poes
stringlengths
103
153k
poe_length
int64
21
20.9k
Dostumuz Olmadı Düşman Sayalım Yazmışlar tarihler asırlar önce Dostumuz olmadı düşman sayalım Hesap kitap yaptım inceden ince Dostumuz olmadı düşman sayalımDostumuzdan başka düşmanımız yok Boş laflara artık karnımız tok Çok çileler çekti bu millet çok çok Dostumuz olmadı düşman sayalımMalazgirt'ten beri çırpınıp durduk Neler çektik neler neleri gördük Nice yiğitleri toprağa verdik Dostumuz olmadı düşman sayalım Bakın Çanakkale Şehitler yurdu Cihanda şan verdi her zaman ordu Elmanın özünden olunca kurdu Dostumuz olmadı düşman sayalım Ölüm asla bizden gitmez ırağa Düşmedi ecdadım bir gün merağa Dalgalar her zaman vurur kırağa Dostumuz olmadı düşman sayalım Yıldırımım cihan dar gelir başa Var ol Vatanım sen her zaman yaşa Kurbanım gözünden akan her yaşa Dostumuz olmadı düşman sayalım
114
Atatürk Türkiyesi Toz duman içinde Ateş çemberinde, Atatürk Türkiyesi toz duman Feryat, figan, gözyaşı, acı kan kokuyor umman Bu zaman kaypak zaman, kumpas zaman, hile zaman Zaman birlik, zaman dirlik, zaman Safları sıklaştırma zamanı Yurtta barış, Dünyada barış unutma ey densiz, Unutma Gazi Atamı Klavuz bilme, rehber bilme kumpası yalanı, dolanı Ateş Çemberine atma kutsalımız aziz bildiğimiz Ata Vatanı, _____Şair 67_____
61
Kördüğüm Hiçbir veda gürültüsüz olmaz .. Ya kanadın kırılır... Ya yüreğindeki acı bağırır... Çığlığındır gecenin sen'li vakitlerinde Sessiz olan nedir bilirmisin? Veda edememektir.... Düğüm düğümsündür Çünkü... Ah be adam !! Hiç uğraşma bana kördüğümsün...
34
Bir Resim Çizelim Pencereye Bir resim çizelim... Ay olsun gökyüzünün sevdası, Yanına kayan yıldızlar serpiştirelim. Karayolunu değil, rayları çizelim, Ufuktan doğan bir tren geçsin içinden Yıldızlar kayıp vagonlara konsun. Bir değil on ev çizelim, İnsan değil, insanlar olsun! Küçük de olsa bir bahçe yapalım evin önüne; İçinde güller, sardunyalar ve bir patika olsun. Bir heykel dikelim evin karşısına; Büyüyüp, küçük heykelcikler doğursun. Dışarıdaki savaşı gizlemek için yüreğimizden Bir resim çizelim pencereye, İçi yalanla dolsun.
74
Mahsuni-5 Selam söylen oğlu ile kızına İyi baksın Mahsuninin sazına Özlemiştir öper koyar dizine Belki bir gün gelir çalar MahsuniBeden kalır ruhlar durmaz toprakta Belki gün batımı belki şafakta Başka bir isimde başka donakda Gönüllere sevgi salar MahsuniMalum olur ona halkının hali İzin verir ise Bektaşi Veli Olur boz bulanık bir meşe seli Akar derelerden çağlar MahsuniBakar görür memlekette olana Artmış olan soygunlara talana Yiğit yine muhtaç kuru soğana Üzülür kahrolur ağlar MahsuniDertl'oğluyum gece gündüz çırpınır Çalar söyler boğazları yırtılır Belki halkı uykusundan kaldırır Kurtuluşa umut sağlar Mahsuni28.05.2017
88
'"Sağlam Kafa Sağlam Vücutta Bulunur" Yazım Sağlam Kafa Sağlam Vücutta BulunurEskiden geri toplumların yer üstü yer altı kaynaklarını sömürmek için ellerine kutsal kitap (mesela İncil) tutuştururlardı! Biraz uyandıklarında da ayrıştırma yapıldı. İç savaşlarla sömürü devam etti. Bu geri toplumlar tamamen çökme durumuna gelince de göstermelik yardımlar yapıldı! Sömürülecek toplumlar öyle bir işleniyor ki; ibadethane ve hastane arasında, birinde sakat olan zihnini uyuşturuyor, diğerinde sakat bedenini güya iyileştiriyor! "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur! " düsturuyla hareket etse hem bedeni hem zihnini tedavi edebilecek ama bu iki unsur; biri ibadethanelerle, diğeri hastanelerle desteklenerek iyice yerleştirilir! İbadethane ve hastane arasında mekik dokuyan, kaynakları da egemenlerce sömürülen her açıdan güdük bir toplum kaçınılmaz olarak oluşur! “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” Bu sözü çok severim, tarihte ilk kim söylemiş oraya girmeyeceğim ama söz güzel ve yazıma başlık oldu. Geniş açıdan bakınca görünen şu; ilkel bir kabilede, kabile reisinden sonra protokolde kabile büyücüsü gelir değil mi? Kabile büyücüsü, iki ana iş yapar? Biri kabilenin ilahlarla olan ilişkilerini düzenlemek, diğeri şifa dağıtmak! Birinci işine karşılık gelen bina tapınaktır, diğer işine karşı gelen bina da hastanedir! “Sağlam kafa” dan kasıt, beyin yani insanın aklı değil mi? “Sağlam vücut” da sağlıklı bir beden! Beden, kafayı taşır; beden, ruhun bineği… Yani maddi beden sağlam olmalı ki manevi akıl da sağlam binekte sağlıklı işlesin. Geri toplumlarda bu iki ama unsur zedelenmiş. Yani akıl sağlığı beden sağlığına paralel olarak bozuluyor… Gelişmemiş toplumlarda kafa, akıl ve beden, vücut sağlığı bozuluyor! Bu iki alandaki çabaları incelersek; ruhsal, manevi sağlığı korumak için ibadethanelere önem veriliyor; beden, vücut sağlığını korumak için de hastanelere önem veriliyor! Yani bir toplumda ibadethane ve hastane sayısı o toplumun beden ve ruhsal sağlığının da göstergesi olabilir! Eski zaman kıssalarında anlatılır; toplum o kadar temizliğe riayet edermiş ki kimse hekime başvurmazmış. Yani o kadar sağlıklılar ki hekimlere başvuran da az! Yani şifa hane ve hekim sayısı az ise o toplumun sağlıklı olduğuna delil imiş! Ama temizliğe riayet etmeyen toplumlarda hastalık kol gezermiş… Tabi ki hekim ihtiyacı da fazla imiş… Günümüzde hangi toplumlar hem kafadan hem bedenden hasta? Bu bir fikir verir! Mevlana; “Sen bir düşünceden ibaretsin…” der! Bir alim de hastalıkların asıl kaynağının manevi olduğuna, kafada yani akılda başladığına; daha sonra bedene yayıldığına işaret etmiş! Demek her şey manada başlar ve maddi alana yayılır. Soyut düşüncede başlar somutlaşır! Hastalıklar da soyut olarak düşüncede başlayıp somut olarak bedene yayılıyor bu görüşe istinaden… Yani kafayı sağlam tutan bedeni de kurtaracak! Bedeni sağlam tutan da kafayı kurtaracak! İkisi birbirine bakıyor gibi… Egemenlerin hastalık ve ilaç sektöründen muhteşem bir menfaat sağladıklarını hatırlayalım sadece! O konuya girmeyeceğim, çok şey çıkar çünkü…Son Tahlilde; manevi olarak destek ve huzur arayanlar ibadethanelere, beden sağlığı bozulanlar da hastanelere akın edecektir! Bu nedenle bu iki bina önem kazanacaktır! Biri manevi olarak teselli verecek, diğeri de maddi olarak şifa dağıtacaktır! Asıl sorunun kaynağı olan gelişmemişlik eğer göz ardı edilir ise durum böyle teselli ve tedavi şeklinde devam eder gider! Çünkü teselli de tedavi de sonuçtur! Sonuca götüren nedenler çok daha önemlidir! Bu nedenle “Sağlam kafa sağlam vücutta” bulunur sözü manidardır.Saygılarımla,Ahmet Bektaş
498
Tutku Her tutku bir aşka Aşk acıya gebe Her acı içinde isyanı taşır İsyan yüceltir Ruhunun bir yanını Yüreğin aydınlanır Ruhun bedeninle barışır 12.08.2011
24
Bir Sırlı Gonca Ezelde der ki, Rabbim:”..Elestü bi rabbiküm? ..’’ Ebedden koşup gelir,’’..Galü Bela..’’der, canlar! Rüya içinde rüya; rüya içinde rüya.. Kainat bir gonca ki; yaprağından, sır damlar! ...
29
Günaydın Günaydın, dilinden nağmeler dökülen daldaki kuş, Günaydın, yükünü sırtlamış çalışkan karınca, Günaydın, tazecik yapraklarını açmaya başlayan ağaç, Günaydın, yeni kırmızı çiçekler açan masamdaki Antoryum. Sana da günaydın, penceremden bana bakan kara bulut, Sizi unuttum sanmayın, soluduğum havama atıklarını bırakan fabrika bacaları Size de günaydın. Günaydın İnsanlık, günaydın dostluk, Günaydın sevgi, günaydın mutluluk. Ve size de Günaydın, gülümsemeyi unutmuş, yüzünü buruşturan topluluk. Hayatımda sizler de varsınız, sizi bu halinizle de kabulleniyorum. Tüm yaşam hayat bulsun diliyorum, Gün aydın, gelecek aydınlık olsun istiyorum…(Dilovası – 09.04.2013)
84
Kardeş olalım Çağrım size tüm insanlar Gelin biz karbeş olalım. Boşa dökülmesin kanlar Gelin biz kardeş olalımSevgi tohumun ekelim Nefreti kini sökelim Dostluk ağacın dikelim Gelin biz kardeş olalımAğlamasın anam bacım Bitsin bu çekilen acım Barış sevgiye muhtacım Gelin biz kardeş olalımHuzur güveni bulalım Gerçek dostluklar kuralım Kötülüğe gem vuralım Gelin biz kardeş olalım Nisan 1995
56
Sanırsın ki Hepsi İnsannnn....................... Nasıl bir dünya ki bu dünya. İki elli, iki ayaklı yürürler ön saflarda. Giymişler renkli güzel urbalar. Kalplerine bir bak,acep kalp yerine ne taşırlar. Sanırsın ki hepsi insan,ama inan insan değil bunlar.Madalyonun öbür yüzü bu mu dersin. Sen ALLAH sevgisini bi söyle, nerde gizlersin. Riyakarlık, alçaklık, kötülük, nefret. Garibana tokat atmak, öksüze celme takmak mı marifet. Sanrsın ki hepsi insan, ama böylesine nasıl insan dersin.Kemilklere donanmış etler, hepside biz insanız derler. Cenneti,cehennemi zaten hesap etmezler. Nur yerine çamur sürmüş cehreler. Dillerde ALLAH aşkı, insan aşkı arama,ne gezer. Sanırsın ki hepsi insan,ama insanlıktan bihaber kalmış yürekler.Yine söz bitti,acep bu düzen ne zaman değişecekti. Ellerinden önce yıkasan kalbini. Cok gecikmesen, vakit sona erişti. Bırak kötülük,iftira,yalan,riya arkada kalsın. Önce insan olmayı öğren,inan pişman olmayacaksınnn.........
125
Sözün Özü 49 Kâinata nazaran dünyâ küçücüktür. Hatta bir nokta hükmünde dahi değildir. Biz ise, bir nokta kadar bile olmayan şu ölümlü dünyâ için hep, veryansın ediyoruz; acabâ değer mi ?...
31
Haberci konuş benimle ey insan yüreğinin haritası seni masumluğuna hapseden kim vecizeler çivilediğin hayat tahtandan kurtul mumyandan ve ruhuma serilelindeki beyazı yazmaktı özlem hislerinin vurguladığı demde habercinin geldiği doğu sabahlarımızı ısıtacaktı gümüşsü leylâk mitolojisimezarlar ve küller altında yitirilen kesitlerin teslisi dolunay doğmaz olduysa yıldızların rahminden yeniden varoluşun yordamı kelâmını esirgeme(Yedi İklim 114/16)
52
Çöl Yalnızlığı Önce… Bulutlar terk etti bizi… Yağmurları’da alıp giderek… Ardında… Dokunup Hayat bulduğumuz Ne varsa… Solup, gittiler bir bir… Yol yorgunudur… Gidenler… Vedaları hüzne döner…Tenimizdeki esmerlik, Çökerken yüreğimize, Vurur Çöl yalnızlığı… Sazın, her teline dokunur rüzgâr… Eller susar… Diller susar… Şair susar… Sessizlik… Sessizlik… Ve ben… Sen olurum… (18.Mayıs.2009/Adana)
50
Seninle Bahar seninle güzel Seninle güzel bahar pazarları Çiçekler seninle canlı Seninle can özü çiçek kokuları Gökyüzü seninle masmavi Seninle düş gökyüzü bulutları Çayım seninle tavşankanı Seninle tiryakilik çay yudumları Sigaram seninle tütün Seninle can veren Azrail dumanları Aşk bile seninle sevda Seninle sevdaya adak kalp atışları...S.Güler-15.5.2016
47
Sen Hiç Ağladın Mı? Seni sevmiştim. Sana aşık olmuştum ben. Her gece hayalini kurardım. Her gece yarısı tatlı uykumu bozup, Sensizliğe isyan ederdim. Senin için gözyaşı dökerdim…Oysa sen hiç aşık oldun mu? Sen hiç sevdin mi? Sen hiç sevdiğim uzakta diye, İki damla gözyaşı döktün mü? Bir gece yarısı kalkıp sıcak yatağından, Benim için ağladın mı sen? Bensizliğe isyan ettin mi hiç? Gözyaşlarına boğuldun mu sen? Sen hiç ağladın mı?
70
De hele gülüm Ayrılık kolay mı kendin avutma, Bu nasıl ayrılık de hele gülüm. İçin gel, gel eder n-olur naz satma, Bu basıl ayrılık de hele gülüm.Aşkın yağmuru sağanak yağarken, Sevda ırmağıyım sende coşarken, Sen sevda deryası dolup taşarken, Bu nasıl ayrılık de hele gülüm.Karanlık geceyim sır da hayranlık, Sen sevda güneşi doğdun aydınlık, Ezeli ebedi aşka bağlandık, Bu nasıl ayrılık de hele gülüm.Çiftci İsmail’im haktan dilekte İki can içinde tek bir yürekte, Bin ömür yeter mi yine sevsek de Bu nasıl ayrılık de hele gülüm.08 10 2014 ÇARŞAMBA
89
Aşkın Deryası Sabırla Dolu Sırdır Aşkın deryası sabırla dolu sırdır Sabır eden varınca kapısı açılır Aşk açılır gönüle gülümsemesi serpilir Aşk ile seven sabırla cennet bahçesine varır Bu âlemde olmazsa ahrette kavuşur Aşk işte böyledir sabır eden kul bahçesinde buluşur Gelecek olan cennet güzelini bekler kavuşurSabırla aşk olmazsa varılmaz hiçbir sırra Yusuf sabırla sultan olmadı mı mısıra Sabırsız kul ermez varamaz huzura Yola devam edemez düşer her bir çukura Aşk işte böyledir sabır eden kul bahçesinde buluşur Gelecek olan cennet güzelini bekler kavuşurÂşık Gülveren’im ben aşk kapımı her gün çala vura Aşk ile beni seven cennet güzeli halimi her gün sora Aşk ile olunca gönül düşse de yakmaz ki ateşten kora Aşk bir nurdur her kula nasip olmaz varamaz ki bu nura Aşk işte böyledir sabır eden kul bahçesinde buluşur Gelecek olan cennet güzelini bekler kavuşur
136
İçilen Şiir Kardeşlerim günahkar değilim ben Benim içtiğim kırmızı; şaraptır... Bak Avroamerika’nın içtiği kırmızı; kan! .. Sen hala beni günah işliyor san Bunun yanında benimki sevaptır! ...
27
Gurur Uçarı huyu gülümseyişi bakışı Takındığı tavır taşıdığı görüntü gurur Kimin aklından geçer Sanırsın selvi ağaç ulu dağlar Bir onur bir duruş Sanki herşey onun bize kalan boş Kederi suskunluğu bilmiyor bence Geceleri çılgınlığı ,sevişmeyi sevmeyi Uçarı bir gülümseyiş gözlerinde Beğenmiyor hiç kimseyi Beni sarsar bu insanlık bu duygusuzluk Sevmek herşeyi sevmek gerek Sonra itilmişlık kopukluk gelir Bezmışlık ve gönül yorgunluğu Ama büyüklenmeden önce yaşayıp Sonra küskünlük ve sitem Dahası alaycılık gelir...
72
Otuz Beş Yaş Şiiri Yaş otuz beş! yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün. Delikanlı çağımızdaki cevher, Yalvarmak, yakarmak nafile bugün, Gözünün yaşına bakmadan gider. Şakaklarıma kar mı yağdı ne var? Benim mi Allahım bu çizgili yüz? Ya gözler altındaki mor halkalar? Neden böyle düşman görünürsünüz, Yıllar yılı dost bildiğim aynalar? Zamanla nasıl değişiyor insan! Hangi resmime baksam ben değilim. Nerde o günler, o şevk, o heyecan? Bu güler yüzlü adam ben değilim; Yalandır kaygısız olduğum yalan. Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız; Hatırası bile yabancı gelir. Hayata beraber başladığımız, Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir; Gittikçe artıyor yalnızlığımız. Gökyüzünün başka rengi de varmış! Geç farkettim taşın sert olduğunu. Su insanı boğar, ateş yakarmış! Her doğan günün bir dert olduğunu, İnsan bu yaşa gelince anlarmış. Ayva sarı nar kırmızı sonbahar! Her yıl biraz daha benimsediğim. Ne dönüp duruyor havada kuşlar? Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim? Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar? Neylersin ölüm herkesin başında. Uyudun uyanamadın olacak. Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında? Bir namazlık saltanatın olacak, Taht misali o musalla taşında.
171
Misillemeler 27 Sessizliği sevdiğim kadar, sensizliği de sevmeyi isterdim. Sessizlik acıtmıyor, sensizlikte acıtmıyor ama yakıyor. Resminin içinden bakıyorum dünyana, kaybolup gitsek diyorum. Senin dünyan ve içine ben katılıp sadece gitsek. Sonra yine gözlerin geliyor aklıma, sessizce kayboluyorum ışıltısıyla. Seninle herşeyin hayalini kurmak bile güzel. Seninle ve içinde sen olan herşey güzeldir. Yaşamaktır seni doyasıya, yaşamak seni seninle veya seni sensiz de yaşatabilmektir...
62
Sabretmek Hiç durmasa da zaman, dur derim ben inatla Aşka sitem ederim attığım her adımda Yine de sönmez ateş, gözyaşım damla damla Hiç bitmese de keder, sabır dimdik ayakta
29
Veda VedaTükenmez sanırdım, meğer Yalanmış, Gençlik, bir masalmış, dillerde kalmış. Şimdi; sevdaların, zamanı değil, Gayrı hayallerle avunuyorum.Yüreğim, yanıyor, kuru otlarla, Ömrümü tükettim, sahte dostlarla. Belki, ilk baharda, belkide, yazda, Dosta veda edip, gitsem diyorum. 03/05/2003
35
Kırmızı gül Nice güllerin en hası Benim gülüm kırmızı gül Yüreğimin en gür sesi Benim gülüm kırmızı gül..Senin sevdan derindendir Cevrin aşkın elindendir Türlü rengin birindendir Benim gülüm kırmızı gülYürekte bitmez sızılar Aklımdan çıkmaz kuzular Hitabi gülünü arzular Benim gülüm kırmızı gül..
42
*Sencillik Gerçeği Hüznün resmi olmayacak,aynaya bakınca gördüğüm.Gözümü kapatmaya zorlamak yerine büyük bir istekle yumacağım,gözümde tüterken “sen”! Sanki kendimi bildim bileli yalnız sana uyudum da yine uyanışım sana oldu her sabah.Sanki göz yaşlarım sadece,ayaz vurunca yüzüme,döküldü istemeden.Gülmeler ve sevmeler sanki sadece “sen” le yaşandı.İnce belli bardakta altı şekerle içtiğim çayım değil,yudumlamaya doyamadığım “SEN”din.Seni bugün yaşıyorum ama dedim ya; sanki dünümdün de…Di’li geçmiş zamanı kullanışım bundan.Evvel,bütün renklerimi zifir yutuyordu.Alabildiğine en büyük tutkum denizlerim siyah; ruhumun,aydınlığına eşlik ettiği semâlar siyah,bildiklerim ve gördüklerim siyahtı.Belki sözlerim,hatta gözlerim ve saçlarım misâli.Ama şimdi siyah olanlar; yalnızca olması gerekenler.Aralarına; yılların habersizce serpiştirdiği aklara rağmen saçlarım,gözlüğümün siper aldığı gözlerim ve zorla bulabildiğim minicik ayakkabılarım.Hepsi bu.Hatırı sayılır sözlerim ebrûli,baktıklarım ve yaşadıklarım ebrûli.Dileklerim,sınırlarım ve ellerim de tabi.Bir de seni satırlarıma taşıyan kalemim.Kurşun kalemim; adres olarak satırlara yönelir,bana hiç dokunmadan.Bana tek dokunan,sensiz uzayıp giden,tutamadığım saatlerim.Ama olsun.Ayaküstü şiirler yazarken adına,ben her anıma şükür secdesindeyim… 24.03.2005 Perşembe 09.24 (Aylin Ayla Selçukoğlu) '
148
Bu Göz Senin Karaçalının kurumuş dalı Yüreğimin bitkin köşesinde İyilikse seni vermek Bırak kötü olayım...Cehennem hoyrat bir bahçe Ellerim yorgun tutuyor seni Her yanım kırbaç yarası Bu göz sen Bakmayayım mı Sormayayım mı seni Çektiğim azabaCennet bu Hınzırca gülümsesin Aldırmasın,yanılmasın Çektiğim azaba gözlerin...
43
Deli Devrana Ihtiyar agac yorgun sandal taze bahar… Faturalar yagip yikilirken zerden puldan zarftan posta kutusundan Evim dünyam demeye ne sahit ne tanik…. Arasan insan güzeli sohbeti selami zor ki zor buldugun… Yine kendine kalan dag ve bagina bahcelenen dem… Cicekler acmis cerci dökmüs dillere destan olmus Tezgahsiz dümensiz ihtiyar agac yorgun sandal taze bahar yine.. Kuytuda su kenari akip caglayan bir yerde sessize sakin Karsiliginda kurusun külcenin dirhemin lafini gaybetini bile etmeden ….ki hayretler icinde herseyi aska yorup sagiltarak Delisine dolu insan kalbinde carpiyorsa yüregin Evvel sen bile serpilip dökülen deli devrana Hasretindeymis gibi Hayran olur gidersin…Nisan / 17
100
*Veda Etmeden Gitme* VEDA ETMEDEN GİTMEGüneş dedim gözüne, bulutlarla kapladın, Yaralı yüreğime, hançerleri sapladın, Beni sevgiyle sarıp avucuna topladın, Kor ateşlere atıp, veda etmeden gitme.Ben gonca gül değilim, solmam- solduramazsın, Kalbime yazdım seni, silmem - sildiremezsin, Anladım yükün ağır, aşkı kaldıramazsın, Beni tekrar yaratıp, veda etmeden gitme.Yıllardır tanıdığım bu sanki sen değilsin, Hani derdik 'bu aşka bütün dünya eğilsin', Yürekten sevmeyenler, çektiğimi ne bilsin, Gözlerini karartıp, veda etmeden gitme.Biraz geç anlıyorum sözüm geçmediğini, Keşke baştan söylesen, beni seçmediğini, Nasıl bilebilirim aşktan kaçmadığını, Beni aşk la donatıp, veda etmeden gitme.Suyu bulandırırsan durulmaz akar durur, Aşk ateşı görülmez, sinsice yakar durur, Hayalini sardıkça, mis gibi kokar durur, Yüreğimi karartıp, veda etmeden gitme.
110
Sözün Özü 65 Her yanan ışığı, bir avuç sanma. Bir avuç sandığın aydınlık, belki senin kurtuluşundur. Yıldızlar da nokta kadar gözükür ama, tek bir yıldız; üzerinde yaşadığın dünyâdan kat kat büyüktür...
31
Sarıl Bana Yalnızlık sarıl bana yalnızlık,gir ikimizin arasına üşüyorum sensiz sen neden anlamasanda kim isterki evcil hayvan gibi sahiplenilmek özgür kuşlar gibi uçarım kanatlarım arası yalnızlık soğuk rüzgarın ısıtır beni göklerde taşırken ve bir soraki durağımda yine kaçar süzülürüm seninle...
40
Eylül dizisi (...3) eylül dizisi (......3)eylül dizisi 3 kaybettiğim şiirler arasında olduğu için anımsatma baskıya sunulamadı…onlarca yıldız topladın gökyüzünden benim için ama birisini bile koyamadın yerine… aşkı eskittikçe değil aşk ile eskidikçe büyüdük…aşk Kavmim göç eyledi bir gece vakti Samanyolu sen içimden geçtin Zaman yolu sürgün eyledi hüzün ilk ayrılıkla Yalnızlık ellerin eylülle geldi… Yaralım memleket döşümde düşün döşümde hasret…sevdik denizleri yaraladıkça sevda göç kavmimde sis pus sus göç kavmimde kan ter eskimeden aşk katıl bir bulutun canına kurtul intihar kurmacalarından kan uzak yar koynunda ewel ölüm gider yolları sen peşisıra… dökül katre ter emeksiz açmaz kardelenler ve gülmez aşk ay yüzünsüz yüzüm hüzün aslol, göç gurbet içimden sis pus ve sus göç dün, ki umut büyü/yorum… ben Hasret sana aşk yürüyorum yol ağırken eğme, dik tut başını vurmuştuk intiharları ilkgün ellerinde doğmuştum yenigüz değil ömrüm ilk değil son. dostum diren, ustam diren, yumma gözlerini, hüzün mevsimlerinde tutunduğun bulutlardan, yağmurlardan aşk içmenin zamanıdır şimdi.yumma gözlerini ki şafak gözlerinde, büyüyorum…ekleme: 03-09-2005
160
Babam İle Söyleşi Babam üzülüyormuş Bugün içinmi ben büyüttüm kızım seni Yüreğinden kasırgalar kopuyor Üzüntünden benzin betin sararmış Hücerelerin feyat edip duruyor. Ah evladım bu günleri görmedim Seni mutlu olasın diye koladım sevdim Uzak ilde yalnız kalıp ah ettin Gündüzlerin gece olmuş bilmedim Ruhun feryat edip duruyor. Özünde de ne çok dürüstsün zekisin derdim Ayrıcalık tanır kardeşinle mukayese ederdim. Bilmedim kaderini sonunu Affet beni canım kızım bilmedim Gözyaşların feryat edip duruyor. Canım babam keşke sağolaydın İstemezmiyim sanıyorsun burada Üzüntümü görup merak etmediğin için İyiki yoksun yanımda. Bunun için bile şükrediyorum Allaha Kader buymuş. Rahat uyu sen kendi mekanında.
98
Yaprak Dökümü Çırpınışları......................Dosya YAPRAK DÖKÜMÜ ÇIRPINIŞLARI -dizge sevda öyküleri-Onunla karşılaştığımızda yeniden kocaman bir kırk yıl geçip gitmişti ömürden Mevsim güze vurmuştu gönülde güller yanıp kavrulmuştu Çırpınıp kaldı yürek geri gelmeyecek günlerin ardından...SANAL BİR SALINCAKTA BİR AKDENİZ AKŞAMINDA SEVGİLİYE SÖYLENEN NENNİUyu bebeğim kapa gözlerini, Bak, yıldızlar fısıldaşmakta yalnızlıkta şarkılar mırıldanarak sessizlikle sevişir gibi. Onlar da uykuya dalacaklar biraz sonra gözlerinde hasret kıvılcımları düşleriyle sarılarak ulaşılamayan sevgililere, ateş düşmüşse öze esiyorsa aşkın yeli gönlün denizlerinde bitmez asla yürekte kabaran gelgitler yıldızlar birer birer dökülse de yere...Uyu sevdamın kızıl yıldızı Uyan hayallerimdeki peri kızı Kollarımı salıncak ettim sana Attım aşkın kemendini bir yıldızdan öbür yıldıza sabaha tomurcuklansın aşkımız, Yeni bir güne doğar gibi doğalım yeni bir yaşama açılsın kollarımız...Sevgilim, yavru ceylanım benim, Seni sevmek yaşamın anlamla donanması demek, Mutluluğun dalga dalga yayılması yürekten ve yağıp yağıp dinmemek...Uğuldaması sevda fırtınalarının dört ufukta çınlaması sağır duyguların şiddetiyle şimşekli öpücüklerin ve gül bebeklerimizin gülücüklerle açması gözlerini dünyamıza...Uyu meleğim ve uyan yepyeni bir sabaha “yeni bir dünyanın doğuş” gibi, Gözlerinde kanatlansın güzellikler çırpınsın bir sevdalı kuş göklerinde.. Bak el ediyor çiçekler onsekiz yaşının görkeminde doğuyor gün Bahar sabahlarınca açılıp saçılsın yaşam sevgilimin efsane gözlerinde...Sevgilim nar tanem yavru ceylanım benim, Ne zaman ilişse gözlerim gözlerine güzellikler bürüyor evrenin her köşesini, Ne zaman sürsem dudağımı tenine kır-bayır başak deryasına döner yeşerip çiçeklenir çöller, Uyu bebeğim gözlerinde biriksin bütün güzellikler...Bir tanem yavru ceylanım benim, Uzat başını kolum üstüne sonsuzluklara gönder düşlerini tepeleyip geçsin sevdamız barikatları, Gökte ipekten ay çiseltileri, Akdeniz akşamlarınca ipildesin gecelerin karasında yürek kıvılcımları...Uyu sevgilim ve düşün ki bir çamlı yaylasındasın Torosların sevgilinin kalbi gibi okşamakta teni serin serin esen akdeniz yeli ve sırılsıklam ıslak saçlarımız o efsane yurdun mahmur sabahlarında, Gözlerimiz çevrili yüreğimize birbirine yapışık bedenlerimiz sevdamız eşkiyadır karlı dağlarda...Uyu bebeğim Düşünü sonsuzluklara sal tutuşsun yıldızlar aşkımızın kor alazında, Bırak boşluklara kendini boylu boyunca, Kollarımı salıncak eyledim sana sevda tezgahımda örtüler dokudum ve ateşe vurdum yasasını töresini bütün düzenlerin karanlıklar defolup gitsin diye dünyamızdan, Uyu sevgilim Ve kabuğunu çatlatan narcasına sevdayla yanıp kanarcasına güzellik otağı bir yaşama uyan... 14/8/2013 MelbourneKÜL OLANA DEK BEDEN “…………………………… Feryadıma karşı aksiseda yok Uyandım yerimde soğuk kül vardır”Uyandım ve hemen buraya geldim. Sen yoktun... Beklemiştim zaten seni gece yarısından sonraya dek.. Ve sen asla gelmemiştin.. Yoksun, Ne yazık aynen devam ediyor çaresizlik:Seni kurguladım hayal ve düş karışımı bir gecede sonu gelmez bir serüven gibi sabaha kadar... Kül oluncaya dek beden ayrılmaz aramızdan ayrılık biliyorum ama aynı zamanda bilmek bile istemiyorum bu acı gerçeği, Kül oluncaya kadar beden ayrılmaz yürekten bu kara sevda ve ayrılmayacak da -tek bilmek ve bildirmek istediğim budur- günden güne arta arta bitirecek tez gün içinde yaşam yolunu... ÖYLE OLSA DA, BÖYLE OLSA DA NE ÇIKAR. Seni sevmem biricik yaşam biçimim Yaşama tutunmamın tek yolu bu Şunu çok iyi anlıyorum ve duyuyorum her an ilahi bir seda gibi derinliklerden dinledikçe kalbimin inleyişini: SEVGİ BİTERSE YAŞAM BİTER VE BEN AŞIĞIM YAŞAMAYA YANİ SANA... unutma bunu! 24/7/2014AĞLIYORUM YALNIZLIĞIMIN SONSUZLUĞUNDA DOYA DOYAKaranlık ve soğuktu. Pus sarmıştı şafağın bağrını. Sokak lambaları sisli boşluğa esrarengiz bir görünüm içinde salıyorlardı ışıklarını... Buz tutmuş bir galaksiyi andırıyordu şehrin sabah manzarası ve o saydam yıldız mahşeri içinden ateşler püskürterek buğulu gözlerinden büyüdü bir sevdalı yıldız. Dikildi gözlerimin tam karşısında Yalp yalp yanan renkli tayflar oluştu ve gözlerin gelip oturdu aklıma.. Yüreğime yalımlı bir yangın düştü Seni düşündüm aniden yıldızlar gözlerine dönüştü. Karanlık ve soğuktu. Buz kesiliyordu düşlerim... Yitip gidiyordu belirsizleşerek içimde umut diye taşıdığım gülüşlerim, Kaybolacaktım gözlerinde aniden karışarak renkli ışık zerreciklerine...Birdenbire yüzün aldı gözlerinin yerini sis dağıldı şehrin üstünden, Yıldızlar yavaş yavaş sönüp gittiler ince bir ağıt gibi sabahın gözlerinden... Çivilenip kaldı gözlerim yüzüne bu yüz,aynen o yüz! Hani sen beni yeniden bulduğun zamandaki 40 yıllık bir depremle altüst edendir yüreğimi... 19 Ocak cehennemi bir sıcak ve akşam yanarken fanuslar gibi gözlerinde eriyerek çölde seraba döndürmüştü beni. Ve dilime şiir doluşmuştu: O günden bu yana ve hatta ömrüm boyunca tam olarak ezbere bildiğim tek şiirdir bu...“Daha o günkü gibisin bende Uzakta bir serapsın ücra bir yıldız gecenin köründe, Gönülde meltem esintisi yanan duygulara akdeniz gecelerinden...Daha o günkü gibisin bende Yalım yalım tüter hasretin çöl güneşi gibi vuran gözlere, Başımda o eski kavak yelisin Ve bir yavru maral sürükleyip götüren yüreğimi karlı dağların yalçın yüzünden...”Yüreğim ve aklım hep o köprüde takılıp kalmıştır benim. Dönüp gidemem geçmiş günlere lime lime kanasa da yüreğim. Ve başım alıp gelemem bir türlü ömrün yaprak döktüğü bugünlere... Günler acı ve elemle yoğrulmaktadır şimdi ve hasret yüreğimi delirtip taşar hergün yeniden basar gözlerimi bir duygu seli... Ağlıyorum hüngür hüngür ve kırık bir hıçkırık eşliğinde! Yok etrafta halimi kınayacak hiç kimse... Yok dudak bükerek yanımdan şaşkın şaşkın gelip geçecek biri... Ağlıyorum yalnızlığımın sonsuz rahatlığında yürekte biriktirerek acı ve kederi ağlıyorum doya doya..! 23/7/2014GÜN KARARDI KURUDU GÖLLERDE SULAR VE GERİ DÖNMEDİ PELİKANLARİşte o son kırk saati nasıl geçirdiğimi sana anlatmayı bir türlü götürmüyor yüreğim. Evin aşağısında bir park vardı Sokağın köşesindeki gül ve lavanta bahçesinin yüz metre ötesinden başlardı bu parkın sınırları. Parkın ortasında büyükçe bir göl ve gölün ortasında da üç-beş ev yeri kadar bir adacık vardı... Hem gölün batı ve güney yanı ve hem de adacığın tamamı iğne yapraklı, dört mevsim yeşil duran sık ağaçlarla kaplıydı. Gölün kuzey ve doğu tarafındaysa çok yaşlı, ulu okaliptüs ağaçları birer tarihi yapı gibi dikilip dururlardı. Doğu taraf aynı zamanda çayırlıktı. Adanın merkezine de okaliptüs ağaçları dikmişti ki belediye, bu adada göl kuşları gecelerlerdi, ve aynı zamanda yuvalarını yaparlar yavrularını büyütürlerdi. Ada kuşların güvenliğini de sağlıyordu. Tilkiler karanlık basar basmaz sık sık parkta ava çıkarlarlardı. Hatta zaman zaman dingo bile kuş leşi umuduyla geliyordu bu göle Fakat bu vahşi avcılar hiç bir zaman sudan dolayı adadaki kuşları avlayamazlardı.Bu gölde bir kaç tür ördek, kaz, yelkovan ve adını bilmediğim uzun bacaklı, kırmızı gagalı, siyah tüylü su kuşları yaşardı.... Ve zaman zaman misafir olurdu gölümüze nereden geldiklerini bir türlü bilmediğim bir çift garip pelikan... Pelikanlar bir kaç gün kalırlar aniden kayboluştu sonrası, ve uğramazlardı gölümüze bir ay, bir daha. Bana hep gidilip dönülmemeyi, ya da mekansız bir göçmenliği anımsatırdı bu garip çiftin macerası...Gölün doğusunda araba parkı vardı. Kuzeye doğru ilerledikçe tuvalet, Piknik alanıyla, barbecue ocakları ve ilerisinde de çocuk parkı bulunurdu. Burada genellikle yoksul aileler hafta sonları barbecue pişirirler, çocuklar da parkta oynardı. Parkın etrafı kıydolayı betonlanmış gezi yoluydu. Gölün etrafı da öyle... Anımsıyor musun bilmem. Zaman zaman anlatırdım sana, hani akşamları parkta yürüyüş yaptığımı. Bazan da göldeki kuşlara evden bayat ekmek getirip attığımı.. Parkın çevresi normal yürüyüşle yarım saat çekerdi. Ama ben hep yavaş yürürdüm çünkü yürürken hep seni düşünürdüm. İşin doğrusuna gelince senin hayallerinle sarmaş dolaş olayım diye gitmekteydim genellikle parka ve hiç bitmesin isterdimbu tatlı yürüyüşler... Seni düşünürdüm: Aklıma bir baraj gölü düşerdi. Gözlerimin önünde bir barajlı yol uzanırdı.. Yürürdüm kalabalık ve gürültülü caddelerden. Usta bir restourant ve o restourant adıyla anılan bir dolmuş durağında oturur, karşımdaki binanın arkasında kalan küçük bir apartmanın güneye bakan yüzündeki üst balkona takılır kalırdı gözlerim...Neden sonra kalkardım yol kenarındaki oturaktan ve adımlardım yeniden göl çevresinde seni düşleyerek. Önümde barajlı bir yol uzanırdı. Ağaçlara bakardım, yüksek apartmanların balkonlarından aşağılara bakan kadınlar gelirdi gözüme. Hepsinin de bir yerleri sana benzerdi... Yürürdüm karşımdan gelecek bir güzelle yüzyüze gelme heyecanıyla. Veya nefes nefese kalınmış bir anın aceleci ve tedirgin huzursuzluğuyla... Hayallerinden uyanınca da kalbimin küt küt attığını duyardım. Üstüne ala karanlık çöken ağaçların ağıl gibi etrafını ördüğü yolda...İşte o son kırk saati nasıl geçirdiğimi sana anlatmayı bir türlü götürmüyor yüreğim. Önceleri senin böyle yapacağına dair bin bir kanıt gösterselerdi bile inanmazdım asla hiç birisine. Ama son zamanlarda içine girdiğin girdabı sezer gibiydim Ve son andaki kuşkulu tavrın üzerine düşündüm mü, yoksa düşünmedim mi olmayıp anımsamıyorum net ve berrak, fakat geç vakit içime bir kurt düştü ve ol sebepten ötürü kuvvetli bir istemle geri döndüm internete. Açar açmaz mesaj kutumu, mesaj geldiğini görerek garip bir şekilde ürperdim. Zaten öteden beri açınca interneti hep mesaj kutusuna giderdi gözlerim, çünkü hep senden mesaj beklerdim ama çoklukla boş bulurdum kutuyu ve buruk bir duyguyla acırdı, batardı kalbim...O gece interneti açınca ve görünce kutudaki işareti senden olamayacağını düşündüm, hatta senden olmamasını bile istedim içten gelen bir duyguyla. Ne yazık ki, açar açmaz kutuyu acı gerçek suratımda düşman kırbacı gibi şakladı... Bir anda kaybetmiştim kendimi, durmuştu beynim, yoktu bedenimde hiç bir yaşam belirtisi, dünyamı ateş sarmış, gözlerimin akı kararmıştı... Ayağa kalmayı denesem de beceremedim. Kalmışım çivilenmişcesine, saatlerdir oturduğum sandalyede... Sonra göğsümün kafesinde derin batışlar, kalbimin derinliklerinde sancılar duydum... Başım döndü, gözlerim karardı ve yavaş yavaş yanaklarım ıslandı...Ne söylemeliydim bilmem ki, bu müşkül durumu resmetmeye ne bende yeterli söz vardı ne de anlatmak o kadar kolaydı..? Neredeydim...kimler vardı çevremde... Ben neydim, kimdim, neydi beni böyle dünyadan koparıp götüren boşluklar mahşerine... Hiç bir anlam oluşmuyordu beynimde. Bir hayal meyal güzellik görüntüsü vardı yalnızca gözlerimde... Gülen dudakları ve gölgelenmiş gözleriyle...Belki intikam duygularıyla seyrettiriyordu bana gülüşlerini.. Belki de, “bakma sen gözlerimin gülmesine, ağlamak geliyor içimden” der gibiydi... Sabaha evrilmişti gece. Kuşlar yavaş yavaş doğacak güneşe şarkılı ayin törenine hazırlanıyorlardı. Direne direne ayağa kalkıp, çıktım sokağa. Sokaklar ölü gezegenler gibi ıssız... Yürüdüm parka doğru, bir tur attım etrafında gölün. Kalabalık ve gürültülü ve barajlı bir caddeden giderek, bir baraj gölüne çıkarıyordu yol beni. Yol boylarında yüksek binalar dizilmişti selvi kavaklar gibi bir güzel yürüyordu bana doğru kaldırım boyunca, sol yüzü gölgelenmiş, kızıl bir gül kurusu yanaklarında... Nasıl olduysa anımsamıyorum şimdi aniden çocuk parkındaki salıncağa tosladım. Diz kapağım çok fena acıdı, çöktüm yere ve oturup kaldım orada belki bir saat kadar, daha fazla belki de hiç derman kalmamıştı bacaklarımda... Şafak attı. Tan yeri ağardı. Güneş kızararak yükselmeye başladı Güney Pasifik okyanusunun üzerinden, eve doğru yöneldim ayaklarımı sürüye sürüye...Patron beni gördü. Akşam o yatağa giderken beni nerde görmüşse aynı yerdeydim yine. Aniden irkildi kadın, söylendi iki kez üstüste “ne oldu sana ” Ben duymazlığa verdim onun söylediklerini, duymuştum oysa, yanıtlamak da istemiştim ama; “ne oldu sana ” ne demekti? anlamlandıramıyordum kafamda... Patron çocuğu giydirip kuşandırdı çantasını hazırlayıp gitti ve dönmedi geriye bir daha...Gün kuşluğu geçti, çay yaptım içemedim, ağzım zehir gibi acıydı, bal ve ağız dürümü masada kaldı. Göğsüm sürekli batıyor, kalbim sancıyor ve beynim boşluk içinde, yalnızca belleğimde kalan iki medetsiz söz yineleniyor durmadan “kendine iyi bak” ve “beni unut..”diye...Çıktım evden, her yer hapishane kapısı olup üzerime kilitleniyordu habire... Yürüyordum yine tıpkı geceki gibi sürüyerek ayaklarımı parka doğru, bir melankoli atmosferinde... Park ıssız ve sakindir o saatlerde, ancak akşamları kalabalıklaşır yaz günlerinde. Bir turu bitirdim gölün etrafında, adayı süzdüm dört yönden dalgın dalgın düşünerek... Etrafta çığlık çığlığa gri, boz ve gövel ördek sürüleri, kazlar tıslıyorlar durmadan, yaklaşınca yanlarına eski Adana kabadayıları gibi başlarını kaldırıp dikleşerek... Pelikanları aradı gözlerim.. Yoktular.. Gitmişlerdi aylar önce ve dönmemişlerdi geri... Belki de bu kurak göle bir daha hiç dönmeyeceklerdi...Gölün suları iyice çekilmişti içe doğru. Damla yaş düşmüyordu aylardır toprağa, tüm otlar kurumuş, bomboz bir çöl görünümü almıştı doğa. Oturdum sarsıla sarsıla, o ışık sızdırmayan altına, sık ağaçların arasındaki sıraların birine.... Önümde baraja giden bir yol, suları çekilmiş bir göl, gidip de geri dönmeyen pelikanlar, ve ayrılıklar ömür boyu yürekte çıban gibi kanayan... “Bir ayrılık geldi de coştum ağladım” gölekler gözüme umman görünür... Bir bahar günü geliyor gözlerimin önüne dumanlı bir dağın eteğindeki şirin bucakta, bütün görünümler sis altındadır bütün anılar yarım... Yağmur altındaydı toprak, yağmur altındaydı sokaklar.. Sokaklarda yorgun ayaklarını sürükleyen yoksul insanlar dolaşırdı, Sırılsıklamdı elim, yüzüm, dudaklarım... ..................................................... ................................................................... Rüya gibi bir ortamdayım, pelteleşmiş beynim ya uyuyordur karanlık bir iklimde ya da uyuşmuştur iyice bedenim... Yalnızca bileğimde yalın ve yumuşacık sıcaklığı var bir elin... Genzimde dezenfekte ve ilaç kokuları Zorlaya zorlaya aralıyorum kirpiklerimi, karşımda beyaz önlüklü ve beyaz tenli olgun bir bayan, Ellerim avuçlarının içinde, Ve soruyor “ne oldu sana” diye. Patron geliyor aklıma her nedense! Ama o daha yaşlı, sıcak ve candan... Gözlerim geri kapanıyor ağır ağır, O farkında bile değil bendeki depremin Yalnızca soruyor bana durmadan...27/2/2014 AKLIN PUSUYA YATARDI BEN KARŞINA ÇIKANDAAklın pusuya yatardı hep karşıma çıktığın zaman, Oysa çırılçıplak bir yürekti her zaman seni ayakta karşılayan, Ben hep çıplak ve ak bir aşkla sevmiştim seni, Yüreğim çırpınırdı bakarken ummanlar kadar derin ve yıldızlarca uzak gözlerine, Yüreğim yanardağlar kadar sıcaktı meltemli sular gibi serin, Ne zaman aklıma düşse adın, ne zaman gözlerime otursa hayalin...Aklım alır başını giderdi bilinmedik yerlere, Acılar, ayrılıklar ve cefalar sürüklenirlerdi sevgi selinde ve ötelenirlerdi önünde yüreğime sınırsız bir gülistan gibi serilen gözlerinin... Zaman dururdu uzayıp giderdi yaşam Her şey yeniden doğarcasına gençleşip donanırdı yeniden dünyam filizlenişiyle gönlümde rengarenk güllerin...Yüreğimin sesiyle eğilirdim önünde, Yüreğimde kanat çırpardı kuşlar ufkun enginliklerine, Sevdalar büyürdü yüreğimde derin ve kaplardı yedi iklim dört bucağı gönül güzelliklerin... Çırpınırdım eteğinde kırılıp dökülen dalgalar gibi kızgın fırtınasında aşkın deryasının, Gökleri güzellikler bürürdü yağardı gecelerime yıldızlar, Gönlüm evrene sığmaz, Gözlerim senden ötesini görmez, Kulaklarım sesinden başkasını duymaz ve asla yaşanmaz sanırdım kucağında sensiz güzellikler dünyasının...Oysa sen hep aklın pusuda yüreğin kuşkuda saklanarak duldasına kara yüzlü bir korkuluğun üzüm yeme amacıyla değil bağcı döğme planıyla gelirdin yanıma... Ve hiç umulmadık yerde volkan patlar, savaş çıkar, kıyamet kopardı... Yer sarsılır, yıkılırdı bütün yapılar...Bir türlü anlayamazdım bu durumu, Suçlu bulunurdum her defasında ve aşkımın gereği olarak kabul ederdim suçumu... Oysa neydi ve nedendi bu olup bitenler anlamam olanaklı değildi. Yirmibeş gün küslükle beş gün sevecenlikle geçerdi, Hislerin yasa sayılırdı ve sivri sinek en etkili sazdı, Karşındakinin yazılı belgeleri hiç bir halta yaramazdı...Kanalboyu caddesinde yürürken hicranlı mutluluklar yaşadığımız haftanın bitiminde hani yalvarmıştım da sana “ne olur ceylanım beni gönderme bir daha geri kangurular yurduna” ve sen benim hiç akıl işi saymadığım ve asla inanmadığım bir yanıtla savmaya çalışmıştın beni başından... “ Sen bana katlanamazsın... ben çılgın biriyim.. hiç umulmadık bir anda hırçınlaşır, kırar, döker, yakar, yıkarım ortalığı.. sen beni tanımıyorsun...” diyerek! Bu söylediğin kaldı aklımda senin ardında durduğun gerçek ve tabi ki, bir de karakterin gereği beni yalvar yakar uzaklaştırdıktan sonra o ‘bereketli topraklar’dan “beni terkedip kaçtın” diye savaş açman sevdalına karşı...Ama şimdi inanıyorum sana, Gerisi hep fasarya.. Aşkın –meşkin, sevincin -hüznün... Tüm bunlar bir anlık ve ömrü mevsimlik bile olamayan bitkisel yaşamlara benziyordu... Üç günlük çiçek ömrüydüler belki belki de istasyonlarda yemek molasıydı zahmet yüklü yaşam treninin... Dizginsiz ve çılgın bir sevda dalgası yaşanırken esrik düşler dünyasında bu dalgaya düşmüş küçücük bir denizanası parçacığı her şeyi altüst ediyor, tüm sular denizanasıyla kaplanıyor sevda son buluyordu gözlerinde senin... Aşk hançerleniyor, yürek kanıyor ve kıvranıyordu yaşam kaprisli kuşku mengenesinde beyninin...Şok altındaydım aramızdaki serüvende ilk defa ve belki de ilk defa omuzlarım arasında taşımamaktayım yeşil bir lahana! Düşünebiliyorum artık az da olsa, kesik kopuk da olsa beynim. Bu kez altımda buzağı olduğunu iddia ettin oysa sen de bilirsin ki ben inek değildim... Bu son bomba, kinli ve kara bir kuşku gibi değil, apaçık bir hakaret gibi vurdu kalbimi.. Ama ben eminim ki sen bilerek ve isteyerek yapmış olamazsın bunu.. Şoktayım! ve sen ayan beyan ruhsal bir sıkıntı altında kıvranmaktasın... Her durumda sanki bir doğal afet gibi patlattığın taşkınlık seni otomatiğe bağlanmış bir kurgu gibi harekete geçiren bünyeni, ruhunu ve beynini tamamen işgal edip yerleşen, kuşkulu, kaprisli, egoist yapındandı... ve ben son defa yaptığın garip suçlaman gibi, tüm bunlara rağmen ne küçümsedim, ne suçladım ve ne de acıdım sana... Bu “acıma” suçlaması zaten bir ruhsal rahatsızlığın söylettiği söz olagelmiştir her zaman...Fakat her şeye karşın benim yüreğim hüzünle dolu şimdi Kırk yıldır kalbimde galaksiler dolusu yıldızlar kadar büyüttüğüm, peri kızlarına benzetip tılsımlı efsanelere garkettiğim ve tanrıçam diye önünde eğildiğim bir kişinin bu denli sıradan bir suçlamaya imza atmasını gönlüm olmayıp kaldırmıyor... Acıyor ve ağlıyorum kendi halime! 26/9/2014KIŞ BİTTİ GELDİ BAHAR HEP SENİ DÜŞÜNDÜM GECE SABAHA KADAR...Kış bitti takvim yapraklarında bahardır artık mevsim. Bahar geldimi yaşam nümayişe kalkar. Bitkilerin gövdesine su yürür, insanın yüreğini sevda bürür... Bahar aşktır, sarar doğayı sarar insanları... Elbet yürek diye bir uzuvları varsa ve duyguları ayaklanabiliyorlarsa... Kuşların en içli şarkıları seslendirmesidir gecenin bitip de atma noktasında şafağın... Çiçeklerin yerde sümbül sümbül gerinmesidir çiğli gülümseyişlerle ve ağaçların dallarında gelin gibi döllenmesidir yemiş yüklü günlere...Kış bitti geldi bahar... Oysa biz ne baharı yaşadık el ele ne yazı gördük meyve yüklü bahçelerde güze vurdu günlerimiz farkına varmadan... Yüreklerimizde açan güz çiçekleridir, ne uzundur ömürleri yaz bahçeleri gibi ne de ballı meyveler sunarlar dallarından... Şu an doğa bahar açıyor burada, yaprak dökse de öte yanda dallar hazan savruluşlarıyla. Hüzün ve sevda iç içe geçiyor aramızda ve gözlerimizde sevdaya ve yaşama doymamışlığın kahreden sıkıntısı, Ellerimizde kavruluşu geç kalınmış sabahlara özlemin, Bir yanımız üşüyor şimdi güz esintili yalnızlık akşamlarında bir yanımız yüzüyor dansında çiçeklerin...Kış bitti geldi bahar ben seni düşündün yine bütün gece son iki yıldır tatlı bir kabus gibi alışkanlık olduğu üzere. Bir yanım buz tutmuştu geçmiş günlerin kırıntı kuşkularıyla oluşan üzüntü ve ayrılıkları yüzünden, Bir yanımda bahar gibi yeşerişi sevgi bahçemizin yeniden...Ama her zaman var oldu içimde onulmaz bir sancısı ince mi ince sararma ihtimaline karşı sevgimizin, Ya bir deli poyraz çıkar ya da eserse bir kara yel ve kurursa diye suyu çiçeklerimizin... Ölümüm başlar o zaman kanaya kanaya gider yaşamdan pılım pırtım adım, sanım, anılarım karışıp kaybolur bir kara dumana, bir avuç dertli kül kalır ateş tuğlasının bağrında..! Yüreğimde ince bir keder senden gelir sana gider şarkısınca acıta acıta saplıyor hançerini başlıyor kabuk bağlamaya yüz tutmuş yaralarımız yeniden ve sızım sızım kanamaya. Ve yüreğin diyorki yüreğime hakkın yok senin bu gece annesinin göğsünde masum bebekler gibi uyumaya... Gönlümde bir eski yaranın sızlayışları aymazlıklar, bilmezlikler, görmezlikler ürünü dönüp duruyor bedenim gecenin içinde, Gözlerimde ışığını tüketmiş yıldızların hüzünlü görüntüleri, Duygularımda hazan yapraklarınca savruluşlar ve bir göçmen kuş sızlanışı dönüşsüz gidişlerin göklerinde...İçimdeki boşluk kahrediyor yüreğimi hep sen geliyorsun gözlerimin önüne gözlerim yanımda değiller oysa, Yıldızlar karardılar bir bir kopkoyu karanlıklara gömüldü dünya...Gözlerimde sen varsın kıvılcımlanıyor gözlerimde anıların genç kız görkemliliğindeki bahar sabahları gibi atıyor tan. Sonsuz bir yol gibi uzuyor zaman ve ben dönüp durmaktayım daha gecenin mahşeri burgacında çatlayacakmışım gibi huzursuzluktan...Kış bitti, geldi bahar... Yaşam ayağa kalkıyor tümden ayağa kalkıyor dağlar ovalar ve senin aşkınla ben bahar gibi yeniden doğuyorum... Canım sevgilim yüreğimin başeğmez yabanıl eşi sevdamın efsanevi perisi güzelliklerin simgesi bahar kuşlarının sesi altın kalpli amazonum..... Erisin dağlarda kar kalksın üstümüzden kara bulutlar yok olup gitsin izleri kuşkunun, kederin... Günlerimiz çiçekli dallar gibi yüklensin aşkı sevdalı gönüllerce yağsın gökyüzü sarsın sevda kat be kat yüreklerimizi hiç sökülmeyecek tarzda içli, derin... 4/10/2014 Melbourne KANLI GİYOTİN ALTINDA DÜŞÜNÜYORUM KELLEMİŞoktayım Gözlerimde kanlı bir duman çok eski zamanlardan hani tektanrılı despotizmin yeryüzündeki pratisyeni olmakla gururlanan ve korkaklıklarından dağbaşı kalelerine sığınan tüm zamanların en karanlık günlerinin temsilcilerinden günümüze ulaşan bir hortlak giyotin altında sınıyorum kellemi… Sesim çıkmıyor gereğide yok aslında sağa sola umarsızca haykırışların hiç bir zaman işkence altında anlamlı susuşlar gibi susturmaktayım ölesiye kendimi…Şoktayım Kanlı şövalye kırbacı gibi şaklıyor sevgilimin ruh hali alnımın tam orta yerine, Ne söylesem suç içeriyor sözcüklerim yüreğine sızmış düşman ajanı gibiyim mars olmam gerekiyor tüm zamanlar ve bütün zarlarım gele…Şoktatım Doğal felaketler uyarınca amansız ve apansız kıstırılıyorum kapana, Oysa ne denli acı bir manzaradır yangın düşmesi ortasına başak yüklü tarlaların, bağların kesilmesi haydut baltalarıyla ve kuruyup kalması yaşamın sevgisizliklerin çöl yazısında… Aklın işlevsizliğiyle kıvranıyor gövdem aklın işlevsizlğiyle ayaklarım, ellerim aklın işlevsizliğiyle dilim lal, kan çanağı gözlerim… O kendini kaymakam beni köylü sanıyor bakmadan ellerimin boya izlerine, Onun beyni işliyor yalnızca kurgulanmış bir bilgisayar gibi sevdasıyla kanıyor benim yüreğim…Şoktan çıkıyorum… Büyük bir denizde azgın dalgalarla boğuşa boğuşa batan bir gemiden bir kırık saldalla ıssız bir adaya çıkan bir gemici gibi... Ama çıkılan adada ne sevda sıcaklığında saran bir hava, ne yeşilin fütursuzca tırmanışı göklere ne tropical meyve yüklü ağaçlar ve ne de şakıyan kuşlar var... Açlık ateşiyle kavrulan afrikalı çocuklar manzarasında kupruru perişan ve çorak çöle rahmet okutan cinsinden bir kara parçası çıktğım yer. Kim bilir, ömür yeter, olanaklar elverir mi bu adayı yeşertmeye..? Gönül yeşerir mi od düşüp yanmış yüreğin susuzluğunda ve yaz yağmurlarınca can katarmı sevdaya umut..? Gün buluta girmiş ay dolanıp geçip gitmiş bütün bekleyişlerini düşlerimizin, Gelecek günler güman içinde.! 27/9/2014 MelbourneTÜM ACILARIN İNLEYEN ÇİLESİ ALTINDA AYIPSI MUTLULUKLARUyandığın zaman sabahın tazeliğine tüm zamanların çilesiyle inleyen sesimin tortuları çarpmış olacak gözlerine... Kanayarak akıtsa da anılarımızı bin bir noktasından her zamanki gibi yine olmayıp gönüllenmezler bir nebze de olsa senin o yüz kızarmaz mutluluklarına, Vurmazlar yüzüne ayıpsı fısıltılar... Sana hasredilmiştir en içli duygularımın dile getirilişleri, Senin içindir arzulayıp da bir türlü yaşayamadıkları güzelliklerin dilekleri, Senin içindir en güzel günaydınlar...! Paramparça edilmiştir akı gözlerimin kararıyor gönlümde yarının sevda ışıltıları söndürüyor özlemin..! Şimdi çok ötelerindeyim mutluluğa giden günlerin esir alınmış düşlerden de beterim, Ciğerlerimin demir pençeli bir elle sökülüp alınacağı ve nefesimin gırtlakta boğulacağı bir duygusuzlukla yoruluyor içim… Gözlerimin akı bulanıyor yavaş yavaş dönüşüyor tüm görkemli görünümleri yaşamın külrengi bir manzaraya, Cinnet getiriyor yüreğimdeki sesler beyni boşalmış kuşlar çırpınıyorlar ufkumda… Nereye uzatsam ellerimi nefessiz bir boşluk, Ne zaman atsam adımlarımı mülkiyetsiz sevgilere durmadan dipsiz uçurumlara akıyor duygularım…Yokluğun yıktı bendini berrak suların kanayarak akıp gitti yürekte çağlayanlar süründürüyor özlemin..! Üzerime matem karanlığınca çökmüş duygular En küçük esintide kanlı sular basıyor gözlerimi Tüm bedenim sümer tufan söylencelerinin bugüne kalmış kutsuz kanlı fosilcikleri… Terkedilmiş bir meyhanenin bin yıllar geçse de hiç değişmeyen yapayalnız müşterisi gibiyim, Ellerimde esrik bir derviş gibi sonu gelmez bir serüvende dönüyor kadehim… Kavgada yere düşmüş ve bahtsızlığına küsmüş umut gibi ağlıyor yüreğim…Kelepçelemiştir aşkın ellerimi arkadan Ve bağrımda dudak izlerinden bir yafta öldürüyor özlemin..! Nebula kütlesi gibiydim aşk galaksisinin… Sen beni nasıl ettin de döndürdün tümden çiy düşmüş sabahların mahmur güzelliklerine içten içe yanıp küllenirken yürekte sevdan ömrümün yaprak döken günlerinde, Sen bana ne yaptın da kaldım çar-naçar kahır yüklü dünyamın uzak köşelerinde… Tutup da tılsımladın deli-divane göçmen kuş eyleyip saldın ummana, Çaldın duygularımı umarsız ayrılıklardan Süründürdün kimsesiz düşlerimi süründürdün gece-gündüz ardından bir kanlı Kesikbaş öyküsünce tozlu yollarda…kocaman kor ateşsin yüreğimin merkezinde dokundukça kül olduğum parça parça zerre zerre göğündürüyor özlemin..! 9/10/2014YAŞIYORUM TÜM GÜZELLİKLERİ SEVGİLİMİN GÜLİSTANINDASoydum sevgilimi üryan macerasında düşlerimin bıraktım çırılçıplak güneşin altına kendim gibi. Tutunduk el ele yaşamın yörüngesinde başladı düşlerimiz renk cümbüşü bir devinimin sonsuz burgacında dönmeye, Yürek yüreğe verdik gerdik kollarımızı tüm doğa varlıklarıyla kucaklaşmaya, Sevda ile sarılıp birbirimize sökülmez bir alaşım gibi kaynaşmaya, Gün vurdu çıplaklığımıza yandık Güneş ananın eteğini ulu dervişler gibi dolandık, Baktık ki biz de bir dünyayız dönüyoruz aşk ile boşlukta sarıyor sevdamız sonsuzlukları doya doya… Soydu sevgilim beni serdi sulara ve başladı yüreğim sevgilimin gövdesinde maceracı bir seyyah gibi dolaşmaya….Dilimden destanlar akıyor sevgilinin gönül bağına....Sen bana yaşamın sonbaharında en doyumsuz duyguları taddırdın, Gülün ne tadlıydı, dilin ne tatlı anlatımı olanaksızdı o tadın… Senin dilinden akan balın esrikliği yaşanmamıştır daha insan neslinde süleymanın çoban kıza aşkından beri, O balki, emdikçe doyurmayandı ömür boyu bayıltıp ayıktırmayandı.. Senin nefesin yaşam üfler bedene ve kanatlandırır yüreği sevgi denizlerinde, Senin öpüşlerin yener ölümü baharı geri getirir kış girişinde...Yüreğinden derin ve içli fısıltılar geliyor yüreğime...Canım ya sen neden bu denli derin sulara dalarsın, Neden bir sevdalı kuş gibi çırpınır mavinin derinliklerinde kanadın ve garkolup erotiğin en doyumsuz esrikliğinde beni benden alıp bana salarsın...Ve sonra başlıyor muhabbeti yüreği bıçaklı iki minik kuşun...Gönlüm kanatlanıverdi işte ne yapabilirim ki güz çiçeğim benim bir suçum yok bunda... Eğer suçlu aranıyor ve varsa bu duyguları bana ilham edendedir yani sendedir… Benim çılgınlaşmanın iksiri ve sana kanat çırpmamın nedeni gözlerindedir…Sanmam diyorsun ama öyledir canım benim sen bana yüzünü gösterince yeni kanatlanan kuşlar gibi çırpınıyor yaşlı yüreğim. Şu an tüm varlığımla seninleyim. Saçlarının kokusu ciğerimde, Yüreğim çarpıyor heyecandan sıcaklığını duyuyorum tenimde ve saplanıp kalmış gözlerim gözlerinde...ve sevdadır evvel zaman aşklarınca vurur yüreği ölüm uçurumlarınaCanım… Ahu bakışlım… Yavru ceylanım… Ben gerçekten şu anda kaybettimşim kendi kendimi bir sevdalı maralın koynunda. Aşkın şarabıyla sarhoşum doyasıya sarıp kollarımı dolayıp uzun uzadıya sevdalı bir uydu gibi dönüyorum güneşimin etrafında...Ellerin ellerimdedir şimdi çırpınıyor yüreğim yüreğinde öyle bir kural tanımazlık duygusuyla değişip dönüşüyorki varlıklarımız yürek denilen ol yaratıcının fırtınaları senden bana, benden sana esmektedir, Sarılsın kollarımız sonsuz sular gibi kaynaşsın gönülde gözbebeklerimiz, Girmesin aramıza hava boşlukları hep esrik bir iklimde tükensin ömür çürüyene kadar kemiklerimiz...Aşktır insanı yaratır yeniden güller açılır buz bahçelerindeİyi gelir yaralara bu şarkı bu dokunuşlar çiçeklenir tende acılar yağmaz üstümüze sel basmaz barınakları…Yüreğimsin yüreğimin esintisisin sen... Ve ben hep o esintiden alıyorum tüm feyzimi... O esintidir alıp götüren beni en karanlık gecelerden apaydınlık günlere… Gidiyorum sıcak iklimlere doğru aşk sarhoşluğunda sallana sallana Sızım sızım emip teninden atıyorum dışarıya engerek akıntılarını - offf ne de sıcaksın- yediveren iklim bereketinde kucağın…Biliyorum sen hemen elimin altında gibi, sen hemen yapıştırmışcasına tenini tenime, sen hemen ıslanıyorsun öpücüklerin yağmurundan sen yanıyorsun ateşinde harlanmış sevdamın! Boynuna yüzümü sürüyorum dilimi dudağımı ve kalbimi sarıyorum göğsüne canıma yapışıyor canın… Bırak kendini boşluğa atarcasına erisin tenin ateşinde doyumsuz duyguların…Her noktasında bedeninin kalsın ıslak dudak izlerim, Sıcaklığın, nefesin ve ellerin sinsin kopmazcasına tenime. Acıların çekip gitsin esrik sevdalar dolsun yüreğine. Başını göğsüme yasla koklayım baharın çiçeklerini ve hapsedeyim dudaklarım arasında dilini...Yeterki ten tene gelsin haz dolar nar bahçelerineCanım ceylanım göğsünde ölürüm... Ölsem bile sen benim kalbimden çıkıp gidemeyeceksin hiç bir yere ve ben senin yüreğinde mezara gömülürüm…Gevşedi gövdem iyiden iyiye seni hissediyorum biteviye bir tanem bedenimin bütün hücrelerinde seni yükseltiyorum altından abide gibi duygularımın en yücesiyle…Şimdi sevda sularında yol almaktadır ışıklı gemilerim, Yaşam ve aşk ve sen olmazsa olmazların en kutsanmışı yolsuz yolculuklara pusula susuz çöllere çiseleyen yaşam yağmuru ve insan olmayı mermer yontuya emzirip büyütendir sevdan senin...Açlığıma ekmek olmuştur yarım yüzyıldır mavi yuvarlağın dört yanında derdime derman en elverişşsiz anda ve gözlerimde pasifik sularınca serin ve sıcak yakamozlu akşamler gibi okşayan gönül hüzünlenmelerimi demem oki yalçın dağlarımın koynunda yaşayan ve vurgun gönülleri ölüme taşıyan efsaneler maralı beni dünyanın dört bucağına götürendir beni yalım yalım yakan beni süründüre süründüre kanatan beni bugüne getirendir hasretin...Ve daha öyle acım ki yar göğsüne baş koyup esrik bir ezgi mırıldanmaya uzak ve derin yaşayamadıklarımı bir kerecik olsun yaşamak, yaprak dökümünde güzelliklerin...Yaşam bir yolculuktur hep sevda küskünü bir göçmen kuş için, Yaşam kırbaçlaya kırbaçlaya geçirir kanlı kancasını gırtlağına sevda vurgunlarının ve aheste aheste yokeder yürekte devinimi bitiverip gidersin birgün kimseden habersiz unutulmuş bir viranenin köşesinde… Sıcaktır bütün duygusu yaşam sevincinin ve sen sıcaksın.Sevdalı bir derviştir yürek demir atmaya görsün engin sularaGömülmüşüm kuytu kucağına yağmur ormanlarının. Ekvator çukuru sanma sakın şarap doldurup içtiğim yerleri. Ve alıp başımı gidiyorum aşağılara bir deli derviş gibi bel kemerinden bir demlik demir atacak gemim o sıcak, o ılıman al güller vadisinin odağına, Ve ben özgürlüğümü yitirsem bile ol limandan hiç ayrılmayacağım bir daha… Oğlak dönencendeyim tanrıçam benim gemilerimi salıyorum yavaş yavaş kaydırarak yağlı kızakta çatlamış kızıl nar bahçesinin kapısından içeri. Goncalarla sarmaş dolaş oluyorum aniden ay vadisinde iki al-pembe zambak hasret bitimi yar gibi çırpınır iki al dudak bir doyumsuz gezintide dolaşır yüreğim, Sonra aşk bahçesinde başlayıp hiç bitmeyen bir sokak başlayıp bitmeyen sokakta başlayıp bitmeyen bir yolculuk Ölürüm sevgilim, sonbahar çiçeğim… Gönül gönüle eserdi meltemler dökülürdü güzellikler eteklerindenDevam et yolculuğa canım ben bu heyacanlı serüvene hiç doyamıyorum diyorsun ben de sana doymuyorum biliyorsun... Yaşarıyor biryerlerin gözleri, Akıyor birilerinin ağızlarının usareleri, Dolaşıyorum derin vadideki al gül bahçesini annemin memesini emer gibi emmek yaşamı yeniden orada, İçmek abu hayatı pınarlarından kana kana ağzımı dayayıp hiç bir zaman doymayarak ve sıcak tuzlu çay bahçesi ol gülistanın bin bir yeri yandı damağım.... Yandı her yanımız akım kapladı gövdemizi çırpındık, sarsıldık iki üryan beden olarak birbirine karıştı nefeslerimiz… Aşkım, hiç biter mi bu yürek hoplatan öykü anlatsam ömür boyu yine de zaman yetmez. Daha yeni başladık biliyorsun gün biter gece biter o hiç bir vakit bitmez...Şimdi ben sana şöyle bir kucak açıp kırk yıllık özlemin vuslatı gibi yeniden sarılıyorum ve diyorum ki, Sen benim ezeli ve ebedi yaşam pınarımsın, Sen benim canıma can katan cananımsın, Ne dert bulur beni kollarım seni sardıkça ne yaşam tükenir doyumsuz dünyamda... Ve sen diyorsun ki bana, Ben bir irem bağıyım, tüm meyvelerim yaşam filizleridir hep senin için... Ben bir firdevs bahçesiyim topla topla kokla güllerimi...Ve işte ben şimdi sabahın seherinde acılmış gül goncalarını derer gibi deriyorum sevgilimin çılgınlıktan tüten göğüslerini. Ve işte ben şimdi nar bahçesinde çatlamış kızıl nar gibi emiyorum sevgilimin yanan leblerini... Tüm çiçeklerin özleri onun dilinden akıyor emdikçe susamakta yüreğim, Bütün güzellikler sevgilimin bağrında açıyor okşadıkça yanıyor ellerim…Canım sen doyumsuzluklar tanrıçasısın Ve ben doyamam sana binlerce yıl yaşasam da hiç ayrılmasa tenim teninden ellerinden ellerim kalsak ömür boyu kucak kucağa… Ve nefes nefeseyiz işte can canayız ten tene yaşam seni sevmekle vardır ancak seviyorum seni ölesiye………………………………………….Dönüyor dünyamız milyarlarca yıldır aşk ile, Ve biz geldik döndük ve öldük bir kaç saniyede, Bir karınca adımı ömrümüz dünyamızın yörüngesinde…23/10/2014KURTULUNMADIKÇA YARASALARIN KARANLIĞINDANSeni her düşünüşümde dalgalar basıyor yüreğimi Seni her özleyişimde ağlıyor bulutlar göklerimde. Dağlar devriliyor üzerime durmadan Depremlerle sarsılıyor yıldırımlarla vuruluyor üzerinde yürüdüğüm umutlar, Kainatın tüm ağırlığı sırtıma yükleniyor bütün acıları yaşamın dökülüyor üzerime...Karanlıklar ortasında kanıyorum yapayalnız Ne bir ışık gökyüzünde ne bir yol ne bir iz alıp götüren insanı güzelliklere, ve sabaha giden yollarda kara örümcek ağları. Tek umutla mıhlanıyorum beynimden tek ışıkla koşuyorum sana yüreğimden ve kaldırıp başını karanlığın saltanatına tepeleyip geçiyor karanlığın tuzaklarını sevgilimin sıkılmış militan yumrukları...Hiç bir nesne kalmıyor yeryüzünde Engin ve sonsuz bir dünya ve bu sonsuzluklar kadar mutluluklarla bezenmiş sevdalar...Nereye baksam sen hayalde sen, düşte sen, yerde gökte, dağda denizde ekmekte aşta sen,Sızlamakta gövdemde derin belirsizlikler içinde bir yer acıda, sevinçte sen Yavaş yavaş açılıyor karanlıklarda yıldız çiçekleri tomurcukklanan gülde, koklayışta öpüşte sen...İçimde kabaran sevinç dalgaları Sırtımda kanayan esaret kılıcının yaraları Ve gözlerimden çağlayan sevda pınarları deva bulmazlar asla Ve benin bu kıskanç yüreğimde senden başka bir nesneye yer kalmaz sevgilim devrim tufanlarıyla yıkılıp atılmadan ve biz bize kavuşup kaynaşmadıkça yirmi birinci yüzyılda bile kurtuluş yok ayaklarımıza dolanan yarasaların illetli kültür ve ahlakından... İrinli salyalarıyla çürütmüşler sevdayı İğrenç görünümleriyle bozuyorlar güzellikleri Karanlıklarıyla boğmaktalar gözlerimizin aydınlığını Kükreyen kavga sellerinde meşaleşiyor yürek Çığlıkların ve öfke selindir atılan öne ardında saf tutuyor oğullar-kızlar... Dilimdeki seste sen, ciğerindeki nefeste sen Yarına giden yolda, aydınlığa akan selde kavgada, döğüşte sen... ....ve gözlerimde aşkınla tutuşup yanıyor yıldızlar! 21/7/2013SEVDA SALVOLARIYLA GELMEKTEYİM KAPINAUyan da bak pencerenden dışarı sana seranaddayım gece yarısından sabah alacasına... Şarkılarıma kuşlar devam edecek sen o tatlı uykularından uyanınca bense karanlıkta eriyip yiten bir göktaşı gibi kaybolacağım gecenin koynunda…Uyan da bak sokaklara sabahın tüm kaldırımlarında ayak izlerimi bulacaksın ve her beton duvarda gözlerimin ıslaklığını… Ben bir sevda apostoluyum geliyorun kapına her gece ve el ayak çekilince ortalıktan ve sen dalanda derin uykulara kıskançlık taşkınlıklarıyla yolluyorum sevda salvolarını….................................................... ..................................................................Bu düş yarım kaldı Sabaha ermeden gece vurup dağıttı bir deli poyraz sevdalı bulutları üstümüzden. Aniden bastırdı kış yağmur yerine tipi yağdı, Gökte kıyamet tufanları yerde yılışıklığı dalkavukluğun utanmazlık saltanatlarına karşı karardı yıldızların ışıltıları...Uyandım sarsılarak Sol göğsümün altı küt küt atarak, Yollardan çirkef yükseliyordu Gökte külrengi bulutlar minarelerde ağulu gürültü anaforları ve şekilsiz insancıklar cadde boylarında minnacık bencillikler uğruna yamuk yamuk yürüyordu… Kasım 2014 MelbourneÇIKIŞSIZ BULANIKLIK BÜTÜN UFUKLARIMIZVe kış bastırır yüreğini yanan yaz ortasında külrengi bir donukluk çöker gözlerine sevdalı sular yitirir içinde berraklığını nehirler buz tutar kurur otlar, çiçekler çıkışsız bir bulanıklıktır dört ufkun beyinde fırtına gibi uğuldar uzak sesler...İnsanın kendi kendine zulmü gibi çürütür yaşamı çözümsüzlük içinde kıvranışlar Bir dal kalmamıştuır tutunmaya bir düş bitimi anıdır ve yol ayrımıdır yaşamsızlık dünyalarının girişinde, Ne güneş doğar, ne sabah ağarır bir zerre iz olarak kalırsın fosil atıklarından geriye…Ve belki de yarin tatlı hayali geri döndürür seni süründürmeye sevda çilesiyle inleyerek bitirmen için günlerini ölüm yüklü yolların kavşağından, Yalpıyıp gider gözlerinden sürekli kelebek dokunuşları pembe gül kurusu bir dudağın ve yürekte ipiltisi kavuşulmuşluk düşlerinin bitip tükenmeyen özlemlerden yanında kalan..HAZANDA AŞKIN UYANIŞI.... O dedi ki bana “bak gökte yıldızlar ağlaşıyorlar yerde otlar, karıncalar Hiç bir nesne bulunmuyor senin o tedirgin kollarının arasında. Yaşamsız yurtlar gibi anlasmsız duruyor ve bomboş kuruyor benim bedenim sevda deryamızın ortasında...”Biliyor musun kara gecelerimin balkıyan yıldızı sevda alemindeki sonsuzluğum, Ben seni düşününce gövdemi kuş gibi hafif hava gibi ince ve delikanlı zamanlarımdakinden çok daha yıkılmaz ve zinde buluyorum... Çünkü senin sevdan yağlı bir urgan değil boynumu sıkan senin sevdan yüreğimdeki coşkun çağlayan, Çünkü seni sevmek bir tanrıçaya ibadet etmekten daha kutsal bir eylem, Çünkü seni sevmek, nefesini ciğerlerimle sıcaklığını tenimle ve yüreğini yüreğimle eşleştirmek demek birtanem...Ne denli anlatsam seni ne denli güzellesem sevgini ne denli parça parça parçalayıp kaynaştırsam uzuvlarını uzuvlarıma ne denli eritsem ruhunu ruhumda bir tamam söndüremem yürekte volkan volkan kaynayan ateşimi... Birtanem, anlatmaya bir türlü söz yetiremem gönlümün otağında fütursuzca çırılçıplak oturan mutluluğu, Ne denli çırpınsam da dile getiremem gülümün güzellikleri sevda sarayımızda nasıl dokuduğunu...Sen benim yarım yüzyıl ötesinden yüreğimde kanayıp kalan bir deva bulmaz yarasın ve bana doğa ananın kutsal emanet gibi sunduğu hatırasın... Ondandır ki ulvi bir tutkudur benim sana olan tutkum, Ondandır ki yürek vuruşumdur hiç bir kurala gelmeyen asla değer biçilemeyen ve beni böyle dünyanın eteklerinde divane dervişler gibi süründüren aşkın...Allı gülüm sana tüm varlığımla ve tüm duyarlılığımla en değerli şeylerim üzerine yürekten gelen bir yeminle söz ederim ki hiç bir dişi varlık geçemez senin sevgilinin yakın semtinden, Hiç bir dişi kanatlı uçamaz senin sevgilinin göklerinden... Ben senin aşkınla köle olmuş bir gönüllü dervişim, Ben sevdalı ve serkeş bir yürekle seni sevmenin ayrıcalığına ermişim...Ben senin tek erkeğin tek eşinsem sen de benim aynen öyle al dudaklım, Asıl sensin mutluluğun kaynağı efsanevi aşkımızın efsanevi otağı yaşam seninle var ancak ben seninle varım...Gönülde sevda sevda dalgalanmanın, yaşamanın, var olmanın ve ölümden yaşama doğarcasına yeniden doğmanın asıl kaynağı sensin. Sen benim huzur bağımın tomurcukları Sen benim kırlarımın yemyeşil baharı Sen benim sevdamın renkli çiçeklerisin...Ahum... ceylanım... ve daha sayamayacağım bin bir türlü güzelliklerin ve çılgın dişiliklerin güneşi altında yanan balım... Bir yavru kelebek çizerim göğün alnına karlı dağların doruğuna senin adını tüm renklerini emiştire emiştire doğanın kelebek gökkuşağına boyar mavilikleri senin adınla duyulur aşkın iniltileri bir sonsuz güzellikte bir bitmeyen serüvende gürleşip büyür yaprağım dalım...Mavi atmosferde bir sevda alkımı senin o tılsımlı gül endamın bütün renkler senin sembolllerin ısı ve ışık ve beynin o görkemli işlevi senin yürek titreşimlerinden erişir bana, Anamın adı gibi biliyorum ki ela gözlü nergisim senin renklerin vurulacak gelecek yaşama senin adın konacak tüm güzel kızlara, ceren, xazal, ceylan, maral, ahu hüzünlü bir moğol dervişi gibi acısız düşecek toprağa gözlerinde dünyayı dolaşan bugu...Gözlerim yaşarıyor durmadan bir ince esrik mutluluktan, Oysa ben mutluluktan ağladığımı bir nebze yaslanıp güneşe bir yudum nefes kadar okşandığımı hiç ama hiç anımsamıyorum. Senin hünerin bütün bu gözyaşlı mutluluklar Sineme saplı hançerlerin kışın ayazında nergislenmesi, Senin eserin susuz kalan düşlerimin ak göğsün üstünde yeşermesi...Benim ilk ve son sevgilim ve ömrümdeki biricik gerçek eşim, Öyle bir oluşum ki senin kalbinin kadın kadın yanışı, Öyle bir anlatımsız güzellik ki aşkın hazanda başkaldırıp uyanışı, Anlatamam tanrıçam anlatamam birtanem anlatamam güneşim...Resmini kalbimin üstünde taşıyorum hep sana baktıkça gözlerime güzellikler nakşoluyor, Mutluluk dalgaları vuruyor yüreğime karanlığıma sıcak ve ak ışık tomurcuklaları düşüyor gülistana dönüşüyor yanım yörem ve kenetleniyor birbirine ellerimiz... Yollar kaybediyor uzunluğunu karanlıklar yitiriyor koyuluğunu bir kızıl gül açımı sevdalı durakta yapışıyor ten tene, kaynaşıyor iç içe bedenlerimiz....Ben bir deli dalgasıyım engin denizlerin döğünür düşerim ezelden ebede eteklerinde sevdamın destanını söylerim iniltilerle derin derin öpüp ayaklarını, kanayıp köpürerek... Ve ondandır ki çiçeklenip meyveye durur gönlümüzdeki güzellikler sevişerek...Ben dedim ki ona “sığar mı iki komünistin aşkı deryalara gök sema bile yetersizdir bize biliyorsun ki biz geleceğe giden yolların yolcularını yaratacağız sözle tarif edilemeyecek olan sevgimizle...” 31/12/2014BİR YILBAŞI GECESİBen yapayalnızdım kendi duygularımla O yapayalnızdı kalabalıkların arasında Yapayalnızdık ikimiz de, Dışımızda bize yabancı bir dünya vardı İçimizde bizim olan bir dünya yetip de artıyorduk kendi kendimize...Ne de olsa hayalle gerçek birbiriyle hem sevişerek hem döğüşerek yürüyorlar günümüzde “aramızda yüz yıllık yol.....” Kim bilir bu sözü eden şair söyler miydi böylesi bir çarnaçar sözü yaşamış olsaydı böylesi bir günü, Ama biz çarnaçardık işte tıpkı şair baba gibi bu gün bile Bir yanımız belki bin yıllık uzaklıktı bir yanımız göz göze, dudak dudağa, dil dile, el ele sanallık, Biliyoruz çok eski sevdalarda bulunur ancak günümüz aşıkları için seyran- ı samanlık... Ben bu geceleri hiç yaşadığımı anımsamıyorum böyle duygulu böyle mutlu, Onun elleri işteydi daha dem soframızı kurmaya başladığımızda Onun elleri öpülesi anaların elleri Onun yüreği bendeydi benimkisi yolda Yüreklerimiz kamberdi, keremdi, ferhattı arzuydu, şirindi, aslıydı... Ve serde sevda serüvenlerimiz düşer dillere dillere, Onunla biz bu denli hiç mutlu olmamıştık belki de bugüne kadar böyle gecelerde...Onun bir eli işteydi bir eli bende Ben tüm iklimlerin en görkemli çiçeklerini derleyip serdim onun önüne, En derin içtenlikler işlendi günün tarihine en içli duygular yaşandı yürek yüreğe, Selam bile vermedi bize diş bileyerek dışımızdaki kurulu dünya en kutsal etik ve törelerini çiğnedik diye, Biz ise hiç dönüp bakmadık asla kulak asmadık etrafta gırla giden şamata ve gürültüye...Biz hiç böyle geceler yaşamamıştık can cana, ten tene uzakları yakın ederek, Kan damlardı kadehlerden yüreklere dudaklarımızda öpüşlü sevda ezgileri içimizde yeniden doğan bir harikalar diyarı içimizde fırtınalı aşkların hiç durulmayan çalkantıları... Biz hiç yaşamamıştık belli ki gözlerimizi açamadığımız için kendi içimize bugüne kadar böylesi mutlulukları... 1/1/2015SERİ SEVDAYA VERME DUYGUSU Bekledim Düş bitti yarılandı gece Karardı aynada yaşamın tüm güzelliklerinin sureti, İçimde kanayan bir yaranın durmadan deşilişi gibi bir sancı Ve umut çırpınıyor yerde kanadından vurulmuş bir yavru güvercin gibi...Bekliyorum Yüreğimi döşemişim gelip geçeceğin tüm sakaklara tüm caddelere, tüm alanlara, Yapılara kahrım ve kanımla yazıyorum adını Düşlerimi hoyrat duygulara gözlerimi yıldızlara bıraktım bini birden doluyorlar içeri yırtarak uykunun kara suratını yıkarak karanlığın saltanatını yalnızca senin gül kalbinin penceresinden...Ben, ben değilim artık Ümüğüm darda kaldı Sürünür ayaklarım yalnızlık kokan kaldırımlarda, Gözlerimi yıldızlara yolladım Yüreğimdir hergün senin ayakların altında çiğnenen...Bekleyeceğim Baş konulmuş bir aşkın sımsıcak sarmalayışı beyinde jet hızıyla üretiyor kendini ve şaraptır demlenmekte yürekte sevdaya adanmışlığın içli duygusu, Yaratıyor yeniden yaratıyor beni senden en karanlık anında bile en çözümsüz umarsızlıkların sevdaya adama duygusu serini... 7/1/2015PENCERE ÖNÜ EZGİLERİ1Şafak atıp da ışıyanda pencerenin ardı sarıl aydınlığa çırılçıplak sıyırarak kollarını karanlıklardan, Benim, ağarıp gelen ufuktan Benim, kopup dağılan yıldızlardan Ellerimde yediveren gül esintileri Buz tutmuş ışınlarla dolacağım seher mahmurluğundaki gözlerine Sen soyunurken derin uykulardan... 9/1/20152Pervasızca kaldır donmuş duygularını ayağa, Her günün batımında ve şafağında her sabahın ben hep soluğunda olacağım, Üşür sensiz gecelerin ayazında buğulu bakışlarım, Tenim hasret çeker onca uzun zamandır ürpertili okşanışlara, Gözlerine sarınıp ısınacağım...9/1/2015SEZGİÇok zor bir karar verme durağında kendi yüreğinle savaştasın günlerdir, İçimin ezilerek kanayışından ve yüreğimin acıyla sızlayışından seziyorum ben bunu... Tüm varlığımın yalnızlaşmasından anlıyorum, metanet zırhıyla günlerce koruyarak kendini işkencede kutsal bir sır saklar gibi susuşunu...Ondandır Hayalde ve düşte böğrüme gelip saplanan kurşun… Ve ondandır benim yürek çalkantılarımın bir türlü durulamayışı... Hüzün yağmurlarının yağması tüm zamanlarıma aralıksız kara bulutların kaplaması gözlerimi ondandır benim gönül dünyamın güneşini yitirmiş gibi buzlanşı… 16/01/2015HIRÇIN DUYGULAR SARIYOR YÜREĞİMİ VE HÜZNÜM ÖFKEYE VARIYOR HABİREYine bir çalkantılı duygu çöktü üstüme yine bir garip esinti sardı sinemi inceden inceye ve giderek, keskinlşerek bin yıllık bir dert gibi delirtti hüzün yüklü yüreğimi....Acılı anılar sıralandı gözlerimin perdesinde ayrılıklı günler, haftalar, yıllar sıralandı kanaya kanaya geçiyordu dönüşsüz duraklar gibi son sürat yaşamın konaklama noktaları habire... En kutsal amaçlar, en görkemli sevgiler ve en içli duygular geçip gitmiş ölü emek didinişleri olarak ve ağıtlara sarınarak döküldüler önüme...Güneşin kararması gibi yavaş yavaş sönmesi gözlerde ışığın tüm çabaları boşa çıkartarak inadına ve alıp gitmesi başını güzel duyguların beyhude geçen günlerden bilinmeyen bir zaman ayrımına... Bir öfke tufanıdır basıp yıkıyor bendimi sele verip gözlerimi, dünyamı harap eyleyip ve hiç usa gelmedik binlerce engelle boğa boğa kesiyor nefesimi... Ve ayaklanıyor çırılçıplak bir kavga atı gibi öfkem başlayarak geçmişine geleceğine ve sıralayarak en tumturaklı küfürleri kim kayrılmışsa yüreğimin çırpınışına karşı nankörce kim saklanıp savunulmuşsa kölece ve kime bırakılmışsa yürekte yanan ateşin yalımları ve kim konmuşsa önüne kanayan ağıtların, Sahte sevgi masallarıyla kutsanarak ataerkil köleliğin efendilik saltanatları....Yüreğim isyan ocağı yüreğimde dile gelmez ağır acıların bağış bilmez haykırışları sana ve layık olmayan yere koyduğun kör inançlar kıskacındaki iğdiş duygularına... Acı ve öfke vuruşuyor şimdi bir ölüm kalım meydanında acı ve öfke kıyasıya yürek bağımda kafamda ruhumda...Acı ve öfke sevdanın kutsallığını yasal köleliğe kurban eden fikre, Acı ve öfke gönlün güzelliklerine burun kıvıran zavallı ve küstah kibre...Yürekte yaralarım bugüne kadar hiç bu denli delirmemişti, Hiç bu denli kudurmamıştı hırçın duygular bünyemin her hücresinde yaralı ve kızgın canavarlar gibi.Sen kötürümleştirilmiş bir yürek taşıyorsun solmuş zambaklarının altında ve tecavüze uğramış bir beyin çiziyor rotasını günlük yaşantılarının... Ne denli sövsem senin bu kutsallıklarına ne denli dişlerim arasından kanlı irin gibi salsam sözcükleri gölgesinde karardığın senetli tabunun karanlık suratına olmayıp yeterli gelmez seni güzelliklere geri döndürmeye.. Olmayıp yeterli gelmez köleliğini öldürmeye ve benim öfkemi bir anlık dindirmeye... Bu öfke durağından tez an içinde gitmezsem eğer parçalar güzellikleri senin aydınlık diye ezberlediğin hortlak ananelerin... Ve bir daha dönmez gönül meltemli duygulara nar çiçekleri açımında kızgın güneşin kamçısıyla.. Kurur gözlerde gönül pınarlarımız kaybolur sevdalı dallarda kuşların şarkıları yok olur okşanışın esrik tadı boyluboyunca... Ne olur yüreğim yardım et bana..! 2/2/2015UYKUSUZ GECENİN SESİYok be gönlümün gülü dün gece olmayıp bir türlü uyuyamadım sıkıntıdan, Sen git dedin ya ipe gider gibi gittim yatağa seni kıramadığımdan. Hiç ayrılasım yoktu aslında kalbinin kapısında kanlı zincire vurulduğum güzeller güzelinin karşısından. Uzandım sırt üstü karanlığa dikip gözlerimi evin damından olmayıp göremediğim yapayalnız yıldızlara kendi yalnızlığımı düşündüm uzun uzadıya... Yıldızlar gibi kimsiz kimsesiz duyumsadım yüreğimi kulak verdim karanlığın dipsizliğine in cin top oynuyordu dışarıda, Pencere perdesinin yarığında sokak lambalarının ölgün ışıltıları ve kafamda ve kalbimde ve gözlerimin önünde bomboş bir dünya... Tıpkı ömrüm gibi düzensiz çalkantılı ömrüm gibi taşkın ve nahoş, Tıpkı duygularım gibi içli ve acı tıpkı düşlerim kadar kırık dökük tıpkı umutlarımca umutsuz ve boş...Kayboldu tavanda gözlerim Düşlerim yitidi tılsımını bilinmezlikler karmaşasında toslaya toslaya tutuculuklara... Uzak ve ulaşılmaz bir sevda tınısı gibi çınladı yüreğim dipten gelen bir acıyla kanayarak, Düşlerimde ne varsa doyum ve doyumsuzluklardan yana yüreğinden toplayıp biriktirdiğim bugüne kadar süpürüp götürdü gözlerimin pınarları çağlayarak...Seni düşündüm Eteklerinde bahar kelebeklerince çırpınan sevdalı duygularımı ölüm döşeğinde can çekişen umutlarımı ve şu doyumsuz dünyaya doymadan geldiğim gibi gitmenin acılarını, Bizi düşündüm kızgınlıkları kırgınlıkları hastalıklı kuşkuları hiç bir anlamı olmayan tutarsızlıkları hiç bir güzellik içermeyen ve üstümüzde kara bulutlar gibi dolanan ayrılıkları...Uyuyamadım gül perim Gece güne evrildi gün geceye yeniden ama ben hep o bıraktığın yerdeyim... Yanıyor gözlerim alev almış çıra gibi kökünden yanıyor yüreğim ateş düşmüş yoksul harmanlarından daha beter, Yanıyor ayaklarım, yanıyor ellerim...Kuşlar sabah şarkılarını unutmuşlar kırgınlık iklimlerimizde ben yeni anladım sabahları neden sevdayla doğmadığını güneşin, Şafağı selamlamıyor artık seher yeli ağustosta ve gün cehennem gibi biniyor sırtına yeşilin...Uyuyamadım kırk yıldır yüreğimde baharı beklercesine açılmadan kalan çiçeğim Ayaklarım kırk yıllık sızlanışlarını taşımakta dağ bayır sürünmemin aşkının ardısıra, Kollarım yorgun balyozcu kollarınca döküldü aniden iki yanıma, Beynimde düşüncesizlik düşüncesiyle çalkanmaktadır bir anarşi dünyası... Kaç gecedir uyku yok gözlerimde Ve çıkıp geldi işte yine çıkıp geldi yavaş yavaş pasifik okyanusunun üstünden gün ışınları... 13/2/2015ÇIRPINIR YÜREĞİM YOKLUĞUNDA YERDEHazan yapraklarınca savrulurken duygularım ve yol kenarlarında donup kalırken eskimiş sular gibi kavuşulma arsuzuyla sevgiliye ömür boyu çekilmiş özlem acılarıyla, Kırdığında bir acı esinti yüreğimin yaşlı dallarını kesilip de nefesim sudan çıkmış balıklardan beter çırpınırken ölüm kalım kavgasında yüreğim bitiversen yanıbaşımda gözlerinde ateş çıngıları müzmin yalnızlığıma inat bir dişi aslan gibi ve ben seve seve gönüllü derviş yiğitliğince paramparça olup yitsem kucağında...Ben sana bir şey deyim de düşün azıcık. Genelde insanlar, özellikle de erkekler birleşemedikleri sevgilinin yani sahip olamadıkları servetin adını asla iyilikle anmazlar, kara çalmak, olumsuzlamak ve hatta içlerinden nefret kusarlar... Oysa sen benim yüreğimde bir ömrün dörtte üçünde bir tomurcuk gül olarak var oldun hep... Bir düşün kızgın mayıs peteğim Gözünü yeşil dağlara, gönlünü maviliklere çevir, Şimdi ben seninle birlikte düldülün eteğindeki altlık denilen yerde, bahar çiçekleri arasından yeniden sevdaya doğuş şarkıları gibi kar sularının şırıltılı akışını izleseydim, Tepemizdeki dağ kadar yücelirdi sevda serde yücelirdi gülüşlerin, yücelirdi düşlerim...Aşkımın cevheri canımın yongası Ben seni hiç kimsenin düşünemeyeceği kadar çok hiç bir yüreğin götüremeyeceği kadar yoğun hiç bir gözün göremeyeceğince derin ve hiç bir ufkun sınırlayamayacağı kadar sınırsız seviyorum... ve korkunç bir şekilde özlüyorum.... Şu an çukuovanın bahar güneşinin altında portakal çiçeklerinin arasında seninle olmak salarak doğanın bağrına çırılçıplak ruhumu, Ve dolanmak sevdalı yılanlar gibi boyun boyuna Ah ulan ah ulaşılamayan bir kayıp cennet özlemi bu... 29/3/2015DÖN GEL ARTIKSen gittin... Yavaş yavaş süzüldü gözlerime kurşundan ağırlık ılık ılık bir uyku sardı gövdemi düştü başım masaya yumuşacık...Sen gittin... Yokluğun bir kara gece içimde beynim uykulu yüreğim uyanık... Renkli dallardan oluşan bir ağaç altında rüyama giriverdin sevgilim ve sana sarılacakken ben şanssızlığımın kalleş cilvesinden uyanıverdim hemen yüreğim cızzz diye yandı, dön gel artık... 26/3/2015MEMELERİN KOKSUN NEFESİMHer uyandığımda gece yarısı zehir gibi acı buluyorum damağımı ve ağzımın içi ilaç deryası güzelim, Ne bir başka tad, ne başka koku ilaç deryasında yüzüyor dilim... Oysaki ben hep isterdim her gece senin memelerin koksun nefesim... 30/3/2015 MelbourneGÜNEŞ GÖZLÜ AMANOS CEYLANI VE KÜL RENGİ UMUTLARA DAİRDonup kalmıştı beynim heykellere inat belki saatlerce adının karşısında Neden sonra ayıktım bir külrengi boşluktu dünya, Ve felcolmuş beden gibi hareketsizdi düşüncelerim kafamda, Çok uzak bir anı izlenimi veriyordu belleğime gün ışınları... Bir güneş gözlü kız vardı bir zamanlar Amanos ceylanı...O belki bir romantik serüven anladı benim böylesi bir ölümcül vedamı belki bir kaçış ışıktan, sudan aştan, ekmekten, uykudan ve yaşamı yaşama benzeten gizem yüklü yüreksel duygudan. Sonra gölgeler bastı beklenilmeyen bir afet gibi mutluluğun yeşeremediği kan ve barut çiçek ve ekmek sevda ve ağıt tüten toprakları... Ölüm karanlığı gibi sağına sağına gelip dikildi önüme yolların sonu, Ağaçlar, taşlar, hayvanlar, insanlar ne varsa yani yaşamaya dair toprak ananın göğüslerinde büyüyen birer kemik heykel oldular gözlerime, Külrengi bir boşluktu geride kalan ve gece zifiri bir cehennem kazanı... Viraneleri gülistan eden güneş gözlü bir kız vardı eskiden Amanos ceylanı...Çoktan batmış gün gökte ilk yıldızların ışıltıları ve sıradağlar gibi dikilişi kara bulutların Antarktika üstünde ufkun, Islaklığı ikindi yağmurunun benim tenimde ve bir de iliklerimde kalmış yalnızca, Bomboş sokaklarda alaca karanlıkta esrik ve bitkin bir derviş gibi sallanıyor gövdem, Güneyden esiyor yel ve zehir akıtan bir hançer gibi delip geçiyor bedenimden, Hiç aldırış etmiyorum gözlerime hiç kurumuyorlar zaten onlar etkilemiyor hiç gözlerimin selini ne kuraklığı gönül bağının ne gecelerin buz kesen ayazı ve ne de Antarktikanın keskin yeli.Yol boyu meşe ve akasya ağaçları ve savruluşları sarı sarı yaprakların yol boylarına acıta acıta yüreğimi ve bitişi sevdayla direncin günden güne. Sözün sonuna konmuş bir noktayım ben savruluyor ömrüm yelin önünde...Dört yanım fısıltısız boşluk Gece külrengi ve kuru umutlarımca Zehir gibi keskin esiyor yel Yıldızlar beyhude el sallıyorlar sevdiklerine, Antarktika buzulları içinde kanıyor yüreğim Bulutlar yükseliyorlar sıra dağlar gibi ufkun üstünde, Bu kara bulutları her gördüğümde akşam alacasında işten dönerken ve sabahın köründe giderken işe hep Toros dağlarına benzetirim ve gelip dikilir ufkuma Gavur dağları... O dağların yeşil eteklerinde güneş gözlü bir kız yaşardı bir zamanlar Amanos ceylanı...Tıkanıp kaldı gırtlakta son nefes Çok eski bir anı gibi gel git içinde gözde ve gönülde ışıması günün, Ölüm karanlığınca kapladı atmosferi verilen sözü yadedemeyişin çaresizliği, Sel bastı tümden sevdaya yürüyen yolları... O yolların son durağında güneş yüzlü bir kadın vardı daha dün Amanos kartalı...Asla elveda edemeyeceğim sana yanıp kül olmadan beden ve tükenmeden yürekte sevda, Sen benim sinemde kızıl kanlı bir yara gibi açıp bir daha kapanmadın, Sen benim yüreğimde bir kırmızı karanfil gibi tomurup hiç açılmadan kaldın, Eğer yollarımız kavuşmazsa bir daha hep gül içinde kal güneş gözlü kadın.... 21/4/2015SABAH ESRİKLİĞİNDE SEVDALI DÜŞ YANILSAMALARIBir sabah uyandım kara kabus gibi kaldığım uykudan, Yorgun geceler daha gözlerimde işgal orduları gibi konaklıyor olsalar da bir ılık meltem iklimindeydi duygularım...Bir sabah uyandım Sen henüz yeni dalmış olmalıydın gül tenini teslim alan asalağın karasına, Belki ihanetli gölgeler basardı gözlerini ve belki de kim bilir düş alemlerinin birinde yangınlı sulara yol almaktaydın salarak kavganı aydınlıkla karanlık arasına... Bir sabah uyandım Güneş vurmuştu pencereme, Bahar gelmişti sanki kimseden habersiz özgürlük muştusu verircesine ve daha kış saldırmadan çekip kılıcını çakal gangsterler gibi ruhumun derinliklerine....Bir sabah uyandım Ezik ve esrik bir esenlik sarmıştı tüm bedenimi, Yumdum gözlerimi geri yarı uykulu yarı uyanık hülyalara daldım Bütün duyularımı gül tenin kaplamıştı görmüyordu yastığı gözlerim seni kollarımda sandım... 6 MAYIS '15 MELBOURNEKIYAMADIM UYANDIRMAYAİnsanlık tarihinin belki belki de yer kürenin bu güne dek en kaba tsunamisiydi hissettiklerim, 12 derece duygu depremiyle sarsıldı her yerim, Gözlerime doluştu tüm okyanuslar atmosferi aşan dalgalara garkoldu yüreğim... Büyük patlama gibi dağıldı feryadım galaksiler arası karanlık boşluklara, Kıyamet dalgaları dövdü bağrımı Açıp telefonu ağlamak istedim karşında doya doya ve sarsılarak, Sen uykudaydın kıyamadım uyandırmaya..! 8/5/2015 MelbourneGÖNLÜNÜN GÜLZARINA KURBAN OLDUĞUMGünaydın karlı dağlarımın ılık baharı Bitek ovalarımın al dudaklı narı Yaşamın bengisuyudur seni düşlemek Günaydın yanan bağrımın serin rüzgarıGünaydın ateşiyle tutuşup yandığım aşkının okuyla kana boyandığım Tek ilaç yüreğindir yürek yarama Gönlünün gülzarına kurban olduğum 4/2/2014YAŞAMIN KAPISINDA..................... Seher gülleri ve şakıyışları kuşların, Yeniden kucaklaşır yaşamın kapısında umutlar, Yürekte sızlayan batışlardır onsekizlik kızlar güzelliğinde ışıması ortalığın gözlerinde çekip giderken karanlıklar... 13/5/2015 MelbourneSAAT GECENİN DÖRDÜ Hiç anımsamak istemiyorum şimdi seni doğal ve somut olarak içinde bulunduğun durumunda, Çünkü saat sabahın dördü çukurovada! Yalnızca seni düşlerime yüklemekteyim ve bir silinmez güzellikte resmetmekteyim hayal tablolarıma... Geride kalan bir eylül sıcağında aniden bastıran ikindi yağmuruyla şehrin gürültülü sokaklarında ıslanarak, Ve gelecek eylül gecelerinde belki yapışık ve tek ve ateş almış bir yürek olarak... Uyku bilmez esrik sabahlara erişmek üzere gidiş gelişler nefes nefese cennet bahçelerine daha sökmeden şafak, ve nar çiçeği mevsiminde yılanlar gibi sevişmek birbirine sarılarak... Şimdi benim yüreğim kanıyor uzak bir köşesinde yorgun dünyanın yapayalnız ve soğuk boşluklarda... Hiç anımsamak istemiyorum şimdi seni doğal ve somut ve çırılçıplak Çünkü saat gecenin dördü çukurovada! 19/5/2015 MelbourneGÖK YERE KAPANIR KANLI BİR AĞIT ÇÖKER YÜREĞEBir ayrılık ağıtıydı sabahımızı karartarak teslim alan, Gök yere kapanmıştı çekip gitmişti parlaklığı renklerin ıslak ve külrengi bir zemindi geçen gecelerden geriye kalan...Çıktım çırılçıplak ani ve acil bir gidiş ortamında Yanımda gökkuşağı yüzlü bir filiz gülüşleri yaz bahçeleridir lokman yurdunun gözleri birer meltemli deniz ve yollarda otomobil ışıkları bir garip dünyadan gelip geçercesine karlı gece yolculuklarında kürdistan dağlarının, Kar yağar bardan bardan Kar yağar tozutarak kar yağar çam ormanlarına pamuk helvasınca lapa lapa ve haber gelmezdi yardan kapanırdı geçitleri hasret yollarının..Gök kapanmış yere Etrafta doğal bir matem havası Ağlıyor bulutlar bir acı ayrılık gibi sessiz sedasız toprağın sinesine. Kocaman bir fanus içinde çarşı pazar. Kokusuz çiçekler çiçekci dükkanında bekleşmekte özlemiyle sevgiliye yollanışın, Aklıma bir sisli bahar günü geliyor Amsterdam sokaklarında ve bir florist kirli su kanallarının başında rengarenk lalelerdir en çok göze çarpan Yüreğimin bir yanı Amsterdamda kalıyor göçüyor bir yanı karlı bir kış gecesinde Atinaya Çok nedenli bir kederle doluyor duygularım geçiyor gözlerimin önünden anılar birer birer Antifita denirdi adına rumca, çiçekler ve yeşillikler.. Ne çok can atardı gönül alıp götürmeye birilerine bir demet nergis baharı taşıyarak karlı gecelerin eşiğine, Ne çok arzulanırdı bir bahar dalı gibi girmek gecenin ortasında bir sevgilinin yüreğine....Melbourne'da bir çiçekçi dükkanında gözlerim biten mutluluklar gibi karanlık hava ve çiçekler ağlarcasına bakıyorlar bana.. Yüreğimin bir yani amsterdamda kanıyor, bir yanı atinada ve tükeniyor gönül maceram şol kanguru yurdunda umutsuz bir ayrılığın sabahında...Ve ondandır ki bilinemez bir türlü nereye çıkartacağı serüvenimizi yolların Ve ne zaman kanaya kanaya son diyeceğimiz geleceğe... Tüm ayrılıkların finalidir bu gönlümüz istese de, istemese de Gök yere kapanır Kanlı bir ağıt çöker yüreğe... 13/7/2015 MelbourneYARIM ASIRDIR KANAR BU YÜREKHazirandı... Gök mavi, dağlar yeşil ve her taraf rengarenk çiçekti, Niyetler ak, gönüller sıcak damarda fokurdayan kandı, Eserdi yürekte fırtınalar akardı yürekte bir çağlayan, ve kanardı yürek kıskacında ahlaki karanlıkların, Yürüdüm cehennemi günlere baş eğik yürek ezik hiç ardıma bakmadan...Çok şey değişti o günden bu yana ama daha o günkü gibi her şey bugün bile bir türlü bana geri dönmeyen yüreğimde, Göz yaşlı gönül ezik sinede iniltileri yar hasretinin ve kahredişi günde yirmidört saat aşkın ahlaka yenilgisinin, Oysa zaman hiç o zaman değil tam yarım yüzyıl geçmiş aradan...Şimdi yine haziran ve her yer kış, kıyamet fırtına, kar, Hasret savurmuştur benim bu yaslı, yaralı bedenimi ite kaka uzak diyarlara ve yürekte saltanat kurmuştur acılar... Karlı düldülün dorukları gelip oturur aynıma her zaman, Dünyanın dibinde çakılıp kalış ve kanadı kırık bir kuş gibi çırpınıp, çırpınıp uçamayış, Kırk yıllık acılarla bakarım durmadan kanata, kanata yüreğimi Tasmanya dağlarına pasifik kıyılarından... 3/8/2015 MelbourneYALNIZCA SANABunu yalnızca sana yazıyorum... Bıçak saplanmış gibi sancıyor yüreğim sensiz zamanlarımın her saniyesinde ve bütün günlerimin her nefesinde sen geliyorsun gözlerimin perdesine, İçli bir duygu yeşeriyor yüreğimin en ücra köşesinde, bir keskin dalga vuruyor yüreğimin en kuytu yerine, Köpürüp, taşıyor bir kanlı feryat ağlıyorum.....Bunu yalnızca sana söylüyorum.... Hep sen esiyorsun yaz akşamlarında akdeniz üzerinden kurak bağrıma, Hep sensin ak köpüklü sıcak suları yaz plajlarının, Ve kırıp döken ve yakıp yıkan hep sensin deli poyrazı gönül fırtınalarının...Bunu yalnızca sana açıklıyorum... Nereye bastı ayağın senin nelere dokundu ellerin ve nerelerden aldın yaşamın renklerini? Oralar takılıyor aklıma hep Oralarda kalan günlerimin acıları oralarda yaşanmamış güzelliklerin yağmalandırılması haydutluklara, Ve daha dilin kuruduğu aklın yorulduğu sustuğu duyguların çarpıp çarpıp dağılması düşlerin duvarlara...Bunu yalnızca sana bildiriyorum... Koyu bir karanlık çöküyor gözlerime Acı bir duygu sarıyor içimin sularını, Ağlıyorum nafile vurmadan gözyaşlarımı dışarıya, Toprak el ediyor uzaktan emiyor külrengi bir boşluk yüreğimin en içli duygularını...4 / 8 / 2015 Melbourne
8,494
NİGÂRİ'NİN GECE YÜRÜYÜŞÜ Yağma dedim yağmura görülecek bir hasretim var, efkar desem değil melal desem hiç değil hafakanlar basar içimi rengahenk bir esrar. Yağma dedim yağmura baykuşum sükût edinceye kadar Dövmemi görmedin demek göğsüme musallat olan o dişi totemi, ne mümkün vaz gelm€k sencileyin bir Aşk rahibesinden Nigâr, içimdeki Ben, kim ki Haydar Ergülen Ali Günvar yahut Mahmut Temizyürek ki şerh düşsünler nara ve nara Esme dedim rüzgâra görülecek bir hasretim var, aşk-ı mecaz değil ateş-i dilden özge hiç değil cinler periler basar içimi karaşin bir sombahar. Yağma dedim yağmura yüreğim sükût edinceye kadar ölünceye kadar ölünceye Kitap-lık, Mayıs 2006
100
Onlar ve Biz Onlar ermiş muradına, Ne derseniz deyin adına, Yeter hepsinin aile efradına. Evet… Bize de kalıyor, Kuru bir kerevet.(1999)
21
CONTREPOINT O kadar bir başka çok şeysin sen.. Bir ölüm var ama, gece-kan'da.. Rengini düşünür-durursun sen, Okunmaz yazınla, ha vuranda, Bir anda okunur olursun sen.
25
Sıradan Ve Monoton Ne oldu? Aldınız bi kaç arkada$ yada bi kac aile arkada$ları olarak, gittiniz eminönüye balık ekmek yemeğe.. Sonra sultanahmetde hatıra fotoğrafları.. Gülhaneden sarayburnu sahil gezintisi.. Bayram diye bunları yapıyorsunuz her 2 dönem.. Bana diyorlar gezdin mi naptın? Neyini gezeyim arkada$? Zaten günlük sıradan gittigimiz yerler ve bayramın bir$ey ifade etmedigini bile bile neyini gezeyim? Yine aynı tayfa kıraathanede vur okeyin dibine.. Farklı olmak gibi bi hedefimiz yok, sıradan ve monoton hayatı biz böyle sevdik! 26/10/2012
78
İki Dörtlük 2 Ben sana diyorum dünyaya dalma Sen dünyaya dalıp unutuyorsun Ey nefis deryada balık mısın sen Akıp giden suya tutunuyorsun.Haram lokma girmemişse aşına Devlet kuşu konar konmaz başına Servetler ödenir gözün yaşına Gerçek düğün olur işte o zaman
40
Yok Kavramı Kavuşmak yokKonmadı kanatları bu kuşun henüz Kuş kanatsız uçamaz Uçsun diye değil ki bu kuş Hem kime ne, bu benim kuşumHer kuş uçmaz Kavuşmaz herkes de sevdiğine Eksiktirler henüz Kanatsızdırlar şu benim kuş gibiKavuşmak yoktur bazı hikayelerdeAyrılık vardır Kayboluş vardır Ölüm vardırSus pus oturuş vardırÇığlıklar çığlıklar...ve çığlıklar...Çıplak tabanlı koşuşturuşlar.... Gözü kapalı... haykırışlarla...Sessizliğin yırtılışı...Aşar yapıtı
56
YENİDEN Karanlık bastı mı gelirsin Penceremin dibinde durursun Oyuncaklar kabartma harfler gibi Elle tutulur gibi garipliğin Elişi kâğıtlarından çiçekler yaparsın Yeni şekiller görülmedik renkler ışıklar yaparsın Dünya güzelse daha güzel olur Bir şarkı sıcak sıcak yayılır ansızın Uzanır ellerin gözlerimi örter Bütün düzenim bozulur Karanlık bastı mı seninle gelir Nasıl döner durur ortalarda Çağrışımlardan kopmuş bir sürü Terdirgin kuşlar gibi kelime Elinde aynaların bin bir yanlısı Ne yandan baksan ölüm Kurtul dersin kurtul kendinden Unut yitiklerini Seni yargılayacak kim Karanlık bastı mı gelirsin Penceremin dibinde durursun Oyuncaklar kabartma harfler gibi Elle tutulur gibi garipliğin
94
Kanın Kırmızı Bu dünyada kalan,kalıntımızı Göğsünde açacak,gülün kırmızı El ele olanca,yaşantımızı Geçilmez zamanın,kanın kırmızıDilime alevin,değmesi yeter Birlikte olunca,öpüşmen yeter Su gibi çağlayıp,akması beter Yaşanmış zamanı,anın kırmızıSıcacık ateşti,beni dağlayan Kuruyan dudağa,bakıp ağlayan Ruhundaki aşkı,tene bağlayan Yaşanmış zamanın,canın kırmızıAyrılık günleri,sanki ona dağ Aramızdaki o,unutulmaz bağ Seven aşıkların,geçmişleri çağ Yaşanmış zamanın,kanın kırmızıBu alemde yarsiz,zamanı yenmek Geçmişe sarılıp,onla güçlenmek Tutuşan arzuyla,kalpte dinlenmek Yaşanmış mekanın,kanın kırmızıBahattin’in tutmaz,artık kolları Sevgiyi unutup,çıkmaz yolları Kırık dökük olmuş,yarsiz dalları Yaşanmış mekanın,anın kırmızı Bahattin Tonbul 30.4.2011
76
Kumrular Konuğuz bu dünyada unutmamalıyız bunu Sanma ki bu yaşam bitmez tarihlerin yoktur sonu Sevgiyle varken yaşamak bu savaşlar bilmem niye Değerini bilmeliyiz ömrümüz bize hediyeZaten ne kadar günün var üzülmeye değer mi ki Olsun yaşam yalnız neşe yalnızlığı kim sever ki Sevgilerden yaratıldık can veririz biz sevmeye Kumrular kadar düşkünüz Mecnun gibi sevişmeye
54
Tek Başınadır Her Kader Tek başınadır her kader; Paylaşılan yalnızca hiçler... Ne zaman ki düşse keyfe keder; Kuru kalabalıklar geri çekilirler... Beşer beşerin külünü deşer; Gönül dediğin, yellenmiş közde pişer.
30
Vurun Bir akşam üstü kapım çalındı Kim o diye seslendim Kapı kırıldı ben alındım Ayak yalın başı açıkKimsiniz nesiniz, sormadım Gerillamı kontra gerillamı bilemedim Gözümü karanlık bir hücrede açtım Yoksulluk bu ya halen açtımHücrenin kapısı açıldı Komserin tokatı şimşek gibi yüzüme çakıldı Burnumdan oluk oluk kan açıldı Ne kadar suç işlemişim meğer...
52
Öldürecek Tapusuz Ev Ben Ruhun teslim iki saniye Gerçek malum olur faniye Revamı rutubet çekmek bize Öldürecek tapusuz ev ben = = Dilden çıkar acı lehçesi Ters dubleks işin gerekçesi Ağrım kesen yok tıp iğnesi Öldürecek tapusuz ev ben = = Yaralı kalp gezer hastane Hayatım olmuş acı sahne Bende derde tıpta yok çare Öldürecek tapusuz ev ben = = Kan geliyor bu tak yürekten Ben neler çektim Azrailden Yaşarken giydim beyaz kefen Öldürecek tapusuz ev ben = = Anneler günde döktüm yaşı Yanar dertli yüreğim başı Felek kara yazmış yazımı Öldürecek tapusuz ev ben = = Genç yaşta hayattan soğudum Gök kubeyi yıkar göz yaşım Bir yere sığmaz sesiz başım Öldürecek tapusuz ev ben = = Kapı önüne kurar tuzağı Cahil dil sanki balta sapı Mevlam bana sunar imtihanı Öldürecek tapusuz ev ben = = Masum yüreğim sardı keder Yanık kalbimiz feryad eder Çaresiz kullar nere gider Öldürecek tapusuz ev ben = = Göz yaşım kaynatıp içerim Merdiven çıkmaya yok ferim Sanki dağ yükün ben çekerim Öldürecek tapusuz ev ben = = Üsten başıma pis su akar Dalgalı yürek doldu taşar Türkan bu dertle nasıl yaşar Öldürecek tapusuz ev ben = = =
194
Biz Masaldık Yağmur tutsağı kışları yaşıyor gözlerim Çocuksu sevdalar demir atmış yüreğime Sen uzak yakınlarda, uzaklar senden yakın Sabırsız hüzünler bu kapıyı çalan şimdi Günleri aydınlıksız kılmaya çalışan Beklentisiz beklentilere dost olan Kan tadında bir yoksulluk sarıyor içimi Diken tadında bir dokunuş Oysa, sen coşkusundayken geceler Bahar bakan bir ay vardı yıldızlara Masaldı şefkat ellerin Biz masaldık
57
Ey sevgi Ne kadar oldu sevmeyi, sevilmeyi bilmeyeli Neredeyse sekiz yıl Otuz iki mevsim sevgi haberlerim sunulmamış Bilmem kaç bin an, sessiz ve suskun büyüttüğüm özlem Tüm adımlarımı biriktirmişim sevgi defterime Dokunmayın sakın Açarsam içimi, patlarsam kelimelere Deprem olur sevgiye susamış gönüller Sekiz yıldır toprağım beklemede Ey sevgi Ey sevgi bilsen, keşfetmez miydin? Kalbimin susamış sevgi tarlasını Ey sevgi, bağışla lütfen Bir an özlemişim seni...
65
Boncuk Seni tanıdım canım oldun, Canımdın kanım oldun, Çok uzaklardan ruhuma doldun, Mutluluk verici hislerim oldun.Güzeller güzeli dedim sana, Çünkü melekler sıvazlamış yüzünü, Sevgi ve hoşgörü bürümüş yüzünü, Adını andığımda mutluluk kaplar sözümü.Yarınlar var önünde, Sevgiyle mutlulukla seni bekler, O kadar tatlısın ki, Zaman zaman mutluluk bile seni özler, Üzme sakın sen canını, Yüzünde gülümseme olsun kalbin mutlu, Bedenine sağlık dolsun, Sen benim yüreğimde mutluluğu hakeden boncuksun.
67
Yüzünü Bana Döndüğün Gün Yüzünü bana döndüğün gün, Kuşlar göç etmeyi bırakacak. Sıcakla soğuk yer değiştirecek. Bitkiler, havaya su bırakacak...Yüzünü bana döndüğün gün, İyilik güzellik hortlayacak. Ceylanla aslan sarmaş dolaş. Ülkede tek bir fakir kalmayacak...
35
Çocuklarımız Olsun Birinin adını “toprak” koyalım Kucak açsın tohuma, rahmet olsun cana Birinin adı “bu vatan geçilmez” olsun Geçit vermesin o “yiğit”, düşmana Adı “kardeşlik” olsun, “dostluk” “Erdem” koyalım birini, biri “bilgi” olsun Kavuştursunlar tüm insanları aydınlığa *** Çocuklarımız olsun Adı; “yağmur”, “rüzgâr”, “hürriyet” Israrla “barış” koyalım birinin adını Birinin adı “güneş” olsun Her doğduğunda boğsun karanlığı Biri en nadide bir “çiçek”, biri “umut” olsun Yarınlara kanat açsın güvercinler “Deniz” koyalım ki adını, Deniz gibi olsun *** Birinin adı “su” olsun Temizlesin tüm ar`ları, kirlenmiş ruhları Birinin adı “gökyüzü” olsun, “mavilikler” koyalım Kalbinde uçsun uçurtmalar Bağrını yuva edinsin muhacır kuşları Birinin adını “türkü” koyalım, “sevda” koksun Çocuklarımız olsun; “Adalet”, “eşitlik” ve “özgürlük” *** Çocuklarımız olsun; “Ülkem”, “yurdum”, “memleketim” “Türkiye” koyalım adını, “Türkiye”… Zalime baş tutsun, kayırsın mazlumların hakkını Birinin adı “merhamet” olsun Silsin yüreklerin pasını Çocuklarımız olsun; en “tatlı”, en “şeker” İlkinin adını “sevgi” koyalım, Birinin adı “peygamber” olsun, peygamber!
150
Dünya Tiyatrolar Günü Yirmi dört Mart Çarşamba dünya tiyatrolar günüdür, Bir ağlatır bir güldürür tiyatronun mutlu dünüdür, Aşk vardı tiyatroya coşkuluydu tiyatrocular, Gülerdi tiyatroyla ağlatırdı hep dramlar.Bu gün dersen değişti oldu eğlenceler amaçsız, Tiyatronun sevgisini herkese aşılamalıyız. Değer verip bu sanatı beraberce yüceltmeliyiz, Pınarın serinliğini sanatta hissettirmeliyiz.Gelsin saygı ve sevgiyle Gönüller sanata doysun, Parlasın bir volkan olsun saygı sevgiyle durulsun. Sarsın ruhlarımızı sanat çarpsın tiyatroyla kalpler, Takılsın hep umutlara sanatçı ve sanatseverler.Sanat görmelidir değer coşkun olmalı gönüller, Tiyatroyla gülümsesin gönlü güzellik severler. Sanatı seven bir toplum gezinecek zirvelerde. Sanatsız yaşayanlarsa saklar kederi kalplerde.
93
Nasihat istemez isteme,senin gibi olmamı akıl verme bana bekleme,sana uymamı varsa fikrin, paylaş anlat hikayeni ben seçerim içinden gerekli gördüğümü akıl da isteme benden ben fikirler üretir sererim önüne sen seç içinden istediğini
33
Vardım Kırklar Kapısına Vardım kırklar kapısına Baktım cennet yapısına Tapmışam hak kapısınaEvel Allah ahir Allah Dönemem estağfirullah Bendeyem Allah eyvallah İmanım amentu billahPir elinden içtim dolu Öğrendim erkanı yolu Emniyette mümin kuluEvel Allah ahir Allah Dönemem estağfirullah Bendeyem Allah eyvallah İmanım amentu billah
43
Bu Güzellik Gerçek mi? Güzelliği görünce şehla oldu gözlerim Dilim ise lal oldu, dökülmüyor sözlerim. Akıl serden fırladı, tutmaz oldu dizlerim. __Benim için bir başka biçime bürünüyor __Bu güzellik gerçek mi, bana mı görünüyor. Bakışlarda giz saklı, kamer bile puslanır Kaşlarla kirpik farklı, mücevhere yaslanır Gülünce güller açar, gerçek güller kıskanır __ Bukle olmuş saçları yerlerde sürünüyor __Bu güzellik gerçek mi, bana mı görünüyor. Endamı boyu posu her bir yanda büst olur Gözleri zümrüt yeşil, kalbim sanki test olur Hangi yana dönersem, tüm benliğim mest olur __Bütün orda olanlar, ruhumda korunuyor __Bu güzellik gerçek mi, bana mı görünüyor. Ben düştüm bir girdaba, döndükçe batıyorum Senden kalan her şeyi, gönülden atıyorum Yıldızın şavkısıyla, sarılıp yatıyorum __ Olumsuz düşünceyle, duygular kürünü yor __Bu güzellik gerçek mi, bana mı görünüyor. Rüzgâr türkü söylüyor, dinle bak sessiz, sessiz Mahir artık duymuyor, göz görmez kulak hissiz Raks eden yıldızlar var, burası neden ıssız __El ayak titreyince, yerlerde yürünüyor __Bu güzellik gerçek mi, bana mı görünüyor.Mahir Başpınar_________________________________ ................DOST KALEM....................... _________________________________ Aşk denilen iksiri yüreğim hiç tatmazken Lezzetini ömrümce bakışlara katmazken Tükenip de dermanım artık nefes yetmezken __El ayak titreyip te,yüreğim dürünüyor __Bu güzellik gerçek mi,bana mı görünüyor_______Burhanettin Akdağ*-siyahbeyazSensiz boş bir bedendim, ruhuma anlam geldi, Senden önce hiç'misim, bu gönül yeni bildi... Duygularim hislerim dolu dizgin bir seldi __Varlığınla bedenim paklanıp arınıyor __Bu güzellik gerçek mi, bana mı görünüyor________Türcan Demirel Bir büyü ki ömrüme nevbaharlar getirdi Bozkıra çalan ruhum mor sümbüller bitirdi Sensiz geçen her günüm fırtınalar estirdi __Kalbimin kapısından boran kış kürünüyor __Bu güzellik gerçek mi, bana mı görünüyor_________ESMA ÖZAN
254
Sevenler bir bir kavuşmuş. Türkü Gül budanmış dal dal olmuş, Menekşe sümbül lal olmuş,yar yaaar... Siyah zülfün tel tel olmuş, Ben bu yerlerden gideli, Gurbet illere düşeli vaaay! Vefasız yolun ayırmış, Sevgim munzura karışmış, yar yaaar... Tüm küsülüler barışmış, Ben bu yerlerden gideli, Gurbet illere düşeli.vaaay.Gurbet bana vatan olmuş, Sıla gidilmez yol olmuş,yar yaaar... Sevenler bir bir kavuşmuş, Ben bu yerlerden gideli, Gurbet illere düşeli vaaayyy.Bozulmuş ayın hilalin, Solmuş benizin cemalin yar yaaaaar. Kaybolmuş o eski halin Ben bu yerlerden gideli, Gurbet illere düşeli vaaayyy.Hayırlar şerler süzülmüş, Günah haneme yazılmış yar yaaaar Sevgime mezar kazılmış, Ben bu yerlerden gideli Gurbet illere düşeli vaaayy
103
Yol işçisi Bir yol işçisi karanlıkta servisini beklerken niye geçer caddeyi bilmem telaşsız aradım ambulansı sükunetle koşturdular geçenler bir yol işçisiydi bir akşam üstü ölenBir işçi karısı daha dul çocuklar yetim yaşam yaslarının dehşetli üzüntüleri içinde akıyordu ve onlar kurumaya yüz tutmuş fide gibiydiler öldüğü an anıya dönüşen yol işçisinin feryatlarında boğulan dölleriydiler...Doğa yas tutmuyor onlar yasta yaşam oynaşta ve insan yalnız kendine yakın yüreklerin yasını tutmakta doğa yas tutmuyor binlercesi ölse de insanların erik ağacı filiz veriyor ve insan yalnız yakın bulduklarının yasını tutuyor.
85
Sevgiliye Mektuplar AFFET...SANA SöYLEYEMEDİM… Varlığında meleksi dokunuş, yokluğunda şeytanın darağaçlarına asıldım, ama tek seni sevdim ……… Sevdan; yüzyıllar sonra uykusundan uyanan yanardağın eteklerine, geç uyarı verdiği lavın kızgın ateşleriydi kaçmama, kurtulmama fırsat vermeyen, hoş bekliyordum gel diye, gelsin diye ve yaksın, kavuracaksa kavursun, beklemekten buzdağı olmuştum keşfedilemeyen anakaralarda… ……… Erguvanların boğaz içini süsleyip, güzellikler kattığı zamanlarda yeni terliyordu bıyıklarım ve ülkeyi kurtarmaya soyunmuşken ben, henüz bana romantik hareketlerde bulunan kızlara bakmaya bile utanırken başladığım üniversite, aslında giyiniksizliğimdi, baba parasıyla okumaya soyunmuş ama üzerimde kendimi utandıran giysilerle… Böyleydim ben, buydum, başkası olamazdı üzerimde yüreğimde böyle yoksul öğrencilik varken ve ama onurluydum, dimdiktim… ……… Ve günler ve aylar ve yıllar ne çabuk geçti ki yoksulluklarıma eklediğim kaçak şehir hatları vapurundaki öğrenciliklerime gülebilmeyi beceriyor ve seni yirmi dört saat düşündüğüm için en ağır ve en usta işçi olduğuma inanıyorum… İşçiydi babam, elleri karalar içinde gelirdi her gece iş çıkışı eve ve sanatkarca bir koku doluşurdu odalara, ta ki altında odun yakılan, üstünde su olan ve takunyayla girilen banyo denilen sefaletlikte… Sonra baba kokulu, is kokular yayılırdı odalara.. ……… Tanrıların arabaları diye bir kitaptan bahsederken arkadaşlarım, oralı olmuyor, çoktan okuduğumu farz ediyordum bu ve benzeri kitapları, başka ülkelerinde halklarını kurtaracak sayfaların içine gömülüyordum… Kendimi, halkımı, babamı, annemi, komşularımı kurtaracaktım ve yürekten inanıyordum bu kurtuluş savaşına… Önce ben kurtulmalıydım ve öyle oldum, başlıyordu yine ve yeniden… İlk işim, ilk uyanışım, ilk kravat ve takım elbisem olmuştu işte, daha ne olsundu, şimdiye dek olmadıysa flörtüm, tutmadıysa uzun saçlı bir kız elimi, tenimde duyumsamadıysam annem ve ve kızkardeşim dışında kadın kokusunu benim suçum muydu toplumun mu? ... Bastığım yerler titrerken ayak altımda ve sağa sola yatarken çiğnediğim toprak, sessiz çığlıkları duymaktaydım o geceler boyu yoksul, geceler boyu yalnızlığıma yoldaş suskun anlarda… ……… Aşk suskun, aşk konuşan delidir derler de hangisi doğrudur? Akşam üstü ve karanlık yitik gecenin ardından, umutlarımın tükendiği sıfır noktasından tam isabetti varlığınla yok oluşuma yol alırken gelişin… Geceler gündüz, yoksulluğuma varsıl olan gülüşündü kimliksizliğime eklenen ve gülüşlerimdeki yalnızlığıma ulaşan hüzünlü bir çift ela gözlerindi… Yoktu, olmadı, olmayacaktı sen gibi seven beni ve hiç kimse sevemezdi böyle senin sevdiğin güzellikte, işte buydu beni şımartan buydu beni böyle sana yoğun, ölümsüz tutku ile bağlayan… Ve ben geçmişe, o ana dair söylemek istediklerimi dilime düşerken erteliyor, başka randevumuza saklıyordum, geç gelen sonbaharımızın sarı ve kızıl yaprakları yüreğimize yansıyıp bahara dönüşürken… Takılıyordu dilime, engelliyordu bir yerde bir şeyler ve sen varken dünya duruyor, başka evrene göç ediyordu göçebe yüreğimizin asi ve aykırı sevdaları… Aşktı, sevdaydı, tutku, özlem her şeydi senin adın ve varlığın ve dünyaya geliş nedenin seni sevmem içindi inandığın ilahi gücün bildiği… Sevmem içindi yaratılışın… ……… Palazlanan sancılarımın mola yeriydin ve kentin sokağında sevdamı bırakıp çift kişilik yalnızlığımıza yol alırken, zirveye vuran sancı nöbetlerimi, üniversite hastanesinde Ankaralı Ayten hemşirenin morfinman iğneleri ile bir sonraki sancıya dek erteletiyordum.. Ama öylesi dayanılmaz, öylesi sancılıydı ki yokluğunu bile düşünmüyordum artık saçlarımın… Son buluşma bitiminde yolcularken beni, o ilahi gücüne sığındım senden habersiz ve bulunamayacak dağlık bir bölgeye düşürmek istedim yüreğimden uçağı, içindeki onca günahsız, onca suçsuz insana rağmen… Ayten tiyatrocu olmak isterken kazara hemşire olmuştu ve hepimiz bu evrende yaşarken başkalarının hayatını, giyerken kendimiz olmayan rolleri, hep oynamıyor muyduk bize ait olmayan utanmaz yaşamları… Akdeniz Üniversiteli Eylül adlı kız ondan başkası değildi ve hep derdin bir gün başkasına aşık olursan ilk ve tek ve çekinmeden bana söyle diye ama yapamadım, o aradı seni işte çekil dedi aramızdan… Rezil ve utanmazca bu oyunda sen kendini oynarken, hayat sana yine benimle çelme attı, son günlerimi sen ve sesinsiz geçirmek, üzmemek içindi ürettiğim senaryo… Artık yataktan dahi kalkamıyor, yürüyemiyorum, sabahı görmem olanaksız biliyorum, sesler kulağıma girerken yok oluyor, yok oluyorum an be an… S/en E/zgimiz V/e T/ütsülerimizin A/lacasında P/rensesimsin… Son nefesimde anarken adını, yüreğimde götürürken sevdamızı.. Seni sana, aşkımızı yüreğine armağan ediyorum…10.1.2007 - Adana
622
D e d i m g i t t i... .korkak bunlarşunlar sonrasevişmeyi yazamıyorlar gizli gizli izliyorlar kendilerinisöyledim bildiğim kikumbara kırıyorum kızıyorum bazan yorulmuyorum düşlemektenabartıyorum ki kıymetli bilinsinoysa yaşamak güzel sevişmektendeğişme yerinde aldım verdimler sonra el kapıları bir gurbet gurbetlerde kıyametkaybolup gitmek eskimekten ese ekmek vermekten ye kendimizi bizigitmişsin demiştim gidiyor insan bir yerlere belki çok kendini emanet bıraktığı yerevahşiyim kedi korkuturum bağırdığımda en çok ben korkarım aslında kedi işte anlamaz ne alakakan içinde seni yedikçe içe çeke çekedemiştim demesem ölürüminsan gidiyor bir yere desem ki kendini unuttuğu yeregideyim su istiyorum terliyor kollarımal beni renkleriöyle mavi kimavi deniz gidiyorum bir yere de be dibesevmezse atıyor kıyıya deniz bu balık olmamış daha başka yok mu kollarımadedim gittim özletmeyin28 06 2005.
119
Bülbül güle aşk eyler Gördüm ki gül bülbüle engel koymuş Aşmak zor aşıp gönlüne varmak zor Yüzüne karşı sevdiğini söylemek zor Bülbül güle hasret eyler, eyler gönülDemek ki gül bülbülü anlayamamış Anlayıp sevdasına damlayamamış Meğer aşkı yalandan, yalandanmış Bülbül güle aşk, aşk neyler gönülÖmür kısa biliyorum kavuşmak zor Kavuşup yüreğinle barışmak zor Gönül dergahında buluşmak zor Bülbül güle uzak eyler, eyler gönülSevgimizin yoluna merhamet düştü Ötelerden öteye bir sevda düştü Gönlümüze gözümüze bir can düştü Gül bülbüle, bülbül güle yar düştüBülbül güle aşk, aşk eyler gönül Aşk muhabbeti eyler, eyler gönül Aşk olmayınca neyler, neyler gönül Aşk eylerse güzel eyler, eyler gönül
102
Sahipsiz Mektuplar -3- Şimdi neredesin ne haldesin bilmiyorum. Başına neler geldiğinden hiç haberim yok. Benim başıma gelenleri de sen duysan inanmazdın. Hayat kötü oyunlarından sadece birini bizim için oynadı. Sen gittin. Aydınlıklar karardı, yapraklar soldu, Yüzlerinden gülümsemelerini düşürdü çocuklar. Kahkahalar artık o kadar içten değil. Ama gözyaşı konusunda uzman oldum biliyor musun. Artık ağlarken yeni biçimler deniyorum. Geceleri ansızın uyanıyorum mesela. Ve tarifsiz acılar çekiyorum. Son yıllarda öğrendim havanın ne kadar zor aydınlandığını. Oysa uyurken ne kadarda kolay doğuyormuş güneş. Kızılca bir kıyamet gibi üstüne çökünce karanlıklar Yıldızların değerini çok daha iyi anlıyormuş insan. Sıkıntısız geçen her güne daha bir umutla sarılıyormuş. Eski günleri ne kadar özledim bilemezsin. Çocukluk aşklarını, futbol maçlarını, sokak gezintilerini, Anlamsız şeyler üzerine yapılan anlamsız konuşmaları, Ve sıradan bir insanın sıradan olarak yapabildiği her şeyi. Her şeyin şimdikinden daha güzel olmasını isterdim, her şeyin birazcık daha kolay… Mükemmel bir hayat değildi ama beklediğim bu kadar da eksik olması gerekmezdi. Bir hastalığın pençesine nasıl bu kadar çabuk düşebilir insan, nasıl bu kadar kolay yıkılabilir bir hayat, anlatsam anlar mısın? Çok yoruldum canım dostum ve çok özledim geçmişte kalan her şeyi. Bazen uyumak ve bir daha uyanmamak istiyorum acılar bitene kadar. Bazen gitmek ve dönmemek istiyorum vazgeçemediklerim çağırana kadar. Bazen ölmek istiyorum dostum yaşam dediğin bu oyun bitene kadar. Ve işin kötüsü hiç birini yapacak gücüm yok. Dünyanın ortasında yapayalnız bir yaprak gibiyim, soluyorum. Bir rüzgarlık kalp atışım var onu da gelişine saklıyorum.
235
Ağaç. tek başına Bir zamanlar bir ağaç vardı karşısında kız kulesi bakardı denize hayran hayrantek başınaydı sahipsizdi dökülünce kış geldiğinde yaprakları bir kuru canı kaldı neşeliyken baharda rüzgârla toprağı eğilip öperdi dallarıkız kulesi de tek başınaydı tek başına o da ağaç gibi kurardı hayaller yıkamadı asırlar boyu ne haşin rüzgârlar ne kindar yeller hani ne derler ağaçtı odundu ama canı vardı canın da yüreğivardı onun da hayalleri bekledi yıllar yılı gelmesini o küçük sevecen çocuğunbirlikte ağlardı yağmurlarla canını yakmştı ama sevmiş okşamıştı dabir gün bir genç adam geldi baktı kız kulesine saatlerce adam da ağladı tek başınayağmurlar eşlik eti onun da gözyaşına her gün geldi tek başınahatıralardı onu üzenağaç sonunda tanıdı onu beklediği o idi ne kadar da büyümüştüadam ağacın gülümsediğini gördü sarıldı ağacına sevmişti onu ama canını yakmıştı ağacınağaç ta ağaçtı odundu ama onun da kalbi vardıadam eliyle yokladı ağacı aradı yıllar önce küçük çakısıyla kazıdığı ismi katmanlarının içinde ağacın belli belirsizağaç büyüdükçe sevgisi de büyümüştüağaç ağladı yüreğinde idi o kurşun ara sıra kanardı tek başına kız kulesine karşı22/Ekim/2010/Cuma/Bodrum
170
Yürek Arşivimde Kalan Mahdut Zamanlar! YÜREK ARŞİVİMDE KALAN MAHDUT ZAMANLAR Seyahat etmeyi çok sevdiğim halde görevim icabı mahdut zamanlarda seyahat etme imkanım oluyor. Orta halli Anadolu insanıyız aslında seyahate hayat kavgasından zaman ayıramıyoruz, taki bir fırsat kapımızı çalana kadar. Ben de öyle,Oğlumun Fethiye de okuması dolayısıyla izin alıp düştüm yollara. Çeşme Fethiye arası 7 saat ortalama. Çeşme İzmir arasını ezberledim dua gibi. Eski çeşme İzmir yolu hala işlediği halde siz otobanı tercih edersiniz eminim. Altı şeritli Muhteşem bir otobanda yolculuk yapmak harika, arabanız su gibi akıyor yolda adeta. Doğayı çok sevdiğim için hep etrafı göz kamerama hapsederek seyahat ederim.Çeşme İzmir arası çoğu yeşil maki bitki örtüsü olsa da urla sınırı boyunca doyurucu yeşilliğe çam ormanlarına rastlamanız mümkündür. Ve sonra mavi mendiliyle ege denizi sizi karşılar. Doyumsuz koylar seyredersiniz ve bir ömrünüz daha olsa gezseniz ege kıyılarını. Fazla sözü uzatmadan izmirden fethiyeye uzanalım. İzmirden aydın istikametine doğru yola koyulunca Torbalı ilçesinden tatlı bir ovaya düşersiniz yemyeşil, bitkinin en doyurucu tonlarını keşfedersiniz. Sol sağ yanınızda uzanan sıra dağların eşliğinde İncirli ova, germencik gibi harika ilçeleri köyleri seyredip geçerek incirin anayurdu aydına düşersiniz. Gerçekten aydına yolunuz düşsün girer girmez incirin o baygın kokusunu alırsınız. Aydından Muğla istikametine devam ederken sol yanınızda sıra dağların daha fazla yükseldiğini görürsünüz, dağlar size eşlik etmeyi bırakmaz hiçbir zaman. Muhteşem, bereketli topraklardan geçersiniz hep ekmek kokan, Anadolu kokan. Yunana kök söktüren Aydın efelerinin istiklal harbinden kalan seslerini duyarsınız, Çakırcalı Efenin sesini duyarsınız içinizden, rahmet okumadan geçemezsiniz. Çine ve Yatağan gibi güzel mütevazi ilçelerden geçerek, bakir doğayı ve tarlalarında çalışan milletin efendilerini seyrederek Muğlaya ulaşırsınız. Ve Muğla; dağların kucağına başını yaslamış karşılar sizi. Küçük gibi görünsede Muğla dağınık yerleşim buranında gerçeği. Hoş görülü insanlarının sıcaklığı yüzünüze yansır. Muğladan ayrılırken dağ yamacındaki yoldan bakarsanız Muğla el sallar size, bekleriz diye…Yavaşça yükselen dağların arasından süzülürsünüz, doyumsuz yeşil benekli doğayı, harika taş şekilli dağları seyrederek geçersiniz ve bir dağ yamacından aşağı süzlürken işte karşınızda Gök ova...şöyle arabanız dursada siz o eşsiz ovayı seyretseniz, adına mütenasip.Sağa bakınca mavi körfez sizi karşılar, toprakla koyun koyuna sarılmış ayrılma niyeti olmayan iki sevgili gibi; toprak ve deniz. Deniz içeriye kadar sokulmuş karanın ciğerine kadar taa..Deniz başını dayamış sevgilisinin göğsüne uyuyor...Toprak daha merhametli aşk içinde çekmiş bağrına basmış denizi...Devam edersiniz ova içinde muhteşem arazi, doyumsuz bereketli topraklar, inip arabanızdan koşmak istersiniz...Ve Sonra Köyceğize doğru yola koyulursunuz ve orta rakım sıra dağlar hala siz eşlik etmektedirler ve gittikçe yükselmektedirler. Sonra köyceğize nasıl girdiğinizi anlamazsınız doğanın büyüleyici etkisinden gözünüzü alamadığınızdan. Yeşilin en güzel tonunu verimli toprakları ormanları görürsünüz ve nemin kokusunu hissedersiniz. Devam edersiniz ve maki bitkisine hakim dağların eteğinde ve güzel ilçelere rastlarsınız, ilkokul öğretmenimin bize öğrettiği ‘’ortacada evimiz’’türküsünde ismi aklımda kalan Ortacaya gelirsiniz, işte Ortaca! . Ortaca neresiydi öğretmenim? Sorusunun cevabını otuz küsür yıl sonra alıyorum ve ortaca bana hoş geldin diyor. Devam ederek Fethiyeye doğru dağların arasından süzülürsünüz, muhteşem çam ormanları sizi karşılar, dümdüz kalem gibi çam ağaçlarını seyretmeye doyamazsınız. Arabanızdan inip o çam ağaçları altında koşmak istersiniz.Sonra Marmaris yönüne dönmeden devam edersiniz tabiatın çam ormanlarının kucağında ve aniden sizi Göcek koyu karşılar. Ellerini dağların arasına ustaca uzatmış, Mavi mendili elinde avucunda papatyalarla sizi nazlı bir gelin gibi karşılar Göcek. Koya demirlemiş beyaz papatya dediğim tekneler zincirini görürsünüz,etrafı çam ağaçları ve önü deniz olan, kendine özgü mimarisi bulunan Göcek tam bir dinlenme yeri. Arabanız sol tarafa doğru dönerken virajdan son kez Göcekin güzelliğini ve göz kırpmasını izlersiniz. VE FETHİYE…arabanız dağların yamacından aşağı yavaşça süzülerek tatlı virajların ve yeşil bitki örtüsünün ve ormanların güzelliği eşliğinde Fethiyeye girersiniz. İşte Fethiye seni nasıl edeyim methiye? Ve karşınızda maviliğin sultanı Akdeniz … Fethiye baba dağı ve mendos(ana dağı diyorum ben) dağının eteğinde yeşil ve mavinin örtüştüğü bir güzel şehir. Yüce mevlanın tüm nimetlerini cömertçe verdiği yerleşim yeri, nüfusu seksen binin üstünde. Anne ve babasının göğsüne başını dayamış ayaklarını Akdenizin mavisine bandırmış bir nazlı çocuk gibi Fethiye. Sıradağların korumasında bir şehir. Denizden bakınca sağ yanda mendos ve baba dağını görürsünüz tüm heybetiyle. Baba dağı paraşütçülerin uğradığı bir dağ,en yüksek dağ ve ölü deniz hemen arkasında. Sol yanda ise ak dağı görürsünüz.Arkası orman ve dağlık olduğu için doğal suyu bol fethiyenin ve ortadan geçen bir çayı var. Çeşmede bunu görmek mümkün değil. Akdeniz iklimine hakim olan Fethiye denizden gelen rügarlarıyla sizi karşılar.Kordon boyunu gezdim hemen hemen sahil boyu devam ediyor.kendine özgü mimarisi ve tarihi bir geçmişe sahiptir Fethiye.Turizme yönelik faaliyetler burdada hakim,genellikle bahar ve yaz aylarında hareketli ve nüfus yoğunluğu fazla. Çok güzel bir doğası ve bir çok koyu var ve tam karşıda Bizans adası denilen bir ada var. Baba dağının bir önündeki küçük dağın tepesindeFethiye kalesini görürsünüz.iklimi ılıman olduğu için her çeşit meyve ağacına rastlamak mümkündür. Kısaca ülkemin her yeri ayrı bir cennet ama mahdut sınırlar içinde yeşilin her tonunu göreceğiniz topraklarımız var. Kastamonu seyahatimde gördüğüm gibi; Batı Karadenizin yeşil şeridi olan Karabük -Kastamonu bitki örtüsü, doğası ve ormanları da hafızamda iz bırakmıştır. Onun için bir fırsat yakaladığınız zaman değerlendirin ve cennet ülkemizi gezin. 13 MAYIS 2013 FETHİYE SAFFET ÇAKIR
809
Televizyon 92 Cümbüşüne dalarız, farkına varamayız, Hafızalar zayıflar, unutmaya başlarız… Zaten eğitim düşük, bir de Hak gizletilir, Rab’bim zaten anılmaz, yürekler kirletilir…(2012)
22
En Güzel Hediye Aşk kadehim var elimde Sana sundum ey sevgili İç onu sen hemen zevkle Paha biçilmez hediyeAşk mutluluk rüzgarımız Dağıtıyor efkarımız Aşk kutsal, aşk tertemiz Paha biçilmez hediyeRabbim sunmuş kullarına Bakmayalım ona buna Aşk ile güzeldir dünya Paha biçilmez hediye08.05.2016
42
Son Nefesten Emanetler Var Havada Bir cuma akşamı dönüyordum eve; bilemezdim bunun cuma akşamıyla son buluşmam olduğunu.Işıklar kapanmış ve sessizdi sokağın evleri...Kapıyı açmamla tanışmıştım karşımda bekleyen üç silahın merhabasıyla,teslim ol diye sesleniyordu bir ses düşüncelerime ve tek bir kurşun değdi sol ciğerimin üstüne.Kan oldu düşüncelerimin gözyaşı akmaya başladı ahşap zemine.Ağlayan Meryem'im daha fazla dayanamadı ve kapaklandı üzerime ve peşine bir kurşun daha...Belki bana değmemişti ama saplanmıştı yüreğime.Gözbebekleri kocaman oldu Meryemim'in,dağıldı son heceler buluşamadan dilinde.İşte orada buluşmuştu aslında son nefeslerimiz.Bir polis arabasının bagajında taşıdılar bizi hastaneye,boştu yollar; meğer darbe olmuş düşünceye.Bir kitap vardı hem okuyup hem de hayata dair kısa kısa notlar aldığım,ölen yazarından çıkaramadıkları acılarını bizden çıkarmaya gelmişler,talan etmişler odaları ve birkaç kitap yüzünden karanlık hücrelere kilitlemişler.Peki ya nasıldı Meryem'im,neredeydi şimdi? Hastanede olduğunu söylemişlerdi; oysa Meryem'im son nefesini karnında taşıdığı diğer canla birlikte ahşap zeminde vermişti.Benimse kanıyordu yüreğim,düşüncelerimin rengi damlıyordu sol ciğerimden.Tek kişilik karanlık bir hücre; sırayla gelip gidenler,demir kapıda yankılanan tehditler,falakalar,devamında göğüs kafesimin üstünde kırılan ıslak sopalar ve ayrılıyordu et tırnaktan...Can gitmişti oysa iki can birden,sadece düşünce özgürlüğü yüzünden; çok muydu sanki et tırnağa veda etmiş,kan tabanlarıma siper çekmiş? Kim durdurabilirdi ki bu acıyla daha da büyüyen,filizlenip tomurcuk açan düşüncelerimi? Bir damla su dediğimde yüzüme tükürenler kendi kanlarında boğulurken girecek toprak bulamadılar memleketin koynunda ve ne mezarları oldu ne de ziyaretçileri.Tarihin karanlık yüzüydü işkencede can verenler,bense ufak bir ışık o bedenlere... Son nefesimiz birleşiyordu düşüncelerimizde,son nefes kadar sıcak bir o kadar hazin kazınıyordu beyinlere.Ve sen yeni nesil; soluduğun havanın kıymetini bil,çünkü bizim son nefeslerimizi çekiyorsun ciğerlerine...
247
Bu Kan, Gözyaşı niye... BU KAN, GÖZYAŞI NİYE…Her habere baktığımızda içimiz kan ağlar, Müslüman ülkelerdeki bu kan,gözyaşı niye. Sıkıntıdan gözlerden yaş damlar,ağlar. Gözyaşlarımız bu yangını söndürsün diye.Her gün boş yere Müslüman kanı akmakta. ABD,Avrupa,Asya bu kana sessizce bakmakta. Her gece Müslümanlar gözyaşı ile yatmakta. Müslüman ülkelerdeki bu kan, gözyaşı niye…Haberlerin manşetinde savaş, gözyaşı var. Savaşı başlatanların olaya sessiz bakışı var. Savaştaki Müslümanların yürek yakışı var. Müslüman ülkelerdeki bu kan, gözyaşı niye…Savaşlarda kadınlar,çocuklar çok zarar görür. Aynı ülkede yaşayanlar niçin birbirini öldürür? Hak için bağımsızlık için davasını sürdürür. Müslüman ülkelerdeki bu kan, gözyaşı niye…Bosna,Irak,Filistin,Afganistan,Suriye,Mısır… Müslümanların içine girerek aldılar sır. Bu yüzden kan,gözyaşı eksik olmadı her asır. Müslüman ülkelerdeki bu kan, gözyaşı niye…Artık birlik olun; bu kan, bu gözyaşı dursun. Zalime akan kaynaklar bir bir kurusun. Bizleri savaşa sürükleyenler kudursun. Müslüman ülkelerdeki bu kan son bulsun… Hasan Kaya Eğitimci-Şair-Yazar
137
19 Mayıs 1919 Samsun'a Karanlık çökmüşken vatan üstüne, Batmayan bir güneş doğdu Samsun'dan. O,sabah kükredi bu ulus yine, Batmayan bir güneş doğdu Samsun'dan.Hiç bir düşman emeline ermedi, Yüce Atam buna izin vermedi, Bu topraklar böyle tarih görmedi, Batmayan bir güneş doğdu Samsun'danAziz Atam; her ilkene sığındık, Bugün değil,seni her zaman andık. On dokuz mayısa böyle inandık Batmayan bir güneş doğdu Samsun'dan.Türk gençliği vatan için gelecek On dokuz mayıslar hiç bitmeyecek O gün doğan güneş hiç batmayacak Batmayan bir güneş doğdu Samsun'dan.Cihana yayılan asil ünündür, Türk'ün özgürlüğü gerçek şanındır, Atam! ...bu gün senin doğum günündür Batmayan bir güneş doğdu Samsun'dan.Mahmut Çelikgün'üm; bu günü kutlar, Samsun'da yeşerdi, solmaz umutlar, Dolaşsın dert değil,kara bulutlar. Batmayan bir güneş doğdu Samsun'dan.
116
Haram haram olanı biriktirip kendine endişe oluşturma ya mallarını geri almaya gelirler ya paslanır ya kurtlar yer yada hırsızlar çalar ve hepsi tükenir gider sana sadece ateşi kalır
28
Karanlık çökerken bu kent'e Karanlık çökerken bu kent’eTüm hayat yıkılır üstümeBitmesin isterim çığlıklarBitmesin kargaşaKendim olmamalıyım bu kentteYalnız kalmamalıyımKaranlık çökerken bu kent’eDüşlerim yıkılır üstümeHayal etmemeliyimNe yalnızlığıNe seniKaranlık çökerken bu kent’eHer şey belirsizleşirSeçemem yüzünü hüznünMutluluğu tanıyamamKaranlık çökerken bu kent’eSensizlik devrilir üstümeNe açlık acı verirNe susuzlukAh sensizlikAh sensizlikKaranlık çökerken bu kent’eTüm dünya kaybolur içimde
51
Millî Eğitim Vakfı Şiiri 3 Gel sen vakfa yardım et! Yoksullar eğitilsin, Gelirini bağışla, Sevabını Rab versin…Vakıf ki sayesinde, Tesisler açılmakta, Her ne eksik var ise, Alınıp konulmakta…Eğitim geliştirsin, Eksiksiz bir şekilde, Vatan millet sevgimiz, Bütünleşsin kalplerde…(2012)
37
Güzel Mevsimler Sonbaharda açılır okullar, Kapanır yapraklarla yollar. Büyüler eşsiz güzelliği, Sonbahar gelince,gelinceKış ile karla kaplanır yollar,ağaçlar Figanlı,firkatli öter turnalar. Sobalarda yanar odunlar, Kış gelince,gelinceKış bitti geldi ilkbahar, Çoluk çocuk top oynar. Bülbüller şakılar, Bahar gelince,gelinceYaz gelir coşar hayvanlar, İnsanlar yüzer,oynar. Tatil olur kapanır okullar, Yaz gelince,gelince
47
Gurbet ellerin Yıllar var ki düştüm gurbet ellere Çekilmez çilesi gurbet ellerin El içinde destan oldum dillere Sarılmaz yarası gurbet ellerinDüştüm gurbet ele köyüm özledim Sızım arttı yaralarım gizledim Gidim diye yolların çok gözledim Gelir mi sırası gurbet ellerinSırası gelenler çekilip gitti Viran oldu köyüm baykuşlar öttü Ayrılık hasreti canıma yetti Bataydı parası gurbet ellerinDer Mizani'm hasret kaldım ağlarım Dertle doldum karaları bağlarım Ölen ölmüş selam olsun sağlarım Yürekte karası gurbet ellerin
72
Mevsimi geldi... Mevsimi geldi... Ben ve senin gölgen yürüyoruz Beyoğlu'nun uluorta siyahlığında. Nice aşklar, sarhoşlar; nice hayatlar geçiyor aramızdan, duymuyoruz. Suskunluklar dolduruyor yine, aramızdaki boşlukları. Azıcık yanına sokulup, dudaklarınla son kez sarhoş olmak istiyorum, sen susuyorsun... Ben ince ince kırılıyorum; cam kırıkları doluyor göğüslerime. Senin gözlerinse hep benden ötede, ufku arar gibi. Geçtiğimiz yollarda, "kuş ölümlerinin" arttığı söylentisi dolaşıyor etrafta. Beyoğlu'nda herkes bize şüpheyle bakıyor. Sen ise en katı halinle adımlıyorsun yolları, varlığımı mümkün olduğunca azaltarak. İşte, öylece ekledin beni "çemberin dışında kalması gerekenler" listesine. Olsun be sevgili, bir noktadan sonsuz doğru geçer! Bir sokak lambası gafil avlıyor bizi... Saklanacak siyahlık arıyorsun, fakat bilmiyor musun, Beyoğlu herkesi adil yargılar! Tane tane oluyorsun karşımda. Maskelerin iniyor bir bir. Kanatlarındaki ve sırtındaki yaralar görünüyor. Düşüyorsun, dizlerin kanıyor. Ağladı ağlayacak ifadenle oturuyorsun öylece. Üzgünüm, acıyacak yürek bırakmadın bende sevgili. Artık, ellerim seni sevmiyor. Kilisede mum yakıyorum; bir yarada benden olsun diyorum. Korkma sevgili, avutacak birini bulursun, pek tabi... Sokak lambasının altında, tiryaki kıvraklığıyla bir sigara yakıyorum. Derin bir nefes alıp, dumanını sana doğru üflüyorum. Oldukça yavaş, anın tadını çıkarmaya çalışarak, elimi silahıma götürüyorum. (Doldurulamayacak kadar büyük bir) Sessizlik. Mevsimi geldi. Mevsimi geldi seni öldürmenin. Vuruyorum seni. İpince kan süzülüyor iki kaşının tam ortasından. Yazık! Oysa ben yüreğine nişan almıştım. -yürek yama tutmaz sevgili!- Aşk olsun... (Asıl olan) Aşk olsun! ..... Gemiler kalkıyor... Hayret ömrümde ilk defa beni deniz tutmuyor.
226
Sitem ENGELLİNİN SİTEMİSİTEM Yollar dar veya geniş,umurumda mı sanki? Siz bana düzgün mü onu söyleyin önce. Kaldırımlar nasılda dağ gibi geliyor gözüme, Hava sıcak olmuş,soğukmuş bana ne? Çok kilo aldım diye spora başlamış. Neyi anlatıyorsa bütün bunlarla bana Yağmurlu ılık havada yürüyüşe çıkmış No o nispet mi yapıyorsunuz bana Kızmayın sözlerime,aldırmayın Kıskançlık damarım tuttu yine Sizin gibi yürüyemem ki ben Ayaklarım tutmuyor Kırgınlığım ne size ne hayata Sitem benim ki sadece kendi kendime Engelime ve engellilerin önündeki engellilere 3 Mart 2005 Saat 00.001. Koersel-Beringen Emine ÇELİK
86
Pervaz Pervazda kahve ile yağmuru izlemekten vazgeçip, Toprağın üzerinde,beni okşamasına izin verdiğimde daha iyi kavradım yalnızlığı. Yalnızlık; dört duvara kapanıp pencereden dünyayı ‘’zapping’’lemek değildi, O an kalabalığın kaçtığı sokaklarda suyu ‘’arabirim’’ yaparak kendinle alışverişti yalnızlık.Yeterince kelebek ömürlüğüyle temizlendikten sonra, Aynı sucukların bulunduğu mekanlara girebilmekti yalnızlık. Ve kapıdan girene dikilen bakışlara aldırmaksızın, Buruşuk,ıslak gazeteni okuyabilmekti yalnızlık.
55
Sevgili sevgi - iki kelime değildir sevdam seni seviyorum sevgi - yürektedir,yürekte sevgi - sabır ister,sadakat ister sevgi - güven ister sahiplenme ister sevgi - yeri geldiğinde sevdiğini insan gibi sevmek ister sevgi - her şeyden,herkesten vazgeçebilmektir sevdam sevgi - fedakârlık ister almasını biliyorsan sevgi - sevdiğine fedakârlığı vermesinide bileceksin sevgi - sevgi iki satır yazı,iki’cümle sözle olmuyor, ,,,,,,,, - bunu göstermesini bileceksin o zaman,,,,,,,, - Asi Yüreklim..! sevgi - emek ister,sevmek yürek ister, ,,,,,,,, - Sevdam o yürek sende varmı? sevgi - sevdiğinin yanında olamıyorsan, ,,,,,,,, - ona değer veremiyorsan o sevgi,segi değildir sevgi - seviyorum deme boşuna ,,,,,,,, - sözle sevgi olmaz bu sevgi değildir Asimm sevgi - ben seversem yürekten severim ,,,,,,,, - Seninde sevgin yürekten olsun sevgi - yanlışı asla af/etmem bunu bilesin. ,,,,,,,, - bir kalemde silerim demek değildir sevmek sevgi - benim sevgim ne sözdedir ne iki kelimede sevgi - Benim sevgim yürektendir yürekten,,,,,,,, - Asi Yüreklim bunu unutma sevgi - sevgiye değer vermezsen ,,,,,,,, - sevildiğinin kıymetini bilmezsen,o sevgi ölür sevgi - otur hatayı kendinde ara ,,,,,,,, - o zaman bu yaralı yüreğimde ara seni sevgi - sevmek yürek ister,sevmek emek ister ,,,,,,,, - bu Asi Maral’da mangal gibi yürek var ,,,,,,,, - Asi Yüreklim o yürek sendede varmı? ,,,,,,,, - söyle hayal gözlüm susma sevdam? ,,,,,,,, - Asi Maral seni çok seviyor bi-tanem
221
Yalan Dünya Zalimlere çanak tuttun, Garipleriyse unuttun, Döne döne hep avuttun, Yalan dünya, yalan dünyaBizden önce kaç bin nesil, Kazdım kazdım çıkar fosil, Zahirisin gerçek değil, Yalan dünya, yalan dünya.Bazen gündüz, bazen gece, Bilmiyorlar hâlin nice, Çözülmeyen tek bilmece, Yalan dünya, yalan dünya.Herkes bakar lâkin görmez, Sırlarına akıl ermez, Aldığını geri vermez, Yalan dünya yalan dünya Söylenecek çok sözüm var, Herkes fani ne lüzum var… Sanma sende hep gözüm var, Yalan dünya, yalan dünyaErman der ki; artık yetti, Çektirdiğin eziyetti, Al gayri şu emaneti, Yalan dünya, yalan dünya19.01.2014 Erman Ulusoy/ KIRKLARELİ
91
Fatma Nine - 4 / derleme Fatma Nine'nin mektubu: İlkevelâ (ilk önce) hepinize selâm ederim. Ben kim miyin? Mudurnu’lu Fatma Nineniz. Rahmetli Özay Gönlüm’ün ninesinden geri mi galacam? Bi mekdup da ben yazım dedim. Aslında gelecedim oraya, gelemedim. Nuçun(niçin) decek(diyecek) olusanız, parasızlığın gözü kör osun. Nipbatsınız(ne yapıyorsunuz) uşak (çocuklar) , iyi misiniz? Beni sorasanız, amcanıznan(eşimle) yuvallanıp gidiyoz işte. Amcanız(eşim) da eeece(iyice) ettiyalladı(ihtiyarladı) atık (artık) .Oturup gâkabildiği (kalkabildiği) yok. Kendi ettiyallığını gömeyo da, bem(benim) yaşımnan olagalıyo(uğraşıyor) . Geçen gün bana “İkimiz de ettiyalladık” deyo. Kendi ettiyar da, bi de beni neye gatıyo(katıyor) ? Uysa(oysa) ben amcanızdan on yaş hırayım(küçüğüm) . Seksenimde de’lin(değilim) , doksanımda de’lin. Yetmiş yaşıma basalı ta beş-altı sene odu. Ettiyar olacak yaşda mıyın ben? Amcanız doksanına merdemen(merdiven) dayadı. Ne a’zında diş gadı, ne başında saç gadı. Kendini gömeyo da beni ettiyar yapıyo. Bi de bana gozurdeyo (kuruluyor,dikleniyor) ettiyar halinnen. Sağlığınız nasıl, iyi mi? Beni soracak olusanız, pek hastayın. Bacaklam sızleyo goyur goyur. İlâç felan kâr etmez odu. Emme, amcanıza bakmakdan kendime bakameyon ku! Gadın gısmının gaderi bu. Onaltı yaşımdan beri amcanıza hızmat (hizmet) ediyon. Bi bardak suyu kendi alıp içmez, ille ben verecen. Gadınsak esir de’liz ye. Çocuk yaşda, onaltı yaşımda everdile beni. Sanki goca gıtlığı varıdı. Bulunmaz Bursa gumaşı mı bu goca (koca) dediğin? Acık ta(az daha) evermeyelerdi noludu? Akranlarım bebek oyneyodo evlendiğimde.Çocukluğuma doyamadım.Hiç omadı yirmi yaşıma bayrı (bari) gireydim. Evde mi galacadım? O vakıtkı (zamanki) gözelliğimnen kim osaydı alırdı beni. Emme beni dinnemedile. Çocuk yaşımda everdile. Undan sona da “gader” deyolla. Böne gader mi olu? Öteki dünyada anamınan bubamın yakasından yapışacan alimallah.” Beni neye çocuk yaşda everdiniz? Hiç acımadınız mı? ” deye soracan. Bakam ne cuvap(cevap) verecekle. Amcanızdan pek bıkdım. Mahna bulman(ayıplamayın) uşak(çocuklar) ! Her gün hasta, her gün hasta. İsan (insan) sabır daşı osa, gene çatla. Bıkıvedim atık (artık) . İsan bi gün de “iyiyin” der de mi? Narasın (ne gezer) . Hiç yüzü gülmez. Eşir durur aşşama gada. Unda da (onda da) tansiyon va, şeker va. Şinci bu hastalıkla moda ye(ya) ! Boğazını dutup periz de etmeyo. Dingil gibi yiyo. Undan sona şeker de fılleyo(fırlıyor) , tansiyon da. Hastaneden beri gediği yok. Çekirdek yir gibi hap yuduyo. Periz etmedikten sona isdediğin gada hap yut, ne faydası olu? Bi de bu halinnen ciğara içiyo. Birini söyündürüyo, ötekini yakıyo. Hem de filitresine gada içiyo. Töbosun, bi gün bıyıkları dutuşacak. Geçen gün ciğara elindeyken uyuyagamış. Evi yakacak deye gorkuyon. Pavlika bacası gibi duman çıkatdırıyo. A’zından(ağzından) hiç duman esik(eksik) değil. Bi de ciğara zarallı delle. Zarallı olaydı şinciye gada(şimdiye kadar) amcanızı çokdan öldürürdü Allah gorusun. Emme, bana dua etsin. Çok iyi bakıyom amcanıza. Yosa(yoksa) şinciye gada(kadar) öteki dünyayı boyladıydı. Allah gene de amcanızı başımdan esik etmesin. Gadın başıma niparım ben? Gaşık sapı isde, ediverin, atma malak isde, ediverin. Siz bunları bilmezsiniz. Mudurnu’nun meşhuuuur yimekleri. Etli patadiz der, bişiriverin. Eti pek alameyoz ye! .... Lak deyince ekmek, lık deyince su. Çerkez gelini gibi ayağında dönüyon. Sanki Amerikan Başkanı mübarek. Bi dediğini iki etmeyon... Ciğarayı bi bırakdıramadım gı(ayol) . “Bırak şu ciğarayı, “ deyon; “Garı lafınnan ciğarayı mı bırakacan? ” deyo bana. Ne hali varısa gösün. Garışmeyon atık. Ciğara içmekden damalları gurum bağlamış zoba(soba) borusu gibi omuş. Zoba borusu dolunca gene bi silkelesin. Emme(ama) dıkanan damallara yapacak bi şe yok ku. Damalla dıkandı - dıkanacak. Dokdur öne dedi. Aynı böne(böyle) demedi de, buna benze bi şeyle dedi. Gafayı çalışdıran anna(anlar) . Kendi de bilip duru da, bilmezden geliyo. Öteki dünyayı boylayınca görür gününü. Bitirin(bitireyim) mektubu atık(artık) Ocağa yemek vuracan(yemek koyacağım) . daha.Bişirecek bi şey de yok evde.Onbeş milyonla bazara gittim.Ne alınır u gadacık paraynan? Gene guru fasülye bişirin bayrı (bari) ...... Hepinizi Mudurnu'ya beklerin.Misefirim olun.Hepinizi ağılların (misafir ederim) .Biz de bi atasözü va; 'Misefir ev sahibinin kuzusudur; nereye bağlasan, urda durur,' deye (diye) .......Ben de sizi oturtacak bi yer, yidirecek bi yemek bulurun.Başımın üstünde yeriniz va......Şincilik hoşcagalın.Sona gene yazarın. Çileli Fatma Nineniz
632
Benim misin? Deniz mavi, gözlerin de mavi, Renkler mavi, düşler mavi, Söyle sen deniz misin? Elma kırmızı, kiraz kırmızı, Güller açar, onlar da kırmızı, Söyle, sen gül müsün? Kar beyaz, inci beyaz, Üzerindeki gelinlik beyaz, Söyle, sen benim misin? 26 Temmuz 1996 Cuma
43
Kaybolmak Yanlızlığımın ham lezzeti Daha evvel hiç oturmamıştı bu kadar boğazımaNefret edercesine kendimden Yanlızlığıma küsmek istedim artıkSığınacağım limanı henüz bulmadan Herhalde yaratılmış bu sonsuz zamanın Herhangi bir yereindeKaybetmek istiyordum kendimi
30
Aşkımın Büyüsü BU AŞK DEĞİL AŞK TAN YÜCE BİR TUTKU RABBİM BÖYLE YARATMIŞ BÖYLE VAR ETMİŞ BENİ KABULÜM SENDEN GELEN HER TÜRLÜ ACIYA KABULÜM GÜLMEMEK ŞARTIYLA MAHŞERE KADAR KABUL EDİYO....................
30
Salmanuşağı İlkokulu 4 Kilometre uzaklıktan gelerek 2.5 yıl Akbez’de ilkokulu okudum Köye okul yapılınca elveda dedim Düziçi İlk Öğretmen Okulunu bitirerek Bu okuluma öğretmen olarak atandımSalmanuşağı Akbez’in Mahallesi Akbez o zamanın en merkezi yeri Bütün çevrenin bir okulu burasıydı Çevreye çok güzel hizmetler sunardıKarakolu çarşısı dükkânları boldu Bütün ihtiyaçlar buradan karşılanırdı Eğitim öğretimi yüksek seviyeliydi Ülkeye okuyan memur amir yolladıBabam bana destek verdi oku dedi Eğitim Enstitüsü sınavına girmiştim Başarılı oldum istifa ederek ayrıldım Kaldığımız yerden devam eyledimİlkokul öğretmenliğine elveda eyledim Yeniden öğrenciliğe başladım Kendi okulunda çalışmak hülyamdı Hülyalarım gerçekleşti ama kısa sürdüAkbez en büyük merkez o isimle anılır Anayoldan dolayı Yolçatı merkez oldu Akbez taşındı eski bir yerleşim yeri oldu Sonra Belediye olarak hizmete sunulduKısa sürede çok güzel hizmetler yapıldı Akbez’in birikiminden herkes faydalandı İlkokul görevimiz burada nihayet buldu Hoş sedalar son elvedalar bizlerin buldu 14.03. 2015 Kahramanmaraş
139
A B Denemeleri BENİ İSRAİL’İN SONU BENİ İSRAİL’İN SONU 1İsrail Yakup (a.s.) ın adı. Onu lanetlemek yanlış olur. Bu kavmin suçlarına onu ortak etmek yanlış olacaktır. O halde bu azgın kavme Beni İsrail yani İsrail oğulları demek uygun düşer. Aslında bu kavmin tümü de suçludur demek yanlış olur. Has adıyla Yahudilik Siyonizm’den farklıdır. Siyonizm’e karşı Yahudilerin bu cinayetlerde suç ortaklığı yoktur. Onlar da en az bizim kadar suçsuzdurlar ve bu cinayetlere karşı en ufak bir fırsatta tepkilerini bizim kadar ortaya koymaktadır. Beni İsrail son sürat sonunu hazırlamaktadır. Bu lanetlenmiş kavim kendisine iyilik yapan, onu Firavunun zulmünden kurtaran Musa’ya bile nankörlük etmiş, en ufak bir fırsatta ona ihanet etmiştir. Nil nehrinden mucize geçişlerini unutmuş, Allah’ın gökyüzünden indirdiği helva ve bıldırcın etinden şikayet etmiş, mercimek ve nohut istemişlerdir. Firavunun bin bir eziyet içinde, binlercesi hiç uğruna ölür, işkence altında yaşıyorlardı. Kıptilerin aşağılama ve eziyetlerine her an muhatap olmaktalardı. Onlar buna rağmen eski hayatlarına dönmek istiyorlar, tek tanrıya inançtan sonra put tapıcılığa dönüyorlardı. Kurtarıcısına ihanet ve isyan edecek, en ufak bir zorlukta sen ve Allah’ın gidin ve halledin demekteydiler. Firavunun zulmü altındayken bile ‘bizi nereye götüreceksin’ diyorlardı. O zaman kendilerine Allah ve peygamberleri Kudüs’ü vatan olarak va’d etmekteydiler. Bu va’d edilen vatanda bulunan putperest topluluk Amalika kavmiyle savaşmaları emr edilmişti. Ama onlar buna karşı çıkmışlardı. ‘Sen ve Allah’ın gidip savaşın. Biz seninle gelmeyeceğiz. Gidin onları oradan çıkarın biz savaşmak istemiyoruz’ demişlerdi. Beni İsrail’in yaptıkları bundan da ibaret değildi. Ondan sonra kendilerine gösterilen bir sürü mucizeyi inkar ettiler. Musa (as) dan dan sonra da kendilerine gönderilen peygamberleri de zora soktular. Çoğuna inanmadılar, bir kısmına iftira ettiler, bazılarını öldürdüler, hatta öldürdükleri peygamberin başıyla top oynadılar. Hahamlarını Tanrı edindiler, dinlerini az bir menfaat karşılığı sattılar. Zulmü hayat tarzı haline getirdiler. Kendilerine iyilik yapan herkese kötülük yaptılar. Kendilerini korumaları için öğretilen büyüyü başkalarına kötülük etmek amacıyla kullandılar. Faizi helal saydılar. Tefecilik alabildiğine arttı. Zayıfları ezdikçe ezdiler. İdarecilerinin zulmüne ortak oldular. Babil’de karışıklık çıkaran onlardı. Lanetlendiler. Dünyanın her tarafına sürgün edildiler. Babil hükümdarı onları bulduğu yerde öldürüyordu. İsa as ve bağlılarına dünyayı dar ettiler. Onların putperest hükümdarlar tarafından çarmıha gerilmemek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Kendi kitaplarını tahrif ettikleri gibi İncil’i de tahrif ettiler. Tevrat’a sapık ideolojilerini onaylattıran Talmud adlı bir yorum kitabına bağlandılar. İslam’da ilk fitneyi onlar çıkardılar. İslam’a inanmadan inanmış gibi göründüler. Nifak tohumlarını saçtılar. Abdullah İbn-i Sebe; Müslüman görünen münafık Yahudi. Hz. Osman’ın şehadetinde başrolü oynadı. Sonra Hz. Ali döneminde karışıklarda en önemli etken oldu. Yıllar geçti. Siyonizm’in önderliğinde vatan edinmek istediler. Bu vatanın sınırlarını Nil’den Fırat’a olarak belirlediler. Ve bunun için ellerinden geleni yaptılar. Dünya sermaye kaynaklarını ve medyayı ele geçidiler. Büyün güçlü devlet yapılarına sızdılar. Birçoğunun felaketini hazırladılar, tarih sahnesinden çıkmasına yol açtılar. İşte olanlar ondan sonra oldu. En son Osmanlı devletinin sonunu hazırladılar. Parça parça ettiler koca imparatorluğu.
457
Aşkı Sanat Ve Acıyla Çiğneyen Özel Bir Kadın; Frida Kahlo Küpeşteye ayaklarımı dayayıp heyecanlı çırpınışlarıyla vapura eşlik eden kuşlara Beaudelaire mısralarının sırrını anlatıyordum; “Ama bir an hazzın sonsuzluğunu bulmuş olan için, lanetlenmenin sonsuzluğunun ne önemi vardır ki! ” Tekinsiz cesaretiyle sarsan bu sorunun modern yaşamdaki cılız karşılığını düşündüm. O hazzın sarhoşluğuyla kendisini unutup sanatla, teninin altında kıymık gibi son âna kadar yaşatabildiği inançlı bir aşkla, bazen acının çaresizliğiyle hayatı kutsayanların direnişi gerçekten kaç kişiyi derinden etkiliyordu? Kış güneşinin ılık rehavetiyle düşüncelerini denize salmış insanlara baktım bir süre. Hayat olanca sıradanlığıyla akıp gidiyordu işte... Solgun yüzleriyle gazetenin kirli sayfalarına öylece bakakalanlar, müzik dinlerken bildiğimiz dünyadan kaçanlar, gözlerini sıkıca yumup vapurun kunt gövdesine çarpan dalgaların ritmiyle hayallere dalanlar... Ve ‘lanetlenmenin sonsuzluğunda’ yarattıklarıyla, trajik hayatıyla ebedileşen özel bir kadının hikâyesiyle nerede yaşadığını kısa bir süre için unutan ben. Arada kucağımdaki kitabı kapatıp onun resme, yazıya, sevmeye tablolarında göstermeyi sevdiği kanıyla tutunduğu halde cehennemine nasıl tahammül edebildiğini kavramaya çalışıyordum.Frida’nın acı, yaratma ve haz labirentinde parçalanıp dağılmış olan hikâyesini yüzlerce belgeye ve mektuba dayanarak yazan Rauda Jamis, onun kendisine sadık kalmayan adamlara her koşulda sahip çıktığını söylüyor. O sevdiği erkeklerin zekâsından, kendisine hissettirdikleri ‘özel ve çekici kadın’ muamelesinden hoşlanıyor ve sonuna kadar bunun tadını çıkarıyordu anlaşılan. Erkeklere kendisini aldatacaklarsa bunun ‘yataktan’ öteye gitmemesini, bu durumda da arzulanan kadını ‘sevmekten’ özellikle kaçınmalarını istiyormuş. Gerçekten bunu talep edecek kadar kaygısız mıydı Frida? Hayır, ilk anladığınız manada değil. Jamis’in biraz saf tesbiti beni biraz gülümsetti doğrusu. Her koşulda sanatına, bağımsızlığına, özgün duruşuna sahip çıkan, yaşadığı sürece eksikliğinin yerine sabrını, çekiciliğini yeteneğini koyan Frida, çok arzu edilmediği halde sevilebilen kadınların daha ‘tehlikeli’ olduğunu bilmiyor olabilir mi? Bu onun reddedebileceği basit bir gerçek değildi. Belki kendisinden bir başkası için vazgeçilmesi fikrine tahammül edemediği için rahat kadın taklidi yapıyordu. Ya da ‘öteki kadın’ olma ihtimalinin kibri onu çok sıkıştırıyordu, kim bilir? Uçamayan bir kuş...Vapurdan inip Noel ve yılbaşı için süslenmiş ışıltı caddelerin kalabalığına karıştığımda kendini uçmak isteyip uçamayan bir kuşa benzeten Frida gibi biraz eksik, epey sakat hissediyordum. Hastalığını, fiziksel acılarını, tutsak olduğu yalnızlığını kaderinden ayıramayan sağlam bir karakterin hikâyesiyle, içimi kamaştıran tarifsiz sıkıntılar birbirine karışmıştı sanırım. Kadim şehrin dar sokaklarında daha evvel hiç görmediğim kiliseleri ziyaret ettim. Mum ışıklarının kızıl alevleriyle gölgelenen salonlarda, kadınların sekerek yürüdüğü tenha avlularda, dallarda kuruyan yabani incirler gibi parçalanan mor gök kubbenin altında gizlice dua ederken Frida’nın söylediği o çarpıcı cümleyi hatırladım: “Gerçek güçlülük güçsüzlük maskesi taşır.”Aynasındaki yansımada ona gerçeğin hırpaladığından daha sert görünen Frida’yla tanışmaya giderken “Onlardan uçak istersiniz, size hasır kanat verirler” ismini verdiği tablosunu hayal ediyordum. O sergide yoktu, biliyordum ama çocukluğunu hatırlayarak yaptığı resimde tarif ettiği gibi yüzündeki hayal kırıklığıyla, sırtından iplerle göğe bağlı kanatlarıyla, yere çakılmış kırık bedeniyle, teslim olmayan inatçı ruhuyla beni bekliyordu sanki. İçine doğduğu, mezara ve sonradan müzeye dönüşecek düşsel bir maviye boyanmış evdeki yatağın tavanına kendini resmedebilmesi için asılan aynaya bakmıyordu hep anlatıldığı gibi. Benim Fridam, kimselere göstermek istemediği hakiki ıstırabının, sakatlığının esaretinden kurtulmuştu. Acıyla hantallaşan koca bir dünyayı ufak resimlerle minyatürleştirebilmenin huzuruyla onda iz bırakan hatıraların, şehirlerin, insanların, resimlerin, kitapların, günlüklerin üzerinde mavi kanatlarıyla uçuyordu. Neredeyse yüz yıl evvel yine ılık bir aralık günü, o korkunç kazadan sonra defterine “Başıma gelen en iyi şey, acı çekmeye başlamam sanırım” yazmıştı. Artık ne çocukken hayal ettiği kanatları vardı, ne de onu yürütebilecek ayakları. 19 yaşında sevgilisine kaza ânını yazarken seçtiği cümleler zihnimde yankılanıyordu: “İnsanın çarpışmanın farkına vardığı, ağladığı doğru değil. Gözümden tek damla yaş akmadı ve demir çubuk, kılıcın boğayı delmesi gibi beni delip geçti.”İnsan hem kendisidir, hem de bir başkasıdır...Frida Kahlo, geçtiğimiz yüzyılda suretini resmederek yalnızlığına, acılarına sanatıyla teselli arayan tek örnek, bildiğim kadarıyla. Yazıyla, resimle kendine yabancılaşmayı idrak edebilmesi onu çağdaşlarından farklı kılıyor bence. ‘Feminist, sosyalist kadın sanatçı’ şöhretiyle, ilişkileriyle onu popüler kültür ikonu haline getiren yaklaşım çok ilgimi çekmiyor doğrusu. Dönemin siyasi hareketleri ve onların ideolojik duruşu da önemli kuşkusuz ama ben insanın vahşi, karanlık, çaresiz yanını hiç kimselerinkine benzemeyen üslup ve yetenekle ‘Fridaca’ ifade etme ısrarını daha kıymetli buluyorum. Gençken defterlerinde gündelik hayatından sahneleri, hayallerini, dileklerini resmetmeye tutkun bir kadının berbat bir kaza sonucu hakikatini keşfetmesi sadece talihle açıklanamaz bence. O, aylarca çakıldığı yatağında Proust okurken insan için anahtar olan yüzün ‘vahiy’ olduğuna inanıyor ve ilk kez kendisini o anda resmetmeye karar veriyor. İlk tablosunu yaptığı sırada insanın kendisini büsbütün tanımasının imkânsız olduğunu anlatmış: “İnsan hem kendisidir, hem de bir başkasıdır, kendimizi tepeden tırnağa bildiğimizi sanırız, sonra birden bakarız ki, kılıfımız sıyrılıyor, içini doldurandan tamamen yabancı bir hale geliyor. Tam kendinde bakmaktan bıktığını sandığı bir anda, insan karşısındaki görüntünün kendisi olmadığını görür.” Bir hayatı sürprizli kılan daha ziyade bu sihirli kopuş sanırım.‘Ben önemli bir ressamım’Sergideki otoportrelerini merakla izlerken onun bu cümlelerle anlatmak istediğini hissettim. Mektup gönderir gibi dostlarına hediye ettiği tablolarıyla, “asla yazılamayacak kadar güzel olan hikâyem” dediği hayatıyla, kesilmiş bacağını, bedeninin yavaş yavaş çürümesini gösteren desenlerle, yakarışlarıyla, ‘Dev Adam’ Diego’ya olan yakıcı tutkusuyla bambaşka bir kadın gibi tebessüm ediyordu bana.Diego da sanat dünyasındaki ilişkileriyle, siyasi tercihleriyle, kadınlara olan düşkünlüğüyle, devasa duvar resimleriyle haklı bir şöhrete sahip yetenekli bir ressam ama itiraf etmeliyim ki çok kapsamlı olmayan bu sergide bile Frida’nın gölgesinde kalıyor. Hayatının sonlarına doğru Frida bunu onaylarcasına sözcüklerini hiç sakınmadan konuşmuş: “Geriye dönüp baktığımda önemli bir ressam olduğum kanaatine varıyorum. Elli santimetrekarelik resimler çerçevesinde daha güçlüyüm, evet, Diego’nun yirmi beş metrekarelik duvar resimlerinde olduğundan daha güçlü olduğumu söyleme cüretini gösteriyorum.” Diego ise o cüreti gösteren ‘küçük kadını’ için sıkı ve net bir konuşma yapmıştı. “Resmi yoğunluğu ve derinliğindeki içerikle, duvar resimlerimizin büyük yüzeylerine yayılmasa da, Frida Kahlo Meksikalı ressamların en büyüğüdür.. Çağımızın en iyi ve en büyük plastik belgelerinden ve gerçek insani belgelerinden biridir. Geleceğin dünyası için sahip olduğu değeri ölçmek mümkün değildir. Frida olağanüstü güzel bir kadındır, genel geçer bir güzellik değildir onunki, tıpkı ürettiği gibi müstesna ve karakterlidir...” Frida’nın bir ressam olarak Diego’ya hiçbir şey borçlu olmadığını, onun üzerinde ahlaksal ve sanatsal olarak güçlü bir otoritesi olduğunu söyleyenler haklı korkarım.Aşk mıydı onların ki? Sergiden çıkıp sokaklarda aheste, dalgın yürürken Diego’nun Frida’yı çıplak resmettiği desenler dolaşıyordu zihnimde. Erkeklerin içe dönük kadınsı izler taşıdığını, kadınların da bazen erkeksi özelliklerle daha çıplak görünür olduğunu doğrularcasına birbirlerini hırpalayan, çok seven bu iki çekici, tutkulu, yaratıcı, insanın birbirlerini nasıl tamamladıklarını düşündüm bir süre. Cevabı Jamis’in kitabında buldum: “Diego daha çok dışa, toplumsal olana açıktı, bense iç mahremiyetime dönüktüm. Aynı türden bu yakınlığın, bu konudaki eleştiri duygumuzun hayatımdaki en güzel şeylerden biri olduğunu düşünüyorum. İlişkimizin en güzel taraflarından biri buydu.” Jamis’in sorusunu ben de yol boyunca tekrar ettim; “Aşk mıydı onların ki? ” Istıraplarıyla, özlemleriyle, arzuladıklarıyla, cazibeleriyle belki aşktan bile daha mucizevî, daha çelişkili bir geçmişe ve sonsuz bir geleceğe sahip oldular. Belli ki birbirlerini içlerinden, çok içlerinden sevmişler.Frida, Diego’ya yazıp göndermediği mektupta sayıklıyor “Bedenim, gecenin ortasında senin gölgeni görememekten dolayı acıdan çıldırıyor. Bedenim gece uyumak ve karanlıkta senin öpüşünle uyanmak istiyor. Gecelerim haykırıyor ve yelkenlerini yırtıyor, gecelerim kendi sessizliğine çarpıyor ama senin bedenine ulaşamıyor. Eksikliğini öylesine hissediyorum ki! Hele sözcüklerinin, hele renginin eksikliğini. Birazdan gün doğacak.”Onların vedalaşmalarını anlatan Jamis, “Frida’nın bedeni yakıldı. Diego cebinden bir not defteri çıkardı ve orada başı eğik, ağlayarak, bu son anları; ‘Alevler arasında giden Frida’yı kâğıda geçirdi’” diye yazmış. Son satırları okuyunca Frida’nın neden Diego’yu seçtiğini ve ondan hiç vazgeçmediğini daha iyi anladım.
1,174
TM- Bir Rüya Bir rüya gördüm dün gece Garip bir rüya Ne hayra yorabildim ne şerre Ne mekân ne eşya Hiç birisi benzemiyordu bildik şeylere Anlamadığım Nasıl oluyor da sığıyor bunca yaşanan Bir kaç saniyeye.Rüya bu ya; bir kuş konuyor önüme Kuş dediysem, ne güvercin ne serçe Altın bir semer vurulmuş Hafifçe eğiliyor, biniyorum üstüne Adını soruyorum Zümrüdüanka’ymış meğerse.Haydi diyor, seyahat başlıyor şimdi Bir kanat çırpışı bilmem kaç kilometre Ayaklarımızın altında tüm dünya Mavisiz çıplak, mavisiz sığ sanki Turuncu hiç yakışmamış şu denize Saklambaç oynuyor balıklar Adı köpek olanı ebe.Deniz bitiyor bir süre sonra Her yer sarı kum taneleri Nefes nefese bir kutup ayısı Çölde safariye çıkmış Peşinde tüfekli üç beş serseri.Boyuttan boyuta geçiyoruz Nal toplamakla meşgul zaman peşimizde Bir dağ beliriyor ufukta Ama ne Ağrı’ya benziyor, ne Erciyes' e Göz alıcı güzelliğine inat Zümrüt vadilerinde yamuk yumuk evler Ne olmuş sana kaf dağı Demek ki seni de kurban verdik bir gece de.Garip sesler geliyor çığlık çığlığa Kargalar toplanmış, meşk günü anlaşılan Kimi ala, kimi kara Hepsinin elinde tek teli kalmış bir bağlama Avaz avaz, bağırıyorlar en yüksek perdeden Bir türlü sıra gelmiyor kanarya ya.Bir adam, elinde çakı, Ay' ı yontmakta Ne yapıyorsun sen dedim, güldü Taç yapıyormuş sevgilisinin başına Doğum günüymüş, gelecek ayın on dördüHava kararıyor birden Bakıyorum birisi güneşi söküp almış yerinden Merdivenler kuruluyor gökyüzüne İnsanlar yıldız topluyor aceleyle Fırçalar sallanıyor bir yandan Anlaşıldı sarı olacak bugün gece.Uyanıverdim birden, kan ter içinde Pencereye koştum telaşla Güneş batmak üzere Şükürler olsun, gökyüzü hala yerli yerinde Yıldızlarda çıkar birazdan neşeyle Siyahtan başka renk yakışmıyor geceye.Kimi zaman iç içe geçiyor rüya ile gerçek İncecik bir çizgi var arasında Kafalar karışıyor bazen Bir o yanında geziniyor insan, bir bu yanında.
278
Vatan Destanı O kadar dolu ki toprağın şanla, Bir değil, sanki bin vatan gibisin. Yüce dağlarına çöken dumanla Göklerde yazılı destan gibisin.Hep böyle bulutlar içinde başın, Hilâli kucaklar her vatandaşın. Geçse de asırlar, tazedir yaşın, O kadar leventsin, fidan gibisin.Çiçeksin, bayılır kuşlar kokundan, Her dalın bir yay ki zümrüt okundan Müjdeler fısıldar Ergenekon'dan: Bu sese gönülden hayran gibisin.Ey bütün cihana bedel Türkeli, Açtığın cenklerin yoktur evveli. Tarih bir nehir ki coşkundur seli. Sen ona nisbetle, umman gibisin.Bir yandan hep böyle taştın, köpürdün, Bir yandan cefalı bir ömür sürdün, Fakat ne derece ezildinse dün. Şimdi gene tunçtan kalkan gibisin.Bir insan nihayet kemikle ettir, Bu et, bu kemiğe can hürriyettir. En büyük hürriyet Cumhuriyettir, Demek şimdi sen bir cihan gibisin.Ey ana toprağı, ey Anadolu, Açıldı önünde terakki yolu. Hamdolsun her yanın bereket dolu, Cennette bir yeşil meydan gibisin.Yeni bir ay ördün al bayrağına, Girdin en sonunda irfan bağına, Medeni hayatın nur ırmağına Ezelden susamış ceylan gibisin.
154
Damlar Sessizlik Karanlık / Geceye / Damlar / Sessizlik / Gecede / Derinleşir / Hisler Gecede/ Başkadır / Hayaller / Kundaklanır / Ninni / Söylenir Ta ki / Gün / Doğana / Kadar / Sallarsın / Yüreğinde / Uyanmasın diye
40
Çanakkale Yedi düvel birleşip,Türkü almayanlar kaale, Gördü Türk imanını,işte bak Çanakkale! ..Beşikteki bebeler,Allah’a emanet aile, Terk edilemez vatan,ille de Çanakkale! ..Toprak ile hemhal olmuş,şühedada merhale, Cennete seyahat var,son durak Çanakkale! ..
31
Yağmur 2 YAĞMUR 2Hava yağmu yüklü Bulutlar kara bürüklü Semada koptu gürültü Yine yağmur başlayacakAç hadi avuçlarını Tut yağmur sularını Say tutamadıklarını Gör ne çok seviyorum seniIslatsın bizi yağmur Dur bekle gitmeyelim Belki gö kuşağı doğar Elele bekleyelimSarsın bizi gök kuşağı Biz dilekler dileyelim Renk cümbüşü o kuşağı Islansakta bekleyelim
50
F li Geçmiş Zaman Uslu uslu biniyorlar trenlere bu adamlar sapır sapır dökülüyor yol boyunca tarlalara ayıp şeyler oluyor gündüzleri apaşikar hahambaşı bizi bekler iskelede allasenama tuttu kör bıraktı metafizik bir gerilim cop söyletir feylosofi izbelerde zihin açar kantincinin emekçisi dikiz eder bacısını zengin olmak zor zanaat bu yılbaşı kar yağmazsaekmek arasında kitap apış arasında şiir sürte gerisinde hayat patlatılmış çıban başı tanrılara ne oluyor patır patır ölüyorlar fakültenin bahçesine apar topar gömüyorlarbenim yarim ipek dokur boğazıma kement atar kandillerde lokum yapar alır satar lokma yapar arka sıralarda durur gizli gizli bana bakar bildiriler hazırlarken içlerine çiçek takar
98
Sevgi Var Gönül dergahından gelen güzeller Her yüreğin atışında sevgi var. Doğsa da doğudan Güneş-i ala Yakışında, batışında sevgi var.Gözyaşı dökerken bellidir izler Kaç seneler geçer, kaç bahar yazlar Boşuna mı dolar derya, denizler Irmakların akışında sevgi var.Sevgiyle büyürmüş bahçeler bağlar Ferhat aşk uğruna delmişti dağlar Güller mahzun baksa, bülbüller ağlar Nazlı yarın bakışında sevgi var.Engelle doluymuş hayatın yolu Bazen yağmur yağar, bazen de dolu Arşa uzanırmış sevginin kolu Yokuşların çıkışında sevgi var.RABATLI sevmenin adıymış sevgi Aşık yüreklerin oduymuş sevgi Gözlere akmanın tadıymış sevgi Damla damla döküşünde sevgi var...
89
O K U L ö z l e m i Altı yıl çabayla ilkokul bitti, Yardım edilmedi umudum yitti, Cahilce yaşadım huzurum gitti, Yolumu kısalttı okul özlemi.Hasretlik çekerim heran yanarım, Kısa anıları söyler anarım, Kitaplar okurum nefsi yenerim, Dilimi susattı okul özlemi.Ruhum daralıyor yalnız kaldıkca, Bilimden,kültürden hava aldıkca, Sınıfa koşarım imkan buldukca, Beynimi kuşattı okul özlemi.Öğretmen,öğrenci kaynaşıyorduk, Teneffüse çıkıp oynaşıyorduk, Aile ferdiyle şirneşiyorduk, Duygumu boşalttı okul özlemi.Ufkumu açıyor müzik, şölenler, Yarışma sonucu ödül, törenler, Zirveye ulaşır emek verenler, Zeki'yi yaşattı okul özlemi.5-5-2010
82
Adım mehmet soyadım mehmet benim Vatanın dört yanında ben varım Yere inmez arşa çektiğim bayrağım Renk verdi ona damarımdaki kanım Adım mehmet soy adım mehmet benimDağ taş nedirki yol olur bana Esaret sözsüğü yok lugatımda Bir can nedir bin can feda vatana Adım mehmet soyadım mehmet benimŞark' tan garb'a kadar namım bilinir Bu can bendende imanla beslenir Bayrak için can bendenden süzülür Adım mehmet soyadım mehmet benimDağları dize getirir namımız Türk dedinmi yedi düvelde şanımız Bayrak olmazsa neye yarar canımız Adım mehmet soyadım mehmet benimÖlenler şehittir kalanlar gazi vatana yan bakana olurum asi Kundaktaki balam bilir kılıç ile kalkanı Adım mehmet soyadım mehmet benim
104
Kaldırımlar Sokak köpekleri ile paylaşıyorum kaldımları. Ve bir kedi uzaklaşıyor bizden tüm nankörlüğü ile. Sahte ışıklar aydınlatıyor şehri ve ben sabahı bekliyorum.....
22
Mutsuz Çoban... Mutsuz ÇobanAnadolu'da garip bir çobandı, Yoksulluk onun bağrında çıbandı. Herşeye rağmen, namuslu biriydi, Yalan söylemez, sözünün eriydi. Alamanya için kağıdı geldi, Yoksulluk yönünden, kefeni deldi. O yayla havasına alışmıştı, Lağımda fare gibi çalışmıştı... Perişandı Osmanlı'nın torunu, Köle olmuştu, eski kölelerine... Bıyık gitti, kabak gibi kavlandı, Alamancı bir karıyla evlendi. Derken iki çocuk dünyaya geldi, Çocuk Kilise'de vaftiz edildi... Uzun zaman memlekete dönmedi, Bir türlü vatan hasreti dinmedi. Karıcığı evliliği duymuştu, Çoktan yabancı bacağı deymişti... Sılada ayrı boynuzlanıyordu, Gurbette ayrı boynuzlanıyordu... Billocan, Banker efendi olmuştu, Memlekete Mercedes'le gelmişti. Meydan veriyordu, at vermiyordu, At veriyor, Mezhep genişliyordu... Herkes ona acıyarak bakıyordu, Çobansa, gözlerinden okuyordu... Önce fakirdi ama, namusluydu... Bu sefer zengin ama, boynuzluydu... Avrupa üyesi böyle olmalı(!) Ar-namus demeden suya çalmalı(!) Güya yoksulluğa boyun eğmedi, Ürküttüğü Kurbağa'yı deymedi... Bu durum Mehmetler'e dokunuyor, Türk'ün değerleri bir bir tükeniyor... 25.7.1980
138
Kızıl Yıldız Gecenin karanlığında Rehberdir bize, Işıktır bize Kızıl yıldızGözlerden aşağı süzülen, Yanaklara konan, Bir öpücüktür Kızıl yıldızSavaşta silahtır, süngüdür. Düşmana karşı kızıl yıldız, Barışta beyaz güvercindir Dosta karşı kızıl yıldız.Göz bebeklerden Toprağa dökülen yaştır. Savaş verirken öncümüzdür. Kızıl yıldız.! .
41
Tanrı böyle de seviyor beni Ben bir Akdeniz dağ keçisiyim Bir ucum Toroslar’da Bir ayağım Ilgaz’da Olur, olmaz soğuklara aldırmam zemheriye de En sarp köşesinden dağların Yıldızları sayarım gün batımı Kurtlar benim düşmanımsa Anlarım İnsanların dost olmayışınaysa yanarım Ben de ormanların düşmanıyım çünkü Tanrı bu yüzden hiç sevmiyor beni Ben bir çöl devesiyim Sıcağa da aldırmam Susuzluğa da Başım kerbela ‘da Kuyruğum tih’te Ne eşarp taktım Ne çarşafa büründüm Böyle Mekke’ye gittim Doğduğum gibi çırılçıplak Tanrı böyle de seviyor beni Ellerimi kendine doğru tutarak
84
Ağaç Sevgisi Tüm insanlar ağacı sevmeli, Ona zarar vermemeli, Ona zarar verenleri Derhal ikaz etmeli.Ağacı herkes sevmeli, Onun faydalarını bilmeli, Onun faydalarını bilenler, Derhal ağaç dikmeli.Ağaç her zaman sevilmeli, Sevenler ağaç dikmeli, Ağaç diken insanları, Derhal tebrik etmeli.27 Şubat 1982
40
Sevgi Sevgi bir bakıştır manalı gözlerde. Öylesine sıcak öylesine derin. sevgi bir rüzgardır ıssız yerlerde. Öylesine ferah öylesine serin.Bir perçindir sevgi gönüllerde, Öylesine sıkı öylesine güçlü. Sevgi gezinmektir el ele tenhalarda, Öylesine sessiz öylesine suçlu,Sevgi bir bebektir dünyaya henüz gelmiş, Öylesine masum öylesine temiz. sevgi bizi anlatan bir şiirdir belki, Sevgi ben, sevgi sen, sevgi yalnızca ikimiz. Harun KAYA
59