poes
stringlengths 103
153k
| poe_length
int64 21
20.9k
|
---|---|
Dostumuz Olmadı Düşman Sayalım
Yazmışlar tarihler asırlar önce
Dostumuz olmadı düşman sayalım
Hesap kitap yaptım inceden ince
Dostumuz olmadı düşman sayalımDostumuzdan başka düşmanımız yok
Boş laflara artık karnımız tok
Çok çileler çekti bu millet çok çok
Dostumuz olmadı düşman sayalımMalazgirt'ten beri çırpınıp durduk
Neler çektik neler neleri gördük
Nice yiğitleri toprağa verdik
Dostumuz olmadı düşman sayalım Bakın Çanakkale Şehitler yurdu
Cihanda şan verdi her zaman ordu
Elmanın özünden olunca kurdu
Dostumuz olmadı düşman sayalım Ölüm asla bizden gitmez ırağa
Düşmedi ecdadım bir gün merağa
Dalgalar her zaman vurur kırağa
Dostumuz olmadı düşman sayalım Yıldırımım cihan dar gelir başa
Var ol Vatanım sen her zaman yaşa
Kurbanım gözünden akan her yaşa
Dostumuz olmadı düşman sayalım
| 114 |
Atatürk Türkiyesi Toz duman içinde
Ateş çemberinde, Atatürk Türkiyesi toz duman
Feryat, figan, gözyaşı, acı kan kokuyor umman
Bu zaman kaypak zaman, kumpas zaman, hile zaman
Zaman birlik, zaman dirlik, zaman
Safları sıklaştırma zamanı
Yurtta barış, Dünyada barış unutma ey densiz,
Unutma Gazi Atamı
Klavuz bilme, rehber bilme kumpası yalanı, dolanı
Ateş Çemberine atma kutsalımız aziz bildiğimiz Ata Vatanı, _____Şair 67_____
| 61 |
Kördüğüm
Hiçbir veda gürültüsüz olmaz ..
Ya kanadın kırılır...
Ya yüreğindeki acı bağırır...
Çığlığındır gecenin sen'li vakitlerinde
Sessiz olan nedir bilirmisin?
Veda edememektir....
Düğüm düğümsündür
Çünkü...
Ah be adam !!
Hiç uğraşma bana kördüğümsün...
| 34 |
Bir Resim Çizelim Pencereye
Bir resim çizelim...
Ay olsun gökyüzünün sevdası,
Yanına kayan yıldızlar serpiştirelim.
Karayolunu değil, rayları çizelim,
Ufuktan doğan bir tren geçsin içinden
Yıldızlar kayıp vagonlara konsun.
Bir değil on ev çizelim,
İnsan değil, insanlar olsun!
Küçük de olsa bir bahçe yapalım evin önüne;
İçinde güller, sardunyalar ve bir patika olsun.
Bir heykel dikelim evin karşısına;
Büyüyüp, küçük heykelcikler doğursun. Dışarıdaki savaşı gizlemek için yüreğimizden
Bir resim çizelim pencereye,
İçi yalanla dolsun.
| 74 |
Mahsuni-5
Selam söylen oğlu ile kızına
İyi baksın Mahsuninin sazına
Özlemiştir öper koyar dizine
Belki bir gün gelir çalar MahsuniBeden kalır ruhlar durmaz toprakta
Belki gün batımı belki şafakta
Başka bir isimde başka donakda
Gönüllere sevgi salar MahsuniMalum olur ona halkının hali
İzin verir ise Bektaşi Veli
Olur boz bulanık bir meşe seli
Akar derelerden çağlar MahsuniBakar görür memlekette olana
Artmış olan soygunlara talana
Yiğit yine muhtaç kuru soğana
Üzülür kahrolur ağlar MahsuniDertl'oğluyum gece gündüz çırpınır
Çalar söyler boğazları yırtılır
Belki halkı uykusundan kaldırır
Kurtuluşa umut sağlar Mahsuni28.05.2017
| 88 |
'"Sağlam Kafa Sağlam Vücutta Bulunur" Yazım
Sağlam Kafa Sağlam Vücutta BulunurEskiden geri toplumların yer üstü yer altı kaynaklarını sömürmek için ellerine kutsal kitap (mesela İncil) tutuştururlardı! Biraz uyandıklarında da ayrıştırma yapıldı. İç savaşlarla sömürü devam etti. Bu geri toplumlar tamamen çökme durumuna gelince de göstermelik yardımlar yapıldı! Sömürülecek toplumlar öyle bir işleniyor ki; ibadethane ve hastane arasında, birinde sakat olan zihnini uyuşturuyor, diğerinde sakat bedenini güya iyileştiriyor! "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur! " düsturuyla hareket etse hem bedeni hem zihnini tedavi edebilecek ama bu iki unsur; biri ibadethanelerle, diğeri hastanelerle desteklenerek iyice yerleştirilir! İbadethane ve hastane arasında mekik dokuyan, kaynakları da egemenlerce sömürülen her açıdan güdük bir toplum kaçınılmaz olarak oluşur! “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” Bu sözü çok severim, tarihte ilk kim söylemiş oraya girmeyeceğim ama söz güzel ve yazıma başlık oldu. Geniş açıdan bakınca görünen şu; ilkel bir kabilede, kabile reisinden sonra protokolde kabile büyücüsü gelir değil mi? Kabile büyücüsü, iki ana iş yapar? Biri kabilenin ilahlarla olan ilişkilerini düzenlemek, diğeri şifa dağıtmak! Birinci işine karşılık gelen bina tapınaktır, diğer işine karşı gelen bina da hastanedir! “Sağlam kafa” dan kasıt, beyin yani insanın aklı değil mi? “Sağlam vücut” da sağlıklı bir beden! Beden, kafayı taşır; beden, ruhun bineği… Yani maddi beden sağlam olmalı ki manevi akıl da sağlam binekte sağlıklı işlesin. Geri toplumlarda bu iki ama unsur zedelenmiş. Yani akıl sağlığı beden sağlığına paralel olarak bozuluyor… Gelişmemiş toplumlarda kafa, akıl ve beden, vücut sağlığı bozuluyor! Bu iki alandaki çabaları incelersek; ruhsal, manevi sağlığı korumak için ibadethanelere önem veriliyor; beden, vücut sağlığını korumak için de hastanelere önem veriliyor! Yani bir toplumda ibadethane ve hastane sayısı o toplumun beden ve ruhsal sağlığının da göstergesi olabilir! Eski zaman kıssalarında anlatılır; toplum o kadar temizliğe riayet edermiş ki kimse hekime başvurmazmış. Yani o kadar sağlıklılar ki hekimlere başvuran da az! Yani şifa hane ve hekim sayısı az ise o toplumun sağlıklı olduğuna delil imiş! Ama temizliğe riayet etmeyen toplumlarda hastalık kol gezermiş… Tabi ki hekim ihtiyacı da fazla imiş… Günümüzde hangi toplumlar hem kafadan hem bedenden hasta? Bu bir fikir verir! Mevlana; “Sen bir düşünceden ibaretsin…” der! Bir alim de hastalıkların asıl kaynağının manevi olduğuna, kafada yani akılda başladığına; daha sonra bedene yayıldığına işaret etmiş! Demek her şey manada başlar ve maddi alana yayılır. Soyut düşüncede başlar somutlaşır! Hastalıklar da soyut olarak düşüncede başlayıp somut olarak bedene yayılıyor bu görüşe istinaden… Yani kafayı sağlam tutan bedeni de kurtaracak! Bedeni sağlam tutan da kafayı kurtaracak! İkisi birbirine bakıyor gibi… Egemenlerin hastalık ve ilaç sektöründen muhteşem bir menfaat sağladıklarını hatırlayalım sadece! O konuya girmeyeceğim, çok şey çıkar çünkü…Son Tahlilde; manevi olarak destek ve huzur arayanlar ibadethanelere, beden sağlığı bozulanlar da hastanelere akın edecektir! Bu nedenle bu iki bina önem kazanacaktır! Biri manevi olarak teselli verecek, diğeri de maddi olarak şifa dağıtacaktır! Asıl sorunun kaynağı olan gelişmemişlik eğer göz ardı edilir ise durum böyle teselli ve tedavi şeklinde devam eder gider! Çünkü teselli de tedavi de sonuçtur! Sonuca götüren nedenler çok daha önemlidir! Bu nedenle “Sağlam kafa sağlam vücutta” bulunur sözü manidardır.Saygılarımla,Ahmet Bektaş
| 498 |
Tutku
Her tutku bir aşka
Aşk acıya gebe
Her acı içinde isyanı taşır
İsyan yüceltir
Ruhunun bir yanını
Yüreğin aydınlanır
Ruhun bedeninle barışır
12.08.2011
| 24 |
Bir Sırlı Gonca
Ezelde der ki, Rabbim:”..Elestü bi rabbiküm? ..’’
Ebedden koşup gelir,’’..Galü Bela..’’der, canlar!
Rüya içinde rüya; rüya içinde rüya..
Kainat bir gonca ki; yaprağından, sır damlar! ...
| 29 |
Günaydın
Günaydın, dilinden nağmeler dökülen daldaki kuş,
Günaydın, yükünü sırtlamış çalışkan karınca,
Günaydın, tazecik yapraklarını açmaya başlayan ağaç,
Günaydın, yeni kırmızı çiçekler açan masamdaki Antoryum.
Sana da günaydın, penceremden bana bakan kara bulut,
Sizi unuttum sanmayın, soluduğum havama atıklarını bırakan fabrika bacaları
Size de günaydın.
Günaydın İnsanlık, günaydın dostluk,
Günaydın sevgi, günaydın mutluluk.
Ve size de Günaydın, gülümsemeyi unutmuş, yüzünü buruşturan topluluk.
Hayatımda sizler de varsınız, sizi bu halinizle de kabulleniyorum.
Tüm yaşam hayat bulsun diliyorum,
Gün aydın, gelecek aydınlık olsun istiyorum…(Dilovası – 09.04.2013)
| 84 |
Kardeş olalım
Çağrım size tüm insanlar
Gelin biz karbeş olalım.
Boşa dökülmesin kanlar
Gelin biz kardeş olalımSevgi tohumun ekelim
Nefreti kini sökelim
Dostluk ağacın dikelim
Gelin biz kardeş olalımAğlamasın anam bacım
Bitsin bu çekilen acım
Barış sevgiye muhtacım
Gelin biz kardeş olalımHuzur güveni bulalım
Gerçek dostluklar kuralım
Kötülüğe gem vuralım
Gelin biz kardeş olalım
Nisan 1995
| 56 |
Sanırsın ki Hepsi İnsannnn.......................
Nasıl bir dünya ki bu dünya.
İki elli, iki ayaklı yürürler ön saflarda.
Giymişler renkli güzel urbalar.
Kalplerine bir bak,acep kalp yerine ne taşırlar.
Sanırsın ki hepsi insan,ama inan insan değil bunlar.Madalyonun öbür yüzü bu mu dersin.
Sen ALLAH sevgisini bi söyle, nerde gizlersin.
Riyakarlık, alçaklık, kötülük, nefret.
Garibana tokat atmak, öksüze celme takmak mı marifet.
Sanrsın ki hepsi insan, ama böylesine nasıl insan dersin.Kemilklere donanmış etler, hepside biz insanız derler.
Cenneti,cehennemi zaten hesap etmezler.
Nur yerine çamur sürmüş cehreler.
Dillerde ALLAH aşkı, insan aşkı arama,ne gezer.
Sanırsın ki hepsi insan,ama insanlıktan bihaber kalmış yürekler.Yine söz bitti,acep bu düzen ne zaman değişecekti.
Ellerinden önce yıkasan kalbini.
Cok gecikmesen, vakit sona erişti.
Bırak kötülük,iftira,yalan,riya arkada kalsın.
Önce insan olmayı öğren,inan pişman olmayacaksınnn.........
| 125 |
Sözün Özü 49
Kâinata nazaran dünyâ küçücüktür. Hatta bir nokta hükmünde dahi değildir. Biz ise, bir nokta kadar bile olmayan şu ölümlü dünyâ için hep, veryansın ediyoruz; acabâ değer mi ?...
| 31 |
Haberci
konuş benimle
ey insan yüreğinin haritası
seni masumluğuna hapseden kim
vecizeler çivilediğin hayat tahtandan
kurtul mumyandan ve ruhuma serilelindeki beyazı yazmaktı özlem
hislerinin vurguladığı demde
habercinin geldiği doğu
sabahlarımızı ısıtacaktı
gümüşsü leylâk mitolojisimezarlar ve küller altında
yitirilen kesitlerin teslisi
dolunay doğmaz olduysa yıldızların rahminden
yeniden varoluşun yordamı
kelâmını esirgeme(Yedi İklim 114/16)
| 52 |
Çöl Yalnızlığı
Önce…
Bulutlar terk etti bizi…
Yağmurları’da alıp giderek…
Ardında…
Dokunup Hayat bulduğumuz
Ne varsa… Solup, gittiler bir bir…
Yol yorgunudur… Gidenler…
Vedaları hüzne döner…Tenimizdeki esmerlik,
Çökerken yüreğimize,
Vurur Çöl yalnızlığı…
Sazın, her teline dokunur rüzgâr…
Eller susar…
Diller susar…
Şair susar…
Sessizlik… Sessizlik…
Ve ben…
Sen olurum…
(18.Mayıs.2009/Adana)
| 50 |
Seninle
Bahar seninle güzel
Seninle güzel bahar pazarları
Çiçekler seninle canlı
Seninle can özü çiçek kokuları
Gökyüzü seninle masmavi
Seninle düş gökyüzü bulutları
Çayım seninle tavşankanı
Seninle tiryakilik çay yudumları
Sigaram seninle tütün
Seninle can veren Azrail dumanları
Aşk bile seninle sevda
Seninle sevdaya adak kalp atışları...S.Güler-15.5.2016
| 47 |
Sen Hiç Ağladın Mı?
Seni sevmiştim.
Sana aşık olmuştum ben.
Her gece hayalini kurardım.
Her gece yarısı tatlı uykumu bozup,
Sensizliğe isyan ederdim.
Senin için gözyaşı dökerdim…Oysa sen hiç aşık oldun mu?
Sen hiç sevdin mi?
Sen hiç sevdiğim uzakta diye,
İki damla gözyaşı döktün mü? Bir gece yarısı kalkıp sıcak yatağından,
Benim için ağladın mı sen?
Bensizliğe isyan ettin mi hiç?
Gözyaşlarına boğuldun mu sen?
Sen hiç ağladın mı?
| 70 |
De hele gülüm
Ayrılık kolay mı kendin avutma,
Bu nasıl ayrılık de hele gülüm.
İçin gel, gel eder n-olur naz satma,
Bu basıl ayrılık de hele gülüm.Aşkın yağmuru sağanak yağarken,
Sevda ırmağıyım sende coşarken,
Sen sevda deryası dolup taşarken,
Bu nasıl ayrılık de hele gülüm.Karanlık geceyim sır da hayranlık,
Sen sevda güneşi doğdun aydınlık,
Ezeli ebedi aşka bağlandık,
Bu nasıl ayrılık de hele gülüm.Çiftci İsmail’im haktan dilekte
İki can içinde tek bir yürekte,
Bin ömür yeter mi yine sevsek de
Bu nasıl ayrılık de hele gülüm.08 10 2014
ÇARŞAMBA
| 89 |
Aşkın Deryası Sabırla Dolu Sırdır
Aşkın deryası sabırla dolu sırdır
Sabır eden varınca kapısı açılır
Aşk açılır gönüle gülümsemesi serpilir
Aşk ile seven sabırla cennet bahçesine varır
Bu âlemde olmazsa ahrette kavuşur
Aşk işte böyledir sabır eden kul bahçesinde buluşur
Gelecek olan cennet güzelini bekler kavuşurSabırla aşk olmazsa varılmaz hiçbir sırra
Yusuf sabırla sultan olmadı mı mısıra
Sabırsız kul ermez varamaz huzura
Yola devam edemez düşer her bir çukura
Aşk işte böyledir sabır eden kul bahçesinde buluşur
Gelecek olan cennet güzelini bekler kavuşurÂşık Gülveren’im ben aşk kapımı her gün çala vura
Aşk ile beni seven cennet güzeli halimi her gün sora
Aşk ile olunca gönül düşse de yakmaz ki ateşten kora
Aşk bir nurdur her kula nasip olmaz varamaz ki bu nura
Aşk işte böyledir sabır eden kul bahçesinde buluşur
Gelecek olan cennet güzelini bekler kavuşur
| 136 |
İçilen Şiir
Kardeşlerim günahkar değilim ben
Benim içtiğim kırmızı; şaraptır...
Bak Avroamerika’nın içtiği kırmızı; kan! ..
Sen hala beni günah işliyor san
Bunun yanında benimki sevaptır! ...
| 27 |
Gurur
Uçarı huyu gülümseyişi bakışı
Takındığı tavır taşıdığı görüntü gurur
Kimin aklından geçer
Sanırsın selvi ağaç ulu dağlar
Bir onur bir duruş
Sanki herşey onun bize kalan boş
Kederi suskunluğu bilmiyor bence
Geceleri çılgınlığı ,sevişmeyi sevmeyi
Uçarı bir gülümseyiş gözlerinde
Beğenmiyor hiç kimseyi
Beni sarsar bu insanlık bu duygusuzluk
Sevmek herşeyi sevmek gerek
Sonra itilmişlık kopukluk gelir
Bezmışlık ve gönül yorgunluğu
Ama büyüklenmeden önce yaşayıp
Sonra küskünlük ve sitem
Dahası alaycılık gelir...
| 72 |
Otuz Beş Yaş Şiiri
Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
| 171 |
Misillemeler 27
Sessizliği sevdiğim kadar, sensizliği de sevmeyi isterdim. Sessizlik acıtmıyor, sensizlikte acıtmıyor ama yakıyor. Resminin içinden bakıyorum dünyana, kaybolup gitsek diyorum. Senin dünyan ve içine ben katılıp sadece gitsek. Sonra yine gözlerin geliyor aklıma, sessizce kayboluyorum ışıltısıyla. Seninle herşeyin hayalini kurmak bile güzel. Seninle ve içinde sen olan herşey güzeldir. Yaşamaktır seni doyasıya, yaşamak seni seninle veya seni sensiz de yaşatabilmektir...
| 62 |
Sabretmek
Hiç durmasa da zaman, dur derim ben inatla
Aşka sitem ederim attığım her adımda
Yine de sönmez ateş, gözyaşım damla damla
Hiç bitmese de keder, sabır dimdik ayakta
| 29 |
Veda
VedaTükenmez sanırdım, meğer Yalanmış,
Gençlik, bir masalmış, dillerde kalmış.
Şimdi; sevdaların, zamanı değil,
Gayrı hayallerle avunuyorum.Yüreğim, yanıyor, kuru otlarla,
Ömrümü tükettim, sahte dostlarla.
Belki, ilk baharda, belkide, yazda,
Dosta veda edip, gitsem diyorum.
03/05/2003
| 35 |
Kırmızı gül
Nice güllerin en hası
Benim gülüm kırmızı gül
Yüreğimin en gür sesi
Benim gülüm kırmızı gül..Senin sevdan derindendir
Cevrin aşkın elindendir
Türlü rengin birindendir
Benim gülüm kırmızı gülYürekte bitmez sızılar
Aklımdan çıkmaz kuzular
Hitabi gülünü arzular
Benim gülüm kırmızı gül..
| 42 |
*Sencillik Gerçeği
Hüznün resmi olmayacak,aynaya bakınca gördüğüm.Gözümü kapatmaya zorlamak yerine büyük bir istekle yumacağım,gözümde tüterken “sen”! Sanki kendimi bildim bileli yalnız sana uyudum da yine uyanışım sana oldu her sabah.Sanki göz yaşlarım sadece,ayaz vurunca yüzüme,döküldü istemeden.Gülmeler ve sevmeler sanki sadece “sen” le yaşandı.İnce belli bardakta altı şekerle içtiğim çayım değil,yudumlamaya doyamadığım “SEN”din.Seni bugün yaşıyorum ama dedim ya; sanki dünümdün de…Di’li geçmiş zamanı kullanışım bundan.Evvel,bütün renklerimi zifir yutuyordu.Alabildiğine en büyük tutkum denizlerim siyah; ruhumun,aydınlığına eşlik ettiği semâlar siyah,bildiklerim ve gördüklerim siyahtı.Belki sözlerim,hatta gözlerim ve saçlarım misâli.Ama şimdi siyah olanlar; yalnızca olması gerekenler.Aralarına; yılların habersizce serpiştirdiği aklara rağmen saçlarım,gözlüğümün siper aldığı gözlerim ve zorla bulabildiğim minicik ayakkabılarım.Hepsi bu.Hatırı sayılır sözlerim ebrûli,baktıklarım ve yaşadıklarım ebrûli.Dileklerim,sınırlarım ve ellerim de tabi.Bir de seni satırlarıma taşıyan kalemim.Kurşun kalemim; adres olarak satırlara yönelir,bana hiç dokunmadan.Bana tek dokunan,sensiz uzayıp giden,tutamadığım saatlerim.Ama olsun.Ayaküstü şiirler yazarken adına,ben her anıma şükür secdesindeyim… 24.03.2005 Perşembe 09.24 (Aylin Ayla Selçukoğlu) '
| 148 |
Bu Göz Senin
Karaçalının kurumuş dalı
Yüreğimin bitkin köşesinde
İyilikse seni vermek
Bırak kötü olayım...Cehennem hoyrat bir bahçe
Ellerim yorgun tutuyor seni
Her yanım kırbaç yarası
Bu göz sen
Bakmayayım mı
Sormayayım mı seni
Çektiğim azabaCennet bu
Hınzırca gülümsesin
Aldırmasın,yanılmasın
Çektiğim azaba gözlerin...
| 43 |
Deli Devrana
Ihtiyar agac yorgun sandal taze bahar…
Faturalar yagip yikilirken zerden puldan zarftan posta kutusundan
Evim dünyam demeye ne sahit ne tanik….
Arasan insan güzeli sohbeti selami zor ki zor buldugun…
Yine kendine kalan dag ve bagina bahcelenen dem…
Cicekler acmis cerci dökmüs dillere destan olmus
Tezgahsiz dümensiz ihtiyar agac yorgun sandal taze bahar yine..
Kuytuda su kenari akip caglayan bir yerde sessize sakin
Karsiliginda kurusun külcenin dirhemin lafini gaybetini bile etmeden
….ki hayretler icinde herseyi aska yorup sagiltarak
Delisine dolu insan kalbinde carpiyorsa yüregin
Evvel sen bile serpilip dökülen deli devrana
Hasretindeymis gibi
Hayran olur gidersin…Nisan / 17
| 100 |
*Veda Etmeden Gitme*
VEDA ETMEDEN GİTMEGüneş dedim gözüne, bulutlarla kapladın,
Yaralı yüreğime, hançerleri sapladın,
Beni sevgiyle sarıp avucuna topladın,
Kor ateşlere atıp, veda etmeden gitme.Ben gonca gül değilim, solmam- solduramazsın,
Kalbime yazdım seni, silmem - sildiremezsin,
Anladım yükün ağır, aşkı kaldıramazsın,
Beni tekrar yaratıp, veda etmeden gitme.Yıllardır tanıdığım bu sanki sen değilsin,
Hani derdik 'bu aşka bütün dünya eğilsin',
Yürekten sevmeyenler, çektiğimi ne bilsin,
Gözlerini karartıp, veda etmeden gitme.Biraz geç anlıyorum sözüm geçmediğini,
Keşke baştan söylesen, beni seçmediğini,
Nasıl bilebilirim aşktan kaçmadığını,
Beni aşk la donatıp, veda etmeden gitme.Suyu bulandırırsan durulmaz akar durur,
Aşk ateşı görülmez, sinsice yakar durur,
Hayalini sardıkça, mis gibi kokar durur,
Yüreğimi karartıp, veda etmeden gitme.
| 110 |
Sözün Özü 65
Her yanan ışığı, bir avuç sanma. Bir avuç sandığın aydınlık, belki senin kurtuluşundur. Yıldızlar da nokta kadar gözükür ama, tek bir yıldız; üzerinde yaşadığın dünyâdan kat kat büyüktür...
| 31 |
Sarıl Bana Yalnızlık
sarıl bana yalnızlık,gir ikimizin arasına
üşüyorum sensiz sen neden anlamasanda
kim isterki evcil hayvan gibi sahiplenilmek
özgür kuşlar gibi uçarım kanatlarım arası yalnızlık
soğuk rüzgarın ısıtır beni göklerde taşırken
ve bir soraki durağımda yine kaçar süzülürüm seninle...
| 40 |
Eylül dizisi (...3)
eylül dizisi (......3)eylül dizisi 3 kaybettiğim şiirler arasında olduğu için anımsatma baskıya sunulamadı…onlarca yıldız topladın gökyüzünden benim için
ama birisini bile koyamadın yerine…
aşkı eskittikçe değil
aşk ile eskidikçe büyüdük…aşk
Kavmim göç eyledi
bir gece vakti
Samanyolu sen içimden geçtin
Zaman yolu sürgün eyledi
hüzün ilk ayrılıkla
Yalnızlık ellerin eylülle geldi…
Yaralım memleket
döşümde düşün
döşümde hasret…sevdik denizleri
yaraladıkça sevda
göç kavmimde sis pus
sus
göç kavmimde kan ter
eskimeden aşk
katıl bir bulutun canına
kurtul intihar kurmacalarından
kan uzak yar koynunda
ewel ölüm gider yolları
sen peşisıra…
dökül katre ter
emeksiz açmaz kardelenler
ve gülmez aşk ay
yüzünsüz yüzüm hüzün
aslol, göç gurbet içimden
sis pus ve sus
göç dün, ki umut büyü/yorum… ben Hasret sana aşk
yürüyorum yol ağırken
eğme, dik tut başını
vurmuştuk intiharları
ilkgün ellerinde doğmuştum
yenigüz değil ömrüm
ilk değil son.
dostum diren,
ustam diren,
yumma gözlerini,
hüzün mevsimlerinde
tutunduğun bulutlardan,
yağmurlardan aşk içmenin zamanıdır şimdi.yumma gözlerini
ki şafak gözlerinde,
büyüyorum…ekleme: 03-09-2005
| 160 |
Babam İle Söyleşi
Babam üzülüyormuş
Bugün içinmi ben büyüttüm kızım seni
Yüreğinden kasırgalar kopuyor
Üzüntünden benzin betin sararmış
Hücerelerin feyat edip duruyor.
Ah evladım bu günleri görmedim
Seni mutlu olasın diye koladım sevdim
Uzak ilde yalnız kalıp ah ettin
Gündüzlerin gece olmuş bilmedim
Ruhun feryat edip duruyor.
Özünde de ne çok dürüstsün zekisin derdim
Ayrıcalık tanır kardeşinle mukayese ederdim.
Bilmedim kaderini sonunu
Affet beni canım kızım bilmedim
Gözyaşların feryat edip duruyor.
Canım babam keşke sağolaydın
İstemezmiyim sanıyorsun burada
Üzüntümü görup merak etmediğin için
İyiki yoksun yanımda.
Bunun için bile şükrediyorum Allaha
Kader buymuş.
Rahat uyu sen kendi mekanında.
| 98 |
Yaprak Dökümü Çırpınışları......................Dosya
YAPRAK
DÖKÜMÜ
ÇIRPINIŞLARI
-dizge sevda öyküleri-Onunla karşılaştığımızda yeniden
kocaman bir kırk yıl
geçip gitmişti ömürden
Mevsim güze vurmuştu
gönülde güller yanıp kavrulmuştu
Çırpınıp kaldı yürek
geri gelmeyecek günlerin ardından...SANAL BİR SALINCAKTA
BİR AKDENİZ AKŞAMINDA
SEVGİLİYE SÖYLENEN NENNİUyu bebeğim
kapa gözlerini,
Bak, yıldızlar fısıldaşmakta
yalnızlıkta şarkılar mırıldanarak
sessizlikle sevişir gibi.
Onlar da uykuya dalacaklar biraz sonra
gözlerinde hasret kıvılcımları
düşleriyle sarılarak ulaşılamayan sevgililere,
ateş düşmüşse öze
esiyorsa aşkın yeli gönlün denizlerinde
bitmez asla yürekte kabaran gelgitler
yıldızlar birer birer dökülse de yere...Uyu sevdamın kızıl yıldızı
Uyan hayallerimdeki peri kızı
Kollarımı salıncak ettim sana
Attım aşkın kemendini
bir yıldızdan öbür yıldıza
sabaha tomurcuklansın aşkımız,
Yeni bir güne doğar gibi doğalım
yeni bir yaşama açılsın kollarımız...Sevgilim, yavru ceylanım benim,
Seni sevmek
yaşamın anlamla donanması demek,
Mutluluğun dalga dalga yayılması yürekten
ve yağıp yağıp dinmemek...Uğuldaması sevda fırtınalarının dört ufukta
çınlaması sağır duyguların
şiddetiyle şimşekli öpücüklerin
ve gül bebeklerimizin
gülücüklerle açması gözlerini dünyamıza...Uyu meleğim
ve uyan yepyeni bir sabaha
“yeni bir dünyanın doğuş” gibi,
Gözlerinde kanatlansın güzellikler
çırpınsın bir sevdalı kuş göklerinde..
Bak el ediyor çiçekler
onsekiz yaşının görkeminde doğuyor gün
Bahar sabahlarınca açılıp saçılsın yaşam
sevgilimin efsane gözlerinde...Sevgilim
nar tanem
yavru ceylanım benim,
Ne zaman ilişse gözlerim gözlerine
güzellikler bürüyor evrenin her köşesini,
Ne zaman sürsem dudağımı tenine
kır-bayır başak deryasına döner
yeşerip çiçeklenir çöller,
Uyu bebeğim
gözlerinde biriksin bütün güzellikler...Bir tanem
yavru ceylanım benim,
Uzat başını kolum üstüne
sonsuzluklara gönder düşlerini
tepeleyip geçsin sevdamız barikatları,
Gökte ipekten ay çiseltileri,
Akdeniz akşamlarınca ipildesin
gecelerin karasında yürek kıvılcımları...Uyu sevgilim
ve düşün ki
bir çamlı yaylasındasın Torosların
sevgilinin kalbi gibi okşamakta teni
serin serin esen akdeniz yeli
ve sırılsıklam ıslak saçlarımız
o efsane yurdun mahmur sabahlarında,
Gözlerimiz çevrili yüreğimize
birbirine yapışık bedenlerimiz
sevdamız eşkiyadır karlı dağlarda...Uyu bebeğim
Düşünü sonsuzluklara sal
tutuşsun yıldızlar aşkımızın kor alazında,
Bırak boşluklara kendini boylu boyunca,
Kollarımı salıncak eyledim sana
sevda tezgahımda örtüler dokudum
ve ateşe vurdum
yasasını töresini bütün düzenlerin
karanlıklar defolup gitsin diye dünyamızdan,
Uyu sevgilim
Ve kabuğunu çatlatan narcasına
sevdayla yanıp kanarcasına
güzellik otağı bir yaşama uyan... 14/8/2013
MelbourneKÜL OLANA DEK BEDEN
“……………………………
Feryadıma karşı aksiseda yok
Uyandım yerimde soğuk kül vardır”Uyandım ve hemen buraya geldim.
Sen yoktun...
Beklemiştim zaten seni
gece yarısından sonraya dek..
Ve sen asla gelmemiştin..
Yoksun,
Ne yazık aynen devam ediyor çaresizlik:Seni kurguladım
hayal ve düş karışımı bir gecede
sonu gelmez bir serüven gibi sabaha kadar...
Kül oluncaya dek beden
ayrılmaz aramızdan ayrılık biliyorum
ama
aynı zamanda
bilmek bile istemiyorum
bu acı gerçeği,
Kül oluncaya kadar beden
ayrılmaz yürekten bu kara sevda
ve ayrılmayacak da
-tek bilmek ve bildirmek istediğim budur-
günden güne arta arta
bitirecek tez gün içinde yaşam yolunu... ÖYLE OLSA DA,
BÖYLE OLSA DA NE ÇIKAR.
Seni sevmem biricik yaşam biçimim
Yaşama tutunmamın tek yolu bu
Şunu çok iyi anlıyorum ve duyuyorum
her an ilahi bir seda gibi derinliklerden
dinledikçe kalbimin inleyişini:
SEVGİ BİTERSE YAŞAM BİTER
VE BEN AŞIĞIM YAŞAMAYA
YANİ SANA...
unutma bunu! 24/7/2014AĞLIYORUM YALNIZLIĞIMIN
SONSUZLUĞUNDA DOYA DOYAKaranlık ve soğuktu.
Pus sarmıştı şafağın bağrını.
Sokak lambaları sisli boşluğa esrarengiz
bir görünüm içinde salıyorlardı ışıklarını...
Buz tutmuş bir galaksiyi andırıyordu
şehrin sabah manzarası
ve o saydam yıldız mahşeri içinden
ateşler püskürterek buğulu gözlerinden
büyüdü bir sevdalı yıldız.
Dikildi gözlerimin tam karşısında
Yalp yalp yanan renkli tayflar oluştu
ve gözlerin gelip oturdu aklıma..
Yüreğime yalımlı bir yangın düştü
Seni düşündüm aniden
yıldızlar gözlerine dönüştü. Karanlık ve soğuktu.
Buz kesiliyordu düşlerim...
Yitip gidiyordu belirsizleşerek
içimde umut diye taşıdığım gülüşlerim,
Kaybolacaktım gözlerinde aniden
karışarak renkli ışık zerreciklerine...Birdenbire
yüzün aldı gözlerinin yerini
sis dağıldı şehrin üstünden,
Yıldızlar yavaş yavaş sönüp gittiler
ince bir ağıt gibi sabahın gözlerinden...
Çivilenip kaldı gözlerim yüzüne
bu yüz,aynen o yüz!
Hani sen beni
yeniden bulduğun zamandaki
40 yıllık bir depremle altüst edendir yüreğimi...
19 Ocak
cehennemi bir sıcak
ve akşam yanarken fanuslar gibi
gözlerinde eriyerek
çölde seraba döndürmüştü beni.
Ve dilime şiir doluşmuştu:
O günden bu yana
ve hatta ömrüm boyunca
tam olarak ezbere bildiğim tek şiirdir bu...“Daha o günkü gibisin bende
Uzakta bir serapsın
ücra bir yıldız gecenin köründe,
Gönülde meltem esintisi
yanan duygulara
akdeniz gecelerinden...Daha o günkü gibisin bende
Yalım yalım tüter hasretin
çöl güneşi gibi vuran gözlere,
Başımda o eski kavak yelisin
Ve bir yavru maral
sürükleyip götüren yüreğimi
karlı dağların yalçın yüzünden...”Yüreğim ve aklım
hep o köprüde takılıp kalmıştır benim.
Dönüp gidemem geçmiş günlere
lime lime kanasa da yüreğim.
Ve başım alıp gelemem bir türlü
ömrün yaprak döktüğü bugünlere...
Günler acı ve elemle yoğrulmaktadır şimdi
ve hasret
yüreğimi delirtip taşar hergün yeniden
basar gözlerimi bir duygu seli...
Ağlıyorum hüngür hüngür
ve kırık bir hıçkırık eşliğinde!
Yok etrafta halimi kınayacak hiç kimse...
Yok dudak bükerek yanımdan
şaşkın şaşkın gelip geçecek biri...
Ağlıyorum yalnızlığımın
sonsuz rahatlığında
yürekte biriktirerek acı ve kederi
ağlıyorum doya doya..! 23/7/2014GÜN KARARDI
KURUDU GÖLLERDE SULAR
VE GERİ DÖNMEDİ PELİKANLARİşte o son kırk saati nasıl geçirdiğimi
sana anlatmayı bir türlü götürmüyor yüreğim. Evin aşağısında bir park vardı
Sokağın köşesindeki gül ve lavanta bahçesinin
yüz metre ötesinden başlardı
bu parkın sınırları.
Parkın ortasında büyükçe bir göl
ve gölün ortasında da
üç-beş ev yeri kadar bir adacık vardı...
Hem gölün batı ve güney yanı
ve hem de adacığın tamamı
iğne yapraklı,
dört mevsim yeşil duran
sık ağaçlarla kaplıydı.
Gölün kuzey ve doğu tarafındaysa
çok yaşlı, ulu okaliptüs ağaçları
birer tarihi yapı gibi dikilip dururlardı. Doğu taraf aynı zamanda çayırlıktı.
Adanın merkezine de
okaliptüs ağaçları dikmişti ki belediye,
bu adada göl kuşları gecelerlerdi,
ve aynı zamanda
yuvalarını yaparlar
yavrularını büyütürlerdi. Ada kuşların güvenliğini de sağlıyordu.
Tilkiler karanlık basar basmaz
sık sık parkta ava çıkarlarlardı.
Hatta zaman zaman dingo bile
kuş leşi umuduyla geliyordu bu göle
Fakat bu vahşi avcılar
hiç bir zaman sudan dolayı
adadaki kuşları avlayamazlardı.Bu gölde bir kaç tür ördek,
kaz, yelkovan ve adını bilmediğim
uzun bacaklı, kırmızı gagalı,
siyah tüylü su kuşları yaşardı....
Ve zaman zaman misafir olurdu gölümüze
nereden geldiklerini bir türlü bilmediğim
bir çift garip pelikan... Pelikanlar
bir kaç gün kalırlar
aniden kayboluştu sonrası,
ve uğramazlardı gölümüze bir ay, bir daha.
Bana hep gidilip dönülmemeyi,
ya da mekansız bir göçmenliği anımsatırdı
bu garip çiftin macerası...Gölün doğusunda araba parkı vardı.
Kuzeye doğru ilerledikçe tuvalet,
Piknik alanıyla, barbecue ocakları
ve ilerisinde de çocuk parkı bulunurdu.
Burada genellikle yoksul aileler hafta sonları
barbecue pişirirler, çocuklar da parkta oynardı.
Parkın etrafı kıydolayı betonlanmış gezi yoluydu.
Gölün etrafı da öyle...
Anımsıyor musun bilmem.
Zaman zaman anlatırdım sana,
hani akşamları parkta yürüyüş yaptığımı.
Bazan da göldeki kuşlara
evden bayat ekmek getirip attığımı..
Parkın çevresi
normal yürüyüşle yarım saat çekerdi.
Ama ben hep yavaş yürürdüm
çünkü yürürken hep seni düşünürdüm. İşin doğrusuna gelince
senin hayallerinle
sarmaş dolaş olayım diye
gitmekteydim genellikle parka
ve hiç bitmesin isterdimbu tatlı yürüyüşler...
Seni düşünürdüm: Aklıma bir baraj gölü düşerdi.
Gözlerimin önünde bir barajlı yol uzanırdı..
Yürürdüm kalabalık ve gürültülü caddelerden.
Usta bir restourant
ve o restourant adıyla anılan
bir dolmuş durağında oturur,
karşımdaki binanın
arkasında kalan küçük bir apartmanın
güneye bakan yüzündeki
üst balkona takılır kalırdı gözlerim...Neden sonra kalkardım
yol kenarındaki oturaktan
ve adımlardım yeniden
göl çevresinde seni düşleyerek.
Önümde barajlı bir yol uzanırdı.
Ağaçlara bakardım,
yüksek apartmanların balkonlarından
aşağılara bakan kadınlar gelirdi gözüme.
Hepsinin de bir yerleri sana benzerdi... Yürürdüm karşımdan gelecek bir güzelle
yüzyüze gelme heyecanıyla.
Veya nefes nefese kalınmış bir anın
aceleci ve tedirgin huzursuzluğuyla...
Hayallerinden uyanınca da
kalbimin küt küt attığını duyardım.
Üstüne ala karanlık çöken
ağaçların ağıl gibi etrafını ördüğü yolda...İşte o son kırk saati nasıl geçirdiğimi
sana anlatmayı bir türlü götürmüyor yüreğim.
Önceleri senin böyle yapacağına dair
bin bir kanıt gösterselerdi bile
inanmazdım asla hiç birisine.
Ama son zamanlarda
içine girdiğin girdabı sezer gibiydim
Ve son andaki kuşkulu tavrın üzerine
düşündüm mü, yoksa düşünmedim mi
olmayıp anımsamıyorum net ve berrak,
fakat geç vakit içime bir kurt düştü
ve ol sebepten ötürü
kuvvetli bir istemle
geri döndüm internete.
Açar açmaz mesaj kutumu,
mesaj geldiğini görerek
garip bir şekilde ürperdim. Zaten öteden beri açınca interneti
hep mesaj kutusuna giderdi gözlerim,
çünkü hep senden mesaj beklerdim
ama çoklukla boş bulurdum kutuyu
ve buruk bir duyguyla acırdı, batardı kalbim...O gece interneti açınca
ve görünce kutudaki işareti
senden olamayacağını düşündüm,
hatta senden olmamasını bile istedim
içten gelen bir duyguyla.
Ne yazık ki,
açar açmaz kutuyu
acı gerçek suratımda
düşman kırbacı gibi şakladı...
Bir anda kaybetmiştim kendimi,
durmuştu beynim, yoktu bedenimde
hiç bir yaşam belirtisi,
dünyamı ateş sarmış, gözlerimin akı kararmıştı...
Ayağa kalmayı denesem de beceremedim.
Kalmışım çivilenmişcesine,
saatlerdir oturduğum sandalyede...
Sonra göğsümün kafesinde derin batışlar,
kalbimin derinliklerinde sancılar duydum...
Başım döndü,
gözlerim karardı
ve yavaş yavaş yanaklarım ıslandı...Ne söylemeliydim bilmem ki,
bu müşkül durumu resmetmeye
ne bende yeterli söz vardı
ne de anlatmak o kadar kolaydı..?
Neredeydim...kimler vardı çevremde...
Ben neydim, kimdim, neydi beni böyle
dünyadan koparıp götüren boşluklar mahşerine...
Hiç bir anlam oluşmuyordu beynimde.
Bir hayal meyal
güzellik görüntüsü vardı yalnızca gözlerimde...
Gülen dudakları ve gölgelenmiş gözleriyle...Belki intikam duygularıyla
seyrettiriyordu bana gülüşlerini..
Belki de, “bakma sen gözlerimin gülmesine,
ağlamak geliyor içimden” der gibiydi... Sabaha evrilmişti gece.
Kuşlar yavaş yavaş doğacak güneşe
şarkılı ayin törenine hazırlanıyorlardı.
Direne direne ayağa kalkıp, çıktım sokağa.
Sokaklar ölü gezegenler gibi ıssız...
Yürüdüm parka doğru,
bir tur attım etrafında gölün.
Kalabalık ve gürültülü
ve barajlı bir caddeden giderek,
bir baraj gölüne çıkarıyordu yol beni. Yol boylarında
yüksek binalar dizilmişti selvi kavaklar gibi
bir güzel yürüyordu bana doğru kaldırım boyunca,
sol yüzü gölgelenmiş,
kızıl bir gül kurusu yanaklarında... Nasıl olduysa anımsamıyorum şimdi
aniden çocuk parkındaki salıncağa tosladım.
Diz kapağım çok fena acıdı, çöktüm yere
ve oturup kaldım orada
belki bir saat kadar, daha fazla belki de
hiç derman kalmamıştı bacaklarımda... Şafak attı.
Tan yeri ağardı.
Güneş kızararak yükselmeye başladı
Güney Pasifik okyanusunun üzerinden,
eve doğru yöneldim ayaklarımı sürüye sürüye...Patron beni gördü.
Akşam o yatağa giderken
beni nerde görmüşse aynı yerdeydim yine.
Aniden irkildi kadın,
söylendi iki kez üstüste “ne oldu sana ”
Ben duymazlığa verdim onun söylediklerini,
duymuştum oysa,
yanıtlamak da istemiştim ama;
“ne oldu sana ” ne demekti? anlamlandıramıyordum kafamda...
Patron çocuğu giydirip kuşandırdı
çantasını hazırlayıp gitti
ve dönmedi geriye bir daha...Gün kuşluğu geçti,
çay yaptım içemedim,
ağzım zehir gibi acıydı,
bal ve ağız dürümü masada kaldı.
Göğsüm sürekli batıyor,
kalbim sancıyor ve beynim boşluk içinde,
yalnızca belleğimde kalan
iki medetsiz söz yineleniyor durmadan
“kendine iyi bak” ve “beni unut..”diye...Çıktım evden,
her yer hapishane kapısı olup
üzerime kilitleniyordu habire...
Yürüyordum yine tıpkı geceki gibi
sürüyerek ayaklarımı parka doğru,
bir melankoli atmosferinde...
Park ıssız ve sakindir o saatlerde,
ancak akşamları kalabalıklaşır yaz günlerinde.
Bir turu bitirdim gölün etrafında,
adayı süzdüm dört yönden
dalgın dalgın düşünerek... Etrafta çığlık çığlığa
gri, boz ve gövel ördek sürüleri,
kazlar tıslıyorlar durmadan,
yaklaşınca yanlarına
eski Adana kabadayıları gibi
başlarını kaldırıp dikleşerek...
Pelikanları aradı gözlerim..
Yoktular..
Gitmişlerdi aylar önce ve dönmemişlerdi geri...
Belki de
bu kurak göle
bir daha hiç dönmeyeceklerdi...Gölün suları iyice çekilmişti içe doğru.
Damla yaş düşmüyordu aylardır toprağa,
tüm otlar kurumuş,
bomboz bir çöl görünümü almıştı doğa. Oturdum sarsıla sarsıla,
o ışık sızdırmayan altına,
sık ağaçların arasındaki sıraların birine....
Önümde baraja giden bir yol,
suları çekilmiş bir göl,
gidip de geri dönmeyen pelikanlar,
ve ayrılıklar
ömür boyu yürekte çıban gibi kanayan...
“Bir ayrılık geldi de coştum ağladım”
gölekler gözüme umman görünür... Bir bahar günü geliyor gözlerimin önüne
dumanlı bir dağın eteğindeki şirin bucakta,
bütün görünümler sis altındadır
bütün anılar yarım...
Yağmur altındaydı toprak,
yağmur altındaydı sokaklar..
Sokaklarda
yorgun ayaklarını sürükleyen
yoksul insanlar dolaşırdı,
Sırılsıklamdı elim, yüzüm, dudaklarım...
.....................................................
...................................................................
Rüya gibi bir ortamdayım,
pelteleşmiş beynim
ya uyuyordur karanlık bir iklimde
ya da uyuşmuştur iyice bedenim...
Yalnızca bileğimde
yalın ve yumuşacık sıcaklığı var bir elin...
Genzimde dezenfekte ve ilaç kokuları
Zorlaya zorlaya aralıyorum kirpiklerimi,
karşımda beyaz önlüklü ve beyaz tenli
olgun bir bayan,
Ellerim avuçlarının içinde,
Ve soruyor “ne oldu sana” diye.
Patron geliyor aklıma her nedense!
Ama o daha yaşlı, sıcak ve candan...
Gözlerim geri kapanıyor ağır ağır,
O farkında bile değil bendeki depremin
Yalnızca soruyor bana durmadan...27/2/2014
AKLIN PUSUYA YATARDI
BEN KARŞINA ÇIKANDAAklın pusuya yatardı hep
karşıma çıktığın zaman,
Oysa çırılçıplak bir yürekti
her zaman seni ayakta karşılayan,
Ben hep çıplak ve ak
bir aşkla sevmiştim seni,
Yüreğim çırpınırdı bakarken
ummanlar kadar derin
ve yıldızlarca uzak gözlerine,
Yüreğim yanardağlar
kadar sıcaktı
meltemli sular gibi serin,
Ne zaman aklıma düşse adın,
ne zaman gözlerime otursa hayalin...Aklım
alır başını giderdi
bilinmedik yerlere,
Acılar, ayrılıklar ve cefalar
sürüklenirlerdi sevgi selinde
ve ötelenirlerdi önünde
yüreğime sınırsız bir gülistan gibi
serilen gözlerinin...
Zaman dururdu
uzayıp giderdi yaşam
Her şey yeniden doğarcasına
gençleşip donanırdı yeniden dünyam
filizlenişiyle gönlümde rengarenk güllerin...Yüreğimin sesiyle eğilirdim önünde,
Yüreğimde kanat çırpardı kuşlar
ufkun enginliklerine,
Sevdalar büyürdü yüreğimde derin
ve kaplardı yedi iklim dört bucağı
gönül güzelliklerin...
Çırpınırdım eteğinde
kırılıp dökülen dalgalar gibi
kızgın fırtınasında aşkın deryasının,
Gökleri güzellikler bürürdü
yağardı gecelerime yıldızlar,
Gönlüm evrene sığmaz,
Gözlerim senden ötesini görmez,
Kulaklarım sesinden başkasını duymaz
ve asla yaşanmaz sanırdım kucağında
sensiz güzellikler dünyasının...Oysa sen
hep aklın pusuda
yüreğin kuşkuda
saklanarak duldasına
kara yüzlü bir korkuluğun
üzüm yeme amacıyla değil
bağcı döğme
planıyla gelirdin yanıma...
Ve hiç umulmadık yerde
volkan patlar,
savaş çıkar,
kıyamet kopardı...
Yer sarsılır, yıkılırdı bütün yapılar...Bir türlü anlayamazdım bu durumu,
Suçlu bulunurdum her defasında
ve aşkımın gereği olarak
kabul ederdim suçumu... Oysa neydi
ve nedendi bu olup bitenler
anlamam olanaklı değildi.
Yirmibeş gün küslükle
beş gün sevecenlikle geçerdi,
Hislerin yasa sayılırdı
ve sivri sinek en etkili sazdı,
Karşındakinin yazılı belgeleri
hiç bir halta yaramazdı...Kanalboyu caddesinde yürürken
hicranlı mutluluklar yaşadığımız
haftanın bitiminde
hani yalvarmıştım da sana
“ne olur ceylanım beni gönderme
bir daha geri kangurular yurduna”
ve sen benim hiç akıl işi saymadığım
ve asla inanmadığım bir yanıtla
savmaya çalışmıştın beni başından...
“ Sen bana katlanamazsın...
ben çılgın biriyim..
hiç umulmadık bir anda hırçınlaşır,
kırar, döker, yakar, yıkarım ortalığı..
sen beni tanımıyorsun...” diyerek! Bu söylediğin kaldı aklımda
senin ardında durduğun gerçek
ve tabi ki, bir de karakterin gereği
beni yalvar yakar
uzaklaştırdıktan sonra
o ‘bereketli topraklar’dan
“beni terkedip kaçtın” diye
savaş açman sevdalına karşı...Ama şimdi inanıyorum sana,
Gerisi hep fasarya..
Aşkın –meşkin, sevincin -hüznün...
Tüm bunlar bir anlık ve ömrü
mevsimlik bile olamayan
bitkisel yaşamlara benziyordu...
Üç günlük çiçek ömrüydüler belki
belki de
istasyonlarda yemek molasıydı
zahmet yüklü yaşam treninin...
Dizginsiz ve çılgın bir sevda dalgası
yaşanırken esrik düşler dünyasında
bu dalgaya düşmüş küçücük bir
denizanası parçacığı
her şeyi altüst ediyor,
tüm sular denizanasıyla kaplanıyor
sevda son buluyordu gözlerinde senin...
Aşk hançerleniyor,
yürek kanıyor
ve kıvranıyordu yaşam
kaprisli kuşku mengenesinde beyninin...Şok altındaydım
aramızdaki serüvende ilk defa
ve belki de ilk defa
omuzlarım arasında
taşımamaktayım yeşil bir lahana!
Düşünebiliyorum artık az da olsa,
kesik kopuk da olsa beynim.
Bu kez altımda buzağı olduğunu iddia ettin
oysa sen de bilirsin ki ben inek değildim...
Bu son bomba, kinli ve kara bir kuşku gibi değil,
apaçık bir hakaret gibi vurdu kalbimi..
Ama ben eminim ki
sen bilerek ve isteyerek
yapmış olamazsın bunu..
Şoktayım!
ve sen ayan beyan
ruhsal bir sıkıntı altında kıvranmaktasın...
Her durumda sanki bir doğal afet gibi
patlattığın taşkınlık seni otomatiğe bağlanmış
bir kurgu gibi harekete geçiren
bünyeni, ruhunu ve beynini
tamamen işgal edip yerleşen,
kuşkulu, kaprisli, egoist yapındandı...
ve ben son defa yaptığın garip suçlaman gibi,
tüm bunlara rağmen ne küçümsedim,
ne suçladım ve ne de acıdım sana...
Bu “acıma” suçlaması zaten
bir ruhsal rahatsızlığın söylettiği
söz olagelmiştir her zaman...Fakat her şeye karşın
benim yüreğim hüzünle dolu şimdi
Kırk yıldır kalbimde
galaksiler dolusu
yıldızlar kadar büyüttüğüm,
peri kızlarına benzetip
tılsımlı efsanelere garkettiğim
ve tanrıçam diye önünde eğildiğim
bir kişinin bu denli sıradan
bir suçlamaya imza atmasını
gönlüm olmayıp kaldırmıyor...
Acıyor ve ağlıyorum kendi halime! 26/9/2014KIŞ BİTTİ GELDİ BAHAR
HEP SENİ DÜŞÜNDÜM
GECE SABAHA KADAR...Kış bitti takvim yapraklarında
bahardır artık mevsim.
Bahar geldimi yaşam nümayişe kalkar.
Bitkilerin gövdesine su yürür,
insanın yüreğini sevda bürür...
Bahar aşktır, sarar doğayı
sarar insanları...
Elbet yürek diye bir uzuvları varsa
ve duyguları ayaklanabiliyorlarsa...
Kuşların en içli şarkıları seslendirmesidir
gecenin bitip de atma noktasında şafağın...
Çiçeklerin yerde
sümbül sümbül gerinmesidir
çiğli gülümseyişlerle
ve ağaçların dallarında
gelin gibi döllenmesidir yemiş yüklü günlere...Kış bitti geldi bahar...
Oysa biz ne baharı yaşadık el ele
ne yazı gördük meyve yüklü bahçelerde
güze vurdu günlerimiz farkına varmadan...
Yüreklerimizde açan güz çiçekleridir,
ne uzundur ömürleri yaz bahçeleri gibi
ne de ballı meyveler sunarlar dallarından... Şu an doğa bahar açıyor burada,
yaprak dökse de öte yanda dallar
hazan savruluşlarıyla.
Hüzün ve sevda iç içe geçiyor aramızda
ve gözlerimizde sevdaya ve yaşama
doymamışlığın kahreden sıkıntısı,
Ellerimizde kavruluşu
geç kalınmış sabahlara özlemin,
Bir yanımız üşüyor şimdi
güz esintili yalnızlık akşamlarında
bir yanımız yüzüyor dansında çiçeklerin...Kış bitti geldi bahar
ben seni düşündün yine
bütün gece
son iki yıldır tatlı bir kabus gibi
alışkanlık olduğu üzere.
Bir yanım buz tutmuştu
geçmiş günlerin kırıntı kuşkularıyla
oluşan üzüntü ve ayrılıkları yüzünden,
Bir yanımda bahar gibi yeşerişi
sevgi bahçemizin yeniden...Ama her zaman var oldu içimde
onulmaz bir sancısı ince mi ince
sararma ihtimaline karşı sevgimizin,
Ya bir deli poyraz çıkar
ya da eserse bir kara yel
ve kurursa diye suyu çiçeklerimizin... Ölümüm başlar o zaman
kanaya kanaya gider yaşamdan pılım pırtım
adım, sanım, anılarım
karışıp kaybolur bir kara dumana,
bir avuç dertli kül kalır
ateş tuğlasının bağrında..! Yüreğimde ince bir keder
senden gelir sana gider şarkısınca
acıta acıta saplıyor hançerini
başlıyor kabuk bağlamaya
yüz tutmuş yaralarımız
yeniden ve sızım sızım kanamaya. Ve yüreğin diyorki yüreğime
hakkın yok senin bu gece
annesinin göğsünde
masum bebekler gibi uyumaya...
Gönlümde bir eski yaranın sızlayışları
aymazlıklar, bilmezlikler, görmezlikler ürünü
dönüp duruyor bedenim gecenin içinde,
Gözlerimde ışığını tüketmiş
yıldızların hüzünlü görüntüleri,
Duygularımda
hazan yapraklarınca savruluşlar
ve bir göçmen kuş sızlanışı
dönüşsüz gidişlerin göklerinde...İçimdeki boşluk kahrediyor yüreğimi
hep sen geliyorsun gözlerimin önüne
gözlerim yanımda değiller oysa,
Yıldızlar karardılar bir bir
kopkoyu karanlıklara gömüldü dünya...Gözlerimde sen varsın
kıvılcımlanıyor gözlerimde anıların
genç kız görkemliliğindeki
bahar sabahları gibi
atıyor tan.
Sonsuz bir yol gibi uzuyor zaman
ve ben dönüp durmaktayım daha
gecenin mahşeri burgacında
çatlayacakmışım gibi huzursuzluktan...Kış bitti, geldi bahar...
Yaşam ayağa kalkıyor tümden
ayağa kalkıyor dağlar ovalar
ve senin aşkınla ben
bahar gibi yeniden doğuyorum...
Canım sevgilim
yüreğimin başeğmez yabanıl eşi
sevdamın efsanevi perisi
güzelliklerin simgesi
bahar kuşlarının sesi
altın kalpli amazonum.....
Erisin dağlarda kar
kalksın üstümüzden kara bulutlar
yok olup gitsin izleri kuşkunun, kederin...
Günlerimiz çiçekli dallar gibi yüklensin aşkı
sevdalı gönüllerce yağsın gökyüzü
sarsın sevda kat be kat yüreklerimizi
hiç sökülmeyecek tarzda içli, derin... 4/10/2014
Melbourne
KANLI GİYOTİN ALTINDA
DÜŞÜNÜYORUM KELLEMİŞoktayım
Gözlerimde kanlı bir duman
çok eski zamanlardan
hani tektanrılı despotizmin
yeryüzündeki pratisyeni olmakla gururlanan
ve korkaklıklarından dağbaşı kalelerine sığınan tüm zamanların
en karanlık günlerinin
temsilcilerinden günümüze ulaşan
bir hortlak giyotin altında sınıyorum kellemi…
Sesim çıkmıyor
gereğide yok aslında sağa sola
umarsızca haykırışların hiç bir zaman
işkence altında anlamlı susuşlar gibi
susturmaktayım ölesiye kendimi…Şoktayım
Kanlı şövalye kırbacı gibi
şaklıyor sevgilimin ruh hali
alnımın tam orta yerine,
Ne söylesem suç içeriyor sözcüklerim
yüreğine sızmış düşman ajanı gibiyim
mars olmam gerekiyor tüm zamanlar
ve bütün zarlarım gele…Şoktatım
Doğal felaketler uyarınca
amansız ve apansız kıstırılıyorum kapana,
Oysa ne denli acı bir manzaradır
yangın düşmesi ortasına başak yüklü tarlaların,
bağların kesilmesi haydut baltalarıyla
ve kuruyup kalması yaşamın
sevgisizliklerin çöl yazısında… Aklın işlevsizliğiyle kıvranıyor gövdem
aklın işlevsizlğiyle ayaklarım, ellerim
aklın işlevsizliğiyle dilim lal, kan çanağı gözlerim…
O kendini kaymakam beni köylü sanıyor
bakmadan ellerimin boya izlerine,
Onun beyni işliyor yalnızca
kurgulanmış bir bilgisayar gibi
sevdasıyla kanıyor benim yüreğim…Şoktan çıkıyorum…
Büyük bir denizde
azgın dalgalarla boğuşa boğuşa
batan bir gemiden bir kırık saldalla
ıssız bir adaya çıkan bir gemici gibi...
Ama çıkılan adada
ne sevda sıcaklığında saran bir hava,
ne yeşilin fütursuzca tırmanışı göklere
ne tropical meyve yüklü ağaçlar
ve ne de şakıyan kuşlar var... Açlık ateşiyle kavrulan
afrikalı çocuklar manzarasında
kupruru
perişan ve çorak
çöle rahmet okutan cinsinden
bir kara parçası çıktğım yer.
Kim bilir,
ömür yeter,
olanaklar elverir mi
bu adayı yeşertmeye..?
Gönül yeşerir mi
od düşüp yanmış yüreğin susuzluğunda
ve yaz yağmurlarınca
can katarmı sevdaya umut..?
Gün buluta girmiş
ay dolanıp geçip gitmiş
bütün bekleyişlerini düşlerimizin,
Gelecek günler güman içinde.! 27/9/2014
MelbourneTÜM ACILARIN İNLEYEN ÇİLESİ
ALTINDA AYIPSI MUTLULUKLARUyandığın zaman sabahın tazeliğine
tüm zamanların çilesiyle inleyen
sesimin tortuları çarpmış olacak gözlerine...
Kanayarak akıtsa da anılarımızı
bin bir noktasından her zamanki gibi yine
olmayıp gönüllenmezler bir nebze de olsa
senin o yüz kızarmaz mutluluklarına,
Vurmazlar yüzüne ayıpsı fısıltılar...
Sana hasredilmiştir
en içli duygularımın dile getirilişleri,
Senin içindir arzulayıp da bir türlü
yaşayamadıkları güzelliklerin dilekleri,
Senin içindir en güzel günaydınlar...! Paramparça edilmiştir akı gözlerimin
kararıyor gönlümde yarının sevda ışıltıları
söndürüyor özlemin..!
Şimdi çok ötelerindeyim mutluluğa giden günlerin
esir alınmış düşlerden de beterim,
Ciğerlerimin demir pençeli bir elle
sökülüp alınacağı ve nefesimin gırtlakta boğulacağı
bir duygusuzlukla yoruluyor içim…
Gözlerimin akı bulanıyor yavaş yavaş
dönüşüyor tüm görkemli görünümleri yaşamın
külrengi bir manzaraya,
Cinnet getiriyor yüreğimdeki sesler
beyni boşalmış kuşlar çırpınıyorlar ufkumda…
Nereye uzatsam ellerimi nefessiz bir boşluk,
Ne zaman atsam adımlarımı mülkiyetsiz sevgilere
durmadan dipsiz uçurumlara akıyor duygularım…Yokluğun yıktı bendini berrak suların
kanayarak akıp gitti yürekte çağlayanlar
süründürüyor özlemin..! Üzerime matem karanlığınca çökmüş duygular
En küçük esintide kanlı sular basıyor gözlerimi
Tüm bedenim sümer tufan söylencelerinin
bugüne kalmış kutsuz kanlı fosilcikleri…
Terkedilmiş bir meyhanenin
bin yıllar geçse de hiç değişmeyen
yapayalnız müşterisi gibiyim,
Ellerimde esrik bir derviş gibi
sonu gelmez bir serüvende dönüyor kadehim…
Kavgada yere düşmüş
ve bahtsızlığına küsmüş
umut gibi ağlıyor yüreğim…Kelepçelemiştir aşkın ellerimi arkadan
Ve bağrımda dudak izlerinden bir yafta
öldürüyor özlemin..! Nebula kütlesi gibiydim aşk galaksisinin…
Sen beni nasıl ettin de döndürdün tümden
çiy düşmüş sabahların mahmur güzelliklerine
içten içe yanıp küllenirken yürekte sevdan
ömrümün yaprak döken günlerinde,
Sen bana ne yaptın da kaldım çar-naçar
kahır yüklü dünyamın uzak köşelerinde…
Tutup da tılsımladın deli-divane
göçmen kuş eyleyip saldın ummana,
Çaldın duygularımı umarsız ayrılıklardan
Süründürdün kimsesiz düşlerimi
süründürdün gece-gündüz ardından
bir kanlı Kesikbaş öyküsünce tozlu yollarda…kocaman kor ateşsin yüreğimin merkezinde
dokundukça kül olduğum parça parça zerre zerre
göğündürüyor özlemin..! 9/10/2014YAŞIYORUM
TÜM GÜZELLİKLERİ
SEVGİLİMİN GÜLİSTANINDASoydum sevgilimi
üryan macerasında düşlerimin
bıraktım çırılçıplak güneşin altına
kendim gibi.
Tutunduk el ele
yaşamın yörüngesinde
başladı düşlerimiz
renk cümbüşü bir devinimin
sonsuz burgacında dönmeye,
Yürek yüreğe verdik
gerdik kollarımızı
tüm doğa varlıklarıyla kucaklaşmaya,
Sevda ile sarılıp birbirimize
sökülmez bir alaşım gibi kaynaşmaya,
Gün vurdu çıplaklığımıza yandık
Güneş ananın eteğini
ulu dervişler gibi dolandık,
Baktık ki
biz de bir dünyayız
dönüyoruz aşk ile boşlukta
sarıyor sevdamız sonsuzlukları doya doya…
Soydu sevgilim beni serdi sulara
ve başladı yüreğim sevgilimin gövdesinde
maceracı bir seyyah gibi dolaşmaya….Dilimden destanlar akıyor
sevgilinin gönül bağına....Sen bana yaşamın sonbaharında
en doyumsuz duyguları taddırdın,
Gülün ne tadlıydı, dilin ne tatlı
anlatımı olanaksızdı o tadın…
Senin dilinden akan balın esrikliği
yaşanmamıştır daha insan neslinde süleymanın çoban kıza aşkından beri,
O balki, emdikçe doyurmayandı
ömür boyu bayıltıp ayıktırmayandı..
Senin nefesin yaşam üfler bedene
ve kanatlandırır yüreği sevgi denizlerinde,
Senin öpüşlerin yener ölümü
baharı geri getirir kış girişinde...Yüreğinden derin ve içli
fısıltılar geliyor yüreğime...Canım ya sen
neden
bu denli derin sulara dalarsın,
Neden bir sevdalı kuş gibi çırpınır
mavinin derinliklerinde kanadın
ve garkolup
erotiğin en doyumsuz esrikliğinde
beni benden alıp bana salarsın...Ve sonra başlıyor muhabbeti
yüreği bıçaklı iki minik kuşun...Gönlüm kanatlanıverdi işte
ne yapabilirim ki güz çiçeğim
benim bir suçum yok bunda...
Eğer suçlu aranıyor ve varsa
bu duyguları bana ilham edendedir
yani sendedir…
Benim çılgınlaşmanın iksiri
ve sana kanat çırpmamın nedeni
gözlerindedir…Sanmam diyorsun ama
öyledir canım benim
sen bana yüzünü gösterince
yeni kanatlanan kuşlar gibi
çırpınıyor yaşlı yüreğim.
Şu an tüm varlığımla seninleyim.
Saçlarının kokusu ciğerimde,
Yüreğim çarpıyor heyecandan
sıcaklığını duyuyorum tenimde
ve saplanıp kalmış gözlerim gözlerinde...ve sevdadır evvel zaman aşklarınca
vurur yüreği ölüm uçurumlarınaCanım…
Ahu bakışlım…
Yavru ceylanım…
Ben gerçekten şu anda
kaybettimşim kendi kendimi
bir sevdalı maralın koynunda.
Aşkın şarabıyla sarhoşum doyasıya
sarıp kollarımı dolayıp uzun uzadıya
sevdalı bir uydu gibi
dönüyorum güneşimin etrafında...Ellerin ellerimdedir şimdi
çırpınıyor yüreğim yüreğinde
öyle bir kural tanımazlık duygusuyla
değişip dönüşüyorki varlıklarımız
yürek denilen ol yaratıcının fırtınaları
senden bana, benden sana esmektedir,
Sarılsın kollarımız sonsuz sular gibi
kaynaşsın gönülde gözbebeklerimiz,
Girmesin aramıza hava boşlukları
hep esrik bir iklimde tükensin ömür
çürüyene kadar kemiklerimiz...Aşktır insanı yaratır yeniden
güller açılır buz bahçelerindeİyi gelir yaralara bu şarkı
bu dokunuşlar çiçeklenir tende
acılar yağmaz üstümüze
sel basmaz barınakları…Yüreğimsin
yüreğimin esintisisin sen...
Ve ben
hep o esintiden
alıyorum tüm feyzimi...
O esintidir alıp götüren beni
en karanlık gecelerden
apaydınlık günlere…
Gidiyorum sıcak
iklimlere doğru aşk sarhoşluğunda
sallana sallana
Sızım sızım emip teninden
atıyorum dışarıya engerek akıntılarını
- offf ne de sıcaksın-
yediveren iklim bereketinde kucağın…Biliyorum sen hemen elimin altında gibi,
sen hemen yapıştırmışcasına tenini tenime,
sen hemen ıslanıyorsun
öpücüklerin yağmurundan
sen yanıyorsun ateşinde harlanmış sevdamın! Boynuna yüzümü sürüyorum
dilimi
dudağımı
ve kalbimi sarıyorum göğsüne
canıma yapışıyor canın…
Bırak kendini boşluğa atarcasına
erisin tenin ateşinde
doyumsuz duyguların…Her noktasında bedeninin
kalsın ıslak dudak izlerim,
Sıcaklığın, nefesin
ve ellerin sinsin kopmazcasına tenime.
Acıların çekip gitsin
esrik sevdalar dolsun yüreğine.
Başını göğsüme yasla
koklayım baharın çiçeklerini
ve hapsedeyim dudaklarım arasında dilini...Yeterki ten tene gelsin
haz dolar nar bahçelerineCanım
ceylanım
göğsünde ölürüm...
Ölsem bile sen benim kalbimden
çıkıp gidemeyeceksin hiç bir yere
ve ben senin yüreğinde mezara gömülürüm…Gevşedi gövdem iyiden iyiye
seni hissediyorum biteviye bir tanem bedenimin bütün hücrelerinde
seni yükseltiyorum altından abide gibi
duygularımın en yücesiyle…Şimdi sevda sularında
yol almaktadır ışıklı gemilerim,
Yaşam ve aşk ve sen
olmazsa olmazların en kutsanmışı
yolsuz yolculuklara pusula
susuz çöllere çiseleyen yaşam yağmuru
ve insan olmayı mermer yontuya
emzirip büyütendir sevdan senin...Açlığıma ekmek olmuştur yarım yüzyıldır
mavi yuvarlağın dört yanında
derdime derman en elverişşsiz anda
ve gözlerimde pasifik sularınca serin
ve sıcak yakamozlu akşamler gibi okşayan
gönül hüzünlenmelerimi demem oki
yalçın dağlarımın koynunda yaşayan
ve vurgun gönülleri ölüme taşıyan
efsaneler maralı
beni dünyanın dört bucağına götürendir
beni yalım yalım yakan
beni süründüre süründüre kanatan
beni bugüne getirendir hasretin...Ve daha öyle acım ki yar göğsüne baş koyup
esrik bir ezgi mırıldanmaya uzak ve derin
yaşayamadıklarımı bir kerecik olsun
yaşamak, yaprak dökümünde güzelliklerin...Yaşam bir yolculuktur hep
sevda küskünü bir göçmen kuş için,
Yaşam kırbaçlaya kırbaçlaya geçirir
kanlı kancasını gırtlağına sevda vurgunlarının
ve aheste aheste yokeder yürekte devinimi
bitiverip gidersin birgün kimseden habersiz
unutulmuş bir viranenin köşesinde…
Sıcaktır bütün duygusu yaşam sevincinin
ve sen sıcaksın.Sevdalı bir derviştir yürek
demir atmaya görsün engin sularaGömülmüşüm kuytu kucağına
yağmur ormanlarının.
Ekvator çukuru sanma sakın
şarap doldurup içtiğim yerleri.
Ve alıp başımı gidiyorum aşağılara
bir deli derviş gibi bel kemerinden
bir demlik demir atacak gemim
o sıcak,
o ılıman
al güller vadisinin odağına,
Ve ben özgürlüğümü yitirsem bile
ol limandan hiç ayrılmayacağım bir daha… Oğlak dönencendeyim tanrıçam benim
gemilerimi salıyorum yavaş yavaş
kaydırarak yağlı kızakta
çatlamış kızıl nar bahçesinin kapısından içeri.
Goncalarla sarmaş dolaş oluyorum aniden
ay vadisinde iki al-pembe zambak
hasret bitimi yar gibi çırpınır iki al dudak
bir doyumsuz gezintide dolaşır yüreğim,
Sonra aşk bahçesinde
başlayıp hiç bitmeyen bir sokak
başlayıp bitmeyen sokakta
başlayıp bitmeyen bir yolculuk
Ölürüm sevgilim, sonbahar çiçeğim… Gönül gönüle eserdi meltemler
dökülürdü güzellikler eteklerindenDevam et yolculuğa canım
ben bu heyacanlı serüvene
hiç doyamıyorum diyorsun
ben de sana doymuyorum biliyorsun...
Yaşarıyor
biryerlerin gözleri,
Akıyor birilerinin ağızlarının usareleri,
Dolaşıyorum derin vadideki al gül bahçesini
annemin memesini emer gibi
emmek yaşamı yeniden orada,
İçmek abu hayatı pınarlarından kana kana
ağzımı dayayıp hiç bir zaman doymayarak
ve sıcak tuzlu çay bahçesi
ol gülistanın bin bir yeri
yandı damağım....
Yandı her yanımız
akım kapladı gövdemizi
çırpındık, sarsıldık iki üryan beden olarak
birbirine karıştı nefeslerimiz…
Aşkım, hiç biter mi bu yürek hoplatan öykü
anlatsam ömür boyu yine de zaman yetmez.
Daha yeni başladık biliyorsun
gün biter gece biter o hiç bir vakit bitmez...Şimdi ben sana şöyle bir kucak açıp
kırk yıllık özlemin vuslatı gibi
yeniden sarılıyorum ve diyorum ki,
Sen benim ezeli ve ebedi yaşam pınarımsın,
Sen benim canıma can katan cananımsın,
Ne dert bulur beni kollarım seni sardıkça
ne yaşam tükenir doyumsuz dünyamda...
Ve sen diyorsun ki bana,
Ben bir irem bağıyım, tüm meyvelerim
yaşam filizleridir hep senin için...
Ben bir firdevs bahçesiyim
topla topla kokla güllerimi...Ve işte ben şimdi
sabahın seherinde acılmış
gül goncalarını derer gibi deriyorum
sevgilimin çılgınlıktan tüten göğüslerini.
Ve işte ben şimdi
nar bahçesinde çatlamış kızıl nar gibi
emiyorum sevgilimin yanan leblerini...
Tüm çiçeklerin özleri onun dilinden akıyor
emdikçe susamakta yüreğim,
Bütün güzellikler sevgilimin bağrında açıyor okşadıkça yanıyor ellerim…Canım
sen doyumsuzluklar tanrıçasısın
Ve ben doyamam sana
binlerce yıl yaşasam da
hiç ayrılmasa tenim teninden
ellerinden ellerim
kalsak ömür boyu kucak kucağa…
Ve nefes nefeseyiz işte
can canayız ten tene
yaşam seni sevmekle vardır ancak
seviyorum seni ölesiye………………………………………….Dönüyor dünyamız
milyarlarca yıldır aşk ile,
Ve biz geldik
döndük
ve öldük bir kaç saniyede,
Bir karınca adımı ömrümüz
dünyamızın yörüngesinde…23/10/2014KURTULUNMADIKÇA
YARASALARIN KARANLIĞINDANSeni her düşünüşümde dalgalar basıyor yüreğimi
Seni her özleyişimde ağlıyor bulutlar göklerimde.
Dağlar devriliyor üzerime durmadan
Depremlerle sarsılıyor
yıldırımlarla vuruluyor
üzerinde yürüdüğüm umutlar,
Kainatın tüm ağırlığı sırtıma yükleniyor
bütün acıları yaşamın dökülüyor üzerime...Karanlıklar ortasında kanıyorum yapayalnız
Ne bir ışık gökyüzünde
ne bir yol
ne bir iz
alıp götüren insanı güzelliklere,
ve sabaha giden yollarda kara örümcek ağları.
Tek umutla mıhlanıyorum beynimden
tek ışıkla koşuyorum sana yüreğimden
ve kaldırıp başını karanlığın saltanatına
tepeleyip geçiyor karanlığın tuzaklarını
sevgilimin sıkılmış militan yumrukları...Hiç bir nesne kalmıyor yeryüzünde
Engin ve sonsuz bir dünya
ve bu sonsuzluklar kadar
mutluluklarla bezenmiş sevdalar...Nereye baksam sen
hayalde sen, düşte sen,
yerde gökte, dağda denizde
ekmekte aşta sen,Sızlamakta gövdemde
derin belirsizlikler içinde bir yer
acıda, sevinçte sen
Yavaş yavaş açılıyor karanlıklarda yıldız çiçekleri
tomurcukklanan gülde, koklayışta öpüşte sen...İçimde kabaran sevinç dalgaları
Sırtımda kanayan esaret kılıcının yaraları
Ve gözlerimden çağlayan sevda pınarları
deva bulmazlar asla
Ve benin bu kıskanç yüreğimde
senden başka bir nesneye yer kalmaz sevgilim
devrim tufanlarıyla yıkılıp atılmadan
ve biz bize kavuşup kaynaşmadıkça
yirmi birinci yüzyılda bile kurtuluş yok
ayaklarımıza dolanan yarasaların
illetli kültür ve ahlakından... İrinli salyalarıyla çürütmüşler sevdayı
İğrenç görünümleriyle bozuyorlar güzellikleri
Karanlıklarıyla boğmaktalar gözlerimizin aydınlığını
Kükreyen kavga sellerinde meşaleşiyor yürek
Çığlıkların ve öfke selindir atılan öne
ardında saf tutuyor oğullar-kızlar...
Dilimdeki seste sen, ciğerindeki nefeste sen
Yarına giden yolda, aydınlığa akan selde
kavgada, döğüşte sen...
....ve gözlerimde aşkınla tutuşup yanıyor yıldızlar! 21/7/2013SEVDA SALVOLARIYLA
GELMEKTEYİM KAPINAUyan da bak
pencerenden dışarı
sana seranaddayım
gece yarısından sabah alacasına...
Şarkılarıma kuşlar devam edecek
sen o tatlı uykularından uyanınca
bense karanlıkta eriyip yiten
bir göktaşı gibi kaybolacağım
gecenin koynunda…Uyan da bak sokaklara
sabahın tüm kaldırımlarında
ayak izlerimi bulacaksın
ve her beton duvarda
gözlerimin ıslaklığını…
Ben bir sevda apostoluyum
geliyorun kapına her gece
ve el ayak çekilince ortalıktan
ve sen dalanda derin uykulara
kıskançlık taşkınlıklarıyla
yolluyorum sevda salvolarını…....................................................
..................................................................Bu düş yarım kaldı
Sabaha ermeden gece
vurup dağıttı bir deli poyraz
sevdalı bulutları üstümüzden.
Aniden bastırdı kış
yağmur yerine tipi yağdı,
Gökte kıyamet tufanları
yerde yılışıklığı dalkavukluğun
utanmazlık saltanatlarına karşı
karardı yıldızların ışıltıları...Uyandım sarsılarak
Sol göğsümün altı küt küt atarak,
Yollardan çirkef yükseliyordu
Gökte külrengi bulutlar
minarelerde ağulu gürültü anaforları
ve şekilsiz insancıklar
cadde boylarında
minnacık bencillikler uğruna
yamuk yamuk yürüyordu… Kasım 2014
MelbourneÇIKIŞSIZ BULANIKLIK
BÜTÜN UFUKLARIMIZVe kış bastırır yüreğini
yanan yaz ortasında
külrengi bir donukluk çöker gözlerine
sevdalı sular yitirir içinde berraklığını
nehirler buz tutar
kurur otlar, çiçekler
çıkışsız bir bulanıklıktır dört ufkun
beyinde fırtına gibi uğuldar uzak sesler...İnsanın kendi kendine
zulmü gibi çürütür yaşamı
çözümsüzlük içinde kıvranışlar
Bir dal kalmamıştuır tutunmaya
bir düş bitimi anıdır ve yol ayrımıdır
yaşamsızlık dünyalarının girişinde,
Ne güneş doğar,
ne sabah ağarır
bir zerre iz olarak kalırsın
fosil atıklarından geriye…Ve belki de
yarin tatlı hayali
geri döndürür seni
süründürmeye sevda çilesiyle
inleyerek bitirmen için günlerini
ölüm yüklü yolların kavşağından,
Yalpıyıp gider gözlerinden sürekli
kelebek dokunuşları
pembe gül kurusu bir dudağın
ve yürekte ipiltisi
kavuşulmuşluk düşlerinin
bitip tükenmeyen özlemlerden
yanında kalan..HAZANDA AŞKIN UYANIŞI.... O dedi ki bana
“bak gökte yıldızlar ağlaşıyorlar
yerde otlar, karıncalar
Hiç bir nesne bulunmuyor
senin o tedirgin kollarının arasında.
Yaşamsız yurtlar gibi anlasmsız duruyor
ve bomboş kuruyor benim bedenim
sevda deryamızın ortasında...”Biliyor musun
kara gecelerimin balkıyan yıldızı
sevda alemindeki sonsuzluğum,
Ben seni düşününce
gövdemi kuş gibi hafif
hava gibi ince
ve delikanlı zamanlarımdakinden
çok daha yıkılmaz ve zinde buluyorum...
Çünkü senin sevdan
yağlı bir urgan değil boynumu sıkan
senin sevdan yüreğimdeki coşkun çağlayan,
Çünkü seni sevmek
bir tanrıçaya ibadet etmekten
daha kutsal bir eylem,
Çünkü seni sevmek,
nefesini ciğerlerimle
sıcaklığını tenimle
ve yüreğini yüreğimle
eşleştirmek
demek
birtanem...Ne denli anlatsam seni
ne denli güzellesem sevgini
ne denli parça parça parçalayıp
kaynaştırsam uzuvlarını uzuvlarıma
ne denli eritsem ruhunu ruhumda
bir tamam söndüremem yürekte
volkan volkan kaynayan ateşimi...
Birtanem,
anlatmaya bir türlü söz yetiremem
gönlümün otağında fütursuzca
çırılçıplak oturan mutluluğu,
Ne denli çırpınsam da dile getiremem
gülümün güzellikleri
sevda sarayımızda nasıl dokuduğunu...Sen benim yarım yüzyıl ötesinden
yüreğimde kanayıp kalan
bir deva bulmaz yarasın
ve bana doğa ananın
kutsal emanet gibi sunduğu hatırasın...
Ondandır ki ulvi bir tutkudur
benim sana olan tutkum,
Ondandır ki yürek vuruşumdur
hiç bir kurala gelmeyen
asla değer biçilemeyen
ve beni böyle
dünyanın eteklerinde
divane dervişler gibi süründüren aşkın...Allı gülüm
sana tüm varlığımla
ve tüm duyarlılığımla
en değerli şeylerim üzerine
yürekten gelen bir yeminle
söz ederim ki
hiç bir dişi varlık geçemez
senin sevgilinin yakın semtinden,
Hiç bir dişi kanatlı uçamaz
senin sevgilinin göklerinden...
Ben senin aşkınla
köle olmuş bir gönüllü dervişim,
Ben sevdalı ve serkeş bir yürekle
seni sevmenin ayrıcalığına ermişim...Ben senin tek erkeğin tek eşinsem
sen de benim aynen öyle al dudaklım,
Asıl sensin mutluluğun kaynağı
efsanevi aşkımızın efsanevi otağı
yaşam seninle var ancak
ben seninle varım...Gönülde sevda sevda dalgalanmanın,
yaşamanın, var olmanın
ve ölümden yaşama doğarcasına
yeniden doğmanın asıl kaynağı sensin.
Sen benim huzur bağımın tomurcukları
Sen benim kırlarımın yemyeşil baharı
Sen benim sevdamın renkli çiçeklerisin...Ahum...
ceylanım...
ve daha sayamayacağım
bin bir türlü güzelliklerin
ve çılgın dişiliklerin
güneşi altında yanan balım...
Bir yavru kelebek çizerim göğün alnına
karlı dağların doruğuna senin adını
tüm renklerini emiştire emiştire doğanın
kelebek gökkuşağına boyar mavilikleri
senin adınla duyulur aşkın iniltileri
bir sonsuz güzellikte
bir bitmeyen serüvende
gürleşip büyür yaprağım dalım...Mavi atmosferde bir sevda alkımı
senin o tılsımlı gül endamın
bütün renkler senin sembolllerin
ısı ve ışık ve beynin o görkemli işlevi
senin yürek titreşimlerinden erişir bana,
Anamın adı gibi biliyorum ki ela gözlü nergisim
senin renklerin vurulacak gelecek yaşama
senin adın konacak tüm güzel kızlara,
ceren, xazal, ceylan, maral, ahu
hüzünlü bir moğol dervişi gibi
acısız düşecek toprağa
gözlerinde dünyayı dolaşan bugu...Gözlerim yaşarıyor durmadan
bir ince esrik mutluluktan,
Oysa ben mutluluktan ağladığımı
bir nebze yaslanıp güneşe
bir yudum nefes kadar okşandığımı
hiç ama hiç anımsamıyorum.
Senin hünerin
bütün bu gözyaşlı mutluluklar
Sineme saplı hançerlerin
kışın ayazında nergislenmesi,
Senin eserin
susuz kalan düşlerimin
ak göğsün üstünde yeşermesi...Benim ilk ve son sevgilim
ve ömrümdeki biricik gerçek eşim,
Öyle bir oluşum ki
senin kalbinin kadın kadın yanışı,
Öyle bir anlatımsız güzellik ki
aşkın hazanda başkaldırıp uyanışı,
Anlatamam tanrıçam
anlatamam birtanem
anlatamam güneşim...Resmini kalbimin üstünde taşıyorum hep
sana baktıkça gözlerime güzellikler nakşoluyor,
Mutluluk dalgaları vuruyor yüreğime
karanlığıma sıcak ve ak
ışık tomurcuklaları düşüyor
gülistana dönüşüyor yanım yörem
ve kenetleniyor birbirine ellerimiz...
Yollar kaybediyor uzunluğunu
karanlıklar yitiriyor koyuluğunu
bir kızıl gül açımı sevdalı durakta
yapışıyor ten tene,
kaynaşıyor iç içe bedenlerimiz....Ben bir deli dalgasıyım engin denizlerin
döğünür düşerim ezelden ebede eteklerinde
sevdamın destanını söylerim iniltilerle derin derin
öpüp ayaklarını, kanayıp köpürerek...
Ve ondandır ki
çiçeklenip meyveye durur
gönlümüzdeki güzellikler sevişerek...Ben dedim ki ona
“sığar mı iki komünistin aşkı deryalara
gök sema bile yetersizdir bize
biliyorsun ki biz
geleceğe giden yolların yolcularını yaratacağız
sözle tarif edilemeyecek olan sevgimizle...” 31/12/2014BİR YILBAŞI GECESİBen yapayalnızdım kendi duygularımla
O yapayalnızdı kalabalıkların arasında
Yapayalnızdık ikimiz de,
Dışımızda bize yabancı bir dünya vardı
İçimizde bizim olan bir dünya
yetip de artıyorduk kendi kendimize...Ne de olsa hayalle gerçek
birbiriyle hem sevişerek
hem döğüşerek yürüyorlar günümüzde
“aramızda yüz yıllık yol.....”
Kim bilir bu sözü eden şair
söyler miydi böylesi bir çarnaçar sözü
yaşamış olsaydı böylesi bir günü,
Ama biz çarnaçardık işte
tıpkı şair baba gibi bu gün bile
Bir yanımız belki bin yıllık uzaklıktı
bir yanımız göz göze,
dudak dudağa, dil dile, el ele sanallık,
Biliyoruz çok eski sevdalarda bulunur ancak
günümüz aşıkları için seyran- ı samanlık... Ben bu geceleri hiç yaşadığımı
anımsamıyorum böyle duygulu
böyle mutlu,
Onun elleri işteydi daha
dem soframızı kurmaya başladığımızda
Onun elleri öpülesi anaların elleri
Onun yüreği bendeydi benimkisi yolda
Yüreklerimiz kamberdi, keremdi, ferhattı
arzuydu, şirindi, aslıydı...
Ve serde sevda serüvenlerimiz
düşer dillere dillere,
Onunla biz bu denli
hiç mutlu olmamıştık belki de
bugüne kadar böyle gecelerde...Onun bir eli işteydi bir eli bende
Ben tüm iklimlerin
en görkemli çiçeklerini
derleyip serdim onun önüne,
En derin içtenlikler işlendi günün tarihine
en içli duygular yaşandı yürek yüreğe,
Selam bile vermedi bize
diş bileyerek dışımızdaki kurulu dünya
en kutsal etik ve törelerini çiğnedik diye,
Biz ise hiç dönüp bakmadık
asla kulak asmadık
etrafta gırla giden şamata ve gürültüye...Biz hiç böyle geceler yaşamamıştık
can cana, ten tene uzakları yakın ederek,
Kan damlardı kadehlerden yüreklere
dudaklarımızda öpüşlü sevda ezgileri
içimizde yeniden doğan bir harikalar diyarı
içimizde fırtınalı aşkların
hiç durulmayan çalkantıları...
Biz hiç yaşamamıştık belli ki
gözlerimizi açamadığımız için kendi içimize
bugüne kadar böylesi mutlulukları... 1/1/2015SERİ SEVDAYA
VERME DUYGUSU Bekledim
Düş bitti yarılandı gece
Karardı aynada yaşamın
tüm güzelliklerinin sureti,
İçimde kanayan bir yaranın
durmadan deşilişi gibi bir sancı
Ve umut çırpınıyor yerde
kanadından vurulmuş
bir yavru güvercin gibi...Bekliyorum
Yüreğimi döşemişim
gelip geçeceğin tüm sakaklara
tüm caddelere, tüm alanlara,
Yapılara kahrım ve kanımla
yazıyorum adını
Düşlerimi hoyrat duygulara
gözlerimi yıldızlara bıraktım
bini birden doluyorlar içeri
yırtarak uykunun kara suratını
yıkarak karanlığın saltanatını
yalnızca senin
gül kalbinin penceresinden...Ben, ben değilim artık
Ümüğüm darda kaldı
Sürünür ayaklarım
yalnızlık kokan kaldırımlarda,
Gözlerimi yıldızlara yolladım
Yüreğimdir hergün senin
ayakların altında çiğnenen...Bekleyeceğim
Baş konulmuş bir aşkın
sımsıcak sarmalayışı beyinde
jet hızıyla üretiyor kendini
ve şaraptır demlenmekte yürekte
sevdaya adanmışlığın içli duygusu,
Yaratıyor yeniden
yaratıyor beni senden
en karanlık anında bile
en çözümsüz umarsızlıkların
sevdaya adama duygusu serini... 7/1/2015PENCERE ÖNÜ EZGİLERİ1Şafak atıp da
ışıyanda pencerenin ardı
sarıl aydınlığa çırılçıplak
sıyırarak kollarını karanlıklardan,
Benim, ağarıp gelen ufuktan
Benim, kopup dağılan yıldızlardan
Ellerimde yediveren gül esintileri
Buz tutmuş ışınlarla dolacağım
seher mahmurluğundaki gözlerine
Sen soyunurken derin uykulardan... 9/1/20152Pervasızca kaldır
donmuş duygularını ayağa,
Her günün batımında
ve şafağında her sabahın
ben hep soluğunda olacağım,
Üşür sensiz gecelerin ayazında
buğulu bakışlarım,
Tenim hasret çeker
onca uzun zamandır
ürpertili okşanışlara,
Gözlerine sarınıp ısınacağım...9/1/2015SEZGİÇok zor bir karar verme durağında
kendi yüreğinle savaştasın günlerdir,
İçimin ezilerek kanayışından
ve yüreğimin acıyla sızlayışından
seziyorum ben bunu...
Tüm varlığımın yalnızlaşmasından
anlıyorum, metanet zırhıyla günlerce
koruyarak kendini işkencede
kutsal bir sır saklar gibi susuşunu...Ondandır
Hayalde ve düşte
böğrüme gelip saplanan kurşun…
Ve ondandır benim
yürek çalkantılarımın
bir türlü durulamayışı...
Hüzün yağmurlarının yağması
tüm zamanlarıma aralıksız
kara bulutların kaplaması gözlerimi
ondandır benim gönül dünyamın
güneşini yitirmiş gibi buzlanşı… 16/01/2015HIRÇIN DUYGULAR SARIYOR YÜREĞİMİ
VE HÜZNÜM ÖFKEYE VARIYOR HABİREYine bir çalkantılı duygu çöktü üstüme
yine bir garip esinti
sardı sinemi
inceden inceye ve giderek,
keskinlşerek bin yıllık bir dert gibi
delirtti hüzün yüklü yüreğimi....Acılı anılar sıralandı gözlerimin perdesinde
ayrılıklı günler, haftalar, yıllar sıralandı
kanaya kanaya geçiyordu
dönüşsüz duraklar gibi son sürat
yaşamın konaklama noktaları habire...
En kutsal amaçlar,
en görkemli sevgiler
ve en içli duygular
geçip gitmiş ölü emek didinişleri olarak
ve ağıtlara sarınarak döküldüler önüme...Güneşin kararması gibi
yavaş yavaş sönmesi gözlerde ışığın
tüm çabaları boşa çıkartarak inadına
ve alıp gitmesi başını güzel duyguların
beyhude geçen günlerden
bilinmeyen bir zaman ayrımına...
Bir öfke tufanıdır basıp yıkıyor bendimi
sele verip gözlerimi, dünyamı harap eyleyip
ve hiç usa gelmedik binlerce engelle
boğa boğa kesiyor nefesimi...
Ve ayaklanıyor
çırılçıplak bir kavga atı gibi öfkem
başlayarak geçmişine geleceğine
ve sıralayarak en tumturaklı küfürleri
kim kayrılmışsa
yüreğimin çırpınışına karşı nankörce
kim saklanıp savunulmuşsa kölece
ve kime bırakılmışsa
yürekte yanan ateşin yalımları
ve kim konmuşsa önüne kanayan ağıtların,
Sahte sevgi masallarıyla kutsanarak
ataerkil köleliğin efendilik saltanatları....Yüreğim isyan ocağı
yüreğimde dile gelmez ağır acıların
bağış bilmez haykırışları sana
ve layık olmayan yere koyduğun
kör inançlar kıskacındaki iğdiş duygularına...
Acı ve öfke vuruşuyor şimdi
bir ölüm kalım meydanında
acı ve öfke kıyasıya yürek bağımda
kafamda
ruhumda...Acı ve öfke
sevdanın kutsallığını
yasal köleliğe kurban eden fikre,
Acı ve öfke
gönlün güzelliklerine
burun kıvıran zavallı ve küstah kibre...Yürekte yaralarım bugüne kadar
hiç bu denli delirmemişti,
Hiç bu denli kudurmamıştı hırçın duygular
bünyemin her hücresinde
yaralı ve kızgın canavarlar gibi.Sen kötürümleştirilmiş bir yürek taşıyorsun
solmuş zambaklarının altında
ve tecavüze uğramış bir beyin çiziyor rotasını
günlük yaşantılarının...
Ne denli sövsem senin bu kutsallıklarına
ne denli dişlerim arasından kanlı irin gibi
salsam sözcükleri gölgesinde karardığın
senetli tabunun karanlık suratına
olmayıp yeterli gelmez
seni güzelliklere geri döndürmeye..
Olmayıp yeterli gelmez köleliğini öldürmeye
ve benim öfkemi bir anlık dindirmeye...
Bu öfke durağından
tez an içinde gitmezsem eğer
parçalar güzellikleri senin
aydınlık diye ezberlediğin
hortlak ananelerin...
Ve bir daha dönmez gönül meltemli duygulara
nar çiçekleri açımında kızgın güneşin kamçısıyla..
Kurur gözlerde gönül pınarlarımız
kaybolur sevdalı dallarda kuşların şarkıları
yok olur okşanışın esrik tadı boyluboyunca...
Ne olur yüreğim yardım et bana..! 2/2/2015UYKUSUZ GECENİN SESİYok be gönlümün gülü
dün gece olmayıp bir türlü
uyuyamadım sıkıntıdan,
Sen git dedin ya
ipe gider gibi gittim yatağa
seni kıramadığımdan.
Hiç ayrılasım yoktu aslında
kalbinin kapısında
kanlı zincire vurulduğum
güzeller güzelinin karşısından. Uzandım sırt üstü karanlığa
dikip gözlerimi evin damından
olmayıp göremediğim yapayalnız yıldızlara
kendi yalnızlığımı düşündüm uzun uzadıya...
Yıldızlar gibi kimsiz kimsesiz
duyumsadım yüreğimi
kulak verdim karanlığın dipsizliğine
in cin top oynuyordu dışarıda,
Pencere perdesinin yarığında
sokak lambalarının ölgün ışıltıları
ve kafamda
ve kalbimde
ve gözlerimin önünde
bomboş bir dünya... Tıpkı ömrüm gibi düzensiz çalkantılı
ömrüm gibi taşkın ve nahoş,
Tıpkı duygularım gibi içli ve acı
tıpkı düşlerim kadar kırık dökük
tıpkı umutlarımca umutsuz ve boş...Kayboldu tavanda gözlerim
Düşlerim yitidi tılsımını
bilinmezlikler karmaşasında
toslaya toslaya tutuculuklara...
Uzak ve ulaşılmaz bir sevda tınısı gibi
çınladı yüreğim dipten gelen bir acıyla kanayarak,
Düşlerimde ne varsa
doyum ve doyumsuzluklardan yana
yüreğinden toplayıp biriktirdiğim bugüne kadar
süpürüp götürdü gözlerimin pınarları çağlayarak...Seni düşündüm
Eteklerinde
bahar kelebeklerince
çırpınan sevdalı duygularımı
ölüm döşeğinde can çekişen umutlarımı
ve şu doyumsuz dünyaya doymadan
geldiğim gibi gitmenin acılarını,
Bizi düşündüm
kızgınlıkları
kırgınlıkları
hastalıklı kuşkuları
hiç bir anlamı olmayan tutarsızlıkları
hiç bir güzellik içermeyen ve üstümüzde
kara bulutlar gibi dolanan ayrılıkları...Uyuyamadım gül perim
Gece güne evrildi gün geceye yeniden
ama ben hep o bıraktığın yerdeyim...
Yanıyor gözlerim
alev almış çıra gibi kökünden
yanıyor yüreğim ateş düşmüş
yoksul harmanlarından daha beter,
Yanıyor ayaklarım, yanıyor ellerim...Kuşlar
sabah şarkılarını unutmuşlar
kırgınlık iklimlerimizde ben yeni anladım
sabahları neden sevdayla doğmadığını güneşin,
Şafağı selamlamıyor artık seher yeli ağustosta
ve gün cehennem gibi biniyor sırtına yeşilin...Uyuyamadım kırk yıldır yüreğimde
baharı beklercesine açılmadan kalan çiçeğim
Ayaklarım kırk yıllık sızlanışlarını taşımakta
dağ bayır sürünmemin aşkının ardısıra,
Kollarım yorgun balyozcu kollarınca
döküldü aniden iki yanıma,
Beynimde düşüncesizlik düşüncesiyle
çalkanmaktadır bir anarşi dünyası...
Kaç gecedir uyku yok gözlerimde
Ve çıkıp geldi işte yine
çıkıp geldi yavaş yavaş
pasifik okyanusunun üstünden gün ışınları... 13/2/2015ÇIRPINIR YÜREĞİM YOKLUĞUNDA YERDEHazan yapraklarınca savrulurken duygularım
ve yol kenarlarında donup kalırken
eskimiş sular gibi
kavuşulma arsuzuyla sevgiliye
ömür boyu çekilmiş özlem acılarıyla,
Kırdığında bir acı esinti yüreğimin yaşlı dallarını
kesilip de nefesim
sudan çıkmış balıklardan beter
çırpınırken ölüm kalım kavgasında yüreğim
bitiversen yanıbaşımda gözlerinde ateş çıngıları
müzmin yalnızlığıma inat bir dişi aslan gibi
ve ben seve seve gönüllü derviş yiğitliğince
paramparça olup yitsem kucağında...Ben sana bir şey deyim de düşün azıcık.
Genelde insanlar, özellikle de erkekler
birleşemedikleri sevgilinin
yani sahip olamadıkları servetin
adını asla iyilikle anmazlar,
kara çalmak, olumsuzlamak
ve hatta içlerinden nefret kusarlar... Oysa sen benim yüreğimde
bir ömrün dörtte üçünde
bir tomurcuk gül olarak var oldun hep...
Bir düşün kızgın mayıs peteğim
Gözünü yeşil dağlara, gönlünü maviliklere çevir,
Şimdi ben seninle birlikte
düldülün eteğindeki altlık denilen yerde,
bahar çiçekleri arasından
yeniden sevdaya doğuş şarkıları gibi
kar sularının şırıltılı akışını izleseydim,
Tepemizdeki dağ kadar yücelirdi sevda serde
yücelirdi gülüşlerin, yücelirdi düşlerim...Aşkımın cevheri canımın yongası
Ben seni hiç kimsenin düşünemeyeceği kadar çok
hiç bir yüreğin götüremeyeceği kadar yoğun
hiç bir gözün göremeyeceğince derin
ve hiç bir ufkun
sınırlayamayacağı kadar sınırsız seviyorum...
ve korkunç bir şekilde özlüyorum....
Şu an çukuovanın bahar güneşinin altında
portakal çiçeklerinin arasında seninle olmak
salarak doğanın bağrına çırılçıplak ruhumu,
Ve dolanmak
sevdalı yılanlar gibi boyun boyuna
Ah ulan ah
ulaşılamayan bir kayıp cennet özlemi bu... 29/3/2015DÖN GEL ARTIKSen gittin...
Yavaş yavaş süzüldü
gözlerime kurşundan ağırlık
ılık ılık bir uyku sardı gövdemi
düştü başım masaya yumuşacık...Sen gittin...
Yokluğun bir kara gece içimde
beynim uykulu yüreğim uyanık... Renkli dallardan oluşan bir ağaç altında
rüyama giriverdin sevgilim
ve sana sarılacakken ben
şanssızlığımın kalleş cilvesinden
uyanıverdim hemen
yüreğim cızzz diye yandı,
dön gel artık... 26/3/2015MEMELERİN
KOKSUN NEFESİMHer uyandığımda gece yarısı
zehir gibi acı buluyorum damağımı
ve ağzımın içi ilaç deryası güzelim,
Ne bir başka tad, ne başka koku
ilaç deryasında yüzüyor dilim...
Oysaki ben hep isterdim
her gece senin
memelerin
koksun nefesim... 30/3/2015
MelbourneGÜNEŞ GÖZLÜ AMANOS CEYLANI
VE KÜL RENGİ UMUTLARA DAİRDonup kalmıştı beynim heykellere inat
belki saatlerce adının karşısında
Neden sonra ayıktım
bir külrengi boşluktu dünya,
Ve felcolmuş beden gibi hareketsizdi
düşüncelerim kafamda,
Çok uzak bir anı izlenimi veriyordu
belleğime gün ışınları...
Bir güneş gözlü kız vardı bir zamanlar
Amanos ceylanı...O belki bir romantik serüven anladı
benim böylesi bir ölümcül vedamı
belki bir kaçış ışıktan, sudan
aştan, ekmekten, uykudan
ve yaşamı yaşama benzeten
gizem yüklü yüreksel duygudan.
Sonra gölgeler bastı
beklenilmeyen bir afet gibi
mutluluğun yeşeremediği
kan ve barut
çiçek ve ekmek
sevda ve ağıt tüten toprakları... Ölüm karanlığı gibi sağına sağına
gelip dikildi önüme yolların sonu,
Ağaçlar, taşlar, hayvanlar, insanlar
ne varsa yani yaşamaya dair
toprak ananın göğüslerinde büyüyen
birer kemik heykel oldular gözlerime,
Külrengi bir boşluktu geride kalan
ve gece zifiri bir cehennem kazanı...
Viraneleri gülistan eden
güneş gözlü bir kız vardı eskiden
Amanos ceylanı...Çoktan batmış gün
gökte ilk yıldızların ışıltıları
ve sıradağlar gibi dikilişi kara bulutların
Antarktika üstünde ufkun,
Islaklığı ikindi yağmurunun
benim tenimde
ve bir de iliklerimde
kalmış yalnızca,
Bomboş sokaklarda
alaca karanlıkta
esrik ve bitkin
bir derviş gibi sallanıyor gövdem,
Güneyden esiyor yel
ve zehir akıtan bir hançer gibi
delip geçiyor bedenimden,
Hiç aldırış etmiyorum gözlerime hiç kurumuyorlar zaten onlar
etkilemiyor hiç gözlerimin selini
ne kuraklığı gönül bağının
ne gecelerin buz kesen ayazı
ve ne de Antarktikanın keskin yeli.Yol boyu meşe ve akasya ağaçları
ve savruluşları sarı sarı yaprakların
yol boylarına acıta acıta yüreğimi
ve bitişi sevdayla direncin günden güne.
Sözün sonuna konmuş bir noktayım ben
savruluyor ömrüm yelin önünde...Dört yanım fısıltısız boşluk
Gece külrengi ve kuru umutlarımca
Zehir gibi keskin esiyor yel
Yıldızlar beyhude el sallıyorlar sevdiklerine,
Antarktika buzulları içinde kanıyor yüreğim
Bulutlar
yükseliyorlar
sıra dağlar gibi ufkun üstünde,
Bu kara bulutları her gördüğümde
akşam alacasında işten dönerken
ve sabahın köründe giderken işe
hep Toros dağlarına benzetirim
ve gelip dikilir ufkuma Gavur dağları...
O dağların yeşil eteklerinde
güneş gözlü bir kız yaşardı bir zamanlar
Amanos ceylanı...Tıkanıp kaldı gırtlakta son nefes
Çok eski bir anı gibi gel git içinde
gözde ve gönülde ışıması günün,
Ölüm karanlığınca kapladı atmosferi
verilen sözü yadedemeyişin çaresizliği,
Sel bastı tümden sevdaya yürüyen yolları...
O yolların son durağında
güneş yüzlü bir kadın vardı daha dün
Amanos kartalı...Asla
elveda
edemeyeceğim sana
yanıp kül olmadan beden
ve tükenmeden yürekte sevda,
Sen benim sinemde
kızıl kanlı bir yara gibi açıp
bir daha kapanmadın,
Sen benim yüreğimde
bir kırmızı karanfil gibi tomurup
hiç açılmadan kaldın,
Eğer yollarımız kavuşmazsa bir daha
hep gül içinde kal güneş gözlü kadın.... 21/4/2015SABAH ESRİKLİĞİNDE
SEVDALI DÜŞ YANILSAMALARIBir sabah uyandım
kara kabus gibi kaldığım uykudan,
Yorgun geceler daha gözlerimde
işgal orduları gibi konaklıyor olsalar da
bir ılık meltem iklimindeydi duygularım...Bir sabah uyandım
Sen henüz yeni dalmış olmalıydın
gül tenini teslim alan asalağın karasına,
Belki ihanetli gölgeler basardı gözlerini
ve belki de kim bilir
düş alemlerinin birinde
yangınlı sulara yol almaktaydın
salarak kavganı aydınlıkla karanlık arasına... Bir sabah uyandım
Güneş vurmuştu pencereme,
Bahar gelmişti sanki kimseden habersiz
özgürlük muştusu verircesine
ve daha kış saldırmadan çekip kılıcını
çakal gangsterler gibi
ruhumun derinliklerine....Bir sabah uyandım
Ezik
ve esrik
bir esenlik
sarmıştı tüm bedenimi,
Yumdum gözlerimi geri
yarı uykulu yarı uyanık hülyalara daldım
Bütün duyularımı gül tenin kaplamıştı
görmüyordu yastığı gözlerim
seni kollarımda sandım... 6 MAYIS '15
MELBOURNEKIYAMADIM UYANDIRMAYAİnsanlık tarihinin belki
belki de yer kürenin bu güne dek
en kaba tsunamisiydi hissettiklerim,
12 derece duygu depremiyle
sarsıldı her yerim,
Gözlerime doluştu tüm okyanuslar
atmosferi aşan dalgalara garkoldu yüreğim...
Büyük patlama gibi dağıldı feryadım
galaksiler arası karanlık boşluklara,
Kıyamet dalgaları dövdü bağrımı
Açıp telefonu ağlamak istedim karşında
doya doya ve sarsılarak,
Sen uykudaydın
kıyamadım uyandırmaya..! 8/5/2015
MelbourneGÖNLÜNÜN GÜLZARINA
KURBAN OLDUĞUMGünaydın karlı dağlarımın ılık baharı
Bitek ovalarımın al dudaklı narı
Yaşamın bengisuyudur seni düşlemek
Günaydın yanan bağrımın serin rüzgarıGünaydın ateşiyle tutuşup yandığım
aşkının okuyla kana boyandığım
Tek ilaç yüreğindir yürek yarama
Gönlünün gülzarına kurban olduğum 4/2/2014YAŞAMIN KAPISINDA.....................
Seher gülleri
ve şakıyışları kuşların,
Yeniden kucaklaşır
yaşamın kapısında umutlar,
Yürekte sızlayan batışlardır
onsekizlik kızlar güzelliğinde
ışıması ortalığın gözlerinde
çekip giderken karanlıklar... 13/5/2015
MelbourneSAAT GECENİN DÖRDÜ Hiç anımsamak istemiyorum şimdi seni
doğal ve somut olarak
içinde bulunduğun durumunda,
Çünkü saat sabahın dördü çukurovada!
Yalnızca seni düşlerime yüklemekteyim
ve bir silinmez güzellikte resmetmekteyim
hayal tablolarıma... Geride kalan bir eylül sıcağında
aniden bastıran ikindi yağmuruyla
şehrin gürültülü sokaklarında ıslanarak,
Ve gelecek eylül gecelerinde belki
yapışık ve tek
ve ateş almış bir yürek olarak... Uyku bilmez esrik sabahlara erişmek üzere
gidiş gelişler nefes nefese
cennet bahçelerine
daha sökmeden şafak,
ve nar çiçeği mevsiminde
yılanlar gibi sevişmek birbirine sarılarak... Şimdi benim yüreğim kanıyor
uzak bir köşesinde yorgun dünyanın
yapayalnız ve soğuk boşluklarda...
Hiç anımsamak istemiyorum şimdi seni
doğal ve somut ve çırılçıplak
Çünkü saat gecenin dördü çukurovada! 19/5/2015
MelbourneGÖK YERE KAPANIR
KANLI BİR AĞIT ÇÖKER YÜREĞEBir ayrılık ağıtıydı
sabahımızı karartarak teslim alan,
Gök yere kapanmıştı
çekip gitmişti parlaklığı renklerin
ıslak ve külrengi bir zemindi
geçen gecelerden geriye kalan...Çıktım çırılçıplak
ani ve acil bir gidiş ortamında
Yanımda gökkuşağı yüzlü bir filiz
gülüşleri yaz bahçeleridir lokman yurdunun
gözleri birer meltemli deniz
ve yollarda otomobil ışıkları
bir garip dünyadan gelip geçercesine
karlı gece yolculuklarında
kürdistan dağlarının,
Kar yağar bardan bardan
Kar yağar tozutarak
kar yağar çam ormanlarına
pamuk helvasınca lapa lapa
ve haber gelmezdi yardan
kapanırdı geçitleri hasret yollarının..Gök kapanmış yere
Etrafta doğal bir matem havası
Ağlıyor bulutlar bir acı ayrılık gibi
sessiz sedasız toprağın sinesine.
Kocaman bir fanus içinde çarşı pazar.
Kokusuz çiçekler çiçekci dükkanında
bekleşmekte özlemiyle sevgiliye yollanışın,
Aklıma bir sisli bahar günü geliyor
Amsterdam sokaklarında
ve bir florist kirli su kanallarının başında
rengarenk lalelerdir en çok göze çarpan
Yüreğimin bir yanı Amsterdamda kalıyor
göçüyor bir yanı karlı bir kış gecesinde Atinaya
Çok nedenli bir kederle doluyor duygularım
geçiyor gözlerimin önünden anılar birer birer
Antifita denirdi adına rumca,
çiçekler ve yeşillikler.. Ne çok can atardı gönül
alıp götürmeye birilerine bir demet nergis
baharı taşıyarak karlı gecelerin eşiğine,
Ne çok arzulanırdı bir bahar dalı gibi girmek
gecenin ortasında bir sevgilinin yüreğine....Melbourne'da bir çiçekçi dükkanında gözlerim
biten mutluluklar gibi karanlık hava
ve çiçekler ağlarcasına bakıyorlar bana..
Yüreğimin bir yani amsterdamda kanıyor,
bir yanı atinada
ve tükeniyor gönül maceram
şol kanguru yurdunda
umutsuz bir ayrılığın sabahında...Ve ondandır ki
bilinemez bir türlü
nereye çıkartacağı serüvenimizi yolların
Ve ne zaman kanaya kanaya
son diyeceğimiz geleceğe...
Tüm ayrılıkların finalidir bu
gönlümüz istese de, istemese de
Gök yere kapanır
Kanlı bir ağıt çöker yüreğe... 13/7/2015
MelbourneYARIM ASIRDIR KANAR BU YÜREKHazirandı...
Gök mavi, dağlar yeşil
ve her taraf rengarenk çiçekti,
Niyetler ak, gönüller sıcak
damarda fokurdayan kandı,
Eserdi yürekte fırtınalar
akardı yürekte bir çağlayan,
ve kanardı yürek kıskacında
ahlaki karanlıkların,
Yürüdüm cehennemi günlere
baş eğik
yürek ezik
hiç ardıma bakmadan...Çok şey değişti
o günden bu yana
ama daha o günkü gibi her şey
bugün bile
bir türlü bana
geri dönmeyen yüreğimde,
Göz yaşlı
gönül ezik
sinede iniltileri yar hasretinin
ve kahredişi günde yirmidört saat
aşkın ahlaka yenilgisinin,
Oysa zaman
hiç o zaman değil
tam yarım yüzyıl geçmiş aradan...Şimdi yine haziran
ve her yer
kış, kıyamet
fırtına, kar,
Hasret savurmuştur benim
bu yaslı, yaralı bedenimi
ite kaka uzak diyarlara
ve yürekte saltanat kurmuştur acılar...
Karlı düldülün dorukları
gelip oturur aynıma her zaman,
Dünyanın dibinde çakılıp kalış
ve kanadı kırık bir kuş gibi
çırpınıp, çırpınıp uçamayış,
Kırk yıllık acılarla bakarım durmadan
kanata, kanata yüreğimi
Tasmanya dağlarına
pasifik kıyılarından... 3/8/2015
MelbourneYALNIZCA SANABunu yalnızca sana yazıyorum...
Bıçak saplanmış gibi sancıyor yüreğim
sensiz zamanlarımın her saniyesinde
ve bütün günlerimin her nefesinde
sen geliyorsun gözlerimin perdesine,
İçli bir duygu yeşeriyor
yüreğimin en ücra köşesinde,
bir keskin dalga vuruyor
yüreğimin en kuytu yerine,
Köpürüp, taşıyor bir kanlı feryat
ağlıyorum.....Bunu yalnızca sana söylüyorum....
Hep sen esiyorsun yaz akşamlarında
akdeniz üzerinden kurak bağrıma,
Hep sensin
ak köpüklü sıcak suları yaz plajlarının,
Ve kırıp döken
ve yakıp yıkan
hep sensin
deli poyrazı gönül fırtınalarının...Bunu yalnızca sana açıklıyorum...
Nereye bastı ayağın senin
nelere dokundu ellerin
ve nerelerden aldın yaşamın renklerini?
Oralar takılıyor aklıma hep
Oralarda kalan günlerimin acıları
oralarda yaşanmamış güzelliklerin
yağmalandırılması haydutluklara,
Ve daha
dilin kuruduğu
aklın yorulduğu
sustuğu duyguların
çarpıp çarpıp dağılması düşlerin duvarlara...Bunu yalnızca sana bildiriyorum...
Koyu bir karanlık çöküyor gözlerime
Acı bir duygu sarıyor içimin sularını,
Ağlıyorum nafile
vurmadan gözyaşlarımı dışarıya,
Toprak el ediyor uzaktan
emiyor külrengi bir boşluk
yüreğimin en içli duygularını...4 / 8 / 2015
Melbourne
| 8,494 |
NİGÂRİ'NİN GECE YÜRÜYÜŞÜ
Yağma dedim yağmura
görülecek bir hasretim var,
efkar desem değil
melal desem hiç değil
hafakanlar basar içimi
rengahenk bir esrar.
Yağma dedim yağmura
baykuşum sükût edinceye kadar
Dövmemi görmedin demek
göğsüme musallat olan o dişi totemi,
ne mümkün vaz gelm€k
sencileyin bir Aşk rahibesinden
Nigâr, içimdeki Ben,
kim ki Haydar Ergülen
Ali Günvar yahut Mahmut Temizyürek
ki şerh düşsünler nara ve nara
Esme dedim rüzgâra
görülecek bir hasretim var,
aşk-ı mecaz değil
ateş-i dilden özge hiç değil
cinler periler basar içimi
karaşin bir sombahar.
Yağma dedim yağmura
yüreğim sükût edinceye kadar
ölünceye kadar
ölünceye
Kitap-lık, Mayıs 2006
| 100 |
Onlar ve Biz
Onlar ermiş muradına,
Ne derseniz deyin adına,
Yeter hepsinin aile efradına.
Evet…
Bize de kalıyor,
Kuru bir kerevet.(1999)
| 21 |
CONTREPOINT
O kadar bir başka çok şeysin sen.. Bir ölüm var ama, gece-kan'da.. Rengini düşünür-durursun sen, Okunmaz yazınla, ha vuranda, Bir anda okunur olursun sen.
| 25 |
Sıradan Ve Monoton
Ne oldu? Aldınız bi kaç arkada$ yada bi kac aile arkada$ları olarak, gittiniz eminönüye balık ekmek yemeğe.. Sonra sultanahmetde hatıra fotoğrafları.. Gülhaneden sarayburnu sahil gezintisi.. Bayram diye bunları yapıyorsunuz her 2 dönem.. Bana diyorlar gezdin mi naptın? Neyini gezeyim arkada$? Zaten günlük sıradan gittigimiz yerler ve bayramın bir$ey ifade etmedigini bile bile neyini gezeyim?
Yine aynı tayfa kıraathanede vur okeyin dibine..
Farklı olmak gibi bi hedefimiz yok, sıradan ve monoton hayatı biz böyle sevdik! 26/10/2012
| 78 |
İki Dörtlük 2
Ben sana diyorum dünyaya dalma
Sen dünyaya dalıp unutuyorsun
Ey nefis deryada balık mısın sen
Akıp giden suya tutunuyorsun.Haram lokma girmemişse aşına
Devlet kuşu konar konmaz başına
Servetler ödenir gözün yaşına
Gerçek düğün olur işte o zaman
| 40 |
Yok Kavramı
Kavuşmak yokKonmadı kanatları bu kuşun henüz
Kuş kanatsız uçamaz
Uçsun diye değil ki bu kuş
Hem kime ne, bu benim kuşumHer kuş uçmaz
Kavuşmaz herkes de sevdiğine
Eksiktirler henüz
Kanatsızdırlar şu benim kuş gibiKavuşmak yoktur bazı hikayelerdeAyrılık vardır
Kayboluş vardır
Ölüm vardırSus pus oturuş vardırÇığlıklar çığlıklar...ve çığlıklar...Çıplak tabanlı koşuşturuşlar....
Gözü kapalı... haykırışlarla...Sessizliğin yırtılışı...Aşar yapıtı
| 56 |
YENİDEN
Karanlık bastı mı gelirsin Penceremin dibinde durursun Oyuncaklar kabartma harfler gibi Elle tutulur gibi garipliğin
Elişi kâğıtlarından çiçekler yaparsın Yeni şekiller görülmedik renkler ışıklar yaparsın Dünya güzelse daha güzel olur Bir şarkı sıcak sıcak yayılır ansızın Uzanır ellerin gözlerimi örter Bütün düzenim bozulur Karanlık bastı mı seninle gelir Nasıl döner durur ortalarda Çağrışımlardan kopmuş bir sürü Terdirgin kuşlar gibi kelime
Elinde aynaların bin bir yanlısı Ne yandan baksan ölüm Kurtul dersin kurtul kendinden Unut yitiklerini Seni yargılayacak kim
Karanlık bastı mı gelirsin Penceremin dibinde durursun Oyuncaklar kabartma harfler gibi Elle tutulur gibi garipliğin
| 94 |
Kanın Kırmızı
Bu dünyada kalan,kalıntımızı
Göğsünde açacak,gülün kırmızı
El ele olanca,yaşantımızı
Geçilmez zamanın,kanın kırmızıDilime alevin,değmesi yeter
Birlikte olunca,öpüşmen yeter
Su gibi çağlayıp,akması beter
Yaşanmış zamanı,anın kırmızıSıcacık ateşti,beni dağlayan
Kuruyan dudağa,bakıp ağlayan
Ruhundaki aşkı,tene bağlayan
Yaşanmış zamanın,canın kırmızıAyrılık günleri,sanki ona dağ
Aramızdaki o,unutulmaz bağ
Seven aşıkların,geçmişleri çağ
Yaşanmış zamanın,kanın kırmızıBu alemde yarsiz,zamanı yenmek
Geçmişe sarılıp,onla güçlenmek
Tutuşan arzuyla,kalpte dinlenmek
Yaşanmış mekanın,kanın kırmızıBahattin’in tutmaz,artık kolları
Sevgiyi unutup,çıkmaz yolları
Kırık dökük olmuş,yarsiz dalları
Yaşanmış mekanın,anın kırmızı
Bahattin Tonbul
30.4.2011
| 76 |
Kumrular
Konuğuz bu dünyada unutmamalıyız bunu
Sanma ki bu yaşam bitmez tarihlerin yoktur sonu
Sevgiyle varken yaşamak bu savaşlar bilmem niye
Değerini bilmeliyiz ömrümüz bize hediyeZaten ne kadar günün var üzülmeye değer mi ki
Olsun yaşam yalnız neşe yalnızlığı kim sever ki
Sevgilerden yaratıldık can veririz biz sevmeye
Kumrular kadar düşkünüz Mecnun gibi sevişmeye
| 54 |
Tek Başınadır Her Kader
Tek başınadır her kader;
Paylaşılan yalnızca hiçler...
Ne zaman ki düşse keyfe keder;
Kuru kalabalıklar geri çekilirler...
Beşer beşerin külünü deşer;
Gönül dediğin, yellenmiş közde pişer.
| 30 |
Vurun
Bir akşam üstü kapım çalındı
Kim o diye seslendim
Kapı kırıldı ben alındım
Ayak yalın başı açıkKimsiniz nesiniz, sormadım
Gerillamı kontra gerillamı bilemedim
Gözümü karanlık bir hücrede açtım
Yoksulluk bu ya halen açtımHücrenin kapısı açıldı
Komserin tokatı şimşek gibi yüzüme çakıldı
Burnumdan oluk oluk kan açıldı
Ne kadar suç işlemişim meğer...
| 52 |
Öldürecek Tapusuz Ev Ben
Ruhun teslim iki saniye
Gerçek malum olur faniye
Revamı rutubet çekmek bize
Öldürecek tapusuz ev ben
=
=
Dilden çıkar acı lehçesi
Ters dubleks işin gerekçesi
Ağrım kesen yok tıp iğnesi
Öldürecek tapusuz ev ben
=
=
Yaralı kalp gezer hastane
Hayatım olmuş acı sahne
Bende derde tıpta yok çare
Öldürecek tapusuz ev ben
=
=
Kan geliyor bu tak yürekten
Ben neler çektim Azrailden
Yaşarken giydim beyaz kefen
Öldürecek tapusuz ev ben
=
=
Anneler günde döktüm yaşı
Yanar dertli yüreğim başı
Felek kara yazmış yazımı
Öldürecek tapusuz ev ben
=
=
Genç yaşta hayattan soğudum
Gök kubeyi yıkar göz yaşım
Bir yere sığmaz sesiz başım
Öldürecek tapusuz ev ben
=
=
Kapı önüne kurar tuzağı
Cahil dil sanki balta sapı
Mevlam bana sunar imtihanı
Öldürecek tapusuz ev ben
=
=
Masum yüreğim sardı keder
Yanık kalbimiz feryad eder
Çaresiz kullar nere gider
Öldürecek tapusuz ev ben
=
=
Göz yaşım kaynatıp içerim
Merdiven çıkmaya yok ferim
Sanki dağ yükün ben çekerim
Öldürecek tapusuz ev ben
=
=
Üsten başıma pis su akar
Dalgalı yürek doldu taşar
Türkan bu dertle nasıl yaşar
Öldürecek tapusuz ev ben
=
=
=
| 194 |
Biz Masaldık
Yağmur tutsağı kışları yaşıyor gözlerim
Çocuksu sevdalar demir atmış yüreğime
Sen uzak yakınlarda, uzaklar senden yakın
Sabırsız hüzünler bu kapıyı çalan şimdi
Günleri aydınlıksız kılmaya çalışan
Beklentisiz beklentilere dost olan
Kan tadında bir yoksulluk sarıyor içimi
Diken tadında bir dokunuş
Oysa, sen coşkusundayken geceler
Bahar bakan bir ay vardı yıldızlara
Masaldı şefkat ellerin
Biz masaldık
| 57 |
Ey sevgi
Ne kadar oldu sevmeyi, sevilmeyi bilmeyeli
Neredeyse sekiz yıl
Otuz iki mevsim sevgi haberlerim sunulmamış
Bilmem kaç bin an, sessiz ve suskun büyüttüğüm özlem Tüm adımlarımı biriktirmişim sevgi defterime
Dokunmayın sakın
Açarsam içimi, patlarsam kelimelere
Deprem olur sevgiye susamış gönüller
Sekiz yıldır toprağım beklemede
Ey sevgi Ey sevgi bilsen, keşfetmez miydin?
Kalbimin susamış sevgi tarlasını Ey sevgi, bağışla lütfen
Bir an özlemişim seni...
| 65 |
Boncuk
Seni tanıdım canım oldun,
Canımdın kanım oldun,
Çok uzaklardan ruhuma doldun,
Mutluluk verici hislerim oldun.Güzeller güzeli dedim sana,
Çünkü melekler sıvazlamış yüzünü,
Sevgi ve hoşgörü bürümüş yüzünü,
Adını andığımda mutluluk kaplar sözümü.Yarınlar var önünde,
Sevgiyle mutlulukla seni bekler,
O kadar tatlısın ki,
Zaman zaman mutluluk bile seni özler,
Üzme sakın sen canını,
Yüzünde gülümseme olsun kalbin mutlu,
Bedenine sağlık dolsun,
Sen benim yüreğimde mutluluğu hakeden boncuksun.
| 67 |
Yüzünü Bana Döndüğün Gün
Yüzünü bana döndüğün gün,
Kuşlar göç etmeyi bırakacak.
Sıcakla soğuk yer değiştirecek.
Bitkiler, havaya su bırakacak...Yüzünü bana döndüğün gün,
İyilik güzellik hortlayacak.
Ceylanla aslan sarmaş dolaş.
Ülkede tek bir fakir kalmayacak...
| 35 |
Çocuklarımız Olsun
Birinin adını “toprak” koyalım
Kucak açsın tohuma, rahmet olsun cana
Birinin adı “bu vatan geçilmez” olsun
Geçit vermesin o “yiğit”, düşmana
Adı “kardeşlik” olsun, “dostluk”
“Erdem” koyalım birini, biri “bilgi” olsun
Kavuştursunlar tüm insanları aydınlığa
***
Çocuklarımız olsun
Adı; “yağmur”, “rüzgâr”, “hürriyet”
Israrla “barış” koyalım birinin adını
Birinin adı “güneş” olsun
Her doğduğunda boğsun karanlığı
Biri en nadide bir “çiçek”, biri “umut” olsun
Yarınlara kanat açsın güvercinler
“Deniz” koyalım ki adını, Deniz gibi olsun
***
Birinin adı “su” olsun
Temizlesin tüm ar`ları, kirlenmiş ruhları
Birinin adı “gökyüzü” olsun, “mavilikler” koyalım
Kalbinde uçsun uçurtmalar
Bağrını yuva edinsin muhacır kuşları
Birinin adını “türkü” koyalım, “sevda” koksun
Çocuklarımız olsun;
“Adalet”, “eşitlik” ve “özgürlük”
***
Çocuklarımız olsun;
“Ülkem”, “yurdum”, “memleketim”
“Türkiye” koyalım adını, “Türkiye”…
Zalime baş tutsun, kayırsın mazlumların hakkını
Birinin adı “merhamet” olsun
Silsin yüreklerin pasını
Çocuklarımız olsun; en “tatlı”, en “şeker”
İlkinin adını “sevgi” koyalım,
Birinin adı “peygamber” olsun, peygamber!
| 150 |
Dünya Tiyatrolar Günü
Yirmi dört Mart Çarşamba dünya tiyatrolar günüdür,
Bir ağlatır bir güldürür tiyatronun mutlu dünüdür,
Aşk vardı tiyatroya coşkuluydu tiyatrocular,
Gülerdi tiyatroyla ağlatırdı hep dramlar.Bu gün dersen değişti oldu eğlenceler amaçsız,
Tiyatronun sevgisini herkese aşılamalıyız.
Değer verip bu sanatı beraberce yüceltmeliyiz,
Pınarın serinliğini sanatta hissettirmeliyiz.Gelsin saygı ve sevgiyle Gönüller sanata doysun,
Parlasın bir volkan olsun saygı sevgiyle durulsun.
Sarsın ruhlarımızı sanat çarpsın tiyatroyla kalpler,
Takılsın hep umutlara sanatçı ve sanatseverler.Sanat görmelidir değer coşkun olmalı gönüller,
Tiyatroyla gülümsesin gönlü güzellik severler.
Sanatı seven bir toplum gezinecek zirvelerde.
Sanatsız yaşayanlarsa saklar kederi kalplerde.
| 93 |
Nasihat istemez
isteme,senin gibi olmamı
akıl verme bana
bekleme,sana uymamı
varsa fikrin, paylaş
anlat hikayeni
ben seçerim içinden
gerekli gördüğümü
akıl da isteme benden
ben fikirler üretir
sererim önüne
sen seç içinden
istediğini
| 33 |
Vardım Kırklar Kapısına
Vardım kırklar kapısına
Baktım cennet yapısına
Tapmışam hak kapısınaEvel Allah ahir Allah
Dönemem estağfirullah
Bendeyem Allah eyvallah
İmanım amentu billahPir elinden içtim dolu
Öğrendim erkanı yolu
Emniyette mümin kuluEvel Allah ahir Allah
Dönemem estağfirullah
Bendeyem Allah eyvallah
İmanım amentu billah
| 43 |
Bu Güzellik Gerçek mi?
Güzelliği görünce şehla oldu gözlerim
Dilim ise lal oldu, dökülmüyor sözlerim.
Akıl serden fırladı, tutmaz oldu dizlerim.
__Benim için bir başka biçime bürünüyor
__Bu güzellik gerçek mi, bana mı görünüyor. Bakışlarda giz saklı, kamer bile puslanır
Kaşlarla kirpik farklı, mücevhere yaslanır
Gülünce güller açar, gerçek güller kıskanır
__ Bukle olmuş saçları yerlerde sürünüyor
__Bu güzellik gerçek mi, bana mı görünüyor. Endamı boyu posu her bir yanda büst olur
Gözleri zümrüt yeşil, kalbim sanki test olur
Hangi yana dönersem, tüm benliğim mest olur
__Bütün orda olanlar, ruhumda korunuyor
__Bu güzellik gerçek mi, bana mı görünüyor. Ben düştüm bir girdaba, döndükçe batıyorum
Senden kalan her şeyi, gönülden atıyorum
Yıldızın şavkısıyla, sarılıp yatıyorum
__ Olumsuz düşünceyle, duygular kürünü yor
__Bu güzellik gerçek mi, bana mı görünüyor. Rüzgâr türkü söylüyor, dinle bak sessiz, sessiz
Mahir artık duymuyor, göz görmez kulak hissiz
Raks eden yıldızlar var, burası neden ıssız
__El ayak titreyince, yerlerde yürünüyor
__Bu güzellik gerçek mi, bana mı görünüyor.Mahir Başpınar_________________________________
................DOST KALEM.......................
_________________________________ Aşk denilen iksiri yüreğim hiç tatmazken
Lezzetini ömrümce bakışlara katmazken
Tükenip de dermanım artık nefes yetmezken
__El ayak titreyip te,yüreğim dürünüyor
__Bu güzellik gerçek mi,bana mı görünüyor_______Burhanettin Akdağ*-siyahbeyazSensiz boş bir bedendim, ruhuma anlam geldi,
Senden önce hiç'misim, bu gönül yeni bildi...
Duygularim hislerim dolu dizgin bir seldi
__Varlığınla bedenim paklanıp arınıyor
__Bu güzellik gerçek mi, bana mı görünüyor________Türcan Demirel Bir büyü ki ömrüme nevbaharlar getirdi
Bozkıra çalan ruhum mor sümbüller bitirdi
Sensiz geçen her günüm fırtınalar estirdi
__Kalbimin kapısından boran kış kürünüyor
__Bu güzellik gerçek mi, bana mı görünüyor_________ESMA ÖZAN
| 254 |
Sevenler bir bir kavuşmuş. Türkü
Gül budanmış dal dal olmuş,
Menekşe sümbül lal olmuş,yar yaaar...
Siyah zülfün tel tel olmuş,
Ben bu yerlerden gideli,
Gurbet illere düşeli vaaay! Vefasız yolun ayırmış,
Sevgim munzura karışmış, yar yaaar...
Tüm küsülüler barışmış,
Ben bu yerlerden gideli,
Gurbet illere düşeli.vaaay.Gurbet bana vatan olmuş,
Sıla gidilmez yol olmuş,yar yaaar...
Sevenler bir bir kavuşmuş,
Ben bu yerlerden gideli,
Gurbet illere düşeli vaaayyy.Bozulmuş ayın hilalin,
Solmuş benizin cemalin yar yaaaaar.
Kaybolmuş o eski halin
Ben bu yerlerden gideli,
Gurbet illere düşeli vaaayyy.Hayırlar şerler süzülmüş,
Günah haneme yazılmış yar yaaaar
Sevgime mezar kazılmış,
Ben bu yerlerden gideli
Gurbet illere düşeli vaaayy
| 103 |
Yol işçisi
Bir yol işçisi
karanlıkta
servisini beklerken
niye geçer caddeyi
bilmem
telaşsız aradım ambulansı
sükunetle koşturdular geçenler
bir yol işçisiydi
bir akşam üstü ölenBir işçi karısı daha dul
çocuklar yetim
yaşam
yaslarının dehşetli
üzüntüleri içinde akıyordu
ve onlar kurumaya yüz tutmuş
fide gibiydiler
öldüğü an
anıya dönüşen yol işçisinin
feryatlarında boğulan dölleriydiler...Doğa yas tutmuyor
onlar yasta
yaşam oynaşta
ve insan yalnız
kendine yakın yüreklerin
yasını tutmakta
doğa yas tutmuyor
binlercesi ölse de insanların
erik ağacı filiz veriyor
ve
insan
yalnız
yakın bulduklarının
yasını tutuyor.
| 85 |
Sevgiliye Mektuplar AFFET...SANA SöYLEYEMEDİM…
Varlığında meleksi dokunuş, yokluğunda şeytanın darağaçlarına asıldım, ama tek seni sevdim ……… Sevdan; yüzyıllar sonra uykusundan uyanan yanardağın eteklerine, geç uyarı verdiği lavın kızgın ateşleriydi kaçmama, kurtulmama fırsat vermeyen, hoş bekliyordum gel diye, gelsin diye ve yaksın, kavuracaksa kavursun, beklemekten buzdağı olmuştum keşfedilemeyen anakaralarda… ……… Erguvanların boğaz içini süsleyip, güzellikler kattığı zamanlarda yeni terliyordu bıyıklarım ve ülkeyi kurtarmaya soyunmuşken ben, henüz bana romantik hareketlerde bulunan kızlara bakmaya bile utanırken başladığım üniversite, aslında giyiniksizliğimdi, baba parasıyla okumaya soyunmuş ama üzerimde kendimi utandıran giysilerle… Böyleydim ben, buydum, başkası olamazdı üzerimde yüreğimde böyle yoksul öğrencilik varken ve ama onurluydum, dimdiktim… ……… Ve günler ve aylar ve yıllar ne çabuk geçti ki yoksulluklarıma eklediğim kaçak şehir hatları vapurundaki öğrenciliklerime gülebilmeyi beceriyor ve seni yirmi dört saat düşündüğüm için en ağır ve en usta işçi olduğuma inanıyorum… İşçiydi babam, elleri karalar içinde gelirdi her gece iş çıkışı eve ve sanatkarca bir koku doluşurdu odalara, ta ki altında odun yakılan, üstünde su olan ve takunyayla girilen banyo denilen sefaletlikte… Sonra baba kokulu, is kokular yayılırdı odalara.. ……… Tanrıların arabaları diye bir kitaptan bahsederken arkadaşlarım, oralı olmuyor, çoktan okuduğumu farz ediyordum bu ve benzeri kitapları, başka ülkelerinde halklarını kurtaracak sayfaların içine gömülüyordum… Kendimi, halkımı, babamı, annemi, komşularımı kurtaracaktım ve yürekten inanıyordum bu kurtuluş savaşına… Önce ben kurtulmalıydım ve öyle oldum, başlıyordu yine ve yeniden… İlk işim, ilk uyanışım, ilk kravat ve takım elbisem olmuştu işte, daha ne olsundu, şimdiye dek olmadıysa flörtüm, tutmadıysa uzun saçlı bir kız elimi, tenimde duyumsamadıysam annem ve ve kızkardeşim dışında kadın kokusunu benim suçum muydu toplumun mu? ... Bastığım yerler titrerken ayak altımda ve sağa sola yatarken çiğnediğim toprak, sessiz çığlıkları duymaktaydım o geceler boyu yoksul, geceler boyu yalnızlığıma yoldaş suskun anlarda… ……… Aşk suskun, aşk konuşan delidir derler de hangisi doğrudur? Akşam üstü ve karanlık yitik gecenin ardından, umutlarımın tükendiği sıfır noktasından tam isabetti varlığınla yok oluşuma yol alırken gelişin… Geceler gündüz, yoksulluğuma varsıl olan gülüşündü kimliksizliğime eklenen ve gülüşlerimdeki yalnızlığıma ulaşan hüzünlü bir çift ela gözlerindi… Yoktu, olmadı, olmayacaktı sen gibi seven beni ve hiç kimse sevemezdi böyle senin sevdiğin güzellikte, işte buydu beni şımartan buydu beni böyle sana yoğun, ölümsüz tutku ile bağlayan… Ve ben geçmişe, o ana dair söylemek istediklerimi dilime düşerken erteliyor, başka randevumuza saklıyordum, geç gelen sonbaharımızın sarı ve kızıl yaprakları yüreğimize yansıyıp bahara dönüşürken… Takılıyordu dilime, engelliyordu bir yerde bir şeyler ve sen varken dünya duruyor, başka evrene göç ediyordu göçebe yüreğimizin asi ve aykırı sevdaları… Aşktı, sevdaydı, tutku, özlem her şeydi senin adın ve varlığın ve dünyaya geliş nedenin seni sevmem içindi inandığın ilahi gücün bildiği… Sevmem içindi yaratılışın… ……… Palazlanan sancılarımın mola yeriydin ve kentin sokağında sevdamı bırakıp çift kişilik yalnızlığımıza yol alırken, zirveye vuran sancı nöbetlerimi, üniversite hastanesinde Ankaralı Ayten hemşirenin morfinman iğneleri ile bir sonraki sancıya dek erteletiyordum.. Ama öylesi dayanılmaz, öylesi sancılıydı ki yokluğunu bile düşünmüyordum artık saçlarımın… Son buluşma bitiminde yolcularken beni, o ilahi gücüne sığındım senden habersiz ve bulunamayacak dağlık bir bölgeye düşürmek istedim yüreğimden uçağı, içindeki onca günahsız, onca suçsuz insana rağmen… Ayten tiyatrocu olmak isterken kazara hemşire olmuştu ve hepimiz bu evrende yaşarken başkalarının hayatını, giyerken kendimiz olmayan rolleri, hep oynamıyor muyduk bize ait olmayan utanmaz yaşamları… Akdeniz Üniversiteli Eylül adlı kız ondan başkası değildi ve hep derdin bir gün başkasına aşık olursan ilk ve tek ve çekinmeden bana söyle diye ama yapamadım, o aradı seni işte çekil dedi aramızdan… Rezil ve utanmazca bu oyunda sen kendini oynarken, hayat sana yine benimle çelme attı, son günlerimi sen ve sesinsiz geçirmek, üzmemek içindi ürettiğim senaryo… Artık yataktan dahi kalkamıyor, yürüyemiyorum, sabahı görmem olanaksız biliyorum, sesler kulağıma girerken yok oluyor, yok oluyorum an be an…
S/en E/zgimiz V/e T/ütsülerimizin A/lacasında P/rensesimsin… Son nefesimde anarken adını, yüreğimde götürürken sevdamızı.. Seni sana, aşkımızı yüreğine armağan ediyorum…10.1.2007 - Adana
| 622 |
D e d i m g i t t i...
.korkak
bunlarşunlar sonrasevişmeyi yazamıyorlar
gizli gizli
izliyorlar kendilerinisöyledim
bildiğim kikumbara kırıyorum
kızıyorum bazan
yorulmuyorum düşlemektenabartıyorum ki
kıymetli bilinsinoysa yaşamak güzel
sevişmektendeğişme yerinde
aldım verdimler
sonra el kapıları
bir gurbet
gurbetlerde kıyametkaybolup gitmek
eskimekten
ese ekmek vermekten
ye kendimizi
bizigitmişsin
demiştim
gidiyor insan bir yerlere
belki çok
kendini emanet bıraktığı yerevahşiyim
kedi korkuturum bağırdığımda
en çok ben korkarım aslında
kedi işte
anlamaz
ne
alakakan içinde
seni yedikçe
içe çeke çekedemiştim
demesem ölürüminsan gidiyor bir yere
desem ki
kendini unuttuğu yeregideyim
su istiyorum
terliyor kollarımal beni
renkleriöyle mavi kimavi deniz
gidiyorum bir yere
de be
dibesevmezse
atıyor kıyıya deniz
bu balık
olmamış daha
başka yok mu kollarımadedim gittim
özletmeyin28 06 2005.
| 119 |
Bülbül güle aşk eyler
Gördüm ki gül bülbüle engel koymuş
Aşmak zor aşıp gönlüne varmak zor
Yüzüne karşı sevdiğini söylemek zor
Bülbül güle hasret eyler, eyler gönülDemek ki gül bülbülü anlayamamış
Anlayıp sevdasına damlayamamış
Meğer aşkı yalandan, yalandanmış
Bülbül güle aşk, aşk neyler gönülÖmür kısa biliyorum kavuşmak zor
Kavuşup yüreğinle barışmak zor
Gönül dergahında buluşmak zor
Bülbül güle uzak eyler, eyler gönülSevgimizin yoluna merhamet düştü
Ötelerden öteye bir sevda düştü
Gönlümüze gözümüze bir can düştü
Gül bülbüle, bülbül güle yar düştüBülbül güle aşk, aşk eyler gönül
Aşk muhabbeti eyler, eyler gönül
Aşk olmayınca neyler, neyler gönül
Aşk eylerse güzel eyler, eyler gönül
| 102 |
Sahipsiz Mektuplar -3-
Şimdi neredesin ne haldesin bilmiyorum.
Başına neler geldiğinden hiç haberim yok.
Benim başıma gelenleri de sen duysan inanmazdın.
Hayat kötü oyunlarından sadece birini bizim için oynadı.
Sen gittin.
Aydınlıklar karardı, yapraklar soldu,
Yüzlerinden gülümsemelerini düşürdü çocuklar.
Kahkahalar artık o kadar içten değil.
Ama gözyaşı konusunda uzman oldum biliyor musun.
Artık ağlarken yeni biçimler deniyorum.
Geceleri ansızın uyanıyorum mesela.
Ve tarifsiz acılar çekiyorum.
Son yıllarda öğrendim havanın ne kadar zor aydınlandığını.
Oysa uyurken ne kadarda kolay doğuyormuş güneş.
Kızılca bir kıyamet gibi üstüne çökünce karanlıklar
Yıldızların değerini çok daha iyi anlıyormuş insan.
Sıkıntısız geçen her güne daha bir umutla sarılıyormuş. Eski günleri ne kadar özledim bilemezsin.
Çocukluk aşklarını, futbol maçlarını, sokak gezintilerini,
Anlamsız şeyler üzerine yapılan anlamsız konuşmaları,
Ve sıradan bir insanın sıradan olarak yapabildiği her şeyi.
Her şeyin şimdikinden daha güzel olmasını isterdim,
her şeyin birazcık daha kolay…
Mükemmel bir hayat değildi ama beklediğim bu kadar da eksik olması gerekmezdi.
Bir hastalığın pençesine nasıl bu kadar çabuk düşebilir insan, nasıl bu kadar kolay yıkılabilir bir hayat, anlatsam anlar mısın?
Çok yoruldum canım dostum ve çok özledim geçmişte kalan her şeyi.
Bazen uyumak ve bir daha uyanmamak istiyorum acılar bitene kadar.
Bazen gitmek ve dönmemek istiyorum vazgeçemediklerim çağırana kadar.
Bazen ölmek istiyorum dostum yaşam dediğin bu oyun bitene kadar.
Ve işin kötüsü hiç birini yapacak gücüm yok.
Dünyanın ortasında yapayalnız bir yaprak gibiyim, soluyorum.
Bir rüzgarlık kalp atışım var onu da gelişine saklıyorum.
| 235 |
Ağaç. tek başına
Bir zamanlar bir ağaç vardı
karşısında kız kulesi
bakardı denize hayran hayrantek başınaydı
sahipsizdi
dökülünce kış geldiğinde yaprakları
bir kuru canı kaldı
neşeliyken baharda
rüzgârla
toprağı eğilip öperdi dallarıkız kulesi de tek başınaydı
tek başına o da ağaç gibi kurardı hayaller
yıkamadı asırlar boyu
ne haşin rüzgârlar
ne kindar yeller
hani ne derler
ağaçtı odundu ama
canı vardı
canın da yüreğivardı onun da hayalleri
bekledi yıllar yılı gelmesini
o küçük sevecen çocuğunbirlikte ağlardı yağmurlarla
canını yakmştı ama sevmiş okşamıştı dabir gün bir genç adam geldi
baktı kız kulesine saatlerce
adam da ağladı
tek başınayağmurlar eşlik eti onun da gözyaşına
her gün geldi
tek başınahatıralardı onu üzenağaç sonunda tanıdı onu
beklediği o idi ne kadar da büyümüştüadam ağacın gülümsediğini gördü
sarıldı ağacına
sevmişti onu
ama canını yakmıştı ağacınağaç ta
ağaçtı odundu ama
onun da kalbi vardıadam eliyle yokladı ağacı aradı
yıllar önce
küçük çakısıyla kazıdığı ismi
katmanlarının içinde ağacın
belli belirsizağaç büyüdükçe sevgisi de büyümüştüağaç ağladı
yüreğinde idi o kurşun
ara sıra kanardı
tek başına
kız kulesine karşı22/Ekim/2010/Cuma/Bodrum
| 170 |
Yürek Arşivimde Kalan Mahdut Zamanlar!
YÜREK ARŞİVİMDE KALAN MAHDUT ZAMANLAR
Seyahat etmeyi çok sevdiğim halde görevim icabı mahdut zamanlarda seyahat etme imkanım oluyor.
Orta halli Anadolu insanıyız aslında seyahate hayat kavgasından zaman ayıramıyoruz, taki bir fırsat kapımızı çalana kadar. Ben de öyle,Oğlumun Fethiye de okuması dolayısıyla izin alıp düştüm yollara. Çeşme Fethiye arası 7 saat ortalama. Çeşme İzmir arasını ezberledim dua gibi. Eski çeşme İzmir yolu hala işlediği halde siz otobanı tercih edersiniz eminim. Altı şeritli Muhteşem bir otobanda yolculuk yapmak harika, arabanız su gibi akıyor yolda adeta. Doğayı çok sevdiğim için hep etrafı göz kamerama hapsederek seyahat ederim.Çeşme İzmir arası çoğu yeşil maki bitki örtüsü olsa da urla sınırı boyunca doyurucu yeşilliğe çam ormanlarına rastlamanız mümkündür. Ve sonra mavi mendiliyle ege denizi sizi karşılar. Doyumsuz koylar seyredersiniz ve bir ömrünüz daha olsa gezseniz ege kıyılarını.
Fazla sözü uzatmadan izmirden fethiyeye uzanalım. İzmirden aydın istikametine doğru yola koyulunca Torbalı ilçesinden tatlı bir ovaya düşersiniz yemyeşil, bitkinin en doyurucu tonlarını keşfedersiniz. Sol sağ yanınızda uzanan sıra dağların eşliğinde İncirli ova, germencik gibi harika ilçeleri köyleri seyredip geçerek incirin anayurdu aydına düşersiniz. Gerçekten aydına yolunuz düşsün girer girmez incirin o baygın kokusunu alırsınız.
Aydından Muğla istikametine devam ederken sol yanınızda sıra dağların daha fazla yükseldiğini görürsünüz, dağlar size eşlik etmeyi bırakmaz hiçbir zaman. Muhteşem, bereketli topraklardan geçersiniz hep ekmek kokan, Anadolu kokan. Yunana kök söktüren Aydın efelerinin istiklal harbinden kalan seslerini duyarsınız, Çakırcalı Efenin sesini duyarsınız içinizden, rahmet okumadan geçemezsiniz.
Çine ve Yatağan gibi güzel mütevazi ilçelerden geçerek, bakir doğayı ve tarlalarında çalışan milletin efendilerini seyrederek Muğlaya ulaşırsınız.
Ve Muğla; dağların kucağına başını yaslamış karşılar sizi. Küçük gibi görünsede Muğla dağınık yerleşim buranında gerçeği. Hoş görülü insanlarının sıcaklığı yüzünüze yansır. Muğladan ayrılırken dağ yamacındaki yoldan bakarsanız Muğla el sallar size, bekleriz diye…Yavaşça yükselen dağların arasından süzülürsünüz, doyumsuz yeşil benekli doğayı, harika taş şekilli dağları seyrederek geçersiniz ve bir dağ yamacından aşağı süzlürken işte karşınızda Gök ova...şöyle arabanız dursada siz o eşsiz ovayı seyretseniz, adına mütenasip.Sağa bakınca mavi körfez sizi karşılar, toprakla koyun koyuna sarılmış ayrılma niyeti olmayan iki sevgili gibi; toprak ve deniz. Deniz içeriye kadar sokulmuş karanın ciğerine kadar taa..Deniz başını dayamış sevgilisinin göğsüne uyuyor...Toprak daha merhametli aşk içinde çekmiş bağrına basmış denizi...Devam edersiniz ova içinde muhteşem arazi, doyumsuz bereketli topraklar, inip arabanızdan koşmak istersiniz...Ve Sonra Köyceğize doğru yola koyulursunuz ve orta rakım sıra dağlar hala siz eşlik etmektedirler ve gittikçe yükselmektedirler. Sonra köyceğize nasıl girdiğinizi anlamazsınız doğanın büyüleyici etkisinden gözünüzü alamadığınızdan. Yeşilin en güzel tonunu verimli toprakları ormanları görürsünüz ve nemin kokusunu hissedersiniz. Devam edersiniz ve maki bitkisine hakim dağların eteğinde ve güzel ilçelere rastlarsınız, ilkokul öğretmenimin bize öğrettiği ‘’ortacada evimiz’’türküsünde ismi aklımda kalan Ortacaya gelirsiniz, işte Ortaca! . Ortaca neresiydi öğretmenim? Sorusunun cevabını otuz küsür yıl sonra alıyorum ve ortaca bana hoş geldin diyor.
Devam ederek Fethiyeye doğru dağların arasından süzülürsünüz, muhteşem çam ormanları sizi karşılar, dümdüz kalem gibi çam ağaçlarını seyretmeye doyamazsınız. Arabanızdan inip o çam ağaçları altında koşmak istersiniz.Sonra Marmaris yönüne dönmeden devam edersiniz tabiatın çam ormanlarının kucağında ve aniden sizi Göcek koyu karşılar. Ellerini dağların arasına ustaca uzatmış, Mavi mendili elinde avucunda papatyalarla sizi nazlı bir gelin gibi karşılar Göcek. Koya demirlemiş beyaz papatya dediğim tekneler zincirini görürsünüz,etrafı çam ağaçları ve önü deniz olan, kendine özgü mimarisi bulunan Göcek tam bir dinlenme yeri. Arabanız sol tarafa doğru dönerken virajdan son kez Göcekin güzelliğini ve göz kırpmasını izlersiniz.
VE FETHİYE…arabanız dağların yamacından aşağı yavaşça süzülerek tatlı virajların ve yeşil bitki örtüsünün ve ormanların güzelliği eşliğinde Fethiyeye girersiniz. İşte Fethiye seni nasıl edeyim methiye? Ve karşınızda maviliğin sultanı Akdeniz … Fethiye baba dağı ve mendos(ana dağı diyorum ben) dağının eteğinde yeşil ve mavinin örtüştüğü bir güzel şehir. Yüce mevlanın tüm nimetlerini cömertçe verdiği yerleşim yeri, nüfusu seksen binin üstünde. Anne ve babasının göğsüne başını dayamış ayaklarını Akdenizin mavisine bandırmış bir nazlı çocuk gibi Fethiye. Sıradağların korumasında bir şehir. Denizden bakınca sağ yanda mendos ve baba dağını görürsünüz tüm heybetiyle. Baba dağı paraşütçülerin uğradığı bir dağ,en yüksek dağ ve ölü deniz hemen arkasında. Sol yanda ise ak dağı görürsünüz.Arkası orman ve dağlık olduğu için doğal suyu bol fethiyenin ve ortadan geçen bir çayı var. Çeşmede bunu görmek mümkün değil.
Akdeniz iklimine hakim olan Fethiye denizden gelen rügarlarıyla sizi karşılar.Kordon boyunu gezdim hemen hemen sahil boyu devam ediyor.kendine özgü mimarisi ve tarihi bir geçmişe sahiptir Fethiye.Turizme yönelik faaliyetler burdada hakim,genellikle bahar ve yaz aylarında hareketli ve nüfus yoğunluğu fazla. Çok güzel bir doğası ve bir çok koyu var ve tam karşıda Bizans adası denilen bir ada var. Baba dağının bir önündeki küçük dağın tepesindeFethiye kalesini görürsünüz.iklimi ılıman olduğu için her çeşit meyve ağacına rastlamak mümkündür.
Kısaca ülkemin her yeri ayrı bir cennet ama mahdut sınırlar içinde yeşilin her tonunu göreceğiniz topraklarımız var. Kastamonu seyahatimde gördüğüm gibi; Batı Karadenizin yeşil şeridi olan Karabük -Kastamonu bitki örtüsü, doğası ve ormanları da hafızamda iz bırakmıştır.
Onun için bir fırsat yakaladığınız zaman değerlendirin ve cennet ülkemizi gezin.
13 MAYIS 2013 FETHİYE
SAFFET ÇAKIR
| 809 |
Televizyon 92
Cümbüşüne dalarız, farkına varamayız,
Hafızalar zayıflar, unutmaya başlarız… Zaten eğitim düşük, bir de Hak gizletilir,
Rab’bim zaten anılmaz, yürekler kirletilir…(2012)
| 22 |
En Güzel Hediye
Aşk kadehim var elimde
Sana sundum ey sevgili
İç onu sen hemen zevkle
Paha biçilmez hediyeAşk mutluluk rüzgarımız
Dağıtıyor efkarımız
Aşk kutsal, aşk tertemiz
Paha biçilmez hediyeRabbim sunmuş kullarına
Bakmayalım ona buna
Aşk ile güzeldir dünya
Paha biçilmez hediye08.05.2016
| 42 |
Son Nefesten Emanetler Var Havada
Bir cuma akşamı dönüyordum eve; bilemezdim bunun cuma akşamıyla son buluşmam olduğunu.Işıklar kapanmış ve sessizdi sokağın evleri...Kapıyı açmamla tanışmıştım karşımda bekleyen üç silahın merhabasıyla,teslim ol diye sesleniyordu bir ses düşüncelerime ve tek bir kurşun değdi sol ciğerimin üstüne.Kan oldu düşüncelerimin gözyaşı akmaya başladı ahşap zemine.Ağlayan Meryem'im daha fazla dayanamadı ve kapaklandı üzerime ve peşine bir kurşun daha...Belki bana değmemişti ama saplanmıştı yüreğime.Gözbebekleri kocaman oldu Meryemim'in,dağıldı son heceler buluşamadan dilinde.İşte orada buluşmuştu aslında son nefeslerimiz.Bir polis arabasının bagajında taşıdılar bizi hastaneye,boştu yollar; meğer darbe olmuş düşünceye.Bir kitap vardı hem okuyup hem de hayata dair kısa kısa notlar aldığım,ölen yazarından çıkaramadıkları acılarını bizden çıkarmaya gelmişler,talan etmişler odaları ve birkaç kitap yüzünden karanlık hücrelere kilitlemişler.Peki ya nasıldı Meryem'im,neredeydi şimdi? Hastanede olduğunu söylemişlerdi; oysa Meryem'im son nefesini karnında taşıdığı diğer canla birlikte ahşap zeminde vermişti.Benimse kanıyordu yüreğim,düşüncelerimin rengi damlıyordu sol ciğerimden.Tek kişilik karanlık bir hücre; sırayla gelip gidenler,demir kapıda yankılanan tehditler,falakalar,devamında göğüs kafesimin üstünde kırılan ıslak sopalar ve ayrılıyordu et tırnaktan...Can gitmişti oysa iki can birden,sadece düşünce özgürlüğü yüzünden; çok muydu sanki et tırnağa veda etmiş,kan tabanlarıma siper çekmiş? Kim durdurabilirdi ki bu acıyla daha da büyüyen,filizlenip tomurcuk açan düşüncelerimi? Bir damla su dediğimde yüzüme tükürenler kendi kanlarında boğulurken girecek toprak bulamadılar memleketin koynunda ve ne mezarları oldu ne de ziyaretçileri.Tarihin karanlık yüzüydü işkencede can verenler,bense ufak bir ışık o bedenlere...
Son nefesimiz birleşiyordu düşüncelerimizde,son nefes kadar sıcak bir o kadar hazin kazınıyordu beyinlere.Ve sen yeni nesil; soluduğun havanın kıymetini bil,çünkü bizim son nefeslerimizi çekiyorsun ciğerlerine...
| 247 |
Bu Kan, Gözyaşı niye...
BU KAN, GÖZYAŞI NİYE…Her habere baktığımızda içimiz kan ağlar,
Müslüman ülkelerdeki bu kan,gözyaşı niye.
Sıkıntıdan gözlerden yaş damlar,ağlar.
Gözyaşlarımız bu yangını söndürsün diye.Her gün boş yere Müslüman kanı akmakta.
ABD,Avrupa,Asya bu kana sessizce bakmakta.
Her gece Müslümanlar gözyaşı ile yatmakta.
Müslüman ülkelerdeki bu kan, gözyaşı niye…Haberlerin manşetinde savaş, gözyaşı var.
Savaşı başlatanların olaya sessiz bakışı var.
Savaştaki Müslümanların yürek yakışı var.
Müslüman ülkelerdeki bu kan, gözyaşı niye…Savaşlarda kadınlar,çocuklar çok zarar görür.
Aynı ülkede yaşayanlar niçin birbirini öldürür?
Hak için bağımsızlık için davasını sürdürür.
Müslüman ülkelerdeki bu kan, gözyaşı niye…Bosna,Irak,Filistin,Afganistan,Suriye,Mısır…
Müslümanların içine girerek aldılar sır.
Bu yüzden kan,gözyaşı eksik olmadı her asır.
Müslüman ülkelerdeki bu kan, gözyaşı niye…Artık birlik olun; bu kan, bu gözyaşı dursun.
Zalime akan kaynaklar bir bir kurusun.
Bizleri savaşa sürükleyenler kudursun.
Müslüman ülkelerdeki bu kan son bulsun… Hasan Kaya
Eğitimci-Şair-Yazar
| 137 |
19 Mayıs 1919 Samsun'a
Karanlık çökmüşken vatan üstüne,
Batmayan bir güneş doğdu Samsun'dan.
O,sabah kükredi bu ulus yine,
Batmayan bir güneş doğdu Samsun'dan.Hiç bir düşman emeline ermedi,
Yüce Atam buna izin vermedi,
Bu topraklar böyle tarih görmedi,
Batmayan bir güneş doğdu Samsun'danAziz Atam; her ilkene sığındık,
Bugün değil,seni her zaman andık.
On dokuz mayısa böyle inandık
Batmayan bir güneş doğdu Samsun'dan.Türk gençliği vatan için gelecek
On dokuz mayıslar hiç bitmeyecek
O gün doğan güneş hiç batmayacak
Batmayan bir güneş doğdu Samsun'dan.Cihana yayılan asil ünündür,
Türk'ün özgürlüğü gerçek şanındır,
Atam! ...bu gün senin doğum günündür
Batmayan bir güneş doğdu Samsun'dan.Mahmut Çelikgün'üm; bu günü kutlar,
Samsun'da yeşerdi, solmaz umutlar,
Dolaşsın dert değil,kara bulutlar.
Batmayan bir güneş doğdu Samsun'dan.
| 116 |
Haram
haram olanı biriktirip
kendine endişe oluşturma
ya mallarını geri almaya gelirler
ya paslanır ya kurtlar yer yada hırsızlar çalar
ve hepsi tükenir gider sana sadece ateşi kalır
| 28 |
Karanlık çökerken bu kent'e
Karanlık çökerken bu kent’eTüm hayat yıkılır üstümeBitmesin isterim çığlıklarBitmesin kargaşaKendim olmamalıyım bu kentteYalnız kalmamalıyımKaranlık çökerken bu kent’eDüşlerim yıkılır üstümeHayal etmemeliyimNe yalnızlığıNe seniKaranlık çökerken bu kent’eHer şey belirsizleşirSeçemem yüzünü hüznünMutluluğu tanıyamamKaranlık çökerken bu kent’eSensizlik devrilir üstümeNe açlık acı verirNe susuzlukAh sensizlikAh sensizlikKaranlık çökerken bu kent’eTüm dünya kaybolur içimde
| 51 |
Millî Eğitim Vakfı Şiiri 3
Gel sen vakfa yardım et!
Yoksullar eğitilsin,
Gelirini bağışla,
Sevabını Rab versin…Vakıf ki sayesinde,
Tesisler açılmakta,
Her ne eksik var ise,
Alınıp konulmakta…Eğitim geliştirsin,
Eksiksiz bir şekilde,
Vatan millet sevgimiz,
Bütünleşsin kalplerde…(2012)
| 37 |
Güzel Mevsimler
Sonbaharda açılır okullar,
Kapanır yapraklarla yollar.
Büyüler eşsiz güzelliği,
Sonbahar gelince,gelinceKış ile karla kaplanır yollar,ağaçlar
Figanlı,firkatli öter turnalar.
Sobalarda yanar odunlar,
Kış gelince,gelinceKış bitti geldi ilkbahar,
Çoluk çocuk top oynar.
Bülbüller şakılar,
Bahar gelince,gelinceYaz gelir coşar hayvanlar,
İnsanlar yüzer,oynar.
Tatil olur kapanır okullar,
Yaz gelince,gelince
| 47 |
Gurbet ellerin
Yıllar var ki düştüm gurbet ellere
Çekilmez çilesi gurbet ellerin
El içinde destan oldum dillere
Sarılmaz yarası gurbet ellerinDüştüm gurbet ele köyüm özledim
Sızım arttı yaralarım gizledim
Gidim diye yolların çok gözledim
Gelir mi sırası gurbet ellerinSırası gelenler çekilip gitti
Viran oldu köyüm baykuşlar öttü
Ayrılık hasreti canıma yetti
Bataydı parası gurbet ellerinDer Mizani'm hasret kaldım ağlarım
Dertle doldum karaları bağlarım
Ölen ölmüş selam olsun sağlarım
Yürekte karası gurbet ellerin
| 72 |
Mevsimi geldi...
Mevsimi geldi...
Ben ve senin gölgen yürüyoruz Beyoğlu'nun uluorta siyahlığında. Nice aşklar, sarhoşlar; nice hayatlar geçiyor aramızdan, duymuyoruz. Suskunluklar dolduruyor yine, aramızdaki boşlukları.
Azıcık yanına sokulup, dudaklarınla son kez sarhoş olmak istiyorum, sen susuyorsun... Ben ince ince kırılıyorum; cam kırıkları doluyor göğüslerime. Senin gözlerinse hep benden ötede, ufku arar gibi.
Geçtiğimiz yollarda, "kuş ölümlerinin" arttığı söylentisi dolaşıyor etrafta. Beyoğlu'nda herkes bize şüpheyle bakıyor. Sen ise en katı halinle adımlıyorsun yolları, varlığımı mümkün olduğunca azaltarak. İşte, öylece ekledin beni "çemberin dışında kalması gerekenler" listesine. Olsun be sevgili, bir noktadan sonsuz doğru geçer!
Bir sokak lambası gafil avlıyor bizi... Saklanacak siyahlık arıyorsun, fakat bilmiyor musun, Beyoğlu herkesi adil yargılar! Tane tane oluyorsun karşımda. Maskelerin iniyor bir bir. Kanatlarındaki ve sırtındaki yaralar görünüyor. Düşüyorsun, dizlerin kanıyor. Ağladı ağlayacak ifadenle oturuyorsun öylece. Üzgünüm, acıyacak yürek bırakmadın bende sevgili. Artık, ellerim seni sevmiyor.
Kilisede mum yakıyorum; bir yarada benden olsun diyorum. Korkma sevgili, avutacak birini bulursun, pek tabi...
Sokak lambasının altında, tiryaki kıvraklığıyla bir sigara yakıyorum. Derin bir nefes alıp, dumanını sana doğru üflüyorum. Oldukça yavaş, anın tadını çıkarmaya çalışarak, elimi silahıma götürüyorum.
(Doldurulamayacak kadar büyük bir)
Sessizlik.
Mevsimi geldi. Mevsimi geldi seni öldürmenin.
Vuruyorum seni.
İpince kan süzülüyor iki kaşının tam ortasından.
Yazık! Oysa ben yüreğine nişan almıştım.
-yürek yama tutmaz sevgili!-
Aşk olsun... (Asıl olan) Aşk olsun!
.....
Gemiler kalkıyor... Hayret ömrümde ilk defa beni deniz tutmuyor.
| 226 |
Sitem
ENGELLİNİN SİTEMİSİTEM
Yollar dar veya geniş,umurumda mı sanki?
Siz bana düzgün mü onu söyleyin önce.
Kaldırımlar nasılda dağ gibi geliyor gözüme,
Hava sıcak olmuş,soğukmuş bana ne?
Çok kilo aldım diye spora başlamış.
Neyi anlatıyorsa bütün bunlarla bana
Yağmurlu ılık havada yürüyüşe çıkmış
No o nispet mi yapıyorsunuz bana
Kızmayın sözlerime,aldırmayın
Kıskançlık damarım tuttu yine
Sizin gibi yürüyemem ki ben
Ayaklarım tutmuyor
Kırgınlığım ne size ne hayata
Sitem benim ki sadece kendi kendime
Engelime ve engellilerin önündeki engellilere 3 Mart 2005 Saat 00.001. Koersel-Beringen
Emine ÇELİK
| 86 |
Pervaz
Pervazda kahve ile yağmuru izlemekten vazgeçip,
Toprağın üzerinde,beni okşamasına izin verdiğimde daha iyi kavradım yalnızlığı.
Yalnızlık; dört duvara kapanıp pencereden dünyayı ‘’zapping’’lemek değildi,
O an kalabalığın kaçtığı sokaklarda suyu ‘’arabirim’’ yaparak kendinle alışverişti yalnızlık.Yeterince kelebek ömürlüğüyle temizlendikten sonra,
Aynı sucukların bulunduğu mekanlara girebilmekti yalnızlık.
Ve kapıdan girene dikilen bakışlara aldırmaksızın,
Buruşuk,ıslak gazeteni okuyabilmekti yalnızlık.
| 55 |
Sevgili
sevgi - iki kelime değildir sevdam seni seviyorum
sevgi - yürektedir,yürekte
sevgi - sabır ister,sadakat ister
sevgi - güven ister sahiplenme ister
sevgi - yeri geldiğinde sevdiğini insan gibi sevmek ister
sevgi - her şeyden,herkesten vazgeçebilmektir sevdam
sevgi - fedakârlık ister almasını biliyorsan
sevgi - sevdiğine fedakârlığı vermesinide bileceksin
sevgi - sevgi iki satır yazı,iki’cümle sözle olmuyor,
,,,,,,,, - bunu göstermesini bileceksin o zaman,,,,,,,, - Asi Yüreklim..!
sevgi - emek ister,sevmek yürek ister,
,,,,,,,, - Sevdam o yürek sende varmı?
sevgi - sevdiğinin yanında olamıyorsan,
,,,,,,,, - ona değer veremiyorsan o sevgi,segi değildir
sevgi - seviyorum deme boşuna
,,,,,,,, - sözle sevgi olmaz bu sevgi değildir Asimm
sevgi - ben seversem yürekten severim
,,,,,,,, - Seninde sevgin yürekten olsun
sevgi - yanlışı asla af/etmem bunu bilesin.
,,,,,,,, - bir kalemde silerim demek değildir sevmek
sevgi - benim sevgim ne sözdedir ne iki kelimede
sevgi - Benim sevgim yürektendir yürekten,,,,,,,, - Asi Yüreklim bunu unutma
sevgi - sevgiye değer vermezsen
,,,,,,,, - sevildiğinin kıymetini bilmezsen,o sevgi ölür
sevgi - otur hatayı kendinde ara
,,,,,,,, - o zaman bu yaralı yüreğimde ara seni
sevgi - sevmek yürek ister,sevmek emek ister
,,,,,,,, - bu Asi Maral’da mangal gibi yürek var
,,,,,,,, - Asi Yüreklim o yürek sendede varmı?
,,,,,,,, - söyle hayal gözlüm susma sevdam?
,,,,,,,, - Asi Maral seni çok seviyor bi-tanem
| 221 |
Yalan Dünya
Zalimlere çanak tuttun,
Garipleriyse unuttun,
Döne döne hep avuttun,
Yalan dünya, yalan dünyaBizden önce kaç bin nesil,
Kazdım kazdım çıkar fosil,
Zahirisin gerçek değil,
Yalan dünya, yalan dünya.Bazen gündüz, bazen gece,
Bilmiyorlar hâlin nice,
Çözülmeyen tek bilmece,
Yalan dünya, yalan dünya.Herkes bakar lâkin görmez,
Sırlarına akıl ermez,
Aldığını geri vermez,
Yalan dünya yalan dünya Söylenecek çok sözüm var,
Herkes fani ne lüzum var…
Sanma sende hep gözüm var,
Yalan dünya, yalan dünyaErman der ki; artık yetti,
Çektirdiğin eziyetti,
Al gayri şu emaneti,
Yalan dünya, yalan dünya19.01.2014
Erman Ulusoy/ KIRKLARELİ
| 91 |
Fatma Nine - 4 / derleme
Fatma Nine'nin mektubu: İlkevelâ (ilk önce) hepinize selâm ederim. Ben kim miyin? Mudurnu’lu Fatma Nineniz. Rahmetli Özay Gönlüm’ün ninesinden geri mi galacam? Bi mekdup da ben yazım dedim. Aslında gelecedim oraya, gelemedim. Nuçun(niçin) decek(diyecek) olusanız, parasızlığın gözü kör osun. Nipbatsınız(ne yapıyorsunuz) uşak (çocuklar) , iyi misiniz? Beni sorasanız, amcanıznan(eşimle) yuvallanıp gidiyoz işte. Amcanız(eşim) da eeece(iyice) ettiyalladı(ihtiyarladı) atık (artık) .Oturup gâkabildiği (kalkabildiği) yok. Kendi ettiyallığını gömeyo da, bem(benim) yaşımnan olagalıyo(uğraşıyor) . Geçen gün bana “İkimiz de ettiyalladık” deyo. Kendi ettiyar da, bi de beni neye gatıyo(katıyor) ? Uysa(oysa) ben amcanızdan on yaş hırayım(küçüğüm) . Seksenimde de’lin(değilim) , doksanımda de’lin. Yetmiş yaşıma basalı ta beş-altı sene odu. Ettiyar olacak yaşda mıyın ben? Amcanız doksanına merdemen(merdiven) dayadı. Ne a’zında diş gadı, ne başında saç gadı. Kendini gömeyo da beni ettiyar yapıyo. Bi de bana gozurdeyo (kuruluyor,dikleniyor) ettiyar halinnen. Sağlığınız nasıl, iyi mi? Beni soracak olusanız, pek hastayın. Bacaklam sızleyo goyur goyur. İlâç felan kâr etmez odu. Emme, amcanıza bakmakdan kendime bakameyon ku! Gadın gısmının gaderi bu. Onaltı yaşımdan beri amcanıza hızmat (hizmet) ediyon. Bi bardak suyu kendi alıp içmez, ille ben verecen. Gadınsak esir de’liz ye. Çocuk yaşda, onaltı yaşımda everdile beni. Sanki goca gıtlığı varıdı. Bulunmaz Bursa gumaşı mı bu goca (koca) dediğin? Acık ta(az daha) evermeyelerdi noludu? Akranlarım bebek oyneyodo evlendiğimde.Çocukluğuma doyamadım.Hiç omadı yirmi yaşıma bayrı (bari) gireydim. Evde mi galacadım? O vakıtkı (zamanki) gözelliğimnen kim osaydı alırdı beni. Emme beni dinnemedile. Çocuk yaşımda everdile. Undan sona da “gader” deyolla. Böne gader mi olu? Öteki dünyada anamınan bubamın yakasından yapışacan alimallah.” Beni neye çocuk yaşda everdiniz? Hiç acımadınız mı? ” deye soracan. Bakam ne cuvap(cevap) verecekle.
Amcanızdan pek bıkdım. Mahna bulman(ayıplamayın) uşak(çocuklar) ! Her gün hasta, her gün hasta. İsan (insan) sabır daşı osa, gene çatla. Bıkıvedim atık (artık) . İsan bi gün de “iyiyin” der de mi? Narasın (ne gezer) . Hiç yüzü gülmez. Eşir durur aşşama gada. Unda da (onda da) tansiyon va, şeker va. Şinci bu hastalıkla moda ye(ya) ! Boğazını dutup periz de etmeyo. Dingil gibi yiyo. Undan sona şeker de fılleyo(fırlıyor) , tansiyon da. Hastaneden beri gediği yok. Çekirdek yir gibi hap yuduyo. Periz etmedikten sona isdediğin gada hap yut, ne faydası olu? Bi de bu halinnen ciğara içiyo. Birini söyündürüyo, ötekini yakıyo. Hem de filitresine gada içiyo. Töbosun, bi gün bıyıkları dutuşacak. Geçen gün ciğara elindeyken uyuyagamış. Evi yakacak deye gorkuyon. Pavlika bacası gibi duman çıkatdırıyo. A’zından(ağzından) hiç duman esik(eksik) değil. Bi de ciğara zarallı delle. Zarallı olaydı şinciye gada(şimdiye kadar) amcanızı çokdan öldürürdü Allah gorusun. Emme, bana dua etsin. Çok iyi bakıyom amcanıza. Yosa(yoksa) şinciye gada(kadar) öteki dünyayı boyladıydı. Allah gene de amcanızı başımdan esik etmesin. Gadın başıma niparım ben? Gaşık sapı isde, ediverin, atma malak isde, ediverin. Siz bunları bilmezsiniz. Mudurnu’nun meşhuuuur yimekleri. Etli patadiz der, bişiriverin. Eti pek alameyoz ye! .... Lak deyince ekmek, lık deyince su. Çerkez gelini gibi ayağında dönüyon. Sanki Amerikan Başkanı mübarek. Bi dediğini iki etmeyon... Ciğarayı bi bırakdıramadım gı(ayol) . “Bırak şu ciğarayı, “ deyon; “Garı lafınnan ciğarayı mı bırakacan? ” deyo bana. Ne hali varısa gösün. Garışmeyon atık. Ciğara içmekden damalları gurum bağlamış zoba(soba) borusu gibi omuş. Zoba borusu dolunca gene bi silkelesin. Emme(ama) dıkanan damallara yapacak bi şe yok ku. Damalla dıkandı - dıkanacak. Dokdur öne dedi. Aynı böne(böyle) demedi de, buna benze bi şeyle dedi. Gafayı çalışdıran anna(anlar) . Kendi de bilip duru da, bilmezden geliyo. Öteki dünyayı boylayınca görür gününü. Bitirin(bitireyim) mektubu atık(artık) Ocağa yemek vuracan(yemek koyacağım) . daha.Bişirecek bi şey de yok evde.Onbeş milyonla bazara gittim.Ne alınır u gadacık paraynan? Gene guru fasülye bişirin bayrı (bari) ...... Hepinizi Mudurnu'ya beklerin.Misefirim olun.Hepinizi ağılların (misafir ederim) .Biz de bi atasözü va; 'Misefir ev sahibinin kuzusudur; nereye bağlasan, urda durur,' deye (diye) .......Ben de sizi oturtacak bi yer, yidirecek bi yemek bulurun.Başımın üstünde yeriniz va......Şincilik hoşcagalın.Sona gene yazarın. Çileli Fatma Nineniz
| 632 |
Benim misin?
Deniz mavi, gözlerin de mavi,
Renkler mavi, düşler mavi,
Söyle sen deniz misin? Elma kırmızı, kiraz kırmızı,
Güller açar, onlar da kırmızı,
Söyle, sen gül müsün? Kar beyaz, inci beyaz,
Üzerindeki gelinlik beyaz,
Söyle, sen benim misin? 26 Temmuz 1996 Cuma
| 43 |
Kaybolmak
Yanlızlığımın ham lezzeti
Daha evvel hiç oturmamıştı bu kadar boğazımaNefret edercesine kendimden
Yanlızlığıma küsmek istedim artıkSığınacağım limanı henüz bulmadan
Herhalde yaratılmış bu sonsuz zamanın
Herhangi bir yereindeKaybetmek istiyordum kendimi
| 30 |
Aşkımın Büyüsü
BU AŞK DEĞİL AŞK TAN YÜCE BİR TUTKU RABBİM BÖYLE YARATMIŞ BÖYLE VAR ETMİŞ BENİ
KABULÜM SENDEN GELEN HER TÜRLÜ ACIYA
KABULÜM GÜLMEMEK ŞARTIYLA MAHŞERE KADAR KABUL EDİYO....................
| 30 |
Salmanuşağı İlkokulu
4 Kilometre uzaklıktan gelerek
2.5 yıl Akbez’de ilkokulu okudum
Köye okul yapılınca elveda dedim
Düziçi İlk Öğretmen Okulunu bitirerek
Bu okuluma öğretmen olarak atandımSalmanuşağı Akbez’in Mahallesi
Akbez o zamanın en merkezi yeri
Bütün çevrenin bir okulu burasıydı
Çevreye çok güzel hizmetler sunardıKarakolu çarşısı dükkânları boldu
Bütün ihtiyaçlar buradan karşılanırdı
Eğitim öğretimi yüksek seviyeliydi
Ülkeye okuyan memur amir yolladıBabam bana destek verdi oku dedi
Eğitim Enstitüsü sınavına girmiştim
Başarılı oldum istifa ederek ayrıldım
Kaldığımız yerden devam eyledimİlkokul öğretmenliğine elveda eyledim
Yeniden öğrenciliğe başladım
Kendi okulunda çalışmak hülyamdı
Hülyalarım gerçekleşti ama kısa sürdüAkbez en büyük merkez o isimle anılır
Anayoldan dolayı Yolçatı merkez oldu
Akbez taşındı eski bir yerleşim yeri oldu
Sonra Belediye olarak hizmete sunulduKısa sürede çok güzel hizmetler yapıldı
Akbez’in birikiminden herkes faydalandı
İlkokul görevimiz burada nihayet buldu
Hoş sedalar son elvedalar bizlerin buldu 14.03. 2015
Kahramanmaraş
| 139 |
A B Denemeleri BENİ İSRAİL’İN SONU
BENİ İSRAİL’İN SONU 1İsrail Yakup (a.s.) ın adı. Onu lanetlemek yanlış olur. Bu kavmin suçlarına onu ortak etmek yanlış olacaktır. O halde bu azgın kavme Beni İsrail yani İsrail oğulları demek uygun düşer. Aslında bu kavmin tümü de suçludur demek yanlış olur. Has adıyla Yahudilik Siyonizm’den farklıdır. Siyonizm’e karşı Yahudilerin bu cinayetlerde suç ortaklığı yoktur. Onlar da en az bizim kadar suçsuzdurlar ve bu cinayetlere karşı en ufak bir fırsatta tepkilerini bizim kadar ortaya koymaktadır.
Beni İsrail son sürat sonunu hazırlamaktadır. Bu lanetlenmiş kavim kendisine iyilik yapan, onu Firavunun zulmünden kurtaran Musa’ya bile nankörlük etmiş, en ufak bir fırsatta ona ihanet etmiştir. Nil nehrinden mucize geçişlerini unutmuş, Allah’ın gökyüzünden indirdiği helva ve bıldırcın etinden şikayet etmiş, mercimek ve nohut istemişlerdir. Firavunun bin bir eziyet içinde, binlercesi hiç uğruna ölür, işkence altında yaşıyorlardı. Kıptilerin aşağılama ve eziyetlerine her an muhatap olmaktalardı.
Onlar buna rağmen eski hayatlarına dönmek istiyorlar, tek tanrıya inançtan sonra put tapıcılığa dönüyorlardı. Kurtarıcısına ihanet ve isyan edecek, en ufak bir zorlukta sen ve Allah’ın gidin ve halledin demekteydiler. Firavunun zulmü altındayken bile ‘bizi nereye götüreceksin’ diyorlardı.
O zaman kendilerine Allah ve peygamberleri Kudüs’ü vatan olarak va’d etmekteydiler. Bu va’d edilen vatanda bulunan putperest topluluk Amalika kavmiyle savaşmaları emr edilmişti. Ama onlar buna karşı çıkmışlardı. ‘Sen ve Allah’ın gidip savaşın. Biz seninle gelmeyeceğiz. Gidin onları oradan çıkarın biz savaşmak istemiyoruz’ demişlerdi.
Beni İsrail’in yaptıkları bundan da ibaret değildi. Ondan sonra kendilerine gösterilen bir sürü mucizeyi inkar ettiler. Musa (as) dan dan sonra da kendilerine gönderilen peygamberleri de zora soktular. Çoğuna inanmadılar, bir kısmına iftira ettiler, bazılarını öldürdüler, hatta öldürdükleri peygamberin başıyla top oynadılar.
Hahamlarını Tanrı edindiler, dinlerini az bir menfaat karşılığı sattılar. Zulmü hayat tarzı haline getirdiler. Kendilerine iyilik yapan herkese kötülük yaptılar. Kendilerini korumaları için öğretilen büyüyü başkalarına kötülük etmek amacıyla kullandılar. Faizi helal saydılar. Tefecilik alabildiğine arttı. Zayıfları ezdikçe ezdiler. İdarecilerinin zulmüne ortak oldular. Babil’de karışıklık çıkaran onlardı. Lanetlendiler. Dünyanın her tarafına sürgün edildiler. Babil hükümdarı onları bulduğu yerde öldürüyordu. İsa as ve bağlılarına dünyayı dar ettiler. Onların putperest hükümdarlar tarafından çarmıha gerilmemek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Kendi kitaplarını tahrif ettikleri gibi İncil’i de tahrif ettiler. Tevrat’a sapık ideolojilerini onaylattıran Talmud adlı bir yorum kitabına bağlandılar.
İslam’da ilk fitneyi onlar çıkardılar. İslam’a inanmadan inanmış gibi göründüler. Nifak tohumlarını saçtılar. Abdullah İbn-i Sebe; Müslüman görünen münafık Yahudi. Hz. Osman’ın şehadetinde başrolü oynadı. Sonra Hz. Ali döneminde karışıklarda en önemli etken oldu.
Yıllar geçti. Siyonizm’in önderliğinde vatan edinmek istediler. Bu vatanın sınırlarını Nil’den Fırat’a olarak belirlediler. Ve bunun için ellerinden geleni yaptılar. Dünya sermaye kaynaklarını ve medyayı ele geçidiler. Büyün güçlü devlet yapılarına sızdılar. Birçoğunun felaketini hazırladılar, tarih sahnesinden çıkmasına yol açtılar. İşte olanlar ondan sonra oldu. En son Osmanlı devletinin sonunu hazırladılar. Parça parça ettiler koca imparatorluğu.
| 457 |
Aşkı Sanat Ve Acıyla Çiğneyen Özel Bir Kadın; Frida Kahlo
Küpeşteye ayaklarımı dayayıp heyecanlı çırpınışlarıyla vapura eşlik eden kuşlara Beaudelaire mısralarının sırrını anlatıyordum; “Ama bir an hazzın sonsuzluğunu bulmuş olan için, lanetlenmenin sonsuzluğunun ne önemi vardır ki! ” Tekinsiz cesaretiyle sarsan bu sorunun modern yaşamdaki cılız karşılığını düşündüm. O hazzın sarhoşluğuyla kendisini unutup sanatla, teninin altında kıymık gibi son âna kadar yaşatabildiği inançlı bir aşkla, bazen acının çaresizliğiyle hayatı kutsayanların direnişi gerçekten kaç kişiyi derinden etkiliyordu? Kış güneşinin ılık rehavetiyle düşüncelerini denize salmış insanlara baktım bir süre. Hayat olanca sıradanlığıyla akıp gidiyordu işte... Solgun yüzleriyle gazetenin kirli sayfalarına öylece bakakalanlar, müzik dinlerken bildiğimiz dünyadan kaçanlar, gözlerini sıkıca yumup vapurun kunt gövdesine çarpan dalgaların ritmiyle hayallere dalanlar... Ve ‘lanetlenmenin sonsuzluğunda’ yarattıklarıyla, trajik hayatıyla ebedileşen özel bir kadının hikâyesiyle nerede yaşadığını kısa bir süre için unutan ben. Arada kucağımdaki kitabı kapatıp onun resme, yazıya, sevmeye tablolarında göstermeyi sevdiği kanıyla tutunduğu halde cehennemine nasıl tahammül edebildiğini kavramaya çalışıyordum.Frida’nın acı, yaratma ve haz labirentinde parçalanıp dağılmış olan hikâyesini yüzlerce belgeye ve mektuba dayanarak yazan Rauda Jamis, onun kendisine sadık kalmayan adamlara her koşulda sahip çıktığını söylüyor. O sevdiği erkeklerin zekâsından, kendisine hissettirdikleri ‘özel ve çekici kadın’ muamelesinden hoşlanıyor ve sonuna kadar bunun tadını çıkarıyordu anlaşılan. Erkeklere kendisini aldatacaklarsa bunun ‘yataktan’ öteye gitmemesini, bu durumda da arzulanan kadını ‘sevmekten’ özellikle kaçınmalarını istiyormuş. Gerçekten bunu talep edecek kadar kaygısız mıydı Frida? Hayır, ilk anladığınız manada değil. Jamis’in biraz saf tesbiti beni biraz gülümsetti doğrusu. Her koşulda sanatına, bağımsızlığına, özgün duruşuna sahip çıkan, yaşadığı sürece eksikliğinin yerine sabrını, çekiciliğini yeteneğini koyan Frida, çok arzu edilmediği halde sevilebilen kadınların daha ‘tehlikeli’ olduğunu bilmiyor olabilir mi? Bu onun reddedebileceği basit bir gerçek değildi. Belki kendisinden bir başkası için vazgeçilmesi fikrine tahammül edemediği için rahat kadın taklidi yapıyordu. Ya da ‘öteki kadın’ olma ihtimalinin kibri onu çok sıkıştırıyordu, kim bilir? Uçamayan bir kuş...Vapurdan inip Noel ve yılbaşı için süslenmiş ışıltı caddelerin kalabalığına karıştığımda kendini uçmak isteyip uçamayan bir kuşa benzeten Frida gibi biraz eksik, epey sakat hissediyordum. Hastalığını, fiziksel acılarını, tutsak olduğu yalnızlığını kaderinden ayıramayan sağlam bir karakterin hikâyesiyle, içimi kamaştıran tarifsiz sıkıntılar birbirine karışmıştı sanırım. Kadim şehrin dar sokaklarında daha evvel hiç görmediğim kiliseleri ziyaret ettim. Mum ışıklarının kızıl alevleriyle gölgelenen salonlarda, kadınların sekerek yürüdüğü tenha avlularda, dallarda kuruyan yabani incirler gibi parçalanan mor gök kubbenin altında gizlice dua ederken Frida’nın söylediği o çarpıcı cümleyi hatırladım: “Gerçek güçlülük güçsüzlük maskesi taşır.”Aynasındaki yansımada ona gerçeğin hırpaladığından daha sert görünen Frida’yla tanışmaya giderken “Onlardan uçak istersiniz, size hasır kanat verirler” ismini verdiği tablosunu hayal ediyordum. O sergide yoktu, biliyordum ama çocukluğunu hatırlayarak yaptığı resimde tarif ettiği gibi yüzündeki hayal kırıklığıyla, sırtından iplerle göğe bağlı kanatlarıyla, yere çakılmış kırık bedeniyle, teslim olmayan inatçı ruhuyla beni bekliyordu sanki. İçine doğduğu, mezara ve sonradan müzeye dönüşecek düşsel bir maviye boyanmış evdeki yatağın tavanına kendini resmedebilmesi için asılan aynaya bakmıyordu hep anlatıldığı gibi. Benim Fridam, kimselere göstermek istemediği hakiki ıstırabının, sakatlığının esaretinden kurtulmuştu. Acıyla hantallaşan koca bir dünyayı ufak resimlerle minyatürleştirebilmenin huzuruyla onda iz bırakan hatıraların, şehirlerin, insanların, resimlerin, kitapların, günlüklerin üzerinde mavi kanatlarıyla uçuyordu. Neredeyse yüz yıl evvel yine ılık bir aralık günü, o korkunç kazadan sonra defterine “Başıma gelen en iyi şey, acı çekmeye başlamam sanırım” yazmıştı. Artık ne çocukken hayal ettiği kanatları vardı, ne de onu yürütebilecek ayakları. 19 yaşında sevgilisine kaza ânını yazarken seçtiği cümleler zihnimde yankılanıyordu: “İnsanın çarpışmanın farkına vardığı, ağladığı doğru değil. Gözümden tek damla yaş akmadı ve demir çubuk, kılıcın boğayı delmesi gibi beni delip geçti.”İnsan hem kendisidir, hem de bir başkasıdır...Frida Kahlo, geçtiğimiz yüzyılda suretini resmederek yalnızlığına, acılarına sanatıyla teselli arayan tek örnek, bildiğim kadarıyla. Yazıyla, resimle kendine yabancılaşmayı idrak edebilmesi onu çağdaşlarından farklı kılıyor bence. ‘Feminist, sosyalist kadın sanatçı’ şöhretiyle, ilişkileriyle onu popüler kültür ikonu haline getiren yaklaşım çok ilgimi çekmiyor doğrusu. Dönemin siyasi hareketleri ve onların ideolojik duruşu da önemli kuşkusuz ama ben insanın vahşi, karanlık, çaresiz yanını hiç kimselerinkine benzemeyen üslup ve yetenekle ‘Fridaca’ ifade etme ısrarını daha kıymetli buluyorum. Gençken defterlerinde gündelik hayatından sahneleri, hayallerini, dileklerini resmetmeye tutkun bir kadının berbat bir kaza sonucu hakikatini keşfetmesi sadece talihle açıklanamaz bence. O, aylarca çakıldığı yatağında Proust okurken insan için anahtar olan yüzün ‘vahiy’ olduğuna inanıyor ve ilk kez kendisini o anda resmetmeye karar veriyor. İlk tablosunu yaptığı sırada insanın kendisini büsbütün tanımasının imkânsız olduğunu anlatmış: “İnsan hem kendisidir, hem de bir başkasıdır, kendimizi tepeden tırnağa bildiğimizi sanırız, sonra birden bakarız ki, kılıfımız sıyrılıyor, içini doldurandan tamamen yabancı bir hale geliyor. Tam kendinde bakmaktan bıktığını sandığı bir anda, insan karşısındaki görüntünün kendisi olmadığını görür.” Bir hayatı sürprizli kılan daha ziyade bu sihirli kopuş sanırım.‘Ben önemli bir ressamım’Sergideki otoportrelerini merakla izlerken onun bu cümlelerle anlatmak istediğini hissettim. Mektup gönderir gibi dostlarına hediye ettiği tablolarıyla, “asla yazılamayacak kadar güzel olan hikâyem” dediği hayatıyla, kesilmiş bacağını, bedeninin yavaş yavaş çürümesini gösteren desenlerle, yakarışlarıyla, ‘Dev Adam’ Diego’ya olan yakıcı tutkusuyla bambaşka bir kadın gibi tebessüm ediyordu bana.Diego da sanat dünyasındaki ilişkileriyle, siyasi tercihleriyle, kadınlara olan düşkünlüğüyle, devasa duvar resimleriyle haklı bir şöhrete sahip yetenekli bir ressam ama itiraf etmeliyim ki çok kapsamlı olmayan bu sergide bile Frida’nın gölgesinde kalıyor. Hayatının sonlarına doğru Frida bunu onaylarcasına sözcüklerini hiç sakınmadan konuşmuş: “Geriye dönüp baktığımda önemli bir ressam olduğum kanaatine varıyorum. Elli santimetrekarelik resimler çerçevesinde daha güçlüyüm, evet, Diego’nun yirmi beş metrekarelik duvar resimlerinde olduğundan daha güçlü olduğumu söyleme cüretini gösteriyorum.” Diego ise o cüreti gösteren ‘küçük kadını’ için sıkı ve net bir konuşma yapmıştı. “Resmi yoğunluğu ve derinliğindeki içerikle, duvar resimlerimizin büyük yüzeylerine yayılmasa da, Frida Kahlo Meksikalı ressamların en büyüğüdür.. Çağımızın en iyi ve en büyük plastik belgelerinden ve gerçek insani belgelerinden biridir. Geleceğin dünyası için sahip olduğu değeri ölçmek mümkün değildir. Frida olağanüstü güzel bir kadındır, genel geçer bir güzellik değildir onunki, tıpkı ürettiği gibi müstesna ve karakterlidir...” Frida’nın bir ressam olarak Diego’ya hiçbir şey borçlu olmadığını, onun üzerinde ahlaksal ve sanatsal olarak güçlü bir otoritesi olduğunu söyleyenler haklı korkarım.Aşk mıydı onların ki? Sergiden çıkıp sokaklarda aheste, dalgın yürürken Diego’nun Frida’yı çıplak resmettiği desenler dolaşıyordu zihnimde. Erkeklerin içe dönük kadınsı izler taşıdığını, kadınların da bazen erkeksi özelliklerle daha çıplak görünür olduğunu doğrularcasına birbirlerini hırpalayan, çok seven bu iki çekici, tutkulu, yaratıcı, insanın birbirlerini nasıl tamamladıklarını düşündüm bir süre. Cevabı Jamis’in kitabında buldum: “Diego daha çok dışa, toplumsal olana açıktı, bense iç mahremiyetime dönüktüm. Aynı türden bu yakınlığın, bu konudaki eleştiri duygumuzun hayatımdaki en güzel şeylerden biri olduğunu düşünüyorum. İlişkimizin en güzel taraflarından biri buydu.” Jamis’in sorusunu ben de yol boyunca tekrar ettim; “Aşk mıydı onların ki? ” Istıraplarıyla, özlemleriyle, arzuladıklarıyla, cazibeleriyle belki aşktan bile daha mucizevî, daha çelişkili bir geçmişe ve sonsuz bir geleceğe sahip oldular. Belli ki birbirlerini içlerinden, çok içlerinden sevmişler.Frida, Diego’ya yazıp göndermediği mektupta sayıklıyor “Bedenim, gecenin ortasında senin gölgeni görememekten dolayı acıdan çıldırıyor. Bedenim gece uyumak ve karanlıkta senin öpüşünle uyanmak istiyor. Gecelerim haykırıyor ve yelkenlerini yırtıyor, gecelerim kendi sessizliğine çarpıyor ama senin bedenine ulaşamıyor. Eksikliğini öylesine hissediyorum ki! Hele sözcüklerinin, hele renginin eksikliğini. Birazdan gün doğacak.”Onların vedalaşmalarını anlatan Jamis, “Frida’nın bedeni yakıldı. Diego cebinden bir not defteri çıkardı ve orada başı eğik, ağlayarak, bu son anları; ‘Alevler arasında giden Frida’yı kâğıda geçirdi’” diye yazmış. Son satırları okuyunca Frida’nın neden Diego’yu seçtiğini ve ondan hiç vazgeçmediğini daha iyi anladım.
| 1,174 |
TM- Bir Rüya
Bir rüya gördüm dün gece
Garip bir rüya
Ne hayra yorabildim ne şerre
Ne mekân ne eşya
Hiç birisi benzemiyordu bildik şeylere
Anlamadığım
Nasıl oluyor da sığıyor bunca yaşanan
Bir kaç saniyeye.Rüya bu ya; bir kuş konuyor önüme
Kuş dediysem, ne güvercin ne serçe
Altın bir semer vurulmuş
Hafifçe eğiliyor, biniyorum üstüne
Adını soruyorum
Zümrüdüanka’ymış meğerse.Haydi diyor, seyahat başlıyor şimdi
Bir kanat çırpışı bilmem kaç kilometre
Ayaklarımızın altında tüm dünya
Mavisiz çıplak, mavisiz sığ sanki
Turuncu hiç yakışmamış şu denize
Saklambaç oynuyor balıklar
Adı köpek olanı ebe.Deniz bitiyor bir süre sonra
Her yer sarı kum taneleri
Nefes nefese bir kutup ayısı
Çölde safariye çıkmış
Peşinde tüfekli üç beş serseri.Boyuttan boyuta geçiyoruz
Nal toplamakla meşgul zaman peşimizde
Bir dağ beliriyor ufukta
Ama ne Ağrı’ya benziyor, ne Erciyes' e
Göz alıcı güzelliğine inat
Zümrüt vadilerinde yamuk yumuk evler
Ne olmuş sana kaf dağı
Demek ki seni de kurban verdik bir gece de.Garip sesler geliyor çığlık çığlığa
Kargalar toplanmış, meşk günü anlaşılan
Kimi ala, kimi kara
Hepsinin elinde tek teli kalmış bir bağlama
Avaz avaz, bağırıyorlar en yüksek perdeden
Bir türlü sıra gelmiyor kanarya ya.Bir adam, elinde çakı, Ay' ı yontmakta
Ne yapıyorsun sen dedim, güldü
Taç yapıyormuş sevgilisinin başına
Doğum günüymüş, gelecek ayın on dördüHava kararıyor birden
Bakıyorum birisi güneşi söküp almış yerinden
Merdivenler kuruluyor gökyüzüne
İnsanlar yıldız topluyor aceleyle
Fırçalar sallanıyor bir yandan
Anlaşıldı sarı olacak bugün gece.Uyanıverdim birden, kan ter içinde
Pencereye koştum telaşla
Güneş batmak üzere
Şükürler olsun, gökyüzü hala yerli yerinde
Yıldızlarda çıkar birazdan neşeyle
Siyahtan başka renk yakışmıyor geceye.Kimi zaman iç içe geçiyor rüya ile gerçek
İncecik bir çizgi var arasında
Kafalar karışıyor bazen
Bir o yanında geziniyor insan, bir bu yanında.
| 278 |
Vatan Destanı
O kadar dolu ki toprağın şanla,
Bir değil, sanki bin vatan gibisin.
Yüce dağlarına çöken dumanla
Göklerde yazılı destan gibisin.Hep böyle bulutlar içinde başın,
Hilâli kucaklar her vatandaşın.
Geçse de asırlar, tazedir yaşın,
O kadar leventsin, fidan gibisin.Çiçeksin, bayılır kuşlar kokundan,
Her dalın bir yay ki zümrüt okundan
Müjdeler fısıldar Ergenekon'dan:
Bu sese gönülden hayran gibisin.Ey bütün cihana bedel Türkeli,
Açtığın cenklerin yoktur evveli.
Tarih bir nehir ki coşkundur seli.
Sen ona nisbetle, umman gibisin.Bir yandan hep böyle taştın, köpürdün,
Bir yandan cefalı bir ömür sürdün,
Fakat ne derece ezildinse dün.
Şimdi gene tunçtan kalkan gibisin.Bir insan nihayet kemikle ettir,
Bu et, bu kemiğe can hürriyettir.
En büyük hürriyet Cumhuriyettir,
Demek şimdi sen bir cihan gibisin.Ey ana toprağı, ey Anadolu,
Açıldı önünde terakki yolu.
Hamdolsun her yanın bereket dolu,
Cennette bir yeşil meydan gibisin.Yeni bir ay ördün al bayrağına,
Girdin en sonunda irfan bağına,
Medeni hayatın nur ırmağına
Ezelden susamış ceylan gibisin.
| 154 |
Damlar Sessizlik
Karanlık / Geceye / Damlar / Sessizlik / Gecede / Derinleşir / Hisler
Gecede/ Başkadır / Hayaller / Kundaklanır / Ninni / Söylenir
Ta ki / Gün / Doğana / Kadar / Sallarsın / Yüreğinde / Uyanmasın diye
| 40 |
Çanakkale
Yedi düvel birleşip,Türkü almayanlar kaale,
Gördü Türk imanını,işte bak Çanakkale! ..Beşikteki bebeler,Allah’a emanet aile,
Terk edilemez vatan,ille de Çanakkale! ..Toprak ile hemhal olmuş,şühedada merhale,
Cennete seyahat var,son durak Çanakkale! ..
| 31 |
Yağmur 2
YAĞMUR 2Hava yağmu yüklü
Bulutlar kara bürüklü
Semada koptu gürültü
Yine yağmur başlayacakAç hadi avuçlarını
Tut yağmur sularını
Say tutamadıklarını
Gör ne çok seviyorum seniIslatsın bizi yağmur
Dur bekle gitmeyelim
Belki gö kuşağı doğar
Elele bekleyelimSarsın bizi gök kuşağı
Biz dilekler dileyelim
Renk cümbüşü o kuşağı
Islansakta bekleyelim
| 50 |
F li Geçmiş Zaman
Uslu uslu biniyorlar trenlere bu adamlar
sapır sapır dökülüyor yol boyunca tarlalara
ayıp şeyler oluyor gündüzleri apaşikar
hahambaşı bizi bekler iskelede allasenama tuttu kör bıraktı metafizik bir gerilim
cop söyletir feylosofi izbelerde zihin açar
kantincinin emekçisi dikiz eder bacısını
zengin olmak zor zanaat bu yılbaşı kar yağmazsaekmek arasında kitap apış arasında şiir
sürte gerisinde hayat patlatılmış çıban başı
tanrılara ne oluyor patır patır ölüyorlar
fakültenin bahçesine apar topar gömüyorlarbenim yarim ipek dokur boğazıma kement atar
kandillerde lokum yapar alır satar lokma yapar
arka sıralarda durur gizli gizli bana bakar
bildiriler hazırlarken içlerine çiçek takar
| 98 |
Sevgi Var
Gönül dergahından gelen güzeller
Her yüreğin atışında sevgi var.
Doğsa da doğudan Güneş-i ala
Yakışında, batışında sevgi var.Gözyaşı dökerken bellidir izler
Kaç seneler geçer, kaç bahar yazlar
Boşuna mı dolar derya, denizler
Irmakların akışında sevgi var.Sevgiyle büyürmüş bahçeler bağlar
Ferhat aşk uğruna delmişti dağlar
Güller mahzun baksa, bülbüller ağlar
Nazlı yarın bakışında sevgi var.Engelle doluymuş hayatın yolu
Bazen yağmur yağar, bazen de dolu
Arşa uzanırmış sevginin kolu
Yokuşların çıkışında sevgi var.RABATLI sevmenin adıymış sevgi
Aşık yüreklerin oduymuş sevgi
Gözlere akmanın tadıymış sevgi
Damla damla döküşünde sevgi var...
| 89 |
O K U L ö z l e m i
Altı yıl çabayla ilkokul bitti,
Yardım edilmedi umudum yitti,
Cahilce yaşadım huzurum gitti,
Yolumu kısalttı okul özlemi.Hasretlik çekerim heran yanarım,
Kısa anıları söyler anarım,
Kitaplar okurum nefsi yenerim,
Dilimi susattı okul özlemi.Ruhum daralıyor yalnız kaldıkca,
Bilimden,kültürden hava aldıkca,
Sınıfa koşarım imkan buldukca,
Beynimi kuşattı okul özlemi.Öğretmen,öğrenci kaynaşıyorduk,
Teneffüse çıkıp oynaşıyorduk,
Aile ferdiyle şirneşiyorduk,
Duygumu boşalttı okul özlemi.Ufkumu açıyor müzik, şölenler,
Yarışma sonucu ödül, törenler,
Zirveye ulaşır emek verenler,
Zeki'yi yaşattı okul özlemi.5-5-2010
| 82 |
Adım mehmet soyadım mehmet benim
Vatanın dört yanında ben varım
Yere inmez arşa çektiğim bayrağım
Renk verdi ona damarımdaki kanım
Adım mehmet soy adım mehmet benimDağ taş nedirki yol olur bana
Esaret sözsüğü yok lugatımda
Bir can nedir bin can feda vatana
Adım mehmet soyadım mehmet benimŞark' tan garb'a kadar namım bilinir
Bu can bendende imanla beslenir
Bayrak için can bendenden süzülür
Adım mehmet soyadım mehmet benimDağları dize getirir namımız
Türk dedinmi yedi düvelde şanımız
Bayrak olmazsa neye yarar canımız
Adım mehmet soyadım mehmet benimÖlenler şehittir kalanlar gazi
vatana yan bakana olurum asi
Kundaktaki balam bilir kılıç ile kalkanı
Adım mehmet soyadım mehmet benim
| 104 |
Kaldırımlar
Sokak köpekleri ile paylaşıyorum kaldımları.
Ve bir kedi uzaklaşıyor bizden tüm nankörlüğü ile.
Sahte ışıklar aydınlatıyor şehri ve
ben sabahı bekliyorum.....
| 22 |
Mutsuz Çoban...
Mutsuz ÇobanAnadolu'da garip bir çobandı,
Yoksulluk onun bağrında çıbandı.
Herşeye rağmen, namuslu biriydi,
Yalan söylemez, sözünün eriydi.
Alamanya için kağıdı geldi,
Yoksulluk yönünden, kefeni deldi.
O yayla havasına alışmıştı,
Lağımda fare gibi çalışmıştı...
Perişandı Osmanlı'nın torunu,
Köle olmuştu, eski kölelerine...
Bıyık gitti, kabak gibi kavlandı,
Alamancı bir karıyla evlendi.
Derken iki çocuk dünyaya geldi,
Çocuk Kilise'de vaftiz edildi...
Uzun zaman memlekete dönmedi,
Bir türlü vatan hasreti dinmedi.
Karıcığı evliliği duymuştu,
Çoktan yabancı bacağı deymişti...
Sılada ayrı boynuzlanıyordu,
Gurbette ayrı boynuzlanıyordu...
Billocan, Banker efendi olmuştu,
Memlekete Mercedes'le gelmişti.
Meydan veriyordu, at vermiyordu,
At veriyor, Mezhep genişliyordu...
Herkes ona acıyarak bakıyordu,
Çobansa, gözlerinden okuyordu...
Önce fakirdi ama, namusluydu...
Bu sefer zengin ama, boynuzluydu...
Avrupa üyesi böyle olmalı(!)
Ar-namus demeden suya çalmalı(!)
Güya yoksulluğa boyun eğmedi,
Ürküttüğü Kurbağa'yı deymedi...
Bu durum Mehmetler'e dokunuyor,
Türk'ün değerleri bir bir tükeniyor...
25.7.1980
| 138 |
Kızıl Yıldız
Gecenin karanlığında
Rehberdir bize,
Işıktır bize
Kızıl yıldızGözlerden aşağı süzülen,
Yanaklara konan,
Bir öpücüktür
Kızıl yıldızSavaşta silahtır, süngüdür.
Düşmana karşı kızıl yıldız,
Barışta beyaz güvercindir
Dosta karşı kızıl yıldız.Göz bebeklerden
Toprağa dökülen yaştır.
Savaş verirken öncümüzdür.
Kızıl yıldız.! .
| 41 |
Tanrı böyle de seviyor beni
Ben bir Akdeniz dağ keçisiyim
Bir ucum Toroslar’da
Bir ayağım Ilgaz’da
Olur, olmaz soğuklara aldırmam zemheriye de
En sarp köşesinden dağların
Yıldızları sayarım gün batımı
Kurtlar benim düşmanımsa
Anlarım
İnsanların dost olmayışınaysa yanarım
Ben de ormanların düşmanıyım çünkü
Tanrı bu yüzden hiç sevmiyor beni
Ben bir çöl devesiyim
Sıcağa da aldırmam
Susuzluğa da
Başım kerbela ‘da
Kuyruğum tih’te
Ne eşarp taktım
Ne çarşafa büründüm
Böyle Mekke’ye gittim
Doğduğum gibi çırılçıplak
Tanrı böyle de seviyor beni
Ellerimi kendine doğru tutarak
| 84 |
Ağaç Sevgisi
Tüm insanlar ağacı sevmeli,
Ona zarar vermemeli,
Ona zarar verenleri
Derhal ikaz etmeli.Ağacı herkes sevmeli,
Onun faydalarını bilmeli,
Onun faydalarını bilenler,
Derhal ağaç dikmeli.Ağaç her zaman sevilmeli,
Sevenler ağaç dikmeli,
Ağaç diken insanları,
Derhal tebrik etmeli.27 Şubat 1982
| 40 |
Sevgi
Sevgi bir bakıştır manalı gözlerde.
Öylesine sıcak öylesine derin.
sevgi bir rüzgardır ıssız yerlerde.
Öylesine ferah öylesine serin.Bir perçindir sevgi gönüllerde,
Öylesine sıkı öylesine güçlü.
Sevgi gezinmektir el ele tenhalarda,
Öylesine sessiz öylesine suçlu,Sevgi bir bebektir dünyaya henüz gelmiş,
Öylesine masum öylesine temiz.
sevgi bizi anlatan bir şiirdir belki,
Sevgi ben, sevgi sen, sevgi yalnızca ikimiz. Harun KAYA
| 59 |