poes
stringlengths 13
158k
| poe_length
int64 1
20.9k
|
---|---|
Rüyalarım Da Sen
Bir rüya gördüm bugün,
İçinde senin olduğun,
Bir rüya idi ki,
Mutluluğa doyduğum,Bir rüya gördüm bugün,
Aşkla,heyecanla coştuğum,
Bir rüya idi ki,
Huzura doyduğum,Bir rüya gördüm bugün,
Bir rüya idi işte,
Bir rüya idi ki,
Bitmesini bir an bile istemediğim,Ve sonra...
Uyandım,uyandım! ...
Kayboldu birden tüm güzellikler,
Yakaladığım mutluluk yok oldu…Huzuru,aşkı,ben seni…
Rüyalarım da bıraktım,
Anladım ki, bir rüya kadar yakın,
Bir o kadar da uzaktın…
| 69 |
Mutlu Yıllar Deniz Kızım...
Deniz kızımmmm.....
Şair ruhlu,
Altın kalpli,
Melek kızımmmm...
MUTLU YILLAR SANA... Bugün sevgilerimi,
Her zamankinden daha fazla gönderiyorum...
Bugün sevgi ve şefkat pınarım,
Her zamankinden fazla çağlıyor...
Sana doğru kızım... Bugün melekler
Her zamankinden fazla uğrasın hanene...
Bugün güneş,
Her zamankinden daha fazla parlasın hanenizde...
Bu gece yıldızlar nurunu,
Her zamankinden daha fazla saçsın...
Güzel ailenizin üstüne...Bugün güzel ailenin,
Güzel annesinin doğum günü...
Bugün güzel ailenin,
En mutlu günü...Bugün tüm geçmiş günlerinden daha mutlu,
Gelecek tüm günlerinde bugünden daha mutlu olmanı diliyorum...
Tüm güzellikler seninle olsun,
Sevdiklerin hep yanında olsun,
Sevgisiz kalma,
Sevgi yağmurları altında kal,
Yüzün hep gülsün,
Göz yaşın artık yalnızca mutluluktan aksın,
DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN... (25.01.2006) Bugün,
Dünya iyisi,
Altın kalpli,
Şair ruhlu,
Bir manevi kızımın doğum günü,
| 126 |
KUM SAATİ
Üç yıldır çölü, kumu, yazan
şairlerin hiçbiri;
yazmadı, duyurmadı, beyazlaşmış
iskeletlerin ter ve tuzla yıkanmış
ağarmış şafaklarda yüzdüğünü...
Ve asla kendilerinden çıkmadı ecel
çağıran kum saati...
Tahayyülleri kıttı; zorlamadılar zorlukları.
Develeri yoktu ki tökezlemedi!
uykusu gelen atların ayakları kilitlenmedi...
Kum okyanusunun sağır kulaklarına;
fısıldamadı bakalit tespihlerin tok sesi.
Ölü doğan çöl şiirlerine eklendi bir yenisi...
Ölümlüleri anmadı, anlamadı hiçbir kuzgun,
kemiklerini parlatmadı ayaz geceler,
geveze akbabalar,
zamanın söylediklerini duymadı sanırım hiçbiri:
– Ders olsun size, yaşanmamış günleri
zamanın çölü yuttu, getiremezsiniz geri.
– Ders olsun size, yuvarlanan, savrulan
kumlar değil, ömrünüzdü!
Ey ölümlü İnsanoğlu;
zamandan vareste değilsin.
Zamandan bağımsız değil; ne kum,
ne çöl, ne de kum saati!
Kumyaka, 4 Temmuz 2002
Bursa, 10 Ocak 2003
| 118 |
Oyuncusun İnsanoğlu
Oyuncusun İnsanoğluHayatın sınırlarını sonuna kadar kullanan
Hayatın belgeselinin senaristi insanoğlu
Olmayan özgürlük gibi olmayan cesaret gibi
Sol koluma gel gir dostum oyuncusun insanoğluDost Şeref
| 26 |
Savaş
Savaş...
Öyle bir kelimeki
Bedenleri parça parça eder
Kolları koparır çolak eder
Bacakı koparır sakat eder
Babaları öldürür
Anaları dul ederSavaş...
Öyle bir kelimeki
Adı duyulunca
İnsanları korku sarar
Dua için kıpırdanır dudaklar
Ya Rabbi
Yavrumu bana bağışla diye
Gözyaşı döker analar
Kocamı yavruma bağışla der
Yeni evlenmiş taze gelinler
Ya Rabbi
O günleri bir daha gösterme der
Gün görmüş ihtiyar dedelerSavaş ama
Çocukları yetim bırakmak için değil
Savaş ama
Anaları gözü yaşlı bırakmak için değil
Savaş ama
Taze gelinleri dul bırakmak için değil
Savaş...
Yüreğinle savaş
Hayatta mücadeleyle savaş
Ekmek paran için savaş
Kısacası
Ayakta kalmak için
Yaşamla savaş...
| 101 |
Ay Balam
yitirmişim nazlı yari
yanar ağlaram ay balam
toprağa koydum maralı
döner ağlaram ay balam.niye benden yad olmuşsun
yanıp yanıp od olmuşsun
türkülere ad olmuşsun
diyer ağlara ay balamben ekremem kaldım yasta
gül getirem deste deste
aç gözünü bir şey iste
söner ağlaram ay balam.
| 46 |
143 Limon Çiçekleri
Billahi anlatmak zor bu, Akdeniz e mahsus!
Altınları zümrüde Hakk ne güzel tutturmuş...
Sakın ifşa etmeyin, seyredin şöyle sus pus!
Bunca mücevheratı açıkta unutturmuş! Buhurdandan mı nedir, nerden geldi bu koku?
Yoksa ıtriyatçılar bahçeye mi dadandı?
Kardan da ak çiçekler, nerde var böyle doku?
Limonlar çiçek açtı, sanmayın sıradandı...Bir yandan meyve sarkar bir yandan açar çiçek!
Gör, ne güzel bakıyor zümrütler arasından...
Bozma bu güzelliği, çek elini n’olur çek!
Yükseliyor amberler şehrin her yöresinden...Sarı sarı limonlar, sanki beşi bir yerde!
Her şeye sıkılır da bir tek keyfe sıkılmaz...
Hakk’ ın bir mucizesi, deva bunlar her derde!
Limonla yaşayanlar kolay, kolay yıkılmaz...Limonlar hep açtı bak Antalya çelenk gibi!
Bu ne güzellik ya Rab hepsi bize mi ait?
Görünen bu manzara tam cennete denk gibi!
Gerek yok fazla söze bundan fazlası zait...Antalya-2012/04
| 133 |
.Gül ile Bülbül
GÜL İLE BÜLBÜLGamze dediğin yanakta iki çukur,
Mutluluktan gülerken gül açarmış.
Seherde aşık sevdiğini bulur,
Kanatlanıp kuş misali uçarmış.Bülbül, gül ile bir gül bahçesinde,
Türküler yakar acı var sesinde,
Gül eser, gül kokar gül nefesinde,
Güler güler durmaz yine kaçarmış.Gül, bülbülü şakımaktan yorunca,
Seher yeli mola verip durunca,
Kızgın güneş gül fidana vurunca,
Utanır pembe gül al al açarmış.Gülistanda güller açar gülerken,
Koşar gelir bülbül her sabah erken,
Yeni bir sevgili bulayım derken,
Bülbül gülsüz, gül bülbülsüz yaşarmış.Bülbülün sevdası düşerde dile,
Şen sesiyle öter durur, susmaz bile,
Mor menekşe bir bülbüle, bir güle,
Garip garip, bakar durur şaşarmış
Ahmet Alptekin
| 103 |
Gurbet-acı
zalim olan denli eller,
gitmiş olsam gurbet eller,
diyar diyar gezdim iller,
ne bilsin ki gurbet aci,varip gitsem gezsem çöller,
anlat durur susmaz diller,
gezip dursam çalsam ziller,
anlat dursam gurbet aci.dünya hayat kaldım bura,
yazi dedim aldim tura,
gurbet acı çektim bura,
dünya ahir gurbet aci.bekler durur canlar eren,
boş olur mu daglar delen,
yeri yurdu baglar veren,
kal öyleki gurbet aci.eylem hakik yollar göre,
bu yüzden hep canlar ere,
gurbet aci çeken pire,
anlatayım gurbet acı.benim gurbet senden farklı,
yerim yurdum saten farklı,
malın mulkun olan haklı,
işte böyle olan acı.varip gitsem Kabe iller,
bariş bilsin bazı eller,
dünya hayat seni dinler,
ne bilsin ki gurbet acı.
| 110 |
Toprak ve kabartı
Yalçın kayalı dağlar dilim dilim kıyılmaz
Üflenip kabartılan topraklar dağ sayılmaz
Tepeye baş eğmeyen bir dağa sığınılır
Başı öne eğilen kabartıya uyulmaz
| 25 |
Kırk Bir Kere Maşallah Seni korusun Allah'
Ararım neredesin
Yol deniz deredesin
Saatin hep kurulu
Gömlekli karedesin
41 Kere Maşallah
Seni korusun Allah'
Baktığım her tarafta
Aynı yön aynı safta
Yardımın sayesinde
Bereket olsun rafta
'41 Kere Maşallah
Seni korusun Allah'
Bu sevgiler hep sana
Sendeki asil cana
Yüzyıllarca yaşasın
Seni doğuran ana
'41 Kere Maşallah
Seni korusun Allah'
Mutluluk esenlikler
Gerçekleşsin dilekler
Bir sefer daha gelin
Canlar güne gün ekler
'41 Kere Maşallah
Seni korusun Allah'
Sevecendir bakışın
Dostluktur bütün işin
Daima yükseklerde
Hem düşüncen hem başın
'41 Kere Maşallah
Seni korusun Allah'
Başarılı program
Kendisine gelir ham
Kaptırınca kendini
Açılıyor bütün cam
'41 Kere Maşallah
Seni korusun Allah'
Saçın siyah yüzün ak
Gözlüğü gözüne tak
Şiirleri yazarım
Sende bana verdin hak
'41 Kere Maşallah
Seni korusun Allah'
Gömleklerin çizgili
Hep okursun ezgili
Söz ile davranışın
Sanki kitap dizgili
'41 Kere Maşallah
Seni korusun Allah'
Bakışların sevecen
İşe geliyorsun sen
Seni sever cemiyet
Genci çocuğu ve ben
'41 Kere Maşallah
Seni korusun Allah'
Sözü söyleyen Hasan
Unutma sakın hep an
Zorluk ve sıkıntıya
Hem eli ve kolu ban
'41 Kere Maşallah
Seni korusun Allah'
| 185 |
Överim Ben Babamı
Överim, yüceltirim babamı
babasız bırakmadı beni
çünkü kendini uzun yaşadıHer gün öldürdüler
katip masasında bazen
bazen bakkalda, ....................
| 21 |
Bencillik (2)
Kocaman bir bahçe
bizim.
öyle düzenli
şirin ki.Küçücük bir orman
hepimizin.
öyle dağınık
kırık ki
| 17 |
Neye yaran bu dünyada
Bir dostun hatrın sordun mu?
Haksıza karşı durdun mu?
Birazcık akıl yordun mu?
Neye yaran bu dünya da?
Ne iş yapan bu dünya da? Bildin mi garip halinden?
Tuttun mu yetim elinden?
İçtin mi sevgi selinden?
Neye yaran bu dünya da?
Ne iş yapan bu dünya da? Taş üstüne taş koydun mu?
Hak uğruna baş koydun mu?
Açlara bir aş koydun mu?
Neye yaran bu dünya da?
Ne iş yapan bu dünya da?
| 77 |
Yeşil Bakış
acım acınla sevincim sensiz
bakışlarından ırak yaşamın kıyasadaymışım gibi
gözbebeklerinde yaşıyorum
unutmak istercesine yıkıyorum yeşile çıkan bütün köprüleri
yakıyorum yüreğimdeki senden kalan anıları kendini yineler gibi
olmuyor işte unutamıyorum senin gözbbeklerini
herdefasında yeniden doğuyor küllerinden
bir anka kuşunun küllerinden yeniden doğduğu gibi
bakışların yüreğimdeki ankakuşu benm yaksamda kül etsemde
yeniden yeşilliyor bütün bedeni
baştan başa yeşile boyuyor bütün dünyamı
duvarlar yeşil hava yeşil
yıldızlar güneş bile yeşil ışık veriyor yeşil bir hayat
evet herşeyden kaçılır ama yeşil bir bakıştan asla.....!
| 82 |
Fareleri
Her zaman kediler fareleri yiyemezler,
Fareler kedi yemese de onu öldürür,
Kediler farelere anlaşalım diyemezler,
Dediğinde fareleri kendine güldürür.
| 20 |
Arkadaş
Güz günlerini yaşıyoruz ARKADAŞ
Yapraklar sararmış dökülüyor yavaş yavaş
Gökyüzünde yağmur bulutları oluşmuş sessizce
Her an patlamaya hazır fırtına üstümüzde
Bak meyvelerini çoktan dökmüş ceviz
Bağbozumu gelmiş kütüklerde kalmamış üzüm
Yeşile dair ne varsa sararmaya yüz tutmuş
İlkbahardan eser kalmamış ARKADAŞ
Ömrümün sonbaharın yaşıyorum ARKADAŞ
Bu durgunluğum sessizliğim ondan
Yapraklar gibi soluyor yüzüm
Benimdemi geliyor songüzüm ARKADAŞ
Üstümde oluşmuş yağmur yüklü bulutlar
Dağılmak için bir esinti bekler
Ya birde şimşek çakarsa ARKADAŞ
Sessiz gökyüzü döner mahşer yerine
Ömrümün songüzü
Yerini bırakır karakışa
ARKADAŞ05.10.2006
| 84 |
Sevgi Sonsuz Bir Kaynak
Sevgi sonsuz bir(ilâhi) kaynak, gönülden akan ırmak
Cânâna sevgi sunmak, öyle güzel bir şey kiSevgi gönül dilidir, baldan daha şirindir
Ne yenir ne içilir, öyle güzel bir şey kiSevgi gönül köprüsü, kalbin pembe örtüsü
Ömrün güzel öyküsü, öyle güzel bir şey kiSevenler mes'ud olur, sevilenler mest olur
Sonu mutluluk olur, öyle güzel bir şey ki
1 Mart 2014 - ANKARA
| 64 |
Doğum Günüm
Kızım dedi ki; babacığım doğum gününü kutlayalım
Gerçek tarihi Bilmiyorum ki, dedim kutlayalım
Gittim babama sordum, annene sor dedi
Annem: vallahi hatırlamıyorum, ninene sor? Dedi.Babaanne, benim doğum günümü sen biliyormuşsun
Hatırlıyor musun? Doğum günümü
Evladım, güccükgelin in Rıza yı tanırmısın?
İşte onun oğlan kınası günü senin doğum günüBuldum Rıza amcayı sordum bunu
Rıza amca senin oğlan kınası hangi tarihti?
Hatırlıyorum da sor ninene şunu
Ben iki kez evlendim hangisi kiNineme sordum, bir kış günüydü dedi
Soramadım Rıza amcaya öldü gitti
Bunu anlatınca herkes bana güldü
Mırmır Selahattin bunu duyunca, inanın yağımı eritti.Bak Nail hoca bunun çözümü bende
Ama cezası çok bunun, seni sevsem de
Rıza nın ilk hanımı halam olur
Öğrenirsem kına gününü, bir yemek borcun olurÜç ay sonra mırmır dan bir haber geldi
Mırmır ın halası da iki kez evlenmiş
Yüzüme baktıkça katıla katıla güldü
Yaa, senin ki ne biçim bir kadermişBıraktım bu işin sonunu
Bulamadık benim tam doğum gününü
Mum üflemeden de olurmuş
Onsuzda yaşayabilirim mutluluğu.Kasımın yirmisi demişler yazdırmışlar nüfusa
Daha da geç yazdıracaklarmış babama kalsa
Çok ta önemli değil bundan sonra
Dostlarım yanımda olduktan sonraTüm dostlara söylüyorum
Her gün benim doğum günümdür
Hediyelerinizi bekliyorum
Ne olursa olsun kabulümdürFinike,
20.11.2009
| 194 |
Göç
yatak aynı yatak
koltuk
merdivenler
üç aşağı beş yukarı kaldırım
çorbacı aynı
yokuşlar inişler
tabelalar
direksiyon solda vites sağda
süremediğin
insanlar hep aynı bırakılamayandan hangisine
göç edemiyoruz
| 28 |
Yağmur
bir tutam yağmur istiyorum
avuçlarıma alıp saçlarımı ıslatmak
sonra yağmuru koklamak
ve yetmeyince
yağmur olmak istiyorum
her damlamda seninle yağmak
yaprakların üzerinde biraz soluklanıp
birazdan doğacak güneşle uykuya dalmak
ben yağmur olmak istiyorum
ara sıra şemsiyelere konmak
ve kulak misafiri olmak
nehirlere yağmak istiyorum
denizlere ve gemilere
sokakta oynayan çocukları serinletmek istiyorum
beyaz panjurları olan mavi minik eve yaklaşıp
bacalarından süzülmek
ve munzurluk yapmak istiyorum
beni fark etmeleri için ateşlerini söndürmek
ben yağmur olmak istiyorum
özgürce yağmak
biraz serseri, biraz uçukça
delice durmadan yağmak
ama zararsız korkutmadan
banka oturup biraz soluklanmak istiyorum
ve düşünmek
sonra dev ağaçların dibine yanaşıp
yapraklardaki çiğ tanelerime gözler kırpmak
birazda mavi tekneyi seyretmek
ben yağmur olmak istiyorum
aslında bilmiyorum
bildiğim şuki
yağmur olamasam da onun yağmasını istiyorum 07.05.1997 14:27 İstanbul
| 126 |
Başka Tende
Hiçbir şey yoktu aralarında,
Nefretle başlamışlardı geceye
Nefret bir anda dönüşüverdi
Şehvete.
Yıllardır tanışıyorlarmış gibi
Başladılar dokunmaya, öpüşmeye,
Delice sevişmeye.
Kader onları buluşturmuştu bir yerde.
Ve artık...
Artık biliyorlardı ki
Çılgınca başlayan
Aşk, tutku
Bitecekti bir yerde.
Ruhları aynı ama,
Bedenleri ayrı yerde,
Ayrı tende.
| 47 |
Suikast Kurbanı AYDINLAR ve Gazeteciler
Cumhuriyet Haber Merkezi, 22.10.1999 - Bombalı saldırı sonucu yaşamını yitiren Cumhuriyet yazarı Ahmet Taner Kışlalı, son 20 yılda Cumhuriyet yazarlarına yönelen saldırılar zincirinin son halkası oldu. Cumhuriyet, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Ümit Kaftancıoğlu, Cavit Orhan Tütengil, Onat Kutlar gibi çok değerli yazarlarını yitirirken Server Tanilli saldırı sonucu sakat kaldı.
Bahriye Üçok, Muammer Ulusoy, Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı cinayetleri çözülmeye başlandı...
2000 yılının ilk aylarında polisin yaptığı başarılı 'Umut' operasyonu sonucunda kaatil sanıkları yakalanarak adalete teslim edildi. 11.07.2000 tarihinde, İran tarafından yönetilip yönlendirilen Tevhid, Selam ve Kudüs Ordusu örgütlerinin elemanları olan sanıklar Necdet Yüksel, Ferhan Özmen, Hakkı Selçuk Şanlı, Yusuf Karakuş, Muzaffer Dağdeviren, Abdülhamit Çelik, Fatih Aydın, Hasan Kılıç, mehmet Şahin, Mehmet Ali tekin, Haluk Özçelik, Mehmet Kasap, Mehmet Gürova, Adil Aydın, Murat Nazlı, Arif Tarı ve Mahmut Koca yargılanmaya başlandılar.Tütengil Hocaİstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyoloji Enstitüsü Başkanı ve gazetemizin yazarlarından Prof. Cavit Orhan Tütengil 1979 yılının 7 Aralık sabahı saat 07.45'te Levent'teki Sülün Sokak'ta bulunan İETT durağında, silahlı dört kişi tarafından öldürüldü. Saldırganlar, Tütengil'in cesedinin üzerine, ''Ne Amerika Ne Rusya, Bağımsız Türkiye- Anti Terör Birliği'' yazılı bir not bıraktılar. Polis, olay yerinde 9 milimetre çapında 12 boş kovan buldu. Tütengil cinayetinde yapılan soruşturma ve yargılamalar ise sonuçsuz kaldı. Hatta yargılama dosyası bile kayboldu. Tütengil'in cenazesi, 9 Aralık 1979 günü Şişli Camii'nden olaylı bir biçimde kaldırıldı. Cenazeye katılmak isteyenlerle güvenlik güçleri arasında çıkan çatışma sonunda bir işçi öldü, sekiz kişi yaralandı. Yaralananlardan biri de, gazetemizin bir diğer yazarı, Ümit Kaftancıoğlu idi. Kaftancıoğlu, bu törenden aylar sonra bir başka hain saldırının hedefi oldu...Susmayan Kalem: KaftancıoğluMakaleleri Cumhuriyet'in sayfalarında sık sık yer alan TRT yapımcısı ve yazar Ümit Kaftancıoğlu, Mecidiyeköy Sakızağacı durağı önünde 11 Nisan 1980 günü sabah saat 07.50'de silahlı iki faşistin saldırısına uğradı. Şişli Çocuk Hastanesi'ne kaldırılan yazarımız Kaftancıoğlu, müdahalelere karşın kurtarılamadı. 11 Kasım 1980 günü gözaltına alınan Ahmet Mustafa Kıvılcım, Kaftancıoğlu cinayetiyle ilgili olarak polise şunları anlattı: ''İstanbul Ülkücü Gençlik Derneği Başkanı Hasan Küçük, Ümit Kaftancıoğlu hakkında istihbarat yaparak oturduğu yeri ve otomobilinin plakasını tespit etmiş. Bu şahsın gazetelerden fotoğraflarını keserek, topladığı bilgilerle birlikte bu fotoğrafları İrfan Çakıca ve Yusuf Teke 'ye vermiş. Ümit Kaftancıoğlu'nun solcu olduğunu, öldürülmesi gerektiğini söylemiş ve öldürün diye emretmiş. İrfan Çakıca beni buldu, Hasan Küçük'ün emrini iletti, gelip gelmeyeceğimi sordu. Kabul ettim. 11 Nisan 1980 sabahı saat 07.00 sularında Karadeniz Kıraathanesi'nde buluştuk. Gaspettiğimiz bir otomobille Sakızağacı'na geldik. Saat 07.50 sularında öldüreceğimiz kişi evinden çıktı, arabasının yanına geldi. İrfan'la yanına gittiğimizde arabasının camını siliyordu. İrfan 4-5 el ateş etti. Ben de bir el ateş ettim. Ümit Kaftancıoğlu'nu biz öldürdük. Sonra kaçtık.'' Ülkücü militan, Kaftancıoğlu cinayetini böyle anlattı, ama mahkemede her şeyi inkâr etti. Ancak, kendisinin gösterdiği yerde iki silah bulundu ve birinin Kaftancıoğlu cinayetinde kullanıldığı balistik raporlarıyla kanıtlandı. Yapılan yargılama sonunda emri verdiği açıklanan Hasan Küçük, ateş ettiği belirtilen İrfan Çakıca ve otomobili kullandığı söylenen Yusuf Teke ortada yoktu. Sadece Ahmet Mustafa Kıvılcım, TCK'nin 450/4 maddesinden ömür boyu hapse mahkûm oldu. Tanilli'ye sıkılan kurşunİstanbul Üniversitesi Anayasa Kürsüsü Doçenti Server Tanilli, 7 Nisan 1974 günü saat 21.30 sıralarında evine giderken Suadiye Avşar Sokak girişinde silahlı saldırıya uğradı. Tanilli, evine 150 metre kala pusu kuran bir otomobilden atılan kurşunlardan dördüne hedef oldu.
Üniversite çevrelerinde devrimci-demokrat kişiliğiyle tanınan ve çok sevilen Doç. Tanilli bu saldırıdan sonra felç oldu. Yaşamı tekerlekli sandalyeye bağlanan Tanilli, tedavi olmak için gittiği Paris'ten gazetemize yazmayı halen sürdürüyor.Bahriye Üçok12 Eylül öncesinde yazarlarımıza yönelik saldırıların kaynağı sivil faşist çetelerdi. 12 Eylül 1980 sonrası yazarlarımıza yönelen şiddet, bu kez, kendilerine İslamcı diyen dinci çetelerden kaynaklanıyordu. Yazarlarımıza yönelik saldırıların ikinci perdesi, 6 Ekim 1990 günü Çankaya Caddesi'ndeki evine gönderilen bir kargo paketinin patlamasıyla ölen Prof. Bahriye Üçok 'la açıldı. İlahiyat Fakültesi eski öğretim üyesi ve SHP Parti Meclisi Üyesi Prof. Bahriye Üçok, toplumsal ve siyasal sorunlarla ilgili düşüncelerini Cumhuriyet sayfalarında ortaya koyuyordu. Muammer Aksoy Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı, Atatürkçülüğün ve bağımsızlığın ödün vermez savunucusu Prof. Muammer Aksoy, 31 Ocak 1990 günü saat 19.05'te Ankara Bahçelievler'deki evine giderken öldürüldü. Cinayetten iki saat kadar sonra gazeteleri arayan bir kişi, ''Tesettür konusunda İslama karşı takındığı tavır nedeniyle Müslümanlar tarafından cezalandırıldı. Olay İslami Hareket adına üstleniliyor. 7.65 Baretta ile cezalandırılmıştır'' dedi. Muammer Hoca'nın dosyasında, öldürüldüğü gün elde edilen üç boş kovanın dışında bir şey yoktu. Olay hâlâ faili meçhul...
Prof. Muammer Aksoy'un cenazesinde Cumhuriyet'in bir başka yazarı, hocasının fotoğrafını kortejin en önünde kucağında taşıdı. Bu yazarımız, 1993 yılında yitirdiğimiz Uğur Mumcu'ydu...Muammer Aksoy, (d. 1917, Antalya – ö. 31 Ocak 1990, Ankara) . Hukukçu ve siyaset adamı. 1961 Anayasasını hazırlayan komisyonun sözcülüğünü yapmıştır. Milletvekili Numan Aksoy'un oğludur.
1939'da Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten sonra Zürih Üniversitesi Hukuk ve Devlet Bilimleri Fakültesi'nde doktora yaptı. Türkiye'ye döndükten sonra İstanbul Üniversitesi'nde asistanlık ve Ankara Üniversitesi'nde öğretim üyeliği yaptı. 1957 yılında üniversite yasasında yapılan değişikliklerin üniversitelerin özerkliğine zarar verdiği gerekçesiyle üniversiteden ayrılarak Cumhuriyet Halk Partisi'ne girdi.27 Mayıs 1960 sonrasında yeniden üniversiteye döndü ve Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde profesör oldu. 1960-1961 yıllarında kurucu mecliste çalıştı. 1961 Anayasasının hazırlanmasında komisyon sözcülüğü ve CHP parti meclisi üyeliği görevlerini yürüttü. 12 Mart 1971 Muhtırasından sonra tutuklandı, fakat yargılama sonucunda aklandı. 1977'de CHP İstanbul milletvekili olarak meclise girdi. Avrupa Konseyi Türkiye temsilciliği ve Türk Hukuk Kurumu başkanlığı görevlerini yürüttü. 12 Eylül 1980'den sonra Ankara Barosu başkanlığına seçildi.1989'da Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Bahri Savcı, Münci Kapani ve Bahriye Üçok gibi aydınlarla birlikte Atatürkçü Düşünce Derneği'ni kurdu. 31 Ocak 1990 günü Ankara Bahçelievler'deki evinin önünde kurşunlanarak öldürüldü.Mumcu... ve ödenmeyen masum borç
Ve 24 Ocak 1993. Ankara, Karlı Sokak. Cumhuriyet yazarı Uğur Mumcu 'nun, evinin önünde park ettiği otomobiline binerken patlayan bomba, Mumcu'nun bedenini, bizim de yüreklerimizi parçaladı. Türk basın tarihinin kalpaksız Kuvayı Milliye'cisi, keskin kalemini son yolculuğuna on binler uğurladı. Cenaze töreninde on binler hep bir ağızdan 'Yiğidim Aslanım' türküsünü söylediler ve 'Türkiye laiktir, laik kalacak' sloganını attılar. Dönemin siyasileri, suçluların bulunması yönünde namus sözü verdiler, ancak olayın aydınlatılması sürecinde bir arpa boyu yol alınamadı. Soruşturma ile ilgili olarak 5 savcı görevlendirildi, 3 komisyon kuruldu, Bu arada Abdullah Argun Çetin adlı bir kişi cinayete katıldığını öne sürdü. Çetin hakkında Ankara DGM Başsavcılığı idam istemiyle dava açtı. Cinayet, 7 sene boyunca faili meçhul olarak kaldı. 2000 yılının Mayıs ayında, İçişleri Bakanı Sadettin Tantan ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü çok büyük bir başarıya imza attılar. Uğur Mumcu'nun kaatilleri yakalandı. Evet, ntahmin edildiği gibi kaatiller, İran destekli bir İslamî örgüt mensubu. Selamcılar olarak tanınan bu İslami örgütün üyeleri olan kaatiller ve suç ortaklarından başlıcaları Yusuf Karakuş, Hasan Kılıç ve Arif Tarı adındaki kişiler. Eski Refah Partisi milletvekili olan Hasan Mezarcı'nın bu örgütle ilgisi olduğu ve cinayete azmettiren kişi olduğu sanılıyor. Eski Refah Partisi genel başkanı Necmettin Erbakan'ın da kaatiller arasında bulunan Arif Tarı'ya 'Başarı belgesi' verdiği belirlendi. Bu satırlar yazılırken, Uğur Mumcu cinayetinin soruşturması sürüyordu. (11 Mayıs 2000) Onat KutlarCumhuriyet yazarı, sinemacı Onat Kutlar, 30 Aralık 1994'te The Marmara Oteli'nin pastanesinde meydana gelen patlama sonucu ağır yaralandı. Patlama sonucu omuriliği zedelenen yazarımız, Amerikan Hastanesi'nde 12 gün boyunca sürdürdüğü yaşam mücadelesinde yenik düşerek yaşamını yitirdi. Kutlar'ın ölüm nedeni, birden fazla organının iflas etmesi olarak açıklandı. Olayla ilgili olarak açılan dava halen İstanbul DGM'de sürüyor.AHMET TANER KIŞLALI(Cumhuriyet Gazetesi, 22.10.1999)
21 Ekim 1999 sabahı, Ankara'da evinin önünde bombalı bir suikast sonucunda öldürülen Ahmet Taner Kışlalı, 1939'da Tokat'ın Zile ilçesinde doğdu. Banka memuru Hüseyin Hüsnü ve öğretmen Lütfiye Hanım'ın oğlu, gaeteci-yazar Mehmet Ali Kışlalı'nın küçük kardeşidir. Kilis Kemaliye İlkokulu'ndan (1951) sonra, Kilis Orta Okulu'nu ve Kabataş Erkek Lisesi'ni (1957) bitirdi. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden 1963'te mezun olmadan önce, o zaman Ankara'da yayımlanan Yeni Gün gazetesinde çalıştı. 1967'de Paris Üniversitesi'nin Anayasa Hukuku ve Siyaset Bilimi Bölümü'nde 'Çağdaş Türkiye'de Siyasal Güçler' konusunda doktorasını yaptı. Hacettepe Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak, akademik yaşama atıldı. Daha sonra SBF'de öğretim üyesi ve 1972'de doçent oldu, 1974-1977 yılları arasında Ankara Üniversitesi SiyasalDavranış Kürsüsü'nde doçent ünvanı ile görev yaptı. 1977'de CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit'in önerisi üzerine siyasete atıldı ve İzmir Milletvekili olarak parlamentoya girdi. 42.hükümette getirildiği Kültür Bakanlığı'nda (1978-79) kurduğu güçlü bir kadro ile, Milli Eğitim bakanlığı'nca yayımına son verilmiş olan klasik kitaplar dizisini yeniden yayımlattı. 12 Eylül'den sonra üniversiteye döndü. Siyaset bilimi dersleri verdi. 1988'de profesör oldu. AÜ İletişim Fakültesi'nden emekli olduktan sonra da ders vermeyi sürdürdü. Pek çok ünlü gazeteci ve televizyoncunun yetişmesinde büyük katkıda bulundu. 1990'ların başından bu yana, Cumhuriyet gazetesinde 'Haftaya Bakış' köşesinde Kemalizmi, laikliği, demokrasiyi, insan haklarını savunan ve eğitime önem veren yazılar yazdı. ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği) ve ÇYDD (Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği) gibi Atatürkçü ve çağdaş aydınlıkçı derneklerin üyesi olarak, Anadolu'nun en ücra köşelerine giderek konferanslar verdi. 'Terörün, güçsüzlerin başvurduğu bir yöntem olduğu' inancını, dersleri ve yazılarında vurgulayan Kışlalı, 1971'de 'TRT Bilimsel başarı Ödülü'nü aldı. 9 Eylül 1995'te geçirdiği trafik kazasında, 28 mayıs 1968'de evlendiği ilk eşi Nilgün Kışlalı öldü, kendisi ağır yaralı kurtuldu. İlk eşinden Dolunay ve Altınay adında iki kız çocuğu olan Kışlalı'nın ikinci eşi Nilüfer Kışlalı'dan da Nilhan Nur adında bir aylık bir kız çocuğu vardı. Kışlalı, Fransızca biliyordu.
2000 yılının ilk aylarında polisin yaptığı başarılı 'Umut' operasyonu sonucunda kaatil sanıkları yakalanarak adalete teslim edildi. 11.07.2000 tarihinde, İran tarafından yönetilip yönlendirilen Tevhid, Selam ve Kudüs Ordusu örgütlerinin elemanları olan sanıklar Necdet Yüksel, Ferhan Özmen, Hakkı Selçuk Şanlı, Yusuf Karakuş, Muzaffer Dağdeviren, Abdülhamit Çelik, Fatih Aydın, Hasan Kılıç, mehmet Şahin, Mehmet Ali tekin, Haluk Özçelik, Mehmet Kasap, Mehmet Gürova, Adil Aydın, Murat Nazlı, Arif Tarı ve Mahmut Koca yargılanmaya başlandılar.
Başlıca yapıtları:
• Forces Politiques Dans La Turkuie Moderne (Modern Türkiye'de Politik Güçler) (Tükendi, AÜ SBF yayınları, 1868)
• Öğrenci ayaklanmaları (Bilgi yayınevi, 1974)
• Siyasal Sistemler - Siyasal Çatışma Ve uzlaşma (4.baskı, İmge Kitabevi yayınları, 1993)
• Atatürk'e Saldırmanın dayanılmaz Hafifliği (12.baskı, İmge Kitabevi yayınları, 1993)
• Kemalizm, Laiklik Ve Demokrasi (5.baskı, İmge Kitabevi yayınları, 1994)
• Seçimsiz Demokrasi (Çağdaş yayınları, 1995)
• Bir Türk'ün Ölümü (2.baskı, Ümit Yayıncılık, 1997)
• Siyaset Bilimi (7.baskı, İmge Kitabevi yayınları, 1999)
• Ben Demokrat Değilim (İmge Kitabevi yayınları, 1999 1905-1998 yılları arasında öldürülen gazeteciler ADI -YAYIN ORGANI- YERİ- TARİH Tevik Nevzat -Hikmet -Adana - 1905,
Hasan Fehmi Bey -Serbesti -İstanbul 6 Nisan-1909,
Ahmet Samim -Sada-ı Millet -İstanbul - 9 Haziran 1910,
Zeki Bey -Serbesti-Şehrah -İstanbul - 10 Temmuz 1911,
Şair Hüseyin Kami-Alemdar-Konya -Konya - 1912,
Silahçı Tahsin -Silah-Bomba -İstanbul - 27 Temmuz 1914,
Hasan Tahsin - Hukuk-u Beşer -İzmir -15 Mayıs 1919,
Ali Kemal Peyami -Sabah -İzmit-6 Kasım 1922,
Ali Şükrü Bey -Tan -Ankara -2 Nisan 1923,
Hüseyin Hilmi Bey-İştirak - Medeniyet -İstanbul -1923,
Sabahattin Ali -Marko Paşa -Kırklareli -16 Haziran 1948,
Adem Yavuz -ANKA Ajansı -Kıbrıs -26 Ağustos 1974,
Ali İhsan -Özgür Politika -İstanbul -22 Kasım 1978,
Cengiz Polotkan -Hafta Sonu -Ankara -1 Aralık 1978,
Abdi İpekçi -Milliyet -İstanbul -1 Şubat 1979,
İlhan Darendelioğlu-Ortadoğu -İstanbul -19 Kasım 1979,
İsmail Gerçeksöz-Ortadoğu -İstanbul -4 Nisan 1980,
Ümit Kaftancıoğlu -TRT -İstanbul -11 Nisan 1980,
Muzaffer Feyzioğlu -Hizmet -Trabzon -15 Nisan 1980,
Recai Ünal -Demokrat -İstanbul -22 Temmuz 1980,
Mevlüt Işık -Türkiye -Ankara -1 Haziran 1988,
Seracettin Müftüoğlu -Hürriyet -Nusaybin -28 Haziran 1989,
Sami Başaran -Gazete -İstanbul -7 Kasım 1989,
Kamil Başaran -Gazete -İstanbul -28 Şubat 1990,
Çetin Emeç -Hürriyet -İstanbul -7 Mart 1990,
Turan Dursun -Yüzyıl 2000 Dergisi -İstanbul -4 Eylül 1990,
Gündüz Etili -Yeni Günaydın -İstanbul -18 Eylül 1991,
Halit Güngen -2000'e Doğru -Diyarbakır -18 Şubat 1992,
Cengiz Altun -Yeni Ülke -Batman -24 Şubat 1992,
İzzet Kezer -Sabah -Cizre -23 Mart 1992,
Bülent Ülkü -Körfeze Bakış -Bursa -31 Mart 1992,
Mecit Akgün -Yeni Ülke -Nusaybin -2 Haziran 1992,
Hafız Akdemir -Özgür Gündem -Diyarbakır -8 Haziran 1992,
Çetin Abayay -Özgür Halk -Batman -29 Temmuz 1992,
Yahya Orhan -Özgür Gündem -Gercüş -31 Temmuz 1992,
Hüseyin Deniz -Özgür Gündem -Ceylanpınar -9 Ağustos 1992,
Musa Anter -Özgür Gündem -Diyarbakır -20 Eylül 1992,
M.Sait Erten -Azadi-Denk -Diyarbakır -3 Kasım 1992,
Yaşar Aktay -Türkiye -Hani-9 Kasım 1992,
Hatip Kapçak -Hürriyet -Mazıdağı -18 Kasım 1992,
Namık Tarancı -Gerçek -Diyarbakır -20 Kasım 1992,
Uğur Mumcu -Cumhuriyet -Ankara -24 Ocak 1993,
Kemal Kılıç -Ö.Gündem-Y.Ülke -Urfa -18 Şubat 1993,
M.İhsan Karakuş -Silvan Gazetesi -Silvan -13 Mart 1993,
Ömer Taşar -Milli Gazete -Saraybosna -26 Haziran 1993,
İhsan Uygur -Sabah -(kayıp) -6 Temmuz 1993,
Rıza Güneşer -Halkın Gücü -İstanbul -14 Temmuz 1993,
Ferhat Tepe -Özgür Gündem -Bitlis -3 Ağustos 1993,
Aysel Malkaç -Özgür Gündem -(kayıp) -7 Ağustos 1993,
Muzaffer Akkuş -Sabah-MİLHA Ajansı -Bingöl -20 Eylül 1993,
Ruhi Can Tul -Türkish Daily News -Kırıkkale -14 Ocak 1994,
Nazım Babaoğlu -Özgür Gündem -(kayıp) -12 Mart 1994,
Erol Akgün -Devrimci Çözüm -Gebze -8 Eylül 1994,
Ersin Yıldız -Özgür Ülke -İstanbul -3 Aralık 1994,
Onat Kutlar -Cumhuriyet -İstanbul -11 Ocak 1995,
Sayfettin Tepe -Yeni Politika -Bitlis -29 Ağustos 1995,
Metin Göktepe -Evrensel -İstanbul -8 Ocak 1996,
Yemliha Kaya -Halkın Gücü -İstanbul -27 Temmuz 1996,
Mehmet Topaloğlu -Kurtuluş -Adana -28 Ocak 1998,
Ahmet Taner Kışlalı Cumhuriyet -Ankara -21 Ekim 1999............................................Metin Göktepe haber izlerken gözaltına alınıp dövülerek öldürüldüğünde 28 yaşındaydı. Altı yılda öldürülen 25. gazeteciydi. Muhabirlerin örgütlü çabaları sorumluların yargılanmasını sağlamıştı. Devlet, 500 milyon tazminat ödedi, AİHM davayı reddetti.
Metin Göktepe 10 yıl önce 8 Ocak günü Eyüp Kapalı Spor Salonu'nda, gözaltındayken dövülerek öldürülmüş ve gazeteciler örgütlü mücadeleyle ilk kez bir 'gazeteci cinayeti' için soruşturma açılması sağlamış ve sorumlular yargı önüne çıkarılmıştı.'İlk kez' diye altını çizmek çok önem taşıyor, 1990-1996 arasında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti verilerine göre çoğu Olağanüstü Hal Bölgesindeki 24 gazeteci öldürülmüştü.Bu 'gazeteci cinayet'leri yargıya taşınamadı, kimilerinin aileleri cinayetleri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne götürmek durumunda kaldı.Göktepe de AİHM'de Göktepe Ailesi'nin 'yaşam hakkı', 'işkence ve kötü muamele yasağı', 'bağımsız bir mahkemede yargılanma hakkı', 'keyfi gözaltı', 'ifade özgürlüğü hakkı'na dayanak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne yaptıkları başvuru, 29 Nisan 2005'te geri çevrildi. Mahkeme, Türkiye'de sorumlu polislerin yargılanıp cezalandırıldığı, sorumluluğunun karşılığı olarak devletin de tazminat ödediğini bildirdi. Ne duvar ne de sandalye; dövülerek öldürüldü Gazeteci, 8 Ocak 1996'da, Ümraniye Cezaevi'nde öldürülen iki tutuklunun Alibeyköy Mezarlığı'ndaki cenaze törenini Evrensel gazetesi adına izlerken gözaltına alındı. Eyüp Kapalı Spor Salonu'na götürülen Göktepe, burada polis darbeleriyle hayatını kaybetti. Cinayetin üzeri polis ve İçişleri Bakanlığı yetkililerinin 'sandalyeden düştü', 'duvardan düştü' sözleriyle kapatılmaya çalışıldı. Sorumlu polislerin yakalanmaları için Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz'ın kınama ve talimatları gerekti. Ekim 1996'da İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılan dava, burada görülemeden güvenlik gerekçesiyle Aydın'a, oradan da aynı gerekçeyle Afyon'a taşındı. Dava Afyon Ağır Ceza Mahkemesi'nde son buldu. Dava 4 yıl sürdü Afyon Ağır Ceza Mahkemesi, Adli Tıp Kurumu'nun verdiği ve gazeteciye gözaltında baş ve vücut kısmına küt cisimlerle çok sayıda darbe vurulduğunu ortaya koyan raporuna rağmen, cinayeti 'kastı aşan' bir eylem olarak değerlendirdi. Yaklaşık 30 duruşma süren dava, 19 Ocak 2000 günü, Yargıtay'ın beş polis memuruna 'kastı aşan insan öldürmek' ve 'faili belli olmayacak şekilde insan öldürmek' suçlarından verilen 7'şer yıl 6'şar ay hapis cezasını onamasıyla, bir polisin verilen mahkumiyet kararının da bozulmasıyla devam etti. Mahkeme, ikinci yargılamada, Yargıtay'a uyarak, cezası bozulan altıncı polis memurunu 20 ay hapisle cezalandırdı ve beş ay kamu hizmetlerden uzaklaştırmaya karar verdi. Göktepe Davası, Yargıtay'ın cezaları 28 Eylül 2000'de onamasıyla son buldu. Sanıkların bir kısmı kamuoyu baskısıyla 17 ay hapiste tutulurken tüm mahkum polislerin cezalarının tamamlamalarına 19 Aralık 2000'de yürürlüğe giren Şartlı Tahliye ve Ceza Erteleme Yasası engel oldu. Polisler affedildi, emri verenler yargılanmadı Tüm hukuki çabalar ve kamuoyu tepkilere rağmen, Metin Göktepe'nin dövülmesi için emir veren emniyet görevlileri ve ölümünü gizlemeye çalışan üst düzey yetkililer yargı önüne çıkarılamadı.Göktepe'yi öldürenlerin yakalanmaları ve yargı önüne çıkması için gazetecinin arkadaşları, meslektaşları, ailesi, avukatlar ve basın örgütleri büyük bir çaba gösterdiler. Adaletin yerine getirilmesini isteyen çeşitli illerden binlerce insan, duruşma salonuna girme garantisi olmadığı halde, davanın görüldüğü Aydın ve Afyon kentlerine otobüs ve trenle hareket ettiler. İçişleri Bakanlığı mahkum oldu İçişleri Bakanlığı aleyhinde 6 Kasım 1996'da açılan tazminat davası ise, İstanbul İdare Mahkemesi'nin, 30 Kasım 1998'de, Göktepe Ailesi'ne 1 milyar 400 milyon (bin 400 YTL) maddi, 8 milyar 500 milyon (8 bin 500 YTL) da manevi tazminat ödenmesine hükmetmesine neden oldu. Ancak, 13 Temmuz 1999'da Danıştay, maddi tazminatı 500 milyon TL'ye (500 YTL) indirdi. Adına her yıl gazetecilik ödülleri Gazetecinin ölümünden bu güne kadar her yıl 'Metin Göktepe Gazetecilik Ödülleri' adı altında duyarlı ve başarılı bulunan gazetecilere ödüller verildi. Ödüller, Göktepe'nin doğum günü olan 10 Nisan'da düzenlenen bir törenle meslektaşlarına teslim ediliyor. Metin Göktepe'nin ailesinin de katıldığı tören, yüzlerce meslektaşını bir araya getiriyor. Göktepe anısına, ayrıca panel, sergi gibi etkinlikler de düzenleniyor. Metin Göktepe'nin anısına bir de İnternet sitesi kuruldu. Sitede Metin Göktepe'nin fotoğraf albümü, Göktepe Davası süreci, gazetecinin annesi Fadime Göktepe'nin dava süresince yaptığı konuşmalar, Metin Göktepe ile ilgili şiirler, Gazeteci ile ilgili meslektaş yorumları vb bilgiler yer alıyor. Metin Göktepe 'gazeteciyim' kitabı Ölümünden sonra gazeteci Göktepe anısına Evrensel Basım Yayın tarafından Metin Göktepe 'gazeteciyim' başlıklı bir kitap yayımlandı. Kitap, cinayetin ardından gelişen tepkileri ve çekilen fotoğrafları içeriyorKemal Türkler (1926, Denizli - 1980, İstanbul) , DİSK`in kurucusu ve ilk genel başkanı.
1961 yılında Türkiye İşçi Partisi (TİP) kurucuları arasında yer aldı. 13 Şubat 1967'de Genel Başkanı olduğu Türkiye Maden-İş'in de aralarında olduğu bir grup sendika Türk-İş'ten ayrıldı ve DİSK'in kuruluşunu gerçekleştirdi ve 1977 yılına kadar DİSK Genel Başkanlığını yürütttü. 1970'de 15-16 Haziran olayları nedeniyla tutuklandı. 1976'da 1 Mayıs'ın yasal olarak kutlanmasına öncülük etti. 22 Temmuz 1980'de öldürüldü. Öldürülme emrini Alparslan Türkeş`in verdiği öne sürüldü. Cenazesine yüz binlerce kişi katıldı. Ölümünden sonra Kemal Türkler Vakfı kurulduHrant Dink
Doğum tarihi 15 Eylül 1954Ölüm tarihi 19 Ocak 2007Doğum yeri Türkiye, MalatyaMesleği GazeteciHrant Dink, (Ermenice: Հ ր ա ն դ Տ ի ն ք ;) (d. 15 Eylül 1954, Malatya – ö. 19 Ocak 2007, İstanbul) . Ermeni asıllı Türk vatandaşı, Agos Gazetesi genel yayın yönetmeni. 19 Ocak 2007 tarihinde saat 15 sularında, genel yayın yönetmeni olduğu Agos gazetesinin Şişli Halaskargazi caddesi üzerindeki binası önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti.
Hrant Dink, 1954 yılında Malatya’da dünyaya geldi. Babası Sivas'ın Gürün ilçesinde, annesi Gülvart ise Sivas'ın Kangal ilçesinde doğup büyümüştü. Anne ve babası 1961 yılında İstanbul'a taşınmalarının ardından boşandı. Hrant ve iki kardeşi ailenin bölünmesi ardından Gedikpaşa’daki Ermeni Yetimhanesi'ne yerleştirildi.Dink bu sırada Türkiye'de gelişmekte olan sol siyasetten etkilendi. Yasadışı Türkiye Komünist Partisi / Marksist-Leninist çizgisinde siyaset yapmaya başladı. Yakalandığı durumda örgüt ile Ermeni cemaati ilişkilendirilmesin diye ismini mahkeme kararı ile 'Fırat' olarak değiştirdi.
Liseyi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde Zooloji eğitimi aldı. Bir süre sonra yetimhanede birlikte büyüdükleri Rakel ile evlendi.Kardeşleriyle birlikte açtıkları yayın evi ve kırtasiye işlerini sürdürürken, eşi Rakel’le birlikte, kendileri gibi Anadolu’dan gelen kimsesiz ve yoksul çocukların yetiştiği Tuzla Ermeni Çocuk Kampı’nı yönetmeye başladı. Açılışından 21 yıl sonra kampa devlet el koydu. Denizli Piyade Alayı'nda sekiz ay kısa dönem askerliğini er olarak yaptı.Bazı gazetelerde kitap eleştirileri ile yazı hayatına başladı. Basında çıkan yanlış haberlere gönderdiği düzeltmeler ile adı duyulmaya başladı. Ermeni Patrikhanesi’ne, 'Ermeni toplumu çok kapalı yaşıyor, kendimizi iyi anlatırsak önyargılar kırılır'[kaynak belirtilmeli] diyerek bu amaçla Türkçe bir gazete çıkarmayı önerdi. 5 Nisan 1996 tarihinde ilk sayısı yayınlanan Agos gazetesi'nin kuruculuğunu, yayın yönetmenliğini ve başyazarlığını üstlendi. Agos dışında Zaman gazetesinde yazdı. Yazılarında Türkiye'deki her etnik topluluğun barış içinde yaşaması gerektiğinin altını çizen Dink [1], aynı zamanda Ermeni cemaatinin patrikhane dışında sivil bir merkezi olması gerektiğini söyledi. Ermeni Diasporası'na 1915 olayları için soykırım kelimesini içermeyen daha yumuşak muhalefet yürütmeleri çağrısında bulunan ve 301. maddeden 'Türklüğe hakaret' suçlamasıyla yargılandı.Suikast [Hrant Dink 19 Ocak 2007'de Şişli Halaskargazi caddesi üzerindeki Agos Gazetesi'nin çıkışında, öğle saatlerinde kimliği belirsiz bir şahıs tarafından kafasına sıkılan 4 el ateşle yaşamını yitirdi. 17 yaşındaki katil zanlısı olarak Ogün Samast adlı bir kişi, Samsun otogarında jandarma ekipleri tarafından yapılan kontrol sırasında yakalandı. Zanlının cinayeti itiraf ettiği kaydedildi. Ayrıca zanlının üzerinde ise suç aleti olduğu bildirilen 7.65 çapında bir tabanca ele geçirildi.
Hrant Dink, Türkiye'de 1909 yılından bu yana, suikast sonucu öldürülen 62.
gazeteci oldu.[2]
Hrant Dink'in avukatı Erdal Doğan Dink'in tehdit edildiğini, ancak durumu bildirdiği Şişli Savcılığı'nın herhangi bir ilerleme kaydetmediğini iletti. [3] Hrant Dink'in 17 Ocak 2006 tarihinde, Agos gazetesinde yayımladığı makalede tehditler aldığını belirttiği kaydedildi.[4]Aldığı Ödüller
• 2005 yılında Türkiye’de İnsan Hakları Derneği 'Ayşe Nur Zarakolu Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü'nü aldı.
• 2006’da Alman Stern Dergisi 'Düşünce Özgürlüğü ve Cesur Gazetecilik Ödülü'nü aldı.
• 18 Kasım 2006'da 'Pen Award fikir ve düşünce özgürlüğü ödülü'nü aldı.
• 24 Kasım 2006'da 'Bjornson İnsan Hakları Ödülü'nü aldı. Davalar
Hrant Dink hakkında, Türk Ceza Kanunun 301. maddesi ihlal etmekten davalar açılmıştır:
• 2002 yılında Urfa’da verdiği bir konferansta söylediği 'Ben Türk değil Türkiyeliyim ve Ermeniyim' sözlerindan dolayı 'Türklüğü aşağılamaktan' üç yıl yargılanmış ve beraat etmiştir.
• Reuters Ajansı’na söylediği 'Evet 1915’te olan bir soykırımdı çünkü 4 bin yıldır bu topraklarda yaşayan bir halk ve onun uygarlığı artık yok' sözlerinden dolayı, 'Türklüğü aşağılamaktan' dava açılmıştır. KAMPANYA: CEMİL ÇİÇEK SALI'YA KADAR İSTİFA ETMELİ
301. maddeden dolayı yargılanan başta merhum Hrant Dink, yazar Orhan Pamuk, yazar Elif Şafak ve vicdani retle ilgili bir yazısı yüzünden hakim karşısına çıkarılan yazar Perihan Mağden’e yapılanları düşünün. Mahkeme salonları Avukat Kemal Kerinçsiz ve benzeri ultra milliyetçilerce işgal edildi. Adeta ortalığa nefret dalgası ve linç kültürü yayıldı. Bu yazar ve gazetecilerin bir linç edilmediği kaldı. Bu karanlık ortama malum bazı medya organları yanında Türkiye Cumhuriyeti'nin bir bakanlık koltuğunu işgal eden Cemil Çiçek gibilerince çanak tutuldu. Devlet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek’in Ermeni Konferansı düzenleyenleri, “Bizi sırtımızdan hançerliyorlar” dediğini de dikkate alın, resim tamamlanır. O nedenle Cemil Çiçek, Hrant Dink’in katledilmesine neden olan ortamın oluşmasından birinci derece sorumludur. Suç ortağıdır. Derhal görevinden istifa etmeli veya Başbakan tarafından cenazenin kaldırılacağı Salı gününe kadar görevinden alınmalıdır. Hükümet Hrant Dink'in katilleri ve onların bağlantılarının peşini bırakmadığını ispat için, bu konudaki samimiyetini belgelemek için bunu yapmalıdır. Yoksa kameralar önünde dökülen gözyaşları ancak timsah gözyaşı olarak kalır. Evet Cemil Çiçek istifa! Bu emaili ulaşabileceğiniz herkese ulaştırın lütfen!
Hüseyin DEMİRTAŞ
Not:Sivas Madımak katliamında otuz beş aydın yandı. Faili meçhul göstermelik davalar sürmekte.
Katiller halan bulunmadı. Zaman aşımı dediğimiz zaman aşamasına uğrayacaklar.
Yurda dönüp, yurdumuzun en güzel mekanlarında hayat sürecekler.
Son olay;
Hrant Dink’ın hain bir saldırı sonucu ölümü. Öldüren tetiği çeken yakalandı. Aldığımız son bilgilere göre Samsun’a giderken yakalandı, sorgulanıyor v.s.
Adı sanı duyulmamış örgüt adı konacak ve “sen bu örgüt için öldürdün” denecek.
Aklı dengesinin yerinde olmadığına dair rapor hazırlanıp, hasır altı edilip
ulaşılmak istenen gerçek tetikçilere ulaşılmadan dipsiz kuyunun karanlığında yerini alacak. Türk bayraklarıyla karşılayacaklar, çıkınca aslanlar gibi “Türkiye senle gurur duyuyor” sloganları arasında, oda yerini alacak. Belki de şimdiden kahraman olarak
yer almıştır.Barışa Çağrı, Kardeşliğe Çağrı, Dostluğa Çağrı, Birlik ve Beraberliğe Çağrı, Demokrasiye Çağrı,Özgürlüğe Çağrı.
Neden ÇAĞRI sözcüğünü kullanıyoruz. Bizler kullandıkça onlar öldürmeye devam ediyor ve de edecek. Binlerce kişi sokağa çıkıp yürüyüş yapacak. Bireysel eylemin nedeninin, niçininin bilinmediği sürece,saati ve zamanı gelince eve girip kapıyı kapatacağız.Günlük yaşam, günlük hayat kavgası devam edecek. Sokak başını tutanlar
işlerini yürütecekler her zaman ki gibi..
Dış güçlerin üstüne atılacak, içerde aranmayacak. İçerde olanların kim olduğu belli.
Derin devlet, derin devletin içinde olanlar, devletin içindeki kişiler değilmi? Yusuf Ter 21.01.2007
Saat 21:39 İsviçre
| 3,686 |
Anadolu
ANADOLUAnadolu...
Türk yurdu,Kanın oluk oluk aktığı
Sevdaların beşiği
Kardeşlik yumağı
Hoşgörünün dergahı
Sonsuz cennet mekan...Anadolu
Tarihin şanlı sayfaları
Kılıçların şakırdadığı
Şehitlerin ölümsüz mekanıAnadolu
Laz’ı Kürt’ü Çerkez’i
Ermeni’nin, Rum’un terki diyarı
Türk’ün imarı, abadı
Can verilip de yurt edilen mekan.Anadolu
Anası, bacısı
Yiğidi, dorusu
Sözü, özü
Her şeyin en doğrusuAnadolu
Akından akına fetih yurdu
Türk’ün göz bebeği
Orta Asya misali
Ötüken yolu,
Ergenkon çıkışıAnadolu...
Türk yurdu,
Anadolu, insan dolu
| 69 |
İnsani Olan
İnsan olan kendine, göstermelidir saygı,
Kendine saygısızdan elbet duyulur kaygı,
Saygısızlar kişilik kaybı yaşamaktadır,
Çünkü bir bir silinmiş, insani olan duygu.
| 23 |
Kaça gider yalnızlık…
Beş para etmiyor bazen kuru kalabalık,
bayâ pahalıya gidiyor yalnızlık…Bazen de paha biçilmiyor insanlığa,
işte o zaman beş para etmiyor yalnızlık…/Sabri CEYHAN
| 25 |
Ve ruhum huzur buldu.
Fe‘ûlün / Fe‘ûlün / Fe‘ûlün / Fe‘ûlün
• — — / • — — / • — — / • — —Bu akşam dolaştım, bütün şehri bir, bir,
Karanlık sokaklarda, efkâr dağıttım,
Ruhum öyle sıkın ki, derdim derindir,
Karanlık da gezdim de, efkâ-r_ı atdım.Nedâmet sararken, ruhum doldu şavkla,
Karanlık gecem, şêv-k_i len doldu birden.
Gönül şêv-k_i len doldu, birden-n_ışıkla.
Ve gönlüm huzur doldu bol,bol sevinçtena.yüksel şanlıer
8 nisan 2008
| 73 |
Fırtınaa
Gözlerim seni arıyor
Bitmeyen hasretiyle
Sensizlik bir fırtına
Soluğum tükenmeden
Saram dedim yarBelki de gelirsin
Gün batımı bir zaman
Yokluğa sararız
Upuzun hasreti
günün kızıl çığlığıyla
kaybolup giderizÜMİT FATMA FIRAT
| 31 |
Ben Anneyim
Ben anneyim, çocuklarımı dünyadaki her şeyden fazla severim
Ben anneyim onların derdi benim derdim
Ben anneyim, onlar benim eşsiz güzellikteki gonca güllerim
Her birini gönlümün ta derinliklerinde severimOnların mutluluğu ile katmer, katmer açar sevinç çiçeklerim
Ben anneyim , hep onların yarını düşünmekle geçer uykusuz gecelerim
Onların hayatlarına dairdir, uykusuz gecelerimBen anneyim , çocuklarım için canımı veririm
Öyle ki sihirli bir değneğim olsunda, bütün arzularını onlara vereyim isterim
Ben anneyim , onların ebediyen mutlu, huzurlu , başarılı olmaları
ALLAH tan tek dileğim,
| 83 |
Zulmet
İnanma ki bu korkunç
Dehşet saçan kelime
Yalnızca koyu, kesif
Bir geceyi anlatır.Yaşımın en kıymetli
Arzumun en kuvvetli
Çılgın anlarındayken
Zulmet kalbimi sardı.Tam üç aydır dinlenmeden
Koşmuştum dört bir yana,
Her bab bana kapalı
Bir bab-ı zulmet açık.Geçiyordu anlarım
Bir bulut akışiyle
Yanıyordu ak bağrım
Aşk-ı okumak ile.Bir tek kozum kalmıştı
O da yaradan mevlam
Zaten anla başladım
Anla bitiriyorum.O, etti zulmeti yar
Yarı zulmet şahsıma
Şu anda beraberim
Yarı zulmetimle ben.Toprak
29. Ekim. 1947 Çarşamba
| 77 |
Söke’de Tiyatro, Kültür, Ssnat Ve Edebiyat’a Genel Bakış... (Sanat)
ESİNTİ 14. 09. 2006
Suat TUTAK SÖKE’DE TİYATRO, KÜLTÜR,
SANAT VE EDEBİYAT’A GENEL BAKIŞ...Söke ilçesi çok eski bir ilçe... Belde oluşunun 115 seneye yaklaşan bir geçmişi var. Bin sekiz yüz doksanlı yılların başlarında belediye olmuş, ören yerlerinin geçiş merkezinde, bir kültür kentidir.
Dünya tarihi boyunca Söke’nin yakın çevresinde çok medeniyetler kurulmuş, yıkılmıştır. Dünyaca isim yapmış olan bilim adamları, (Aristoteles, Sokrates vb.) filozofların yetiştiği bir tarih beşiğidir.. Bu özelliği Söke halkını da etkilemiş, Cumhuriyet dönemi öncesinde ve de sonrasında Söke’de, hep kültür insanları yetişmiş, Türkiye genelinde, Aydın’da ve Aydın ilçelerinde ses getiren, öne çıkan kültür ve edebiyat insanları, sanatçıları yetişegelmiştir..
Söke kendine has bu kültür kaynağı, kültür önceliği, öncülüğü, önderliği ile çevresine hep lokomotiflik görevi üstlenerek, bunu da çok iyi şekilde başararak, bugünlere gelmiştir..
Cumhuriyet döneminde Aydın ili ve ilçelerini bırakınız; Türkiye genelinde bile birçok büyük illerde, Söke’nin bu aktivitesini, başarısını, yaptığı kültür çalışması çeşitliliğini, Söke’de yaşayıp kültür ve edebiyata verilen değeri, bu ilgiyi göremezsiniz. Hele yurt genelindeki ilçelerin bir çoğunda, bu faaliyetlerin 1/10’ nu (onda birini bile) bulamaz, şahit olamazsınız..
İşte Söke; Kültür, sanat ve edebiyat açısından o derece bereketli, verimli, fazlaca ilgi duyulan bir kenttir. Bu belki, genlerinde olan bir zenginliği, yada çevresinde bulunan tarih öncesi kültür ve medeniyetlerin bir yansıması olarak kabul edilebilir.. Kanımca, bu böyle olmalı...
Kültür, Sanat ve Edebiyatı Söke’de 1960 öncesi ve 1980 sonrası diye iki devreye ayırmak kanımca, doğru olur.. Çünkü; bu alandaki gelişmenin büyük bir atlama, sırama yaptığı dönem 1985 yılından sonradır. Aradaki gelişme farkı 1985 yılından sonra bariz bir şekilde kendini gösterir. Ancak, bir şey gözden kaçırılmamalıdır. 1960 yılından önce ve 1985 yıllarına kadar olan dönemde, Türkiye’de ulusça iki büyük yönetim devrimi yaşadık.. Biri 1960 ihtilali, diğeri 1980 devrimi... O nedenle; bu askeri devrimlerin sivil halk üzerinde büyük etkileri olmuş, kültür, sanat ve edebiyat ikinci plana itilmiş, insanların yaşam savaşı daha da öne çıkmıştır... Öyle olmasına rağmen; sanat, kültür ve edebiyata halkın ilgisi kesilmemiş, sevgi devam etmiş, yapılan etkinliklerde kültür, sanat ve edebiyat insanları hiçbir surette yalnız bırakılmamıştır..
Artarak çoğalan ilgi 1985 yılından sonra yeni kuşak gençlerle, daha bir artış göstererek, Söke için gurur vesilesi teşkil etmiştir...
Bugün kentimizin nüfusu resmi olarak 62400 civarında, resmi olmayan verilere göre ise 100 binin üzerindedir... Söke kentimizin 1960’lı yıllarda, yada daha önceki yıllarda kent nüfusu 15-20 bin civarında idi.. Şuan yurdumuzun bir çok ilinden birkaç kat büyük olan Söke, o günler de, küçük bir kent görünüşündeydi. Antı parantez içinde şuna işaret etmek istiyorum.
Kentte yaşayanların çoğunluğu, onda 8 ile 9’u birbirini tanıyordu... O nedenle; her yönden gelişmeye açık bir kent gibi, bir görüntüsü vardı. Yıllar içinde birçok göçler alınca, birçok şeyler istenilen ve de düşünülenin dışında gelişim gösterdi.. Her şeye rağmen; o içimizdeki edebiyat, kültür, sanat aşkı azalmadı... 68 kuşağının tüm yurtta, her konuda olduğu gibi, bu konuda da Söke’de etkisi oldu, imzasını koydu...
Ve; daha sonraki kuşaklar, devreye girince gelişme, birden hızını çoğalttı.
1960’dan önceki yıllarda; genelde, bireysel çalışmalar kendini gösterir, etkinliklerde yer alırdı.. Sivil toplum örgütleri pek fazla yoktu. Bugünkü kadar da aktif ve ağırlıklı değildi.. Zaman zaman 10-15 kişi bir araya gelerek, bir tiyatro çalışması yapar, birkaç kez oyun sergiler, ardından çeşitli özel ve de tüzel sebeplerle dağılır, kaybolur giderdi... Unutulurdu. Her; kendini edebiyatçı, sanatçı gören kişi bireysel çalışmalarla, kişisel ekonomik gücüyle faaliyetlerini sürdürür, varlık göstermeye çalışırdı.
Bu faaliyetleri gösteren, sanat savaşını sürdüren kişiler, bugün 60 yaşının üzerine geldiler.. Kimileri ise ölüp gittiler (Allah tümüne rahmet eylesin..) Şuan çoğu hayatta değiller. Ama; arkadan yetişen yeni nesil gençler, onların yokluğunu belli etmiyor... Onları aratmıyor. Çünkü; Söke’deki edebiyat, kültür ve sanatın temeli o eski yıllarda atılmış durumda. Zorlu, sıkıntılı ama başarılı, sağlıklı bir kültür geçmişi var.. O nedenle; artık bu konuda önü açılmış sayılır.. Çünkü; o zorlu şartlar yok artık. Bugün her şey daha kolay. Çünkü; bugün, 120’nin üzerinde Sivil Toplum Örgütü(Dernekler) oluşmuş, konularında aktif olarak, başarılı bir şekilde etkinlikler yapıp, güzellikler sergiliyorlar..
Önceki yılların kahve köşelerinde toplaşıp, bir araya gelerek sanatsal konuşmalar, projeler üreten gençler artık, uygar ortamlarda, insanca bir değer bularak, kendilerine ait dernek çatıları altında çalışmalarını, gönül ve güç birliği ile sürdürüyorlar. O nedenle; bu alanda, büyük bir gelişme var.. Ancak; o eski yılların en büyük sıkıntısı olan ekonomik, parasal sıkıntı hala güncelliğini koruyor... Henüz çözülebilmiş değil. Çünkü; icraat için gerekli para bulunamıyor.. Yine sıkıntılar yaşanıyor... Söke halkı zaten büyük bir çoğunlukla yoksul ve dar gelirli... Büyük şirketleri ve büyük esnaflarımızda ise, sanatsal faaliyetlere sponsor olma, ekonomik katkıda bulunma alışkanlığı yok... Henüz yeterli düzeyde değil. Ancak; son yıllarda dernekleşip, kurumlaşan gençlerimiz, sanatçı ve de sanat severlerimiz genelde, bir çatı altında toplanmaya başladılar.. Onun için bugünün gençlerinin işi kolaylaştı. Eski yıllarda bu alt yapı, yoktu. Kültürü, sanatı, edebiyatı yaşatabilmek, kabul ettirebilmek çok daha zordu. Hatta imkansızdı diyebilirim.
| 774 |
Peygamber sevgisini-yayın dünyaya yayın Haberi olmalıdır-çocuk anne ve bayın
Allah’ın sevgilisi-gönüllerin incisi
Bizim peygamberimiz-dünyanın birincisi
Peygamber zincirinin-gerçekten son halkası
Onlar ile düzeldi-insanların yakası
Peygamber sevgisini-yayın dünyaya yayın
Haberi olmalıdır-çocuk anne ve bayın
O’nu yürekten sevmek-bilinsin büyük görev
Makbul kul olmak için-tamamlanmalı ödev
İzinden yürüyelim-sözlerine uyalım
Camilere koşarak-denen sözü duyalım
Peygamber sevgisini-yayın dünyaya yayın
Haberi olmalıdır-çocuk anne ve bayın
Kâinat bahçesinin-O solmayan bir gülü
Sevgiyle yaratılmış-öten dalda bülbülü
Anmalıyız iyice-salâvatı getirin
Cahil kalmamalıyız-mutluluklara erin
Peygamber sevgisini-yayın dünyaya yayın
Haberi olmalıdır-çocuk anne ve bayın
Müslümanlara karşı-saygılı merhametli
Muhammed’im öyleydi-okşuyordu hep eli
Yaşadığı müddetçe-mümin için tutuşan
O Peygamberimizdir-bütün zorluğu aşan
Peygamber sevgisini-yayın dünyaya yayın
Haberi olmalıdır-çocuk anne ve bayın
Kitap ile sünnete-kalp ile sarılmalı
O’nun çizdiği yolda-birlikte karılmalı
Daima aydınlık yol-gece gündüz gitmeli
Ruh beyin beden ile-sıkıntılar bitmeli
Peygamber sevgisini-yayın dünyaya yayın
Haberi olmalıdır-çocuk anne ve bayın
Ne güzel O’nun ile-Kur’an-a uyanlara
Söylenen iyi sözü-sevgiyle duyanlara
İnançlı bilgili kal-Hasan diyor dürüst ol
Esenlik huzur ile-ileriye uzat kol
Peygamber sevgisini-yayın dünyaya yayın
Haberi olmalıdır-çocuk anne ve bayın
| 163 |
Özgürlük
İnsan zor nefes alır inan,
Özgürüm diyemediği bir an
Sen olamazsın o kişi, o insan
Gözünü kırpmadan, tabuları yıkamıyorsan
Gönül ne ister bilir misin arkadaş?
Özgürlük için doğ, yaşa, ve savaş!
Hey dostum sen bilirsin bu ne güzel tutku,
Hayata başlamak kadar heyecan dolu
Ama umutma ki sen de doğuyor,
Ve sonsuzluğa yol alıyorsun
Ömründe ulaşılası bir istek,
Özgürlüğün olsun...Nisan 2001 - İstanbul
| 64 |
Aşk
Artık göremiyorum seni yıldızlarda,
Şarkıların dilimde; yoksun satırlarda,
Kalmadı senden tek bir hatıra...
| 14 |
Bak Oğul
Yalan kendin aldatmaktır bilesin,
Evinsiz sözlere aldanma oğul,
Gelen rızık Allah’tan dır göresin,
Hayasız işlere davranma oğul.Kapanmış hiç bir yarayı kaşıma,
Haramlarla mülk edinip yaşama,
Kul hakkını yük edinip taşıma,
İlimsiz heybeyle dolanma oğul.Yaptığın işlerede intizam olsun,
Ettiğin her bir düşte mizan olsun,
Neylersen güzel eyle yüzün olsun,
Nizamsız ortamda bulunma oğul.Öğrenmeden olma işin talibi,
Tecrübedir her birişin galibi,
Baban dahi olsa mülkün sahibi,
İzinsiz bostana dadanma oğul.Zora gelmez kırılır kalp göreğin,
Deryalara sığmaz olur yüreğin,
Yol bulmaya yetmez olur küreğin,
Yelkensiz sulara açılma oğul.Güzellik değil özlenen haseptir,
İnsana güzellik veren edeptir,
Haya edep sevilmeye sebeptir,
İmansız güzele bağlanma oğul.İşi zordur yolda mahzur kalanın,
Fırsatçısı boldur mağdur olanın,
Akıbeti belli olmaz insanın,
Azıksız yollara koyulma oğul.Bir yanda sarp kayalar dayalı,
Öbür yanda uçurumlar sıralı,
Bu patika yolda HAYAT yazılı,
Rehbersiz dağlara tırmanma oğul.Çok kimseler kıymetlidir yanında,
Düştüğün gün kimse kalmaz anında,
Dost ararsan Allah yeter bağrında,
Gayrında kurtuluş aranma oğul.Nikferî bir hayal olup gidince,
Ömür takviminde günüm bitince,
Hakka kavuşma zamanım gelince,
Kabirde başimda ağlanma oğul.
Nikferî
| 169 |
Yoruldum2
Sahte yüzlere bakmaktan
Her doğru dediğimin yanlış çıkmasından
Yoruldum dostYüreğiyle yaşayan insanların arasında
Simsarların üç kağıdından usandım
Gönlü temiz bulamamaktan yoruldum dostİnsan olmanın değerini aramaktan
Gönle düşmüş ateşe merhemi bulamamaktan göçtüm
Sevda kuşuna yenik düşmekten bittim dostSırtım üşüyor
Gönlümün ateşi yüzümü yakar olmuş
Sırtımı dayayacak yar bulamadım dostEden bulur lanet laine okunur ya
Böyle şerefsizlere lanet olsun dedim
Ben bir şerefsize gönül vermişim dost
| 65 |
Para Para
Ak para, kara para
Aklanacak para aklanmış para
Tatlı para, acı para,hepsi para.Parasızmış solmuş, parasızmış ölmüş
Parasız olmamış, parayla olmamış
Parayla oy almış, parayla yol almışParayla yatmış, parayla kalkmış
Para almış, altın vermiş, can vermiş
Parayla ateş vermiş, silah vermiş,kan vermiş
Parayla rüşvet vermiş, namus vermiş mal vermişİnsanları öldüren, savaşları sürdüren para
Babayı öldüren, oğulu katil eden para
Tatlı para, acı para,ocakları söndüren para
| 66 |
Feryat Figan Arşa Çıkar
Feryat figan arsa çikar
Garip daglarda bu gece
Bülbülün dili tutulur
Viran baglarda bu geceKurtla kuzu güden yolcu
Gelen yolcu giden yolcu
Biliyonmu neden yolcu
öÖüm saglarda bu geceZincirmi vurulmus kola
Konussaydi biraz ola
Yasanmismi acep ola
Eski çaglarda bu geceNanay dedi nanay dedi
Toy kuruldu nanay dedi
Herkes deli diyor amma
O herkese nanay dediSEFAI gitmem yurdumdan
Gitsem ölürüm derdimden
Daha gitmeden ardimdan
Nazlim aglarda bu gece
| 72 |
Sus Pus Kus
Sus, pus, kus!
Her sus içimde binlerce mahpus.
Ama sen sus, kimseler duymasın!
Koparmasınlar çiçeklerini.
Kesmesinler yüreğinin tellerini.
Sus, akşam olmasın sus!Sus, pus, kus!
Pusuya dalsın gözlerin.
Kalbin incitilmesin nedensizce.
Dökülmesin inci taneleri gibi gözyaşların.
Kor kor, alev alev yanmayasın, renklerin solmasın.
Pusuya dalsın nağmeleri toplayan yüreğin pusss! Sus, pus, kus!
Geceleri kus içinden kus!
Yaprak yaprak dökülmeyesin güz misali.
Köpük köpük, damla damla mutluluklar dolsun içine.
Ruhun yazılmamış bir melodiye bürünsün usulca.
Ama sen sus, kimseler rüyalarını bölmesin!
……………………………………………………………..
Sus, pus, kus! Faith Ataşçi
11.05.2015
| 89 |
Üzülüyorum
bir meçhule doğru, bilinmezlere,
her gün adım adım, süzülüyorum...dört yanımı sarmış, boğuyor san ki,
keder kıskacında, büzülüyorum...bu benmiyim böyle, darmadağınık,
perişan halime, üzülüyorum...
| 24 |
Deniz Gözlüm
Uzat bana ellerini
Boğulurum Deniz Gözlüm
Çekemem hiç hasretini
Dağılırım Deniz GözlümDaha başlamadan bitme
Beni yalnızlığa itme
Uzaklara çekip gitme
Darılırım Deniz GözlümBatarım gittin anda
Sensiz olmaz bu limanda
Yetiş ne olur imdada
Çağırırım Deniz GözlümDinmez gözlerimin nemi
Çekilmez hasretin demi
Sensiz dibe vurmuş gemi
Sayılırım Deniz Gözlüm
| 50 |
Bir Dilber İsterim Bari Huda'dan
Bir dilber isterim Bari Huda'dan
Hiç misli cihâna gelmedik olsa
Olmasa âlemde bây ü gedâda
Hiç bir kimse mâlik olmadık olsaNeylerim dünyâda narı turuncu
Gönül eğlencesi dilberin genci
İstediğim dürr-i yekta bir inci
Anı da bir hakkak delmedik olsaBir dost ararım ki açsam razımı
Meclis-i irfanda çalsam sazımı
Bir turna gözlüye salsam bazımı
Hiç avcu şahini salmadık olsaPek mailim hûb cemâle bakmağa
Pervâne-veş derdli sinem yakmağa
Gönce gül isterim alup kokmağa
Hoyrat eli değüp solmadık olsaGevheri der gönül maildir gence
Bir tıfl-i nevreste miyânı ince
Dahi koculmadık lebleri gönce
Cevr ü sitem nedir bilmedik olsaHiç misli cihâna gelmedik olsa
Olmasa âlemde bây ü gedâda
Hiç bir kimse mâlik olmadık olsaNeylerim dünyâda narı turuncu
Gönül eğlencesi dilberin genci
İstediğim dürr-i yekta bir inci
Anı da bir hakkak delmedik olsaBir dost ararım ki açsam razımı
Meclis-i irfanda çalsam sazımı
Bir turna gözlüye salsam bazımı
Hiç avcu şahini salmadık olsaPek mailim hûb cemâle bakmağa
Pervâne-veş derdli sinem yakmağa
Gönce gül isterim alup kokmağa
Hoyrat eli değüp solmadık olsaGevheri der gönül maildir gence
Bir tıfl-i nevreste miyânı ince
Dahi koculmadık lebleri gönce
Cevr ü sitem nedir bilmedik olsa
| 189 |
Terkedilmek
Bütün sevenler terkeder,
Bir gün elbet birer birer,
Sonunda payına düşen,
Sonsuz ve acıklı keder.(06.07.11 / Akdağmadeni)
| 18 |
Düş Bitti Gitti
Ne güzelde baktı gözü gözüme
bir tatlı söz söyledi benim sözüme
dudağım deymeliydi dudağına yüzüne
olamadı işte düş bitti gittikarşılaşmamız merdiven başı
sormadım ama on yedi yaşı
okuyormuş okulmuş sade işi
dur demedim işte düş bitti gittiaradan hayli bir zaman geçti
mevsimler deyişti baharı seçti
anladım onuda sevmek bir suçtu
tam aşk diyecektim düş bitti gittiyanağı elmaydı dudağı kiraz
geleceyim dedi sen bekle biraz
kime yapıyor cilve kimeydi buna naz
tam aşk diyecektim düş bitti gittişairim yazar oldu bir anda
oda gelmez öleceyim bu handa
yasım tutulacak dört bir cihanda
tam ölecektim düş bitti gitti
| 98 |
Şiir ve Şair Üzerine Düşünce Açılımı
Deneme yazım biraz uzun olacak ama umarım ilgi duyarak okusrsunuz.
________________________________________ Kentimizin yerel radyolarının birinde şiir ve şair üzerine yaptığım konuşma metnini form sayfamıza taşıyarak sizlerle paylaşmak istedim. Anlatılar arasında eksikler ve yanlışlar elbette olacaktır. Bunları tesbit ederek yorumlarınızla tamamlamanızı diliyorum. Konumuzu (Şairini bilemediğim) bir şiirle başalamak istiyorum. Bakınız bu şairimiz, şairi nası anlatıyor dizelerinde: ’Şairler yazan biridir ve dizeler yazmayan biri / Zincirlerini kıran biridir ve kendini zincire vuran biri / İnanan biridir şair ve bir türlü inanamayan biri / Yalan söylemiş biridir şair ver kendisine yalan söylenmiş biri / Düşmeye yatkın biridir şair ve ayağa kalkabilen biri / Çekip gitmeye çalışan biridir ve bir türlü gidemeyen biri...’ Şair, şairi böyle tanımlarken, şair hakkında bakınız Kur-an neler diyor: ’ Şairlere batıla inananlar uyar. Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını görmezmisin. Onlar yapmadıklarını yapmış gibi söylerler...’ (Şuara S. A.224-225) Şairin kendisi ve Kur-an şairi böyle tanımlıyor. Şiir yazmak, ortaya nitelikli bir şiir koymak zorlu çabaları gerektirir. Bu çabaların neler olabileceğine yazımızın ilerleyen bölümlerinde yer verilmiştir. Ancak Ataol Behramoğlu’nun şu dizelerine de yer vermem gerekiyor. Bu şaiirimiz neler diyor. ’ Başlarım işime sabahın aydınlık şarkısıyla / Her gün, her an hesaplarım ömrümün kiriyle pasıyla / Şiirimin bungun sesi dipten yüze zonklar durur / Ölür gidermiyim diyeceklerimi diyemeden korkusuyla...
’
Hangi konuda olursa olsun öğütler ince duygulu, duyarlı, düşünen, okuyan ve yararlı bir şeyler üretmek isteyen üretici uslar için pek basit... Basit, sıradan uslar için de pek ince söz ve yazım kalabalığıdır. Okuduklarınızı söz yada yazı kalabalığı olarak değil, yararlanılacak anlatılar olarak kabul edin. Konfüçyüs ’ Karanlıktan şikayet edeceğine, bir mum da sen yak...’ diyor. Bizler, hepimiz şu form sayfalarında ’ Bir mum da ben yakayım! ’ çabası içindeyiz. Bundan kuşkum yok. Bir bilge ’ Sanatkar her şeye aşkla bakan insandır. Sanat eseri bu bakıştan doğar...’ diyor. Hoca Ahmet Yesevi, Arkıl Ata, Dede Korkut, Ali Şir Nevai, İmam Maturidi, Mevlana, Yunus Emre, Taptuk Emre, Fuzuli kuşağında günümüze değin gelen ozan, şair, sanat ve düşünce bilgelerimiz en değerli miraslarını bu aşkla üreterek bizlere bırakmışlardır. UNUTMAMAK GEREKİR Kİ KÜLTÜR, SANAT, YAZIN VE DÜŞÜNCE DEĞERLERİMİZİN ÖZÜNDE AŞK VARDIR. Şiir bir yazın sanatıdır. İçlerinde bu sanatın aşkını taşıyanların binbir emek vererek ürettiği somut ürünleridir şiir. Kişilerde yaratıcılık düş ve duygularının üretime dönüşmesin adına da sanat diyoruz. Resim, müzik, tiyatro, şiir, yazın ve öteki sanat alanlarına giren alt ve üs kollarınını ilk başlangıcıve birikim noktası kişi içselliğidir. Sözü uzatmadan RAİNER MARİ RİLKE’ nin ’ GENÇ BİR ŞAİRE MEKTUPLAR ’ adlı kitabı ile MAX JAKOB’un ’GENÇ ŞAİRLERE ÖĞÜTLER’ adlı kitabından özetleyerek ve kendi yorumlarımla harmanladığım biligileri ilginize sunuyorum. Şairin iç dünyasının ilk işi kendini dışardan gelen etkilere açık tutmasıdır. Kendilerini etkilere açık tutmayan şair, yüzeysel yapılardan öte bir değer yaratamaz. Dıştan gelen etkiler iç dünyada birikimleşip duygu ve düş kazanında kaynadığı sürece derinlik ve güzellik kazanacaktır. Sizlere ne yapacağınızı kimse öğütleyemez. Dışardan gelen etkilere açık olacaksınız. Duygularınız içe dönük olacaktır. İçinize döndüğünüzde size ’YAZ! ’ diyen nedenleri düşünüp düşleyerek araştırınız. Kökleri derrinliklerde dal-budak salıyor mu buna bakınız. Yazmanız yasak edilince artık yaşamıyacakmısınız...? En çok da, gecenizin en sessiz bir anında ’ YAZMALIYIM! ’ diyerek kendinize sorun. Buna içinizin derinliklerinden bir karşılık çıkarmaya bakın. Eğer bu karşılık ’ EVET! ’ oluyorsa, bu ağırbaşlı soruya bütün gücünüzle ’ YAZMALIYIM! ’ diyebiliyorsanız, o zaman yaşamınızı bu gereksiminize göre kurmaya başlayın.Yaşamınızınen uçarı, en başıboş anınıza kadar bu içgüdünüzün bir belirtisi, bir belgesi olmalıdır verdiğiniz ürün. Ancak, genel konulardan kaçınınız ve günlük yaşamınızdan gelen konulara sığınınız. Acılarınızı, isteklerinizi,aklınızdan geçenleri ve herhangi bir güzelliğe karşı olan inancınızı anlatınız. Bütün bunları içten usul usul, alçakgönülülükle, açıkça anlatınız. Anlatabilmek için de, çevrenizdeki eşyaların, düşüncelerinizin ve anılarınızın konularını kullanınız. Günlük yaşamınız size zengin görünmüyorsa, bundan yakınmayınız. Bu zenginliği görecek bir birim ve yeteneğe sahip olamadığınızı kendinize söylemekten çekinmeyiniz. Çünkü, Yaratan için yoksulluk olmadığı gibi, yoksul, verimsiz bir yer de yoktur.Unutmayınız ki; SANAT ESERİ YARATMA GEREKSİNİMİNDEN DOĞARSA GÜZELDİR. Bırakınız yargılarınız sessiz, engelsiz gelişsin. Bular her ilerlemede olduğu gibi, iç derinliklerden gelmeli ve bir şey onları zorlamalı... Ama, evecenleştirmemelidir sizi.Bir duygunun her etkisini, her özünü içte, karanlıkta, söylenemeyende, bilinç altında, usla erişilmez olanda olgulaştırmaya bırakılmalı, büyük bir alçakgönüllülük içinde, hiç ses çıkarmadan bekleyerek, yeni aydınlığın yere ineceği anı beklemelidir. ANLAMAK VE YARATMAK İÇİN GEREKEN SANAT YAŞAMI BUDUR.BURADA ZAMAN ÖLÇÜSÜ YOKTUR. Yanmak... Göyünmek.. Savrulmak... Devinmek ve acılar gibi... dış etkilerin kaynayıp, taşmaya duracağı anlardır yalnızlık. Eğer birikimleriniz yeterince içinizde burulmaya başlamış ise, yalnızlığınıza sevinmelisiniz. Yalanızlığınızı... Acılarınızı... Düşlerinizi... Sesi güzel ağıt olarak taşımayı sürdürünüz. Unutmayınız ki; EN GÜZEL ESER, EN YOĞUN YALNIZLIKLARIN ÜRÜNÜDÜR. Daha sonra göreceksiniz ki, yalnızlığınız size çok yabancı durumlarda bile bir dayanak, bir yurt olacaktır. İşte bütün duygu yolculuğunuz buradan başlar. Yani, yalnızlıklarınızdan... Şiirden ve yazın sanatından söz ederken lirizme değinmeden geçemeyiz. Lirik düşünmeye dayanmayan bir düşünce, duyguya dayanmayan bir duygu halidir.Lirik şiir bir tutuşma sonucunda belirir. Bu tutuşma kişinin iç dünyasındaki birikimleri,duygu ve düş yoğunluğu ile kendini gösterir. Lirikuyumu bir deyişi beslemeye yarar. Böyle bir uyum içindeki sözcük dizinine de lirik adı verilir. Şiirdrn başka yerlerde de lirik bulunabilir. Ama, lirik olana erişemeyen şiir, gerçek şiir değildir. ’ Beni sevdiğince yağmuru da sevmelisin/ Birgün bana geleceksen gökçe gözlüm/ Gönlünün yağmuruyla gelmelisin/ Bulupta sevemediğim/ Ve dokunamadığım güzelliğinle/ Bürünerek pembemsi ipeklere/ Ürkekliğini sevdiğim cerenler gibi/ En delişmen duygularla / Periler gibi gelmelisin...’ (KÖMEN-Sırılsıklam) Şiirde yoğunluk önemlidir. Bu nedenle şiirinizin ve iç yaşamınızın yoğun olmasından kaçmayınız. Yoğunlaşınız. Bu yoğunluğu sağlayacak unsurlar dışardan gelen etkilerdir. Dıştan gelen etkilere açık olunuz. Yeni olan şey yüreğinizin en derininde oluşan şeydir. Gerisi başkalarından gelir. Form sayfaları bu konuda hayli yararlı alanlardır. Ama, başkalarından geldiği için yeni olmaz gelenler... Asıl yeni olan hoşa gidendir. Anca; daha önce görülmüş, duyulmuş, yazılmış ve yaşanmış olanlarla benzeşik olması da yeni değildir.(Bakınız; Suskunluğun Umut Ekeneğim Oldu ya da Kömen Denizim şiirlerim örnektir.) Kısaca yeni olan,hiç duyulmamış, söylenmemiş, yazılmamış deyişlerin ortaya konulmasıdır. Bu nedenle, birikim şiir sanatında oldukça önemlidir. Bir şiir sözcüklerinin tümünü yaşamak zorundadır. Şair olmayanların buna zamanları yoktur. Eğer şiir bir tutuşmanın, içten bir kaynamanın sonucu ise, şiir mutlu demektir. İşte o zaman anlaşılamamaktan korkmamak gerekir. Önemli olan şiirin mutlu olup olmadığını bilmektir. Yineliyoruz çünkü önemlidir. Şiirde önemli olan, anlatılmayanı, yazılmayanı dizelere aktarmaktır.Düşüncenin kaynağı kişi olmayabilir.O kaynaklar düş dünyasından gelir, kişi buna arka çıkar, güç verir ve sözcüklendirir... Düşünceden çok hüzün veren, içinizi yakan, acıtan etkileri ölesiye duyarsınız... Bütün bunları bir duygu kılığına sokarsınız... Bir de bakarsınız bunlar düşünce olmaktan çıkıvermiş.... İçinizde devinen özlem, hüzün, acı ve düş gibi bir başka varlık olmuştur... BYRON ’Şiir düşünceden ürker ’ demiş. Eğer içinizde devinerek kaynayan o varlığı, o dünyayı yazmak istiyorsanız bunu şiir uslübüyle yazınız. Unutmayınız ki,USLÜP DUYGULARIN ELELE VERMESİDİR Dış dünyadan gelen şeyleri uzun zaman biriktiriniz. Hemen tepki göstermeyiniz onlara. Tepkiyi ne kadar geciktirirsenizo kadar iyidir. Hemen başvurulan geri çevirmelerin hiç mi hiç bir değeri yoktur. Eserin dokusunu meydana getiren, eseri yaratan güzellik biçimden biçime geçişlere verilen düzendir. Gerçekçi olunuz. Her yandan kapıyı etkilere açık tutmayı elden bırakmayınız. Dilbilgisi, söz sanatı, vezin ve özellikle ses bilgisi öğreniniz. Gerisini unutunuz. Bir şairi, bir yazarı büyük yapan şey okudukları kitapların sayısı değil, iç ve dış dünyalarının derinliği ve zenginliğidir. Biligileri algılama ve öğütme biçimleridir. Şuna inanınız ki; ağız yüreğin zenginliği ile dile gelir. İyi bir yüreğiniz, sağlam da bir kafanız varsa güzeli yaratabilirsiniz. Bilgi ve anımsama ise düş gücüdür. Bir de bağdaşma vardır ki, her şey bundadır. Kişi hem parlak deyişler dökebilir, hem de acı etkilere açlık biri olabilir. Ama, o parlak deyişler etkilere açık kişiyi ele vermiyorsa verdiği ürün yavan ve yamalı bohça gibi kalır. İşte o zaman sanatçı için, içtenlikli değil denir.
Başınızı derde sokmağa bakın.Böyle bir günde elinize kalemi defteri alır bir üstün ürün yaratabilirsiniz belki. Her şey dertli olmaya bakar. Sözcükleri sevin. Onları tekrarlayın, gargara edin... Tıpkı ressamın bir çizgiyi, bir biçimi ve fırça vuruşlarını sevmesi gibi...Sözcükleri sevin. İçinizi dışlayacak her şeyin başı budur. İyi düzenlenmiş yapıtları iyi yapan, yazarların, şairlerin içini dışlamasıdır. Örneğin; Musset’in Komedyaları dışlaktırlar. Şekspirinkiler de... Bu durumda uslübün ne olduğunu anımsatmak yararlı olacaktır. Uslüp içimizdeki birikimlerin bir şiir ya da bir yazın düzeni içinde dışlanmasıdır. İçinizde olan şey, ölümsüz olandır. Servantes Don Kişot’u 60 yaşında yazdı. Jan Jak Russo 40 yaşından önce kalemi eline almadı. Bu şle demek oluyor; yazmadan önce kendinizi yetştirmeye bakın. Yani birikim sağlayın. Çalışmanın ilk adımı ayrılmalıdır. Var ve görünür olandan, var ve görünür biçimde ayrılmak gerekir. Sen ile Ben’in arasına bir uçurum koyun. Berilerden bir kule kurun. Uçurum kazıldığı zaman çalışmış, çok çalışmış olacaksınız. Ama ne var ki, bunun için de ince bir dikkat ve zaman gerek. Çalışmanın birinci adımı budur. Çalışmanın ikinci adımı sessizliktir. Üçüncü adımı ise; bilgisizliktir. Bilgi yüklü ilk söcükten başlıyarak kendinize şu soruyu sorun. O bunu biliyor mu? Ne türlü biliyor? Bilgisi gerçek bir bilgi mi? Böylece değerleri durmamacasına gözden geçirmeye alırsınız. Dünyanın, bilimin, felsefenin, bilimlerin, felsefelerin ilham ettiği kahkaya da işte o vakit erişebilirsiniz. Hoş görü ve insan severlik, bunlar kaskatı yargıları nasıl da yumuşatır. Bir düşününüz. Bilgisizlik dedik üçüncü adımda bilgisizliğin belirtisi şaşkınlıktır. Şaşkınlık yürek temizliğidir. Yürek temizliği ise bilimde olduğu kadar, sanat alanındaki buluşların da tümüne giden yoldur. MAX JAKOB 'Bırakınız küçük çocukları yakınlaşsınlar bana. Çünkü cennet, cennete benziyenlerin içindedir. Şunu unutmayınız ki, Cennet bir de yer yüzündedir.' diyor. Cennet bilgeliktir. bu nedenle her mesleğin bir çalışma mucizesi vardır. Bu mucizeyi somutlaştıracak tek ve önemli şey de yalnızlıktır. KÖMEN
| 1,514 |
Ne Farkeder...
Şimdi, seviyorum Gül desen, ne farkeder,
Kader diyerek çok sevdiğin seni terkeder,
Binlerce şiir yazmışsın hepsi acı ve keder,
Şimdi, seviyorum Gül desen, ne farkeder,
Kader diyerek çok sevdiğin seni terkeder...
| 33 |
Dost Dediğin
Dost dediğin sen ağlarken ağlayan
Yaran sarıp sarmalayan bağlayan
Sen dereyken o olmalı çağlayan
…..Her insana gardaş dost denilmiyor
…..Her gönülde, yer bulup girilmiyor.Dost dediğin karşılıksız sevmeli
Her zorluğa senle göğüs germeli
Gerekirse uğruna can vermeli
…..Her insana gardaş dost denilmiyor
…..Her gönülde, yer bulup girilmiyor.Dost dediğin yüksek dağlara benzer
Kızıp kükreyince lavlara benzer
Vazgeçilmez gençlik çağlara benzer
…..Her insana gardaş dost denilmiyor
…..Her gönülde, yer bulup girilmiyor.Dost dediğin damarda kan olmalı
Bedende can onla hayat bulmalı
Verilen sır ölene denk kalmalı
…..Her insana gardaş dost denilmiyor
…..Her gönülde, yer bulup girilmiyor.Dost dediğin özü sözü bir olur
İki yürek bir amaçta köz olur
Belki yaşar seksen doksan yüz olur
…..Her insana gardaş dost denilmiyor
…..Her gönülde, yer bulup girilmiyor.Dost dediğin şimşek gibi çakmalı
Gökkuşağı güzel olur bakmalı
Güneş gibi ısıtmalı yakmalı
…..Her insana gardaş dost denilmiyor
…..Her gönülde, yer bulup girilmiyor.Dost dediğin dostuyla yoldaş olur
Kayaturan severse gardaş olur
Hançer yese yinede sırdaş olur
…..Her insana gardaş dost denilmiyor
…..Her gönülde, yer bulup girilmiyor.(18.12.2009 Saat: 15.20)
| 168 |
Atatürk adı yeter-başka söze gerek yok Durmak dinlenmek olmaz-yapacak işimiz çok
On Dokuzuncu Yüzyıl-Bin Sekiz Yüz Seksen Bir
Dünyaya geldi Atam-önemli bir tarihtir
Yirmi Dokuz Aralık-Bin Dokuz Yüz Üç Yılı
Kurmay Yüzbaşı oldu-tarih öyle yazılı
Atatürk adı yeter-başka söze gerek yok
Durmak dinlenmek olmaz-yapacak işimiz çok
Bin Dokuz Yüz On İki-Dokuz Ocak gün ve ay
Trablusgarp' ta Tobruk-zafer O'nun çizdi fay
Bin Dokuz Yüz On Beş'in- On Dokuz Mayıs Günü
Albaylığa yükseldi-yurda yayıldı ünü
Atatürk adı yeter-başka söze gerek yok
Durmak dinlenmek olmaz-yapacak işimiz çok
On Dokuzuncu Tümen-Çanakkale Savaşı
O bize kazandırdı-Atam verdi uğraşı
Dokuzuncu Ordu'nun-komutanı olarak
Erzurum'a atandı-mutlulukla dolarak
Atatürk adı yeter-başka söze gerek yok
Durmak dinlenmek olmaz-yapacak işimiz çok
On Dokuz Mart Yirmi'de-ilk Millet Meclisi'ni
Toplantıya çağırdı-teker teker hepsini
Bin Dokuz Yüz Yirmi Bir-Eylül'ün On Dokuz'u
Gazi Kemal Mareşal-O'dur eriten buzu
Atatürk adı yeter-başka söze gerek yok
Durmak dinlenmek olmaz-yapacak işimiz çok
.Dokuz Yüz Yirmi İki-ilk Dokuz Eylül'ünde
İzmir'in Kurtuluşu-kaçış düşman dölünde
Dokuz Ekim Yirmi Üç-Ankara'mız Başşehir
0 Yirmi Üç Ağustos'ta-parti kurdu çok mahir
Atatürk adı yeter-başka söze gerek yok
Durmak dinlenmek olmaz-yapacak işimiz çok
.Dokuz Yüz Otuz Sekiz- ayrıldı Ankara'dan
On Dokuz Eylül günü-hastalığı yaradan
Samsun'a çıkışından-On Dokuz sene sonra
İstanbul'da ruhunu-teslim etti Gafur'a
Atatürk adı yeter-başka söze gerek yok
Durmak dinlenmek olmaz-yapacak işimiz çok
Dokuz Yüz Otuz Sekiz-bir On Dokuz Kasım'ı
O naşı Ankara'ya-nakledildi var gamı
Hasan'ın ilk görevi-O' nu tanıtmak iyi
Geçmişten geleceğe-söylenmeli pekiyi
Atatürk adı yeter-başka söze gerek yok
Durmak dinlenmek olmaz-yapacak işimiz çok
| 240 |
Cesaretim yok
Cesaretim yok sana bir alo demeye
Eskiden böylemiydim ya; uydururdum binbir bahane
Duramazdık birbirimizi görmeden bir gün bile
O güzel yüzünü görünce, sesini duyunca; sanki güneş doğardı içime Şimdi cesaretim yok, sana bir alo demeye
İçimde bir korku var hep, ahizeyi yüzüme kapatırsın diye
Ne oldu bize, neler oldu sevgili yar; neden girdi aramıza durup dururken ayrılıklar Eskiden kavuşmamıza ne dağlar mani olurdu ne uzaklıklar
Utansın! utansın bizi birbirimizden ayıran düşmanlar
Şimdi cesaretim yok, sana bir alo demeye
İçimde bir korku var hep, ahizeyi yüzüme kapatırsın diye Seni kırdıysam eğer, ne olur beni affet
Dargınlığa tahammülüm yok, ya barış yada terket
Sevda dediğin ateşten bir gömlek,elimde olmadan giydim,neolur gel merhamet et Şimdi cesaretim yok, sana bir alo demeye
İçimde bir korku var hep, ahizeyi yüzüme kapatırsın diye
Bu kadar naz yeter; gel ne olur barışalım
Biliyorum sende pişmansın; gel kavuşalım O eski güzel günlere tekrar kavuştur bizi allahım
Biliyorum suçluyum seni elimde olmadan kırdım
Şimdi cesaretim yok sana bir alo demeye
İçimde bir korku var hep, ahizeyi yüzüme kapatırsın diye
| 172 |
KAN REÇETESİ
Kara bir gök için çok şey söylenebilir elbet
İşte benim bulutum
pas tutmamış sözcüklerden örgülü bir ağıt
alnına halk sıçramış neferlerin çılgar gözleriyle
sana
ey rengi tarihini utandıran elbise
Yüzün hiç yabancı değil
sen eski borazanların gedikli çalgıcısı
sesine küflü ambarların kokusu sinmiş
irin salgını, cinayet fotokopisi ve kangren depolanmış
eskimiş tarih satıcısı ambarların kokusu.
Burnum duymuyor ama seni
uslanmış ıtır kokusunu da duymuyor
benim burnum
benim burnum
vahşi dağ çiçekleri, bozkır gülleri ve devedikenlerinin
kırları genişleten halk kokusuyla yanıyor
genzim çatlıyor
genzim çatlıyor ve seni de çatlatıyor
el illizyonizmin sırça küresi.
sana kim sus dedi Kalbim.
Dünya bir ateşten top gibi kavruluyorken
toprak güneş sıtmasıyla sarsılıyorken
burda, orda, öte yanlarda
alınterinin öfkeyle fışkıyan şavkı
yeryüzünü yeniden biçimliyorken
ve depremle sarsılan halkların beyni
illizyonizmin büyüsünü bozuyorken
seni kim büyülemek istiyor Kalbim.
Bildim hiç kuşkusuz
su yılanları, yeraltı fareleri ve akbabaların koruyucusu
çarpıcıların, kemirgenlerin, leşçilerin
şaşırtılmış kolcusu.
Usul usul da gelsen, harlayarak da gelsen
el illizyonizmin güleryüzlü büyücüsü
masken kandırmıyor çoktandır beni
beni ve benim gibi
dünyaya kanından dürbünle bakanları
soluğu cehennem yakanları.
Çünkü biz hayatı kendi aynasından gördük
biliriz sırça kürenin yaldızındaki puştluğu
Ey tırnaklarımı büyüten tahammülsüzlük
beynimde hora tepen on sivri bıçak
senin kendi damarında denediğin keskinlik
halkının alnındaki tomurcuğu patlatsa da
kan kendini aldatmaz
kan kendini aldatmaz
Kalbim!
bu acıya dayan
varsın işkenceler dağlasın seni
duru bir gök için vahşete katlananlar
acıyı bir silah gibi göğsünde saklamalı
Kalbim!
bu acıya dayan
bu acıya dayanman için
yaranı iyileştirmek için sana
parçalanmış gül cesetlerinden bir reçete
vereceğim
vahşet dağlarından kızgın kemik külleri
işkenceler ovasından kan dölleri
ve yangınlar vadisinden dehşet bir ateş.
Kan kokusu büyüyü bozmak için
Kemik sıcaklığı sırça küreyi eritmek için
Ateş kırmızısı göğü aydınlatmak için
Böylece dirilir içindeki gül cesetleri bile
dirilir ve o zaman
çılgın bir şafakla tazelenen gökyüzü
bir taze tomurcuk gibi açar
kanıyan alnında senin.
Kalbim!
sen varsın
sen tökezleyen bir şarkı değilsin
ne de uzun, yanık havalı türkü
sen kendinin ezgisisin.
Yırt öfkenin sabredilmez dağarcığını
dağılan, saçılan ne varsa hepsi senindir
kara bir gök ancak bunlarla arınır
ve elbette yeter bunlar sırça küreyi dağıtmaya
acı diye ne varsa hepsini onarmaya
Kalbim!
elimden tut
elimden tut
sensiz birşey yapamam.
Arkadaş Z. Özger
| 360 |
Seni Düşünürken Kalemin Yazdıkları
Seni düşünüyorum
Bedenim güneşle savaşan buz gibi
Eriyordu dışarıda
Teyp aşk şarkısı çalıyordu
Kalemim ödevimi yazıyordu
-ama kalemim yazıyordu-
Ben seni düşlüyordum
Hayallerimi senden başkasıyla süslemiyordum
Ve seni düşünürken
Yazıyordum bu şiiri…Bazen Ay’ı izlerdim
Bazen aynada gözlerimi
Seni görmek içinBazen kendime dikkatle bakardım
Ölü görmek için
Alıcı gözüyle bakardım hem de.Ama şunu bil ki;
Senden nefret ederken de
Sana def ol derken de dilimle
Seni seviyordumSeni düşünüyordum
Dışarıda yağmur
Lapa lapa kar yağıyordum
İçerde sevda yanıyordum
Ama seni düşünüyordum…İyi, güzel düşlüyordum seni
Ama yalanı kıskanıyordum
Kırmızı gül veriyordum eline
Ama nefret ediyordum
Seni;
Seni çok seviyorum diyordum
Ama kin ve yılan püskürüyordum
Seni –fahişe yataklar-da gördüğüm zamanSeni düşünüyordum
Ocakta ateş
Dağda volkan yanıyordum
Seni düşünürken
Üşüyordum masumca…
Dışarıda
Saçının kalınlığında
Keder yağıyordum sıcakça
Ama hep seni düşlüyordum
Adamca…Ama kıskanıyordum seni
Nefret ediyordum
Seviyordum seni
Daha çok nefret ediyordum senden
Daha çok seviyordum…Seni düşünüyordum
Hep seninle beraber olmak istiyordum
Dudaklarına dokunabilmek
Ve ellerimle ansızın sarmak
Çırılçıplaklığını…Her yerde
Seni düşünüyordumYollarda
Evde
Yalnızlığımda
Sigara içerken (içmezken)
Hastayken
Saç kestirirken bile
Köyde mesela
Piknikte
Dershanede
Eksik gecelerde
Tastamam hüznümle
Seni düşünüyorum anla artık
Tuvalette bile…Her yerde sen varsın aşkım!
| 189 |
Dolunay'da Gelirim
Ege'nin tam ortasında
İki yakada da aynı ışıklar vardı
İki yakanın da üstünde dolunay
Bir yanında Costa
Bir yanında Ahmet var
Bir yanında Elena
Bir yanında Emine var
Benim aklımda sen...Midilli'nin Ayvalık aşkı
Cunda aşklarının ürünü
Kardak kayalıklarına çarpıp ta geri dönen
Aşk haykırışlarıdır gülüm
Belki Elena'nın Emre'ye
Belki Zeynep'in Costa'ya olan aşkının
Haykırışları
Ben akvaryum adasına yükledim sevdamı
Ürken balıklar dolanıp egeden
Akdeniz üzerinden sana getirsin diye selamımı...Dolunay var yine gülüm
Kaç gün önce başladı unuttum
Unutmadığım tek şey
Dolunaylar da depreşir duygularım
Midilli yolunda başlamıştı
Sen geldin bitmedi
Ve aklımdan sevdan hiç gitmedi...Ege'nin tam ortasında
İki yakanın ışıkları aynı yanıyor
İki yakanın insanları da aynı yaşıyor
Yine geldi gülüm dolunay
Aşk doğuruyor
Dedim ya şiir sana hep
Gelecekse aşk
Hoş gelir sefa gelir...Bir dolunay bitiminde
Geleceğim sana canım
Canım cananım
Aşkına turap olmuş halde
Geleceğim kapına
Bekleme gülüm
Ben beklemezlerde gelirim...Bekle beni
Aşk gibi
Sevda gibi
Beklemezlerde,
Dolunay'da gelirim...Erdal İrfan / Beklenmeyen vakitlerin yolcusu
20 Kasım 2008 Saat 22.30
| 163 |
Önerme….
Bir Ömür geçti
Köpekler havlar
Havlayan 2N-2F olsun
Ömür geçer,Köpekler havlar
2N-2F uzun saçlı
Hatta biri Boksör Burunlu
Boksör Burunlu; Köpek olsun…Öyle bir Önerme ile gelki;
Sincap inanmasın
Köpekler havlamasın
2N-2F Köpek olmasın
Sincap inanır,Köpekler havlar
Köpek; Boksör Burunlu olsun..
Havlayanın yüzü gülmesin…
| 44 |
Bir Musibet Bin Nasihatten Üstündür!
Bir Musibet Bin Nasihatten Üstündür!
Belirli dönemlerde –özellikle seçim dönemlerinde- çıkarılan ve son olarak halk arasında “torba yasa” olarak adlandırılan ama çuvala harara kadar varan büyüklüğe erişen, hükümet yetkililerinin aklına geleni aklına estiği gibi ve sonucunu düşünmeden o torbaya tıktığı, nerede ise “ne yaptıysan yaptın, batan ekonomiyi şu dönemde biraz olsun düzlüğe çıkarabilmem için ve/veya öyle bir görüntü yaratabilmem için biraz ödemede bulun, hazineye biraz nakten veya kayden giriş görülsün, ben bu günü kurtarayım senin vergi kaçırman, hukuksuz davranman hiç önemli değil, yeter ki görüntü güzel olsun ve ben o görüntüyü biraz da süsleyerek halka şirin görünebileyim, alacağımı alayım, sonrası Allah Kerim” anlamına gelebilecek düşüncelerle uygulamalara girildiği gözlemlenmektedir! . Bu da halk arasında alışkanlık yaratarak, halkı beklentiye itmekte. Yaptığı yolsuzluk, kaçakçılık, uygunsuzlukları çekinmeden yapma cesaretine itmektedir. Nasıl olsa af gelir düşüncesi ile yapılan bu tür yasaya aykırı tutum ve davranışlarla da Yüce Adalet, boş yere uğraşı içinde oluyor. Sonuçta yasaları, yürütmesi günün gerekleri ve koşulları ile uyumlu, tutarlı ve bütünlük içerisinde süreklilik gösteren yönetim uygulamaları olmadığı için belki de (!) bir kesim esnaf, sanayici, tüccar böylece suça itilmiştir ve/veya itilmektedir. (Gerçi hiçbir suçun özrü olmamalı!) Önemli olan, böyle ortamların yaratılmaması, hiçbir hak ve hukuksuzluğa göz yumulmamasıdır. Bu ara işçi, köylü, emekçi ve emekli kesime ne yapıldı derseniz, ayıp etmiş olursunuz? ! Her gün yandaş olan / olmayan, okyanus ötesinden beslenen olsun / olmasın gazete ve televizyon kanallarında deyim yerinde ise dizi yazısı / dizi film gibi okumakta / izlemekteyiz. Gözü dönmüş katil görünüşlü polislerce, büyük bir hışımla lağım suyu, biber gazı, cop, tekme, tokat, yumrukla gözüne gözüne vurulmuyor mu? Saçlarından, bacaklarından tutulup sürüklenmiyorlar mı? Sorgusuz içeri tıkılmıyorlar mı? Üstelik bir de alışkanlık oldu,nasıl olursa olsun tüm eylemleri “hükümete…., hükümeti…….,toplumu …..darbe ile…başlayıp gelişen bir şekilde toplu suça dönüştürülmüyor mu? 30-40 Kişilik, 50-100 kişilik, 100-150 kişilik kümeler şeklinde yargılanmalarını beklemiyorlar mı? Suçlarını bilmeden, ne olduğunun, ne yaptığını bilmeden, acaba ekmek yedim ondan mı, şöyle bir deniz kenarında gezindim ondan mı, falanca TV kanalını izlemiştim ondan mı, şu gazeteye şöyle bir göz gezdirmiştim ondan mı; toplu sözleşme demiştim, grev demiştim, işçi hakları demiştim, emeğin değeri-alın teri demiştim ondan mı; intibak yasası çıktı ağzımdan, kalkınmışlık düzeyinden pay çıkmıştı ağzımdan ondan mı; gübre alamıyorum, mazot alamıyorum karasabanla mı sürsem tarlamı diyordum, yumurtam, etim, sütüm yok ben nasıl köylüyüm demiştim kahvede ondan mı….? ! . diye hayaller kurarken, işte böyle leyleğin ömrü lak lak ile geçip gidiyor!
İşsizlik, açlık, yokluk, yoksunluk, yolsuzluk almış başını gidiyor! İş isterken dayak yersin, aş isterken yerlerde sürünürsün, yoksulum dersen “partimize oy vereceksin ha, yoksa geri alırız! ” şeklinde sadakaya razı edilirsin, birileri kusuncaya dek yerken yutkunursun, yolsuzluk yapılıyor dersen istikrar düşmanı olursun neyin istikrarıysa? ! .
Anlayacağınız, orta çağ zihniyetli, faşist, totaliter bir dikta yönetimi hüküm sürüyor. Sürdürenler liberal kapitalistler. Uygulayıcılar dinci görünüp dini, imanı, Allah’ı, kitabı para olanlar. Buna olanak sağlayanlar ise işte yukarıda anlatılan işçi, köylü, emekçi, emeklilerdir.
Onların oyları ile gelmedi mi bu musibet? ! .
| 484 |
Ocak
İki ayrı dünyanın insanıydık belki
Belki burçlarımızda uyuşmuyordu ben pek anlamam
Anladığım tek şey vardı ve adı aşktı..Sana her eylül yeni bir güzellik katardı
Bende ise herşeyimi alıp götüren ocaklar saklıydı
Soğuktu sensizliğim kadar
Ve kar düşerdi toprağıma bir çığ gibi
Ellerini arardım yokluğunun buzulunda
Soğuktu ellerim hiç ısınmazdı
Uzatsam elimi derdim
Ellerim kanardı
Ocaktı ve ellerim birdaha hiç bir eli bu kadar aramayacaktıYıllardan bilmem kaç aylardan ocaktı
Ve bir çocuk doğacaktı
Doğum sancılı hava karanlıktı
Soğuktu, ıssızdı sokaklar
Ama bu çocuk her şeye rağmen doğacaktı..
Aylardan ocaktı..
ve gökyüzü alabildiğine karanlıktı
Sokaklar, caddeler kısacası tüm şehir ıslaktı
Aylardan ocaktı..
Neydi bu gizem, bu esrarengiz varoluş hikayesi
Neydi yada ne değildi
25 ocak sonra daha iyi anlayacaktı..Karanlık..
Hayatını geçirdiği her yer karanlık
Baktığı her duvar zifiri siyahlıktı
Bir gül koparsa, daha dakikalar dolmadan ellerinde kararacak
O sadece güllerine bir mezar daha kazacaktı
Ve aylardan yine ocak olacaktıYağmur..
Gözleri hep ıslaktı
Ne zaman ağlasa bir yere mutlaka yağmur yağardı
Her göz yaşı kararmış bir havanın habercisi
Her ıslak ve karanlık hava onun sancılı doğum günü olacaktı
Ağlardı..
Yağmurluydu Ve hep sağanak yağardı gözleri..Aylardan ocaktı.Dirseğini dayadı masanın üzerine
Başını ellerinin arasına aldı
Kalbini masanın ortasına koydu
Saatlerce baktı
Anladı ki bir yerlere yine yağmur yağacaktı
Soğuktu, karanlıkta ıslaktı sokaklar
Anladı
Bir daha doğmayacaktı
Kahretsede hayata, hayatı karanlık, sokakları ıslaktı
Ve hayatı bir aydan ibaret..
Oda ocaktı..
| 225 |
--Kahreden Ayrılık--
Kahreden Ayrılık…Uzun bir zaman oldu ayrılalı ve sen gittikten sonra derin izler bıraktın hayatıma, anılarıma.. Uzun süren yorgun bir ilişkiydi bizimkisi ardından dağınık bir hayat geçmiş bir zaman ve hayat yorgunluğu kaldı üzerimde. Şimdi soruyorum ben kendime sabır ve zamandır şu an ihtiyacım olan hani herkesin tavsiye ettiği zaman! Aslında bu en büyük yalan…. O zaman ki, beni çoğu zaman kanatır eksiltir.. ve gün gelir bir gün başka bir mevsim, başka bir takvim başka bir ilişkide o eski ağrı ansızın geri teper üzerime.. ne yaparım ben o zaman işte.. Belki muhtacımdır sana tekrar aynı duyguları yaşamaya yapamıyorum sevgilim ben başkasıyla seninle ilgili bir yaram vardı acı acı kananyan birde saf sevgim. Şimdi güzel aşk sözleri kaldı dilimde, kalbimde, dudağımda bunları senden başka kimseye söyleyemiyorum. Olmadı sevgilim dön artık dayanamıyorum sende beni çeken o kadar çok şey vardı ki sen ayrı bir mevsim ayrı bir tattın benim dünyamda… Peki ya şimdi; sen gittin ben bittim tıkandı kelimeler sözcükler boğazıma her şey değişti bütün hayatım.. ama; ben yapamıyorum, yazamıyorum, göremiyorum, duyamıyorum ve dayanamıyorum dedim ya bir tanem ben senden sonra kendimi bile artık sevemiyorum…
| 184 |
Doğa
Hizmet için yaratılmış insanlığa
Kıymetini bilememişiz onun oysa
Haklıdır bizden ne kadar şikâyetçi olsa
Doğa, hayat kaynağımız, nefesimiz adetaGözlerimizin alabildiğince uzanan yeşillikler
İçimize çektiğimiz oksijen soluduğumuz hava
Hepimiz doğaya atarız kendimizi mutlaka
Hayat buluruz yeniden,yeniden onunlaBize bu kadar güzellikler sunan
İçinde yüzlerce bitki canlı barındıran doğa
Bizler bunları hak etmiyoruz aslında
Ormanlarını yakan ağaçlarını kesen katleden bizler
Yeşilliklerini kirleten sularını pisleten bizler
O kadar zarar veriyoruz ki sanaOysa senin yeşilinde doğanda beslenen
Hayvanların etini yiyor sütünü içiyoruz
Kâğıdımızı, kerestemizi ağacımızı senin ormanından üretiyoruz
Doğa evet biz senin kıymetini hiç bilmiyoruzSenin içinde yaşayan hayvanlar bile
Bizim sana yaptığımız zararı yapmıyor
Onlar hayvan olduğu halde senin dengeni bozmuyor
Biz insanlar söyleyin bize ne oluyor? Katletmekten kirletmekten geri kalmadığımız doğa
Daha ne kadar dayanabilecek acaba?
Bir gün gelip çöl olmadan güzelim doğa
Aklımızı başımıza toplayalım mutlaka“Yayılır çimenlere yeşilliklere iki ayaklılar
Oysa onlar kadar doğayı kirletmez dört ayaklılar”
| 145 |
Sesinle Düştüm Denize Seni Severken Kirlenmez Deniz
sesini duymak şehirler ötesinden bir anının canlanması oluyor,
ve her anı ağrılarla eş anlamlıoluyor
yazık ki,eskilere benzeşmesi,dönüşmesi olanaksız olan
seni seviyorum...sesin kocaman
bir yitirilmişliğin yakan ezgisi şimdi...
bu temmuz
bu çarşamba gecesinde
ve düşmüşken dolunay denize
- ben denize düşüyorum,seni sevmişken kirlenmez deniz,ben düşünce biliyorum-...
eşleşip sırnaşıp duruyor yıldızlar,sesini duymak güzelde;
konuşan sen değilsinki,ben değilim ki onbir saat ötende seni dinleyen,benim duyduğum gizlenen yürek çarpıntıları,bir de karşımda kumsalla oynaşan denizin dalgacıkları.bir ilmekle tutuyorum
dilimde asıl sana söylenecek kelimelerimi,çözülsem...ya düşersem sonuçsuzluğuna kelimelerin?
ismin kumsala yazılı sesin sesin dağılmasın istiyorum dalgalarda bir ben görüyorum ismini,
tırnaklarıma sıkışmış kum taneleri,bakıyorsa ay,aldırış ederlerse bu halime birde yıldızlar tabiki denize dalıyorum,üşümüyorum öyle bir his yok,
beni titreten başka birşey...düşünüyorumda ne getirebilirimki sana bunlardan başka...sen nasıl haksızlık sayacaksan,söylemediklerimi yapma-
dıklarımı,dizginlerimi sıkı tutarak bende haksızlık diyorum onlara,
seviyorum seni...
yalnış bir ezginin mısraları olmak ezici sesin bu türküyü söylüyor, bu sesler bizim değil, başka bir tonda asıl seslerimiz bizim aslında...
kötüyüm çok kötüyüm
bu temmuz
bu çarşamba gecesinde
ve dolunay düşmüşken denize
| 172 |
Karaman` da
Karaman da varlık dolu, Nurlanmıştır güzel yolu,
Aşıklar Yunus’un oğlu, Karaman da, Larende de...
***
Karaman da sağlık düzen, Görsün Aşıkların gezen,
İlim yollarında özen, Karaman da Larende de...
***
Karaman da çok Erenler, Mevlanayla hay dönerler,
Kültür sanatı severler, Karaman da Larende de...
***
Karaman’ın çok güzeli, Sazları okur gazeli,
Sadıklar gelmiş ezeli, Karaman da Larende de
***
Karaman da Yunus Hocam, Mehmet Beyim Lisan Amcam,
Mevlevi der gülüm goncam, Karaman da Larende de...
***
Aşık Mevlevi hep ağlar, Yunus un yolunda çağlar,
Ne güzeldir bahçe bağlar, Karaman da Larende de.
*** Aşık Mevlevi Kaydeden: Erdal Canbulat - e.canbulat@chello.nl
| 102 |
Sevgi olmadan kalpte huzur olmaz
Dünyada her işin başı sevgidir,
Sevgi olmadan kalpte huzur olmaz.
İnsanların temel taşı sevgidir,
Sevgi olmadan kalpte huzur olmaz.Sevginin sırrını herkes bilemez,
Sevgi olmadan insanlar gülemez.
Sevgisiz bir hayat düşünülemez,
Sevgi olmadan kalpte huzur olmaz.Sevgi kalbimizden taşan duygudur,
Sevgi yüreklerde coşan duygudur.
Sevgi gönülleri aşan duygudur,
Sevgi olmadan kalpte huzur olmaz.Aşk bizim özümüzde olan tastır,
Sevgi sevda ile yüreğe hastır.
Sevgi gönlümüzde yer alan histir,
Sevgi olmadan kalpte huzur olmaz.Yusuf aşk ile gönüle gelelim,
Sevgiyi kurtuluş yolu bilelim.
Aşk ile biz sevelim sevilelim,
Sevgi olmadan kalpte huzur olmaz.
| 93 |
VEFA
uzun bir arayıştan sonra bulup kapı eşiğinden uğurladığım onca vefa… eskiden böyle sinmezdim ateşini yaktığım şüphenin sessizliğine durmaksızın yanan bir alevin üstünde tüten avucumdaki şu sefil bahar, uzatsaydı iklimi ceylan yağmuru izlemek zorunda… yıllarca ezberimde tuttuğum hakikat duyguya yaşam soluğunu veren güç yürüdüm aşkın ve yontulmuş bir taş gibi sonsuza bakabilenlerin izinden bulutlandım, yağdım sürdüğüm yol boyunca ışığı önünde sözler buldum, dindi fırtına tutundum eteğinden, soluğunu ödünç aldığım ömrün hiç denemedim sözü ışığa tutmayı zaten acemisiydim tenimde gizlediğim zamanın belki bunun için silindi yolumun çizgileri zamansız bir vedanın dilsiz dalgınlığıydı içimdeki hüznün gözlerime yaslanan gölgesi kapıldım işte arsız bir şölenin sahte coşkusuna mevsim söze, gözyaşı tele düştü alıngandı nota, mızrap alıngandı kaçamak bakışlarla yıldız arayan gözlerimde büyüdükçe büyüdü yokluğunu içinde taşıyan sis kümesi çok dallı bir ağaç gibi sardı her yanı gizli bir heves olarak kaldı yankılanan sesin uğultusunda yalansız aşka kurduğum anın heyecanı
| 145 |
Cesaret
Ruhumu tarifsiz bir heycan kaplar
Gozlerin kalbime bir hancer saplar
Ismini soylerken titrer dudaklar
Cesaret edipte soyleyemedim Kac kere soylemek istedim sana
Tamam simdi deyip ciktim karsina
Bir seymi var diye sordugun anda
Cesaret edipte soyleyemedim Kapina kirmizi bir gul biraktim
Gectigin yollara ismini yazdim
Sana soylemekti asil maksadim
Cesaret edipte soyleyemedim Bunlari yazarken doldum kahirla
Derdimi anlattim bir kac satirla
Lutfen okurken beni hatirla
Seni Sevdigimi soyleyemedim...
| 69 |
Yılbaşında Rezalet 57 YTL.
Gördünüzmü,adalet nasıl etti tecelli?
Yılbaşında rezalet,elli yedi YTL.
Özgürlükler kısıtlı,yasak gelmiş bes,belli.
Taciz,maciz ticaret,elli yedi YTL.İçe bildiğin kadar iç,kesilsin nefesin.
Bu günün şerefine,eksilmesin hevesin.
İran,rusya farketmez,ağır ceza var kesin.
Utanmazlık,sefalet elli yedi YTL.Yılbaşı geleneği uyuşturucu,alkol.
Güne özel gelenek,tüketilmeli bol bol.
İstanbul sokakları donatılmalı kol kol.
Akla gelen melânet,elli yedi YTL.Bu kültür bu gelenek yayıldıkça yayılmış.
Ahlâki duygularım,bu gün hiçe sayılmış.
Bu cezayı verenler, biraz erken ayılmış.
Küfür,zina,hakaret,elli yedi YTL.Asırlardır bu düzen bozulmamış,bu günde.
Bir kenara, bir yasa yazılmamış bu günde.
Ahlaksızlık sınırı çizilmemiş bu günde.
Yaralama,cinayet elli yedi YTL.Şehvet salyalarının,caddelerde zuhuru.
Kaç para inançlının,terbiyesi,gururu?
Yıl başında izin var,medeniyet huzuru.
Sokaktaki zihniyet,elli yedi YTL.Çok dikkate almayın,trafik kazasını.
Belediye kaldırır,toplu cenazesini.
Lütfedip ödemişler,suçlular cezasını.
Türlü hüner,maharet,elli yedi YTL.Binali,bu milletin yarasını kaşımış.
Kaşınacak yara çok,parmaklarım üşümüş.
Bütün kusur medya da,manşetlere taşımış.
Yayınlanan felaket,elli yedi YTL.
------------03.01.2008
| 137 |
Şahadet
Alemlerin Rabbisin,
Rabbisin ulu Allah,
La ilahe illallah,
Muhammed resul Allah.Rahmansın ve rahimsin,
Rahimsin ulu Allah,
La ilahe illallah,
Muhammed resul Allah.Din gününün sahibi,
Sahibi ulu Allah,
La ilahe illallah,
Muhammed resul Allah.Esirgeyen,koruyan,
Bağışlayansın Allah,
La ilahe illallah,
Muhammed resul Allah.Rızkları sağlayan,
Sağlayan ulu Allah,
La ilahe illallah,
Muhammed resul Allah.Bütün ihtiyaçlara,
Yetersin ulu Allah,
La ilahe illallah,
Muhammed resul Allah.Zamandan ve mekandan,
Münezzeh olan Allah,
La ilahe illallah,
Muhammed resul Allah.
| 73 |
Tekerrürdeki Tarih, Tarihteki Tekerrür
Tekerürde tarih
Tarihteki tekerrüre inat
Anladım tekkerürde saklı tarih
Tekerrürde gizli benimse korkum Tarih neden tekerrürden ibaretmiş
Bir kez daha anladım;
Tekerrür eden tarih olsa sadece
Bu kadar olmazdı bildim.... Bu kadar olmazdı tarihin tarihi
Bu kadar sürmezdi bu acı bu korku
Yoksa tek bilen benmiyim
Bu tekerrürdeki sırrıKorkum tekerrüründe tarihin;
Korkum tekerrürümde kendimin...
Korkum tekerrüründe korkumun
Korkum...
| 62 |
Haydi kurtuluşa
aynı aile çocukları
karanlığa ve ışığa sıkılan yumruklar
genç yaşlı çocuk insanlar
yılmadı bedenleri
görünmez
ıslık ve mermi yaraları dolu
delik deşik edilseler de
otuz kırk yıl aynı işkence
ya bitecek ya bitecek
vazgeçişlerin
tereddütlerin yeri yok bugün
tunus mısır libya
özgürlüğü keşfedememiş yıllarca
şimdi
umut ya da yok oluş
zafer sizin inanmışsanız
üstün siz geleceksiniz
bir birbirinize sözler verin
meydanlar bayram yeriniz
alanlara sığmayacak şöleniniz
belki bugün dinecek
bugün yılların zulmü bitecek
aynı aile çocukları
haydi kurtuluşa koşun
günde beş kez haykırın
insan olun
haklarınızı çağırın
ezdirmeyin ezmeyin
kurtuluşunuz mekke'nin fethine benzesin
şirk'ten tevhide
ne krallık saltanat
ne de baskı işkence
bütün bir cahiliyete
bir veda hutbesi güzelce..Mustafa kaya / Çengelköy
28.02.2011
www.mustafakaya.net
| 116 |
İnsanlığı Sevmiyorsan
Yağmur olup yağmıyorsan bulut olsan ne olur
Bir çiçeğe su vermezsen ırmak olsan ne olur
Çiçeklerden bal yapmazsan arı olsan ne olur
İnsanlığı sevmiyorsan insan olsan ne olurKapıların kapanmışşa okul olsan ne olur
Kimselere doğmuyorsan güneş olsan ne olur
Hastalara faydan yoksa doktor olsan neolur
İnsanlığa faydan yoksa hakan olsan ne olurDoğruları yazmıyorsan yazar olsan ne olur
Geçmişini yazmıyorsan tarih olsan ne olur
Bir fakiri güldürmezsen zengin olsan ne olur
İnsanlığa faydan yoksa bakan olsan ne olur
08/09/2000
| 80 |
Sabr Edenler Menzil Alır
Sabr edenler menzil alır
Sabr etmeyen yolda kalır
Sabreden Mevla’yı bulur
Sabr eyle gönül sabreyleBu aşıklık bir ni-mettir
Hakk’tan bize hidayettir
Sabrın sonu selamettir
Sabreyle gönül sabreyleSenden birşey istemiyom
Kırma beni dünya, dünya
El aleme rezil ettin
Kıyma bana dünya, dünyaAklımı başımdan aldın
Nefsimin mahkümü oldum
Zaten ben belamı buldum
Yıkma beni dünya, dünyaDünya dünya yalan dünya
Beni benden alan dünya
İyileri yiyen dünya
Kötülere sen kal dünya
| 72 |
KANDAHAR
Çünkü ben
sancısı bakır kaplarda çoğalan
ahşabın avazından kesilmiş zamana devrildim
yüklü kaldım şehirden, uzakların baktığı
ürkütülmüş bir aynaya verildim
Sırların emzirdiği sur diplerinde
yaban incirleri, sürgündeki rüzgâr
kederin su içtiği karaçalılar
Bir kuğu bir harfle yer değiştirdi
doğrulurken boynunu kırdı içimde
sırların emzirdiği sur diplerinde
sır tutan başka bir şey tutamaz
har kokar, esrar kokar, kandahar
ağzımın yarısı sarışın bir virgül yüzünden
geçmişe bakar, bütün bunları
çay, zeytin, tütün bunları
tuzsuz kıyılara varmak için
kendi gözyaşlarını yalayanlardan aldığım
hiç ortalı bir deftere yazdıydım
ben ki göl nasıl düşünür bilirdim o zamanlar
sırtüstü yatmış sarı bir hayvandı o
ayrı baltaladığı ağaçlara ağlayan
Hiçin adını anan
kimseden söz dinlemez
hiç kimsenin ardında durmayan zaman
karnında bir akreple...
bir şiir patlar bir tüfek ölür
adına puşkin! denir
bunu bil bunu bil
bütün ölümlere buradan geçilir
ha hâbil, o otomobil, e erbil, çar çernobil
bunu bil, bunu... bun bu!
Şimdi ağzımın diğer yanında (bkz. 32. satır)
doğacak çocuklarınızın okuyacağı
kitaplar için, rusya'dan gelecek
oğlum bahanesiyle boşaltılmış raf
Çünkü ben bekletirim
ıssız bir adaya düşen her türk gibi
yanımda ikametgah senedi ve 6 fotoğraf
Yasakmeyve. Eylül- Ekim 2004
| 185 |
SİZ BENİ NİYE SEVMEDİNİZ?
Geldim, kendim
Diye... “Hiç!”
Dediniz, “ses
Ve ten, tek...”
Bildim evim
Diye... “Geç!”
Dediniz, “yer
Mi şimdi bir de!”
Döndüm, içim
Diye... “Seç!”
Dediniz, “bire
Bile bin iz!”
Siz beni niye sevmediniz?
| 36 |
BİN DERT
kötü bir rüya geldim
adını ezberleyemediğim gürültünün arasından,
vermediğim sözlerden yaptığım yatak dolusu
çıplak geldim
yirmi bin kere yorgun, bir o kadar sarhoş
oynadığım bahislerin ortasından şaşı bakışlı
kimseden ülfetsiz geldim
şol kalbim bir o kadar içre
kendinden geçmiş ve kelâmını kaybetmiş
nergislerin açmadığı saatlerden hevesli geldim
burası taşın görünmeyen gölgesiydi
kuyunun kopmuş ipi
kuşların uğramadığı derinlikte akasya
hızını unutmuş chevrolet
yağmur yüzü görmeyen pencere
- ben yalnız uzağındayken iyi geldim
Çağdaş Türk Dili / Ağustos 2003
| 79 |
O Beyaz Gömlekli Kadın
O BEYAZ GÖMLEKLİ KADIN
Yaram derin doktor bey, çare arama!
Bu yaranın tek çaresi; O Beyaz Gömlekli Kadın!
Şifa için gelmiştim, merhemsiz yarama;
Şimdi gönlümü çeldi, O Beyaz Gömlekli Kadın! Önce içeri girdi, serumuzu takacağım diye,
Kolunuzu uzatın dedi, nabzınızı tutacağım diye,
Sonra bir hap verdi, suyla yutacağım diye,
Hapı susuz yutturdu bana, O Beyaz Gömlekli Kadın! Lüle lüle siyah saçları salmış gerdana,
Aklım tatile gitti, bayılayazdım bakarken ona,
Kimdi o, gurbanım doktor de hele bana,
Hayalmiydi gerçekmiydi? O Beyaz Gömlekli Kadın! Hiçbir iğneyi yememiştim bu kadar kolay,
O şırıngayı tutan pamuk eller başlı başına olay,
İçimdeki tutkular kolkola çekiyor halay,
Ağrılarımı bir anda unutturdu, O Beyaz Gömlekli Kadın! Başka zaman olsa, görmeye dayanamam şırıngayı,
Kıyametler koparır, basardım yaygarayı,
Yeniden başlatacak bana, bırakmışken sigarayı,
Çıramı yaktı,dumanımı tüttürdü, O Beyaz Gömlekli Kadın! Ne olur izin verin ebedi burada kalayım,
Olmazmııı? Ne yani bi yerimimi kırayım! ?
Korkum odur ki; bu gidişle kafayı sıyırayım! ! !
Beni deli gömleğine büründürdü, O Beyaz Gömlekli Kadın!
| 166 |
Vakit
Vakit...18.38...Ölü akşamıydı DÜŞ/lerimin.
| 4 |
Sessizlik
Sessizlik ürkütüyordu beni
Her tarafım karanlık
Sesler geliyordu ormandan
Dallar kavga eder gibi sallanıyorduSessizlik, gittikçe ürkütücü hal alıyordu
Ses soluk yok yanlızdım
Yaprakların sesi geliyordu sadece
İçime bir şüphe sarıldıSessizlik, gözlerimi kapatıyordum arada
Her şeye hazırlıklı gibi
Çılgınca, delice şeyler geçiyordu aklımdan
Kendimi oyalamaya çalışıyordumSessizlik, karanlığıma ışık beklerdim belki
Silinmişti her şey, yalan gibi
Yaşananlar unutulmuş, masal misali
Sessizliği gömülmüş, koca şehir
Zorluğu çeken yine hep benTarih: 08/03/2013
Saat : 20:14
| 72 |
Ağaçsız Beldeler
Modern harebelere benziyor bazı kentler
Gördüğümüz binalar makyajlı birer dilber!
İçinde huzur var mı, sevgi var mı; meçhuller
Örneğin can İstanbul, buna güzel bir misal
Nuh Tufanı ardından kalan beldeler gibi
Ne ağaç, ne de yeşil, görmüyor artık gözler
*
Madem ki bir tek ağaç dikmiycektin birader
Betona mı hasrettin, demir mi yer bebeler
Ne gerek vardı bunca; kum, çimento, tuğlaya
Süslü bir ayı gibi girseydin mağaraya
...........................*....................
08.nisan.2016
| 71 |
273 Nolu Rubai
273
Her gün her gece içmek, bitmeli; tövbe!
Dolu kadehi artık itmeli; tövbe!
Tam şimdi gül zamanı, her yer gül olmuş;
Tanrım; artık tövbeye etmeli, tövbe!
| 29 |
PESÜS
Ben denizin kumları üzerinde durdum
Bir heykel tadında olan ve bunu geçen
Bir şekilde denizin kumları üzerinde durdum
Durdum ki, şehrin son kalıntısı onu unutmak olsa gerek
Diyordum. Ve bütün ayrıntılarından sıyrılmış bir düzlüğün
Ayrı bir nesne gibi, daha sonra da
Hiç görmediğim bir yaratık gibi üstüme gelmeye başladığı
Bir şey olsa gerek
Ben bunu duyuyordum.
Yalnız duymak mı? korktum ve her yerlerimle yalnız oldum
Oldum ki, düzlük dediğim o korkunç varlık
Bitmez tükenmez bir kaynaktan çoğalarak
Üstüme aktıkça benim
Ben kendimi koruyordum
Sanki bir çaresizlikten ödünç aldığım kendimi
Mesela ellerimi bir heykeli bozmayacak şekilde boşluğa uzatarak
Bir anlam vermek istiyor gibiydim düzlüğe
Ve birtakım görüntüleri üst üste yığaraktan
Bir anlam
Sonra alanlarda, ana caddelerde unutulmuş
ırtıcı bir hayvan gibi işte ben
Yapılması akla gelmedik
Daha bir sürü şeyleri de hep yapıyordum ki
Pek denenmemiş bir boğuşma şekli oluyordu bu da
Sonra ben yoruluyordum.
Yalnız yorulmak mı? giderek geri çekiliyordum biraz
Pençesi asfaltlarda gezen, tüyleri camları ikileştiren
Aşılır bir yer sanan o beton duvarları
Mermerleri ve soğuk potrelleri tırmalayan
Ben
Geri çekiliyordum biraz
Güçlenip saldırmak için düzlüğe yeniden
Ama hiç bilmiyordum ki, neresinden vurulurdu bu düzlük
Neresinden bozulur
Bilmiyordum ki
Bildiğim bir şey varsa, bana pek bir zararı dokunuyordu diyemem düzlüğün
Diyemem, çünkü bir yerlerim hiç mi hiç acımıyordu ki
Ne bir baş dönmesi, ne bir göz kararması
Duymuyordum ki
Olsa olsa benim kendime bir şeyler yapmam için zorluyordu beni
Düzlük
Ve gerçekten yaptırıyordu da
Mesela giderek yenilmem gerekiyordu ki kendime, yenildim
Uzanmam gerekiyordu ki yere, uzandım sonunda iyice
Uzandım içimdeki o beyaz düzlüğün taşırdığı
Bembeyaz taneciklerin üstüne
Artık çağanozlar bir su gibi beni yalayarak
Geçiyorlardı tek sesli yaradılışımdan
Ve memeli balıklar ağır ağır doğuruyorlardı içimde
Ben ve kumlar bir pesüs gibi ağırdan yanıyorduk
Biz öyle yanıyorduk ki, dünya ise bu alevden
Bir bağışlanmamış dünyaydı
Artakalan dünyaydı eski bir tevrat plağından
Gittikçe bizim olmayan bir
Dünyaydı
Ve düzlük bir peygamber ölüsü karşısında
Bitmeyen bir düzlüktü ki... işte ben
Gene de tam kendisi oldum diyemem düzlüğün
Diyemem
Çünkü bazı olaylar bunu doğruluyor
Ve bazı düşünceler.
Şöyle ki:
Martılardan bir tanesi yalnız yaşıyormuşçasına boşlukta
Dünyanın en heyecanlı çizgilerini çizdi
Ve bulutlar doldurdu bu kıvrımları yavaştan
Ve benim yarattığım tanrılar ki, geldiler
Bir inip bir çıktılar çocuklar gibi
Çığlık çığlığa
Bu metalsi görünümler arasından
Sonra ben belki de gözlerimi yumdum
Her yerlerimle yalnız oldum ki, düzlük
Etimi ve benim bütün boyutlarımı yemeye başladı
Ve hayallerimi
Yemeye
Demek oluyor ki bir süre kalsam böyle
- Ne kadar mı, bunun pek önemi olduğunu sanmıyorum -
Kimseler tanımayacak beni. Deniz hayvanlarının
Kurumuş iskeletlerine döneceğim
Korktum
Yani hiçbir şey değilim de ben, sadece bir konuyum
Öyle mi
Doğruldum işte yeniden
Bir insan tadında olan ve
Bunu geçen ben
Denizin kumları üzerinde durdum.
Ben denizin kumları üzerinde durdum
Ben, diyorum, demek oluyor ki bir anlamım var benim de
Değişen bir şey olarak ve değiştiren
Bir anlamım var
Peki öyleyse neden hep başkaları tanımladı beni şimdiye kadar
Neden
Gerçi sessiz ve ünü olmayan bir yaratıktım, biliyorum
Ve onlar güçlüydüler, biliyorum
Ne zaman biraz öfkelenmeye kalksam, bu bile
Onların istediği bir öfke oluyordu ki
Sonra ben susuyordum
Ama bir suçluluk da duyuyordum ki, bu da bir başkaca düşmanımdı benim
Ben neydim.
II
Hiçbir şeyin hiçbir şeyliği gibi bir şeydim. Bir ara
Hiç kimselerin tutmadığı oyunlara giderdim
Tiyatrolar ki benim en sevdiğim boşluklarımdır. Maun tabutumda
Her yerleri çok süslenmiş ölüler gibiyimdir
Bir kurdelenin ya da gümüşten bir haçın altında sanki
Geri çekilmiş yüzümle, geri çekilmişliğe dargın yüzümle
Bir çelişki gibi ölümsüz
Yaşamakta olurdum.
İlkyazla birlikte kına çiçeklerinin de açtığı söylenir
Kimi zaman da bir efsane gibi söylenir, kazılardan çıkarılmış kalıntı şehirleri
Anlatır gibi
Bana kalırsa açtıkları günden yıllarca sonra açar bu çiçekler
İlkel bir coşkunluğu bir hayat kılığına
Yıllarca sonra getirirler ki
Tıpkı fırtınalardan kurtulmuş bir geminin
Şimşekler, gökgürültüleri
Ve yırtıcı deniz hayvanlarından
Ve korkunç gıcırtılardan artakalan bir uğultuyu
Bir sabah denizinde sütliman
Güneşli, durgun bir gökyüzünün altında
Dinlenen gemicilere unutturduğu zaman
Derim ki, tam o zaman yaşanır fırtına
Onca telaş, onca ölüm korkusu o zaman.
Yani tiyatrolar ki benim en sevdiğim boşluklarımdır. Maun tabutumda
Her yerleri çok süslenmiş ölüler gibiyimdir
Bir kurdelenin ya da gümüşten bir haçın altında sanki
Ölümün bir acıyla doldurulduğu yüzümle
Geri çekilmiş yüzümle, geri çekilmişliğe dargın yüzümle
Öyle bir çelişki gibi ölümsüz
Yaşamakta olurum.
Hiçbir şeyin hiçbir şeyliği gibi bir şeydim. İşte ben
Hiç kimselerin tutmadığı oyunlara giderdim
Bir kedi ayaklarıma sürtünerekten geçerdi - ki benim yaşamımda
Her zaman bir kedi bulunur, onu ben
Bir imza gibi yazılarıma koyarım -
Ve duvarlar yumuşardı, sarkardı
Ellerimle ittiğim olurdu onları bu yüzden
Terlerdim
Sonra bir gazoz içerdim ki, yani ben
Kısaca söylemek gerekirse, bazı şeyleri hep geciktirirdim
Mesela bir mürekkep balığına, bir bahçe kapısının oymalı demir parmaklığına
Saatlerce baktığım olurdu, orkideler satılan bir dükkanın
Önündeki çiçek artıklarına
Bir bira çekme makinesine, ne bileyim
Yazısız bir kağıda günlerce baktığım olurdu
Ve yıllarca bir saplantıya
Giderek bakmanın tam kendisi olurdum. Yani ben
Bakmanın düzlüğü ve hiçliği ve sonrasızlığındaki şey
Olurdum ki, başkalarını hiç mi hiç ilgilendirmeyen
Yapayalnız bir ben kurardım
Yapayalnız bir ben kurardım ve kedi
Salona girerdi birden, başlama saatini
Bir o somutlardı sanki.
(Hiçbir şeyin hiçbir şeyliği gibi bir şeydiler onlar da
Biraz eşyaları vardı
Bir gidip bir geliyorlardı o eşyalar arasında
Biraz da susuyorlardı. Ve ağırca bir konsol
Tüyleri dökülmüş bir halıyla beraber
- Küllükleri, bir gece lambasını, duvardaki bir gravürü saymazsak -
Onların aile resimleri gibiydiler
Ve biraz da üç kişiydiler ki, ben onları buluyordum
Biri bir banka afişinde veznedar
Ben onu buluyordum
Biriyse bir ilaç prospektüsünde acılı
Ve hastalıklı bir kadın
Onu da
Buluyordum ki
Olsa olsa bir heykeldi diyebilirim üçüncüsü de
Gündelikçi bir kadın
Tozunu alıyordu bazen, siliyordu onu iyice
Böylece üç kişiydiler. Ben birdenbire buzdolabını gördüm
Yaşayan bir şey olarak
Diyebilirim ki, değişken bir yüzölçümü vardı yaşamasının
Ve beyaz
Ve mavimsi bir şekilde örtüyordu ki dünyayı
Bir seramik gibi onu dondurarak
Bir mine gibi
Şunu da söylemeliyim ki, hiçbir şey kımıldamıyordu bu yüzden
Bir tanrı yere düşse parçalanacak
Ve pencerelerden upuzun inşaat demirleri giriyordu içeriye
Gökler kalıplı ve kalın
Duruyordu bir buz dağı gibi şehrin üstünde
Ve dolap buzlanıyordu durmadan. Öyle ki
Önce mutfağı donduruyordu bir buzdolabı mantığıyla
Odalara giriyordu, sonra veznedarı
Heykeli, hasta kadını, giderek
Koltuğu, masanın altındaki kediyi - evet kediyi -
Konsolla çatlak bir aynayı da donduruyordu
Bu böyle olunca, yani evin her köşesi donmakta oldu mu
Birden bir örümcek düşüyordu yere, çıt diye bir ses
İncecik gövdesiyle kırılıp bölünüyordu
Örümcek
Ve ayna hep gösteriyordu. Ben solgun
Yüzümle buzlanaraktan içimi gezdiriyordum orada
Ve konsolda bir kadını kaydırıyordum, o kadın ki
İyiliği artık çağımıza uymayan
Bir kadın ki
Cinsiyeti belirsiz bir resim gibi duruyordu
Ellerim arasında
Ve tuhaf yüzler duruyordu, ben bunu görüyordum
Anlamları hiç değişmeyen
Mesela gülmek sonsuzca uzanıyordu. Anılar
Bir buz bitkisi gibi renksiz, yabansı
Acılar ki en kalıcıydı ve nasıl
Yeni bir insan haritasını çiziyorlardı buzların altında
Ve insan nasıl da daha çok benzeyerekten insana
Durmuştu ki, şöyleydi:
Sanırım bir soru vardı öyle sorulacak
Bir soru, evet, hiç olmazsa
Biz tarihin hangi döneminde yaşadık?
Bir insan müzesi gibi...
Kedi
Çıkardı birden salondan. Ve bitiş saatini
Bir o somutlardı sanki.)
III
Sanırım hiçbir şeyin öyle pek tamamlanmadığı
Bir çağda yaşıyordum. Ve bütün eksik kalmaların
Sessiz ve ünü olmayan bir tanığıydım ben
Ben, diyorum, demek oluyor ki bir anlamım vardı benim de
Düşünen bir şey olarak ve düşündüren
Ama korkarak söylüyorum, çok ağır bir yük gibi taşıyordum bunu da
Ve biraz da pek kullanılmayan
Ya da hiç bırakmadıkları kullanılmaya
Çok ağır bir yük gibi
Onu ben taşıyordum, düşündüklerimi
Ve bu durumda ne beni etkileyen
Ne de ben etkilendikçe bir başkasını
Etkileyen ve bizi geçen
Bir ben kurmuş oluyorduk ki, o zamanda diyordum
Yani hiçbir şey değilim de ben, sadece bir konuyum
Öyle mi?
Yeniden, yeniden, yeniden doğruluyordum
Bir insan tadında olan ve
Bunu geçen ben
Bir dram gibi sonsuz
Kumları üzerinde sonsuzluğun.
| 1,283 |
Vuslata Giyotin
Zifiri karanlık gecede
Ayaz yol kesmekte
Korku tek yoldaş,
Beklenen sevgili değil
Sıcak bir nefeste değil
Sadece sabah…Tamtamlar haber verir kıyametten
Ölüm orucu bitmekte olmalı
Sehpayı mecnun çakmakta
İse,
Ucunda
İllede ben sallanmalı…Yokluğun gece
Uzaklığın korku
Ve
Di li geçmiş zamanlar içinde
Sabahla bir beklediğim
En gerçek vuslat ölümdü…Sepete düşen benim kellemdi
Giyotin önünde
Ki;
O sepet benim miracımdı,
Şimdi
Doğduğunu bile görmediğim
Güneşten yükseklerdeyim…Zifiri karanlık gecede
Korku yol kesmekte
Bilmem artık
Hangi yürek
Ayazlı fırtınalarla
Sabahı beklemekte…
| 80 |
Kar Düştü
Kar düştü ellerime
Ellerin kadar beyaz
Tıpkı ellerin gibiydi kar
Ellerin sıcaktı
Kar soğuktu birazKar düştü saçlarıma
Saçlarım kadar beyaz
Saçaklardan buzlar sarkıyordu
Serçeler sığınacak yer arıyordu
Soğuk titretiyordu ellerimi
Yüzümü yalıyordu ayazKar düştü dağlara
Dağlar beyaz
Karacoğlandan kalan
Söylediği türkü
Çaldığı saz Sen düştün gönlüme
Kar kadar beyaz
Kar donduruyor
Sen yakıyordun biraz
Boğuşuyordu sanki karın üstünde
Bende bitip tükenmeyen hasret
Sende bitip tükenmeyen naz
| 68 |
Bulacağım seni
Sabah ezanında
Sahur vaktinde
Işınları camına çarpan
Batman'ın ıssızlığında
İnternet başında bir cafede
Kartpostal şeçtiğin bir kitapçıda
Bulacağım seni bir şarkılarda
Sesini duymak için
Çamur sıçratacağım eteklerine
Bana iyice bağır diye
doğum günü pastanı ben keseceğim
mumlarını ben üfleyeceğim
Kısmetse seni öpeceğim
Gözlerin kapalıyken senin
02 10 07
Altınkum
| 51 |
Herşey Siyah
Kimse bilmiyor seni özlediğimi...Herşey Siyah!
| 7 |
Y Günlükleri 23.04.13
23.04.13 Salı
Bu gün 23 Nisan. Eskisi gibi öğrenciler sırf büyüklerin keyfi için işkence çekmeyecek.
Neydi o günler. İlkokul yıllarımda kent merkezine 5, 6 km uzaklıktaki okulumdan yayan yapıldak uygun adım marş diyerek yürürdük. Sonra o tören alanında önce törenin başlamasını saatlerce bekler, tören başlayınca da ayakta saatlerce kıpırdamadan durmak zorundaydık. İzleyenlerin keyfi yüzlerinden okunurken bizim çektiğimiz eziyete diyecek yoktu. Bir de o koskoca yolun yine kuralcı öğretmenlerin azarını işiterek uygun adım dönüşü yok mu? Asıl işkence o saatler süren yorgunluk üzerine tuz biber oluyordu. İçimden binlerce beddua okuyordum.
Hem adına çocuk bayramı diyorlar, hem de çocuklara işkencelerden işkence beğendiriyorlardı. Bir de sıcak günlerin yakışı var ya. Hele beni o güneşin bir çarpması ban o günleri zindan ediyor. Beni kürek mahkûmundan daha beter hale getiriyordu.
Bir de ortaokul yıllarında bu işkenceye 19 Mayıs eklendi. Hele o 19 Mayısların aylar öncesinden eğitimleri başlardı ki sorma gitsin. İşkence seansları. Hiç unutmam kentin o zamanki en büyük stadında gösteri yapıyorduk. Stat hınca hınç doluydu. Önce erkek öğrenciler olan bizi gösterimizi yapıyorduk. Gösterimizi canla başla yaptığımızı düşünerek alkış bekliyorduk ama gel gör ki alkış yerine yuhalanıyorduk. Seyirci provalardan hatırladığı kız öğrencileri seyretmek için heyecanlanıyor sahayı fazla işgal ettiğimiz düşünülerek yuhalanıyorduk. Gösterimiz bitmiş stattan dışarı çıkarılmıştık. Ve stat alabildiğine dolu olduğu için içeri alınmamıştık. Kendimi çok kötü kullanılmış hissetmiş ve bu kalabalığa, ayrıca buna sebep olanlara kinlenmiştim.
Oh çok şükür demek ki artık bu rezillik ve ayrıca genç kuşaklara yapılan işkence ve aşağılanma bitmişti. İlk defa bu gün bu kadar sevinçle doldu içim. Şimdi artık çocuklar belediyenin fuar alanında akrobasi, keloğlan masalları ve yabancı ülkelerden gelen öğrencilerin folklorik gösterisi, ayrıca çeşitli etkinliklerle kutlanıyordu. Hepsi eğlendiriciydi hepsi bireysel tercihe dayalıydı. Toyota Plaza önünden geçerken gördüğümüz manzara da bayram havasına tam uygun bir durumdu. Çocuklar için şişme oyun yerleri çocukların bu gününü anlamlı kılmaya ve onları bayramın ruhuna uygun hale getirmeye yetiyordu.
İşte Cumhuriyet dindarlar eliyle daha bir sevimli hale getiriliyor. 80 yıldır bu ülke Kendilerine Atatürkçü diyenleri baskısı ve insanlık dışı zorba dayatmacı yöntem ve mantıkla yönetilerek kitleler rejime düşman haline getirildi ama şimdiyse onların rejim düşmanı diye nitelediği kadrolar eliyle Cumhuriyet kitlelere sevimli hale getiriliyor devlet millet kucaklaşması sağlanıyordu.
ABD bir zenci eliyle yönetilerek zenci beyaz barışı sağlanıyor. Türkiye de yıllardır savaştığı ulusuyla barışıyordu. Bu ne mutlu bir olaydı. Ne demişti İnönü hitap ettiği o zamanın yönetici erki sayılan bir topluluğa:’ kimse duymasın ama bu millet sizin düşmanınızdır’. İşte bu düşmanlık bitiyordu. Bu ülkede Kürtler düşmandı, dindarlar düşmandı, cemaatler, tarikatlar devleti yıkmaya azmetmiş oluşumlardı. Milliyetçiler düşmandı tabutluklarda çürütülmüşlerdi, komünistler düşmandı kovuşturulmalıydılar Nazım de Necip Fazıl da yok edilmesi gereken rejim düşmanlarıydılar. Bertaraf edilmeliydiler.
| 431 |
Deniz Kızlarına İnanma
Her Okyanus yolculuğuna,
Çıkma dedim gönlüm,… çıkma.
Her gemiye kaptan;
Olma dedim gönlüm,… olma.
Deniz çeker, deniz kızı boğar.! ! ! O deniz aşırı fırtınalara giden,
bir daha gelirmi gönlüm gelirmi.?
Kaçıncı seferin, unuttum.
Bu gemiyle yola çıkma dedim…
Her fırtınadan yaralı sen çıktın,
Her seferden eli boş, sen döndün.
Uslanmadın gönlüm uslanmadın,
Tanırım ben senin azgın hastalığını,
Deniz çeker gidersin…
Deniz kızlarına aldanır gidersin,
Acemi desem değilsin,
Akılsız desem hiç değilsin.
Yazgımı yoksa bu…
Bilirim,Denizde kaptanlığın, bilirim.
Hani o fırtınalarla dalaşın vardıya,
Şaşırmış halde baktılar sana.Derlerdi inanmazdım, Deniz çeker, toprak tutar.
Acemi kaptan hep kıyıdan yüzer.
Ahbe gönlüm, niye açıldın bu kadar.?
Dedim ya sana;
deniz kızları çeker insanı.
Öperken boğarlar adamı.
Kötülüğünden değil, sevişgenliğinden dir.
Deniz ortasında oynaşır, sever, sevişir,
Dalgınlığına gelirde, boynuna sarıldımı,
Yapışır dudaklarına, Yoktur kurtuluşun,
Deniz kızları sevdimi, iyi sever adamı,
Taşır ölüsünü ölünceye kadar.
Ne bilsin, bir zamanlar denize düşen
Gelin olduğunu,
o gündür bu gündür,
Her denizcinin rüyasına girip,
ertesi gün bir miçonun kanına girmiştir, deniz kızları.! ! !
Deniz çeker, deniz kızları boğar..25 aralık 2007
| 176 |
Yakarı
Akşamın alaca karanlığı sardı bedenimi tüm koyuluğuyla;
Sımsıkı karabasan misali….
Yüreğim sıkışıyor,yanıyor alev alev tan yerinin kızıllığında…
Elvan elvan çiçek açmam gerekirken dikenlerle bezendim…
Muhabbetine,dostluğuna,sevdasına güveneceğim mert bir yürekti dileğim…
Ne al al,mor mor çiçek açardım o zaman işte! ! !
El verin bilenler,yananlar,yolverin geçenler bu karmaşadan…
Ben dolanıyorum,artık çözülüyotum,çözemiyorum…
Her zora meydan okuyan yüreğim titriyor,yorgun…
Kırılıyor en küçücük darbelerde bile paramparça….
Beynim diren diyor,yüreğim ümitsiz,bedenim suskun….
Feleğin çemberi daraldıkca mutsuzluğum yayılıyor….
Keyfe keder çörekleniyor her köşeye sinsi sinsi….
‘’ben gülmedim’’diyorum ‘’yapma’’ömrümün son demleri…
Bırak son zamanlarda beni kahpe keder….
Bir kerecik,bir kerecik gönlümce sevileyim…
Son bir kez de olsa kahkahalarla gerçekten güleyim…
Gözüm arkada…dökülmesin gazellerim….
FÜSUN
| 108 |
Datça Burası
İlk olan hiç unutulmuyormuş
Hatırlasana ilk bisikletini
İlk okulunu,ilk öğretmenini
Ve
İlk sevdanı
Hiç unutulmazmış meğer
İlkleri farklı severmiş insan
İlk Akdeniz suyunu sevdiğim gibi
Seviyorum bende ilkleri
Yıllardır Marmara’nın Ege’ye özlemini seyretmiştim
Şimdi Ege’nin bitişini seyrediyorum
Dorya mekanım
Akdeniz’in ilk suları
Sevdama ilk kez hoşça kal dediğim kayalık
Yine aynı sokak lambası
Deniz üzerinde yankılanan sevda şarkıları
Kardeşliğin,sevdanın yeri
Bir yanında Ege,bir yanı Akdeniz
Geçmişin izleri çevreliyor
Sırtında çam ağacından hırka
Antik tiyatrosundan yükseliyor
Her bir ülkenin seçkin şiirleri
Saklı cennet
Gönlünde sevginin yumuşaklığını hissedenlerin yeri
Ege’nin incisi
Datça burası31.08.2007. 23.59
| 94 |
Yok Yok
Oduncu ormana gitmiş baltası yok,
Zeybekler meydanda saltası yok,
İnsanlar sokakta neşesi yok,
Varlar ülkesinde yokluk çekeriz.Arıcı süt sağar bal tası yok,
İşler çığırından çıkmış, ortası yok,
Kimsenin Allah'tan korkusu yok,
Varlar ülkesinde yokluk çekeriz.Vekiller mezatta, alıcısı yok,
Hükümet tezatta, kalıcısı yok,
Devlet acze düşmüş, kurtarıcısı yok,
Varlar ülkesinde yoksulluk çekeriz.6.1.1995/ANKARA
| 53 |
Günah
Günah sana kem gözle bakmak
Ve günah senden uzak durmak
Yasak dudaklarından öpmek
Oysa ki ruhun bana tutsakGünahının peşinden koştum
Şeytanınla sıkı dost oldum
Şasıl kurtulacak bu postum
Bir bir günahlarını tattım
| 33 |
Düş Yüreğime
Düş yüreğime
Ay vururken
Kurt kuş uyurken
Zamanı yok
Durup dururken
Düş yüreğimeDüş yüreğime ki
Hüzün yağmasın
Acılar üzerime
Kapaklanmasın
Saklandığı yerden
çıkart sevdayı
Düş yüreğime
Acılanmasın
| 29 |
* Şiirden Yıldız Kaydı *
önce;
____önce kelimeleri astılar darağacına
sonra;
____sonra ülkemden bir yıldız kaydı! bir şairi konuştular bugün bir binada!
bir şairin önünde ağladılar.
ölümden sessiz ve kimsesiz baktı mısralar
giden,
varlığının en güzel çiçeğiydi,
en çok da bu yüzden ağladı şiirşiirden yıldız kaydı.
gittiği yer;
binlerce yıldız kaynağı...12/10/2005 atilla ilhan anısına
| 54 |
Türkiye bayrağı için yürüyor
Türkiye bayrağı için yürüyor,
Türk Bayrağını alıp sende katıl.
Yapılanı bütün millet görüyor,
Türk Bayrağını alıp sende katıl.Bizim için kutsal ülkede her yer,
Bayrağa el uzatan er midir er?
Hainlere gereken cevabı ver,
Türk Bayrağını alıp sende katıl.Bayrak alıp evlere takmalıyız,
Bayrağa namus gibi bakmalıyız.
Bayrağımıza sahip çıkmalıyız,
Türk Bayrağını alıp sende katıl.Bayrak yüreğimize sevgi katar,
Hainlerin yaptığı artık yeter.
Bayrağın indiği yerde söz biter,
Türk Bayrağını alıp sende katıl.Yusuf haydi yüzümüzü güldürün,
Memleketi bayrak ile doldurun.
Bir bayrak alıp göklere kaldırın,
Türk Bayrağını alıp sende katıl.
| 91 |
Kardeş Olun 1
Aşkın odu yakar oldu
Kalpten dile akar oldu
Uymayanlar nâçar oldu
Dövüşmeyin kardeş olun! Hakk yaratmış bilin diye
Eserimi sevin diye
Güvenilir emin diye
Dövüşmeyin kardeş olun! Soyu sopu böle böle
Tükeniriz öle öle
Yeter artık döndük çöle
Dövüşmeyin kardeş olun! Eğil nefret dağı eğil
Yüce Rabbim hoşnut değil
Biter elbet birgün mehil
Dövüşmeyin kardeş olun! Zeynel söze ver nihayet
Kardeş olun diyor ayet
Dinlerseniz beni şayet
Dövüşmeyin kardeş olun!
1996
| 74 |
Yetiş Meral
Ne yolları ne okulu suyu var
Allaha emanet böyle yaşarlar
Gariplerin ağlanacak hali var
Yetiş Meral yetiş ölüyor millet Kimse bakmaz gariplerin haline
Ekmek götüremez olmuş evine
Yolsuz susuz Anadolu köyüne
Yetiş Meral yetiş ölüyor millet Vekiller hiç o köylere gitmezler
Halkın hali derdi nedir bilmezler
Nasıl yaşıyorlar gelip görmezler
Yetiş Meral yetiş ölüyor millet Bunlar bizim Anadolu gerçeği
Vatan için feda eder her şeyi
Yoksulluk belini büküyor belli
Yetiş Meral yetiş ölüyor milletBu halkı sevmenin bu değil yolu
Seçim den seçime geliyor çoğu
Ne hallere düşmüş vay Anadolu
Yetiş Meral yetiş ölüyor millet
| 96 |
Seni Seviyorum
Seni Seviyorum” iki kelimeden oluşuyormuş gibi görünen bu cümle, bazen takılır insanın boğazına. Sanki bu iki kelimeyi bir araya getirebilmek için binlerce kelime söylemişsiniz gibi hissedersiniz kendinizi. Bu cümleyi normal hayatta rahatlıkla kurabilirsiniz. Mesela, sokakta çiçeklere bakarak:”Ey güzel çiçekler sizi seviyorum veya en sevdiğiniz bir arkadaşınıza rahatlıkla, dostum seni seviyorum diyebilirsiniz. Ellerinizi kaldırıp semaya ey dünya, seni seviyorum diye haykırabilirsiniz. Hatta bütün yıldızlar, Ay, ey Güneş sizleri seviyorum diye rahatlıkla içinizi dökebilirsiniz. Ama kalbinizin yarısını kaptırdığınız, ona bakınca sizin tamlayanınız gibi hissettiğiniz, onu bütün yaratılmışlardan ayrı bir gözle gördüğünüz melek yüzlü varya… İşte onun karşısına geçip de aslında ağzınızdan bir çırpıda çıkabilecek iki kelimeyi söyleyemezsiniz. Seni seviyorum demenin yeterli olmayacağını biliyorsunuz. Çünkü bu iki kelime onu ne kadar çok sevdiğinizi anlatmakta aciz kalacaktır. Ne kadar bağırsanız da, seni seviyorum demek size çok basit gelecek. Bu kadar basit bir cümleyi kuramamak ise sizi ayrı bir taraftan hançerleyecek. İçinizde onun sevgisi fokur fokur kaynarken, kuru bir seni seviyorumun ne önemi var ki? Peki nasıl onu çok sevdiğimizi belirtebiliriz diyorsanız, bunu sadece onun gözlerine bakarak gerçekleştirebilirsiniz. Ama hiç konuşmadan, hareket dahi etmeden. Sadece gözlerine odaklanıp, onu ne kadar çok sevdiğinizi haykıracaksınız. -Unutmayın kelimeler bazen duyguları dile getirmede kifayetsiz kalır. Ama duygular gözlerden okunur.- Eğer gerçekten kalbinizin yarısı ondaysa zaten onun gözleri sizinle konuşmaya başlayacak. Gözleriniz konuşurken siz farkında olmadan kalpleriniz birleşecek. Tek kalp iki kişiyi aynı anda yaşatmaz diyenlere en somut örnek olacaksınız. Onunla olduğunuz zamanlarda kalbinizin bedeninize sığamayacak kadar büyüdüğünü farkedeceksiniz. Bir kalbin ikinizi birleştirdiği gibi sizi de ayrı ayrı iki kalp yaşatacak. Biri kendi kalbiniz diğeri ise onun ki…Kendi kalbinizin sol tarafınızda olmadığını fark edeceksiniz, bazen size uğrayacak bazen onu bulmakta zorluk çekeceksiniz. Ama onun kalbi bütün sıcaklığıyla her zaman sol tarafınızda sizinle beraber olacak. Ne kadar hızlı koşarsanız koşun, hiç yorulmadığınızı fark edeceksiniz. Çünkü sizin kalbiniz yorulursa onun ki sizi yaşama bağlayacak. İnsanın beş duyusu var diyenlere siz altıncısının da olduğunu söyleyeceksiniz. Onun ellerinden tuttuğunuz zaman daha önce hiç hissetmediğiniz bir duyunuzun devreye girdiğini fark edeceksiniz. Normalde iki simitle doymayan siz, onunla tek simidi paylaştığınızda bir hafta yemek yiyemeyecek kadar tok hissedeceksiniz kendinizi.Onunla sokakta yürüdüğünüz zaman, her zamanki kaldırımlar o gün daha bir farklı dizilecek ayaklarınızın altına, her zaman ki balıkçı amca o gün daha neşeli ve daha pozitif gelecek size. Önünden geçerken burnunuzu tıkadığınız belediye çöplüğü bile o gün hiç kokmayacak.Çocuklar her zamankinden daha neşeli oynayacak parkta. O gün bulutlar ilk kez gülümseyerek yağmur yağdıracak. Ve siz ilk defa yağmurda sırılsıklam olmaktan bu kadar çok zevk alacaksınız. Hayatta kelimelerin büyüsüne inanmayan siz, “Seni” “Seviyorum” kelimelerinin yan yana gelmesiyle sihirli bir kapıyı araladıklarına şahit olacaksınız. Seni seviyorum dediğiniz gözlerde eğer sizi seviyorsa, bunları ve daha fazlasını yaşamaya hazır olun.Ama sevdiğiniz o meleğin gözleri başkasındaysa… Tadınız kaçmasın diye olacakları bu yazımda eklemek istemiyorum. Siz inşAllah Seni Seviyorum ile sihirli kapıları aralayanlardan olursunuz.
| 463 |
Yeşilname
yemyeşil akan yol
yemyeşil bakan gök
yemyeşil çıkan halkyeşil dağ
yeşil ırmak
yeşil ova
yeşil göl
yeşil göz
yeşil aşkyeşillik geldi mi060708 fethiye
| 24 |
Bize
Kime Yandıysak Yakıldık
Sevda Kor Ateş Oldu Bize
Çıktık Karşısına Dikildik
Gözü Görmez Kör; Eş Oldu Bize.Bazı İnandık Bazı Yanıldık
Sandı Ki Biz Ona Darıldık
Dost Bilip Dost Diye Sarıldık
Söz Bilmez Gör; İş Oldu Bize.Katık Aramadık Yavan Yedik
Yoksulluk Başa Bela Dedik
Artar Eksilmez Çukur Gedik
Öz Çilemiz Zor; Aş Oldu Bize.Ahbap Dost Güler Halime
Bir El Uzatan Yoktur Elime
Sahi Diyecek Kalmadı Kelime
Dahası Ar; Kış Oldu Bize.
| 71 |
T.Yorganım Toprak(Zincirbent-mısra zinciri- Koşma)
Yorganım Toprak
(Zincirbent-mısra zinciri- Koşma)İster bir mezar kaz istersen çukur
Çukur bile örter sayarım kabir
Kabir bilecektir mevtayı vakur
Vakur olan kulda bulunmaz kibirKibir deryasında kulaç atardın
Atardın yalanı kendin tutardın
Tutardın acıyı bana satardın
Satardın bilcümle gül etti sabırSabır tarlasında yeşerdim fahrî
Fahrî yaşayarak bal ettim zehri
Zehri düşlerine bilmedim kahrı
Kahrı küllemeye gösterdim kebirKebir gerek çölde yaş döken gözde
Gözde gülücükle nur doğar yüzde
Yüzde ki tomurcuk renklenir sözde
Sözde şerbet koksa olurdu sabirSabir kıymetini bilene kurban
Kurban Vuslatî de eyliyor ferman
Ferman vasiyettir toprağım yorgan
Yorgan gül istemez uygunsa tabir 24.07.2008
Osman Öcalkahır: ceza,eziyet
fahrî: gönüllü
kebir: azim, büyük, daha (şiirde azim)
sabir: şiirde altın ismi yerine kullanıldı
| 115 |
Özel Beyit 53
Yanlışa Avukatlık EttiBir müvekkilinin 'Varan 1 ve 2' komplosuna kurban gitti Baykal.
'Ergenekon'du onun müvekkili, yanlışa avukatlık etti Baykal! Berlin, 17 Mart 2011.
| 26 |
Vatansızlar! -4'lük-
(Nazire) Vatansızlar, vatansızlar.
İşgal olsa; vatan sızlar.
Ne bilsinler değerini?
Yersiz, yurtsuz, vatansızlar…Hasan KORKUT
13.06.2013Dost kalemlerden damlalar:'Vatansızlar, vatansızlar
Satıp savıp, batan sızlar
Vatan elden gider iken
Şehit düşüp, yatan sızlar...' Mustafa Bay, 'ZEYBEK HOCA'Vatansızlar, vatansızlar
Satıp - savuran arsızlar
Ecdatın kemiği sızlır
Soysuz, sopsuz vatansızlar..Türk Gökhan AteşVatansız nerden bilsin varanı..
Bir de cahilleri düşünün,
Nasıl anlasın zavallı halkımız
Öz vatanını satanı...................Talat SemizVatansızlar vatansızlar
Ülkeme kin tutan sizler
Bu vatanın toprağını
Utanmdan satan sizler............Zikrettin KaracaVatansızlar vatan sızlar
Yakarsanız vatan sızlar
Cennet yurdumun kaderi
Kirlenirse vatan sızlar..............Zeki AçıközVatansızlar vatan sızlar
Hor bakma ki vatansızlar
Kıymetini bilmeyene
İbret olsun vatasızlar.................S.KarahocagilVatansızlar, bilin ki vatan/sızlar
Vatanıma kin ve ayrım sokanlar
Kardeş halkın yüreğini yakanlar
Soysuz sopsuz kahraman vatansızlar......... Rıza Yıldız
| 117 |
Aile İçi Şiddet
Aile
İçi
Şiddet
O
Kadar
Fazlaydı
Ki
Sonunda
Dayanamadı
Bina
Yıkıldı
| 14 |
Yağmur
“yağmur vardı bütün gün istanbulda
önce yağmur ıslattı sırılsıklam
sana geldim aşk vardı gözlerinde
bir de sen ıslattın oldum perişanelbette yağmur kışın alameti
aşkın gözlerindeydi işareti
şemsiyenin yoktu hiç bir kıymeti
bir yağmur ıslattı bir sen ıslattınyağmura karşı sıkıca giyindim
aşk ıslatsın ben iyice soyundum
aşk yağmurundan sırılsıklam oldum
bir yağmur ıslattı bir sen ıslattınyağmur bitti kurudu giysilerim
beni asla yanıltmadı hislerim
her yağmurda aşkımızı beslerim
yağmur yok beni aşkınla ıslattın…” 06.03.2011
| 73 |