poes
stringlengths
13
158k
poe_length
int64
1
20.9k
Rüyalarım Da Sen Bir rüya gördüm bugün, İçinde senin olduğun, Bir rüya idi ki, Mutluluğa doyduğum,Bir rüya gördüm bugün, Aşkla,heyecanla coştuğum, Bir rüya idi ki, Huzura doyduğum,Bir rüya gördüm bugün, Bir rüya idi işte, Bir rüya idi ki, Bitmesini bir an bile istemediğim,Ve sonra... Uyandım,uyandım! ... Kayboldu birden tüm güzellikler, Yakaladığım mutluluk yok oldu…Huzuru,aşkı,ben seni… Rüyalarım da bıraktım, Anladım ki, bir rüya kadar yakın, Bir o kadar da uzaktın…
69
Mutlu Yıllar Deniz Kızım... Deniz kızımmmm..... Şair ruhlu, Altın kalpli, Melek kızımmmm... MUTLU YILLAR SANA... Bugün sevgilerimi, Her zamankinden daha fazla gönderiyorum... Bugün sevgi ve şefkat pınarım, Her zamankinden fazla çağlıyor... Sana doğru kızım... Bugün melekler Her zamankinden fazla uğrasın hanene... Bugün güneş, Her zamankinden daha fazla parlasın hanenizde... Bu gece yıldızlar nurunu, Her zamankinden daha fazla saçsın... Güzel ailenizin üstüne...Bugün güzel ailenin, Güzel annesinin doğum günü... Bugün güzel ailenin, En mutlu günü...Bugün tüm geçmiş günlerinden daha mutlu, Gelecek tüm günlerinde bugünden daha mutlu olmanı diliyorum... Tüm güzellikler seninle olsun, Sevdiklerin hep yanında olsun, Sevgisiz kalma, Sevgi yağmurları altında kal, Yüzün hep gülsün, Göz yaşın artık yalnızca mutluluktan aksın, DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN... (25.01.2006) Bugün, Dünya iyisi, Altın kalpli, Şair ruhlu, Bir manevi kızımın doğum günü,
126
KUM SAATİ Üç yıldır çölü, kumu, yazan şairlerin hiçbiri; yazmadı, duyurmadı, beyazlaşmış iskeletlerin ter ve tuzla yıkanmış ağarmış şafaklarda yüzdüğünü... Ve asla kendilerinden çıkmadı ecel çağıran kum saati... Tahayyülleri kıttı; zorlamadılar zorlukları. Develeri yoktu ki tökezlemedi! uykusu gelen atların ayakları kilitlenmedi... Kum okyanusunun sağır kulaklarına; fısıldamadı bakalit tespihlerin tok sesi. Ölü doğan çöl şiirlerine eklendi bir yenisi... Ölümlüleri anmadı, anlamadı hiçbir kuzgun, kemiklerini parlatmadı ayaz geceler, geveze akbabalar, zamanın söylediklerini duymadı sanırım hiçbiri: – Ders olsun size, yaşanmamış günleri zamanın çölü yuttu, getiremezsiniz geri. – Ders olsun size, yuvarlanan, savrulan kumlar değil, ömrünüzdü! Ey ölümlü İnsanoğlu; zamandan vareste değilsin. Zamandan bağımsız değil; ne kum, ne çöl, ne de kum saati! Kumyaka, 4 Temmuz 2002 Bursa, 10 Ocak 2003
118
Oyuncusun İnsanoğlu Oyuncusun İnsanoğluHayatın sınırlarını sonuna kadar kullanan Hayatın belgeselinin senaristi insanoğlu Olmayan özgürlük gibi olmayan cesaret gibi Sol koluma gel gir dostum oyuncusun insanoğluDost Şeref
26
Savaş Savaş... Öyle bir kelimeki Bedenleri parça parça eder Kolları koparır çolak eder Bacakı koparır sakat eder Babaları öldürür Anaları dul ederSavaş... Öyle bir kelimeki Adı duyulunca İnsanları korku sarar Dua için kıpırdanır dudaklar Ya Rabbi Yavrumu bana bağışla diye Gözyaşı döker analar Kocamı yavruma bağışla der Yeni evlenmiş taze gelinler Ya Rabbi O günleri bir daha gösterme der Gün görmüş ihtiyar dedelerSavaş ama Çocukları yetim bırakmak için değil Savaş ama Anaları gözü yaşlı bırakmak için değil Savaş ama Taze gelinleri dul bırakmak için değil Savaş... Yüreğinle savaş Hayatta mücadeleyle savaş Ekmek paran için savaş Kısacası Ayakta kalmak için Yaşamla savaş...
101
Ay Balam yitirmişim nazlı yari yanar ağlaram ay balam toprağa koydum maralı döner ağlaram ay balam.niye benden yad olmuşsun yanıp yanıp od olmuşsun türkülere ad olmuşsun diyer ağlara ay balamben ekremem kaldım yasta gül getirem deste deste aç gözünü bir şey iste söner ağlaram ay balam.
46
143 Limon Çiçekleri Billahi anlatmak zor bu, Akdeniz e mahsus! Altınları zümrüde Hakk ne güzel tutturmuş... Sakın ifşa etmeyin, seyredin şöyle sus pus! Bunca mücevheratı açıkta unutturmuş! Buhurdandan mı nedir, nerden geldi bu koku? Yoksa ıtriyatçılar bahçeye mi dadandı? Kardan da ak çiçekler, nerde var böyle doku? Limonlar çiçek açtı, sanmayın sıradandı...Bir yandan meyve sarkar bir yandan açar çiçek! Gör, ne güzel bakıyor zümrütler arasından... Bozma bu güzelliği, çek elini n’olur çek! Yükseliyor amberler şehrin her yöresinden...Sarı sarı limonlar, sanki beşi bir yerde! Her şeye sıkılır da bir tek keyfe sıkılmaz... Hakk’ ın bir mucizesi, deva bunlar her derde! Limonla yaşayanlar kolay, kolay yıkılmaz...Limonlar hep açtı bak Antalya çelenk gibi! Bu ne güzellik ya Rab hepsi bize mi ait? Görünen bu manzara tam cennete denk gibi! Gerek yok fazla söze bundan fazlası zait...Antalya-2012/04
133
.Gül ile Bülbül GÜL İLE BÜLBÜLGamze dediğin yanakta iki çukur, Mutluluktan gülerken gül açarmış. Seherde aşık sevdiğini bulur, Kanatlanıp kuş misali uçarmış.Bülbül, gül ile bir gül bahçesinde, Türküler yakar acı var sesinde, Gül eser, gül kokar gül nefesinde, Güler güler durmaz yine kaçarmış.Gül, bülbülü şakımaktan yorunca, Seher yeli mola verip durunca, Kızgın güneş gül fidana vurunca, Utanır pembe gül al al açarmış.Gülistanda güller açar gülerken, Koşar gelir bülbül her sabah erken, Yeni bir sevgili bulayım derken, Bülbül gülsüz, gül bülbülsüz yaşarmış.Bülbülün sevdası düşerde dile, Şen sesiyle öter durur, susmaz bile, Mor menekşe bir bülbüle, bir güle, Garip garip, bakar durur şaşarmış Ahmet Alptekin
103
Gurbet-acı zalim olan denli eller, gitmiş olsam gurbet eller, diyar diyar gezdim iller, ne bilsin ki gurbet aci,varip gitsem gezsem çöller, anlat durur susmaz diller, gezip dursam çalsam ziller, anlat dursam gurbet aci.dünya hayat kaldım bura, yazi dedim aldim tura, gurbet acı çektim bura, dünya ahir gurbet aci.bekler durur canlar eren, boş olur mu daglar delen, yeri yurdu baglar veren, kal öyleki gurbet aci.eylem hakik yollar göre, bu yüzden hep canlar ere, gurbet aci çeken pire, anlatayım gurbet acı.benim gurbet senden farklı, yerim yurdum saten farklı, malın mulkun olan haklı, işte böyle olan acı.varip gitsem Kabe iller, bariş bilsin bazı eller, dünya hayat seni dinler, ne bilsin ki gurbet acı.
110
Toprak ve kabartı Yalçın kayalı dağlar dilim dilim kıyılmaz Üflenip kabartılan topraklar dağ sayılmaz Tepeye baş eğmeyen bir dağa sığınılır Başı öne eğilen kabartıya uyulmaz
25
Kırk Bir Kere Maşallah Seni korusun Allah' Ararım neredesin Yol deniz deredesin Saatin hep kurulu Gömlekli karedesin 41 Kere Maşallah Seni korusun Allah' Baktığım her tarafta Aynı yön aynı safta Yardımın sayesinde Bereket olsun rafta '41 Kere Maşallah Seni korusun Allah' Bu sevgiler hep sana Sendeki asil cana Yüzyıllarca yaşasın Seni doğuran ana '41 Kere Maşallah Seni korusun Allah' Mutluluk esenlikler Gerçekleşsin dilekler Bir sefer daha gelin Canlar güne gün ekler '41 Kere Maşallah Seni korusun Allah' Sevecendir bakışın Dostluktur bütün işin Daima yükseklerde Hem düşüncen hem başın '41 Kere Maşallah Seni korusun Allah' Başarılı program Kendisine gelir ham Kaptırınca kendini Açılıyor bütün cam '41 Kere Maşallah Seni korusun Allah' Saçın siyah yüzün ak Gözlüğü gözüne tak Şiirleri yazarım Sende bana verdin hak '41 Kere Maşallah Seni korusun Allah' Gömleklerin çizgili Hep okursun ezgili Söz ile davranışın Sanki kitap dizgili '41 Kere Maşallah Seni korusun Allah' Bakışların sevecen İşe geliyorsun sen Seni sever cemiyet Genci çocuğu ve ben '41 Kere Maşallah Seni korusun Allah' Sözü söyleyen Hasan Unutma sakın hep an Zorluk ve sıkıntıya Hem eli ve kolu ban '41 Kere Maşallah Seni korusun Allah'
185
Överim Ben Babamı Överim, yüceltirim babamı babasız bırakmadı beni çünkü kendini uzun yaşadıHer gün öldürdüler katip masasında bazen bazen bakkalda, ....................
21
Bencillik (2) Kocaman bir bahçe bizim. öyle düzenli şirin ki.Küçücük bir orman hepimizin. öyle dağınık kırık ki
17
Neye yaran bu dünyada Bir dostun hatrın sordun mu? Haksıza karşı durdun mu? Birazcık akıl yordun mu? Neye yaran bu dünya da? Ne iş yapan bu dünya da? Bildin mi garip halinden? Tuttun mu yetim elinden? İçtin mi sevgi selinden? Neye yaran bu dünya da? Ne iş yapan bu dünya da? Taş üstüne taş koydun mu? Hak uğruna baş koydun mu? Açlara bir aş koydun mu? Neye yaran bu dünya da? Ne iş yapan bu dünya da?
77
Yeşil Bakış acım acınla sevincim sensiz bakışlarından ırak yaşamın kıyasadaymışım gibi gözbebeklerinde yaşıyorum unutmak istercesine yıkıyorum yeşile çıkan bütün köprüleri yakıyorum yüreğimdeki senden kalan anıları kendini yineler gibi olmuyor işte unutamıyorum senin gözbbeklerini herdefasında yeniden doğuyor küllerinden bir anka kuşunun küllerinden yeniden doğduğu gibi bakışların yüreğimdeki ankakuşu benm yaksamda kül etsemde yeniden yeşilliyor bütün bedeni baştan başa yeşile boyuyor bütün dünyamı duvarlar yeşil hava yeşil yıldızlar güneş bile yeşil ışık veriyor yeşil bir hayat evet herşeyden kaçılır ama yeşil bir bakıştan asla.....!
82
Fareleri Her zaman kediler fareleri yiyemezler, Fareler kedi yemese de onu öldürür, Kediler farelere anlaşalım diyemezler, Dediğinde fareleri kendine güldürür.
20
Arkadaş Güz günlerini yaşıyoruz ARKADAŞ Yapraklar sararmış dökülüyor yavaş yavaş Gökyüzünde yağmur bulutları oluşmuş sessizce Her an patlamaya hazır fırtına üstümüzde Bak meyvelerini çoktan dökmüş ceviz Bağbozumu gelmiş kütüklerde kalmamış üzüm Yeşile dair ne varsa sararmaya yüz tutmuş İlkbahardan eser kalmamış ARKADAŞ Ömrümün sonbaharın yaşıyorum ARKADAŞ Bu durgunluğum sessizliğim ondan Yapraklar gibi soluyor yüzüm Benimdemi geliyor songüzüm ARKADAŞ Üstümde oluşmuş yağmur yüklü bulutlar Dağılmak için bir esinti bekler Ya birde şimşek çakarsa ARKADAŞ Sessiz gökyüzü döner mahşer yerine Ömrümün songüzü Yerini bırakır karakışa ARKADAŞ05.10.2006
84
Sevgi Sonsuz Bir Kaynak Sevgi sonsuz bir(ilâhi) kaynak, gönülden akan ırmak Cânâna sevgi sunmak, öyle güzel bir şey kiSevgi gönül dilidir, baldan daha şirindir Ne yenir ne içilir, öyle güzel bir şey kiSevgi gönül köprüsü, kalbin pembe örtüsü Ömrün güzel öyküsü, öyle güzel bir şey kiSevenler mes'ud olur, sevilenler mest olur Sonu mutluluk olur, öyle güzel bir şey ki 1 Mart 2014 - ANKARA
64
Doğum Günüm Kızım dedi ki; babacığım doğum gününü kutlayalım Gerçek tarihi Bilmiyorum ki, dedim kutlayalım Gittim babama sordum, annene sor dedi Annem: vallahi hatırlamıyorum, ninene sor? Dedi.Babaanne, benim doğum günümü sen biliyormuşsun Hatırlıyor musun? Doğum günümü Evladım, güccükgelin in Rıza yı tanırmısın? İşte onun oğlan kınası günü senin doğum günüBuldum Rıza amcayı sordum bunu Rıza amca senin oğlan kınası hangi tarihti? Hatırlıyorum da sor ninene şunu Ben iki kez evlendim hangisi kiNineme sordum, bir kış günüydü dedi Soramadım Rıza amcaya öldü gitti Bunu anlatınca herkes bana güldü Mırmır Selahattin bunu duyunca, inanın yağımı eritti.Bak Nail hoca bunun çözümü bende Ama cezası çok bunun, seni sevsem de Rıza nın ilk hanımı halam olur Öğrenirsem kına gününü, bir yemek borcun olurÜç ay sonra mırmır dan bir haber geldi Mırmır ın halası da iki kez evlenmiş Yüzüme baktıkça katıla katıla güldü Yaa, senin ki ne biçim bir kadermişBıraktım bu işin sonunu Bulamadık benim tam doğum gününü Mum üflemeden de olurmuş Onsuzda yaşayabilirim mutluluğu.Kasımın yirmisi demişler yazdırmışlar nüfusa Daha da geç yazdıracaklarmış babama kalsa Çok ta önemli değil bundan sonra Dostlarım yanımda olduktan sonraTüm dostlara söylüyorum Her gün benim doğum günümdür Hediyelerinizi bekliyorum Ne olursa olsun kabulümdürFinike, 20.11.2009
194
Göç yatak aynı yatak koltuk merdivenler üç aşağı beş yukarı kaldırım çorbacı aynı yokuşlar inişler tabelalar direksiyon solda vites sağda süremediğin insanlar hep aynı bırakılamayandan hangisine göç edemiyoruz
28
Yağmur bir tutam yağmur istiyorum avuçlarıma alıp saçlarımı ıslatmak sonra yağmuru koklamak ve yetmeyince yağmur olmak istiyorum her damlamda seninle yağmak yaprakların üzerinde biraz soluklanıp birazdan doğacak güneşle uykuya dalmak ben yağmur olmak istiyorum ara sıra şemsiyelere konmak ve kulak misafiri olmak nehirlere yağmak istiyorum denizlere ve gemilere sokakta oynayan çocukları serinletmek istiyorum beyaz panjurları olan mavi minik eve yaklaşıp bacalarından süzülmek ve munzurluk yapmak istiyorum beni fark etmeleri için ateşlerini söndürmek ben yağmur olmak istiyorum özgürce yağmak biraz serseri, biraz uçukça delice durmadan yağmak ama zararsız korkutmadan banka oturup biraz soluklanmak istiyorum ve düşünmek sonra dev ağaçların dibine yanaşıp yapraklardaki çiğ tanelerime gözler kırpmak birazda mavi tekneyi seyretmek ben yağmur olmak istiyorum aslında bilmiyorum bildiğim şuki yağmur olamasam da onun yağmasını istiyorum 07.05.1997 14:27 İstanbul
126
Başka Tende Hiçbir şey yoktu aralarında, Nefretle başlamışlardı geceye Nefret bir anda dönüşüverdi Şehvete. Yıllardır tanışıyorlarmış gibi Başladılar dokunmaya, öpüşmeye, Delice sevişmeye. Kader onları buluşturmuştu bir yerde. Ve artık... Artık biliyorlardı ki Çılgınca başlayan Aşk, tutku Bitecekti bir yerde. Ruhları aynı ama, Bedenleri ayrı yerde, Ayrı tende.
47
Suikast Kurbanı AYDINLAR ve Gazeteciler Cumhuriyet Haber Merkezi, 22.10.1999 - Bombalı saldırı sonucu yaşamını yitiren Cumhuriyet yazarı Ahmet Taner Kışlalı, son 20 yılda Cumhuriyet yazarlarına yönelen saldırılar zincirinin son halkası oldu. Cumhuriyet, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Ümit Kaftancıoğlu, Cavit Orhan Tütengil, Onat Kutlar gibi çok değerli yazarlarını yitirirken Server Tanilli saldırı sonucu sakat kaldı. Bahriye Üçok, Muammer Ulusoy, Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı cinayetleri çözülmeye başlandı... 2000 yılının ilk aylarında polisin yaptığı başarılı 'Umut' operasyonu sonucunda kaatil sanıkları yakalanarak adalete teslim edildi. 11.07.2000 tarihinde, İran tarafından yönetilip yönlendirilen Tevhid, Selam ve Kudüs Ordusu örgütlerinin elemanları olan sanıklar Necdet Yüksel, Ferhan Özmen, Hakkı Selçuk Şanlı, Yusuf Karakuş, Muzaffer Dağdeviren, Abdülhamit Çelik, Fatih Aydın, Hasan Kılıç, mehmet Şahin, Mehmet Ali tekin, Haluk Özçelik, Mehmet Kasap, Mehmet Gürova, Adil Aydın, Murat Nazlı, Arif Tarı ve Mahmut Koca yargılanmaya başlandılar.Tütengil Hocaİstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyoloji Enstitüsü Başkanı ve gazetemizin yazarlarından Prof. Cavit Orhan Tütengil 1979 yılının 7 Aralık sabahı saat 07.45'te Levent'teki Sülün Sokak'ta bulunan İETT durağında, silahlı dört kişi tarafından öldürüldü. Saldırganlar, Tütengil'in cesedinin üzerine, ''Ne Amerika Ne Rusya, Bağımsız Türkiye- Anti Terör Birliği'' yazılı bir not bıraktılar. Polis, olay yerinde 9 milimetre çapında 12 boş kovan buldu. Tütengil cinayetinde yapılan soruşturma ve yargılamalar ise sonuçsuz kaldı. Hatta yargılama dosyası bile kayboldu. Tütengil'in cenazesi, 9 Aralık 1979 günü Şişli Camii'nden olaylı bir biçimde kaldırıldı. Cenazeye katılmak isteyenlerle güvenlik güçleri arasında çıkan çatışma sonunda bir işçi öldü, sekiz kişi yaralandı. Yaralananlardan biri de, gazetemizin bir diğer yazarı, Ümit Kaftancıoğlu idi. Kaftancıoğlu, bu törenden aylar sonra bir başka hain saldırının hedefi oldu...Susmayan Kalem: KaftancıoğluMakaleleri Cumhuriyet'in sayfalarında sık sık yer alan TRT yapımcısı ve yazar Ümit Kaftancıoğlu, Mecidiyeköy Sakızağacı durağı önünde 11 Nisan 1980 günü sabah saat 07.50'de silahlı iki faşistin saldırısına uğradı. Şişli Çocuk Hastanesi'ne kaldırılan yazarımız Kaftancıoğlu, müdahalelere karşın kurtarılamadı. 11 Kasım 1980 günü gözaltına alınan Ahmet Mustafa Kıvılcım, Kaftancıoğlu cinayetiyle ilgili olarak polise şunları anlattı: ''İstanbul Ülkücü Gençlik Derneği Başkanı Hasan Küçük, Ümit Kaftancıoğlu hakkında istihbarat yaparak oturduğu yeri ve otomobilinin plakasını tespit etmiş. Bu şahsın gazetelerden fotoğraflarını keserek, topladığı bilgilerle birlikte bu fotoğrafları İrfan Çakıca ve Yusuf Teke 'ye vermiş. Ümit Kaftancıoğlu'nun solcu olduğunu, öldürülmesi gerektiğini söylemiş ve öldürün diye emretmiş. İrfan Çakıca beni buldu, Hasan Küçük'ün emrini iletti, gelip gelmeyeceğimi sordu. Kabul ettim. 11 Nisan 1980 sabahı saat 07.00 sularında Karadeniz Kıraathanesi'nde buluştuk. Gaspettiğimiz bir otomobille Sakızağacı'na geldik. Saat 07.50 sularında öldüreceğimiz kişi evinden çıktı, arabasının yanına geldi. İrfan'la yanına gittiğimizde arabasının camını siliyordu. İrfan 4-5 el ateş etti. Ben de bir el ateş ettim. Ümit Kaftancıoğlu'nu biz öldürdük. Sonra kaçtık.'' Ülkücü militan, Kaftancıoğlu cinayetini böyle anlattı, ama mahkemede her şeyi inkâr etti. Ancak, kendisinin gösterdiği yerde iki silah bulundu ve birinin Kaftancıoğlu cinayetinde kullanıldığı balistik raporlarıyla kanıtlandı. Yapılan yargılama sonunda emri verdiği açıklanan Hasan Küçük, ateş ettiği belirtilen İrfan Çakıca ve otomobili kullandığı söylenen Yusuf Teke ortada yoktu. Sadece Ahmet Mustafa Kıvılcım, TCK'nin 450/4 maddesinden ömür boyu hapse mahkûm oldu. Tanilli'ye sıkılan kurşunİstanbul Üniversitesi Anayasa Kürsüsü Doçenti Server Tanilli, 7 Nisan 1974 günü saat 21.30 sıralarında evine giderken Suadiye Avşar Sokak girişinde silahlı saldırıya uğradı. Tanilli, evine 150 metre kala pusu kuran bir otomobilden atılan kurşunlardan dördüne hedef oldu. Üniversite çevrelerinde devrimci-demokrat kişiliğiyle tanınan ve çok sevilen Doç. Tanilli bu saldırıdan sonra felç oldu. Yaşamı tekerlekli sandalyeye bağlanan Tanilli, tedavi olmak için gittiği Paris'ten gazetemize yazmayı halen sürdürüyor.Bahriye Üçok12 Eylül öncesinde yazarlarımıza yönelik saldırıların kaynağı sivil faşist çetelerdi. 12 Eylül 1980 sonrası yazarlarımıza yönelen şiddet, bu kez, kendilerine İslamcı diyen dinci çetelerden kaynaklanıyordu. Yazarlarımıza yönelik saldırıların ikinci perdesi, 6 Ekim 1990 günü Çankaya Caddesi'ndeki evine gönderilen bir kargo paketinin patlamasıyla ölen Prof. Bahriye Üçok 'la açıldı. İlahiyat Fakültesi eski öğretim üyesi ve SHP Parti Meclisi Üyesi Prof. Bahriye Üçok, toplumsal ve siyasal sorunlarla ilgili düşüncelerini Cumhuriyet sayfalarında ortaya koyuyordu. Muammer Aksoy Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı, Atatürkçülüğün ve bağımsızlığın ödün vermez savunucusu Prof. Muammer Aksoy, 31 Ocak 1990 günü saat 19.05'te Ankara Bahçelievler'deki evine giderken öldürüldü. Cinayetten iki saat kadar sonra gazeteleri arayan bir kişi, ''Tesettür konusunda İslama karşı takındığı tavır nedeniyle Müslümanlar tarafından cezalandırıldı. Olay İslami Hareket adına üstleniliyor. 7.65 Baretta ile cezalandırılmıştır'' dedi. Muammer Hoca'nın dosyasında, öldürüldüğü gün elde edilen üç boş kovanın dışında bir şey yoktu. Olay hâlâ faili meçhul... Prof. Muammer Aksoy'un cenazesinde Cumhuriyet'in bir başka yazarı, hocasının fotoğrafını kortejin en önünde kucağında taşıdı. Bu yazarımız, 1993 yılında yitirdiğimiz Uğur Mumcu'ydu...Muammer Aksoy, (d. 1917, Antalya – ö. 31 Ocak 1990, Ankara) . Hukukçu ve siyaset adamı. 1961 Anayasasını hazırlayan komisyonun sözcülüğünü yapmıştır. Milletvekili Numan Aksoy'un oğludur. 1939'da Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten sonra Zürih Üniversitesi Hukuk ve Devlet Bilimleri Fakültesi'nde doktora yaptı. Türkiye'ye döndükten sonra İstanbul Üniversitesi'nde asistanlık ve Ankara Üniversitesi'nde öğretim üyeliği yaptı. 1957 yılında üniversite yasasında yapılan değişikliklerin üniversitelerin özerkliğine zarar verdiği gerekçesiyle üniversiteden ayrılarak Cumhuriyet Halk Partisi'ne girdi.27 Mayıs 1960 sonrasında yeniden üniversiteye döndü ve Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde profesör oldu. 1960-1961 yıllarında kurucu mecliste çalıştı. 1961 Anayasasının hazırlanmasında komisyon sözcülüğü ve CHP parti meclisi üyeliği görevlerini yürüttü. 12 Mart 1971 Muhtırasından sonra tutuklandı, fakat yargılama sonucunda aklandı. 1977'de CHP İstanbul milletvekili olarak meclise girdi. Avrupa Konseyi Türkiye temsilciliği ve Türk Hukuk Kurumu başkanlığı görevlerini yürüttü. 12 Eylül 1980'den sonra Ankara Barosu başkanlığına seçildi.1989'da Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Bahri Savcı, Münci Kapani ve Bahriye Üçok gibi aydınlarla birlikte Atatürkçü Düşünce Derneği'ni kurdu. 31 Ocak 1990 günü Ankara Bahçelievler'deki evinin önünde kurşunlanarak öldürüldü.Mumcu... ve ödenmeyen masum borç Ve 24 Ocak 1993. Ankara, Karlı Sokak. Cumhuriyet yazarı Uğur Mumcu 'nun, evinin önünde park ettiği otomobiline binerken patlayan bomba, Mumcu'nun bedenini, bizim de yüreklerimizi parçaladı. Türk basın tarihinin kalpaksız Kuvayı Milliye'cisi, keskin kalemini son yolculuğuna on binler uğurladı. Cenaze töreninde on binler hep bir ağızdan 'Yiğidim Aslanım' türküsünü söylediler ve 'Türkiye laiktir, laik kalacak' sloganını attılar. Dönemin siyasileri, suçluların bulunması yönünde namus sözü verdiler, ancak olayın aydınlatılması sürecinde bir arpa boyu yol alınamadı. Soruşturma ile ilgili olarak 5 savcı görevlendirildi, 3 komisyon kuruldu, Bu arada Abdullah Argun Çetin adlı bir kişi cinayete katıldığını öne sürdü. Çetin hakkında Ankara DGM Başsavcılığı idam istemiyle dava açtı. Cinayet, 7 sene boyunca faili meçhul olarak kaldı. 2000 yılının Mayıs ayında, İçişleri Bakanı Sadettin Tantan ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü çok büyük bir başarıya imza attılar. Uğur Mumcu'nun kaatilleri yakalandı. Evet, ntahmin edildiği gibi kaatiller, İran destekli bir İslamî örgüt mensubu. Selamcılar olarak tanınan bu İslami örgütün üyeleri olan kaatiller ve suç ortaklarından başlıcaları Yusuf Karakuş, Hasan Kılıç ve Arif Tarı adındaki kişiler. Eski Refah Partisi milletvekili olan Hasan Mezarcı'nın bu örgütle ilgisi olduğu ve cinayete azmettiren kişi olduğu sanılıyor. Eski Refah Partisi genel başkanı Necmettin Erbakan'ın da kaatiller arasında bulunan Arif Tarı'ya 'Başarı belgesi' verdiği belirlendi. Bu satırlar yazılırken, Uğur Mumcu cinayetinin soruşturması sürüyordu. (11 Mayıs 2000) Onat KutlarCumhuriyet yazarı, sinemacı Onat Kutlar, 30 Aralık 1994'te The Marmara Oteli'nin pastanesinde meydana gelen patlama sonucu ağır yaralandı. Patlama sonucu omuriliği zedelenen yazarımız, Amerikan Hastanesi'nde 12 gün boyunca sürdürdüğü yaşam mücadelesinde yenik düşerek yaşamını yitirdi. Kutlar'ın ölüm nedeni, birden fazla organının iflas etmesi olarak açıklandı. Olayla ilgili olarak açılan dava halen İstanbul DGM'de sürüyor.AHMET TANER KIŞLALI(Cumhuriyet Gazetesi, 22.10.1999) 21 Ekim 1999 sabahı, Ankara'da evinin önünde bombalı bir suikast sonucunda öldürülen Ahmet Taner Kışlalı, 1939'da Tokat'ın Zile ilçesinde doğdu. Banka memuru Hüseyin Hüsnü ve öğretmen Lütfiye Hanım'ın oğlu, gaeteci-yazar Mehmet Ali Kışlalı'nın küçük kardeşidir. Kilis Kemaliye İlkokulu'ndan (1951) sonra, Kilis Orta Okulu'nu ve Kabataş Erkek Lisesi'ni (1957) bitirdi. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden 1963'te mezun olmadan önce, o zaman Ankara'da yayımlanan Yeni Gün gazetesinde çalıştı. 1967'de Paris Üniversitesi'nin Anayasa Hukuku ve Siyaset Bilimi Bölümü'nde 'Çağdaş Türkiye'de Siyasal Güçler' konusunda doktorasını yaptı. Hacettepe Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak, akademik yaşama atıldı. Daha sonra SBF'de öğretim üyesi ve 1972'de doçent oldu, 1974-1977 yılları arasında Ankara Üniversitesi SiyasalDavranış Kürsüsü'nde doçent ünvanı ile görev yaptı. 1977'de CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit'in önerisi üzerine siyasete atıldı ve İzmir Milletvekili olarak parlamentoya girdi. 42.hükümette getirildiği Kültür Bakanlığı'nda (1978-79) kurduğu güçlü bir kadro ile, Milli Eğitim bakanlığı'nca yayımına son verilmiş olan klasik kitaplar dizisini yeniden yayımlattı. 12 Eylül'den sonra üniversiteye döndü. Siyaset bilimi dersleri verdi. 1988'de profesör oldu. AÜ İletişim Fakültesi'nden emekli olduktan sonra da ders vermeyi sürdürdü. Pek çok ünlü gazeteci ve televizyoncunun yetişmesinde büyük katkıda bulundu. 1990'ların başından bu yana, Cumhuriyet gazetesinde 'Haftaya Bakış' köşesinde Kemalizmi, laikliği, demokrasiyi, insan haklarını savunan ve eğitime önem veren yazılar yazdı. ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği) ve ÇYDD (Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği) gibi Atatürkçü ve çağdaş aydınlıkçı derneklerin üyesi olarak, Anadolu'nun en ücra köşelerine giderek konferanslar verdi. 'Terörün, güçsüzlerin başvurduğu bir yöntem olduğu' inancını, dersleri ve yazılarında vurgulayan Kışlalı, 1971'de 'TRT Bilimsel başarı Ödülü'nü aldı. 9 Eylül 1995'te geçirdiği trafik kazasında, 28 mayıs 1968'de evlendiği ilk eşi Nilgün Kışlalı öldü, kendisi ağır yaralı kurtuldu. İlk eşinden Dolunay ve Altınay adında iki kız çocuğu olan Kışlalı'nın ikinci eşi Nilüfer Kışlalı'dan da Nilhan Nur adında bir aylık bir kız çocuğu vardı. Kışlalı, Fransızca biliyordu. 2000 yılının ilk aylarında polisin yaptığı başarılı 'Umut' operasyonu sonucunda kaatil sanıkları yakalanarak adalete teslim edildi. 11.07.2000 tarihinde, İran tarafından yönetilip yönlendirilen Tevhid, Selam ve Kudüs Ordusu örgütlerinin elemanları olan sanıklar Necdet Yüksel, Ferhan Özmen, Hakkı Selçuk Şanlı, Yusuf Karakuş, Muzaffer Dağdeviren, Abdülhamit Çelik, Fatih Aydın, Hasan Kılıç, mehmet Şahin, Mehmet Ali tekin, Haluk Özçelik, Mehmet Kasap, Mehmet Gürova, Adil Aydın, Murat Nazlı, Arif Tarı ve Mahmut Koca yargılanmaya başlandılar. Başlıca yapıtları: • Forces Politiques Dans La Turkuie Moderne (Modern Türkiye'de Politik Güçler) (Tükendi, AÜ SBF yayınları, 1868) • Öğrenci ayaklanmaları (Bilgi yayınevi, 1974) • Siyasal Sistemler - Siyasal Çatışma Ve uzlaşma (4.baskı, İmge Kitabevi yayınları, 1993) • Atatürk'e Saldırmanın dayanılmaz Hafifliği (12.baskı, İmge Kitabevi yayınları, 1993) • Kemalizm, Laiklik Ve Demokrasi (5.baskı, İmge Kitabevi yayınları, 1994) • Seçimsiz Demokrasi (Çağdaş yayınları, 1995) • Bir Türk'ün Ölümü (2.baskı, Ümit Yayıncılık, 1997) • Siyaset Bilimi (7.baskı, İmge Kitabevi yayınları, 1999) • Ben Demokrat Değilim (İmge Kitabevi yayınları, 1999 1905-1998 yılları arasında öldürülen gazeteciler ADI -YAYIN ORGANI- YERİ- TARİH Tevik Nevzat -Hikmet -Adana - 1905, Hasan Fehmi Bey -Serbesti -İstanbul 6 Nisan-1909, Ahmet Samim -Sada-ı Millet -İstanbul - 9 Haziran 1910, Zeki Bey -Serbesti-Şehrah -İstanbul - 10 Temmuz 1911, Şair Hüseyin Kami-Alemdar-Konya -Konya - 1912, Silahçı Tahsin -Silah-Bomba -İstanbul - 27 Temmuz 1914, Hasan Tahsin - Hukuk-u Beşer -İzmir -15 Mayıs 1919, Ali Kemal Peyami -Sabah -İzmit-6 Kasım 1922, Ali Şükrü Bey -Tan -Ankara -2 Nisan 1923, Hüseyin Hilmi Bey-İştirak - Medeniyet -İstanbul -1923, Sabahattin Ali -Marko Paşa -Kırklareli -16 Haziran 1948, Adem Yavuz -ANKA Ajansı -Kıbrıs -26 Ağustos 1974, Ali İhsan -Özgür Politika -İstanbul -22 Kasım 1978, Cengiz Polotkan -Hafta Sonu -Ankara -1 Aralık 1978, Abdi İpekçi -Milliyet -İstanbul -1 Şubat 1979, İlhan Darendelioğlu-Ortadoğu -İstanbul -19 Kasım 1979, İsmail Gerçeksöz-Ortadoğu -İstanbul -4 Nisan 1980, Ümit Kaftancıoğlu -TRT -İstanbul -11 Nisan 1980, Muzaffer Feyzioğlu -Hizmet -Trabzon -15 Nisan 1980, Recai Ünal -Demokrat -İstanbul -22 Temmuz 1980, Mevlüt Işık -Türkiye -Ankara -1 Haziran 1988, Seracettin Müftüoğlu -Hürriyet -Nusaybin -28 Haziran 1989, Sami Başaran -Gazete -İstanbul -7 Kasım 1989, Kamil Başaran -Gazete -İstanbul -28 Şubat 1990, Çetin Emeç -Hürriyet -İstanbul -7 Mart 1990, Turan Dursun -Yüzyıl 2000 Dergisi -İstanbul -4 Eylül 1990, Gündüz Etili -Yeni Günaydın -İstanbul -18 Eylül 1991, Halit Güngen -2000'e Doğru -Diyarbakır -18 Şubat 1992, Cengiz Altun -Yeni Ülke -Batman -24 Şubat 1992, İzzet Kezer -Sabah -Cizre -23 Mart 1992, Bülent Ülkü -Körfeze Bakış -Bursa -31 Mart 1992, Mecit Akgün -Yeni Ülke -Nusaybin -2 Haziran 1992, Hafız Akdemir -Özgür Gündem -Diyarbakır -8 Haziran 1992, Çetin Abayay -Özgür Halk -Batman -29 Temmuz 1992, Yahya Orhan -Özgür Gündem -Gercüş -31 Temmuz 1992, Hüseyin Deniz -Özgür Gündem -Ceylanpınar -9 Ağustos 1992, Musa Anter -Özgür Gündem -Diyarbakır -20 Eylül 1992, M.Sait Erten -Azadi-Denk -Diyarbakır -3 Kasım 1992, Yaşar Aktay -Türkiye -Hani-9 Kasım 1992, Hatip Kapçak -Hürriyet -Mazıdağı -18 Kasım 1992, Namık Tarancı -Gerçek -Diyarbakır -20 Kasım 1992, Uğur Mumcu -Cumhuriyet -Ankara -24 Ocak 1993, Kemal Kılıç -Ö.Gündem-Y.Ülke -Urfa -18 Şubat 1993, M.İhsan Karakuş -Silvan Gazetesi -Silvan -13 Mart 1993, Ömer Taşar -Milli Gazete -Saraybosna -26 Haziran 1993, İhsan Uygur -Sabah -(kayıp) -6 Temmuz 1993, Rıza Güneşer -Halkın Gücü -İstanbul -14 Temmuz 1993, Ferhat Tepe -Özgür Gündem -Bitlis -3 Ağustos 1993, Aysel Malkaç -Özgür Gündem -(kayıp) -7 Ağustos 1993, Muzaffer Akkuş -Sabah-MİLHA Ajansı -Bingöl -20 Eylül 1993, Ruhi Can Tul -Türkish Daily News -Kırıkkale -14 Ocak 1994, Nazım Babaoğlu -Özgür Gündem -(kayıp) -12 Mart 1994, Erol Akgün -Devrimci Çözüm -Gebze -8 Eylül 1994, Ersin Yıldız -Özgür Ülke -İstanbul -3 Aralık 1994, Onat Kutlar -Cumhuriyet -İstanbul -11 Ocak 1995, Sayfettin Tepe -Yeni Politika -Bitlis -29 Ağustos 1995, Metin Göktepe -Evrensel -İstanbul -8 Ocak 1996, Yemliha Kaya -Halkın Gücü -İstanbul -27 Temmuz 1996, Mehmet Topaloğlu -Kurtuluş -Adana -28 Ocak 1998, Ahmet Taner Kışlalı Cumhuriyet -Ankara -21 Ekim 1999............................................Metin Göktepe haber izlerken gözaltına alınıp dövülerek öldürüldüğünde 28 yaşındaydı. Altı yılda öldürülen 25. gazeteciydi. Muhabirlerin örgütlü çabaları sorumluların yargılanmasını sağlamıştı. Devlet, 500 milyon tazminat ödedi, AİHM davayı reddetti. Metin Göktepe 10 yıl önce 8 Ocak günü Eyüp Kapalı Spor Salonu'nda, gözaltındayken dövülerek öldürülmüş ve gazeteciler örgütlü mücadeleyle ilk kez bir 'gazeteci cinayeti' için soruşturma açılması sağlamış ve sorumlular yargı önüne çıkarılmıştı.'İlk kez' diye altını çizmek çok önem taşıyor, 1990-1996 arasında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti verilerine göre çoğu Olağanüstü Hal Bölgesindeki 24 gazeteci öldürülmüştü.Bu 'gazeteci cinayet'leri yargıya taşınamadı, kimilerinin aileleri cinayetleri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne götürmek durumunda kaldı.Göktepe de AİHM'de Göktepe Ailesi'nin 'yaşam hakkı', 'işkence ve kötü muamele yasağı', 'bağımsız bir mahkemede yargılanma hakkı', 'keyfi gözaltı', 'ifade özgürlüğü hakkı'na dayanak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne yaptıkları başvuru, 29 Nisan 2005'te geri çevrildi. Mahkeme, Türkiye'de sorumlu polislerin yargılanıp cezalandırıldığı, sorumluluğunun karşılığı olarak devletin de tazminat ödediğini bildirdi. Ne duvar ne de sandalye; dövülerek öldürüldü Gazeteci, 8 Ocak 1996'da, Ümraniye Cezaevi'nde öldürülen iki tutuklunun Alibeyköy Mezarlığı'ndaki cenaze törenini Evrensel gazetesi adına izlerken gözaltına alındı. Eyüp Kapalı Spor Salonu'na götürülen Göktepe, burada polis darbeleriyle hayatını kaybetti. Cinayetin üzeri polis ve İçişleri Bakanlığı yetkililerinin 'sandalyeden düştü', 'duvardan düştü' sözleriyle kapatılmaya çalışıldı. Sorumlu polislerin yakalanmaları için Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz'ın kınama ve talimatları gerekti. Ekim 1996'da İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılan dava, burada görülemeden güvenlik gerekçesiyle Aydın'a, oradan da aynı gerekçeyle Afyon'a taşındı. Dava Afyon Ağır Ceza Mahkemesi'nde son buldu. Dava 4 yıl sürdü Afyon Ağır Ceza Mahkemesi, Adli Tıp Kurumu'nun verdiği ve gazeteciye gözaltında baş ve vücut kısmına küt cisimlerle çok sayıda darbe vurulduğunu ortaya koyan raporuna rağmen, cinayeti 'kastı aşan' bir eylem olarak değerlendirdi. Yaklaşık 30 duruşma süren dava, 19 Ocak 2000 günü, Yargıtay'ın beş polis memuruna 'kastı aşan insan öldürmek' ve 'faili belli olmayacak şekilde insan öldürmek' suçlarından verilen 7'şer yıl 6'şar ay hapis cezasını onamasıyla, bir polisin verilen mahkumiyet kararının da bozulmasıyla devam etti. Mahkeme, ikinci yargılamada, Yargıtay'a uyarak, cezası bozulan altıncı polis memurunu 20 ay hapisle cezalandırdı ve beş ay kamu hizmetlerden uzaklaştırmaya karar verdi. Göktepe Davası, Yargıtay'ın cezaları 28 Eylül 2000'de onamasıyla son buldu. Sanıkların bir kısmı kamuoyu baskısıyla 17 ay hapiste tutulurken tüm mahkum polislerin cezalarının tamamlamalarına 19 Aralık 2000'de yürürlüğe giren Şartlı Tahliye ve Ceza Erteleme Yasası engel oldu. Polisler affedildi, emri verenler yargılanmadı Tüm hukuki çabalar ve kamuoyu tepkilere rağmen, Metin Göktepe'nin dövülmesi için emir veren emniyet görevlileri ve ölümünü gizlemeye çalışan üst düzey yetkililer yargı önüne çıkarılamadı.Göktepe'yi öldürenlerin yakalanmaları ve yargı önüne çıkması için gazetecinin arkadaşları, meslektaşları, ailesi, avukatlar ve basın örgütleri büyük bir çaba gösterdiler. Adaletin yerine getirilmesini isteyen çeşitli illerden binlerce insan, duruşma salonuna girme garantisi olmadığı halde, davanın görüldüğü Aydın ve Afyon kentlerine otobüs ve trenle hareket ettiler. İçişleri Bakanlığı mahkum oldu İçişleri Bakanlığı aleyhinde 6 Kasım 1996'da açılan tazminat davası ise, İstanbul İdare Mahkemesi'nin, 30 Kasım 1998'de, Göktepe Ailesi'ne 1 milyar 400 milyon (bin 400 YTL) maddi, 8 milyar 500 milyon (8 bin 500 YTL) da manevi tazminat ödenmesine hükmetmesine neden oldu. Ancak, 13 Temmuz 1999'da Danıştay, maddi tazminatı 500 milyon TL'ye (500 YTL) indirdi. Adına her yıl gazetecilik ödülleri Gazetecinin ölümünden bu güne kadar her yıl 'Metin Göktepe Gazetecilik Ödülleri' adı altında duyarlı ve başarılı bulunan gazetecilere ödüller verildi. Ödüller, Göktepe'nin doğum günü olan 10 Nisan'da düzenlenen bir törenle meslektaşlarına teslim ediliyor. Metin Göktepe'nin ailesinin de katıldığı tören, yüzlerce meslektaşını bir araya getiriyor. Göktepe anısına, ayrıca panel, sergi gibi etkinlikler de düzenleniyor. Metin Göktepe'nin anısına bir de İnternet sitesi kuruldu. Sitede Metin Göktepe'nin fotoğraf albümü, Göktepe Davası süreci, gazetecinin annesi Fadime Göktepe'nin dava süresince yaptığı konuşmalar, Metin Göktepe ile ilgili şiirler, Gazeteci ile ilgili meslektaş yorumları vb bilgiler yer alıyor. Metin Göktepe 'gazeteciyim' kitabı Ölümünden sonra gazeteci Göktepe anısına Evrensel Basım Yayın tarafından Metin Göktepe 'gazeteciyim' başlıklı bir kitap yayımlandı. Kitap, cinayetin ardından gelişen tepkileri ve çekilen fotoğrafları içeriyorKemal Türkler (1926, Denizli - 1980, İstanbul) , DİSK`in kurucusu ve ilk genel başkanı. 1961 yılında Türkiye İşçi Partisi (TİP) kurucuları arasında yer aldı. 13 Şubat 1967'de Genel Başkanı olduğu Türkiye Maden-İş'in de aralarında olduğu bir grup sendika Türk-İş'ten ayrıldı ve DİSK'in kuruluşunu gerçekleştirdi ve 1977 yılına kadar DİSK Genel Başkanlığını yürütttü. 1970'de 15-16 Haziran olayları nedeniyla tutuklandı. 1976'da 1 Mayıs'ın yasal olarak kutlanmasına öncülük etti. 22 Temmuz 1980'de öldürüldü. Öldürülme emrini Alparslan Türkeş`in verdiği öne sürüldü. Cenazesine yüz binlerce kişi katıldı. Ölümünden sonra Kemal Türkler Vakfı kurulduHrant Dink Doğum tarihi 15 Eylül 1954Ölüm tarihi 19 Ocak 2007Doğum yeri Türkiye, MalatyaMesleği GazeteciHrant Dink, (Ermenice: Հ ր ա ն դ Տ ի ն ք ;) (d. 15 Eylül 1954, Malatya – ö. 19 Ocak 2007, İstanbul) . Ermeni asıllı Türk vatandaşı, Agos Gazetesi genel yayın yönetmeni. 19 Ocak 2007 tarihinde saat 15 sularında, genel yayın yönetmeni olduğu Agos gazetesinin Şişli Halaskargazi caddesi üzerindeki binası önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti. Hrant Dink, 1954 yılında Malatya’da dünyaya geldi. Babası Sivas'ın Gürün ilçesinde, annesi Gülvart ise Sivas'ın Kangal ilçesinde doğup büyümüştü. Anne ve babası 1961 yılında İstanbul'a taşınmalarının ardından boşandı. Hrant ve iki kardeşi ailenin bölünmesi ardından Gedikpaşa’daki Ermeni Yetimhanesi'ne yerleştirildi.Dink bu sırada Türkiye'de gelişmekte olan sol siyasetten etkilendi. Yasadışı Türkiye Komünist Partisi / Marksist-Leninist çizgisinde siyaset yapmaya başladı. Yakalandığı durumda örgüt ile Ermeni cemaati ilişkilendirilmesin diye ismini mahkeme kararı ile 'Fırat' olarak değiştirdi. Liseyi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde Zooloji eğitimi aldı. Bir süre sonra yetimhanede birlikte büyüdükleri Rakel ile evlendi.Kardeşleriyle birlikte açtıkları yayın evi ve kırtasiye işlerini sürdürürken, eşi Rakel’le birlikte, kendileri gibi Anadolu’dan gelen kimsesiz ve yoksul çocukların yetiştiği Tuzla Ermeni Çocuk Kampı’nı yönetmeye başladı. Açılışından 21 yıl sonra kampa devlet el koydu. Denizli Piyade Alayı'nda sekiz ay kısa dönem askerliğini er olarak yaptı.Bazı gazetelerde kitap eleştirileri ile yazı hayatına başladı. Basında çıkan yanlış haberlere gönderdiği düzeltmeler ile adı duyulmaya başladı. Ermeni Patrikhanesi’ne, 'Ermeni toplumu çok kapalı yaşıyor, kendimizi iyi anlatırsak önyargılar kırılır'[kaynak belirtilmeli] diyerek bu amaçla Türkçe bir gazete çıkarmayı önerdi. 5 Nisan 1996 tarihinde ilk sayısı yayınlanan Agos gazetesi'nin kuruculuğunu, yayın yönetmenliğini ve başyazarlığını üstlendi. Agos dışında Zaman gazetesinde yazdı. Yazılarında Türkiye'deki her etnik topluluğun barış içinde yaşaması gerektiğinin altını çizen Dink [1], aynı zamanda Ermeni cemaatinin patrikhane dışında sivil bir merkezi olması gerektiğini söyledi. Ermeni Diasporası'na 1915 olayları için soykırım kelimesini içermeyen daha yumuşak muhalefet yürütmeleri çağrısında bulunan ve 301. maddeden 'Türklüğe hakaret' suçlamasıyla yargılandı.Suikast [Hrant Dink 19 Ocak 2007'de Şişli Halaskargazi caddesi üzerindeki Agos Gazetesi'nin çıkışında, öğle saatlerinde kimliği belirsiz bir şahıs tarafından kafasına sıkılan 4 el ateşle yaşamını yitirdi. 17 yaşındaki katil zanlısı olarak Ogün Samast adlı bir kişi, Samsun otogarında jandarma ekipleri tarafından yapılan kontrol sırasında yakalandı. Zanlının cinayeti itiraf ettiği kaydedildi. Ayrıca zanlının üzerinde ise suç aleti olduğu bildirilen 7.65 çapında bir tabanca ele geçirildi. Hrant Dink, Türkiye'de 1909 yılından bu yana, suikast sonucu öldürülen 62. gazeteci oldu.[2] Hrant Dink'in avukatı Erdal Doğan Dink'in tehdit edildiğini, ancak durumu bildirdiği Şişli Savcılığı'nın herhangi bir ilerleme kaydetmediğini iletti. [3] Hrant Dink'in 17 Ocak 2006 tarihinde, Agos gazetesinde yayımladığı makalede tehditler aldığını belirttiği kaydedildi.[4]Aldığı Ödüller • 2005 yılında Türkiye’de İnsan Hakları Derneği 'Ayşe Nur Zarakolu Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü'nü aldı. • 2006’da Alman Stern Dergisi 'Düşünce Özgürlüğü ve Cesur Gazetecilik Ödülü'nü aldı. • 18 Kasım 2006'da 'Pen Award fikir ve düşünce özgürlüğü ödülü'nü aldı. • 24 Kasım 2006'da 'Bjornson İnsan Hakları Ödülü'nü aldı. Davalar Hrant Dink hakkında, Türk Ceza Kanunun 301. maddesi ihlal etmekten davalar açılmıştır: • 2002 yılında Urfa’da verdiği bir konferansta söylediği 'Ben Türk değil Türkiyeliyim ve Ermeniyim' sözlerindan dolayı 'Türklüğü aşağılamaktan' üç yıl yargılanmış ve beraat etmiştir. • Reuters Ajansı’na söylediği 'Evet 1915’te olan bir soykırımdı çünkü 4 bin yıldır bu topraklarda yaşayan bir halk ve onun uygarlığı artık yok' sözlerinden dolayı, 'Türklüğü aşağılamaktan' dava açılmıştır. KAMPANYA: CEMİL ÇİÇEK SALI'YA KADAR İSTİFA ETMELİ 301. maddeden dolayı yargılanan başta merhum Hrant Dink, yazar Orhan Pamuk, yazar Elif Şafak ve vicdani retle ilgili bir yazısı yüzünden hakim karşısına çıkarılan yazar Perihan Mağden’e yapılanları düşünün. Mahkeme salonları Avukat Kemal Kerinçsiz ve benzeri ultra milliyetçilerce işgal edildi. Adeta ortalığa nefret dalgası ve linç kültürü yayıldı. Bu yazar ve gazetecilerin bir linç edilmediği kaldı. Bu karanlık ortama malum bazı medya organları yanında Türkiye Cumhuriyeti'nin bir bakanlık koltuğunu işgal eden Cemil Çiçek gibilerince çanak tutuldu. Devlet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek’in Ermeni Konferansı düzenleyenleri, “Bizi sırtımızdan hançerliyorlar” dediğini de dikkate alın, resim tamamlanır. O nedenle Cemil Çiçek, Hrant Dink’in katledilmesine neden olan ortamın oluşmasından birinci derece sorumludur. Suç ortağıdır. Derhal görevinden istifa etmeli veya Başbakan tarafından cenazenin kaldırılacağı Salı gününe kadar görevinden alınmalıdır. Hükümet Hrant Dink'in katilleri ve onların bağlantılarının peşini bırakmadığını ispat için, bu konudaki samimiyetini belgelemek için bunu yapmalıdır. Yoksa kameralar önünde dökülen gözyaşları ancak timsah gözyaşı olarak kalır. Evet Cemil Çiçek istifa! Bu emaili ulaşabileceğiniz herkese ulaştırın lütfen! Hüseyin DEMİRTAŞ Not:Sivas Madımak katliamında otuz beş aydın yandı. Faili meçhul göstermelik davalar sürmekte. Katiller halan bulunmadı. Zaman aşımı dediğimiz zaman aşamasına uğrayacaklar. Yurda dönüp, yurdumuzun en güzel mekanlarında hayat sürecekler. Son olay; Hrant Dink’ın hain bir saldırı sonucu ölümü. Öldüren tetiği çeken yakalandı. Aldığımız son bilgilere göre Samsun’a giderken yakalandı, sorgulanıyor v.s. Adı sanı duyulmamış örgüt adı konacak ve “sen bu örgüt için öldürdün” denecek. Aklı dengesinin yerinde olmadığına dair rapor hazırlanıp, hasır altı edilip ulaşılmak istenen gerçek tetikçilere ulaşılmadan dipsiz kuyunun karanlığında yerini alacak. Türk bayraklarıyla karşılayacaklar, çıkınca aslanlar gibi “Türkiye senle gurur duyuyor” sloganları arasında, oda yerini alacak. Belki de şimdiden kahraman olarak yer almıştır.Barışa Çağrı, Kardeşliğe Çağrı, Dostluğa Çağrı, Birlik ve Beraberliğe Çağrı, Demokrasiye Çağrı,Özgürlüğe Çağrı. Neden ÇAĞRI sözcüğünü kullanıyoruz. Bizler kullandıkça onlar öldürmeye devam ediyor ve de edecek. Binlerce kişi sokağa çıkıp yürüyüş yapacak. Bireysel eylemin nedeninin, niçininin bilinmediği sürece,saati ve zamanı gelince eve girip kapıyı kapatacağız.Günlük yaşam, günlük hayat kavgası devam edecek. Sokak başını tutanlar işlerini yürütecekler her zaman ki gibi.. Dış güçlerin üstüne atılacak, içerde aranmayacak. İçerde olanların kim olduğu belli. Derin devlet, derin devletin içinde olanlar, devletin içindeki kişiler değilmi? Yusuf Ter 21.01.2007 Saat 21:39 İsviçre
3,686
Anadolu ANADOLUAnadolu... Türk yurdu,Kanın oluk oluk aktığı Sevdaların beşiği Kardeşlik yumağı Hoşgörünün dergahı Sonsuz cennet mekan...Anadolu Tarihin şanlı sayfaları Kılıçların şakırdadığı Şehitlerin ölümsüz mekanıAnadolu Laz’ı Kürt’ü Çerkez’i Ermeni’nin, Rum’un terki diyarı Türk’ün imarı, abadı Can verilip de yurt edilen mekan.Anadolu Anası, bacısı Yiğidi, dorusu Sözü, özü Her şeyin en doğrusuAnadolu Akından akına fetih yurdu Türk’ün göz bebeği Orta Asya misali Ötüken yolu, Ergenkon çıkışıAnadolu... Türk yurdu, Anadolu, insan dolu
69
İnsani Olan İnsan olan kendine, göstermelidir saygı, Kendine saygısızdan elbet duyulur kaygı, Saygısızlar kişilik kaybı yaşamaktadır, Çünkü bir bir silinmiş, insani olan duygu.
23
Kaça gider yalnızlık… Beş para etmiyor bazen kuru kalabalık, bayâ pahalıya gidiyor yalnızlık…Bazen de paha biçilmiyor insanlığa, işte o zaman beş para etmiyor yalnızlık…/Sabri CEYHAN
25
Ve ruhum huzur buldu. Fe‘ûlün / Fe‘ûlün / Fe‘ûlün / Fe‘ûlün • — — / • — — / • — — / • — —Bu akşam dolaştım, bütün şehri bir, bir, Karanlık sokaklarda, efkâr dağıttım, Ruhum öyle sıkın ki, derdim derindir, Karanlık da gezdim de, efkâ-r_ı atdım.Nedâmet sararken, ruhum doldu şavkla, Karanlık gecem, şêv-k_i len doldu birden. Gönül şêv-k_i len doldu, birden-n_ışıkla. Ve gönlüm huzur doldu bol,bol sevinçtena.yüksel şanlıer 8 nisan 2008
73
Fırtınaa Gözlerim seni arıyor Bitmeyen hasretiyle Sensizlik bir fırtına Soluğum tükenmeden Saram dedim yarBelki de gelirsin Gün batımı bir zaman Yokluğa sararız Upuzun hasreti günün kızıl çığlığıyla kaybolup giderizÜMİT FATMA FIRAT
31
Ben Anneyim Ben anneyim, çocuklarımı dünyadaki her şeyden fazla severim Ben anneyim onların derdi benim derdim Ben anneyim, onlar benim eşsiz güzellikteki gonca güllerim Her birini gönlümün ta derinliklerinde severimOnların mutluluğu ile katmer, katmer açar sevinç çiçeklerim Ben anneyim , hep onların yarını düşünmekle geçer uykusuz gecelerim Onların hayatlarına dairdir, uykusuz gecelerimBen anneyim , çocuklarım için canımı veririm Öyle ki sihirli bir değneğim olsunda, bütün arzularını onlara vereyim isterim Ben anneyim , onların ebediyen mutlu, huzurlu , başarılı olmaları ALLAH tan tek dileğim,
83
Zulmet İnanma ki bu korkunç Dehşet saçan kelime Yalnızca koyu, kesif Bir geceyi anlatır.Yaşımın en kıymetli Arzumun en kuvvetli Çılgın anlarındayken Zulmet kalbimi sardı.Tam üç aydır dinlenmeden Koşmuştum dört bir yana, Her bab bana kapalı Bir bab-ı zulmet açık.Geçiyordu anlarım Bir bulut akışiyle Yanıyordu ak bağrım Aşk-ı okumak ile.Bir tek kozum kalmıştı O da yaradan mevlam Zaten anla başladım Anla bitiriyorum.O, etti zulmeti yar Yarı zulmet şahsıma Şu anda beraberim Yarı zulmetimle ben.Toprak 29. Ekim. 1947 Çarşamba
77
Söke’de Tiyatro, Kültür, Ssnat Ve Edebiyat’a Genel Bakış... (Sanat) ESİNTİ 14. 09. 2006 Suat TUTAK SÖKE’DE TİYATRO, KÜLTÜR, SANAT VE EDEBİYAT’A GENEL BAKIŞ...Söke ilçesi çok eski bir ilçe... Belde oluşunun 115 seneye yaklaşan bir geçmişi var. Bin sekiz yüz doksanlı yılların başlarında belediye olmuş, ören yerlerinin geçiş merkezinde, bir kültür kentidir. Dünya tarihi boyunca Söke’nin yakın çevresinde çok medeniyetler kurulmuş, yıkılmıştır. Dünyaca isim yapmış olan bilim adamları, (Aristoteles, Sokrates vb.) filozofların yetiştiği bir tarih beşiğidir.. Bu özelliği Söke halkını da etkilemiş, Cumhuriyet dönemi öncesinde ve de sonrasında Söke’de, hep kültür insanları yetişmiş, Türkiye genelinde, Aydın’da ve Aydın ilçelerinde ses getiren, öne çıkan kültür ve edebiyat insanları, sanatçıları yetişegelmiştir.. Söke kendine has bu kültür kaynağı, kültür önceliği, öncülüğü, önderliği ile çevresine hep lokomotiflik görevi üstlenerek, bunu da çok iyi şekilde başararak, bugünlere gelmiştir.. Cumhuriyet döneminde Aydın ili ve ilçelerini bırakınız; Türkiye genelinde bile birçok büyük illerde, Söke’nin bu aktivitesini, başarısını, yaptığı kültür çalışması çeşitliliğini, Söke’de yaşayıp kültür ve edebiyata verilen değeri, bu ilgiyi göremezsiniz. Hele yurt genelindeki ilçelerin bir çoğunda, bu faaliyetlerin 1/10’ nu (onda birini bile) bulamaz, şahit olamazsınız.. İşte Söke; Kültür, sanat ve edebiyat açısından o derece bereketli, verimli, fazlaca ilgi duyulan bir kenttir. Bu belki, genlerinde olan bir zenginliği, yada çevresinde bulunan tarih öncesi kültür ve medeniyetlerin bir yansıması olarak kabul edilebilir.. Kanımca, bu böyle olmalı... Kültür, Sanat ve Edebiyatı Söke’de 1960 öncesi ve 1980 sonrası diye iki devreye ayırmak kanımca, doğru olur.. Çünkü; bu alandaki gelişmenin büyük bir atlama, sırama yaptığı dönem 1985 yılından sonradır. Aradaki gelişme farkı 1985 yılından sonra bariz bir şekilde kendini gösterir. Ancak, bir şey gözden kaçırılmamalıdır. 1960 yılından önce ve 1985 yıllarına kadar olan dönemde, Türkiye’de ulusça iki büyük yönetim devrimi yaşadık.. Biri 1960 ihtilali, diğeri 1980 devrimi... O nedenle; bu askeri devrimlerin sivil halk üzerinde büyük etkileri olmuş, kültür, sanat ve edebiyat ikinci plana itilmiş, insanların yaşam savaşı daha da öne çıkmıştır... Öyle olmasına rağmen; sanat, kültür ve edebiyata halkın ilgisi kesilmemiş, sevgi devam etmiş, yapılan etkinliklerde kültür, sanat ve edebiyat insanları hiçbir surette yalnız bırakılmamıştır.. Artarak çoğalan ilgi 1985 yılından sonra yeni kuşak gençlerle, daha bir artış göstererek, Söke için gurur vesilesi teşkil etmiştir... Bugün kentimizin nüfusu resmi olarak 62400 civarında, resmi olmayan verilere göre ise 100 binin üzerindedir... Söke kentimizin 1960’lı yıllarda, yada daha önceki yıllarda kent nüfusu 15-20 bin civarında idi.. Şuan yurdumuzun bir çok ilinden birkaç kat büyük olan Söke, o günler de, küçük bir kent görünüşündeydi. Antı parantez içinde şuna işaret etmek istiyorum. Kentte yaşayanların çoğunluğu, onda 8 ile 9’u birbirini tanıyordu... O nedenle; her yönden gelişmeye açık bir kent gibi, bir görüntüsü vardı. Yıllar içinde birçok göçler alınca, birçok şeyler istenilen ve de düşünülenin dışında gelişim gösterdi.. Her şeye rağmen; o içimizdeki edebiyat, kültür, sanat aşkı azalmadı... 68 kuşağının tüm yurtta, her konuda olduğu gibi, bu konuda da Söke’de etkisi oldu, imzasını koydu... Ve; daha sonraki kuşaklar, devreye girince gelişme, birden hızını çoğalttı. 1960’dan önceki yıllarda; genelde, bireysel çalışmalar kendini gösterir, etkinliklerde yer alırdı.. Sivil toplum örgütleri pek fazla yoktu. Bugünkü kadar da aktif ve ağırlıklı değildi.. Zaman zaman 10-15 kişi bir araya gelerek, bir tiyatro çalışması yapar, birkaç kez oyun sergiler, ardından çeşitli özel ve de tüzel sebeplerle dağılır, kaybolur giderdi... Unutulurdu. Her; kendini edebiyatçı, sanatçı gören kişi bireysel çalışmalarla, kişisel ekonomik gücüyle faaliyetlerini sürdürür, varlık göstermeye çalışırdı. Bu faaliyetleri gösteren, sanat savaşını sürdüren kişiler, bugün 60 yaşının üzerine geldiler.. Kimileri ise ölüp gittiler (Allah tümüne rahmet eylesin..) Şuan çoğu hayatta değiller. Ama; arkadan yetişen yeni nesil gençler, onların yokluğunu belli etmiyor... Onları aratmıyor. Çünkü; Söke’deki edebiyat, kültür ve sanatın temeli o eski yıllarda atılmış durumda. Zorlu, sıkıntılı ama başarılı, sağlıklı bir kültür geçmişi var.. O nedenle; artık bu konuda önü açılmış sayılır.. Çünkü; o zorlu şartlar yok artık. Bugün her şey daha kolay. Çünkü; bugün, 120’nin üzerinde Sivil Toplum Örgütü(Dernekler) oluşmuş, konularında aktif olarak, başarılı bir şekilde etkinlikler yapıp, güzellikler sergiliyorlar.. Önceki yılların kahve köşelerinde toplaşıp, bir araya gelerek sanatsal konuşmalar, projeler üreten gençler artık, uygar ortamlarda, insanca bir değer bularak, kendilerine ait dernek çatıları altında çalışmalarını, gönül ve güç birliği ile sürdürüyorlar. O nedenle; bu alanda, büyük bir gelişme var.. Ancak; o eski yılların en büyük sıkıntısı olan ekonomik, parasal sıkıntı hala güncelliğini koruyor... Henüz çözülebilmiş değil. Çünkü; icraat için gerekli para bulunamıyor.. Yine sıkıntılar yaşanıyor... Söke halkı zaten büyük bir çoğunlukla yoksul ve dar gelirli... Büyük şirketleri ve büyük esnaflarımızda ise, sanatsal faaliyetlere sponsor olma, ekonomik katkıda bulunma alışkanlığı yok... Henüz yeterli düzeyde değil. Ancak; son yıllarda dernekleşip, kurumlaşan gençlerimiz, sanatçı ve de sanat severlerimiz genelde, bir çatı altında toplanmaya başladılar.. Onun için bugünün gençlerinin işi kolaylaştı. Eski yıllarda bu alt yapı, yoktu. Kültürü, sanatı, edebiyatı yaşatabilmek, kabul ettirebilmek çok daha zordu. Hatta imkansızdı diyebilirim.
774
Peygamber sevgisini-yayın dünyaya yayın Haberi olmalıdır-çocuk anne ve bayın Allah’ın sevgilisi-gönüllerin incisi Bizim peygamberimiz-dünyanın birincisi Peygamber zincirinin-gerçekten son halkası Onlar ile düzeldi-insanların yakası Peygamber sevgisini-yayın dünyaya yayın Haberi olmalıdır-çocuk anne ve bayın O’nu yürekten sevmek-bilinsin büyük görev Makbul kul olmak için-tamamlanmalı ödev İzinden yürüyelim-sözlerine uyalım Camilere koşarak-denen sözü duyalım Peygamber sevgisini-yayın dünyaya yayın Haberi olmalıdır-çocuk anne ve bayın Kâinat bahçesinin-O solmayan bir gülü Sevgiyle yaratılmış-öten dalda bülbülü Anmalıyız iyice-salâvatı getirin Cahil kalmamalıyız-mutluluklara erin Peygamber sevgisini-yayın dünyaya yayın Haberi olmalıdır-çocuk anne ve bayın Müslümanlara karşı-saygılı merhametli Muhammed’im öyleydi-okşuyordu hep eli Yaşadığı müddetçe-mümin için tutuşan O Peygamberimizdir-bütün zorluğu aşan Peygamber sevgisini-yayın dünyaya yayın Haberi olmalıdır-çocuk anne ve bayın Kitap ile sünnete-kalp ile sarılmalı O’nun çizdiği yolda-birlikte karılmalı Daima aydınlık yol-gece gündüz gitmeli Ruh beyin beden ile-sıkıntılar bitmeli Peygamber sevgisini-yayın dünyaya yayın Haberi olmalıdır-çocuk anne ve bayın Ne güzel O’nun ile-Kur’an-a uyanlara Söylenen iyi sözü-sevgiyle duyanlara İnançlı bilgili kal-Hasan diyor dürüst ol Esenlik huzur ile-ileriye uzat kol Peygamber sevgisini-yayın dünyaya yayın Haberi olmalıdır-çocuk anne ve bayın
163
Özgürlük İnsan zor nefes alır inan, Özgürüm diyemediği bir an Sen olamazsın o kişi, o insan Gözünü kırpmadan, tabuları yıkamıyorsan Gönül ne ister bilir misin arkadaş? Özgürlük için doğ, yaşa, ve savaş! Hey dostum sen bilirsin bu ne güzel tutku, Hayata başlamak kadar heyecan dolu Ama umutma ki sen de doğuyor, Ve sonsuzluğa yol alıyorsun Ömründe ulaşılası bir istek, Özgürlüğün olsun...Nisan 2001 - İstanbul
64
Aşk Artık göremiyorum seni yıldızlarda, Şarkıların dilimde; yoksun satırlarda, Kalmadı senden tek bir hatıra...
14
Bak Oğul Yalan kendin aldatmaktır bilesin, Evinsiz sözlere aldanma oğul, Gelen rızık Allah’tan dır göresin, Hayasız işlere davranma oğul.Kapanmış hiç bir yarayı kaşıma, Haramlarla mülk edinip yaşama, Kul hakkını yük edinip taşıma, İlimsiz heybeyle dolanma oğul.Yaptığın işlerede intizam olsun, Ettiğin her bir düşte mizan olsun, Neylersen güzel eyle yüzün olsun, Nizamsız ortamda bulunma oğul.Öğrenmeden olma işin talibi, Tecrübedir her birişin galibi, Baban dahi olsa mülkün sahibi, İzinsiz bostana dadanma oğul.Zora gelmez kırılır kalp göreğin, Deryalara sığmaz olur yüreğin, Yol bulmaya yetmez olur küreğin, Yelkensiz sulara açılma oğul.Güzellik değil özlenen haseptir, İnsana güzellik veren edeptir, Haya edep sevilmeye sebeptir, İmansız güzele bağlanma oğul.İşi zordur yolda mahzur kalanın, Fırsatçısı boldur mağdur olanın, Akıbeti belli olmaz insanın, Azıksız yollara koyulma oğul.Bir yanda sarp kayalar dayalı, Öbür yanda uçurumlar sıralı, Bu patika yolda HAYAT yazılı, Rehbersiz dağlara tırmanma oğul.Çok kimseler kıymetlidir yanında, Düştüğün gün kimse kalmaz anında, Dost ararsan Allah yeter bağrında, Gayrında kurtuluş aranma oğul.Nikferî bir hayal olup gidince, Ömür takviminde günüm bitince, Hakka kavuşma zamanım gelince, Kabirde başimda ağlanma oğul. Nikferî
169
Yoruldum2 Sahte yüzlere bakmaktan Her doğru dediğimin yanlış çıkmasından Yoruldum dostYüreğiyle yaşayan insanların arasında Simsarların üç kağıdından usandım Gönlü temiz bulamamaktan yoruldum dostİnsan olmanın değerini aramaktan Gönle düşmüş ateşe merhemi bulamamaktan göçtüm Sevda kuşuna yenik düşmekten bittim dostSırtım üşüyor Gönlümün ateşi yüzümü yakar olmuş Sırtımı dayayacak yar bulamadım dostEden bulur lanet laine okunur ya Böyle şerefsizlere lanet olsun dedim Ben bir şerefsize gönül vermişim dost
65
Para Para Ak para, kara para Aklanacak para aklanmış para Tatlı para, acı para,hepsi para.Parasızmış solmuş, parasızmış ölmüş Parasız olmamış, parayla olmamış Parayla oy almış, parayla yol almışParayla yatmış, parayla kalkmış Para almış, altın vermiş, can vermiş Parayla ateş vermiş, silah vermiş,kan vermiş Parayla rüşvet vermiş, namus vermiş mal vermişİnsanları öldüren, savaşları sürdüren para Babayı öldüren, oğulu katil eden para Tatlı para, acı para,ocakları söndüren para
66
Feryat Figan Arşa Çıkar Feryat figan arsa çikar Garip daglarda bu gece Bülbülün dili tutulur Viran baglarda bu geceKurtla kuzu güden yolcu Gelen yolcu giden yolcu Biliyonmu neden yolcu öÖüm saglarda bu geceZincirmi vurulmus kola Konussaydi biraz ola Yasanmismi acep ola Eski çaglarda bu geceNanay dedi nanay dedi Toy kuruldu nanay dedi Herkes deli diyor amma O herkese nanay dediSEFAI gitmem yurdumdan Gitsem ölürüm derdimden Daha gitmeden ardimdan Nazlim aglarda bu gece
72
Sus Pus Kus Sus, pus, kus! Her sus içimde binlerce mahpus. Ama sen sus, kimseler duymasın! Koparmasınlar çiçeklerini. Kesmesinler yüreğinin tellerini. Sus, akşam olmasın sus!Sus, pus, kus! Pusuya dalsın gözlerin. Kalbin incitilmesin nedensizce. Dökülmesin inci taneleri gibi gözyaşların. Kor kor, alev alev yanmayasın, renklerin solmasın. Pusuya dalsın nağmeleri toplayan yüreğin pusss! Sus, pus, kus! Geceleri kus içinden kus! Yaprak yaprak dökülmeyesin güz misali. Köpük köpük, damla damla mutluluklar dolsun içine. Ruhun yazılmamış bir melodiye bürünsün usulca. Ama sen sus, kimseler rüyalarını bölmesin! …………………………………………………………….. Sus, pus, kus! Faith Ataşçi 11.05.2015
89
Üzülüyorum bir meçhule doğru, bilinmezlere, her gün adım adım, süzülüyorum...dört yanımı sarmış, boğuyor san ki, keder kıskacında, büzülüyorum...bu benmiyim böyle, darmadağınık, perişan halime, üzülüyorum...
24
Deniz Gözlüm Uzat bana ellerini Boğulurum Deniz Gözlüm Çekemem hiç hasretini Dağılırım Deniz GözlümDaha başlamadan bitme Beni yalnızlığa itme Uzaklara çekip gitme Darılırım Deniz GözlümBatarım gittin anda Sensiz olmaz bu limanda Yetiş ne olur imdada Çağırırım Deniz GözlümDinmez gözlerimin nemi Çekilmez hasretin demi Sensiz dibe vurmuş gemi Sayılırım Deniz Gözlüm
50
Bir Dilber İsterim Bari Huda'dan Bir dilber isterim Bari Huda'dan Hiç misli cihâna gelmedik olsa Olmasa âlemde bây ü gedâda Hiç bir kimse mâlik olmadık olsaNeylerim dünyâda narı turuncu Gönül eğlencesi dilberin genci İstediğim dürr-i yekta bir inci Anı da bir hakkak delmedik olsaBir dost ararım ki açsam razımı Meclis-i irfanda çalsam sazımı Bir turna gözlüye salsam bazımı Hiç avcu şahini salmadık olsaPek mailim hûb cemâle bakmağa Pervâne-veş derdli sinem yakmağa Gönce gül isterim alup kokmağa Hoyrat eli değüp solmadık olsaGevheri der gönül maildir gence Bir tıfl-i nevreste miyânı ince Dahi koculmadık lebleri gönce Cevr ü sitem nedir bilmedik olsaHiç misli cihâna gelmedik olsa Olmasa âlemde bây ü gedâda Hiç bir kimse mâlik olmadık olsaNeylerim dünyâda narı turuncu Gönül eğlencesi dilberin genci İstediğim dürr-i yekta bir inci Anı da bir hakkak delmedik olsaBir dost ararım ki açsam razımı Meclis-i irfanda çalsam sazımı Bir turna gözlüye salsam bazımı Hiç avcu şahini salmadık olsaPek mailim hûb cemâle bakmağa Pervâne-veş derdli sinem yakmağa Gönce gül isterim alup kokmağa Hoyrat eli değüp solmadık olsaGevheri der gönül maildir gence Bir tıfl-i nevreste miyânı ince Dahi koculmadık lebleri gönce Cevr ü sitem nedir bilmedik olsa
189
Terkedilmek Bütün sevenler terkeder, Bir gün elbet birer birer, Sonunda payına düşen, Sonsuz ve acıklı keder.(06.07.11 / Akdağmadeni)
18
Düş Bitti Gitti Ne güzelde baktı gözü gözüme bir tatlı söz söyledi benim sözüme dudağım deymeliydi dudağına yüzüne olamadı işte düş bitti gittikarşılaşmamız merdiven başı sormadım ama on yedi yaşı okuyormuş okulmuş sade işi dur demedim işte düş bitti gittiaradan hayli bir zaman geçti mevsimler deyişti baharı seçti anladım onuda sevmek bir suçtu tam aşk diyecektim düş bitti gittiyanağı elmaydı dudağı kiraz geleceyim dedi sen bekle biraz kime yapıyor cilve kimeydi buna naz tam aşk diyecektim düş bitti gittişairim yazar oldu bir anda oda gelmez öleceyim bu handa yasım tutulacak dört bir cihanda tam ölecektim düş bitti gitti
98
Şiir ve Şair Üzerine Düşünce Açılımı Deneme yazım biraz uzun olacak ama umarım ilgi duyarak okusrsunuz. ________________________________________ Kentimizin yerel radyolarının birinde şiir ve şair üzerine yaptığım konuşma metnini form sayfamıza taşıyarak sizlerle paylaşmak istedim. Anlatılar arasında eksikler ve yanlışlar elbette olacaktır. Bunları tesbit ederek yorumlarınızla tamamlamanızı diliyorum. Konumuzu (Şairini bilemediğim) bir şiirle başalamak istiyorum. Bakınız bu şairimiz, şairi nası anlatıyor dizelerinde: ’Şairler yazan biridir ve dizeler yazmayan biri / Zincirlerini kıran biridir ve kendini zincire vuran biri / İnanan biridir şair ve bir türlü inanamayan biri / Yalan söylemiş biridir şair ver kendisine yalan söylenmiş biri / Düşmeye yatkın biridir şair ve ayağa kalkabilen biri / Çekip gitmeye çalışan biridir ve bir türlü gidemeyen biri...’ Şair, şairi böyle tanımlarken, şair hakkında bakınız Kur-an neler diyor: ’ Şairlere batıla inananlar uyar. Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını görmezmisin. Onlar yapmadıklarını yapmış gibi söylerler...’ (Şuara S. A.224-225) Şairin kendisi ve Kur-an şairi böyle tanımlıyor. Şiir yazmak, ortaya nitelikli bir şiir koymak zorlu çabaları gerektirir. Bu çabaların neler olabileceğine yazımızın ilerleyen bölümlerinde yer verilmiştir. Ancak Ataol Behramoğlu’nun şu dizelerine de yer vermem gerekiyor. Bu şaiirimiz neler diyor. ’ Başlarım işime sabahın aydınlık şarkısıyla / Her gün, her an hesaplarım ömrümün kiriyle pasıyla / Şiirimin bungun sesi dipten yüze zonklar durur / Ölür gidermiyim diyeceklerimi diyemeden korkusuyla... ’ Hangi konuda olursa olsun öğütler ince duygulu, duyarlı, düşünen, okuyan ve yararlı bir şeyler üretmek isteyen üretici uslar için pek basit... Basit, sıradan uslar için de pek ince söz ve yazım kalabalığıdır. Okuduklarınızı söz yada yazı kalabalığı olarak değil, yararlanılacak anlatılar olarak kabul edin. Konfüçyüs ’ Karanlıktan şikayet edeceğine, bir mum da sen yak...’ diyor. Bizler, hepimiz şu form sayfalarında ’ Bir mum da ben yakayım! ’ çabası içindeyiz. Bundan kuşkum yok. Bir bilge ’ Sanatkar her şeye aşkla bakan insandır. Sanat eseri bu bakıştan doğar...’ diyor. Hoca Ahmet Yesevi, Arkıl Ata, Dede Korkut, Ali Şir Nevai, İmam Maturidi, Mevlana, Yunus Emre, Taptuk Emre, Fuzuli kuşağında günümüze değin gelen ozan, şair, sanat ve düşünce bilgelerimiz en değerli miraslarını bu aşkla üreterek bizlere bırakmışlardır. UNUTMAMAK GEREKİR Kİ KÜLTÜR, SANAT, YAZIN VE DÜŞÜNCE DEĞERLERİMİZİN ÖZÜNDE AŞK VARDIR. Şiir bir yazın sanatıdır. İçlerinde bu sanatın aşkını taşıyanların binbir emek vererek ürettiği somut ürünleridir şiir. Kişilerde yaratıcılık düş ve duygularının üretime dönüşmesin adına da sanat diyoruz. Resim, müzik, tiyatro, şiir, yazın ve öteki sanat alanlarına giren alt ve üs kollarınını ilk başlangıcıve birikim noktası kişi içselliğidir. Sözü uzatmadan RAİNER MARİ RİLKE’ nin ’ GENÇ BİR ŞAİRE MEKTUPLAR ’ adlı kitabı ile MAX JAKOB’un ’GENÇ ŞAİRLERE ÖĞÜTLER’ adlı kitabından özetleyerek ve kendi yorumlarımla harmanladığım biligileri ilginize sunuyorum. Şairin iç dünyasının ilk işi kendini dışardan gelen etkilere açık tutmasıdır. Kendilerini etkilere açık tutmayan şair, yüzeysel yapılardan öte bir değer yaratamaz. Dıştan gelen etkiler iç dünyada birikimleşip duygu ve düş kazanında kaynadığı sürece derinlik ve güzellik kazanacaktır. Sizlere ne yapacağınızı kimse öğütleyemez. Dışardan gelen etkilere açık olacaksınız. Duygularınız içe dönük olacaktır. İçinize döndüğünüzde size ’YAZ! ’ diyen nedenleri düşünüp düşleyerek araştırınız. Kökleri derrinliklerde dal-budak salıyor mu buna bakınız. Yazmanız yasak edilince artık yaşamıyacakmısınız...? En çok da, gecenizin en sessiz bir anında ’ YAZMALIYIM! ’ diyerek kendinize sorun. Buna içinizin derinliklerinden bir karşılık çıkarmaya bakın. Eğer bu karşılık ’ EVET! ’ oluyorsa, bu ağırbaşlı soruya bütün gücünüzle ’ YAZMALIYIM! ’ diyebiliyorsanız, o zaman yaşamınızı bu gereksiminize göre kurmaya başlayın.Yaşamınızınen uçarı, en başıboş anınıza kadar bu içgüdünüzün bir belirtisi, bir belgesi olmalıdır verdiğiniz ürün. Ancak, genel konulardan kaçınınız ve günlük yaşamınızdan gelen konulara sığınınız. Acılarınızı, isteklerinizi,aklınızdan geçenleri ve herhangi bir güzelliğe karşı olan inancınızı anlatınız. Bütün bunları içten usul usul, alçakgönülülükle, açıkça anlatınız. Anlatabilmek için de, çevrenizdeki eşyaların, düşüncelerinizin ve anılarınızın konularını kullanınız. Günlük yaşamınız size zengin görünmüyorsa, bundan yakınmayınız. Bu zenginliği görecek bir birim ve yeteneğe sahip olamadığınızı kendinize söylemekten çekinmeyiniz. Çünkü, Yaratan için yoksulluk olmadığı gibi, yoksul, verimsiz bir yer de yoktur.Unutmayınız ki; SANAT ESERİ YARATMA GEREKSİNİMİNDEN DOĞARSA GÜZELDİR. Bırakınız yargılarınız sessiz, engelsiz gelişsin. Bular her ilerlemede olduğu gibi, iç derinliklerden gelmeli ve bir şey onları zorlamalı... Ama, evecenleştirmemelidir sizi.Bir duygunun her etkisini, her özünü içte, karanlıkta, söylenemeyende, bilinç altında, usla erişilmez olanda olgulaştırmaya bırakılmalı, büyük bir alçakgönüllülük içinde, hiç ses çıkarmadan bekleyerek, yeni aydınlığın yere ineceği anı beklemelidir. ANLAMAK VE YARATMAK İÇİN GEREKEN SANAT YAŞAMI BUDUR.BURADA ZAMAN ÖLÇÜSÜ YOKTUR. Yanmak... Göyünmek.. Savrulmak... Devinmek ve acılar gibi... dış etkilerin kaynayıp, taşmaya duracağı anlardır yalnızlık. Eğer birikimleriniz yeterince içinizde burulmaya başlamış ise, yalnızlığınıza sevinmelisiniz. Yalanızlığınızı... Acılarınızı... Düşlerinizi... Sesi güzel ağıt olarak taşımayı sürdürünüz. Unutmayınız ki; EN GÜZEL ESER, EN YOĞUN YALNIZLIKLARIN ÜRÜNÜDÜR. Daha sonra göreceksiniz ki, yalnızlığınız size çok yabancı durumlarda bile bir dayanak, bir yurt olacaktır. İşte bütün duygu yolculuğunuz buradan başlar. Yani, yalnızlıklarınızdan... Şiirden ve yazın sanatından söz ederken lirizme değinmeden geçemeyiz. Lirik düşünmeye dayanmayan bir düşünce, duyguya dayanmayan bir duygu halidir.Lirik şiir bir tutuşma sonucunda belirir. Bu tutuşma kişinin iç dünyasındaki birikimleri,duygu ve düş yoğunluğu ile kendini gösterir. Lirikuyumu bir deyişi beslemeye yarar. Böyle bir uyum içindeki sözcük dizinine de lirik adı verilir. Şiirdrn başka yerlerde de lirik bulunabilir. Ama, lirik olana erişemeyen şiir, gerçek şiir değildir. ’ Beni sevdiğince yağmuru da sevmelisin/ Birgün bana geleceksen gökçe gözlüm/ Gönlünün yağmuruyla gelmelisin/ Bulupta sevemediğim/ Ve dokunamadığım güzelliğinle/ Bürünerek pembemsi ipeklere/ Ürkekliğini sevdiğim cerenler gibi/ En delişmen duygularla / Periler gibi gelmelisin...’ (KÖMEN-Sırılsıklam) Şiirde yoğunluk önemlidir. Bu nedenle şiirinizin ve iç yaşamınızın yoğun olmasından kaçmayınız. Yoğunlaşınız. Bu yoğunluğu sağlayacak unsurlar dışardan gelen etkilerdir. Dıştan gelen etkilere açık olunuz. Yeni olan şey yüreğinizin en derininde oluşan şeydir. Gerisi başkalarından gelir. Form sayfaları bu konuda hayli yararlı alanlardır. Ama, başkalarından geldiği için yeni olmaz gelenler... Asıl yeni olan hoşa gidendir. Anca; daha önce görülmüş, duyulmuş, yazılmış ve yaşanmış olanlarla benzeşik olması da yeni değildir.(Bakınız; Suskunluğun Umut Ekeneğim Oldu ya da Kömen Denizim şiirlerim örnektir.) Kısaca yeni olan,hiç duyulmamış, söylenmemiş, yazılmamış deyişlerin ortaya konulmasıdır. Bu nedenle, birikim şiir sanatında oldukça önemlidir. Bir şiir sözcüklerinin tümünü yaşamak zorundadır. Şair olmayanların buna zamanları yoktur. Eğer şiir bir tutuşmanın, içten bir kaynamanın sonucu ise, şiir mutlu demektir. İşte o zaman anlaşılamamaktan korkmamak gerekir. Önemli olan şiirin mutlu olup olmadığını bilmektir. Yineliyoruz çünkü önemlidir. Şiirde önemli olan, anlatılmayanı, yazılmayanı dizelere aktarmaktır.Düşüncenin kaynağı kişi olmayabilir.O kaynaklar düş dünyasından gelir, kişi buna arka çıkar, güç verir ve sözcüklendirir... Düşünceden çok hüzün veren, içinizi yakan, acıtan etkileri ölesiye duyarsınız... Bütün bunları bir duygu kılığına sokarsınız... Bir de bakarsınız bunlar düşünce olmaktan çıkıvermiş.... İçinizde devinen özlem, hüzün, acı ve düş gibi bir başka varlık olmuştur... BYRON ’Şiir düşünceden ürker ’ demiş. Eğer içinizde devinerek kaynayan o varlığı, o dünyayı yazmak istiyorsanız bunu şiir uslübüyle yazınız. Unutmayınız ki,USLÜP DUYGULARIN ELELE VERMESİDİR Dış dünyadan gelen şeyleri uzun zaman biriktiriniz. Hemen tepki göstermeyiniz onlara. Tepkiyi ne kadar geciktirirsenizo kadar iyidir. Hemen başvurulan geri çevirmelerin hiç mi hiç bir değeri yoktur. Eserin dokusunu meydana getiren, eseri yaratan güzellik biçimden biçime geçişlere verilen düzendir. Gerçekçi olunuz. Her yandan kapıyı etkilere açık tutmayı elden bırakmayınız. Dilbilgisi, söz sanatı, vezin ve özellikle ses bilgisi öğreniniz. Gerisini unutunuz. Bir şairi, bir yazarı büyük yapan şey okudukları kitapların sayısı değil, iç ve dış dünyalarının derinliği ve zenginliğidir. Biligileri algılama ve öğütme biçimleridir. Şuna inanınız ki; ağız yüreğin zenginliği ile dile gelir. İyi bir yüreğiniz, sağlam da bir kafanız varsa güzeli yaratabilirsiniz. Bilgi ve anımsama ise düş gücüdür. Bir de bağdaşma vardır ki, her şey bundadır. Kişi hem parlak deyişler dökebilir, hem de acı etkilere açlık biri olabilir. Ama, o parlak deyişler etkilere açık kişiyi ele vermiyorsa verdiği ürün yavan ve yamalı bohça gibi kalır. İşte o zaman sanatçı için, içtenlikli değil denir. Başınızı derde sokmağa bakın.Böyle bir günde elinize kalemi defteri alır bir üstün ürün yaratabilirsiniz belki. Her şey dertli olmaya bakar. Sözcükleri sevin. Onları tekrarlayın, gargara edin... Tıpkı ressamın bir çizgiyi, bir biçimi ve fırça vuruşlarını sevmesi gibi...Sözcükleri sevin. İçinizi dışlayacak her şeyin başı budur. İyi düzenlenmiş yapıtları iyi yapan, yazarların, şairlerin içini dışlamasıdır. Örneğin; Musset’in Komedyaları dışlaktırlar. Şekspirinkiler de... Bu durumda uslübün ne olduğunu anımsatmak yararlı olacaktır. Uslüp içimizdeki birikimlerin bir şiir ya da bir yazın düzeni içinde dışlanmasıdır. İçinizde olan şey, ölümsüz olandır. Servantes Don Kişot’u 60 yaşında yazdı. Jan Jak Russo 40 yaşından önce kalemi eline almadı. Bu şle demek oluyor; yazmadan önce kendinizi yetştirmeye bakın. Yani birikim sağlayın. Çalışmanın ilk adımı ayrılmalıdır. Var ve görünür olandan, var ve görünür biçimde ayrılmak gerekir. Sen ile Ben’in arasına bir uçurum koyun. Berilerden bir kule kurun. Uçurum kazıldığı zaman çalışmış, çok çalışmış olacaksınız. Ama ne var ki, bunun için de ince bir dikkat ve zaman gerek. Çalışmanın birinci adımı budur. Çalışmanın ikinci adımı sessizliktir. Üçüncü adımı ise; bilgisizliktir. Bilgi yüklü ilk söcükten başlıyarak kendinize şu soruyu sorun. O bunu biliyor mu? Ne türlü biliyor? Bilgisi gerçek bir bilgi mi? Böylece değerleri durmamacasına gözden geçirmeye alırsınız. Dünyanın, bilimin, felsefenin, bilimlerin, felsefelerin ilham ettiği kahkaya da işte o vakit erişebilirsiniz. Hoş görü ve insan severlik, bunlar kaskatı yargıları nasıl da yumuşatır. Bir düşününüz. Bilgisizlik dedik üçüncü adımda bilgisizliğin belirtisi şaşkınlıktır. Şaşkınlık yürek temizliğidir. Yürek temizliği ise bilimde olduğu kadar, sanat alanındaki buluşların da tümüne giden yoldur. MAX JAKOB 'Bırakınız küçük çocukları yakınlaşsınlar bana. Çünkü cennet, cennete benziyenlerin içindedir. Şunu unutmayınız ki, Cennet bir de yer yüzündedir.' diyor. Cennet bilgeliktir. bu nedenle her mesleğin bir çalışma mucizesi vardır. Bu mucizeyi somutlaştıracak tek ve önemli şey de yalnızlıktır. KÖMEN
1,514
Ne Farkeder... Şimdi, seviyorum Gül desen, ne farkeder, Kader diyerek çok sevdiğin seni terkeder, Binlerce şiir yazmışsın hepsi acı ve keder, Şimdi, seviyorum Gül desen, ne farkeder, Kader diyerek çok sevdiğin seni terkeder...
33
Dost Dediğin Dost dediğin sen ağlarken ağlayan Yaran sarıp sarmalayan bağlayan Sen dereyken o olmalı çağlayan …..Her insana gardaş dost denilmiyor …..Her gönülde, yer bulup girilmiyor.Dost dediğin karşılıksız sevmeli Her zorluğa senle göğüs germeli Gerekirse uğruna can vermeli …..Her insana gardaş dost denilmiyor …..Her gönülde, yer bulup girilmiyor.Dost dediğin yüksek dağlara benzer Kızıp kükreyince lavlara benzer Vazgeçilmez gençlik çağlara benzer …..Her insana gardaş dost denilmiyor …..Her gönülde, yer bulup girilmiyor.Dost dediğin damarda kan olmalı Bedende can onla hayat bulmalı Verilen sır ölene denk kalmalı …..Her insana gardaş dost denilmiyor …..Her gönülde, yer bulup girilmiyor.Dost dediğin özü sözü bir olur İki yürek bir amaçta köz olur Belki yaşar seksen doksan yüz olur …..Her insana gardaş dost denilmiyor …..Her gönülde, yer bulup girilmiyor.Dost dediğin şimşek gibi çakmalı Gökkuşağı güzel olur bakmalı Güneş gibi ısıtmalı yakmalı …..Her insana gardaş dost denilmiyor …..Her gönülde, yer bulup girilmiyor.Dost dediğin dostuyla yoldaş olur Kayaturan severse gardaş olur Hançer yese yinede sırdaş olur …..Her insana gardaş dost denilmiyor …..Her gönülde, yer bulup girilmiyor.(18.12.2009 Saat: 15.20)
168
Atatürk adı yeter-başka söze gerek yok Durmak dinlenmek olmaz-yapacak işimiz çok On Dokuzuncu Yüzyıl-Bin Sekiz Yüz Seksen Bir Dünyaya geldi Atam-önemli bir tarihtir Yirmi Dokuz Aralık-Bin Dokuz Yüz Üç Yılı Kurmay Yüzbaşı oldu-tarih öyle yazılı Atatürk adı yeter-başka söze gerek yok Durmak dinlenmek olmaz-yapacak işimiz çok Bin Dokuz Yüz On İki-Dokuz Ocak gün ve ay Trablusgarp' ta Tobruk-zafer O'nun çizdi fay Bin Dokuz Yüz On Beş'in- On Dokuz Mayıs Günü Albaylığa yükseldi-yurda yayıldı ünü Atatürk adı yeter-başka söze gerek yok Durmak dinlenmek olmaz-yapacak işimiz çok On Dokuzuncu Tümen-Çanakkale Savaşı O bize kazandırdı-Atam verdi uğraşı Dokuzuncu Ordu'nun-komutanı olarak Erzurum'a atandı-mutlulukla dolarak Atatürk adı yeter-başka söze gerek yok Durmak dinlenmek olmaz-yapacak işimiz çok On Dokuz Mart Yirmi'de-ilk Millet Meclisi'ni Toplantıya çağırdı-teker teker hepsini Bin Dokuz Yüz Yirmi Bir-Eylül'ün On Dokuz'u Gazi Kemal Mareşal-O'dur eriten buzu Atatürk adı yeter-başka söze gerek yok Durmak dinlenmek olmaz-yapacak işimiz çok .Dokuz Yüz Yirmi İki-ilk Dokuz Eylül'ünde İzmir'in Kurtuluşu-kaçış düşman dölünde Dokuz Ekim Yirmi Üç-Ankara'mız Başşehir 0 Yirmi Üç Ağustos'ta-parti kurdu çok mahir Atatürk adı yeter-başka söze gerek yok Durmak dinlenmek olmaz-yapacak işimiz çok .Dokuz Yüz Otuz Sekiz- ayrıldı Ankara'dan On Dokuz Eylül günü-hastalığı yaradan Samsun'a çıkışından-On Dokuz sene sonra İstanbul'da ruhunu-teslim etti Gafur'a Atatürk adı yeter-başka söze gerek yok Durmak dinlenmek olmaz-yapacak işimiz çok Dokuz Yüz Otuz Sekiz-bir On Dokuz Kasım'ı O naşı Ankara'ya-nakledildi var gamı Hasan'ın ilk görevi-O' nu tanıtmak iyi Geçmişten geleceğe-söylenmeli pekiyi Atatürk adı yeter-başka söze gerek yok Durmak dinlenmek olmaz-yapacak işimiz çok
240
Cesaretim yok Cesaretim yok sana bir alo demeye Eskiden böylemiydim ya; uydururdum binbir bahane Duramazdık birbirimizi görmeden bir gün bile O güzel yüzünü görünce, sesini duyunca; sanki güneş doğardı içime Şimdi cesaretim yok, sana bir alo demeye İçimde bir korku var hep, ahizeyi yüzüme kapatırsın diye Ne oldu bize, neler oldu sevgili yar; neden girdi aramıza durup dururken ayrılıklar Eskiden kavuşmamıza ne dağlar mani olurdu ne uzaklıklar Utansın! utansın bizi birbirimizden ayıran düşmanlar Şimdi cesaretim yok, sana bir alo demeye İçimde bir korku var hep, ahizeyi yüzüme kapatırsın diye Seni kırdıysam eğer, ne olur beni affet Dargınlığa tahammülüm yok, ya barış yada terket Sevda dediğin ateşten bir gömlek,elimde olmadan giydim,neolur gel merhamet et Şimdi cesaretim yok, sana bir alo demeye İçimde bir korku var hep, ahizeyi yüzüme kapatırsın diye Bu kadar naz yeter; gel ne olur barışalım Biliyorum sende pişmansın; gel kavuşalım O eski güzel günlere tekrar kavuştur bizi allahım Biliyorum suçluyum seni elimde olmadan kırdım Şimdi cesaretim yok sana bir alo demeye İçimde bir korku var hep, ahizeyi yüzüme kapatırsın diye
172
KAN REÇETESİ Kara bir gök için çok şey söylenebilir elbet İşte benim bulutum pas tutmamış sözcüklerden örgülü bir ağıt alnına halk sıçramış neferlerin çılgar gözleriyle sana ey rengi tarihini utandıran elbise Yüzün hiç yabancı değil sen eski borazanların gedikli çalgıcısı sesine küflü ambarların kokusu sinmiş irin salgını, cinayet fotokopisi ve kangren depolanmış eskimiş tarih satıcısı ambarların kokusu. Burnum duymuyor ama seni uslanmış ıtır kokusunu da duymuyor benim burnum benim burnum vahşi dağ çiçekleri, bozkır gülleri ve devedikenlerinin kırları genişleten halk kokusuyla yanıyor genzim çatlıyor genzim çatlıyor ve seni de çatlatıyor el illizyonizmin sırça küresi. sana kim sus dedi Kalbim. Dünya bir ateşten top gibi kavruluyorken toprak güneş sıtmasıyla sarsılıyorken burda, orda, öte yanlarda alınterinin öfkeyle fışkıyan şavkı yeryüzünü yeniden biçimliyorken ve depremle sarsılan halkların beyni illizyonizmin büyüsünü bozuyorken seni kim büyülemek istiyor Kalbim. Bildim hiç kuşkusuz su yılanları, yeraltı fareleri ve akbabaların koruyucusu çarpıcıların, kemirgenlerin, leşçilerin şaşırtılmış kolcusu. Usul usul da gelsen, harlayarak da gelsen el illizyonizmin güleryüzlü büyücüsü masken kandırmıyor çoktandır beni beni ve benim gibi dünyaya kanından dürbünle bakanları soluğu cehennem yakanları. Çünkü biz hayatı kendi aynasından gördük biliriz sırça kürenin yaldızındaki puştluğu Ey tırnaklarımı büyüten tahammülsüzlük beynimde hora tepen on sivri bıçak senin kendi damarında denediğin keskinlik halkının alnındaki tomurcuğu patlatsa da kan kendini aldatmaz kan kendini aldatmaz Kalbim! bu acıya dayan varsın işkenceler dağlasın seni duru bir gök için vahşete katlananlar acıyı bir silah gibi göğsünde saklamalı Kalbim! bu acıya dayan bu acıya dayanman için yaranı iyileştirmek için sana parçalanmış gül cesetlerinden bir reçete vereceğim vahşet dağlarından kızgın kemik külleri işkenceler ovasından kan dölleri ve yangınlar vadisinden dehşet bir ateş. Kan kokusu büyüyü bozmak için Kemik sıcaklığı sırça küreyi eritmek için Ateş kırmızısı göğü aydınlatmak için Böylece dirilir içindeki gül cesetleri bile dirilir ve o zaman çılgın bir şafakla tazelenen gökyüzü bir taze tomurcuk gibi açar kanıyan alnında senin. Kalbim! sen varsın sen tökezleyen bir şarkı değilsin ne de uzun, yanık havalı türkü sen kendinin ezgisisin. Yırt öfkenin sabredilmez dağarcığını dağılan, saçılan ne varsa hepsi senindir kara bir gök ancak bunlarla arınır ve elbette yeter bunlar sırça küreyi dağıtmaya acı diye ne varsa hepsini onarmaya Kalbim! elimden tut elimden tut sensiz birşey yapamam. Arkadaş Z. Özger
360
Seni Düşünürken Kalemin Yazdıkları Seni düşünüyorum Bedenim güneşle savaşan buz gibi Eriyordu dışarıda Teyp aşk şarkısı çalıyordu Kalemim ödevimi yazıyordu -ama kalemim yazıyordu- Ben seni düşlüyordum Hayallerimi senden başkasıyla süslemiyordum Ve seni düşünürken Yazıyordum bu şiiri…Bazen Ay’ı izlerdim Bazen aynada gözlerimi Seni görmek içinBazen kendime dikkatle bakardım Ölü görmek için Alıcı gözüyle bakardım hem de.Ama şunu bil ki; Senden nefret ederken de Sana def ol derken de dilimle Seni seviyordumSeni düşünüyordum Dışarıda yağmur Lapa lapa kar yağıyordum İçerde sevda yanıyordum Ama seni düşünüyordum…İyi, güzel düşlüyordum seni Ama yalanı kıskanıyordum Kırmızı gül veriyordum eline Ama nefret ediyordum Seni; Seni çok seviyorum diyordum Ama kin ve yılan püskürüyordum Seni –fahişe yataklar-da gördüğüm zamanSeni düşünüyordum Ocakta ateş Dağda volkan yanıyordum Seni düşünürken Üşüyordum masumca… Dışarıda Saçının kalınlığında Keder yağıyordum sıcakça Ama hep seni düşlüyordum Adamca…Ama kıskanıyordum seni Nefret ediyordum Seviyordum seni Daha çok nefret ediyordum senden Daha çok seviyordum…Seni düşünüyordum Hep seninle beraber olmak istiyordum Dudaklarına dokunabilmek Ve ellerimle ansızın sarmak Çırılçıplaklığını…Her yerde Seni düşünüyordumYollarda Evde Yalnızlığımda Sigara içerken (içmezken) Hastayken Saç kestirirken bile Köyde mesela Piknikte Dershanede Eksik gecelerde Tastamam hüznümle Seni düşünüyorum anla artık Tuvalette bile…Her yerde sen varsın aşkım!
189
Dolunay'da Gelirim Ege'nin tam ortasında İki yakada da aynı ışıklar vardı İki yakanın da üstünde dolunay Bir yanında Costa Bir yanında Ahmet var Bir yanında Elena Bir yanında Emine var Benim aklımda sen...Midilli'nin Ayvalık aşkı Cunda aşklarının ürünü Kardak kayalıklarına çarpıp ta geri dönen Aşk haykırışlarıdır gülüm Belki Elena'nın Emre'ye Belki Zeynep'in Costa'ya olan aşkının Haykırışları Ben akvaryum adasına yükledim sevdamı Ürken balıklar dolanıp egeden Akdeniz üzerinden sana getirsin diye selamımı...Dolunay var yine gülüm Kaç gün önce başladı unuttum Unutmadığım tek şey Dolunaylar da depreşir duygularım Midilli yolunda başlamıştı Sen geldin bitmedi Ve aklımdan sevdan hiç gitmedi...Ege'nin tam ortasında İki yakanın ışıkları aynı yanıyor İki yakanın insanları da aynı yaşıyor Yine geldi gülüm dolunay Aşk doğuruyor Dedim ya şiir sana hep Gelecekse aşk Hoş gelir sefa gelir...Bir dolunay bitiminde Geleceğim sana canım Canım cananım Aşkına turap olmuş halde Geleceğim kapına Bekleme gülüm Ben beklemezlerde gelirim...Bekle beni Aşk gibi Sevda gibi Beklemezlerde, Dolunay'da gelirim...Erdal İrfan / Beklenmeyen vakitlerin yolcusu 20 Kasım 2008 Saat 22.30
163
Önerme…. Bir Ömür geçti Köpekler havlar Havlayan 2N-2F olsun Ömür geçer,Köpekler havlar 2N-2F uzun saçlı Hatta biri Boksör Burunlu Boksör Burunlu; Köpek olsun…Öyle bir Önerme ile gelki; Sincap inanmasın Köpekler havlamasın 2N-2F Köpek olmasın Sincap inanır,Köpekler havlar Köpek; Boksör Burunlu olsun.. Havlayanın yüzü gülmesin…
44
Bir Musibet Bin Nasihatten Üstündür! Bir Musibet Bin Nasihatten Üstündür! Belirli dönemlerde –özellikle seçim dönemlerinde- çıkarılan ve son olarak halk arasında “torba yasa” olarak adlandırılan ama çuvala harara kadar varan büyüklüğe erişen, hükümet yetkililerinin aklına geleni aklına estiği gibi ve sonucunu düşünmeden o torbaya tıktığı, nerede ise “ne yaptıysan yaptın, batan ekonomiyi şu dönemde biraz olsun düzlüğe çıkarabilmem için ve/veya öyle bir görüntü yaratabilmem için biraz ödemede bulun, hazineye biraz nakten veya kayden giriş görülsün, ben bu günü kurtarayım senin vergi kaçırman, hukuksuz davranman hiç önemli değil, yeter ki görüntü güzel olsun ve ben o görüntüyü biraz da süsleyerek halka şirin görünebileyim, alacağımı alayım, sonrası Allah Kerim” anlamına gelebilecek düşüncelerle uygulamalara girildiği gözlemlenmektedir! . Bu da halk arasında alışkanlık yaratarak, halkı beklentiye itmekte. Yaptığı yolsuzluk, kaçakçılık, uygunsuzlukları çekinmeden yapma cesaretine itmektedir. Nasıl olsa af gelir düşüncesi ile yapılan bu tür yasaya aykırı tutum ve davranışlarla da Yüce Adalet, boş yere uğraşı içinde oluyor. Sonuçta yasaları, yürütmesi günün gerekleri ve koşulları ile uyumlu, tutarlı ve bütünlük içerisinde süreklilik gösteren yönetim uygulamaları olmadığı için belki de (!) bir kesim esnaf, sanayici, tüccar böylece suça itilmiştir ve/veya itilmektedir. (Gerçi hiçbir suçun özrü olmamalı!) Önemli olan, böyle ortamların yaratılmaması, hiçbir hak ve hukuksuzluğa göz yumulmamasıdır. Bu ara işçi, köylü, emekçi ve emekli kesime ne yapıldı derseniz, ayıp etmiş olursunuz? ! Her gün yandaş olan / olmayan, okyanus ötesinden beslenen olsun / olmasın gazete ve televizyon kanallarında deyim yerinde ise dizi yazısı / dizi film gibi okumakta / izlemekteyiz. Gözü dönmüş katil görünüşlü polislerce, büyük bir hışımla lağım suyu, biber gazı, cop, tekme, tokat, yumrukla gözüne gözüne vurulmuyor mu? Saçlarından, bacaklarından tutulup sürüklenmiyorlar mı? Sorgusuz içeri tıkılmıyorlar mı? Üstelik bir de alışkanlık oldu,nasıl olursa olsun tüm eylemleri “hükümete…., hükümeti…….,toplumu …..darbe ile…başlayıp gelişen bir şekilde toplu suça dönüştürülmüyor mu? 30-40 Kişilik, 50-100 kişilik, 100-150 kişilik kümeler şeklinde yargılanmalarını beklemiyorlar mı? Suçlarını bilmeden, ne olduğunun, ne yaptığını bilmeden, acaba ekmek yedim ondan mı, şöyle bir deniz kenarında gezindim ondan mı, falanca TV kanalını izlemiştim ondan mı, şu gazeteye şöyle bir göz gezdirmiştim ondan mı; toplu sözleşme demiştim, grev demiştim, işçi hakları demiştim, emeğin değeri-alın teri demiştim ondan mı; intibak yasası çıktı ağzımdan, kalkınmışlık düzeyinden pay çıkmıştı ağzımdan ondan mı; gübre alamıyorum, mazot alamıyorum karasabanla mı sürsem tarlamı diyordum, yumurtam, etim, sütüm yok ben nasıl köylüyüm demiştim kahvede ondan mı….? ! . diye hayaller kurarken, işte böyle leyleğin ömrü lak lak ile geçip gidiyor! İşsizlik, açlık, yokluk, yoksunluk, yolsuzluk almış başını gidiyor! İş isterken dayak yersin, aş isterken yerlerde sürünürsün, yoksulum dersen “partimize oy vereceksin ha, yoksa geri alırız! ” şeklinde sadakaya razı edilirsin, birileri kusuncaya dek yerken yutkunursun, yolsuzluk yapılıyor dersen istikrar düşmanı olursun neyin istikrarıysa? ! . Anlayacağınız, orta çağ zihniyetli, faşist, totaliter bir dikta yönetimi hüküm sürüyor. Sürdürenler liberal kapitalistler. Uygulayıcılar dinci görünüp dini, imanı, Allah’ı, kitabı para olanlar. Buna olanak sağlayanlar ise işte yukarıda anlatılan işçi, köylü, emekçi, emeklilerdir. Onların oyları ile gelmedi mi bu musibet? ! .
484
Ocak İki ayrı dünyanın insanıydık belki Belki burçlarımızda uyuşmuyordu ben pek anlamam Anladığım tek şey vardı ve adı aşktı..Sana her eylül yeni bir güzellik katardı Bende ise herşeyimi alıp götüren ocaklar saklıydı Soğuktu sensizliğim kadar Ve kar düşerdi toprağıma bir çığ gibi Ellerini arardım yokluğunun buzulunda Soğuktu ellerim hiç ısınmazdı Uzatsam elimi derdim Ellerim kanardı Ocaktı ve ellerim birdaha hiç bir eli bu kadar aramayacaktıYıllardan bilmem kaç aylardan ocaktı Ve bir çocuk doğacaktı Doğum sancılı hava karanlıktı Soğuktu, ıssızdı sokaklar Ama bu çocuk her şeye rağmen doğacaktı.. Aylardan ocaktı.. ve gökyüzü alabildiğine karanlıktı Sokaklar, caddeler kısacası tüm şehir ıslaktı Aylardan ocaktı.. Neydi bu gizem, bu esrarengiz varoluş hikayesi Neydi yada ne değildi 25 ocak sonra daha iyi anlayacaktı..Karanlık.. Hayatını geçirdiği her yer karanlık Baktığı her duvar zifiri siyahlıktı Bir gül koparsa, daha dakikalar dolmadan ellerinde kararacak O sadece güllerine bir mezar daha kazacaktı Ve aylardan yine ocak olacaktıYağmur.. Gözleri hep ıslaktı Ne zaman ağlasa bir yere mutlaka yağmur yağardı Her göz yaşı kararmış bir havanın habercisi Her ıslak ve karanlık hava onun sancılı doğum günü olacaktı Ağlardı.. Yağmurluydu Ve hep sağanak yağardı gözleri..Aylardan ocaktı.Dirseğini dayadı masanın üzerine Başını ellerinin arasına aldı Kalbini masanın ortasına koydu Saatlerce baktı Anladı ki bir yerlere yine yağmur yağacaktı Soğuktu, karanlıkta ıslaktı sokaklar Anladı Bir daha doğmayacaktı Kahretsede hayata, hayatı karanlık, sokakları ıslaktı Ve hayatı bir aydan ibaret.. Oda ocaktı..
225
--Kahreden Ayrılık-- Kahreden Ayrılık…Uzun bir zaman oldu ayrılalı ve sen gittikten sonra derin izler bıraktın hayatıma, anılarıma.. Uzun süren yorgun bir ilişkiydi bizimkisi ardından dağınık bir hayat geçmiş bir zaman ve hayat yorgunluğu kaldı üzerimde. Şimdi soruyorum ben kendime sabır ve zamandır şu an ihtiyacım olan hani herkesin tavsiye ettiği zaman! Aslında bu en büyük yalan…. O zaman ki, beni çoğu zaman kanatır eksiltir.. ve gün gelir bir gün başka bir mevsim, başka bir takvim başka bir ilişkide o eski ağrı ansızın geri teper üzerime.. ne yaparım ben o zaman işte.. Belki muhtacımdır sana tekrar aynı duyguları yaşamaya yapamıyorum sevgilim ben başkasıyla seninle ilgili bir yaram vardı acı acı kananyan birde saf sevgim. Şimdi güzel aşk sözleri kaldı dilimde, kalbimde, dudağımda bunları senden başka kimseye söyleyemiyorum. Olmadı sevgilim dön artık dayanamıyorum sende beni çeken o kadar çok şey vardı ki sen ayrı bir mevsim ayrı bir tattın benim dünyamda… Peki ya şimdi; sen gittin ben bittim tıkandı kelimeler sözcükler boğazıma her şey değişti bütün hayatım.. ama; ben yapamıyorum, yazamıyorum, göremiyorum, duyamıyorum ve dayanamıyorum dedim ya bir tanem ben senden sonra kendimi bile artık sevemiyorum…
184
Doğa Hizmet için yaratılmış insanlığa Kıymetini bilememişiz onun oysa Haklıdır bizden ne kadar şikâyetçi olsa Doğa, hayat kaynağımız, nefesimiz adetaGözlerimizin alabildiğince uzanan yeşillikler İçimize çektiğimiz oksijen soluduğumuz hava Hepimiz doğaya atarız kendimizi mutlaka Hayat buluruz yeniden,yeniden onunlaBize bu kadar güzellikler sunan İçinde yüzlerce bitki canlı barındıran doğa Bizler bunları hak etmiyoruz aslında Ormanlarını yakan ağaçlarını kesen katleden bizler Yeşilliklerini kirleten sularını pisleten bizler O kadar zarar veriyoruz ki sanaOysa senin yeşilinde doğanda beslenen Hayvanların etini yiyor sütünü içiyoruz Kâğıdımızı, kerestemizi ağacımızı senin ormanından üretiyoruz Doğa evet biz senin kıymetini hiç bilmiyoruzSenin içinde yaşayan hayvanlar bile Bizim sana yaptığımız zararı yapmıyor Onlar hayvan olduğu halde senin dengeni bozmuyor Biz insanlar söyleyin bize ne oluyor? Katletmekten kirletmekten geri kalmadığımız doğa Daha ne kadar dayanabilecek acaba? Bir gün gelip çöl olmadan güzelim doğa Aklımızı başımıza toplayalım mutlaka“Yayılır çimenlere yeşilliklere iki ayaklılar Oysa onlar kadar doğayı kirletmez dört ayaklılar”
145
Sesinle Düştüm Denize Seni Severken Kirlenmez Deniz sesini duymak şehirler ötesinden bir anının canlanması oluyor, ve her anı ağrılarla eş anlamlıoluyor yazık ki,eskilere benzeşmesi,dönüşmesi olanaksız olan seni seviyorum...sesin kocaman bir yitirilmişliğin yakan ezgisi şimdi... bu temmuz bu çarşamba gecesinde ve düşmüşken dolunay denize - ben denize düşüyorum,seni sevmişken kirlenmez deniz,ben düşünce biliyorum-... eşleşip sırnaşıp duruyor yıldızlar,sesini duymak güzelde; konuşan sen değilsinki,ben değilim ki onbir saat ötende seni dinleyen,benim duyduğum gizlenen yürek çarpıntıları,bir de karşımda kumsalla oynaşan denizin dalgacıkları.bir ilmekle tutuyorum dilimde asıl sana söylenecek kelimelerimi,çözülsem...ya düşersem sonuçsuzluğuna kelimelerin? ismin kumsala yazılı sesin sesin dağılmasın istiyorum dalgalarda bir ben görüyorum ismini, tırnaklarıma sıkışmış kum taneleri,bakıyorsa ay,aldırış ederlerse bu halime birde yıldızlar tabiki denize dalıyorum,üşümüyorum öyle bir his yok, beni titreten başka birşey...düşünüyorumda ne getirebilirimki sana bunlardan başka...sen nasıl haksızlık sayacaksan,söylemediklerimi yapma- dıklarımı,dizginlerimi sıkı tutarak bende haksızlık diyorum onlara, seviyorum seni... yalnış bir ezginin mısraları olmak ezici sesin bu türküyü söylüyor, bu sesler bizim değil, başka bir tonda asıl seslerimiz bizim aslında... kötüyüm çok kötüyüm bu temmuz bu çarşamba gecesinde ve dolunay düşmüşken denize
172
Karaman` da Karaman da varlık dolu, Nurlanmıştır güzel yolu, Aşıklar Yunus’un oğlu, Karaman da, Larende de... *** Karaman da sağlık düzen, Görsün Aşıkların gezen, İlim yollarında özen, Karaman da Larende de... *** Karaman da çok Erenler, Mevlanayla hay dönerler, Kültür sanatı severler, Karaman da Larende de... *** Karaman’ın çok güzeli, Sazları okur gazeli, Sadıklar gelmiş ezeli, Karaman da Larende de *** Karaman da Yunus Hocam, Mehmet Beyim Lisan Amcam, Mevlevi der gülüm goncam, Karaman da Larende de... *** Aşık Mevlevi hep ağlar, Yunus un yolunda çağlar, Ne güzeldir bahçe bağlar, Karaman da Larende de. *** Aşık Mevlevi Kaydeden: Erdal Canbulat - e.canbulat@chello.nl
102
Sevgi olmadan kalpte huzur olmaz Dünyada her işin başı sevgidir, Sevgi olmadan kalpte huzur olmaz. İnsanların temel taşı sevgidir, Sevgi olmadan kalpte huzur olmaz.Sevginin sırrını herkes bilemez, Sevgi olmadan insanlar gülemez. Sevgisiz bir hayat düşünülemez, Sevgi olmadan kalpte huzur olmaz.Sevgi kalbimizden taşan duygudur, Sevgi yüreklerde coşan duygudur. Sevgi gönülleri aşan duygudur, Sevgi olmadan kalpte huzur olmaz.Aşk bizim özümüzde olan tastır, Sevgi sevda ile yüreğe hastır. Sevgi gönlümüzde yer alan histir, Sevgi olmadan kalpte huzur olmaz.Yusuf aşk ile gönüle gelelim, Sevgiyi kurtuluş yolu bilelim. Aşk ile biz sevelim sevilelim, Sevgi olmadan kalpte huzur olmaz.
93
VEFA uzun bir arayıştan sonra bulup kapı eşiğinden uğurladığım onca vefa… eskiden böyle sinmezdim ateşini yaktığım şüphenin sessizliğine durmaksızın yanan bir alevin üstünde tüten avucumdaki şu sefil bahar, uzatsaydı iklimi ceylan yağmuru izlemek zorunda… yıllarca ezberimde tuttuğum hakikat duyguya yaşam soluğunu veren güç yürüdüm aşkın ve yontulmuş bir taş gibi sonsuza bakabilenlerin izinden bulutlandım, yağdım sürdüğüm yol boyunca ışığı önünde sözler buldum, dindi fırtına tutundum eteğinden, soluğunu ödünç aldığım ömrün hiç denemedim sözü ışığa tutmayı zaten acemisiydim tenimde gizlediğim zamanın belki bunun için silindi yolumun çizgileri zamansız bir vedanın dilsiz dalgınlığıydı içimdeki hüznün gözlerime yaslanan gölgesi kapıldım işte arsız bir şölenin sahte coşkusuna mevsim söze, gözyaşı tele düştü alıngandı nota, mızrap alıngandı kaçamak bakışlarla yıldız arayan gözlerimde büyüdükçe büyüdü yokluğunu içinde taşıyan sis kümesi çok dallı bir ağaç gibi sardı her yanı gizli bir heves olarak kaldı yankılanan sesin uğultusunda yalansız aşka kurduğum anın heyecanı
145
Cesaret Ruhumu tarifsiz bir heycan kaplar Gozlerin kalbime bir hancer saplar Ismini soylerken titrer dudaklar Cesaret edipte soyleyemedim Kac kere soylemek istedim sana Tamam simdi deyip ciktim karsina Bir seymi var diye sordugun anda Cesaret edipte soyleyemedim Kapina kirmizi bir gul biraktim Gectigin yollara ismini yazdim Sana soylemekti asil maksadim Cesaret edipte soyleyemedim Bunlari yazarken doldum kahirla Derdimi anlattim bir kac satirla Lutfen okurken beni hatirla Seni Sevdigimi soyleyemedim...
69
Yılbaşında Rezalet 57 YTL. Gördünüzmü,adalet nasıl etti tecelli? Yılbaşında rezalet,elli yedi YTL. Özgürlükler kısıtlı,yasak gelmiş bes,belli. Taciz,maciz ticaret,elli yedi YTL.İçe bildiğin kadar iç,kesilsin nefesin. Bu günün şerefine,eksilmesin hevesin. İran,rusya farketmez,ağır ceza var kesin. Utanmazlık,sefalet elli yedi YTL.Yılbaşı geleneği uyuşturucu,alkol. Güne özel gelenek,tüketilmeli bol bol. İstanbul sokakları donatılmalı kol kol. Akla gelen melânet,elli yedi YTL.Bu kültür bu gelenek yayıldıkça yayılmış. Ahlâki duygularım,bu gün hiçe sayılmış. Bu cezayı verenler, biraz erken ayılmış. Küfür,zina,hakaret,elli yedi YTL.Asırlardır bu düzen bozulmamış,bu günde. Bir kenara, bir yasa yazılmamış bu günde. Ahlaksızlık sınırı çizilmemiş bu günde. Yaralama,cinayet elli yedi YTL.Şehvet salyalarının,caddelerde zuhuru. Kaç para inançlının,terbiyesi,gururu? Yıl başında izin var,medeniyet huzuru. Sokaktaki zihniyet,elli yedi YTL.Çok dikkate almayın,trafik kazasını. Belediye kaldırır,toplu cenazesini. Lütfedip ödemişler,suçlular cezasını. Türlü hüner,maharet,elli yedi YTL.Binali,bu milletin yarasını kaşımış. Kaşınacak yara çok,parmaklarım üşümüş. Bütün kusur medya da,manşetlere taşımış. Yayınlanan felaket,elli yedi YTL. ------------03.01.2008
137
Şahadet Alemlerin Rabbisin, Rabbisin ulu Allah, La ilahe illallah, Muhammed resul Allah.Rahmansın ve rahimsin, Rahimsin ulu Allah, La ilahe illallah, Muhammed resul Allah.Din gününün sahibi, Sahibi ulu Allah, La ilahe illallah, Muhammed resul Allah.Esirgeyen,koruyan, Bağışlayansın Allah, La ilahe illallah, Muhammed resul Allah.Rızkları sağlayan, Sağlayan ulu Allah, La ilahe illallah, Muhammed resul Allah.Bütün ihtiyaçlara, Yetersin ulu Allah, La ilahe illallah, Muhammed resul Allah.Zamandan ve mekandan, Münezzeh olan Allah, La ilahe illallah, Muhammed resul Allah.
73
Tekerrürdeki Tarih, Tarihteki Tekerrür Tekerürde tarih Tarihteki tekerrüre inat Anladım tekkerürde saklı tarih Tekerrürde gizli benimse korkum Tarih neden tekerrürden ibaretmiş Bir kez daha anladım; Tekerrür eden tarih olsa sadece Bu kadar olmazdı bildim.... Bu kadar olmazdı tarihin tarihi Bu kadar sürmezdi bu acı bu korku Yoksa tek bilen benmiyim Bu tekerrürdeki sırrıKorkum tekerrüründe tarihin; Korkum tekerrürümde kendimin... Korkum tekerrüründe korkumun Korkum...
62
Haydi kurtuluşa aynı aile çocukları karanlığa ve ışığa sıkılan yumruklar genç yaşlı çocuk insanlar yılmadı bedenleri görünmez ıslık ve mermi yaraları dolu delik deşik edilseler de otuz kırk yıl aynı işkence ya bitecek ya bitecek vazgeçişlerin tereddütlerin yeri yok bugün tunus mısır libya özgürlüğü keşfedememiş yıllarca şimdi umut ya da yok oluş zafer sizin inanmışsanız üstün siz geleceksiniz bir birbirinize sözler verin meydanlar bayram yeriniz alanlara sığmayacak şöleniniz belki bugün dinecek bugün yılların zulmü bitecek aynı aile çocukları haydi kurtuluşa koşun günde beş kez haykırın insan olun haklarınızı çağırın ezdirmeyin ezmeyin kurtuluşunuz mekke'nin fethine benzesin şirk'ten tevhide ne krallık saltanat ne de baskı işkence bütün bir cahiliyete bir veda hutbesi güzelce..Mustafa kaya / Çengelköy 28.02.2011 www.mustafakaya.net
116
İnsanlığı Sevmiyorsan Yağmur olup yağmıyorsan bulut olsan ne olur Bir çiçeğe su vermezsen ırmak olsan ne olur Çiçeklerden bal yapmazsan arı olsan ne olur İnsanlığı sevmiyorsan insan olsan ne olurKapıların kapanmışşa okul olsan ne olur Kimselere doğmuyorsan güneş olsan ne olur Hastalara faydan yoksa doktor olsan neolur İnsanlığa faydan yoksa hakan olsan ne olurDoğruları yazmıyorsan yazar olsan ne olur Geçmişini yazmıyorsan tarih olsan ne olur Bir fakiri güldürmezsen zengin olsan ne olur İnsanlığa faydan yoksa bakan olsan ne olur 08/09/2000
80
Sabr Edenler Menzil Alır Sabr edenler menzil alır Sabr etmeyen yolda kalır Sabreden Mevla’yı bulur Sabr eyle gönül sabreyleBu aşıklık bir ni-mettir Hakk’tan bize hidayettir Sabrın sonu selamettir Sabreyle gönül sabreyleSenden birşey istemiyom Kırma beni dünya, dünya El aleme rezil ettin Kıyma bana dünya, dünyaAklımı başımdan aldın Nefsimin mahkümü oldum Zaten ben belamı buldum Yıkma beni dünya, dünyaDünya dünya yalan dünya Beni benden alan dünya İyileri yiyen dünya Kötülere sen kal dünya
72
KANDAHAR Çünkü ben sancısı bakır kaplarda çoğalan ahşabın avazından kesilmiş zamana devrildim yüklü kaldım şehirden, uzakların baktığı ürkütülmüş bir aynaya verildim Sırların emzirdiği sur diplerinde yaban incirleri, sürgündeki rüzgâr kederin su içtiği karaçalılar Bir kuğu bir harfle yer değiştirdi doğrulurken boynunu kırdı içimde sırların emzirdiği sur diplerinde sır tutan başka bir şey tutamaz har kokar, esrar kokar, kandahar ağzımın yarısı sarışın bir virgül yüzünden geçmişe bakar, bütün bunları çay, zeytin, tütün bunları tuzsuz kıyılara varmak için kendi gözyaşlarını yalayanlardan aldığım hiç ortalı bir deftere yazdıydım ben ki göl nasıl düşünür bilirdim o zamanlar sırtüstü yatmış sarı bir hayvandı o ayrı baltaladığı ağaçlara ağlayan Hiçin adını anan kimseden söz dinlemez hiç kimsenin ardında durmayan zaman karnında bir akreple... bir şiir patlar bir tüfek ölür adına puşkin! denir bunu bil bunu bil bütün ölümlere buradan geçilir ha hâbil, o otomobil, e erbil, çar çernobil bunu bil, bunu... bun bu! Şimdi ağzımın diğer yanında (bkz. 32. satır) doğacak çocuklarınızın okuyacağı kitaplar için, rusya'dan gelecek oğlum bahanesiyle boşaltılmış raf Çünkü ben bekletirim ıssız bir adaya düşen her türk gibi yanımda ikametgah senedi ve 6 fotoğraf Yasakmeyve. Eylül- Ekim 2004  
185
SİZ BENİ NİYE SEVMEDİNİZ? Geldim, kendim Diye... “Hiç!” Dediniz, “ses Ve ten, tek...” Bildim evim Diye... “Geç!” Dediniz, “yer Mi şimdi bir de!” Döndüm, içim Diye... “Seç!” Dediniz, “bire Bile bin iz!” Siz beni niye sevmediniz?
36
BİN DERT kötü bir rüya geldim adını ezberleyemediğim gürültünün arasından, vermediğim sözlerden yaptığım yatak dolusu çıplak geldim yirmi bin kere yorgun, bir o kadar sarhoş oynadığım bahislerin ortasından şaşı bakışlı kimseden ülfetsiz geldim şol kalbim bir o kadar içre kendinden geçmiş ve kelâmını kaybetmiş nergislerin açmadığı saatlerden hevesli geldim burası taşın görünmeyen gölgesiydi kuyunun kopmuş ipi kuşların uğramadığı derinlikte akasya hızını unutmuş chevrolet yağmur yüzü görmeyen pencere - ben yalnız uzağındayken iyi geldim Çağdaş Türk Dili / Ağustos 2003
79
O Beyaz Gömlekli Kadın O BEYAZ GÖMLEKLİ KADIN Yaram derin doktor bey, çare arama! Bu yaranın tek çaresi; O Beyaz Gömlekli Kadın! Şifa için gelmiştim, merhemsiz yarama; Şimdi gönlümü çeldi, O Beyaz Gömlekli Kadın! Önce içeri girdi, serumuzu takacağım diye, Kolunuzu uzatın dedi, nabzınızı tutacağım diye, Sonra bir hap verdi, suyla yutacağım diye, Hapı susuz yutturdu bana, O Beyaz Gömlekli Kadın! Lüle lüle siyah saçları salmış gerdana, Aklım tatile gitti, bayılayazdım bakarken ona, Kimdi o, gurbanım doktor de hele bana, Hayalmiydi gerçekmiydi? O Beyaz Gömlekli Kadın! Hiçbir iğneyi yememiştim bu kadar kolay, O şırıngayı tutan pamuk eller başlı başına olay, İçimdeki tutkular kolkola çekiyor halay, Ağrılarımı bir anda unutturdu, O Beyaz Gömlekli Kadın! Başka zaman olsa, görmeye dayanamam şırıngayı, Kıyametler koparır, basardım yaygarayı, Yeniden başlatacak bana, bırakmışken sigarayı, Çıramı yaktı,dumanımı tüttürdü, O Beyaz Gömlekli Kadın! Ne olur izin verin ebedi burada kalayım, Olmazmııı? Ne yani bi yerimimi kırayım! ? Korkum odur ki; bu gidişle kafayı sıyırayım! ! ! Beni deli gömleğine büründürdü, O Beyaz Gömlekli Kadın!
166
Vakit Vakit...18.38...Ölü akşamıydı DÜŞ/lerimin.
4
Sessizlik Sessizlik ürkütüyordu beni Her tarafım karanlık Sesler geliyordu ormandan Dallar kavga eder gibi sallanıyorduSessizlik, gittikçe ürkütücü hal alıyordu Ses soluk yok yanlızdım Yaprakların sesi geliyordu sadece İçime bir şüphe sarıldıSessizlik, gözlerimi kapatıyordum arada Her şeye hazırlıklı gibi Çılgınca, delice şeyler geçiyordu aklımdan Kendimi oyalamaya çalışıyordumSessizlik, karanlığıma ışık beklerdim belki Silinmişti her şey, yalan gibi Yaşananlar unutulmuş, masal misali Sessizliği gömülmüş, koca şehir Zorluğu çeken yine hep benTarih: 08/03/2013 Saat : 20:14
72
Ağaçsız Beldeler Modern harebelere benziyor bazı kentler Gördüğümüz binalar makyajlı birer dilber! İçinde huzur var mı, sevgi var mı; meçhuller Örneğin can İstanbul, buna güzel bir misal Nuh Tufanı ardından kalan beldeler gibi Ne ağaç, ne de yeşil, görmüyor artık gözler * Madem ki bir tek ağaç dikmiycektin birader Betona mı hasrettin, demir mi yer bebeler Ne gerek vardı bunca; kum, çimento, tuğlaya Süslü bir ayı gibi girseydin mağaraya ...........................*.................... 08.nisan.2016
71
273 Nolu Rubai 273 Her gün her gece içmek, bitmeli; tövbe! Dolu kadehi artık itmeli; tövbe! Tam şimdi gül zamanı, her yer gül olmuş; Tanrım; artık tövbeye etmeli, tövbe!
29
PESÜS Ben denizin kumları üzerinde durdum Bir heykel tadında olan ve bunu geçen Bir şekilde denizin kumları üzerinde durdum Durdum ki, şehrin son kalıntısı onu unutmak olsa gerek Diyordum. Ve bütün ayrıntılarından sıyrılmış bir düzlüğün Ayrı bir nesne gibi, daha sonra da Hiç görmediğim bir yaratık gibi üstüme gelmeye başladığı Bir şey olsa gerek Ben bunu duyuyordum. Yalnız duymak mı? korktum ve her yerlerimle yalnız oldum Oldum ki, düzlük dediğim o korkunç varlık Bitmez tükenmez bir kaynaktan çoğalarak Üstüme aktıkça benim Ben kendimi koruyordum Sanki bir çaresizlikten ödünç aldığım kendimi Mesela ellerimi bir heykeli bozmayacak şekilde boşluğa uzatarak Bir anlam vermek istiyor gibiydim düzlüğe Ve birtakım görüntüleri üst üste yığaraktan Bir anlam Sonra alanlarda, ana caddelerde unutulmuş ırtıcı bir hayvan gibi işte ben Yapılması akla gelmedik Daha bir sürü şeyleri de hep yapıyordum ki Pek denenmemiş bir boğuşma şekli oluyordu bu da Sonra ben yoruluyordum. Yalnız yorulmak mı? giderek geri çekiliyordum biraz Pençesi asfaltlarda gezen, tüyleri camları ikileştiren Aşılır bir yer sanan o beton duvarları Mermerleri ve soğuk potrelleri tırmalayan Ben Geri çekiliyordum biraz Güçlenip saldırmak için düzlüğe yeniden Ama hiç bilmiyordum ki, neresinden vurulurdu bu düzlük Neresinden bozulur Bilmiyordum ki Bildiğim bir şey varsa, bana pek bir zararı dokunuyordu diyemem düzlüğün Diyemem, çünkü bir yerlerim hiç mi hiç acımıyordu ki Ne bir baş dönmesi, ne bir göz kararması Duymuyordum ki Olsa olsa benim kendime bir şeyler yapmam için zorluyordu beni Düzlük Ve gerçekten yaptırıyordu da Mesela giderek yenilmem gerekiyordu ki kendime, yenildim Uzanmam gerekiyordu ki yere, uzandım sonunda iyice Uzandım içimdeki o beyaz düzlüğün taşırdığı Bembeyaz taneciklerin üstüne Artık çağanozlar bir su gibi beni yalayarak Geçiyorlardı tek sesli yaradılışımdan Ve memeli balıklar ağır ağır doğuruyorlardı içimde Ben ve kumlar bir pesüs gibi ağırdan yanıyorduk Biz öyle yanıyorduk ki, dünya ise bu alevden Bir bağışlanmamış dünyaydı Artakalan dünyaydı eski bir tevrat plağından Gittikçe bizim olmayan bir Dünyaydı Ve düzlük bir peygamber ölüsü karşısında Bitmeyen bir düzlüktü ki... işte ben Gene de tam kendisi oldum diyemem düzlüğün Diyemem Çünkü bazı olaylar bunu doğruluyor Ve bazı düşünceler. Şöyle ki: Martılardan bir tanesi yalnız yaşıyormuşçasına boşlukta Dünyanın en heyecanlı çizgilerini çizdi Ve bulutlar doldurdu bu kıvrımları yavaştan Ve benim yarattığım tanrılar ki, geldiler Bir inip bir çıktılar çocuklar gibi Çığlık çığlığa Bu metalsi görünümler arasından Sonra ben belki de gözlerimi yumdum Her yerlerimle yalnız oldum ki, düzlük Etimi ve benim bütün boyutlarımı yemeye başladı Ve hayallerimi Yemeye Demek oluyor ki bir süre kalsam böyle - Ne kadar mı, bunun pek önemi olduğunu sanmıyorum - Kimseler tanımayacak beni. Deniz hayvanlarının Kurumuş iskeletlerine döneceğim Korktum Yani hiçbir şey değilim de ben, sadece bir konuyum Öyle mi Doğruldum işte yeniden Bir insan tadında olan ve Bunu geçen ben Denizin kumları üzerinde durdum. Ben denizin kumları üzerinde durdum Ben, diyorum, demek oluyor ki bir anlamım var benim de Değişen bir şey olarak ve değiştiren Bir anlamım var Peki öyleyse neden hep başkaları tanımladı beni şimdiye kadar Neden Gerçi sessiz ve ünü olmayan bir yaratıktım, biliyorum Ve onlar güçlüydüler, biliyorum Ne zaman biraz öfkelenmeye kalksam, bu bile Onların istediği bir öfke oluyordu ki Sonra ben susuyordum Ama bir suçluluk da duyuyordum ki, bu da bir başkaca düşmanımdı benim Ben neydim. II Hiçbir şeyin hiçbir şeyliği gibi bir şeydim. Bir ara Hiç kimselerin tutmadığı oyunlara giderdim Tiyatrolar ki benim en sevdiğim boşluklarımdır. Maun tabutumda Her yerleri çok süslenmiş ölüler gibiyimdir Bir kurdelenin ya da gümüşten bir haçın altında sanki Geri çekilmiş yüzümle, geri çekilmişliğe dargın yüzümle Bir çelişki gibi ölümsüz Yaşamakta olurdum. İlkyazla birlikte kına çiçeklerinin de açtığı söylenir Kimi zaman da bir efsane gibi söylenir, kazılardan çıkarılmış kalıntı şehirleri Anlatır gibi Bana kalırsa açtıkları günden yıllarca sonra açar bu çiçekler İlkel bir coşkunluğu bir hayat kılığına Yıllarca sonra getirirler ki Tıpkı fırtınalardan kurtulmuş bir geminin Şimşekler, gökgürültüleri Ve yırtıcı deniz hayvanlarından Ve korkunç gıcırtılardan artakalan bir uğultuyu Bir sabah denizinde sütliman Güneşli, durgun bir gökyüzünün altında Dinlenen gemicilere unutturduğu zaman Derim ki, tam o zaman yaşanır fırtına Onca telaş, onca ölüm korkusu o zaman. Yani tiyatrolar ki benim en sevdiğim boşluklarımdır. Maun tabutumda Her yerleri çok süslenmiş ölüler gibiyimdir Bir kurdelenin ya da gümüşten bir haçın altında sanki Ölümün bir acıyla doldurulduğu yüzümle Geri çekilmiş yüzümle, geri çekilmişliğe dargın yüzümle Öyle bir çelişki gibi ölümsüz Yaşamakta olurum. Hiçbir şeyin hiçbir şeyliği gibi bir şeydim. İşte ben Hiç kimselerin tutmadığı oyunlara giderdim Bir kedi ayaklarıma sürtünerekten geçerdi - ki benim yaşamımda Her zaman bir kedi bulunur, onu ben Bir imza gibi yazılarıma koyarım - Ve duvarlar yumuşardı, sarkardı Ellerimle ittiğim olurdu onları bu yüzden Terlerdim Sonra bir gazoz içerdim ki, yani ben Kısaca söylemek gerekirse, bazı şeyleri hep geciktirirdim Mesela bir mürekkep balığına, bir bahçe kapısının oymalı demir parmaklığına Saatlerce baktığım olurdu, orkideler satılan bir dükkanın Önündeki çiçek artıklarına Bir bira çekme makinesine, ne bileyim Yazısız bir kağıda günlerce baktığım olurdu Ve yıllarca bir saplantıya Giderek bakmanın tam kendisi olurdum. Yani ben Bakmanın düzlüğü ve hiçliği ve sonrasızlığındaki şey Olurdum ki, başkalarını hiç mi hiç ilgilendirmeyen Yapayalnız bir ben kurardım Yapayalnız bir ben kurardım ve kedi Salona girerdi birden, başlama saatini Bir o somutlardı sanki. (Hiçbir şeyin hiçbir şeyliği gibi bir şeydiler onlar da Biraz eşyaları vardı Bir gidip bir geliyorlardı o eşyalar arasında Biraz da susuyorlardı. Ve ağırca bir konsol Tüyleri dökülmüş bir halıyla beraber - Küllükleri, bir gece lambasını, duvardaki bir gravürü saymazsak - Onların aile resimleri gibiydiler Ve biraz da üç kişiydiler ki, ben onları buluyordum Biri bir banka afişinde veznedar Ben onu buluyordum Biriyse bir ilaç prospektüsünde acılı Ve hastalıklı bir kadın Onu da Buluyordum ki Olsa olsa bir heykeldi diyebilirim üçüncüsü de Gündelikçi bir kadın Tozunu alıyordu bazen, siliyordu onu iyice Böylece üç kişiydiler. Ben birdenbire buzdolabını gördüm Yaşayan bir şey olarak Diyebilirim ki, değişken bir yüzölçümü vardı yaşamasının Ve beyaz Ve mavimsi bir şekilde örtüyordu ki dünyayı Bir seramik gibi onu dondurarak Bir mine gibi Şunu da söylemeliyim ki, hiçbir şey kımıldamıyordu bu yüzden Bir tanrı yere düşse parçalanacak Ve pencerelerden upuzun inşaat demirleri giriyordu içeriye Gökler kalıplı ve kalın Duruyordu bir buz dağı gibi şehrin üstünde Ve dolap buzlanıyordu durmadan. Öyle ki Önce mutfağı donduruyordu bir buzdolabı mantığıyla Odalara giriyordu, sonra veznedarı Heykeli, hasta kadını, giderek Koltuğu, masanın altındaki kediyi - evet kediyi - Konsolla çatlak bir aynayı da donduruyordu Bu böyle olunca, yani evin her köşesi donmakta oldu mu Birden bir örümcek düşüyordu yere, çıt diye bir ses İncecik gövdesiyle kırılıp bölünüyordu Örümcek Ve ayna hep gösteriyordu. Ben solgun Yüzümle buzlanaraktan içimi gezdiriyordum orada Ve konsolda bir kadını kaydırıyordum, o kadın ki İyiliği artık çağımıza uymayan Bir kadın ki Cinsiyeti belirsiz bir resim gibi duruyordu Ellerim arasında Ve tuhaf yüzler duruyordu, ben bunu görüyordum Anlamları hiç değişmeyen Mesela gülmek sonsuzca uzanıyordu. Anılar Bir buz bitkisi gibi renksiz, yabansı Acılar ki en kalıcıydı ve nasıl Yeni bir insan haritasını çiziyorlardı buzların altında Ve insan nasıl da daha çok benzeyerekten insana Durmuştu ki, şöyleydi: Sanırım bir soru vardı öyle sorulacak Bir soru, evet, hiç olmazsa Biz tarihin hangi döneminde yaşadık? Bir insan müzesi gibi... Kedi Çıkardı birden salondan. Ve bitiş saatini Bir o somutlardı sanki.) III Sanırım hiçbir şeyin öyle pek tamamlanmadığı Bir çağda yaşıyordum. Ve bütün eksik kalmaların Sessiz ve ünü olmayan bir tanığıydım ben Ben, diyorum, demek oluyor ki bir anlamım vardı benim de Düşünen bir şey olarak ve düşündüren Ama korkarak söylüyorum, çok ağır bir yük gibi taşıyordum bunu da Ve biraz da pek kullanılmayan Ya da hiç bırakmadıkları kullanılmaya Çok ağır bir yük gibi Onu ben taşıyordum, düşündüklerimi Ve bu durumda ne beni etkileyen Ne de ben etkilendikçe bir başkasını Etkileyen ve bizi geçen Bir ben kurmuş oluyorduk ki, o zamanda diyordum Yani hiçbir şey değilim de ben, sadece bir konuyum Öyle mi? Yeniden, yeniden, yeniden doğruluyordum Bir insan tadında olan ve Bunu geçen ben Bir dram gibi sonsuz Kumları üzerinde sonsuzluğun.
1,283
Vuslata Giyotin Zifiri karanlık gecede Ayaz yol kesmekte Korku tek yoldaş, Beklenen sevgili değil Sıcak bir nefeste değil Sadece sabah…Tamtamlar haber verir kıyametten Ölüm orucu bitmekte olmalı Sehpayı mecnun çakmakta İse, Ucunda İllede ben sallanmalı…Yokluğun gece Uzaklığın korku Ve Di li geçmiş zamanlar içinde Sabahla bir beklediğim En gerçek vuslat ölümdü…Sepete düşen benim kellemdi Giyotin önünde Ki; O sepet benim miracımdı, Şimdi Doğduğunu bile görmediğim Güneşten yükseklerdeyim…Zifiri karanlık gecede Korku yol kesmekte Bilmem artık Hangi yürek Ayazlı fırtınalarla Sabahı beklemekte…
80
Kar Düştü Kar düştü ellerime Ellerin kadar beyaz Tıpkı ellerin gibiydi kar Ellerin sıcaktı Kar soğuktu birazKar düştü saçlarıma Saçlarım kadar beyaz Saçaklardan buzlar sarkıyordu Serçeler sığınacak yer arıyordu Soğuk titretiyordu ellerimi Yüzümü yalıyordu ayazKar düştü dağlara Dağlar beyaz Karacoğlandan kalan Söylediği türkü Çaldığı saz Sen düştün gönlüme Kar kadar beyaz Kar donduruyor Sen yakıyordun biraz Boğuşuyordu sanki karın üstünde Bende bitip tükenmeyen hasret Sende bitip tükenmeyen naz
68
Bulacağım seni Sabah ezanında Sahur vaktinde Işınları camına çarpan Batman'ın ıssızlığında İnternet başında bir cafede Kartpostal şeçtiğin bir kitapçıda Bulacağım seni bir şarkılarda Sesini duymak için Çamur sıçratacağım eteklerine Bana iyice bağır diye doğum günü pastanı ben keseceğim mumlarını ben üfleyeceğim Kısmetse seni öpeceğim Gözlerin kapalıyken senin 02 10 07 Altınkum
51
Herşey Siyah Kimse bilmiyor seni özlediğimi...Herşey Siyah!
7
Y Günlükleri 23.04.13 23.04.13 Salı Bu gün 23 Nisan. Eskisi gibi öğrenciler sırf büyüklerin keyfi için işkence çekmeyecek. Neydi o günler. İlkokul yıllarımda kent merkezine 5, 6 km uzaklıktaki okulumdan yayan yapıldak uygun adım marş diyerek yürürdük. Sonra o tören alanında önce törenin başlamasını saatlerce bekler, tören başlayınca da ayakta saatlerce kıpırdamadan durmak zorundaydık. İzleyenlerin keyfi yüzlerinden okunurken bizim çektiğimiz eziyete diyecek yoktu. Bir de o koskoca yolun yine kuralcı öğretmenlerin azarını işiterek uygun adım dönüşü yok mu? Asıl işkence o saatler süren yorgunluk üzerine tuz biber oluyordu. İçimden binlerce beddua okuyordum. Hem adına çocuk bayramı diyorlar, hem de çocuklara işkencelerden işkence beğendiriyorlardı. Bir de sıcak günlerin yakışı var ya. Hele beni o güneşin bir çarpması ban o günleri zindan ediyor. Beni kürek mahkûmundan daha beter hale getiriyordu. Bir de ortaokul yıllarında bu işkenceye 19 Mayıs eklendi. Hele o 19 Mayısların aylar öncesinden eğitimleri başlardı ki sorma gitsin. İşkence seansları. Hiç unutmam kentin o zamanki en büyük stadında gösteri yapıyorduk. Stat hınca hınç doluydu. Önce erkek öğrenciler olan bizi gösterimizi yapıyorduk. Gösterimizi canla başla yaptığımızı düşünerek alkış bekliyorduk ama gel gör ki alkış yerine yuhalanıyorduk. Seyirci provalardan hatırladığı kız öğrencileri seyretmek için heyecanlanıyor sahayı fazla işgal ettiğimiz düşünülerek yuhalanıyorduk. Gösterimiz bitmiş stattan dışarı çıkarılmıştık. Ve stat alabildiğine dolu olduğu için içeri alınmamıştık. Kendimi çok kötü kullanılmış hissetmiş ve bu kalabalığa, ayrıca buna sebep olanlara kinlenmiştim. Oh çok şükür demek ki artık bu rezillik ve ayrıca genç kuşaklara yapılan işkence ve aşağılanma bitmişti. İlk defa bu gün bu kadar sevinçle doldu içim. Şimdi artık çocuklar belediyenin fuar alanında akrobasi, keloğlan masalları ve yabancı ülkelerden gelen öğrencilerin folklorik gösterisi, ayrıca çeşitli etkinliklerle kutlanıyordu. Hepsi eğlendiriciydi hepsi bireysel tercihe dayalıydı. Toyota Plaza önünden geçerken gördüğümüz manzara da bayram havasına tam uygun bir durumdu. Çocuklar için şişme oyun yerleri çocukların bu gününü anlamlı kılmaya ve onları bayramın ruhuna uygun hale getirmeye yetiyordu. İşte Cumhuriyet dindarlar eliyle daha bir sevimli hale getiriliyor. 80 yıldır bu ülke Kendilerine Atatürkçü diyenleri baskısı ve insanlık dışı zorba dayatmacı yöntem ve mantıkla yönetilerek kitleler rejime düşman haline getirildi ama şimdiyse onların rejim düşmanı diye nitelediği kadrolar eliyle Cumhuriyet kitlelere sevimli hale getiriliyor devlet millet kucaklaşması sağlanıyordu. ABD bir zenci eliyle yönetilerek zenci beyaz barışı sağlanıyor. Türkiye de yıllardır savaştığı ulusuyla barışıyordu. Bu ne mutlu bir olaydı. Ne demişti İnönü hitap ettiği o zamanın yönetici erki sayılan bir topluluğa:’ kimse duymasın ama bu millet sizin düşmanınızdır’. İşte bu düşmanlık bitiyordu. Bu ülkede Kürtler düşmandı, dindarlar düşmandı, cemaatler, tarikatlar devleti yıkmaya azmetmiş oluşumlardı. Milliyetçiler düşmandı tabutluklarda çürütülmüşlerdi, komünistler düşmandı kovuşturulmalıydılar Nazım de Necip Fazıl da yok edilmesi gereken rejim düşmanlarıydılar. Bertaraf edilmeliydiler.
431
Deniz Kızlarına İnanma Her Okyanus yolculuğuna, Çıkma dedim gönlüm,… çıkma. Her gemiye kaptan; Olma dedim gönlüm,… olma. Deniz çeker, deniz kızı boğar.! ! ! O deniz aşırı fırtınalara giden, bir daha gelirmi gönlüm gelirmi.? Kaçıncı seferin, unuttum. Bu gemiyle yola çıkma dedim… Her fırtınadan yaralı sen çıktın, Her seferden eli boş, sen döndün. Uslanmadın gönlüm uslanmadın, Tanırım ben senin azgın hastalığını, Deniz çeker gidersin… Deniz kızlarına aldanır gidersin, Acemi desem değilsin, Akılsız desem hiç değilsin. Yazgımı yoksa bu… Bilirim,Denizde kaptanlığın, bilirim. Hani o fırtınalarla dalaşın vardıya, Şaşırmış halde baktılar sana.Derlerdi inanmazdım, Deniz çeker, toprak tutar. Acemi kaptan hep kıyıdan yüzer. Ahbe gönlüm, niye açıldın bu kadar.? Dedim ya sana; deniz kızları çeker insanı. Öperken boğarlar adamı. Kötülüğünden değil, sevişgenliğinden dir. Deniz ortasında oynaşır, sever, sevişir, Dalgınlığına gelirde, boynuna sarıldımı, Yapışır dudaklarına, Yoktur kurtuluşun, Deniz kızları sevdimi, iyi sever adamı, Taşır ölüsünü ölünceye kadar. Ne bilsin, bir zamanlar denize düşen Gelin olduğunu, o gündür bu gündür, Her denizcinin rüyasına girip, ertesi gün bir miçonun kanına girmiştir, deniz kızları.! ! ! Deniz çeker, deniz kızları boğar..25 aralık 2007
176
Yakarı Akşamın alaca karanlığı sardı bedenimi tüm koyuluğuyla; Sımsıkı karabasan misali…. Yüreğim sıkışıyor,yanıyor alev alev tan yerinin kızıllığında… Elvan elvan çiçek açmam gerekirken dikenlerle bezendim… Muhabbetine,dostluğuna,sevdasına güveneceğim mert bir yürekti dileğim… Ne al al,mor mor çiçek açardım o zaman işte! ! ! El verin bilenler,yananlar,yolverin geçenler bu karmaşadan… Ben dolanıyorum,artık çözülüyotum,çözemiyorum… Her zora meydan okuyan yüreğim titriyor,yorgun… Kırılıyor en küçücük darbelerde bile paramparça…. Beynim diren diyor,yüreğim ümitsiz,bedenim suskun…. Feleğin çemberi daraldıkca mutsuzluğum yayılıyor…. Keyfe keder çörekleniyor her köşeye sinsi sinsi…. ‘’ben gülmedim’’diyorum ‘’yapma’’ömrümün son demleri… Bırak son zamanlarda beni kahpe keder…. Bir kerecik,bir kerecik gönlümce sevileyim… Son bir kez de olsa kahkahalarla gerçekten güleyim… Gözüm arkada…dökülmesin gazellerim…. FÜSUN
108
Datça Burası İlk olan hiç unutulmuyormuş Hatırlasana ilk bisikletini İlk okulunu,ilk öğretmenini Ve İlk sevdanı Hiç unutulmazmış meğer İlkleri farklı severmiş insan İlk Akdeniz suyunu sevdiğim gibi Seviyorum bende ilkleri Yıllardır Marmara’nın Ege’ye özlemini seyretmiştim Şimdi Ege’nin bitişini seyrediyorum Dorya mekanım Akdeniz’in ilk suları Sevdama ilk kez hoşça kal dediğim kayalık Yine aynı sokak lambası Deniz üzerinde yankılanan sevda şarkıları Kardeşliğin,sevdanın yeri Bir yanında Ege,bir yanı Akdeniz Geçmişin izleri çevreliyor Sırtında çam ağacından hırka Antik tiyatrosundan yükseliyor Her bir ülkenin seçkin şiirleri Saklı cennet Gönlünde sevginin yumuşaklığını hissedenlerin yeri Ege’nin incisi Datça burası31.08.2007. 23.59
94
Yok Yok Oduncu ormana gitmiş baltası yok, Zeybekler meydanda saltası yok, İnsanlar sokakta neşesi yok, Varlar ülkesinde yokluk çekeriz.Arıcı süt sağar bal tası yok, İşler çığırından çıkmış, ortası yok, Kimsenin Allah'tan korkusu yok, Varlar ülkesinde yokluk çekeriz.Vekiller mezatta, alıcısı yok, Hükümet tezatta, kalıcısı yok, Devlet acze düşmüş, kurtarıcısı yok, Varlar ülkesinde yoksulluk çekeriz.6.1.1995/ANKARA
53
Günah Günah sana kem gözle bakmak Ve günah senden uzak durmak Yasak dudaklarından öpmek Oysa ki ruhun bana tutsakGünahının peşinden koştum Şeytanınla sıkı dost oldum Şasıl kurtulacak bu postum Bir bir günahlarını tattım
33
Düş Yüreğime Düş yüreğime Ay vururken Kurt kuş uyurken Zamanı yok Durup dururken Düş yüreğimeDüş yüreğime ki Hüzün yağmasın Acılar üzerime Kapaklanmasın Saklandığı yerden çıkart sevdayı Düş yüreğime Acılanmasın
29
* Şiirden Yıldız Kaydı * önce; ____önce kelimeleri astılar darağacına sonra; ____sonra ülkemden bir yıldız kaydı! bir şairi konuştular bugün bir binada! bir şairin önünde ağladılar. ölümden sessiz ve kimsesiz baktı mısralar giden, varlığının en güzel çiçeğiydi, en çok da bu yüzden ağladı şiirşiirden yıldız kaydı. gittiği yer; binlerce yıldız kaynağı...12/10/2005 atilla ilhan anısına
54
Türkiye bayrağı için yürüyor Türkiye bayrağı için yürüyor, Türk Bayrağını alıp sende katıl. Yapılanı bütün millet görüyor, Türk Bayrağını alıp sende katıl.Bizim için kutsal ülkede her yer, Bayrağa el uzatan er midir er? Hainlere gereken cevabı ver, Türk Bayrağını alıp sende katıl.Bayrak alıp evlere takmalıyız, Bayrağa namus gibi bakmalıyız. Bayrağımıza sahip çıkmalıyız, Türk Bayrağını alıp sende katıl.Bayrak yüreğimize sevgi katar, Hainlerin yaptığı artık yeter. Bayrağın indiği yerde söz biter, Türk Bayrağını alıp sende katıl.Yusuf haydi yüzümüzü güldürün, Memleketi bayrak ile doldurun. Bir bayrak alıp göklere kaldırın, Türk Bayrağını alıp sende katıl.
91
Kardeş Olun 1 Aşkın odu yakar oldu Kalpten dile akar oldu Uymayanlar nâçar oldu Dövüşmeyin kardeş olun! Hakk yaratmış bilin diye Eserimi sevin diye Güvenilir emin diye Dövüşmeyin kardeş olun! Soyu sopu böle böle Tükeniriz öle öle Yeter artık döndük çöle Dövüşmeyin kardeş olun! Eğil nefret dağı eğil Yüce Rabbim hoşnut değil Biter elbet birgün mehil Dövüşmeyin kardeş olun! Zeynel söze ver nihayet Kardeş olun diyor ayet Dinlerseniz beni şayet Dövüşmeyin kardeş olun! 1996
74
Yetiş Meral Ne yolları ne okulu suyu var Allaha emanet böyle yaşarlar Gariplerin ağlanacak hali var Yetiş Meral yetiş ölüyor millet Kimse bakmaz gariplerin haline Ekmek götüremez olmuş evine Yolsuz susuz Anadolu köyüne Yetiş Meral yetiş ölüyor millet Vekiller hiç o köylere gitmezler Halkın hali derdi nedir bilmezler Nasıl yaşıyorlar gelip görmezler Yetiş Meral yetiş ölüyor millet Bunlar bizim Anadolu gerçeği Vatan için feda eder her şeyi Yoksulluk belini büküyor belli Yetiş Meral yetiş ölüyor milletBu halkı sevmenin bu değil yolu Seçim den seçime geliyor çoğu Ne hallere düşmüş vay Anadolu Yetiş Meral yetiş ölüyor millet
96
Seni Seviyorum Seni Seviyorum” iki kelimeden oluşuyormuş gibi görünen bu cümle, bazen takılır insanın boğazına. Sanki bu iki kelimeyi bir araya getirebilmek için binlerce kelime söylemişsiniz gibi hissedersiniz kendinizi. Bu cümleyi normal hayatta rahatlıkla kurabilirsiniz. Mesela, sokakta çiçeklere bakarak:”Ey güzel çiçekler sizi seviyorum veya en sevdiğiniz bir arkadaşınıza rahatlıkla, dostum seni seviyorum diyebilirsiniz. Ellerinizi kaldırıp semaya ey dünya, seni seviyorum diye haykırabilirsiniz. Hatta bütün yıldızlar, Ay, ey Güneş sizleri seviyorum diye rahatlıkla içinizi dökebilirsiniz. Ama kalbinizin yarısını kaptırdığınız, ona bakınca sizin tamlayanınız gibi hissettiğiniz, onu bütün yaratılmışlardan ayrı bir gözle gördüğünüz melek yüzlü varya… İşte onun karşısına geçip de aslında ağzınızdan bir çırpıda çıkabilecek iki kelimeyi söyleyemezsiniz. Seni seviyorum demenin yeterli olmayacağını biliyorsunuz. Çünkü bu iki kelime onu ne kadar çok sevdiğinizi anlatmakta aciz kalacaktır. Ne kadar bağırsanız da, seni seviyorum demek size çok basit gelecek. Bu kadar basit bir cümleyi kuramamak ise sizi ayrı bir taraftan hançerleyecek. İçinizde onun sevgisi fokur fokur kaynarken, kuru bir seni seviyorumun ne önemi var ki? Peki nasıl onu çok sevdiğimizi belirtebiliriz diyorsanız, bunu sadece onun gözlerine bakarak gerçekleştirebilirsiniz. Ama hiç konuşmadan, hareket dahi etmeden. Sadece gözlerine odaklanıp, onu ne kadar çok sevdiğinizi haykıracaksınız. -Unutmayın kelimeler bazen duyguları dile getirmede kifayetsiz kalır. Ama duygular gözlerden okunur.- Eğer gerçekten kalbinizin yarısı ondaysa zaten onun gözleri sizinle konuşmaya başlayacak. Gözleriniz konuşurken siz farkında olmadan kalpleriniz birleşecek. Tek kalp iki kişiyi aynı anda yaşatmaz diyenlere en somut örnek olacaksınız. Onunla olduğunuz zamanlarda kalbinizin bedeninize sığamayacak kadar büyüdüğünü farkedeceksiniz. Bir kalbin ikinizi birleştirdiği gibi sizi de ayrı ayrı iki kalp yaşatacak. Biri kendi kalbiniz diğeri ise onun ki…Kendi kalbinizin sol tarafınızda olmadığını fark edeceksiniz, bazen size uğrayacak bazen onu bulmakta zorluk çekeceksiniz. Ama onun kalbi bütün sıcaklığıyla her zaman sol tarafınızda sizinle beraber olacak. Ne kadar hızlı koşarsanız koşun, hiç yorulmadığınızı fark edeceksiniz. Çünkü sizin kalbiniz yorulursa onun ki sizi yaşama bağlayacak. İnsanın beş duyusu var diyenlere siz altıncısının da olduğunu söyleyeceksiniz. Onun ellerinden tuttuğunuz zaman daha önce hiç hissetmediğiniz bir duyunuzun devreye girdiğini fark edeceksiniz. Normalde iki simitle doymayan siz, onunla tek simidi paylaştığınızda bir hafta yemek yiyemeyecek kadar tok hissedeceksiniz kendinizi.Onunla sokakta yürüdüğünüz zaman, her zamanki kaldırımlar o gün daha bir farklı dizilecek ayaklarınızın altına, her zaman ki balıkçı amca o gün daha neşeli ve daha pozitif gelecek size. Önünden geçerken burnunuzu tıkadığınız belediye çöplüğü bile o gün hiç kokmayacak.Çocuklar her zamankinden daha neşeli oynayacak parkta. O gün bulutlar ilk kez gülümseyerek yağmur yağdıracak. Ve siz ilk defa yağmurda sırılsıklam olmaktan bu kadar çok zevk alacaksınız. Hayatta kelimelerin büyüsüne inanmayan siz, “Seni” “Seviyorum” kelimelerinin yan yana gelmesiyle sihirli bir kapıyı araladıklarına şahit olacaksınız. Seni seviyorum dediğiniz gözlerde eğer sizi seviyorsa, bunları ve daha fazlasını yaşamaya hazır olun.Ama sevdiğiniz o meleğin gözleri başkasındaysa… Tadınız kaçmasın diye olacakları bu yazımda eklemek istemiyorum. Siz inşAllah Seni Seviyorum ile sihirli kapıları aralayanlardan olursunuz.
463
Yeşilname yemyeşil akan yol yemyeşil bakan gök yemyeşil çıkan halkyeşil dağ yeşil ırmak yeşil ova yeşil göl yeşil göz yeşil aşkyeşillik geldi mi060708 fethiye
24
Bize Kime Yandıysak Yakıldık Sevda Kor Ateş Oldu Bize Çıktık Karşısına Dikildik Gözü Görmez Kör; Eş Oldu Bize.Bazı İnandık Bazı Yanıldık Sandı Ki Biz Ona Darıldık Dost Bilip Dost Diye Sarıldık Söz Bilmez Gör; İş Oldu Bize.Katık Aramadık Yavan Yedik Yoksulluk Başa Bela Dedik Artar Eksilmez Çukur Gedik Öz Çilemiz Zor; Aş Oldu Bize.Ahbap Dost Güler Halime Bir El Uzatan Yoktur Elime Sahi Diyecek Kalmadı Kelime Dahası Ar; Kış Oldu Bize.
71
T.Yorganım Toprak(Zincirbent-mısra zinciri- Koşma) Yorganım Toprak (Zincirbent-mısra zinciri- Koşma)İster bir mezar kaz istersen çukur Çukur bile örter sayarım kabir Kabir bilecektir mevtayı vakur Vakur olan kulda bulunmaz kibirKibir deryasında kulaç atardın Atardın yalanı kendin tutardın Tutardın acıyı bana satardın Satardın bilcümle gül etti sabırSabır tarlasında yeşerdim fahrî Fahrî yaşayarak bal ettim zehri Zehri düşlerine bilmedim kahrı Kahrı küllemeye gösterdim kebirKebir gerek çölde yaş döken gözde Gözde gülücükle nur doğar yüzde Yüzde ki tomurcuk renklenir sözde Sözde şerbet koksa olurdu sabirSabir kıymetini bilene kurban Kurban Vuslatî de eyliyor ferman Ferman vasiyettir toprağım yorgan Yorgan gül istemez uygunsa tabir 24.07.2008 Osman Öcalkahır: ceza,eziyet fahrî: gönüllü kebir: azim, büyük, daha (şiirde azim) sabir: şiirde altın ismi yerine kullanıldı
115
Özel Beyit 53 Yanlışa Avukatlık EttiBir müvekkilinin 'Varan 1 ve 2' komplosuna kurban gitti Baykal. 'Ergenekon'du onun müvekkili, yanlışa avukatlık etti Baykal! Berlin, 17 Mart 2011.
26
Vatansızlar! -4'lük- (Nazire) Vatansızlar, vatansızlar. İşgal olsa; vatan sızlar. Ne bilsinler değerini? Yersiz, yurtsuz, vatansızlar…Hasan KORKUT 13.06.2013Dost kalemlerden damlalar:'Vatansızlar, vatansızlar Satıp savıp, batan sızlar Vatan elden gider iken Şehit düşüp, yatan sızlar...' Mustafa Bay, 'ZEYBEK HOCA'Vatansızlar, vatansızlar Satıp - savuran arsızlar Ecdatın kemiği sızlır Soysuz, sopsuz vatansızlar..Türk Gökhan AteşVatansız nerden bilsin varanı.. Bir de cahilleri düşünün, Nasıl anlasın zavallı halkımız Öz vatanını satanı...................Talat SemizVatansızlar vatansızlar Ülkeme kin tutan sizler Bu vatanın toprağını Utanmdan satan sizler............Zikrettin KaracaVatansızlar vatan sızlar Yakarsanız vatan sızlar Cennet yurdumun kaderi Kirlenirse vatan sızlar..............Zeki AçıközVatansızlar vatan sızlar Hor bakma ki vatansızlar Kıymetini bilmeyene İbret olsun vatasızlar.................S.KarahocagilVatansızlar, bilin ki vatan/sızlar Vatanıma kin ve ayrım sokanlar Kardeş halkın yüreğini yakanlar Soysuz sopsuz kahraman vatansızlar......... Rıza Yıldız
117
Aile İçi Şiddet Aile İçi Şiddet O Kadar Fazlaydı Ki Sonunda Dayanamadı Bina Yıkıldı
14
Yağmur “yağmur vardı bütün gün istanbulda önce yağmur ıslattı sırılsıklam sana geldim aşk vardı gözlerinde bir de sen ıslattın oldum perişanelbette yağmur kışın alameti aşkın gözlerindeydi işareti şemsiyenin yoktu hiç bir kıymeti bir yağmur ıslattı bir sen ıslattınyağmura karşı sıkıca giyindim aşk ıslatsın ben iyice soyundum aşk yağmurundan sırılsıklam oldum bir yağmur ıslattı bir sen ıslattınyağmur bitti kurudu giysilerim beni asla yanıltmadı hislerim her yağmurda aşkımızı beslerim yağmur yok beni aşkınla ıslattın…” 06.03.2011
73