madde
stringlengths 1
118
| anlam
stringlengths 0
843
| ornek
stringlengths 0
301
⌀ |
---|---|---|
dümtek | Klasik Türk müziğinde tempo | Ellerini dümtek usulü ile dizlerine vurur. |
dümtek tutmak | tempo tutmak | null |
dün | Bugünden bir önceki gün | Dün gece uyuyamadım da biraz başım ağrıyor. |
dün | geçmiş | Bugünü anlamak için dünü bilmek gerek. |
dün | Bugünden bir önceki günde | Dün söyledi. |
dün | Kısa bir süre önce | null |
dün bir, bugün iki | "herhangi bir şeye başladığından beri çok az zaman geçtiği hâlde" anlamında kullanılan bir söz | null |
dün cin olmuş, bugün adam çarpıyor | "işinde ustalaşmadan hile yollarına başvuruyor" anlamında kullanılan bir söz | null |
dün öleni dün gömerler | "bir üzüntü sürdürülmemeli, unutulmaya çalışılmalıdır" anlamında kullanılan bir söz | null |
dünden | Bir önceki günden | Dünden kalma yemek. |
dünden hazır (veya razı) olmak | kendisine yapılan bir öneriyi seve seve ve hemen kabul etmek | null |
dünit | Temel maddesi olivin olan iri taneli kayaç | null |
dünkü | Düne özgü, dün olan, dün yapılan | Dünkü gün. Dünkü yağmur. |
dünkü | Yakın geçmişteki | Dünkü kaplan, bir külkedisi yumuşaklığı ile göğsüme yaslandı. |
dünkü | Acemi olan | Daha dünkü damatla böyle çabucak yüz göz olup rezaleti ayyuka çıkarmak olur mu hiç? |
dünkü çocuk | Deneyimi az, toy, acemi kimse | Dünkü çocuk bize akıl öğretmeye kalktı. |
dünür | Eşlerin baba ve analarının birbirlerine göre durumu | null |
dünür düşmek | bir kızı evlenmek üzere başkası için istemek | null |
dünür gezmek | evlenecek erkek için kız aramaya çıkmak | null |
dünür gitmek | evlenecek kimse için kız istemeye gitmek | Dayısı, amcası dâhil, obadan, oymaktan kimse dünür gitmeye gönüllü değildir. |
dünürcü | Kız istemeye giden kimse | null |
dünürcülük | Dünürcü olma durumu | null |
dünürcülüğe gitmek | kız istemeye gitmek | null |
dünürlük | Dünür olma durumu | null |
dünürlük | Evlenme sonucu oluşan yakınlık, hısımlık | null |
dünya | İnsanoğlunun üzerinde yaşadığı toprak ve denizlerin tümü; acun, yeryüzü, küre (I), âlem, arz (III), cihan, darıdünya, devran, zemin | null |
dünya | çevre | Biz dünyadan ayrı yaşarken dünya epey değişmiş. |
dünya | İnançları bir olan ülke veya insanlar topluluğu | Batı dünyası. Doğu dünyası. |
dünya | Meslek veya iş birliği içinde bulunan kimseler; camia | Ressamlar dünyasında onun yeri ayrıdır. |
dünya | Bütün insanlar | Dünyaya rezil oldu. |
dünya | Duygu, düşünce ve hayal âlemi; diyar | Köprüye kadar kendi dünyaları içinde ne tatlı, ne özlü konuşurlardı. |
dünya ahret kardeşim (veya bacım) (olsun) | bir kişiye kardeşlik duygusundan başka bir gözle bakılmadığını anlatan bir söz | Bir karısı var, dünya ahret kardeşim olsun, melek, melaike sanırsın… |
dünya başına dar olmak (veya gelmek) | çok sıkılmak, büyük bir çaresizlik içinde kalmak | null |
dünya başına yıkılmak | çok sıkılmak, umutlarını yitirmek | Defteri abimin elinde görünce dünya başıma yıkıldı, basbayağı gözlerim karardı. |
dünya bir araya gelse | "dünyadaki bütün insanlar engel olmaya kalksa bile" anlamında kullanılan bir söz | Bütün dünya bir araya gelse fikrimi değiştiremez. |
dünya bir araya gelse | "dünyadaki bütün insanlar bir araya toplansa bile" anlamında kullanılan bir söz | null |
dünya bir, işi bin | "bu dünyada insanın hatır ve hayaline gelmeyen türlü türlü durumlar ortaya çıkar" anlamında kullanılan bir söz | null |
dünya (veya dünyalar) birinin olmak | çok sevinmek | Suların üzerimize devrilmesinden önce yukarıya bir varsak dünya bizim olacaktı. |
dünya durdukça durasın! | "çok yaşa, Tanrı sana sonsuz bir ömür versin!" anlamında kullanılan bir iyi dilek sözü | null |
dünya gözü ile görmek | ölmeden önce görmek | Seni dünya gözüyle bir daha görmeyi nasip edene şükrolsun. |
dünya gözüne zindan olmak (veya görünmek veya kesilmek) | büyük bir karamsarlık ve umutsuzluk içinde olmak | null |
dünya kadar | pek çok | Eve döneyim desen Feneryolu istasyonuna dünya kadar yol var. |
dünya kelamı etmek | konuşmak | null |
dünya kelamı etmek | konuşulmaması gereken yerde konuşmak | null |
dünya malı dünyada kalır | "insan öldüğü zaman malını öbür dünyaya götüremez, bu nedenle gerek kendisi için gerekse hayırlı işler için para harcamaktan kaçınmamalıdır" anlamında kullanılan bir söz | null |
dünya ölümlü, gün akşamlı | "hiçbir durum sürekli değildir, her iyi durumun bir sonu vardır" anlamında kullanılan bir söz | null |
dünya Süleyman'a bile kalmamış | "insan ne kadar zengin olursa olsun bu dünyadan göçüp gidecektir, bu nedenle dünyaya bel bağlamamalıdır" anlamında kullanılan bir söz | null |
dünya tükenir, yalan tükenmez | "dünyada çok sayıda yalancı vardır, bunları huylarından vazgeçirmek de imkânsızdır" anlamında kullanılan bir söz | null |
dünya varmış | sıkıntılı bir durumdan kurtulan kimsenin söylediği söz | İçerisi zindan gibiydi, oh burada dünya varmış! |
dünya yıkılsa umurunda değil | "hiçbir şeyle ilgilenmez, sorumsuz, kaygısız" anlamında kullanılan bir söz | null |
dünya yüzü görmemek | kapalı bir yerde sürekli kalmak | null |
dünyada tasasız baş bostan korkuluğunda bulunur | "bu dünyada tasasız olan insan yoktur" anlamında kullanılan bir söz | null |
dünyadan el etek (veya elini eteğini) çekmek | bir kenara çekilip çevresiyle ilgisini kesmek, toplumun yaşayışına karışmamak, dünya işleriyle ilgilenmez olmak | Yedi saatlik evliler, şimdiden mi dünyadan el etek çekiyor? |
dünyadan geçmek (veya el çekmek) | bir kenara çekilip toplum yaşamına karışmamak | null |
dünyadan haberi olmamak | çevresinde olup bitenleri bilmemek | null |
dünyanın dört bucağı | dünyanın her yanı, her yönü | Dünyanın dört bucağından gelen gezginler. |
dünyanın ... sı | pek çok | Dünyanın masrafını yapmış, bahçeye araba araba toprak ve gübre taşıtmıştır. |
dünyanın kaç bucak (veya köşe) olduğunu göstermek (veya anlamak) | dünyada ne gibi güçlükler olduğunu bildirmek (veya anlamak), insanın başına neler gelebileceğini öğretmek veya öğrenmek | null |
dünyanın öbür ucu | çok uzak yer | null |
dünyanın sonu değil | "her şey daha bitmedi, umut var" anlamında bir söz | null |
dünyanın sonu | bütün olanakların sona erdiği, her şeyin bittiği an | null |
dünyanın sonu | ölüm zamanı | null |
dünyanın ucu uzundur | insanın yaşadıkça türlü durumlarla, çeşitli olaylarla karşılaşabileceğini anlatan bir söz | null |
dünyanın tadını çıkarmak | bütün zevklerden yararlanmak, mutlu ve rahat yaşamak | Dünyanın tadını çıkarmaya devam ettik. |
dünyasından geçmek | her şeye karşı ilgisiz duruma gelmek | null |
dünyaya gelmek | insan, doğmak | Sonunda ne kadar istedilerse de erkek çocukları dünyaya gelmedi. |
dünyaya getirmek | doğurmak | Hayriye Hanım yedi gün evvel ilk çocuğunu dünyaya getirmiştir. |
dünyaya gözlerini kapamak (veya yummak) | ölmek | Bir sabah söyledi son sözlerini / Yumdu dünyaya ela gözlerini |
dünyaya kazık çakmak (veya kakmak) | çok uzun ömürlü olmak, çok yaşamak | null |
dünyaya yuf borusu öttürmek | ölmek | Mektubun elinize değmesinden epeyce zaman evvel dünyaya yuf borusu öttürmüş olacak. |
dünyalara değişmemek | her şeyden daha fazla sevmek | null |
dünyayı anlamak | dünyada neler olduğunu öğrenmek, deneyimi artmak | null |
dünyayı ben yarattım demek (veya havasında olmak) | aşırı mağrur olmak, büyüklenmek | O da oğlanın, dünyayı ben yarattım havalarındaki tavrından rahatsız olmuştu. |
dünyayı görmemek | bir konuya veya bir işe aşırı odaklanıp çevre ile ilgilenmemek | Günlerce, haftalarca kitapların içine gömülür, dünyayı görmezdim. |
dünyayı haram etmek | bir yeri yaşanılmaz duruma getirmek | Kadıncağıza, o iki zavallı öksüz kızcağıza, dünyayı haram ediyor. |
dünyayı sel bassa ördeğe vız gelir | "birçok kimse için felakete yol açan bir olay, bazı insanları ilgilendirmez" anlamında kullanılan bir söz | null |
dünyayı tozpembe görmek | üzücü durumlara bile iyimser gözle bakmak | Gümüş şamdanların, pembe karanfillerin, kristallerin renk renk, ışık ışık parladığı sofralarda melek yüzlü, tatlı dilli insanlarla konuşur, dünyayı tozpembe görürdük. |
dünyayı tutmak | çok yayılmak, her yere dağılmak | Şöhreti dünyayı tutan Paris kadını nadiren güzeldir. |
dünyayı zindan (veya zehir) etmek (veya dünyayı başına dar etmek) | bir kimseyi çok sıkıntılı bir duruma sokmak | En güzel zamanında hiç olmayacak bir şey çıkarır, dünyayı kendine zehir edersin. |
dünya âlem | herkes | null |
dünyada | Hiçbir zaman, hiçbir biçimde | Bu kitabı dünyada kimseye vermem. |
dünya görüşü | Evrenin ve hayatın anlamını, amacını, değerini, insan varlığını ve davranışlarını bütünüyle kavramaya çalışan genel düşünce; felsefe | null |
dünya güzeli | Çok güzel (kimse) | null |
dünya kelamı | Tanrı sözünden başka söz | null |
dünyalı | Dünyaya ait olan | null |
dünyalık | Geçimi sağlayan para, mal mülk gibi şeylerin tümü | null |
dünyalığı doğrultmak | yaşamı süresince yetecek parayı kazanmak | null |
dünya malı | Varlık, servet | null |
dünya malı | İnsanın hoşuna gidecek, huzur verecek durum ve şartların bütünü | null |
dünya nimeti | İnsanların dünyada yiyeceği, içeceği, kullanacağı imkânların tümü | null |
dünya penceresi | "Göz" anlamında kullanılan bir söz | Allah dünya penceresini kapatmasın. |
dünyevi | Bu dünya ile ilgili; dünyasal, uhrevi karşıtı | Bazı dünyevi meseleleri bahane ederek kardeşlerle olan bağı kesmek, yabancılaşmak, uzak durmayı tercih etmek hiçbir şekilde hoş karşılanmayan bir davranıştır. |
düpedüz | Çok düz ve doğru bir biçimde, dümdüz olarak | null |
düpedüz | Yalın, basit, süssüz, sade bir biçimde | Bir lakırtıyı düpedüz söylemek dururken, daha çok beğenilsin diye dolambaçlı yollardan söylediniz mi, çok kere manasız manasız şeyler meydana çıkıyor. |
düpedüz | Başka bir amaç gütmeden; açıkçası | Daha başkaları vardı ki bunlar düpedüz korkuyorlardı. |
dürbün | Uzaktaki cisimlerin görüntülerini büyütmeye veya yaklaştırmaya yarayan, objektif ve oküler adlı iki mercekten oluşan optik alet; bakaç | null |
dürbün | Gözetleme deliği | null |
dürbünün tersiyle bakmak | bir şeyi küçümsemek, olduğundan çok daha az önemli görmek | null |
dürbünlü | Dürbünü olan | Kalabalıktan kimse kalmamış. Dürbünlü çocuklar da görünmüyor. |
dürme | Dürmek işi | null |