profesör ateistti. Onunla din
adamı arasında kısacık bir tartışma geçti. Profesör, dinin özgür
tartışmanın yandaşı olmak bir yana, ezeli düşmanı olduğunu
söyledi. Spinoza hahamların öğretilerini sorguladığında kim
se filozofun akhna övgüler yağdırmaınışti; aksine, onu sinagog
dan ihraç etmişlerdi. Aynı davranış kahhı Hıristiyanlık ve İs
lam tarihlerinde de mevcuttu. Kendini bilime ve açık fikirlili
ğe adamış biri olarak dinin sultası altına girmeye niyeti yoktu.
Mikrofona ıranan bir sonraki dinleyici orta yaşh, zarif bir | {
"page": 206,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
209
kadındı. İhrih boyunca dini otoriteler tarafından yargılanan
Doğulu ve Batılı filozoflardan örnekler verdi; bilim ile dînin
katiyen yan yana duramayacağım söyledi. O da ikinci profe
söre verdi veriştirdi. Peri anladı ki tonton görünümlü konuş
macı, dindar bîr akademisyendi
Ateist meslektaşı kadar güçlü bir hitabet yeteneği olmasa
da, yoğun bir İrlanda aksamyla konuşan ve her kelimeyi tadı
çıkarılmamı gereken leziz bir yiyecekmiş gibi ağzında dolaştı
rıp vurgulayan ikinci profesörün yumuşak ama bezgin bir üs
lubu vardı. Din ile bilim arasında kan uyuşmazlığı olmadığı
nı iddia etti. Kendi alanlarında mahir kimi bilim insanları
nın, özel hayatlarında son derece inançh olduklarım biliyor
du. D anrinln de kendini ateist olarak görmediğini sözlerine
ekledi. Günümüzde “sarsılmaz ateist* olarak yüceltilen bir
çok bilim insanı aslında teistti.
Bn arada, boş bir koltuk bulamayan Peri bir duvara yas
lanmıştı. Saçlan alnına dökülen ve avucunu çenesine daya
mış halde oturan, her konuşmayı dikkatle dinleyen Azuı'u
inceliyordu. Bu konumda uzun süre kalamayacaktı profesör.
Zira bir sonraki soru ona yöneltilecekti.
Ön sıradan genç bir kadın ayağa kalktı. Geriye attığı
omuzlan ve tavandan vuran ışığın altında parlayan simsiyah
atkuyruğuyla dimdik duruyordu Arkadan bakınca bile he
men tanımıştı Peri on u Şirin’di bu!
“Profesör Azur, ben kendimi özgür, bağımsız bir ruh adde
diyorum. İçine doğduğum dinle, kültürle-biçbir zaman barı
şık olamadım. Din konusunda ahkâm kesenlerin ukalalığına
dayanamıyorum. Hahamların, rahiplerin, imamların emin
tavrından da hoşlanmıyorum. Basmakalıp laflar bana göre
değiL Pardon «m «t hiç işim olmaz. Sizin kitaplarınızda öfke
mi ve eleştirilerimi anlayan bir ses buluyorum. Hassas konu
lara tf»w»«mqn önyaıgısız bakabiliyorsunuz. Eserlerinizi ya
zarken aHmızda nasd bir okuyucu vaı?” | {
"page": 207,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
210
Azur kadifemsi bir tebessümle başını yana eğdi. Sesi din
gin; jestleri vurgulu, akıcı ve boldu. Ama Peri, profesörün
söylediklerinin çoğunu kaçırdı. Zira tam o esnada mavi bir
gömlek ilişti gözüne. Dışarıda gördüğü kızıl saçlı, kepçe ku
laklı görevliydi bu. Öğlanm kendisini aradığından korkarak
duvara doğru iyice büzüştü. Oysa genç adam, yüzünde su gö
türmez bir husumet ifadesiyle, ters ters sahneye bakıyordu;
gözünü özellikle bir konuşmacıya dikmişti: Azuı'a!
Şirin oturur oturmaz aynı oğlan ileri atılarak mikrofonu
kızın elinden kaptı. Aralarında tuhaf bir gerilim yaşandıysa
da Peri bulunduğu yerden tam olarak anlayamadı.
“Profesör Azuı'a benim de bir sorum var!” diye bağırdı oğlan.
Azur'un yüzü karardı. Başını ağır aksak sallayışından genç
adamı tanıdığı anlaşılıyordu. “Dinliyorum Troy” dedi buz gi
bi bir sesle.
“Profesör, ilk kitaplarınızdan birinde, sanırım İkiliği
J&rm’da, ne ateistlerle ne teistlerle tartışmaya girmek istedi
ğinizi yazmıştınız. Ama şimdi bakıyorum da tam da bunu ya
pıyorsunuz! Yoksa karşımda bir klon mu var? Ne değişti? O
zaman mı yanılmıştınız, yoksa şimdi mi hata yapıyorsunuz?”
Soğuk bir özgüvenle baktı Azur oğlana. “Sözlerimi eleşti
receksen evvela doğru alıntı yapmalısın. Ateistlerle ve teist
lerle asla tartışmam demedim. Benim dediğim...” Tek kaşı
nı kaldırdı hınzırca. “Kimsenin yanında var mı kitap? Ne de
miştim bakayım.”
Kahkahalar patladı. M oderatör hemen bir kitap uzattı.
Azur aradığı sayfayı çabucak buldu, “işte burada!” Usulca
boğazım temizleyerek -hem de bunu teatral bir şekilde yapa
ra k - okumaya başladı:
“Katı teistlerin de, katı ateistlerin de Kesinliğin Egemen
liğimi terk etmeye hazır olmadığını defalarca görmüşsünüz -
dür. Bu iki kesim arasındaki anlaşmazlık , tekerrürden iba
retti r. Birbirlerine aynı lafları döne döne tekrar eder durur | {
"page": 208,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
211
lar. Bu bir nakaratlar döngüsüdür. Tanrı’nın var olup olma
dığı tartışması kadar gereksiz , anlamsız ve sığ pek az tartış
ma mevcuttur. Buna tartışma denemez aslında " Azur, kita
bı kapatmadan önce boynunu uzatarak seyircileri taradı göz
leriyle. Gerisini aklından okudu. “Entelektüel bir tartışma
ya girmek âşık olmak gibidir. Öyle ki bittiğinde değişirsiniz,
başka bir insan olursunuz. Karşınızdaki kişi de değişir tabii.
Eğer fikrinizi gözden geçirmeye hazır değilseniz, kimseyle
hiçbir konuda tartışmaya girmeyin. Sadece değişime açık in
sanlar gerçek anlamıyla münazara edebilir. Yoksa egolarımız
zihnimizi kapatır, illaki haklı olma arzusuyla konuşanlar as
la diyalog kuramazlar. Geçmişte söylediğim buydu, şimdi de
aynısını söylüyorum.”
Yer yer alkışlar yükseldi dinleyicilerden. Moderatör atıldı:
“Korkarım zamanımız bitmek üzere. Dinleyicilerden son bir
soru alalım.”
Yaşlı bir adam ayağa kalktı. “Saygıdeğer hocalarım ıza
Tann üzerine yazılmış en sevdikleri şiir hangisidir diye sor
sam... inanıp inanmamalannın bir önemi yok.”
Dinleyiciler heyecanla kıpırdandılar oturduklan yerde.
“Benim en sevdiğim şiir, gününe göre değişir” dedi ateist
profesör. Lord Byron’ın Prometheus’ undan birkaç dize okudu.
“Şiir ezberleme konusunda hiç iyi değilimdir” dedi dindar
profesör. O da T. S. Eliot’tan birkaç dize aktardı, hatırlayabil-
diğince.
Sıra ona geldiği halde bir süre sessiz kaldı Azur. “Benim
ki Acem diyannm kadim şairi Hafız’dan” dedi. O kadar alçak
sesle konuşuyordu ki, pek çok dinleyici gibi, Peri de onu du
yabilmek için öne eğildi.
Ben Tanrı’dan o kadar çok şey öğrendim ki
Artık kendimi ne Hıristiyan, ne Hindu, ne Müslüman,
ne Budist, ne Musevi addediyorum... | {
"page": 209,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
212
Hakikat bana o kadar çok açddı ki
Artık kendimi ne erkek, ne kadın, ne melek,
Ne de hatta sa f bir ruh sayıyorum ...
Azur bu mısraları okurken gözlerini kaldırıp, seyircilerin
üstünden ötelere baktı. O an Peri çok tuhaf bir hisse kapıldı.
Sanki bu sözler, bu dizeler kendisi için sarf edilmişti. O ka
dar çok evhamı, endişesi, korkusu vardı ki ileride ne olacağı
na dair, bugünü yaşayamıyordu bile.
Moderatör belli etmemeye çalışarak saatine göz attı. “Ko
nuşmacıların her birinden son bir cümle alacak kadar zama
nımız kaldı. Baylar, görüşlerinizi birer cümleyle özetlemenizi
istesek ne dersiniz?”
Ateist profesör şöyle dedi: “Ben bilinen bir alıntıyı tekrar
layarak bitirmek istiyorum: Din, karanlıktan korkanlar için
uydurulmuş bir peri masalıdır .*
“O halde, ateizm de aydınlıktan korkanlar için uydurul
muş bir peri masalıdır* diye karşılık verdi dindar Katolik
profesör, İrlanda aksanıyla rleri hafifçe bastırarak.
Bütün başlar Azuı'a döndü. “Ben peri masallarım severim*
dedi haylaz bir ifadeyle. “Meslektaşlarımın her ikisi de ya
nılıyor. Biri inancı yok etmek istiyor, diğeri kuşkuyu. Anla
yamadıkları şey şu ki, insanın insan olmak için hem inanca
hem kuşkuya ihtiyacı var. Onlar mutlaklık arıyor, bense di
yorum ki mütereddit olmak nimettir. Mutlaklık donuk zihin
lerin eseridir. Arayışlar ve kafa karışıklıkları ise zekâ belir
tisidir. Bir mutlaklıktan bir başka mutlaklığa, bir katılıktan
bir başka katılığa savrulmak zorunda değiliz. Bir üçüncü yol
daha var! İkilemlerin ötesinde bir başka diyar. Orada buluşa
biliriz.*
Azuı'un söylediklerinin yeni bir tartışmayı ateşlemesinden
endiy>lep«>ıı moderatör hemen atıldı: “Vb tam bu noktada, de
ğerli konuklarımıza teşekkür ederek panelimizi bitirmek is- | {
"page": 210,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
tiyonım .” Bu etkinliğin gerek Ingiliz, gerek Ozford tartışma
geleneklerine mükemmel bir örnek olarak samimi, sansürsüz
geçtiğini ekledi. “Konuşmacılarımızı sıcak bir alkışla uğurla
yalım."
Dinleyiciler uzun süre alkışladılar. Derken nihayet sesler
dindi. Profesörlerle konuşmaya hevesli olanlar önlere doğru
geçmeye çalışırken, diğer dinleyiciler de aralarında fisıldaşı-
yorlardı. Geri kalanlarsa çıkışa doğru yönelmişlerdi.
Peri sağda solda konuşulanlara kulak kabartarak güruhla
birlikte ağır ağır ilerledi. Tam salondan çıkmadan önce arka
sına dönerek sahneye bir bakış firlattı. Daha yaşlıca iki pro
fesör birkaç tanıdıkla sohbet etmekteydi, moderatör notları
nı evrak çantasına tıkmakla meşguldü. Dördüncü koltuğun,
yani Azuı'unkinin önünde ise hayranlarından oluşan uzunca
bir kuyruk vardı. Peri kalabalıktan göremese de biliyordu ki
Şirin de aralanndaydı.213 | {
"page": 211,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Tehlike ikazı
lstanbuMDxford, 2001
ilk dönem, nasıl geçtiğini bile anlayamadan bitmişti. Yıl
başı tatili için eve dönen Peri, babasının sağlığının kötüleş
tiğini ve annesinin temizlik merakının saplantı düzeyine sıç
radığım fark etmemiş gibi davrandı. Yılbaşı gecesi, baba kız
televizyon karşısında oturdu, bir yandan kestane yiyip, bu
yandan dansöz seyrettiler - Mensur’un geleneksel yeni yıl
kutlama biçimi. Selma her zamanki gibi erkenden odasına
çekildi - uyumak için değil, dua etmek için. Umut da, Ha
kan da evden ayrıldıklarından bir tek ikisi kalmışlardı, baba-
kız; tıpkı eski günlerdeki gibi. Aralarındaki sessizliğin ken
dine özgü bir dili varmış gibi konuşmadan oturdular. Sadece
ikisine has o eski alışkanlıkları özlemişlerdi - deniz kıyısın
da miskin yürüyüşleri, menemen yapmayı, penceredeki kak
tüsün yanı başındaki portatif masada tavla oynamayı..
Bir hafta sonra Ozford’a döndü Peri. İstanbul’a art arda
iki kez seyahat etmek bütün parasım bitirdiğinden, yan-za-
manlı bir iş bulmaya kararlıydı. Aklında bir şey daha vardı:
Profesör Azur ile tanışmak! | {
"page": 212,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
215
aldı. Metal çerçeveli gözlüğü ve her daim zor bir denklemi ka
fasında çözmeye çalışıyormuş gibi dalgın bir hali olan Dr. Ray-
mond kısa boylu, asık çehreli bir adamdı. Denetimindeki her
öğrenciyi entelektüel kaynaklarını en mükemmel şekilde kul
lanmasını sağlayacak programı bulmaya teşvik ettiğini söyler
d i Öğrenciler ona bu yüzden Bay Teşvik lakabım takmışlardı.
Dr. Raymond Peri’ye ikinci yılında hangi dersleri alması
gerektiği konusunda uzun uzun nasihat verdi. Çok da esnek
lik söz konusu değildi aslında, tzin verilen birkaç seçmeli dı
şında program neredeyse sabitti.
“Almak istediğim bir ders daha var. Herkes harika olduğu
nu söylüyor” dedi Peri. “Yani herkes değil de bir arkadaşım
öyle diyor.”
“Peki, hangi dersmiş bu?” diye sordu Dr. Raymond, gözlü
ğünü çıkarırken. Yıllar içinde öğrencilerin birbirlerini yanlış
yönlendirdiğine defalarca tanık olmuştu. Birine “harika” ge
len ders, bir diğerini perişan edebiliyordu. Zaten gençler ha
bire fikir değiştirmekte mahirdi. En sevdikleri beş şarkı her
hafta nasıl farklıysa, dersler hakkındaki fikirleri de öylesine
oynaktı işte. Dönem başında göklere çıkardıkları bir dersi dö
nem sonunda yerin dibine batırabiliyorlardı. Okuldaki yirmi
üç yıllık hocalığı sonunda öğrenci takımına fazla seçenek ver
memenin daha doğru olduğuna kanaat getirmişti. Seçenek
ve kafa karışıklığı yapışık ikizler gibiydi.
Danışmanının aklından geçen düşüncelerden habersiz,
Peri devam etti: “Tann üzerine bir seminer. Profesörün adı
Azur. Tanıyor musunuz?”
Dr. Raymond’ın gülümsemeye sabitlenmiş dudakları nere
deyse algılanamayacak kadar küçük bir hareketle aşağı kıv-
nldı. Rahatsızlığını ele veren tek şey, bir kaşının hafifçe se
ğirmesi oldu. “Tanıyorum tabii; tanımayan var mı ki?”
Peri bir an durakladı. Ingilizler üstü kapalı konuşmakta us
taydı - bir sürü kültürel kod, çöz çözebilirsen. Türkler gibi öf | {
"page": 213,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
216
keyi öfkeyle, kıskançlığı kıskançlıkla, hiddeti hiddetle ifade et
miyorlardı ki. Hayır, onların konuşmaları katman katmandı.
Bu arada Dr. Raymond, hassas bir konuyu irdelemenin en
usturuplu yolunu arıyordu. Yeniden konuştuğunda her söz
cüğü dikkatle seçti, tane tane söyledi. Tıpkı somurtkan bir
çocuğa hayatın nahoş gerçeklerini izah eden bir baba gibi.
“Bak Peri, bu seminerin senin için doğru tercih olacağından
emin değilim.”
“Ama seçmeli listesinde olduğu sürece ilgimi çeken herhan
gi bir dersi alabileceğimi söylemiştiniz; bu ders de listede.”
“Hımm... Bana bu dersi niçin almak istediğini anlatabilir
misin?”
“Dersin konusu önemli benim için... ailevi nedenlerle.”
“Ailevi nedenler mi?”
“Evet, Tann tartışmalı bir konu evimizde. Ya da din demek
daha doğru. Annem ve babam zıt görüşlere sahipler. Bense
bu konuyu bilimsel ve akademik açıdan çalışmak istiyorum.
Tarafsızca.”
Dr. Raymond gırtlağım temizledi. “Dünyanın en büyük ki
tap koleksiyonuna sahip olmak gibi bir şansımız var burada;
Tann baklanda dilediğin kadar okuyabilirsin.”
“Ama bunu uzman bir profesör rehberliğinde yapmak da
ha iyi olmaz mı?”
Dr. Raymond bu soruyu yanıtlamak istemedi. “Burada söz
konusu olan profesör... eee... Azur... son derece bilgili, dona
nım lı... ama öğretme teknikleri, alışılm ışın biraz dışında.
Yani öğrencileri ikiye bölen bir ders bu: Bazılan çok seviyor
ama bazılan da aşın mutsuz oluyor. Sonra bana gelip şikâyet
ediyorlar.”
Peri kıpırdamadan oturuyordu. Tuhaftır, danışmanının is
teksizliği onun merakım daha da artırmıştı; artık iyice he
vesliydi bu dersi alma konusunda.
“Unutma ki bu küçük bir sınıf. Azur az sayıda öğrenciyi ka | {
"page": 214,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
217
bul eder; sonra da onlardan bütün seminer serisini iki dönem
içinde bitirmelerini bekler. Çok çalışmak gerek.”
“Çalışmaktan imtina etmem” dedi Peri.
Dr. Raymond iç geçirdi. “Peki, gidip Azurfa konuş, dersin
yazılı tanımını göstermesini talep et.” Usulca ekledi: “Tabii
eğer bir ders tanımı varsa.”
“Ne demek istiyorsunuz hocam?”
Dr. Raymond duraksadı, genelde güleç olan yüzünde bir
huzursuzluk dolaştı. Derken, Ozford’da bunca yıl daha evvel
hiç yapmadığı bir şeyi yaptı: tik kez bir öğrencinin yanında
bir meslektaşının arkasından olumsuz konuştu. “Bak, Profe
sör Azur biraz sıra dışı, tuhaf biri olarak bilinir. Kurallara uy
maz. Öğrencileri zorlar. Onun gibi ‘dâhilerin’ sıradan insanla
rın kural ve kaidelerine uyması gerekmediğim düşünür.”
“Peki...” dedi Peri merakla, “doğru mu?”
“Ne doğru mu?”
“Gerçekten dâhi mi?”
Dr. Raymond alaycılığının yanlış anlaşıldığım fark etti.
“İroni yapmak istedim.”
“Şaka yani? Anlıyorum...”
“Acele etme, sakin ol” dedi Dr. Raymond. Gözlüğünü yeni
den takarak konuşmanın bittiğim işaret etti. “Önce bir bak
bakalım, ders tanımım nasıl bulacaksın. Tereddüt edersen
gel yine konuş benimle, başka bir seçenek buluruz. Daha uy
gun bir ders.”
Yalnızca duymak istediğini duyan Peri ayağa fırladı. “Te
şekkür ederim hocam!”
Peri çıktıktan sonra danışmam dudaklarım büzerek dü
şünceli düşünceli durdu. Çenesi gerilm iş, burun delikleri
açılmış, parmaklan çenesinin altında kenetlenmiş halde ha
reketsizce oturdu. Sonunda, elinden geleni yaptığına karar
vererek omuzlarım silkti. Eğer o şapşal kız başından büyük
işlere kalkışırsa bunun tek suçlusu kendisiydi. | {
"page": 215,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Gençlik
İstanbul, 2016
“Anne ben artık gitmek istiyorum.”
Deniz, Peri’nin arkasında belirmişti birden. Arkadaşı da
yanındaydı, tki ergen sıkılm ış görünüyorlardı. Büyüklerin
dünyasına dahil olmaya can atmakla beraber, yan odadan
konuşmalara kulak kabartmaktan bunalmışlardı.
“Selim bizi eve götürecek” dedi Deniz,
izin istemiyor, yalnızca haber veriyordu anne babasına.
Diğer kız da geliyordu, o da kendi ebeveynini haberdar et
mişti. Planlarım yapmışlardı çoktan.
“Peki tatlım” dedi Peri. Yıllardır yanlarında çalışan şoför
leri Selim’e güveni tamdı. “Siz ikiniz önden gidin o zaman;
babanla ben de fazla gecikmeyiz.”
Konuklar gülümseyip gözlerini devirdiler. Ergen çocukları
olanlara tamdık gelen konuşmalardı bunlar.
“Ciao, kızlar!” dedi reklamcı kadın, oturduğu köşeden.
“Hadi size dışarıya kadar eşlik edeyim kızlar” dedi Peri,
sandalyesini geri iterek.
Adnan ayağa kalktı. “Sen otur hayatım. Ben yapanm.”
Göz göze geldiklerinde Adnan’ın çehresine sevgi dolu bir
ifade yayıldı. Polaroid konusundaki kızgınlığı geçmişti. Ka
patmıştı meseleyi; bu konuda başarılıydı Adnan; Peri’nin ak
sine mazinin peşini bırakmayı bilirdi. Sorumluluk almayı se
verdi. Böyleydi mizacı. Serinkanlı, makul bir adamdı; sorun
çözmeyi sever, çözemediğinde nasıl idare edeceğini bilirdi. | {
"page": 216,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
219
Perimden ne kadar farklıydı. Peri için mazi sivrisinek ısınğı
gibiydi; kaşıya kaşıya yara yapardı. Adnan ise tamir etmeye
meyyaldi; kırık parçalan onanrdı - kınk insanlan da. Yoksa
bana niye meyletsin diye düşündü Peri, bana karşı hissettiği
çekim başka nasıl açıklanır?
Kocasıyla kızı yanından geçerlerken Peri ayağa kalktı.
Bazı konukların bunu yakışıksız bir hareket olarak görece
ğini, hatta edebe aykın bulacağını bildiği halde Adnan’ı du-
daklanndan öptü. "Teşekkür ederim tatlım.” Bazen kocasına
küçük, sıradan şeyler için teşekkür ederken aslında çok da
ha büyük şeyler için teşekkür ettiği hissine kapılıyordu Pe
ri. Evet, kocasına minnettardı, onu karşısına çıkaran kade
re de. Sayesinde skandaldan sonra kendini, bedenini ve ru
hunu toparlamıştı. Ama “şükran” ile “aşk”ın aynı şey olmadı
ğının pekâlâ farkındaydı. Teşekkür borçlu olsa da kocasına,
âşık değildi işte.
“Beni dinle Farecik, iki tür erkek vardır: kırıp dökenler ve
tamir edenler. Birinci gruptakilere sırılsıklam abayı yakar,
âşık oluruz ama ikinci gruptakilerle evlenir, yuva kurarız .”
Ne tuhaftır ki hayat, Şirin’in teorisini haklı çıkarmıştı.
Gözlerinde şefkatle kızına döndü Peri. Tam ona sarıla
cakken kızının yüzünde Anne, lütfen yapma, bu insanların
önünde olmaz mesajı gördü.
“Seni seviyorum” dedi Peri alçak sesle.
Deniz bir an duraksadı. “Ben de seni. Elin nasıl?”
Peri kenarlarında kurumuş kan olan bandajı çevirdi, “iyi.
Yarına bir şeyi kalmaz.”
“Sakın bir daha böyle şeyler yapma” diye fısıldadı Deniz,
sanki o endişeli anne, Peri’yse haylaz kızıymış gibi. Sonra ko
nuklara dönüp, “Herkese iyi geceler!” dedi neşeli bir şekilde.
‘Yeter artık sigara içmeyin. Hiç iyi örnek olmuyorsunuz!”
“iyi geceler'’ diye yanıtladı çeşitli seslerden oluşan bir koro.
“Ah, gençlik!” dedi işadamının kansı, çocuklann arkasın- | {
"page": 217,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
220
dan. “Nasıl isterdim zamanı geri sarabümeyi. Altmışlı yaşlar
yeninin kırklı yaşlarıymış, falan filan... hepsi yalan. Gençlik
gibisi yok.9
“Ama hızlı yaşlanmak Doğu’ya özgü bir olay9 dedi meş
hur gazeteci. “Batıklara baksanıza. Kırış k ın ş, ak saçlılar
hâlâ yurtchşına çıkıp turistik gezi yapıyorlar. Sürüler halin
de Ayasofya’yı gezen ya da Efes’in taşlarında kuş gibi seken
Amerikalı dedeleri görünce utanıyorum vallahi. Dünyayı ge
zen yetmişlik bir Ortadoğulu turist hiç görmedim.9
“Kendi adına konuş9 dedi işadamı. “Gencim ben.9 Karısına
dönüp göz kırptı.
Ama işadamının kansı telefonunda mesaj yazmakla meş
guldü. Başım kaldırdığında yüzü ışıldıyordu. “Müjde! Med
yum on dakikaya burada. Şimdi haberleştik.9
“Harika9 dedi reklamcı kadın, arkasına yaslanıp Peri’ye
gülümseyerek. “Soracağımız çok şey var. Çocuklar da gittiği
ne göre artık muzır konuşabiliriz. Bundan sonra sansür yok,
sır »aklamak yok! Her şey ortaya çıksın!9 | {
"page": 218,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Renkli yabancı
Oxford, 2001
Daha önce hiç çalışmamıştı Peri. İş aramak için bakınma
ya nereden başlayacağını kestiremiyordu. Ama ders progra
mının yoğunluğuna ve haftada sadece belli bir sûre çalışma
sına izin veren öğrenci vizesinin getirdiği kısıtlamalara rağ
men kendine bir iş bulmakta kararlıydı. Bu yüzden kalkıp,
her konuda -h atta bilmediği konularda b ile - bir fikri olan
hayat ve eneıji dolu arkadaşının kapısını çaldı.
"İş deneyimlerini sıralayan bir özgeçmiş yazmalısın” şek
linde görüş bildirdi Şirin.
"Ama hiç deneyimim yok k i”
"Eh, uydur o zaman bir şeyler! İstanbul’daki bilmem ne
pizzacısmda garsonluk yapıp yapmadığını kim kontrol ede
cek?”
"Yalan söyle mi diyorsun yani?”
Şirin gözlerini devirdi. "Ah, kelimeler nelere kadir! Öyle
söyleyince feci geliyor kulağa. Hayal gücünü kullan, tek söy
lediğim bu. Biyografine makyaj yap. Makyaja da karşı oldu
ğunu söyleyecek değilsin herhalde!”
Kısacık bir an için iki kadın -b iri boyalı, diğeri tamamen
kozmetiksiz- birbirlerinin yüzlerine baktılar. Sessizliği Şirin
bozdu. "Sana yardım etsem iyi olacak.”
* * * | {
"page": 219,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
222
Ertesi sabah erken bir saatte, kapısının altından içeri atıl
mış bir zarf buldu Peri. Besbelli Şirin onun için bir CV ha
zırlamıştı bile. Ama ne CV! Okumasıyla arkadaşının odasına
yönelmesi bir oldu; kapıyı açık bulunca içeri daldı. “Bu ne?
Ben bunların hiçbirini yapmadım!”
Hâlâ yatakta, başı yastığın altında gömülü haldeki Şirin’den
boğuk bir yanıt geldi: “Ahhh. Biliyordum, hiçbir iyilik cezasız
kalmaz.”
“Şey... yardımın için teşekkür ederim” dedi Peri. “Ama be
nim İstanbul’un en uçuk kaçık bannda garsonluk yaptığımı
yazmışsın - kundaklanana kadar! Bir de Osmanlı elyazmala-
n çalışmışım! Hadım ağalan ve saray soytarıları üzerine uz
manlaşmışım. Ha, bir tane daha: Yazlan zengin bir ailenin
akvaryumundaki ahtapota bakmışım!”
Bu sefer somon rengi ipek pijamalan içinde doğrulup otur
du Şirin; aynı renkteki göz bandını alnına kaldırdı. “O son
kısımda biraz uçmuş olabilirim.”
“Sadece o kısımda mı? Bu uydurmacanın iş bulmama nasıl
bir faydası olacak?”
“Bak bunlan yazmamın sebebi seni daha... ‘renkli bir ya
bancı’ haline getirmek. İnan bana, okumuş yazmış Ingiliz-
ler çokkültürlülüğe bayılırlar. Çokkültürlülük ne demek pe
ki? Çokrenklilik demek. Senin, benim gibi tiplerin azıcık
eksantrik olmasını beklerler. Eğer yabancılar biraz heye
can -v e güzel yem ekler- getirmeyeceklerse kim ister onlan
İngiltere’de?”
Peri sesini çıkarmadı.
“Söylesene, sence ortalama bir İngiliz senin ülken hakkın
da ne bilir? Onlara sorsan Türkiye’de herkes ya yunuslarla
yüzüp kalamar yiyordur ya da çarşaf giyip Islami sloganlar
atıyordur.”
Kafası bir imge seliyle dolup taşan Peri gözlerini kırpıştırdı.
“Demek istediğim, ya cici bir imaj var kafalannda -güneş, | {
"page": 220,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
223
deniz, kumsal, Türk konukseverliği- ya da kasvetli bir imaj:
köktendinciler, Geceyarısı Ekspresi . En eğitimliler bile klişe-
lerden m uaf değil.” Şirin duvardaki lavaboda yüzünü yıka
mak için ayağa kalktı. "İster beğen ister beğenme, benden
duydukların acı gerçekler. Kültürel kalıplan alıp, onlarla eğ
leniyorum, fena mı? Her şeyle eğlendiğim gibi.”
Böylece elinde uydurmaca özgeçmişi, yollara düştü Pe
ri. Önce dükkân camlanna yapıştınlmış "Eleman Aranıyor”
ilanlan var mı diye bakındı. Yoktu. Cesaretini toplayarak bir
pastaneye girip yetkili kişiyle konuştu. Kibarca reddedildi.
Sonra anne babasıyla gittikleri pub*da denedi şansım. Sonuç
aynıydı. Uğradığı üçüncü yer en sevdiği kitapçıydı. Sahipleri
Peri’nin sorusu karşısında şaşırmış görünmediler. Öğrenciler
her zaman gelip yan-zamanlı iş var mı diye sorarmış meğer.
"Daha önce herhangi bir yerde çalıştm mı?” dedi adam.
Peri tereddüt etti. Onlan kandırmaya içi elvermedi. “Kor
kanın hayır. Ama kitaplan sevdiğimi biliyorsunuz.”
Kadın gülümsedi. "Şanslı günündesin! Önümüzdeki birkaç
hafta için bize yardımcı olabilecek bililerini anyorduk. Son
rası için söz veremeyiz. Belki ara ara, işler çoğaldığında gene
gelir çalışırsın. Ne dersin?”
“Mükemmel!” dedi Peri; kulaklanna inanamıyordu.
Kitapçıdan çıkarken bir kenarda, babasının en sevdiği
şair olan Ömer Hayyamin R ubailerini gördü. Bu eski, gü
zel, resimli baskıyı almadan edemedi. Dışanda yağmur atış
tırmaya başlamıştı. İncecik, ılık damlalar moralini yükselt
ti. Gülümsedi; CV’sini kitabın arasına koyup saatine baktı.
Bir sonraki derse bir saat vardı. İşte o zaman karar verdi gi
dip Profesör Azur^la tanışmaya ve şu meşhur Tann dersinin
programım almaya. | {
"page": 221,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Üçüncü bölüm | {
"page": 223,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
îskete
Oxford, 2001
Profesör Azur’u nerede bulacağını kestiremeyen Peri, onun
izini İlahiyat Bölümü’nde sürebileceğini tahmin etti. Madem
Tanrı üzerine bir ders veriyordu, orada olması gerekirdi her
halde. Böylece yola koyuldu.
Ortaçağdan kalma bu görkemli bina, Oxford’daki en eski
yapılardan biriydi. Birleşik kemerleri, oymalı ahşap kapılan
ve payandalanyla, uzaktan bakıldığında bir mimarlık şahe
serinden ziyade hülyalı bir ressamın fırçasından çıkmış zarif
bir suluboya tabloyu andınyordu. Sanki o kadim taşlar yüz
yıllarca süren rehavetten sıkılmıştı da, sıra dışı bir şeyler ol
masını diliyordu. Bir beklenti asılıydı havada. Adeta.
Peri içeri girdi usulca. On beşinci yüzyıldan kalma tonoz
lu tavan göz kamaştıncıydı. Dikey pencerelerin aydınlattığı
uzun koridorda, yerde bağdaş kurmuş, okuduğu kitaba dalmış
bir öğrenci dışında kimsecikler yoktu. Peri’nin ayak seslerini
duyunca başını kaldırıp baktı bu oğlan. Yüz hatlan pencere
den vuran eğimli ışıkta bir an silinir gibi olduysa da hızla net
leşti - kepçe kulaklar, kızılımsı saçlar, çilli yanaklar. Troldü.
“Tanrı Tartışm asının kapısında Peri’yi durduran, sonra da
içeri girip, Azur’a laf sokmaya kalkan görevli öğrenci.
“Hey, merhaba” dedi Peri ihtiyatla.
“Aa, n’aber?” Oğlan, Peri’yi hemen tanımıştı.
“Geçen gün müzedeydin. Orada mı çalışıyorsun?” diye sor
du Peri. | {
"page": 225,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
228
‘Tok ya, o gün gönüllüydüm. Ben de sefil bir öğrenciyim,
senin gibi.”
Peri, tartışma salonuna biletsiz sızdığı için paylanmaktan
korktu ama oğlan ya o gün bir şey fark etmemişti ya da şimdi
konuyu açmak istemedi. Onun yerine, Peri’ye nereli olduğu
nu, ne okuduğunu sordu. Dostane, hatta cana yakın davranı
yordu. Ordan burdan konuşup, biraz sohbet ettiler.
“Profesör Azuı'u arıyorum” dedi Peri az sonra, muhabbet
durakladığında. “Odası nerede biliyor musun?”
T ro/u n yüzü bir an ifadesizleşti. Tekrar konuştuğunda, se
si sönmüş bir balon gibi boştu. “Buralarda bulamazsın. Hem
niye arıyorsun ki o herifi?”
Sorgulanmayı beklemeyen Peri kem küm etti. “Şeyy... fi
kirleri ilgimi çekti de.”
“Aman sakın bana, Tann dersini almayı düşündüğünü
söyleme.”
“Niye ki?” diye sordu Peri. “Nesi var?”
“Nesi yok ki?” dedi Troy. “O adam hoca kılığına girmiş bir
kurt!”
“Pek sevmiyorsun, ha?”
“Azur beni seminerinden attı. Utanmaz. Dava açtım. Mah
kemeye kadar yolu var.”
“Vay canına!” dedi Peri. Öğrencilerin hocalanndan resmen
şikâyetçi olabileceklerini bilmiyordu. “Şey... Dersten atılma
na üzüldüm.”
Troy kaşlannı çattı. “Herkes o herife hayran ama ben deği
lim. Bana sorarsan Azur şeytanın ta kendisi. Mefisto! Biliyor
musun kim Mefisto?”
“Tabii ki, FausV tan.”
Nedense bir Türk kızının Goethe okumuş olmasına hem
şaşırmış hem sevinmişti Troy. “Bak, sen iyi birine benziyor
sun ama yabancısın; bu herifin ne deli kaçık olduğunu anla
mazsın. Beni dinle. Azuı'dan uzak dur!” | {
"page": 226,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
229
“Uyarın için sağ ol" dedi Peri. Aralarında limoni bir hava
esti. “Ama kendi kararımı kendim veririm.”
Omuzlarını silkti Troy. “Tamam, tercih senin. Odası kendi
okulunda. Merton Sokağı. Öndeki avlulu bina, soldan üçüncü
kapı. Zaten girişte bir isim üstesi göreceksin.”
Peri tekrar teşekkür etti. Oğlanın, “şeytan” diye nitelen
dirdiği birinden bahsedişindeki heyecan gözünden kaçma
mıştı. Bu Troy sanki hem hayran hem düşmandı Azuı'a. Bazı
insanlar herkesin beğendiği kişileri otomatik olarak küçüm
semeye koşullandırırlar kendilerini. İllaki farklı olmak is
terler. Farklı görünmek! Bazı insanlar da takıntılı nefretler
den beslenirler. Bu yüzden işte, gıcık oldukları tipleri içten
içe önemser, yüceltir, hatta aslında severler. Sevgiye ve hay
ranlığa bulaşmış nefret kadar tuhaf duygu yoktur bu âlemde.
♦ * *
Profesör AzuFun odası am avutkaldınmlı yılankavi bir so
kaktaydı. Peri bal rengi Gotik bir kemerin altından geçti. Bi
nayı kolayca buldu. Dış duvarın her iki yanına tebeşirle kü
rek yarışlarının sonuçlan yazılmıştı. Bir panoda hocalann
isimleri okunuyordu: Prof. T. J. Patterson, Prof. G. L. Spen-
cer, Prof. M. Litzinger... ve derken, Profesör A. Z. Azur. Ze
mini taş kaplı, karanlık, dar koridor boyunca ilerledi. Orada,
sağda, üst sövesi yıllann ağırlığıyla eğrilmiş bir kapı vardı;
hafifçe aralıktı ve üzerine raptiyeyle bir kâğıt tutturulmuştu.
Profesör A Z. Azur
Görüşme saatleri: Salı 10.00-12.00 / Cuma 14.00-16.00
Teori: Bir sorunuz/sorununuz varsa, benimle görüşme saat
lerinde konuşabilirsiniz. Karşı-teori: Sorunuz/sorununuz acil/
mühimse, başka günler/saatlerde odama uğramanıza mâni ola
mam ama sizi göreceğime söz de veremem.
Dikkat! Durumunuza teori mi yoksa karşı-teori mi daha uy
gun, iyi düşünün! | {
"page": 227,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
230
G ünlerden ne sa lı ne cum a olduğu için , başka b ir zam an
gelm esi daha doğruydu. Öte yandan, nottaki m uğlaklıktan ce
saret alm ıştı. Kapıyı tıklattı. İçeride hüküm süren m utlak ses
sizlikten, yanıt verecek kim se olm adığım tahmin etm işti. B ir
kez daha vurdu em ip olm ak için. Odanın derinliklerinden, b ir
âdemoğlundan ya da havvakı zindan çıkamayacak kadar naze
nin bir ses geldi. Peri, vücudu yay gibi gergin, dikkatle kulak
verdi. B ir kez daha m utlak sessizliğe gömülmüştü etraf.
B ir merak dalgası sardı içini, hani şu ulaşamadığımız şeyle-
re karşı duyduğumuz keşfetm e arzusu. İçeriye şöyle bir bakıp
geldiği gibi usulca ayrılmaya karar v en ü Kapıyı hafifçecik it t i
Gördüğü m anzara karşısında donakaldı. Enfes b ir bahçeye
bakan, yüksek giyotin pencereden içeri dökülen safran rengi
ışık altında, kitaplardan, elyazm alanndan ve gravürlerden
oluşan kuleler vardı her tarafta. Duvarlar, yerden tavana ka
dar tıka basa kitaplıklarla kaplıydı. Tıpkı İstanbul m ahalle
lerindeki çam aşır ipleri gibi karşılıklı raflar arasına gerilm iş,
odanın ortasından b ir sağa b ir sola, çaprazlam a geçen ip le
re m andallarla notlar, haritalar asılm ıştı. Kapının tam karşı
sında, kiraz ağacından, aslan ayaklı, antika bir çalışm a m a
sası vardı; onun da her santim etrekaresi kitaplarla kaplıydı.
Sayfaların arasından gözüken kırm ızı kâğıt parçalan , adeta
dil çıkan yordu. K oltuk, kanepe, sehpa, hatta yerdeki e l do
kum ası halının üstüne cilt cilt kitaplar yığılm ıştı. P eri h iç bu
kadar çok yazılı eseri böyle sıkışık halde bir arada görm em iş
ti. Eğer dünyada kitaba ve kelam a adanm ış bir tapm ak var
sa herhalde burası olm alıydı.
Am a Peri’nin olduğu yerde hainkulınagına neden olan şey
ne kitapların çokluğu ne de odanın karışıklığıydı. İçeride ha
pis kalmış bir kuş vardı! San-yeşil tüyleri ve çatal kuyruğuyla
bir iskete. Yan açık pencereden içeri dalm ış olm alıydı zavallı.
Daha az evvel kaybettiği özgürlüğü yana yakıla arıyor, telaş
la kanat çırpıyordu. Peri birkaç m ütereddit adım aüp, soluğu- | {
"page": 228,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
231
m ı tuttu. Avuçlarını çukurlaştırıp uzatarak, olabilecek en yu
muşak şekÜde yakalamaya çalıştı bu nazik yaratığı. Ama onun
varlığından dehşete düşen kuş delirm iş gibiydi. Panik içinde
daireler çizerek b ir köşeden diğerine fırlıyor, zam an zam an
açık pencereye yaklaşsa da çıkış yolunu bir türlü bulamıyordu.
Peri, Hayyam’ın R ubailerini bir kitap yığınının üstüne bıra
kıp, eski, ağır pencereyi biraz daha açmaya çalıştı. Ama yukarı
da b ir vida sıkışm ış olm alıydı, bir türlü kıpırdamıyordu. Bütün
gücüyle oynatmaya çahşta. Gürültüden ödü kopan kuş, Peri’nin
yanından hızla uçarak kendini cama fırlattı - uçsuz bucaksız
gökyüzü öyle yakın ama aynı zamanda nasıl da uzaktı. Çarp
manın etkisiyle titreyerek, sersem lem iş halde bir rafın üstüne
kondu. Peri şefkatle baktı bu narin canlıya; onun bu yaban a
ortamda yaşadığı korku ve dehşeti o kadar iyi anlıyordu ki.
A cilen bir şeyler yapm alıydı. Etrafa bakandı. G özleriyle sa
ğ ı solu tararken, esrarengiz b ir rayiha yakaladı. Bam bu b ir
kâse içindeki greyfurtların tatlım sı ekşim tırak kokusu kitap
lasın kokusuna karışıyordu. Onun da ötesinde bir esans daha
vardı. Bronz b ir kap içinde yanan, üzerinde bir parm ak kül
oluşm uş b ir tütsü çubuğu.
N ihayet m etal b ir m ektup açacağı buldu. Sivri ucuyla pen
cereyi tutan kancalan gevşetti. Çerçeveyi kurtanp, pencereyi
yarıya kadar açm ayı başardı. Şim di bütün yapm ası gereken,
kuşu bu tarafa yöneltm ek, özgürlüğüne kavuşturm aktı. K a
zağım çıkararak havada sallam aya başladı.
“Yeni moda b ir dans m ı bu ? 9 diye sordu bir ses aniden.
Boş bulunan P eri havaya sıçradı. A rkasına döndüğünde,
girişte durm uş, kolunu kapıya dayam ış halde Profesör A zuru
gördü. Dudaktan eğlendiğini belli eden bir tebessüm le k ıvn l-
m ış, onu seyrediyordu adam . Yakından bakınca kum ral saç
larında, sırm a ip lik ler gibi altın ton lar olduğu fark ediliyor
du. Bugün gözlük takm am ıştı. Ve m avi-yeşil gözleri o kadar
parlaktı ki... | {
"page": 229,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
232
“Ö zür dilerim ” dedi hem en P eri; bunu söylerken adam a
doğru b ir adım atm ış, derhal geri çekilm işti. “B öyle izin al*
m adan içeri dalmak istem ezdim .”
“O zam an niye yaptın?” diye sordu A zur; sahiden m erak
etm iş gibiydi.
“Şeyy, bir kuş gördüm .”
“Ne kuşu?”
P eri sağına soluna baktı telaşla. Kuş falan yoktu etrafta!
İskete sırra kadem basm ıştı. “Eee, şey... biz konuşurken pen
cereden çıkıp gitm iş olm alı.”
B ir an hiçbir şey söylem edi Azur. Sanki b ir zam anlar oku
duğu ve şim di hatırladığı bir kitaba bakar gibi süzdü Peri’yi.
“A m berdi bu arada” dedi.
“Efendim ?”
“A z evvel baktığın tütsüden bahsediyorum . Perşem beleri
am ber yakanm . H aftanın h er günü fark lı bir tütsü. Am ber
sever m isin?”
B u konuda zerre kadar düşünm üşlüğü olm ayan P eri k i
barca başını salladı.
“Eski Roma’da kadınlar üstlerinde am ber taşırdı. Kim i ta
rihçiler, güzel kokusu için diyorlar, kim ileri de diyor ki cadı
lardan, ifritlerden korunmak için .”
Peri’nin gözleri büyüdü. Troy’un uyarılan geldi akim a. Ne
tu h af adam dı bu Azur.
“Yoksa korkar m ısın?” diye sordu profesör, kızın rahatsızlı
ğını hissederek.
“Am berdeh mi?”
“Cadılarda^!”
“Tabii ki hayır” dedi Peri çabucak. A zur onu tütsüyü ince
lerken görddyse, kuşu da görecek kadar uzun zam andır bu
rada olm alıydı; içinden bir ses böyle söylüyordu Peri’ye. “Ger
çekten çok özür dilerim odanıza m üsaade alm adan girdiğim
için. | {
"page": 230,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
233
Azur saatine baktı. “Üç dakikada iki, demek ki dakika ba
şına ortalaman 0,6.”
“Pardon?”
“Ne sıklıkta özür dilediğini hesaplıyorum.”
Peri’nin yanakları kızardı. Gerçekten de oldum olası çok
özür dilerdi - randevusuna azıcık geç kalsa, yolda yürürken
birine gayriihtiyari yaklaşsa, kaldırımda önündeki yayayı
sollasa, süpermarkette alışveriş arabası bir başkasınınkine
değecek gibi olsa... Hep özür diliyordu; sıkça, kolayca, bolca.
Kimse ondan özür dilemese de karşılığında.
“Bak sana bir hipotez” dedi Azur, gözlerinin önüne düşen
saçlarını arkaya savurarak. “Gereksiz yere özür dileyen in
sanlar gereksiz yere teşekkür etmeye de meyyal olur.”
Peri yutkundu. “Bence fazla özür dileyen tipler hayatla
baş etmeye çalışan kaygılı, endişeli tiplerdir sadece. Kimseye
zarar vermezler, kendilerinden başka. Diğer insanlara ayak
uydurmak için ellerinden geleni yaparlar, ama aradaki far
kın kapanmayacağını da bilirler.”
“Nasıl bir farkmış bu?” diye sordu Azur.
“Sanki aslında buraya ait değilmişim gibi” dedi Peri ve
anında pişman oldu bunu söylediğine. Ne demeye anlatıyor
du bunları bir yabancıya, üstelik bir hocaya?
Azur, Peri’nin yanmdan geçerek masa başına oturdu, bir
kâğıda bir şeyler karaladı, sonra da tutup çamaşır ipine
mandalladı. “Demek diğer öğrencilerden farklı olduğunu dü
şünüyor, onların seni dışlamasından endişeleniyorsun?”
“Öyle bir şey demedim” diye itiraz etti Peri.
Duymazdan geldi Azur. “Söyle bakalım, Oxford’a uygun ol
madığını, burada kotaramayıp çuvallayacağını sana düşün-
dürten nedir?”
Bu sefer kulaklarına kadar kızardı Peri. “Öyle bir şey de
demedim!” Vücudundaki her kas gerilmiş, kaskatı olmuştu.
Bakışlarım Acem halısına indirdi. Çocukluğunda bahçede yı- | {
"page": 231,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
234
kadıklan kilimleri anımsadı. Derken itiraf etti. "Burada in
sanlar zeki, eğitimli. Ben çok farklı bir ortamdan geliyorum.
Ayak uyduramazsam..."
“Ya ne olur?" diye sordu Azur.
Babamı düş kırıklığına uğratırım . Cebindeki son kuruşa,
yüreğindeki son takate kadar bana inanan, beni destekleyen
tek insanı ... Söylemedi tabii bunlan. Yuttu laflan. Sustu.
“Sence sen zeki değil misin?" dedi Azur.
“Öyleyim ama çok çalışmam gerek. Diğer öğrenciler kolay
ca uyum sağladı üniversite hayatına. Oysa benim için, ya
ni benim gibiler için mesele daha kanşık" dedi Peri; buraya
ne için geldiğini ancak hatırlamıştı. “Aslmda ben Tann semi
neriniz hakkında detay almak için gelmiştim. Dr. Raymond
doğrudan size sormamı söyledi de."
“Dr. Raymond demek? Uy!"
Profesörün tarzından, Peri’nin akademik damşmanını tut
madığı belliydi. Ama Azur konuyu deşmedi. Onun yerine ma
sanın üzerindeki bir notu buruşturup top yaptı, usta bir ha
reketle çöp kutusuna attı. Basket! “Gelecek dönem için düşü
nüyorsun herhalde" dedi. “Ne yazık ki ders dolu; bir de yedek
listesi var."
Bunu beklemiyordu Peri. Ulaşamayacağını duyunca daha
da can atar olmuştu Azur'un dersini almaya.
“G erçi..." diye mırıldandı Azur, kızın yüzündeki hüsranı
görünce. “Bir öğrenci dersi bırakacak. Yani bir yer açılabilir."
Peri’nin çehresi aydınlandı. Ama bu öğrencinin Troy oldu
ğunu tahmin edince bir huzursuzluk gölgesi düştü hevesinin
üstüne.
“Bir oğlan vardı..."
“Evet... asabi bir oğlan" dedi Azur. “Öfkeli, dediğim-dedik,
kibir-küpü tiplerle Tann konuşulmaz. Tann’yı ancak müte
reddit, mütekâmil, mütefennin, mütevazı ve mürtefi insan
larla konuşabilirsin." | {
"page": 232,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
235
Bu kadar çok eski kelimeyi bir arada işitince afallayan Pe
ri sustu kaldı. Çalışma masasınm arkasından başını kaldırdı
Azur. aŞimdi söyle bakalım sen bu semineri neden almak is
tiyorsun?"
“Çünkü benim ailemde inanç, din, Tann filan, yani bu ko
nular hep tartışma çıkanrdı. Herkes çok duygusal, tepkisel.
Annem ile babam o kadar zıt fikirlere sahip ki..."
“Annenle baban burada değiller ama. Ben sana soruyorum."
Peri şaşırdı. Ne demeliydi şimdi? “Şey... benim kafam bi
raz kanşık. Genelde inançlı insanlar meraksız oluyor. Sorgu
layan insanlar da inançsız oluyor."
“Kafa kanşıklığı nimettir" dedi Azur. “Meraksa kutsaldır.
Merak etmeyen insan gelişemez. Gelişemeyen insan yerinde
sayar."
Dışanda bir kuş öttü. “Belki de esaretten kurtardığım is
ketedir" diye düşündü Peri. Ne kadar tehlike dolu olsa da öz
gürlük her zaman güzeldi. Dikkati dağıldığı için o esnada pro
fesörün uzanıp, Ömer Hayyam kitabım aldığım fark etmedi.
“Oo! Bakalım ne varmış burada? Rubailer 'in eski bir bas
kısı, ha?" dedi Azur. Daha Peri herhangi bir tepki veremeden,
kitabı açmıştı bile. Pat diye içinden bir sayfa düştü. Şirinin
Peri için hazırladığı uydurmaca özgeçmiş!
“Ay, o yalnızca..." diye atıldı ama arkasını getiremedi Peri.
Profesör Azur kâğıdı yerden aldı. Başladı okumaya. “Bak
sen! Demek ahtapot bakıcılığı yaptın ha?"
Peri donup kaldı.
“Esrarengiz yaratıktır ahtapot, aşın zekidir” dedi Azur.
“Sadece beyninde değil tüm vücudunda nöronlar var. Gerçi
sen zaten biliyorsundur bunu."
Kabul etm ekten başka seçeneği olm ayan Peri başıyla
onayladı.
“Uzun zaman herkes zannetti ki bir beyin ne kadar büyük
se onu taşıyan varlık da o kadar akıllıdır. Ne kadar cinsiyetçi | {
"page": 233,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
236
bir yaklaşım! Erkeklerde kadınlardan daha fazla beyin doku
su var, malum. Sandılar ki erkekler daha zeki. Halbuki işte
şu muhteşem ahtapot ortaya çıkıp bütün o köhne teorileri al
tüst etti. Altı koluyla - sekiz değil bu arada; bacakları da sa
yıyorlar yanlışlıkla. Mesele büyük, hantal bir beyne sahip ol
mak değil. Mesele karmaşık bir nöronlar ağma sahip olmak.”
Peri şöyle bir irkildi. Yoksa bu sözlerde kendisine üstü ka
palı bir mesaj mı gizliydi? “Karmaşadan korkma” diyen bir
mesaj. Her halükârda AzuPu dinlemenin hoşuna gittiğini
fark etti.
“Yaşı ilerledikçe zekâsı da arttığı için, eğer ömrü daha
uzun olsaydı dünyanın en zeki yaratığı olurdu muhtemelen
ahtapot. Halbuki büyük filozof Aristoteles’e göre ahtapotlar
salaktır. Peki bu bize Aristoteles’e dair ne anlatıyor?”
Peri tuhaf bir hisse kapıldı. Sanki bu konuşma artık ahta
potlar ve filozoflar hakkında değil, kendisi ve profesör hakkın
daydı. Bir yorum yapma gereği duydu. “Demek ki Aristoteles
yeterince dikkat etmemiş, ahtapotun derinliğini görememiş.”
Azur gülümsedi. “Haklısın... Peri” dedi, özgeçmişte yazan
isme göz atarak. “Tıpkı Aristoteles’in ahtapotu gibi, Tann da
keşfedilmeyi bekleyen bir muamma.”
“İyi ama orada ‘inanç’ devreye giriyor” dedi Peri. “Ahtapo
ta inanmamız gerekmiyor, var olduğunu biliyoruz. Oysa Tan-
n söz konusu olunca, var mı, yok mu, bunda bile fikir birliği
yapamıyoruz daha.”
Azur kaşlarım kaldırdı. “Benim dersimin inançla, dinle ala
kası yok. Biz bilgiyi anyoruz. Öğrencilerim arasında her din
den insan olduğu gibi dinsizler de var. Kimseye ayrımcılık
yapmam! Yeter ki bilgisiz, cahil olmayalım.”
“Peki dersinizi kimler alabilir?”
“Önyargılardan annm ış olanlar. Zihni, yüreği kâinatın
cümle seslerine ve renklerine açık olanlar. Sorulan cevapla
ra yeğleyenler. Seyyahlar. Göçebe ruhlar. Hep yolda, arayış | {
"page": 234,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
237
halinde olanlar. Bir türlü bir yere varamayan, bir limana de
mir atamayanlar. Kibirden nasibini almamışlar.” Peri’ye söy
lediklerini hazmetme imkânı tanımak istercesine bir an dur
du Azur. “Benim seminerim meraklı zihinlerin buluştuğu bir
penah. Hepimiz farklı çevrelerden geliyoruz ama ortak bir
noktamız var. Eleştirel düşünebilmek. Genel geçer kalıplara
itibar etmemek. Okumayı, düşünmeyi, felsefeyi, araştırmayı
sevmek. Senin inançlı olup olmaman beni zerre kadar ilgi
lendirmiyor. Benim seminerimde yegâne günah tembelliktir.”
Peri, ihtiyatla sordu: “Peki ya ders planı?..”
“Ah, ders planı!” diye gürledi Azur. “Akademik ortam do
ğaçlamadan nefret eder. Öğrenci milletine bir ay, hatta bir
sene evvelden ne okuyacaklarını söylemek gerek, yoksa pa
niklerler! Ne saçma!”
Bunları söylerken bir çekmeceyi açıp içinden bir ders planı
çıkardı. Bunu Rubailer 'in araşma koydu, Peri’ye uzattı. “Bu
yur al, çok lazımsa” dedi. CV’yi kendine sakladı.
“Teşekkür ederim” diye mırıldandı Peri; ama elindeki do
kümanın, tıpkı Şirin’in onun için hazırladığı özgeçmiş gibi
gerçeklikten uzak olduğuna dair bir şüphe vardı içinde.
“Ha bir de şunu söyleyeyim gitmeden” dedi Azur. “Sadece
kafası kanşık ve meraklı değil, kendine hayatı zorlaştıran bi
rine benziyorsun. Bunlar seni mutlu etmeyebilir ama Tann
felsefesine dalmak isteyenler için aslında iyi özellikler.”
Peri bunun derse kabul edildiği anlam ına geldiğinden
emin olmasa da müteşekkir bir ifadeyle başını salladı, kapıyı
yavaşça kapatarak ayrıldı. Avluyu geçerken geri dönüp bina
ya baktı; isketeyi tuzağa düşüren pencereyi tespit etmeye ça
lıştı. Nice sonra camlardan birinin ardından belli belirsiz bir
gölge geçti. Kayarcasma. Akarcasına. Profesör Azur'un silue
tini seçti. Ama kim bilir belki de sadece hayal etmişti. | {
"page": 235,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
258
D E R S PLA N I
T an n ’nm zih n in e/
zihnim izdeki Tainn ’ ya g iriş
Perşembe günleri 14.00-16.30
DERSİN TANIMI
H aftalık sem inerlerden oluşan bu derste, dünyanın her köşe
sinde sayısız insan için tem el önem arz eden ama ne yazık ki or
ta k b ir dil ve ortak bir anlayış g e liştirilm e y e n bazı sorular ü ze
rinde d u raca ğız. A m a cım ız, yen i, tarafsız, bilim sel bir tartışm a
üslubu.yakalam ak; bunun için gereken entelektüel kavram larla
zih n im izi donatm ak; her türlü bağnazlıktan, katılıktan arınm ış,
ö zgü r bir tartışm a ortam ı kurm ak. Ders kapsam ında ö ğren cile
rin bol bol okum alan, araştırm a yapm alan ve en önem lisi, kendi
fikirlerine yakın olm ayan yazar ve filozofların da görüşlerine ka
fa yorm alan beklenir.
Bu ders herhangi bir dini öne çıkarm az, hiçbir inancı kayır
m az, kim senin propagandasını yapm az. M üslüman, H ıristiyan,
Yahudi, H indu, Zerd ü şt, B udist, Taoist, Tib e t Budisti, M orm on,
Bahai, agnostik, ateist, m istik, hatta kendi kişisel akım ınızı baş
latm ak üzere o la b ilirsin iz. Bu derste eşit sö z h akkın ız var. S e
m iner odasında daire şeklinde otururuz ki herkes m erkeze eşit
uzaklıkta olsun.
DERSİN HEDEFLERİ
ı . Tanrı felsefesiyle ilgili konularda em pati, bilgi, idrak ve bil
geliği, yani sophos'v öne çıkarm ak; | {
"page": 236,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
239
2. ö ğ re n cile rin kendilerine benzem eyen, kendileri gib i d ü
şünm eyen öğrencilerle iletişim kurabilm esini sağlam ak;
3. Yalnızca felsefe ya da ilahiyat alanlarında değil; psikoloji, sos
yoloji, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler için de büyük anlam ı
olan bir konu üstüne eleştirel ve bilimsel düşünmeyi teşvik etmek;
4. Evrensel, kucaklayıcı bir dil yakalam anın yollarını aram ak;
5. B asm akalıp te krarla rd a n , ce h a le tte n , fa n a tizm d e n , t a
h am m ü lsü zlü kten de, "Am an başkaların ı g ü ce n d irm e y e y im '
korkusundan da uzak durmak;
6. Kısacası, okum ak, düşünm ek, öğrenm ek, kendim izi g e liş
tirm ek...
DERS MATERYALİ
H er öğrencinin kişisel okum a listesi kararlılığın a, ça lışk a n lı
ğına ve akadem ik perform ansına göre belirlenecektir. Fik irle ri
nizle, inançlarınızla çelişen m ateryalleri okuyup üzerinde yorum
yapm aya hazır olun (örneğin ateist öğrencilere m ütedeyyin y a
zarların kitapları verilebilir; te ist öğrencilereyse ateist düşünür
lerin eserleri vs.). Sadece sizin gibi düşünen / konuşan insanlan
okuyorsanız, okum uyorsunuz dem ektir.
DEĞERLENDİRME
Konuş! Sınıftaki tartışm alara katılın.
Getir! Yazılı ödevleri aksatm ayın.
Otur! Final sınavını kaçırm ayın.
Gel! Ne olursa olsun derse devam edin.
BU SEMİNERDEN NE BEKLEMELİ
Konum uz Tanrı olduğu için, başı o lm ad ığı gib i, m uhtem elen
bir sonucu da olm ayan ucu açık bir ders bu. Bu deneyim den ne | {
"page": 237,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
240
kadar ö ğre n e ce ği ve buradan nerelere gid eceği tam am en ö ğ
renciye kalm ış.
ı . Turnalar: O rta yüksekliklerde uçm aktan tatm in olm ayan,
hocaları da dahil herkesten daha yukarıya çıkm aya çalışanlar. Ek
okum alar talep eder, soruları sorgular, zorluklardan yılm az, dağ
geçitlerinin üstünden uçar giderler.
2. Baykuşlar: Turnalar kadar hırslı olm asalar da baykuşlar bü
yük düşünürlerdir. Yü zlerce sayfayı yalayıp yutm ak yerine, elle
rindeki m ateryale odaklanıp iyice derinleşm eyi tercih ederler.
Dersten kuşku duyar, okum alardan kuşku duyar, hocadan kuşku
duyar, hatta kendilerinden bile kuşku duyarlar. Sem inere katkı
ları derin ve benzersiz olacaktır.
3. A kkarın lı Ebabiller: Belki turnalar kadar azim li ya da b ay
kuşlar kadar derin ve ciddi değillerdir ama ak karınlı ebabiller en
u zağa uçarlar. D ers, hatta okul bittikten sonra daha uzun süre
bu konuda okum aya, düşünm eye devam ederler.
4. K ızılgerd an lar: M inim um la yetinen, entelektüel zen gin lik
ten ziyade ders sonunda alacaktan notla ilgilenen, yüzeysel dü
şünm enin ötesin e geçm eyen ve geçm ek istem eyen ürkek, is
te ksiz kızılgerdanlar m uhtem elen bu sem inerden en az fayd ala
nacak olanlar. Yin e de iyi not alabilirler tabii.
SINIF İÇİ DAVRANIŞ KURALLARI
Bu ders, araştırm ayla d esteklen ip , açık görü şlü lü kle sunu
lan bütün fikirlere açıktır. D iğer derslerin aksine, sınıfta bir şey
ler yem ek sorun te şkil etm ez. H atta, yiye ce k (dozunda olsun;
ab artm ayın) ve içe ce k (alkolsü z olsun; b eyin lerin iz a yık o lm a
lı) getirm enizi bilhassa teşvik ediyorum , çünkü hem m oral verir,
hem de insan “ekm eğini, suyunu" p aylaştığı birine kolay kolay
düşm anlık hissedem ez. Y iye ce ğin izi sın ıf arkadaşlarınızla, ö zel
likle karşıt görüşlü olanlarla paylaşın! Deneyin.
H içbir öğrencinin dersim de zorbalık etm esine, nefret dili kul- | {
"page": 238,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
lanmasına izin vermem. Başka öğrencilere (ve tabii ki hocaya)
karşı kaba, art niyetli hareketler hoş görülmez. Alınganlığa da
yer yok. Bu dersi almakla, ifade özgürlüğünü, kişisel hassasi
yetlerinizin üstünde tutacağınıza dair bir akit yapmış oluyorsu
nuz. Eğer katılmadığınız fikirler duymaya tahammülünüz yok
sa, özgür bir tartışma yapamayız. Gücendiğinizi hissettiğinizde
-ki bu gayet insani bir his- bilge bir şairin öğüdünü anımsayın:
"Her zahmete kızar kinlenirsen, cilalanmadan nasıl parlayacak
aynan?"1
Şayet Tanrı'yla ilgili her şeyi zaten bildiğinizi, hatmettiğini
zi düşünüyorsanız, farklı fikirlerle ilgilenmiyorsanız, lütfen bu
dersten uzak durun. Zaman -benimki ve sizinki- kıymetlidir. Bu
seminer, arayanlar için. "Her sabah yeniden öğrenci olmaya razı
olanlar"2 için. Eğer bütün bunlar size sıkıcı ve lüzumsuz geliyor
sa şunu hatırlayın: "İnsanın gerçekleştirebileceği en yüksek ey
lem, anlamak amacıyla öğrenmektir, çünkü anlamak demek öz
gürleşmek demektir."3 | {
"page": 239,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Pazarlama stratejisi
İstanbul, 2016
Kolalı siyah üniformaları, tertemiz beyaz önlükleri ve bir
birinin aynı ifadeleriyle iki hizmetçi, içlerinde truffle, çikola
ta toplan bulunan kristal tabaklarla çıkageldiler.
“Millet, muhakkak deneyin! Bunlar benim bebeklerim” de
di işadamının kansı.
Gazetelerde yazılıp çizilm işti. İşadamı iflas eden bir çi
kolata fabrikasını satın almıştı. Evlilik yıldönümü armağa
nı olarak kansmı üretim ve pazarlamanın başına getirmişti.
Kadın fabrikanın adım daha fiyakalı olsun diye “atölye”ye çe
virmiş, markayı da u Les Bonbons du Harem” olarak değiştir
mişti. Şimdiyse heyecanla seslendi etrafa: “Bunlardan bir ta
ne tadan, parmaklannı yer valla.”
Konuklar, dantelli kâğıt altlıkların üstüne özenle dizilmiş
çikolata toplarını merakla incelediler.
“Dünya şehirlerinin isim lerini verdik” dedi ev sahibesi.
“Şunun içinde ahududu likörü var, adı Amsterdam. Bu ba
dem ezmeli, Madrid. Berlin, biralı-zencefilli. Londra, yıllan
mış viskili. Görüyorsunuz, hiçbir masraftan kaçınmıyoruz.”
“Doğru söze ne denir! On sekiz yıllık single malt diye tut
turdu! Batıracak beni.”
Konuklar gülüştüler.
Kocası da olsa, lafına karışılmasından hoşlanmayan ev sa
hibesi devam etti: “Ben artık işadamının kansı değilim, kendi
ayaklan üstünde duran bir işkadınıyım. Bana böyle seslenin!” | {
"page": 240,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
243
Konuklar alkışladılar.
Cesaret bulan işkadım devam etti: “Venedik, vişne likörlü.
Milano’yu Amaretto’yla yaptık. Zürich, konyak ve çarkıfelek
meyvesi. Ve Paris, o la la, şampanya!”
“Pazarlama stratejini de anlatsana hanım” dedi işadamı.
“İki ayrı şekilde kutulama yapıyoruz. Biri alkollü, biri Ye-
şilaycılar için. Avrupa’ya, Rusya’ya alkollü çikolata ihraç edi
yoruz, Ortadoğu’ya alkolsüzleri. Zekice, değil mi?”
“Şu ‘helal’ çikolataların da adlan var mı?” diye sordu meş
hur gazeteci,
“Elbette.” İşkadım diğer kristal tabağı işaret etti. “Kurma
lı olan Medine. Dubai, hindistancevizli. Amman, karamel-fin-
dıklı. Şu pembede gülsuyu var, adı Isfahan.”
“Peki İstanbul?” diye sordu mimar.
“A-ha; onu nasıl unuturuz!” dedi işkadım. “İstanbul zıtlık
lar üstüne kurulu: Vanilyali puding ile iri çekilmiş karabiber
yan yana!”
Konuklar bir yandan gevezelik edip bir yatıdan çikola
ta toplarmı mideye indirirken, hizm etçiler sıcak içecek ser
visine başladılar. Kadınların çoğu çay ya d a papatya çayım
tercih etti; erkeklerin çoğu ise kahve - espresso, Americano.
Masada Türk kahvesi isteyen tek kişi, Amerikalı fon yöneti
cisi oldu. Her şeyi yöresel usullere uygun yapma hevesiyle
atıldı adam: “Birisi kahve falıma bakabilir mi?”
“Hiç dert etme” dedi işkadım İngilizce. “Medyum neredey
se gelir artık!”
“Ay çok sabırsızlanıyorum” dedi gazetecinin kız arkadaşı.
“Medyumla biraz baş başa kalmaya ihtiyacım var.”
Peri etrafındaki kadınlara göz attı. Otorite korkusu, koca
korkusu, boşanma korkusu, sınıf-düşerim korkusu, düzehim-
bozulur korkusu, terörizm korkusu, kalabalık korkusu olan
kadınlardı bunlar; evleri her zaman pırıl pırıl, kafalar! gele
cekten ne bekledikleri konusunda gayet netti. Hayatlarının er | {
"page": 241,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
244
ken bir döneminde “babayı ikna etme sanatTnı hatmedip “ko
cayı ikna etme sanatlına geçiş yapmışlardı. Uzun zamandır
evli olanlar fikirlerini daha bir cesaretle ve yüksek sesle ifade
etseler de çizgiyi aşmamaları gereken noktalan iyi bilirlerdi.
Peri, kendi adına, onların kaygılarım paylaşmıyordu; ba
basından da korkmamıştı, kocasından da; Tann’ya gelince,
O’ndan da korkmamaya kararlıydı. Zira korkuyla yaklaşmak
istemiyordu! Peri’nin huzursuzluğunun kaynağı bambaşkay
dı. Kendisiydi, kendi karanlığıydı.
“Aa, ne ballı medyum ya! Bütün güzel kadınlarla özel se
ans mı yapacak? Hayatta izin vermeyiz !9 dedi işadamı. He
men arkasından fısıldadığı uygunsuz espriye erkek konuklar
kahkahayı basarken, kadınlar duymazdan geldiler.
Peri, Şirin’in herkesin içinde nasıl rahatlıkla küfrettiği
ni hatırladı. Bu memlekette, iki tür kadın vardı: ağzım boza
bildiler (azınlık) ve ağzım asla bozmayanlar (çoğunluk). Da
vetteki üst sınıfa mensup hanımlar ikinci gruba dahildiler.
İngilizce ya da Fransızca konuştukları zamanlar hariç! Baş
ka dillerde uygunsuz sözcükler kolayca dökülürdü dudakla
rından. Yabancı dilde küfretmenin sakıncası yoktu nedense.
Anadillerinde söylemeyi akıllarının ucundan geçirmeyecekle
ri açık saçık bir küfrü İngilizce olunca zerre kadar suçluluk
duymadan kullanıveriyorlardı.
Öte yandan, küfürlü konuşmak erkeklere serbestti; onlar
da gani gani üretirdi, üstelik her zaman öfkeyle ya da hiddet
le değil. Sövüp saymanın erkek kültüründe “buluşturucu” bir
rolü vardı. Onlan birbirine bağlayan bir zamktı.
“Bu arada, henüz isim bulamadığımız bir truffle var 0 de
di işkadım. “Şeri ve limon kabuğu rendeli. Pericim, bu akşam
bana fikir verdin. Oxford olsun ismi!” Bunu dedikten sonra
ayağa kalkıp tabaklara bakındı işkadım. “Hah, burada işte !0
Parmaklanın zarifçe kıvırarak çikolata topunu Peri’ye ikram
etti. “Denesene.” | {
"page": 242,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Peri, herkesin bakışları altında topu ağzına attı, tik anda
ki ta tlılığ ın altın da keskin b ir narenciye ek şiliği çarptı da
m ağına; insanı hem baştan çıkarıyor hem yanıltıyordu; tıp
kı Profesör Azur gibi.245 | {
"page": 243,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Boş sayfa
İstanbul, 2001
"Sen yokken yeni kom şular taşındı. Düzgün, nam uslu b ir
aile 9 dedi Selm a. "Seninle y a şıt bir oğu llan var. N asıl a k ıllı
bir çocuk, görsen; yakışıklı, terbiyeli . . . 9
"A n laşıldı. Bana gene m ünasip bir koca buldun 9 diye ho
m urdandı Peri.
O xford’daki ilk yılım bitirm iş, yaz tatilin i İstanbul’da ge
çiriyordu . A nnesi ikide b ir şu ya da bu genç adam dan bah
sedip duruyordu. B elli k i Selm a’nın nazarında Peri’nin eğ iti
m i, entelektüel b ir uyanıştan ya da um ut vaat eden bir kari
yerin önkoşulundan ziyade, evlilik planlannda kısa bir erte
lem eden ibaretti.
"Kızı rahat bırak 9 dedi Mensur. “Kafasını karıştırm a. Ders
leri var.”
"Am an canım , bu oğlan da gayet iyi eğitim li 9 diye itiraz et
ti Selm a. "Ü niversiteye gidiyor. Şimdi nişanlanır, okulları b i
tince evlenirler. Kaybedeceği ne var ki ? 9
"H iiiç! Yalnızca özgürlüğüm , gençliğim , akıl ve ruh sağlı
ğım 9 dedi Peri.
“Aynı baban gibi konuşm aya başladın 9 dedi Selm a. “Bunu
mu öğretiyorlar üniversitede? Ben senin m utluluğun için d i
yorum . 9
Konu kapanm ıştı - şim dilik.
♦ * * | {
"page": 244,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
247
Yaz tatili göz açıp kapayıncaya kadar bitti. Salma münasip
bir damat adayı aramaya devam ettiyse de planlarım kendi
ne sakladı. Peri, evinden uzaklarda okuyan tüm gençler gi
bi, ailesinin tuhaflıklarım bir gözlemci gözüyle seyretti. Hem
sevgi ve hasretle, hem de kapanmayan bir mesafeyle.
Böylece yaz mevsimi sonlandı. Oxford’a dönmeden önce bi
raz alışveriş yapmak isteyen Peri, ılık bir İstanbul günü ev
den çıktı. İngiltere’de kılık kıyafet daha pahalı olduğundan te
mel ihtiyaçlarım buradan götürmek daha akılhcaydı. Taksim
yakınlarında otobüsten inip yürüdü. Cihangir'de gençlerin ta
kıldığı bir kahvenin önünde bir kalabalığın toplandığını gör
dü. Kaldırımda durmuş, açık kapıdan içerideki televizyona ba
kıyorlardı. Geniş omuzlu bir adam ellerim alnına koymuştu,
kaşları çatıktı. Atkuyruklu bir kız şoke olmuş gibi görünüyor
du, vücudu kaskatıydı. Meraklanan Peri onlara doğru ilerledi.
Derken televizyon ekranına takıldı gözleri: Bir uçak, mas
mavi gökyüzünde süzüldükten sonra bir gökdelene çarpıyor
du. Ağır çekimde tekrar tekrar gösteriliyordu aynı sahne; her
seferinde daha az gerçek görünüyordu oysa. Binadan duman
bulutlan yükseliyordu. Kâğıtlar uçuşuyordu havada amaç
sızca, ipini kopartmış uçurtmalar gibi. Cisimler firlıyordu bi
nanın pencerelerinden. Bunlarının bazılarının cisim filan de
ğil, ölüme atlayan insanlar olduğunu anladığında nutku tu
tuldu Peri’nin.
"Am erikalılar...” diye söylendi yan tarafta duran adam.
“Başkalarının işlerine burnunu sokarsan olacağı budur.”
"Dünyayı yönettiklerini sandılar1 ’ dedi gümüş halka küpe
li bir kadın. “Şimdi anladılar Hanya’yı Konya’yı. Onlarda he
pimiz gibi fani.”
Çevresindeki konuşmalardan rahatsız oldu Peri. Komplo
teorileri. Ne kadar da meraklıydı herkes teoriler üretmeye,
daha henüz paylaşmamışken bir başkasının acısını. Halbu
ki o ekrana baktığında “Amerikalılar”, “Ruslar”, “filancalar*, | {
"page": 245,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
248
“b erik iler” değil, hayatları tarum ar olm uş masum insanlar
görüyordu. K afasında uğuldayan sorularla, yürüyüp uzak
laştı oradan. Ş irin ’i aram alıyım diye düşündü kendi kendine.
A rkadaşının özgüvenli sesini duym a ihtiyacıyla bir ankesör-
lü telefon buldu.
“Şirin... benim Peri.”
“Selam Farecik. Ne boktan dünya, ne korkunç di mi?”
“İnanamıyorum olanlara” dedi P e ri
“D ünyanın çiv isi çık tı” dedi Ş irin , neredeyse bağırarak.
“N eden, çünkü birtakım bağnaz m ahluklar A llah ’ın adını
kullanarak şiddet ve terör saçıyor. Böyle din m i olur! Bu yüz
yıl kafayı yem iş. Dünya daha da beter olacak, göreceksin.”
Peri o esnada telefonun altına sakız yapıştırılm ış olduğu
nu fark etti - kim , niye yapardı k i böyle b ir şey? U facık bir
kötülük, ama kötülük yine de.
“Felaket. N asıl olur böyle bir şey ? 0
“Eminim herkes bunu tartışıp duracak. Aylarca, hatta y ıl
larca. G azeteciler, uzm anlar, akadem isyenler. Am a aslında
konuşacak bir şey yok. D inler insanları kutuplara ayırıyor:
"bizden olanlar-bizden olm ayanlar', ‘cennetlikler-cehennem -
likler.’ İşte bunun sonucu tahamm ülsüzlük, onun sonucu nef
ret ve şiddet.”
“Am a bu tespit haksızca değil m i? K arıncayı bile incitm e
yecek bir sürü dindar insan var. Bu korkunçluğun sebebi din
değil.”
“B iliyor m usun F arecik, bugün benim kafam da seninki
kadar k an şık . D erhal A zur'la konuşm am lazım , yoksa d eli
receğim .”
P eri’nin içi hop etti. “A zu rta m ı görüşeceksin? Am a daha
dönem başlam adı.”
“Bana ne? Yann Oxford’a gidiyorum . Orada olduğunu b ili
yorum ya. K apışm a dayanırım . Hadi biletin i değiştir, sen de
erken gel.” | {
"page": 246,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
24 9
Peri bu teklifin üzerinde durmadı. Hop diye bu saatte bi
let bulsa bile aradaki fiyat farkını karşılayamazdı ki. Böyley-
di zengin taifesi. Herkesin kendi yaşam standartlarına sahip
olduklarını sanacak kadar kopuklardı gerçeklerden.
Eve döndüğünde annesiyle babasını kendisi kadar şaşkın
vaziyette, televizyon karşısında buldu. Ekranda tekrar tek
rar aynı dehşet sahneleri gösteriliyordu.
“Fanatikler dünyayı ele geçiriyor” dedi Mensur. İçmeye er
ken başlamıştı bu akşam. Düşünceliydi. Durgundu. Kızının
Oxford’a gitmesi hususunda ilk kez tereddüt ediyordu. “Bel
ki de seni yurtdışına göndermemeliyiz; artık hiçbir yer gü
venli değil.”
“Kader...” dedi Selma. “Eğer görünmez mürekkeple alnına
yazıldıysa, ister burada ol, ister Çin-i Maçin’de, fark etmez.
Miadı dolan gider.”
Mensur bulmaca çözmek için kullandığı tükeıimezkalemi
kaptı. Alnına kambur kumbur rakamlarla “ 1 0 0” yazdı.
“Ne yapıyorsun?” diye sordu Selma.
“Kaderimi değiştiriyorum! Yüz yaşma kadar yaşayacağım.”
Selma, kocasının saygısızlığından utanarak başım iki ya
na salladı. Peri onun cevaben ne söylediğini duyacak kadar
kalmadı yanlarında. Annesiyle babasımn kavgalarını dinle
yecek sabrı yoktu.
Kesif bir yalnızlık hissine kapılarak odasına gitti; günce
sini çıkardı. Yazacak makul bir şeyler bulmaya çalıştıysa da
bir türlü yapamadı. Bugün olmayacaktı. Kafasında dinle,
inançla, Tann’yla ilgili o kadar çok soru vardı ki. Nasıl olu
yordu da Tann, O’nun ismini kullanarak hem de, insanın in
sanı katletmesine izin veriyordu? Sayfaya bakakaldı, oradaki
boşluğun bir benzerini kendi içinde duydu.
Şirin Azurta görüştüğünde, profesör ona ne diyecekti aca
ba? Ne konuşacaklardı? Camdan içeri uçuveren iskete gibi
gizlice o odaya girip sarf ettikleri her kelimeyi dinlemeyi ne | {
"page": 247,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
çok isterdi. Doğrusu onun da soracakları vardı. Hem de çok.
Belki de Şirin bu semineri almasında ısrar etmekte haklıy-
dı. Peri’nin acilen Tann üzerine okumaya ihtiyacı vardı. Yü
ce bir varlıkla ilgili yepyeni hakikatler keşfetmek için değil,
kendi içindeki belirsizliklerle yüzleşmek, esas kendini keşfet
mek için. | {
"page": 248,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Çember
Oxford, 2001
Yeni dönemin ilk haftası. Peri, Tanrının Zihnine /Zihinde
ki Tann’ya Giriş dersinin ilk buluşması için hazırlandı. Öğ
renci posta kutusunda Profesör AzuıMan gelen bir zarf bula*
lı yalnızca birkaç gün olmuştu. İçindeki kartta, sağa doğru al
çalan eğimle yasalmış bir not vardı, besbelli aceleye gelmişti:
Sevgili Bayan Nalbantoglu,
Eğer Tann semineriyle hâlâ ciddi ciddi ilgileniyorsan, ders
ler önümüzdeki perşembe saat tam 14.00’te başlıyor! Dilersen
yanında amber getirebilirsin. Ama gereksiz özür dilemeler ge
tirme.
Ahtapot sizi bekler.
A. Z. Azur
Notu okuduğundan beri derslerinden ve kitapçıda yan-za-
manlı işinden kafasını kaldıramamıştı. Şimdi, göğsüne sıkıca
bastırdığı defteriyle seminer odasına doğru koştururken kay
gılıydı.
* * *
Odaya girince dokuz öğrenci saydı: dört oğlan, beş kız.
Aralannda Mona’yı bulunca şaşırdı. Mona da Peri’nin varlı
ğına bir o kadar şaşırmış görünüyordu. | {
"page": 249,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
252
Peri öteki öğrencileri şöyle bir süzdü; tedirgin gülümseme
lerine, birbirlerine fazla sokulmadan kibar kibar oturuşları
na bakılırsa, gergin ve heyecanlı olan bir tek kendisi değildi.
Bazı öğrenciler düşüncelerine dalıp gitmişken, kimileri de al
çak sesle laflıyor ya da ders tanımım -kim bilir kaçm a k ez-
okuyorlardı; bir oğlan başını bloknotunun üstüne koymuş,
uyukluyordu.
Peri cam kenarında bir sandalyeye çöktü. Dışarıdaki, yap
raklan yakut ve altın rengi ışıltılar saçan koca meşe ağacı
na baktı. Tuvalete gidecek vakit olup olmadığım merak etti.
Ama geri geldiğinde seminerin başlamış olmasından çekine
rek yerinden kıpırdamadı. Sema bulutlanmıştı, henüz erken
olduğu halde akşam çökmüş gibiydi.
Tam saat başında kapı açıldı. Profesör Azur elinde bir yı
ğın dosya, bir kutu boya kalemi ve bir kum saatiyle içeri gir
di. Üzerinde, dirsekleri deri yamalı, lacivert, fitilli kadife bir
ceket vardı. Tertemiz gömleğinin ütüsü kusursuzdu ama kra
vatı, sanki bağlamaya üşenmiş gibi gevşekti. Saçlan karman
çormandı. Ya güçlü rüzgâra karşı yürümüştü ya da gayriihtd-
yari parmaklanyla saçlarım kanştırmak gibi bir huyu vardı.
Her şeyi bir çırpıda masanın üstüne bıraktı. Kum saatini
kürsünün üstüne koydu ve hemen çevirdi; kum taneleri, kut
sal bir seyahate çıkan hacı kafilesi misali başladılar üst haz
neden alttakine akmaya. Tahtanın önünde dikildi Profesör
Azur. Uzun boylu, ince yapılıydı. Bir seslenişle sınıftaki uyu
şuk havayı altüst etti.
“Herkese merhaba! Şalom aleyhem! Selamünaleyküm! Ba
rış sizinle olsun! Namaste! Jai jinendra! Sat nam! Sat sri
akaal! Merak edenler için söyleyeyim, selamlarımı herhangi
bir öncelik sırasıyla söylemedim.”
“Alohd ” dedi birisi yanıt kabilinden.
Başkaları da sesini yükseltti. Selamlar ve kahkahalar bir
birine karıştı. | {
"page": 250,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |