tr
stringlengths
3
588
en
stringlengths
3
558
Onun davranışları benim öncelikli endişemdir.
Her behavior is my primary concern.
Sorunların beni ilgilendirmiyor.
Your problems don't concern me.
Mary görünüşüyle ​​​​ilgileniyor.
Mary is concerned with her looks.
Arkadaşlarının fakir olmasından endişeleniyorum.
I'm concerned that your friends are poor.
Arkadaşların sağlığın konusunda gerçekten endişeleniyorlar.
Your friends are really concerned about your health.
Deniz yıldızları yenilebilir mi?
Are starfish edible?
Ağaçlar yenilebilir mi?
Are trees edible?
O çiçek yenilebilir.
That flower is edible.
Bu mantar yenilebilir mi?
Is this mushroom edible?
Bu böğürtlenler yenilebilir mi?
Are these berries edible?
Bu meyve yenilebilir.
This fruit is edible.
Bu yenilebilir mi?
Is this even edible?
Bunlar yenilebilir mantarlardır.
These are edible mushrooms.
Tohumlar da yenilebilir.
The seeds are also edible.
Çekirdekler de yenilebilir.
The seeds are also edible.
Yenilebilir bir mantar mı o?
Is that an edible mushroom?
Havuç ve şalgam yenilebilir köklerdir.
Carrots and turnips are edible roots.
Yenilebilir her şey yemeye değer değildir.
Not everything edible is worth eating.
Yenilebilir mantar buldun mu?
Have you found any edible mushrooms?
Çilek ağaçları yenilebilir güzel bir meyve üretir.
Strawberry trees produce a nice edible fruit.
Bunun yenilebilir olduğunu sanmıyorum.
I don't think this is edible.
Bunun yenilebilir olduğunu düşünmüyorum.
I don't think this is edible.
Pastayı yenilebilir çiçeklerle süsledik.
We decorated the cake with edible flowers.
Tom'un öğle yemeği için yaptığı şey yenilebilir değildi.
What Tom made for lunch wasn't edible.
İncirin sapı hariç tamamı yenilebilir.
The entire fig is edible except the stem.
Çilek ağacının çiçekleri yenilebilir.
The flowers of the strawberry tree are edible.
Eskiden buralarda daha çok yenilebilir bitki bulurduk.
We used to find more edible plants around here.
Bir mantarın yenilebilir olup olmadığını nasıl anlarsın?
How can you tell if a mushroom is edible?
Minik sarı çiçekler de yenilebilir ve lezzetlidir.
The tiny yellow flowers are edible as well, and tasty.
Yenilebilir bir mantarı yenmeyen bir mantardan nasıl ayırt edersin?
How to tell an edible mushroom from an inedible one?
Bir mantarın yenilebilir mi yoksa zehirli mi olduğunu nasıl anlarsın?
How can you tell if a mushroom is edible or poisonous?
Bir mantarın yenilebilir olup olmadığını nasıl anlarsın?
How do you know if a mushroom is edible or not?
Tom dayanıklıdır.
Tom is resilient.
Tom dirençlidir.
Tom is resilient.
Tom metanetlidir.
Tom is resilient.
Sen dayanıklısın.
You're resilient.
Sen dirençlisin.
You're resilient.
Sen metanetlisin.
You're resilient.
Biz metanetliyiz.
We're resilient.
Biz dayanıklıyız.
We're resilient.
Biz dirençliyiz.
We're resilient.
Ben oldukça metanetliyim.
I'm pretty resilient.
Ben oldukça dirençliyim.
I'm pretty resilient.
Ben oldukça dayanıklıyım.
I'm pretty resilient.
İnsan vücudu inanılmaz derecede dayanıklıdır.
The human body is amazingly resilient.
İnsanlar genel olarak çok dayanıklıdırlar.
People are very resilient in general.
Cezayir dirençli bir ekonomiye hazır mı?
Is Algeria ready for a resilient economy?
Tom, Mary'nin göründüğü kadar dayanıklı görünmüyor.
Tom doesn't seem to be as resilient as Mary seems to be.
Çaresiz kaldım.
I became desperate.
Çaresiz misin?
Are you desperate?
Bu ev kadınları çaresiz.
These housewives are desperate.
Gerçekten çaresizdi.
She was truly desperate.
Tom umutsuzluğa kapılmaya başlıyor.
Tom is beginning to get desperate.
Bunu yapmak için çaresizdim.
I was desperate to do that.
Çaresiz durumda, değil mi?
She's desperate, isn't she?
Çaresiz durumda, değil mi?
He's desperate, isn't he?
Şu an çok acil paraya ihtiyacım var.
I desperately need money right now.
Carlos umutsuzca Rima'yı arıyordu.
Carlos was desperately searching for Rima.
Rodrigo çaresizce kendini savunmaya başladı.
Rodrigo began to defend himself desperately.
İtibarını koruma konusunda çaresizdi.
He was desperate to defend his reputation.
İntikamını almayı çok istiyordu.
She wanted desperately to get her vengeance.
Acilen paraya ihtiyacı var.
She's in desperate need of money.
Bir çözüm bulma konusunda çaresiziz.
We're desperate to find a solution.
Tom arabasını satma konusunda çaresizdi.
Tom was desperate to sell his car.
Tom itibarını koruma konusunda çaresizdi.
Tom was desperate to defend his reputation.
Tom Mary'nin sevgisine muhtaçtı.
Tom was desperate for Mary's affection.
Tom bunu yapmak için çaresiz olabilir.
Tom may be desperate to do that.
Tom'un çaresiz kalacağından şüpheliyim.
I doubt if Tom will be desperate.
Bunu yapmak için çaresiz olduğunu söyledi.
She said she's desperate to do that.
Bunu yapmak için çaresiz olduğunu söyledi.
He said he's desperate to do that.
Ne Tom ne de Mary çaresiz görünüyordu.
Neither Tom nor Mary seemed to be desperate.
Tom Mary'nin sesindeki çaresizliği hissetti.
Tom sensed the desperateness in Mary's voice.
Acilen böbreğe ihtiyacı var.
He's in desperate need for a kidney.
Acilen bir sigaraya ihtiyacım var.
I'm in desperate need of a cigarette.
Acilen tatile ihtiyacın var.
You're in desperate need of a holiday.
Tatile çok ihtiyacın var.
You're in desperate need of a holiday.
Tatile şiddetle ihtiyacın var.
You're in desperate need of a holiday.
İki hafta önce çaresizlikten oraya gittim.
I went there two weeks ago out of desperation.
Kimin daha çaresiz olduğunu söylemek zor.
It's hard to tell who's more desperate.
Babanı bulma konusunda çaresiz olduğunu biliyorum.
I know you're desperate to find your father.
Sahil güvenliği çaresizce aradılar.
They made a desperate call to the coast guard.
Şu anki çaresizliğimi ancak sen anlayabilirsin.
Only you can understand my desperation at this very moment.
O, hasta bir çocuğu olan yalnız ve çaresiz bir kadın.
She's a lonely, desperate woman with a sick child.
Tom bunu yapmak konusunda benim kadar çaresiz değil.
Tom isn't as desperate to do that as I am.
Bunu yapmak konusunda Tom kadar çaresiz değilim.
I'm not as desperate to do that as Tom is.
Bunu yapmak için çaresiz olduğumu düşünüyorsun, değil mi?
You think I'm desperate to do that, don't you?
Allah!
God!
Tanrı bilir.
Allah knows.
Tanrı her yerde.
God is everywhere.
Tanrı iyidir.
God is good.
Kim reddedebilirdi?
Who could refuse?
Tom reddedebilirdi.
Tom could refuse.
O geldiğinde ne yapıyordun?
What were you doing when she came?
O, kapıya tıklamayı denedi.
He tried knocking at the door.
Yağmur ne zaman yağacak?
When will it rain?
Sen beni seviyorsun.
You love me.
Siz beni seviyorsunuz.
You love me.
Çoğunlukla geçimlerini sütten karşılarlar.
They mainly live on milk.
Çoğunlukla geçimlerini sütten sağlarlar.
They mainly live on milk.
Gerçekten birine vurmam lazım.
I really need to hit somebody.